Mahmut
Boyuneğmez
Giriş
Bu yazıda işlenen
“yabancılaşma” olgusunun, toplumsal ilişkilerin iktisadi boyutuyla sınırlı
olduğunun altını çizmek gerekiyor. Yabancılaşmayla ilişkili olarak devlet, din,
ideolojiler ve hukuka dair alanlara, bu yazı kapsamında girilmemiştir. Fakat
genel bir kural olarak, insanlara dair bir süreç, nesne, olay, ilişki ya da
gerçeklik kesiti üzerinde bir yönüyle de olsa denetim ve kontrol/hâkimiyet
kurulamamışsa, o zaman bir yabancılaşmanın var olduğundan, dolayısıyla da
özgürlüğün eksikliğinden bahsetmek gerekir.
Yazıda önce yabancılaşmanın
farklı boyutları değerlendirilecek, sonra da aşılmasının yolu üzerinde
durulacaktır.
1844
Elyazmaları’nda Marx, yabancılaşmayı dört boyutuyla
değerlendirir. Marx’a göre işçilerin yabancılaşmasının farklı boyutları
şunlardır:
Birincisi;
işçinin, emek ürününe yabancılaşmasıdır. Marx bu yoksunlaşmayı, şu şekilde
anlatır:
“İşçi kendi emek ürünü karşısında, yabancı
bir nesne karşısındaki ile aynı ilişki içindedir. (…) işçi kendi emeği içinde
kendini ne kadar dışlaştırırsa, kendi karşısında yarattığı yabancı, nesnel
dünya o kadar erkli bir duruma gelir (…) O, emeğinin ürünü olan şey değildir.
Öyleyse bu ürün ne kadar büyükse, işçi o kadar az kendisidir. İşçinin kendi
ürünü içinde yabancılaşması, sadece
emeğinin bir nesne, dışsal bir
varoluş durumuna geldiği anlamına değil ama emeğinin kendi dışında, ondan bağımsız, ona yabancı ve onun karşısında özerk bir
erk durumuna gelen bir varlık olarak var olduğu ve nesneye geçirdiği yaşamın,
hasım ve yabancı bir yaşam olarak ona karşı çıktığı anlamına gelir.”[1]
Aslında bu durumun özet
ifadesi şudur: işçiler, “kendi ürünü olan sermayenin egemenliği altın(dadır).”
İşçiler sermaye sahipleri için harikalar yaratır, fakat kendileri bunlardan
yoksundur. Emek “saraylar, ama işçi için inler üretir.”[2]
Üretim sürecinde yer alan makineler,
aletler, malzemeler, hammaddeler ve işçilerin emeklerinin ürünleri, eş deyişle
emek nesneleri, araçları ve ürünleri, işçilerin karşısında onlardan bağımsız
bir güç olan sermaye biçimini alır.[3]
İşçilerin ürettikleri,
kendilerine yabancıdır. Ürettiklerini hayatta kalmak için doğrudan kullanamadıkları gibi, daha fazla üretici etkinlikte
bulunmak için de doğrudan
kullanamazlar. Ürettikleri, başka birinin (sermayedarın) malıdır. İşçilerin
ürünleri üzerinde hiçbir hâkimiyeti yoktur ve bu ürünlerin akıbetini de bilmez
ve belirleyemezler.[4]
İşçilerin üretici
etkinliğinin ürünü olan üretim araçları da, işçiler tarafından işe koşulmazlar,
tersine işçileri işe koşan üretim araçlarıdır. Çünkü üretim araçları sermaye
biçimiyle var olarak yabancılaşmıştır. Marx, Kapital’de bunu şu şekilde açıklar:
“Artık, üretim araçlarını işe koşan
işçi değil; işçiyi işe koşan üretim araçlarıdır. Üretici etkinliğin maddi
unsurları olarak işçi tarafından tüketilecekleri yerde, kendi yaşam süreci için
gerekli olan enzim olarak ürünler işçiyi tüketir (…) Gece boyu boş kalan ve
canlı emekle beslenmeyen fırınlar ve atölyeler kapitalist açısından ‘bir
kayıptan’ başka bir şey değildir. Bu nedenle fırınlar ve atölyeler işçi
sınıfının gece çalışması için haklı bir talepte bulunur. Paranın kolayca üretim
sürecinin maddi faktörlerine, üretim araçlarına dönüşümü, paranın diğer
insanların emeği ve artık emeği üzerinde bir hak iddia etmesine izin verir.”[5]
Burada görülmesi gereken
nokta şudur: Kapitalist üretim sürecinde, işçilerin ürünleri ve üretim araçları
üzerindeki hâkimiyeti bulunmamakta, ürünlerin (pazarın) gereksinim ve talepleri
ile üretim araçları, üreticiler üzerinde kontrol ve denetim kurmaktadır.
