12 Ağustos 2022 Cuma

Yabancılaşma

Mahmut Boyuneğmez

Giriş

Bu yazıda işlenen “yabancılaşma” olgusunun, toplumsal ilişkilerin iktisadi boyutuyla sınırlı olduğunun altını çizmek gerekiyor. Yabancılaşmayla ilişkili olarak devlet, din, ideolojiler ve hukuka dair alanlara, bu yazı kapsamında girilmemiştir. Fakat genel bir kural olarak, insanlara dair bir süreç, nesne, olay, ilişki ya da gerçeklik kesiti üzerinde bir yönüyle de olsa denetim ve kontrol/hâkimiyet kurulamamışsa, o zaman bir yabancılaşmanın var olduğundan, dolayısıyla da özgürlüğün eksikliğinden bahsetmek gerekir.

Yazıda önce yabancılaşmanın farklı boyutları değerlendirilecek, sonra da aşılmasının yolu üzerinde durulacaktır.


Yabancılaşmanın boyutları

1844 Elyazmaları’nda Marx, yabancılaşmayı dört boyutuyla değerlendirir. Marx’a göre işçilerin yabancılaşmasının farklı boyutları şunlardır:

Birincisi; işçinin, emek ürününe yabancılaşmasıdır. Marx bu yoksunlaşmayı, şu şekilde anlatır:

“İşçi kendi emek ürünü karşısında, yabancı bir nesne karşısındaki ile aynı ilişki içindedir. (…) işçi kendi emeği içinde kendini ne kadar dışlaştırırsa, kendi karşısında yarattığı yabancı, nesnel dünya o kadar erkli bir duruma gelir (…) O, emeğinin ürünü olan şey değildir. Öyleyse bu ürün ne kadar büyükse, işçi o kadar az kendisidir. İşçinin kendi ürünü içinde yabancılaşması, sadece emeğinin bir nesne, dışsal bir varoluş durumuna geldiği anlamına değil ama emeğinin kendi dışında, ondan bağımsız, ona yabancı ve onun karşısında özerk bir erk durumuna gelen bir varlık olarak var olduğu ve nesneye geçirdiği yaşamın, hasım ve yabancı bir yaşam olarak ona karşı çıktığı anlamına gelir.”[1]

Aslında bu durumun özet ifadesi şudur: işçiler, “kendi ürünü olan sermayenin egemenliği altın(dadır).” İşçiler sermaye sahipleri için harikalar yaratır, fakat kendileri bunlardan yoksundur. Emek “saraylar, ama işçi için inler üretir.”[2]

Üretim sürecinde yer alan makineler, aletler, malzemeler, hammaddeler ve işçilerin emeklerinin ürünleri, eş deyişle emek nesneleri, araçları ve ürünleri, işçilerin karşısında onlardan bağımsız bir güç olan sermaye biçimini alır.[3]

İşçilerin ürettikleri, kendilerine yabancıdır. Ürettiklerini hayatta kalmak için doğrudan kullanamadıkları gibi, daha fazla üretici etkinlikte bulunmak için de doğrudan kullanamazlar. Ürettikleri, başka birinin (sermayedarın) malıdır. İşçilerin ürünleri üzerinde hiçbir hâkimiyeti yoktur ve bu ürünlerin akıbetini de bilmez ve belirleyemezler.[4]

İşçilerin üretici etkinliğinin ürünü olan üretim araçları da, işçiler tarafından işe koşulmazlar, tersine işçileri işe koşan üretim araçlarıdır. Çünkü üretim araçları sermaye biçimiyle var olarak yabancılaşmıştır. Marx, Kapital’de bunu şu şekilde açıklar:

“Artık, üretim araçlarını işe koşan işçi değil; işçiyi işe koşan üretim araçlarıdır. Üretici etkinliğin maddi unsurları olarak işçi tarafından tüketilecekleri yerde, kendi yaşam süreci için gerekli olan enzim olarak ürünler işçiyi tüketir (…) Gece boyu boş kalan ve canlı emekle beslenmeyen fırınlar ve atölyeler kapitalist açısından ‘bir kayıptan’ başka bir şey değildir. Bu nedenle fırınlar ve atölyeler işçi sınıfının gece çalışması için haklı bir talepte bulunur. Paranın kolayca üretim sürecinin maddi faktörlerine, üretim araçlarına dönüşümü, paranın diğer insanların emeği ve artık emeği üzerinde bir hak iddia etmesine izin verir.”[5]

Burada görülmesi gereken nokta şudur: Kapitalist üretim sürecinde, işçilerin ürünleri ve üretim araçları üzerindeki hâkimiyeti bulunmamakta, ürünlerin (pazarın) gereksinim ve talepleri ile üretim araçları, üreticiler üzerinde kontrol ve denetim kurmaktadır.