Marx, incelemesinin birçok
yerinde yabancılaşma olgusunu değerlendirdiği Grundrisse adlı çalışmasında ise şöyle yazmaktadır:
“Kendi emeği de ona yabancıdır (…) tüm
malzeme ve alet de ona yabancıdır. Sonuç olarak, ürün, ona, ötekinin
malzemesinin, ötekinin aletinin ve ötekinin emeğinin bir bileşimi olarak –ötekinin mülkiyeti olarak- görünür ve
üretimden sonra, harcadığı yaşam gücü kadar yalnızca yoksullaşmıştır ama öte
yandan kendi yaşam koşullarından ayrı halde var olan salt öznel emek-gücü olarak
angaryaya yeniden başlamak zorundadır.”[6]
Öte yandan emek, kapitalizm
koşullarında emek nesneleriyle ve üretim araçlarıyla olan ilişkisini keserek,
serf emeğinde ve loncadaki zanaat emeğinde olduğu haliyle nesnelere ve araçlara
olan bağımlılığından ve esaretinden de kurtulur. Bu sayede yabancılaşmış emek,
evrensel çalışma ve yaşam biçimlerinin gelişebileceği koşulları oluşturur.[7]
İkincisi;
işçilerin, üretim eylemine, üretici etkinliğe, emeğe yabancılaşmasıdır. Kapitalist
toplumda, işçilerin bir canlı olarak varlıklarını sürdürebilmesi işçi
olmalarına bağlı olup, çalışma sadece maddi ihtiyaçları karşılamanın bir
aracıdır. İşçilerin üretim süreci değer yaratır, fakat işçilerin çalışması,
saygınlıktan ve “değer”den yoksundur.
“Peki, emeğin yabancılaşması neye
dayanır?
“İlkin, emeğin işçinin dışında olması, yani onun özüne ilişkin
olmaması, demek ki emeğinde işçinin kendini olumlamayıp yadsıması, mutlu değil
mutsuz duyması, özgür bir fizik ve entelektüel etkinlik göstermeyip bedenine ve
tenine eziyet etmesi olgusuna. Sonuç olarak işçi, ancak çalışmanın dışında
kendi kendisinin yanında olma duygusuna sahiptir ve çalışmada kendini kendi
dışında duyar. Çalışmadığı zaman kendi evinde gibidir ve çalıştığı zaman da
kendini kendi evinde duymaz. Öyleyse çalışması istemli değil ama istemsizdir, zorlama çalışmadır. Öyleyse bir
gereksinmenin karşılanması değil ama sadece çalışma dışındaki gereksinmeleri
bir karşılama aracıdır. Emeğin yabancı niteliği, fizik ya da başka bir zorlama
ortadan kalkar kalkmaz çalışmadan veba gibi kaçılması olgusunda açıkça görünür.
Dışsal emek, insanın içinde kendine yabancılaştığı emek, bir kendini kurban
etme, bir onur kırılması çalışmasıdır. (…) Dinde insan imgeleminin, insan
kafasının ve insan yüreğinin öz etkinliği, nasıl birey üzerinde ondan bağımsız
olarak, yani tanrısal ya da şeytansal yabancı bir etkinlik olarak etkili
olursa, işçinin etkinliği de tıpkı öyle, kendi öz etkinliği değildir. Bir
başkasına ilişkindir, kendi kendinin yitirilmesidir bu etkinlik.
Bundan şu sonuca varılır ki, insan
(işçi) artık kendini ancak yemek, içmek ve çoğalmak gibi hayvansal
işlevlerinde, bir de olsa olsa konutta, süslenmede vb. özgürce etkin duyabilir,
insan işlevlerinde ise ancak hayvanlığını duyar. Hayvansal insansal, insansal da
hayvansal duruma gelir.
Gerçi yemek, içmek ve çoğalmak da
gerçek insansal işlevlerdir. Ama insansal etkinlikler alanının üst yanında
soyut olarak ayrılmış ve böylece son ve tek erek durumuna gelmiş biçimde,
hayvansal işlevlerdirler.”[8]
Marx için emek (üretim, iş,
çalışma), insanın kişiliğinin belirtisi, yaratıcı güç ve yeteneklerinin
gerçekleşmesi ve nesneleştirilmesi, bu nedenle de temel bir insani gereksinimdir.
Oysa kapitalist toplumsal sistemde işçiler için üretim etkinliği, bir
gereksinim değil ihtiyaçları/gereksinimleri karşılamanın ve geçinmenin tek yolu,
kendini geliştirmenin değil yeniden üretmenin bir aracı, özgür bir etkinlik
değil dışarıdan dayatılmış ve katlanılması gereken bir zorunluluk, kişiliğin belirtisi
değil baskılanması, insan olduğunu duyumsama değil hayvanileşmedir.
Kendini geliştirme ve
gerçekleştirme süreci, yalnız özgürleşmiş emek etkinliğinde değil, oyunda, tasarlayıp
değişiklikler gerçekleştirdiğimiz her türlü pratik etkinlikte ve doruk noktası
olarak da sanatsal yaratıcı etkinlikte görülür.[9]
Marx’a göre çalışma, potansiyel olarak tatmin edici ve
özgürleştirici bir faaliyet olarak insanların temel ve asli bir etkinliğidir.[10] Yabancılaşma çalışmanın tatmin
ediciliğini yok eder, çünkü yabancılaşmış üretici etkinlikte yeteneklerimiz ve
güçlerimiz tüm zenginliğiyle nesneleşme olanağı bulamaz. Dışımızdaki yabancı ve
düşman durumundaki doğal dünya, tarih boyunca yaşanan bir gelişme süreci
içerisindeki çalışmayla, insanileştirilmiş bir dünyaya her geçen gün daha fazla
dönüşse ve denetim altına alınsa da, kendimizi bu dünyada evimizde hissedemeyiz.
Çünkü toplumsal ilişkilerimizin dünyası, üretim ve tüketim rasyonel bir biçimde
denetimimiz altında değildir. Yabancılaşmış emek süreci, üretimde ve toplumsal
ilişkilerde denetimin ve özgürlüğün kaybıdır. Sınıflı toplumların tarihi
boyunca çalışmamak, özgür olmak; çalışmaksa özgür olmamak anlamına gelir.[11]
İnsanların türsel güçleri,
yetenekleri vardır. Bu güçleri ve yetenekleri, potansiyelleri gerçekleştirmek
için insanlar, doğanın nesnelerine gereksinim duyar ve bu nesneleri
“sahiplenir”ler.[12]
“‘Görme, işitme, koklama, tatma, hissetme, düşünme, tasarlama, algılama,
isteme, eyleme ve sevme’ gibi nesnelerle ilişkilenme yollarımızın tümü onları
‘kendine mal etme’ yöntemlerimizdir.”[13] Sahiplenme, doğanın
dönüştürülmesi ve insana katılmasıyla mümkündür. İnsanların doğal nesneleri
sahiplenmesinin temel yolu üretici etkinliktir. Bu etkinlik, insanın güçleri ve
yeteneklerinin birlikte çalıştığı, doğanın dayattığı sınırlamaları dönüştürerek
insanın güçleri ve yetenekleri için yeni gerçekleşme olanakları yaratılan,
insanın potansiyellerinin gelişimini sağlayan temel araçtır. Fakat tarih
boyunca gelişen işbölümünün boyunduruğu altında insanlar dar uzmanlık
alanlarına sıkışmış, tekrara dayanan işlerde çalışmaktadırlar ve sahip
oldukları güç ve yetenekleri bir arada uygulama olanağını yitirmişlerdir.[14] Yabancılaşmış emek ve
kapitalist özel mülkiyet sistemi, nesnelerle olan ilişkilerimizi kısıtlar ve
sınırlar. Dolayısıyla, kapitalizmin aşılması, insanın duyularını da özgürleştirecektir.[15]
Kapitalist toplumsal
sistemde üreticiler, ürününün kaderi hakkında söz sahibi olmadığı gibi üretim
sürecinin denetimine de sahip değildir. İşçiler, üretim sürecinin bütününe dair
bilgiden yoksundur.[16]
Üretim sürecinin kontrolü, bir
başka sınıftadır:
“Kapitalistin kontrolü o kadar
bütüncül, o kadar eksiksizdir ki çalışmanın biçimini, yoğunluğunu, süresini,
ürünün çeşidini ve sayısını, çalışmayı çevreleyen koşulları ve hepsinden daha
önemlisi işçinin böyle bir çalışmada bulunup bulunmayacağını belirler.”[17]
Ücret karşılığında sermaye
için çalışan işçiler için, emek sürecinin, tikel ihtiyaçları doğrudan karşılama
özelliği yoktur. Böylelikle kapitalizm koşullarında çalışma, daha evrensel bir
nitelik alır. Emekçi, pre-kapitalist dönemlerin bir özelliği olan belirli
yerelliklere ve belirli kişilere bağımlı olma durumundan kurtulur ve geniş bir
toplumsal ilişkiler ağına dâhil olur. Emek kapitalizmle birlikte daha toplumsal
bir nitelik kazanmakta, kapsamlı bir iş bölümünün parçası olmaktadır. Bu
geleceğin toplumu için oluşmuş bir zemindir ve gelecekte, emeğin yabancılaşmış
faaliyet biçimleri, bilinçli insan denetimi altına alınacaktır.[18]
Üçüncüsü; insanın
türsel varlığına yabancılaşmasıdır.
İnsanların türsel varlığı, doğayla
kurulan çok yönlü ilişkilerin birliğidir. Marx’a göre insanın türsel yaşamı,
üretkenliktir. Bireylerin güçlerini ve yeteneklerini gerçekleştirdiği ve
geliştirdiği üretim etkinliği, insanın türsel varlık olmasını sağlar. Üretici
etkinlik kapsamıyla, uygulanabilirliğiyle, barındırdığı becerilerle ve
yoğunluğuyla, hayvansal etkinliklerden farklıdır.[19] Bilinçli bir varlık
olarak insan, üretim sürecinde seçebilme ve plan yapabilme yetisine sahiptir. Potansiyel
olarak kendi güçlerini ve yeteneklerini gerçekleştirmek için gerekli beceri ve
bilgiye sahip olmaya çabalar.
Hayvanları iştah, arzu ve
içgüdü yönlendirir ve faaliyetleri, maddi ihtiyaçlarını karşılamanın doğrudan
araçlarıdır. İnsanların türsel etkinliği olan çalışmaysa, onu diğer
hayvanlardan ayırır. Yabancılaşmış çalışmada, iş sadece maddi ihtiyaçları
karşılamanın basit bir aracı haline geldiğinden, hayvanileşme söz konusudur.