Marx, incelemesinin birçok yerinde yabancılaşma olgusunu değerlendirdiği Grundrisse adlı çalışmasında ise şöyle yazmaktadır:

“Kendi emeği de ona yabancıdır (…) tüm malzeme ve alet de ona yabancıdır. Sonuç olarak, ürün, ona, ötekinin malzemesinin, ötekinin aletinin ve ötekinin emeğinin bir bileşimi olarak –ötekinin mülkiyeti olarak- görünür ve üretimden sonra, harcadığı yaşam gücü kadar yalnızca yoksullaşmıştır ama öte yandan kendi yaşam koşullarından ayrı halde var olan salt öznel emek-gücü olarak angaryaya yeniden başlamak zorundadır.”[6]

Öte yandan emek, kapitalizm koşullarında emek nesneleriyle ve üretim araçlarıyla olan ilişkisini keserek, serf emeğinde ve loncadaki zanaat emeğinde olduğu haliyle nesnelere ve araçlara olan bağımlılığından ve esaretinden de kurtulur. Bu sayede yabancılaşmış emek, evrensel çalışma ve yaşam biçimlerinin gelişebileceği koşulları oluşturur.[7]

İkincisi; işçilerin, üretim eylemine, üretici etkinliğe, emeğe yabancılaşmasıdır. Kapitalist toplumda, işçilerin bir canlı olarak varlıklarını sürdürebilmesi işçi olmalarına bağlı olup, çalışma sadece maddi ihtiyaçları karşılamanın bir aracıdır. İşçilerin üretim süreci değer yaratır, fakat işçilerin çalışması, saygınlıktan ve “değer”den yoksundur.

“Peki, emeğin yabancılaşması neye dayanır?

“İlkin, emeğin işçinin dışında olması, yani onun özüne ilişkin olmaması, demek ki emeğinde işçinin kendini olumlamayıp yadsıması, mutlu değil mutsuz duyması, özgür bir fizik ve entelektüel etkinlik göstermeyip bedenine ve tenine eziyet etmesi olgusuna. Sonuç olarak işçi, ancak çalışmanın dışında kendi kendisinin yanında olma duygusuna sahiptir ve çalışmada kendini kendi dışında duyar. Çalışmadığı zaman kendi evinde gibidir ve çalıştığı zaman da kendini kendi evinde duymaz. Öyleyse çalışması istemli değil ama istemsizdir, zorlama çalışmadır. Öyleyse bir gereksinmenin karşılanması değil ama sadece çalışma dışındaki gereksinmeleri bir karşılama aracıdır. Emeğin yabancı niteliği, fizik ya da başka bir zorlama ortadan kalkar kalkmaz çalışmadan veba gibi kaçılması olgusunda açıkça görünür. Dışsal emek, insanın içinde kendine yabancılaştığı emek, bir kendini kurban etme, bir onur kırılması çalışmasıdır. (…) Dinde insan imgeleminin, insan kafasının ve insan yüreğinin öz etkinliği, nasıl birey üzerinde ondan bağımsız olarak, yani tanrısal ya da şeytansal yabancı bir etkinlik olarak etkili olursa, işçinin etkinliği de tıpkı öyle, kendi öz etkinliği değildir. Bir başkasına ilişkindir, kendi kendinin yitirilmesidir bu etkinlik.

Bundan şu sonuca varılır ki, insan (işçi) artık kendini ancak yemek, içmek ve çoğalmak gibi hayvansal işlevlerinde, bir de olsa olsa konutta, süslenmede vb. özgürce etkin duyabilir, insan işlevlerinde ise ancak hayvanlığını duyar. Hayvansal insansal, insansal da hayvansal duruma gelir.

Gerçi yemek, içmek ve çoğalmak da gerçek insansal işlevlerdir. Ama insansal etkinlikler alanının üst yanında soyut olarak ayrılmış ve böylece son ve tek erek durumuna gelmiş biçimde, hayvansal işlevlerdirler.”[8]

Marx için emek (üretim, iş, çalışma), insanın kişiliğinin belirtisi, yaratıcı güç ve yeteneklerinin gerçekleşmesi ve nesneleştirilmesi, bu nedenle de temel bir insani gereksinimdir. Oysa kapitalist toplumsal sistemde işçiler için üretim etkinliği, bir gereksinim değil ihtiyaçları/gereksinimleri karşılamanın ve geçinmenin tek yolu, kendini geliştirmenin değil yeniden üretmenin bir aracı, özgür bir etkinlik değil dışarıdan dayatılmış ve katlanılması gereken bir zorunluluk, kişiliğin belirtisi değil baskılanması, insan olduğunu duyumsama değil hayvanileşmedir.

Kendini geliştirme ve gerçekleştirme süreci, yalnız özgürleşmiş emek etkinliğinde değil, oyunda, tasarlayıp değişiklikler gerçekleştirdiğimiz her türlü pratik etkinlikte ve doruk noktası olarak da sanatsal yaratıcı etkinlikte görülür.[9]

Marx’a göre çalışma, potansiyel olarak tatmin edici ve özgürleştirici bir faaliyet olarak insanların temel ve asli bir etkinliğidir.[10] Yabancılaşma çalışmanın tatmin ediciliğini yok eder, çünkü yabancılaşmış üretici etkinlikte yeteneklerimiz ve güçlerimiz tüm zenginliğiyle nesneleşme olanağı bulamaz. Dışımızdaki yabancı ve düşman durumundaki doğal dünya, tarih boyunca yaşanan bir gelişme süreci içerisindeki çalışmayla, insanileştirilmiş bir dünyaya her geçen gün daha fazla dönüşse ve denetim altına alınsa da, kendimizi bu dünyada evimizde hissedemeyiz. Çünkü toplumsal ilişkilerimizin dünyası, üretim ve tüketim rasyonel bir biçimde denetimimiz altında değildir. Yabancılaşmış emek süreci, üretimde ve toplumsal ilişkilerde denetimin ve özgürlüğün kaybıdır. Sınıflı toplumların tarihi boyunca çalışmamak, özgür olmak; çalışmaksa özgür olmamak anlamına gelir.[11]

İnsanların türsel güçleri, yetenekleri vardır. Bu güçleri ve yetenekleri, potansiyelleri gerçekleştirmek için insanlar, doğanın nesnelerine gereksinim duyar ve bu nesneleri “sahiplenir”ler.[12] “‘Görme, işitme, koklama, tatma, hissetme, düşünme, tasarlama, algılama, isteme, eyleme ve sevme’ gibi nesnelerle ilişkilenme yollarımızın tümü onları ‘kendine mal etme’ yöntemlerimizdir.”[13] Sahiplenme, doğanın dönüştürülmesi ve insana katılmasıyla mümkündür. İnsanların doğal nesneleri sahiplenmesinin temel yolu üretici etkinliktir. Bu etkinlik, insanın güçleri ve yeteneklerinin birlikte çalıştığı, doğanın dayattığı sınırlamaları dönüştürerek insanın güçleri ve yetenekleri için yeni gerçekleşme olanakları yaratılan, insanın potansiyellerinin gelişimini sağlayan temel araçtır. Fakat tarih boyunca gelişen işbölümünün boyunduruğu altında insanlar dar uzmanlık alanlarına sıkışmış, tekrara dayanan işlerde çalışmaktadırlar ve sahip oldukları güç ve yetenekleri bir arada uygulama olanağını yitirmişlerdir.[14] Yabancılaşmış emek ve kapitalist özel mülkiyet sistemi, nesnelerle olan ilişkilerimizi kısıtlar ve sınırlar. Dolayısıyla, kapitalizmin aşılması, insanın duyularını da özgürleştirecektir.[15]

Kapitalist toplumsal sistemde üreticiler, ürününün kaderi hakkında söz sahibi olmadığı gibi üretim sürecinin denetimine de sahip değildir. İşçiler, üretim sürecinin bütününe dair bilgiden yoksundur.[16]

Üretim sürecinin kontrolü, bir başka sınıftadır:

“Kapitalistin kontrolü o kadar bütüncül, o kadar eksiksizdir ki çalışmanın biçimini, yoğunluğunu, süresini, ürünün çeşidini ve sayısını, çalışmayı çevreleyen koşulları ve hepsinden daha önemlisi işçinin böyle bir çalışmada bulunup bulunmayacağını belirler.”[17]

Ücret karşılığında sermaye için çalışan işçiler için, emek sürecinin, tikel ihtiyaçları doğrudan karşılama özelliği yoktur. Böylelikle kapitalizm koşullarında çalışma, daha evrensel bir nitelik alır. Emekçi, pre-kapitalist dönemlerin bir özelliği olan belirli yerelliklere ve belirli kişilere bağımlı olma durumundan kurtulur ve geniş bir toplumsal ilişkiler ağına dâhil olur. Emek kapitalizmle birlikte daha toplumsal bir nitelik kazanmakta, kapsamlı bir iş bölümünün parçası olmaktadır. Bu geleceğin toplumu için oluşmuş bir zemindir ve gelecekte, emeğin yabancılaşmış faaliyet biçimleri, bilinçli insan denetimi altına alınacaktır.[18]

Üçüncüsü; insanın türsel varlığına yabancılaşmasıdır.

İnsanların türsel varlığı, doğayla kurulan çok yönlü ilişkilerin birliğidir. Marx’a göre insanın türsel yaşamı, üretkenliktir. Bireylerin güçlerini ve yeteneklerini gerçekleştirdiği ve geliştirdiği üretim etkinliği, insanın türsel varlık olmasını sağlar. Üretici etkinlik kapsamıyla, uygulanabilirliğiyle, barındırdığı becerilerle ve yoğunluğuyla, hayvansal etkinliklerden farklıdır.[19] Bilinçli bir varlık olarak insan, üretim sürecinde seçebilme ve plan yapabilme yetisine sahiptir. Potansiyel olarak kendi güçlerini ve yeteneklerini gerçekleştirmek için gerekli beceri ve bilgiye sahip olmaya çabalar.

Hayvanları iştah, arzu ve içgüdü yönlendirir ve faaliyetleri, maddi ihtiyaçlarını karşılamanın doğrudan araçlarıdır. İnsanların türsel etkinliği olan çalışmaysa, onu diğer hayvanlardan ayırır. Yabancılaşmış çalışmada, iş sadece maddi ihtiyaçları karşılamanın basit bir aracı haline geldiğinden, hayvanileşme söz konusudur. Böylelikle insanlar, türüne yabancılaşır.[20]

İnsanın türsel varlığı, doğa kadar onun türsel entelektüel yetileri de ona yabancı bir varlık durumuna, onun bireysel varoluş aracı durumuna dönüşürler.”[21]

İşçiler hayatta kalmak için çalışırlar. Çünkü emekleri yabancılaşmıştır. İnsanın özgür yaratıcı üretim etkinliği, eş deyişle insanın türsel yaşamı, fiziki var olmanın aracı derekesine düşer. Yabancılaşmış emek sürecinde, insanların sahip oldukları entelektüel güçler ve yetenekler gerçekleşme olanağı bulamaz, insanın üretken kapasitesi sınırlanır. “Nesnel dünyayı işleyip geliştirme” kapasitesi, işbölümünün boyunduruğu altında dar bir uzmanlık alanında kısıtlanıp, kötürümleşir.