Böylelikle insanlar, türüne yabancılaşır.[20]
“İnsanın
türsel varlığı, doğa kadar onun türsel entelektüel yetileri de ona yabancı bir varlık durumuna, onun bireysel varoluş aracı durumuna
dönüşürler.”[21]
İşçiler hayatta kalmak için
çalışırlar. Çünkü emekleri yabancılaşmıştır. İnsanın özgür yaratıcı üretim
etkinliği, eş deyişle insanın türsel yaşamı, fiziki var olmanın aracı
derekesine düşer. Yabancılaşmış emek sürecinde, insanların sahip oldukları entelektüel
güçler ve yetenekler gerçekleşme olanağı bulamaz, insanın üretken kapasitesi
sınırlanır. “Nesnel dünyayı işleyip geliştirme” kapasitesi, işbölümünün
boyunduruğu altında dar bir uzmanlık alanında kısıtlanıp, kötürümleşir.
Çalışma ki o insanın türsel
etkinliğidir, ücret kazanmanın ve böylelikle fiziksel ihtiyaçları karşılamanın
bir aracı haline geldiğinden, insanlar, türsel etkinliğine yabancılaşmış
durumdadır. Fakat kapitalizm koşullarında emek etkinliği, ihtiyaçları doğrudan karşılamadan uzaklaştığı için; üretim,
tüketimden pazar aracılığıyla ayrımlaştığından, çalışmanın bilinçli ve özgürce
seçilmiş bir faaliyet haline getirilebilmesinin olanağı da doğar.[22]
Dördüncüsü; insanın diğer
insanlarla ilişkisindeki yabancılaşmadır.
Marx şöyle yazar:
“İnsanın kendi emek ürününe, kendi
yaşamsal etkinliğine, kendi türsel varlığına yabancılaşmasının dolaysız bir
sonucu da şudur: insan insana
yabancılaşmıştır. (…) İnsanın kendi emeğine, kendi emek ürününe ve kendi
kendine ilişkisi için doğru olan şey, insanın öteki insana ve onun emek ve emek
nesnesine ilişkisi için de doğrudur.”[23]
İşçiler, oluşturdukları
ürünün sahibi olan kapitalistlerle yabancılaşmış ilişkilere sahiptir.
Yabancılaşmış emek süreci, işçilerin kapitalistlerle kurduğu toplumsal
ilişkileri de üretir.
“Yabancılaşmış emeği aracılığıyla
insan sadece nesneyle ve üretim eylemiyle ilişkisini kendine düşman ve yabancı
bir güç olarak kurmakla kalmaz; aynı zamanda diğer insanların kendi üretimi ve
ürünü karşısındaki konumlarıyla ilişkisini ve de diğer insanlara karşı kendi
konumuyla olan ilişkisini de oluşturur. Kendi ürününü bir kayıp, kendisine ait
olamayan bir ürün olarak yarattığı gibi, üretmeyen birinin üretim ve ürün
üzerindeki hâkimiyetini de yaratır. Kendisini kendi etkinliğinden ayırdığı
gibi, bir yabancıya, ona ait olmayan bir etkinliği bahşeder (…) çalışmaya
yabancı ve onun dışında duran birine (…) kapitaliste ya da emeğin efendisini
kim nasıl adlandırmayı seçiyorsa ona.”[24]
Kapitalistler ile işçiler
arasındaki ilişki simetrik içsel bir ilişki (birbirlerini yaratan) olarak
antagonistiktir (uzlaşmazdır). Bu ilişki, yabancılaşmış emek sürecinde kurulur.
Öte yandan, üreticiler
işbölümüyle birbirlerine de yabancılaşmış durumdadır.
“Metalar aracılığıyla ilişki kuran
insanlar birbirlerinin emek faaliyetlerine yabancılaşır. Başkalarının nasıl mal
ve hizmet ürettiğiyle kimse ilgilenmez.”[25]
Üretici etkinlik, ürünlerin
yanı sıra, toplumsal ilişkileri de üretir ve yeniden üretir. Toplumsal
ilişkiler, insanların emek etkinliklerinin sonucudur. Yabancılaşma koşullarında
toplumsal ilişkiler, insanlardan bağımsız ve onlara dışsal, onlara hükmeden bir
durumdadır. Kapitalist pazardaki ürünler arası ilişkiler, aslında bu ürünlerin
üreticileri olan insanlar arasındaki yabancılaşmış toplumsal ilişkilerdir. Bu
insanın insana yabancılaşmasıdır.[26] Kapitalist ekonomik ve
toplumsal ilişkiler denetlenemez ve yabancılaşmış durumdadır, fakat bu
ilişkilerin gelişimi, yabancılaşmanın aşılacağı maddi ve nesnel koşulları da
yaratmıştır. Üretim faaliyeti bilinçli toplumsal denetim altına alınabilir.[27]
Şimdi buraya kadar yazılanları
toparlayıp özleyebiliriz:
“İnsanın işinden koparıldığı söylenir;
ne yapılacağı ve nasıl yapılacağına karar verilmesinde hiçbir rolü yoktur. Bu
kopma, insan ve insanın yaşam etkinliği arasındaki bir kopmadır. İnsanın kendi
ürününden koparıldığı söylenir; yaptığı şey üzerinde ya da yaptığı şeyle daha
sonra ne yapılacağı konusunda hiçbir denetimi yoktur. Bu kopma ise, insan ve
maddi dünya arasındaki bir kopmadır. Ayrıca insanın diğer insanlardan da
koparıldığı söylenir; rekabet ve sınıfsal düşmanlık, iş birliğinin çoğu formunu
olanaksız kılar. Bu da insan ile insan arasındaki bir kopmadır. Her bir durumda,
insan türünü ayırt eden bir ilişki yok olmuş(tur).”[28]
Evet, insanların potansiyel
güçleri ve yeteneklerini (türsel varlığını) içerisinde gerçekleştirecekleri
yaşam koşulları üzerinde de denetimleri bulunmamaktadır…
Bunlara ek olarak
kapitalistlerin yabancılaştıkları da söylenmelidir. Marx 1844 Elyazmaları’nda buna değinirse de, açıklamadan bırakır… Kapitalistler,
üretim sürecine kendinden bir şeyler katmadan, başka insanların çalışmasını
artırmaya uğraşır. Üstelik kapitalistler, üretimin ve mübadelenin içinde
gerçekleştiği toplumsal koşul olan rekabetin ve piyasanın hâkimiyeti
altındadır. İşçilerin ürettiği ürünler bazı açılardan kapitalistlerin kontrolü
altındayken, başka açılardan ise kapitalistler ürünlerin kontrolü altındadır.