Çalışma ki o insanın türsel etkinliğidir, ücret kazanmanın ve böylelikle fiziksel ihtiyaçları karşılamanın bir aracı haline geldiğinden, insanlar, türsel etkinliğine yabancılaşmış durumdadır. Fakat kapitalizm koşullarında emek etkinliği, ihtiyaçları doğrudan karşılamadan uzaklaştığı için; üretim, tüketimden pazar aracılığıyla ayrımlaştığından, çalışmanın bilinçli ve özgürce seçilmiş bir faaliyet haline getirilebilmesinin olanağı da doğar.[22]

Dördüncüsü; insanın diğer insanlarla ilişkisindeki yabancılaşmadır.

Marx şöyle yazar:

“İnsanın kendi emek ürününe, kendi yaşamsal etkinliğine, kendi türsel varlığına yabancılaşmasının dolaysız bir sonucu da şudur: insan insana yabancılaşmıştır. (…) İnsanın kendi emeğine, kendi emek ürününe ve kendi kendine ilişkisi için doğru olan şey, insanın öteki insana ve onun emek ve emek nesnesine ilişkisi için de doğrudur.”[23]

İşçiler, oluşturdukları ürünün sahibi olan kapitalistlerle yabancılaşmış ilişkilere sahiptir. Yabancılaşmış emek süreci, işçilerin kapitalistlerle kurduğu toplumsal ilişkileri de üretir.

“Yabancılaşmış emeği aracılığıyla insan sadece nesneyle ve üretim eylemiyle ilişkisini kendine düşman ve yabancı bir güç olarak kurmakla kalmaz; aynı zamanda diğer insanların kendi üretimi ve ürünü karşısındaki konumlarıyla ilişkisini ve de diğer insanlara karşı kendi konumuyla olan ilişkisini de oluşturur. Kendi ürününü bir kayıp, kendisine ait olamayan bir ürün olarak yarattığı gibi, üretmeyen birinin üretim ve ürün üzerindeki hâkimiyetini de yaratır. Kendisini kendi etkinliğinden ayırdığı gibi, bir yabancıya, ona ait olmayan bir etkinliği bahşeder (…) çalışmaya yabancı ve onun dışında duran birine (…) kapitaliste ya da emeğin efendisini kim nasıl adlandırmayı seçiyorsa ona.”[24]

Kapitalistler ile işçiler arasındaki ilişki simetrik içsel bir ilişki (birbirlerini yaratan) olarak antagonistiktir (uzlaşmazdır). Bu ilişki, yabancılaşmış emek sürecinde kurulur.

Öte yandan, üreticiler işbölümüyle birbirlerine de yabancılaşmış durumdadır.

“Metalar aracılığıyla ilişki kuran insanlar birbirlerinin emek faaliyetlerine yabancılaşır. Başkalarının nasıl mal ve hizmet ürettiğiyle kimse ilgilenmez.”[25]

Üretici etkinlik, ürünlerin yanı sıra, toplumsal ilişkileri de üretir ve yeniden üretir. Toplumsal ilişkiler, insanların emek etkinliklerinin sonucudur. Yabancılaşma koşullarında toplumsal ilişkiler, insanlardan bağımsız ve onlara dışsal, onlara hükmeden bir durumdadır. Kapitalist pazardaki ürünler arası ilişkiler, aslında bu ürünlerin üreticileri olan insanlar arasındaki yabancılaşmış toplumsal ilişkilerdir. Bu insanın insana yabancılaşmasıdır.[26] Kapitalist ekonomik ve toplumsal ilişkiler denetlenemez ve yabancılaşmış durumdadır, fakat bu ilişkilerin gelişimi, yabancılaşmanın aşılacağı maddi ve nesnel koşulları da yaratmıştır. Üretim faaliyeti bilinçli toplumsal denetim altına alınabilir.[27]

Şimdi buraya kadar yazılanları toparlayıp özleyebiliriz:

“İnsanın işinden koparıldığı söylenir; ne yapılacağı ve nasıl yapılacağına karar verilmesinde hiçbir rolü yoktur. Bu kopma, insan ve insanın yaşam etkinliği arasındaki bir kopmadır. İnsanın kendi ürününden koparıldığı söylenir; yaptığı şey üzerinde ya da yaptığı şeyle daha sonra ne yapılacağı konusunda hiçbir denetimi yoktur. Bu kopma ise, insan ve maddi dünya arasındaki bir kopmadır. Ayrıca insanın diğer insanlardan da koparıldığı söylenir; rekabet ve sınıfsal düşmanlık, iş birliğinin çoğu formunu olanaksız kılar. Bu da insan ile insan arasındaki bir kopmadır. Her bir durumda, insan türünü ayırt eden bir ilişki yok olmuş(tur).”[28]

Evet, insanların potansiyel güçleri ve yeteneklerini (türsel varlığını) içerisinde gerçekleştirecekleri yaşam koşulları üzerinde de denetimleri bulunmamaktadır…

Bunlara ek olarak kapitalistlerin yabancılaştıkları da söylenmelidir. Marx 1844 Elyazmaları’nda buna değinirse de, açıklamadan bırakır… Kapitalistler, üretim sürecine kendinden bir şeyler katmadan, başka insanların çalışmasını artırmaya uğraşır. Üstelik kapitalistler, üretimin ve mübadelenin içinde gerçekleştiği toplumsal koşul olan rekabetin ve piyasanın hâkimiyeti altındadır. İşçilerin ürettiği ürünler bazı açılardan kapitalistlerin kontrolü altındayken, başka açılardan ise kapitalistler ürünlerin kontrolü altındadır. İnsansal en temel güç, üretici etkinlik iken, kapitalistlerin bu gerçek, filli güçleri ve etkinlikleri yoktur.[29] Karmaşık ve “akıl ermez” bir iktisadi ilişkiler ağı içerisinde bulunan kapitalistler, mülkiyetleri altındaki her şeyi başkalarının yaratımına borçlu olmakla ve üretici etkinlikte bulunmadıklarından ürünleri üzerinden kendilerinin farkına varamamakla, yabancılaşmışlardır.[30] Kapitalistlerin açgözlülüğü, zalimliği ve ikiyüzlülüğü ise, işçilerle olduğu kadar, rakipleriyle ve müşterilerle kurdukları ilişkilerden doğar.[31]

Yabancılaşmanın aşılması

Yabancılaşmanın aşılması için ilk koşul, onu doğuran neden olan kapitalist özel mülkiyet sisteminin dönüştürülmesidir. Kapitalizmin oluşturduğu ileri endüstriyel üretimin toplumsal karakterine uygun olan mülkiyet, toprağın ve üretim araçlarının toplumsal/kamusal mülkiyetidir. Komünizmde mülkiyet ortadan kaldırılmaz, toplumsallaştırılır.[32] Böylelikle, yabancılaşmanın kaynağı kurur, emeğin ürünleri, nesneleri, araçları ve faaliyetleri, onu sömüren sermayeye ait olmaktan çıkar. İnsanın insana yabancılaşması demek olan toplumsal ve iktisadi ilişkilerin denetlenemezliği ise, öncelikle meta üretiminin ve pazarın ortadan kaldırılmasıyla mümkün hale gelir.

Ancak üretim araçlarının toplumsal mülkiyeti temelinde bir ekonomik yapılanma ve meta üretiminin kaldırılması, yabancılaşmanın aşılmasının tüm koşullarını sağlamaz. Çalışmanın insanın kendini gerçekleştirmesi ve geliştirmesi faaliyetine dönüştürecek şekilde biçimlendirilmesi ve iş bölümünün boyunduruğundan insanların kurtulması da gereklidir. Komünizm, “zengin insan”ın gelişmesini anlatır:

“Zengin insan ve insani ihtiyacın zenginliği, politik ekonominin zenginlik ve fakirliğinin yerini alır. Zengin insan aynı zamanda insani hayatın tüm dışavurumlarına ihtiyaç duyan insandır; kendi gerçekleşmesi bir içsel zorunluluk, bir ihtiyaç olan insandır.”[33]

Bu “zengin insan”, bireylerin aynı gün içerisinde birden çok alanda çalışması sayesinde, iş bölümünün boyunduruğundan kurtulacaktır:

“Tek ve aynı işi yineleyerek güdükleşen ve böylece salt bir parça-insan haline gelen bugünün parça-işçisinin yerini; çeşitli işlere yatkın (…) ve yerine getirdiği değişik toplumsal görevleri, kendi doğal ve kazanılmış yeteneklerine özgür faaliyet alanı sağlayan şeyler olarak benimseyen tam anlamıyla gelişmiş bir birey alacaktır.”[34]

İş bölümü, “toplumsal faaliyetin sabitlenmesi” olarak, dışsal olarak dayatılan bir toplumsal kısıtlamadır. Bu nedenle işbölümü bir özgürlük eksikliği, dolayısıyla yabancılaşma biçimidir. Komünist toplumda işbölümü, çalışma alanlarının ya da somut emek türlerinin bireylere dağılımı anlamında var olacak, ancak bireyler tekil faaliyetlerle sınırlanmış olmayacaklardır.

“Komünist bir toplumda ressamlar yoktur, olsa olsa başka şeylerin yanı sıra resimle de meşgul olan insanlar vardır.”[35]

“İş bölümü bize, insanlar doğal toplum içinde bulundukları sürece (…) insanın kendi eyleminin nasıl kendi karşısına dikilen yabancı bir güç haline geldiğinin ve insanın ona egemen olacağı yerde onun tarafından boyunduruk altına alındığının ilk örneğini sunar. Zira iş bölümü vücut bulmaya başlar başlamaz, artık herkesin kendisine dayatılan ve içinden çıkamayacağı tekil ve tek bir faaliyet alanı vardır. O bir avcıdır, balıkçıdır, çobandır ya da eleştirel eleştirmendir ve geçim araçlarını kaybetmek istemiyorsa eğer, öyle de kalmak zorundadır. Oysa hiç kimsenin tek bir faaliyet alanına sahip olmadığı, dilediği her alanda kendini yetiştirebildiği komünist toplumda, genel üretimi toplum düzenler. Böylece de bana, dilediğimce bugün bu işi, yarın bir başka işi yapabilme; avcı, balıkçı, çoban ya da eleştirmen olmamı gerektirmeden, sabah ava çıkıp öğleden sonra balığa gitme, akşam hayvan yetiştirme, yemekten sonra da eleştiri yapma olanağı sağlar.”[36]