İnsansal en temel güç, üretici etkinlik iken, kapitalistlerin bu gerçek, filli
güçleri ve etkinlikleri yoktur.[29] Karmaşık ve “akıl ermez”
bir iktisadi ilişkiler ağı içerisinde bulunan kapitalistler, mülkiyetleri
altındaki her şeyi başkalarının yaratımına borçlu olmakla ve üretici etkinlikte
bulunmadıklarından ürünleri üzerinden kendilerinin farkına varamamakla,
yabancılaşmışlardır.[30] Kapitalistlerin
açgözlülüğü, zalimliği ve ikiyüzlülüğü ise, işçilerle olduğu kadar,
rakipleriyle ve müşterilerle kurdukları ilişkilerden doğar.[31]
Yabancılaşmanın
aşılması
Yabancılaşmanın aşılması
için ilk koşul, onu doğuran neden olan kapitalist özel mülkiyet sisteminin dönüştürülmesidir. Kapitalizmin
oluşturduğu ileri endüstriyel üretimin toplumsal karakterine uygun olan
mülkiyet, toprağın ve üretim araçlarının toplumsal/kamusal mülkiyetidir.
Komünizmde mülkiyet ortadan kaldırılmaz, toplumsallaştırılır.[32] Böylelikle,
yabancılaşmanın kaynağı kurur, emeğin ürünleri, nesneleri, araçları ve faaliyetleri,
onu sömüren sermayeye ait olmaktan çıkar. İnsanın insana yabancılaşması demek
olan toplumsal ve iktisadi ilişkilerin denetlenemezliği ise, öncelikle meta
üretiminin ve pazarın ortadan kaldırılmasıyla mümkün hale gelir.
Ancak üretim araçlarının
toplumsal mülkiyeti temelinde bir ekonomik yapılanma ve meta üretiminin
kaldırılması, yabancılaşmanın aşılmasının tüm koşullarını sağlamaz. Çalışmanın insanın
kendini gerçekleştirmesi ve geliştirmesi faaliyetine dönüştürecek şekilde
biçimlendirilmesi ve iş bölümünün boyunduruğundan insanların kurtulması da
gereklidir. Komünizm, “zengin insan”ın gelişmesini anlatır:
“Zengin insan ve insani ihtiyacın
zenginliği, politik ekonominin zenginlik ve fakirliğinin yerini alır. Zengin
insan aynı zamanda insani hayatın tüm dışavurumlarına ihtiyaç duyan insandır;
kendi gerçekleşmesi bir içsel zorunluluk, bir ihtiyaç olan insandır.”[33]
Bu “zengin insan”,
bireylerin aynı gün içerisinde birden çok alanda çalışması sayesinde, iş
bölümünün boyunduruğundan kurtulacaktır:
“Tek ve aynı işi yineleyerek
güdükleşen ve böylece salt bir parça-insan haline gelen bugünün parça-işçisinin
yerini; çeşitli işlere yatkın (…) ve yerine getirdiği değişik toplumsal
görevleri, kendi doğal ve kazanılmış yeteneklerine özgür faaliyet alanı
sağlayan şeyler olarak benimseyen tam anlamıyla gelişmiş bir birey alacaktır.”[34]
İş bölümü, “toplumsal
faaliyetin sabitlenmesi” olarak, dışsal olarak dayatılan bir toplumsal
kısıtlamadır. Bu nedenle işbölümü bir özgürlük eksikliği, dolayısıyla
yabancılaşma biçimidir. Komünist toplumda işbölümü, çalışma alanlarının ya da
somut emek türlerinin bireylere dağılımı anlamında var olacak, ancak bireyler
tekil faaliyetlerle sınırlanmış olmayacaklardır.