Bize göre, entelektüel ve bedensel iş türleri aynı bireyler tarafından birlikte gerçekleştirilecektir. Entelektüel işlerin belirli bireylere daralması, iş bölümünün bir sonucudur. Komünizmde geniş kitleler, bilimsel, sanatsal, felsefi üretimlere katılacaktır. Herkesin sahip olduğu yetenekler ve potansiyeller farklıdır ve herkesten aynı ölçüde sanatsal yaratım, bilimsel üretim beklenmemelidir. Fakat insanlar uzmanlaşmış dar mesleki alanlara hapsolmaktan kurtulacak, farklı etkinliklerde bulunmalarının ve yeteneklerini özgürce geliştirebilmelerinin önünde bir engel olmayacaktır.

Marx’a göre çalışma, insanın yaratıcı güçlerinin ve yeteneklerinin bir dışavurumu ve gerçekleşmesi olsa da, çalışmanın maddi ihtiyaçları karşılamanın aracı olduğu zorunlu bölümünü kısaltmak ve serbest faaliyetlere ayrılan zamanı artırmak gerekir. Marx bunu şöyle açıklar:

“Özgürlük alanı ancak, zorunluluk ve gündelik kaygılar tarafından belirlenen emeğin yok olduğu yerde gerçekten başlar. Dolayısıyla, burası eşyanın tabiatı gereği mevcut maddi üretim alanının ötesine uzanır. Tıpkı vahşi insanın ihtiyaçlarını gidermek, yaşamını devam ettirmek ve onu yeniden üretmek için doğa ile mücadele etmek zorunda olması gibi, uygar insan da aynı zorunluluk içerisindedir ve bunu tüm toplumsal oluşumlar içinde ve olası tüm üretim tarzlarının çatısı altında yapmalıdır. İnsanın gelişimiyle birlikte, onun gereksinimlerinin bir sonucu olarak bu fiziksel zorunluluk alanı genişler. Fakat aynı zamanda bu gereksinimleri gideren üretici güçler de artar. Bu alandaki özgürlük sadece, doğanın kör güçleri tarafından yönetilmek yerine onunla olan karşılıklı alışverişini rasyonel bir şekilde düzenleyen, doğayı ortak denetim altına alan ve bunu minimum enerji sarf ederek, insan doğasına en uygun ve en layık koşullar altında gerçekleştiren toplumsallaşmış insanı, ortak üreticileri içerebilir. Ama yine de burası bir zorunluluk alanı olarak kalmaya devam eder. Kendinde bir amaç olan insan enerjisinin gelişimi, hakiki özgürlük alanı bunun ötesinde başlar. Bununla birlikte söz konusu özgürlük alanı ancak temelindeki zorunluluk alanı ile serpilebilir. İşgününün kısaltılması bunun temel ön koşuludur.”[37]

Komünist toplumda, temel ihtiyaçların karşılanması için yapılan zorunlu çalışma, estetik bir serbest faaliyet haline; kendini dışa vurma ve gerçekleştirme gereksinimleri olarak serbest faaliyetler (resim yapma, müzik dinleme ve besteleme, dans etme, yazı üretme vd.) ise bir ihtiyaç haline gelir.[38] Zorunluluk ve özgürlük alanları arasındaki ayrım silikleşir. Çalışma yabancılaşmadan kurtulduğundan ve süre olarak kısaldığından, zorunlu çalışmanın, serbest faaliyetler ile özgür olmaya karşıtlığı aşılır.

İşlerin organize edilmesi, idaresi ve yönetilmesiyse, sabit ve kalıcı bir toplumsal katmana ihtiyaç olmadan, kolektif olarak ve sorumlulukların rotasyona tabi olmasıyla yerine getirilebilir. Komünizmde de, işlerin organizasyonuyla ve koordinasyonuyla ilgilenen otoritelere ve yönetenlere gereksinim duyulur. Çalışanların işlerin görülmesinde kolektif kararlar alıp, uygulaması ve iş süreçlerinin planlı olarak düzenlenmesi sayesinde, üretim sürecinde özgürlük ve onay yitirilmeden, işlerin yönetimi gerçekleştirilir.[39] Marx bunu, şu şekilde ifade eder:

“Büyük ölçekli, doğrudan doğruya toplumsal veya komünal her türlü emek, az ya da çok, bireysel faaliyetlerin uyum içerisinde çalışmasının sağlanması, ayrı parçalarının hareketlerinden farklılık gösteren toplam üretim mekanizmasının kendi hareketinden doğan genel işlevlerin yerine getirilmesi için bir yönetici otoriteye gerek duyar.”[40]

Komünizmde çalışma, bir angarya değil keyif alınan bir etkinliktir. Ancak gelecekte de çok sayıda rutin, tatsız, sağlığı bozan işler var olmaya devam edecektir. Bu işlerin, makineler ve robotlarla yapılması artık olanaklıdır. Hoşa gitmeyen bazı işlerin bir gönüllüler listesi üzerinden toplumsal fayda uğruna yapılmasının örgütlenmesi de mümkündür.[41]

Zanaat ustası, iş aletlerini ve iş sürecini kontrol eder, fakat yaratıcılığı sınırlı ve kısıtlıdır. Kapitalizm koşullarındaysa tersine işçiler, makinelere tabi olur ve onlar tarafından kontrol edilirler. İşçiler fabrikalarda kendilerine dayatılan, tekdüze ve tekrarlayan işlerde çalışmaktadır. Fakat bu durum endüstrinin kaçınılmaz bir sonucu değildir. Bize göre komünizm,  çalışma hayatında zanaat türünde işlere bir geriye dönüşü içermez. Komünizm, dünya çapında endüstriyel büyük ölçekli üretime dayanan bir toplumsal sistemdir. Makinelerin ve robotların komünizmde üretim süreçlerinde kullanılması, bedensel çalışmayı azaltacak, çalışmanın zihinsel ve keyif alınan bölümlerini artıracaktır. İşlerin rutin, tekrarlayan, ağır ve sağlıksız yönleri, makinelere ve robotlara yaptırılacaktır. İşlerin yeniden düzenlenişi ve iş bölümünün dönüştürülmesi, yabancılaşmanın aşılmasını getirecektir.

Planlamacılar, yöneticiler, tasarımcılar, bilim insanları, sanatçılar, yazarlar vd.’nın yaratıcı ve entelektüel çalışmaları, insanlar arasında paylaşılacak ve bölüşülecektir. Böylelikle, az beceri gerektiren, rutin ve tekrarlayan işler, toplumun belirli bir kesiminin üzerine yıkılmayacaktır.[42] İnsanlar bir dizi farklı iş türünde faaliyet yürütebileceklerdir. Bugünden teknolojinin gelmiş olduğu düzey, aslında bunun olanaklarını oluşturmuş durumdadır.

Kapitalist üretim tarzı, tarihsel gelişimde geçmiş çağların üretim tarzlarına göre bir ilerlemeyi temsil eder. Fakat artık tarihsel gelişimin önünde bir engel haline de gelmiştir. Tarihsel gelişimdeki bu geçilmesi gereken zorunlu aşama, getirdiği olumsuzlukların yanı sıra modern endüstriyi yaratarak komünizmin maddi temellerini de oluşturmuştur. Yabancılaşmanın “aşılması” (aufheben; koruyup aşma, içererek aşma), bu temelin korunup dönüştürülmesi anlamına gelir.

“Yabancılaşmayı aşma koşulları, yabancılaşmış emeğin bizzat kendisinin yarattığı koşullardır. Yabancılaşmış emek böylelikle sadece aşılmasının asli nesnel ve maddi koşullarını değil aynı zamanda öznel ve insani koşullarını da meydana getirir.”[43]

Günümüzde endüstri ve ekonomi ile toplumsal ilişkiler, insanların denetimi altında olmayıp, yabancı ve düşman güçler olarak onlara hükmetmektedir. İnsanlar arasında doğrudan değil, mübadele ilişkileri dolayımıyla, yani metaların değerleri arasındaki ilişkiler aracılığıyla var olan pazarın işleyiş mekanizması, denetlenemezdir. Fakat kapitalist ekonomik gelişme, insanların “dünyada kendi evinde olabileceği bir toplumu”, komünist toplumu olanaklı kılan bir zemin yaratmıştır. Bireylerin tam gelişkinliğe ulaşması, ancak iktisadi ve toplumsal ilişkiler üzerinde kolektif bir kontrol sağlandığında mümkün olacaktır.

Komünizm, bir dünya toplumu olarak insanların tıpkı bugün aile içi yaşamda olduğu gibi, birbirlerinin ihtiyacını, karşılığında bir şey beklemeden gidereceği, yardımlaşma ve paylaşımcılık üzerine kurulu, duygu birliğine sahip bir insanlık ailesidir. Ürünlerde bolluk ve herkesin ihtiyaçlarına göre bölüşüm olduğundan, bireylerin tüketim nesneleri biriktirmesinin getireceği bir kazanç yoktur. Üretken olmak, bireylerin yaratıcı güçlerini ve yeteneklerini kullanmayı ve kendilerini geliştirmeyi istemelerinden kaynaklanır. Kapitalizmde ekonomik yaşam, müsrif, akıl dışı ve gezegenimizi zehirleyiciyken, komünizmde toplumsal ve dolayısıyla bireysel fayda için düzenlenen ekonomi, rasyonel, planlı ve doğayla barışıktır.