“Komünist bir toplumda ressamlar
yoktur, olsa olsa başka şeylerin yanı sıra resimle de meşgul olan insanlar
vardır.”[35]
“İş bölümü bize, insanlar doğal toplum
içinde bulundukları sürece (…) insanın kendi eyleminin nasıl kendi karşısına
dikilen yabancı bir güç haline geldiğinin ve insanın ona egemen olacağı yerde
onun tarafından boyunduruk altına alındığının ilk örneğini sunar. Zira iş
bölümü vücut bulmaya başlar başlamaz, artık herkesin kendisine dayatılan ve
içinden çıkamayacağı tekil ve tek bir faaliyet alanı vardır. O bir avcıdır,
balıkçıdır, çobandır ya da eleştirel eleştirmendir ve geçim araçlarını
kaybetmek istemiyorsa eğer, öyle de kalmak zorundadır. Oysa hiç kimsenin tek
bir faaliyet alanına sahip olmadığı, dilediği her alanda kendini
yetiştirebildiği komünist toplumda, genel üretimi toplum düzenler. Böylece de
bana, dilediğimce bugün bu işi, yarın bir başka işi yapabilme; avcı, balıkçı,
çoban ya da eleştirmen olmamı gerektirmeden, sabah ava çıkıp öğleden sonra
balığa gitme, akşam hayvan yetiştirme, yemekten sonra da eleştiri yapma olanağı
sağlar.”[36]
Bize göre, entelektüel ve
bedensel iş türleri aynı bireyler tarafından birlikte gerçekleştirilecektir.
Entelektüel işlerin belirli bireylere daralması, iş bölümünün bir sonucudur.
Komünizmde geniş kitleler, bilimsel, sanatsal, felsefi üretimlere katılacaktır.
Herkesin sahip olduğu yetenekler ve potansiyeller farklıdır ve herkesten aynı
ölçüde sanatsal yaratım, bilimsel üretim beklenmemelidir. Fakat insanlar
uzmanlaşmış dar mesleki alanlara hapsolmaktan kurtulacak, farklı etkinliklerde
bulunmalarının ve yeteneklerini özgürce geliştirebilmelerinin önünde bir engel
olmayacaktır.
Marx’a göre çalışma, insanın
yaratıcı güçlerinin ve yeteneklerinin bir dışavurumu ve gerçekleşmesi olsa da, çalışmanın
maddi ihtiyaçları karşılamanın aracı olduğu zorunlu bölümünü kısaltmak ve
serbest faaliyetlere ayrılan zamanı artırmak gerekir. Marx bunu şöyle açıklar:
“Özgürlük alanı ancak, zorunluluk ve
gündelik kaygılar tarafından belirlenen emeğin yok olduğu yerde gerçekten
başlar. Dolayısıyla, burası eşyanın tabiatı gereği mevcut maddi üretim alanının
ötesine uzanır. Tıpkı vahşi insanın ihtiyaçlarını gidermek, yaşamını devam
ettirmek ve onu yeniden üretmek için doğa ile mücadele etmek zorunda olması
gibi, uygar insan da aynı zorunluluk içerisindedir ve bunu tüm toplumsal
oluşumlar içinde ve olası tüm üretim tarzlarının çatısı altında yapmalıdır.
İnsanın gelişimiyle birlikte, onun gereksinimlerinin bir sonucu olarak bu
fiziksel zorunluluk alanı genişler. Fakat aynı zamanda bu gereksinimleri
gideren üretici güçler de artar. Bu alandaki özgürlük sadece, doğanın kör
güçleri tarafından yönetilmek yerine onunla olan karşılıklı alışverişini
rasyonel bir şekilde düzenleyen, doğayı ortak denetim altına alan ve bunu
minimum enerji sarf ederek, insan doğasına en uygun ve en layık koşullar altında
gerçekleştiren toplumsallaşmış insanı, ortak üreticileri içerebilir. Ama yine
de burası bir zorunluluk alanı olarak kalmaya devam eder. Kendinde bir amaç
olan insan enerjisinin gelişimi, hakiki özgürlük alanı bunun ötesinde başlar.
Bununla birlikte söz konusu özgürlük alanı ancak temelindeki zorunluluk alanı
ile serpilebilir. İşgününün kısaltılması bunun temel ön koşuludur.”[37]
Komünist toplumda, temel
ihtiyaçların karşılanması için yapılan zorunlu çalışma, estetik bir serbest
faaliyet haline; kendini dışa vurma ve gerçekleştirme gereksinimleri olarak
serbest faaliyetler (resim yapma, müzik dinleme ve besteleme, dans etme, yazı
üretme vd.) ise bir ihtiyaç haline gelir.[38] Zorunluluk ve özgürlük
alanları arasındaki ayrım silikleşir. Çalışma yabancılaşmadan kurtulduğundan ve
süre olarak kısaldığından, zorunlu çalışmanın, serbest faaliyetler ile özgür
olmaya karşıtlığı aşılır.