[1] Karl Marx, 1844 Elyazmaları, Sol Yayınları, 2. Basım, 1993,  s. 141

[2] Karl Marx, a.g.e., s. 141-2

[3] Sean sayers, Marx ve Yabancılaşma-Hegelyan Temalar Üzerine Yazılar, Kor Kitap, Birinci Basım, 2018, s. 131

[4] Bertell Ollman, Yabancılaşma: Marx’ın Kapitalist Toplumdaki İnsan Anlayışı, Yordam Kitap, 1. Basım, 2012, s. 231

[5] Karl Marx, Kapital Cilt 1’den aktaran Berrtell Ollman, a.g.e., s. 235

[6] Karl Marx, Yabancılaşma içinde, Grundrisse 1’den alıntı, Sol Yayınları, 2. Basım, 2003, s. 133

[7] Sean sayers, a.g.e., s. 131

[8] Karl Marx, 1844 Elyazmaları, s. 143-4

[9] Sean sayers, a.g.e., s. 45

[10] Sean sayers, a.g.e., s. 37, 101

[11] Sean sayers, a.g.e., s. 108

[12] Bertell Ollman, a.g.e., s. 222-3

[13] Karl Marx, 1844 Elyazmaları’ndan aktaran Sean Sayers, a.g.e., s. 140

[14] Bertell Ollman, a.g.e., s. 222-3

[15] Sean sayers, a.g.e., s. 140

[16] Özgür Şen, Marx’ın Marksizmi-Tarih ve Devrim, Yazılama Yayınevi, 1. Baskı, 2018, s. 142 Bu noktada Şen’in yazılarında göze çarpan ve uzun zamandır değinmek istediğim bir konuyu açmak istiyorum. Şen, şöyle yazıyor: “Örneğin kapitalizm işçinin emeğine el koyarken normal koşullarda üretimin içinde dışsal bir mekanizmaya ihtiyaç duymaz. Kapitalizmde sömürü için dışsal bir fiziksel, ideolojik veya siyasi zorun şart olmamasıyla, kapitalizm öncesi üretim biçimlerinde sömürü için zorun gerekliliği, yine iktisadi temele dair bir farklılıktır. Bu farklılık siyasi yapının oluşumunda iktisadi olanın etkisinin nasıl görüleceğini doğal olarak belirler.” (a.g.e., s. 114). “Bu nedenle, Marx’ın değer teorisi, hem bir sınıf teorisi, hem de bir sömürü teorisidir. Kapitalizmde sömürü ilişkisinin kurulması için dışsal bir siyasi veya ideolojik zora ihtiyaç yoktur.” (a.g.e., s. 133) Bize göre, emek güçlerinin yeniden üretiminde kültürel ve ideolojik hegemonyanın önemi bulunmaktadır ve bu nedenle sömürü ilişkileri olan kapitalist üretim ilişkilerinin sürdürülebilirliği, ancak bu hegemonya sağlandığında olanaklıdır. Aykırı eylemlerde bulunulduğunda fiziksel baskının olabilirliğini hissetmeden ve siyasal/ideolojik alternatiflerin görülemeyişinin sonucu mevcut hayat koşullarında yaşamaya ve çalışmaya zorlanma olmadan, sömürü ilişkileri sürdürülemez. Sömürü, bir defalık gerçekleşen bir olay değil, sürekliliği olan bir süreçtir. İşçiler baskı mekanizmaları var olmadan ve çalışma dışında alternatifleri olmadığından çalışmaya zorlanmadan, sömürülemezler. Kapitalizm, iktisadi, siyasal, ideolojik, kültürel ve devletsel boyutları olan, bunların birbirlerinden yalıtık değil, tersine etkileşim içerisinde olduğu bir toplumsal ilişkiler sistemidir.

[17] Bertell Ollman, a.g.e., s. 226

[18] Sean sayers, a.g.e., 132

[19] Bertell Ollman, a.g.e., s. 243

[20] Sean sayers, a.g.e., s. 120-1

[21] Karl Marx, 1844 Elyazmaları, s. 148

[22] Sean sayers, a.g.e., 133

[23] Karl Marx, 1844 Elyazmaları, s. 148

[24] Karl Marx, 1844 Elyazmaları’ndan aktaran Bertell Ollman, a.g.e., s. 239

[25] Özgür Şen, a.g.e., s. 143

[26] Sean sayers, a.g.e., s. 121, 134

[27] Sean sayers, a.g.e., s. 134

[28] Bertell Ollman, a.g.e., s. 217

[29] Bertell Ollman, a.g.e., s. 247

[30] Sean sayers, a.g.e., s. 54

[31] Bertell Ollman, a.g.e., s. 248

[32] Sean sayers, a.g.e., s. 163

[33] Karl Marx 1844 Elyazmaları’ndan aktaran Sean sayers, a.g.e., s. 141

[34] Karl Marx Kapital Cilt 1’den aktaran Sean sayers, a.g.e., s. 78

[35] Karl Marx-Friedrich Engels, Alman İdeolojisi’nden aktaran Sean sayers, a.g.e., s. 183

[36] Karl Marx-Friedrich Engels, Alman İdeolojisi’nden aktaran Sean sayers, a.g.e., s. 185

[37] Karl Marx, Kapital 3. Cilt’ten aktaran Sean sayers, a.g.e., s. 101-2

[38] Sean sayers, a.g.e., s. 111

[39] Sean sayers, a.g.e., s. 202-3

[40] Karl Marx Kapital Cilt 1’den aktaran Sean sayers, a.g.e., s. 203

[41] Sean sayers, a.g.e., s. 205

[42] Sean sayers, a.g.e., s. 223

[43] Sean sayers, a.g.e., 134

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.