İşlerin organize edilmesi,
idaresi ve yönetilmesiyse, sabit ve kalıcı bir toplumsal katmana ihtiyaç
olmadan, kolektif olarak ve sorumlulukların rotasyona tabi olmasıyla yerine
getirilebilir. Komünizmde de, işlerin organizasyonuyla ve koordinasyonuyla
ilgilenen otoritelere ve yönetenlere gereksinim duyulur. Çalışanların işlerin
görülmesinde kolektif kararlar alıp, uygulaması ve iş süreçlerinin planlı
olarak düzenlenmesi sayesinde, üretim sürecinde özgürlük ve onay yitirilmeden,
işlerin yönetimi gerçekleştirilir.[39] Marx bunu, şu şekilde
ifade eder:
“Büyük ölçekli, doğrudan doğruya
toplumsal veya komünal her türlü emek, az ya da çok, bireysel faaliyetlerin
uyum içerisinde çalışmasının sağlanması, ayrı parçalarının hareketlerinden
farklılık gösteren toplam üretim mekanizmasının kendi hareketinden doğan genel
işlevlerin yerine getirilmesi için bir yönetici otoriteye gerek duyar.”[40]
Komünizmde çalışma, bir
angarya değil keyif alınan bir etkinliktir. Ancak gelecekte de çok sayıda
rutin, tatsız, sağlığı bozan işler var olmaya devam edecektir. Bu işlerin, makineler
ve robotlarla yapılması artık olanaklıdır. Hoşa gitmeyen bazı işlerin bir
gönüllüler listesi üzerinden toplumsal fayda uğruna yapılmasının örgütlenmesi
de mümkündür.[41]
Zanaat ustası, iş aletlerini
ve iş sürecini kontrol eder, fakat yaratıcılığı sınırlı ve kısıtlıdır.
Kapitalizm koşullarındaysa tersine işçiler, makinelere tabi olur ve onlar tarafından
kontrol edilirler. İşçiler fabrikalarda kendilerine dayatılan, tekdüze ve
tekrarlayan işlerde çalışmaktadır. Fakat bu durum endüstrinin kaçınılmaz bir
sonucu değildir. Bize göre komünizm,
çalışma hayatında zanaat türünde işlere bir geriye dönüşü içermez.
Komünizm, dünya çapında endüstriyel büyük ölçekli üretime dayanan bir toplumsal
sistemdir. Makinelerin ve robotların komünizmde üretim süreçlerinde
kullanılması, bedensel çalışmayı azaltacak, çalışmanın zihinsel ve keyif alınan
bölümlerini artıracaktır. İşlerin rutin, tekrarlayan, ağır ve sağlıksız
yönleri, makinelere ve robotlara yaptırılacaktır. İşlerin yeniden düzenlenişi
ve iş bölümünün dönüştürülmesi, yabancılaşmanın aşılmasını getirecektir.
Planlamacılar, yöneticiler,
tasarımcılar, bilim insanları, sanatçılar, yazarlar vd.’nın yaratıcı ve
entelektüel çalışmaları, insanlar arasında paylaşılacak ve bölüşülecektir.
Böylelikle, az beceri gerektiren, rutin ve tekrarlayan işler, toplumun belirli
bir kesiminin üzerine yıkılmayacaktır.[42] İnsanlar bir dizi farklı
iş türünde faaliyet yürütebileceklerdir. Bugünden teknolojinin gelmiş olduğu
düzey, aslında bunun olanaklarını oluşturmuş durumdadır.
Kapitalist üretim tarzı,
tarihsel gelişimde geçmiş çağların üretim tarzlarına göre bir ilerlemeyi temsil
eder. Fakat artık tarihsel gelişimin önünde bir engel haline de gelmiştir.
Tarihsel gelişimdeki bu geçilmesi gereken zorunlu aşama, getirdiği olumsuzlukların
yanı sıra modern endüstriyi yaratarak komünizmin maddi temellerini de oluşturmuştur.
Yabancılaşmanın “aşılması” (aufheben; koruyup aşma, içererek aşma), bu temelin
korunup dönüştürülmesi anlamına gelir.
“Yabancılaşmayı aşma koşulları,
yabancılaşmış emeğin bizzat kendisinin yarattığı koşullardır. Yabancılaşmış
emek böylelikle sadece aşılmasının asli nesnel ve maddi koşullarını değil aynı
zamanda öznel ve insani koşullarını da meydana getirir.”[43]
Günümüzde endüstri ve
ekonomi ile toplumsal ilişkiler, insanların denetimi altında olmayıp, yabancı
ve düşman güçler olarak onlara hükmetmektedir. İnsanlar arasında doğrudan
değil, mübadele ilişkileri dolayımıyla, yani metaların değerleri arasındaki
ilişkiler aracılığıyla var olan pazarın işleyiş mekanizması, denetlenemezdir.
Fakat kapitalist ekonomik gelişme, insanların “dünyada kendi evinde olabileceği
bir toplumu”, komünist toplumu olanaklı kılan bir zemin yaratmıştır. Bireylerin
tam gelişkinliğe ulaşması, ancak iktisadi ve toplumsal ilişkiler üzerinde
kolektif bir kontrol sağlandığında mümkün olacaktır.
[1] Karl Marx, 1844 Elyazmaları, Sol Yayınları, 2. Basım, 1993, s. 141
[2] Karl Marx, a.g.e., s. 141-2
[3] Sean sayers, Marx ve Yabancılaşma-Hegelyan Temalar Üzerine Yazılar, Kor Kitap,
Birinci Basım, 2018, s. 131
[4] Bertell Ollman, Yabancılaşma: Marx’ın Kapitalist Toplumdaki İnsan Anlayışı, Yordam
Kitap, 1. Basım, 2012, s. 231
[5] Karl Marx, Kapital Cilt 1’den aktaran Berrtell Ollman, a.g.e., s. 235
[6] Karl Marx, Yabancılaşma içinde, Grundrisse
1’den alıntı, Sol Yayınları, 2. Basım, 2003, s. 133
[7] Sean sayers, a.g.e., s. 131
[8] Karl Marx, 1844 Elyazmaları, s. 143-4
[9] Sean sayers, a.g.e., s. 45
[10] Sean sayers, a.g.e., s. 37, 101
[11] Sean sayers, a.g.e., s. 108
[12] Bertell Ollman, a.g.e., s. 222-3
[13] Karl Marx, 1844 Elyazmaları’ndan aktaran Sean Sayers, a.g.e., s. 140
[14] Bertell Ollman, a.g.e., s. 222-3
[15] Sean sayers, a.g.e., s. 140
[16] Özgür Şen, Marx’ın Marksizmi-Tarih ve Devrim, Yazılama Yayınevi, 1. Baskı,
2018, s. 142 Bu noktada Şen’in yazılarında göze çarpan ve uzun zamandır
değinmek istediğim bir konuyu açmak istiyorum. Şen, şöyle yazıyor: “Örneğin
kapitalizm işçinin emeğine el koyarken normal koşullarda üretimin içinde dışsal
bir mekanizmaya ihtiyaç duymaz. Kapitalizmde sömürü için dışsal bir fiziksel,
ideolojik veya siyasi zorun şart olmamasıyla, kapitalizm öncesi üretim
biçimlerinde sömürü için zorun gerekliliği, yine iktisadi temele dair bir
farklılıktır. Bu farklılık siyasi yapının oluşumunda iktisadi olanın etkisinin
nasıl görüleceğini doğal olarak belirler.” (a.g.e.,
s. 114). “Bu nedenle, Marx’ın değer teorisi, hem bir sınıf teorisi, hem de bir
sömürü teorisidir. Kapitalizmde sömürü ilişkisinin kurulması için dışsal bir
siyasi veya ideolojik zora ihtiyaç yoktur.” (a.g.e., s. 133) Bize göre, emek güçlerinin yeniden üretiminde
kültürel ve ideolojik hegemonyanın önemi bulunmaktadır ve bu nedenle sömürü
ilişkileri olan kapitalist üretim ilişkilerinin sürdürülebilirliği, ancak bu
hegemonya sağlandığında olanaklıdır. Aykırı eylemlerde bulunulduğunda fiziksel
baskının olabilirliğini hissetmeden ve siyasal/ideolojik alternatiflerin görülemeyişinin
sonucu mevcut hayat koşullarında yaşamaya ve çalışmaya zorlanma olmadan, sömürü
ilişkileri sürdürülemez. Sömürü, bir defalık gerçekleşen bir olay değil,
sürekliliği olan bir süreçtir. İşçiler baskı mekanizmaları var olmadan ve
çalışma dışında alternatifleri olmadığından çalışmaya zorlanmadan,
sömürülemezler. Kapitalizm, iktisadi, siyasal, ideolojik, kültürel ve devletsel
boyutları olan, bunların birbirlerinden yalıtık değil, tersine etkileşim
içerisinde olduğu bir toplumsal ilişkiler sistemidir.
[17] Bertell Ollman, a.g.e., s. 226
[18] Sean sayers, a.g.e., 132
[19] Bertell Ollman, a.g.e., s. 243
[20] Sean sayers, a.g.e., s. 120-1
[21] Karl Marx, 1844 Elyazmaları, s. 148
[22] Sean sayers, a.g.e., 133
[23] Karl Marx, 1844 Elyazmaları, s. 148
[24] Karl Marx, 1844 Elyazmaları’ndan aktaran Bertell Ollman, a.g.e., s. 239
[25] Özgür Şen, a.g.e., s. 143
[26] Sean sayers, a.g.e., s. 121, 134
[27] Sean sayers, a.g.e., s. 134
[28] Bertell Ollman, a.g.e., s. 217
[29] Bertell Ollman, a.g.e., s. 247
[30] Sean sayers, a.g.e., s. 54
[31] Bertell Ollman, a.g.e., s. 248
[32] Sean sayers, a.g.e., s. 163
[33] Karl Marx 1844 Elyazmaları’ndan aktaran Sean sayers, a.g.e., s. 141
[34] Karl Marx Kapital Cilt 1’den aktaran Sean sayers, a.g.e., s. 78
[35] Karl Marx-Friedrich Engels, Alman İdeolojisi’nden aktaran Sean
sayers, a.g.e., s. 183
[36] Karl Marx-Friedrich Engels, Alman İdeolojisi’nden aktaran Sean
sayers, a.g.e., s. 185
[37] Karl Marx, Kapital 3. Cilt’ten aktaran Sean sayers, a.g.e., s. 101-2
[38] Sean sayers, a.g.e., s. 111
[39] Sean sayers, a.g.e., s. 202-3
[40] Karl Marx Kapital Cilt 1’den aktaran Sean sayers, a.g.e., s. 203
[41] Sean sayers, a.g.e., s. 205
[42] Sean sayers, a.g.e., s. 223
[43] Sean sayers, a.g.e., 134
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.