Ercan Arslan
Devrimci durumda siyaset bir sanattır; zamanında,
yerinde ve yardımcı olabilecek bütün unsurlarla birlikte tek bir hedefe
yoğunlaşmayı gerektirir. Burada sorumluluk devrimi hedefleyen güçlerdedir. Sosyal
demokratları, liberal sol/sosyalist, revizyonist kesimleri suçlamak, onları
sorumlu tutmak hatadır. Çünkü onlar asli görevlerini yerine getirmektedirler. Onlardan
devrimci sorumluluk beklemek ham hayaldir. Bizim asıl müttefik olabileceğimiz
bu partiler değil, onların etkilediği işçiler, köylüler ve ezilen halk
kitleleridir.
Devrim bir
sanattır. Örneğin resim sanatı özgülünde betimlemeye çalışırsak; resim sanatının
icrası için gerekli unsurlar şunlardan oluşur: Ressam, palet, tuval, boyalar,
fırçalar, konu vb… Bunlardan biri eksikse, bu sanat düzgün bir tarzda icra
edilemez. Eğer ressam boyayı direkt tuvalde karıştırırsa, renkleri yeni renkler
oluşturmak üzere tam olarak karıştıramaz, iyi bir renk elde edemez. Bunun için
önce renkleri palet üzerinde karıştırması, istediği rengi elde etmesi ve tuval
üzerinde uygulaması gerekir. Bu sayede resmi daha güzel yapabilir. Paletsiz bir
yağlı boya resim yapılamaz; renk uyumu ve resmin armonisi düzgün olmaz. Nasıl
ki paletsiz bir yağlı boya resim düzgün yapılamaz, devrim de kitlelere öncülük
edecek bir örgütlenmeyi gerektirir.
Bizim amacımız sadece bağcıyı dövmek
olmamalıdır. Sadece buna yoğunlaşırsak, bağcı kendisine yardımcı kuvvetler
bulacaktır. Eğer biz bağcıyı dövmeyip, üzümü üreten kesimlere üzümü birlikte eşit
bir şekilde yemeyi önerirsek, bağcının beslendiği kollar zayıflayacak, bağcı
üzüm üretenler birleştiğinde yıkılacaktır. Üzüm üretenlerin sadece bir kesimi yalnızca
bağcıyı dövmeye yeltenirse, bağcı üzüm üretenlerin diğer kesimini, onlara üzüm
vererek yanına çekecektir.
Devrim, karşı-devrim eğilimini de
güçlendirir. Karşıt grupların birleşmesini sağlar. Burjuvazi, proleter
devrimden ölesiye korktuğu için faşizmi güçlendirir. Burada sorumluluk devrim
yapmayı hedefleyen unsurlardadır. Bizim asıl sorunumuz devrim yapmak mıdır, yoksa
devrimi sürekli ötelemek midir?..
Burjuva devriminde, burjuvazi
feodalizmi yıkmak için köylüleri, işçileri ve halk kitlelerini kendi etrafında
yedeklemek zorundaydı. Burjuvazi ordusunu ezilen halk kesimlerinden kurmuştu ve
ilk dönemlerinde devrimci özellik taşımaktaydı. İşte bu yüzden, proleter devrimde
de sadece işçilerle devrim yapmak ham hayaldir. Proletarya eğer gerçekten
devrim yapmak istiyorsa diğer ezilen halk kesimlerini yanına çekmek zorundadır.
Her ülkenin koşulları farklıdır,
devrimi ihraç edemezsiniz. Rusya’daki Bolşevik Devrimi gerçekleştiğinde çarlık
rejimi güçsüzdü ve yönetemez bir durumdaydı. Özellikle Almanya örneğini
verirsek, evet burada işçi sınıfı hareketi güçlüydü ama burjuvazi de güçlüydü
ve deneyimliydi. Burjuvazi politik olarak çok iyi yönetmekteydi. Devrimci
hareketin güçlü olarak görünmesi, onun özünde güçlü olduğu anlamına gelmez.
Mevcut durumda toplumsal hareketin gücü abartılabilir de. Rusya’nın koşulları o
dönem çok uygundu ve Lenin’in önderliğindeki Bolşevik Parti’nin doğru strateji
ve taktiği, devrimin gerçekleşmesini sağlamıştı; Almanya ve batıda ise bu
devrim şemasını uygulamak çok daha zordu.
Avrupa ülkelerinde kapitalizmin daha
gelişkin olması ve demokrasi geleneğinin olması, işçi sınıfı hareketinin ikiye
ayrılmasını, bir kesiminin burjuvazinin güdümüne girmesini sağlamıştır. Biri
komünistlerin/sosyalistlerin önderlik ettiği işçi sınıfı hareketi, diğeri sözde
sosyalistlerin ve sosyal demokratların önderlik ettiği işçi sınıfı hareketi…
Almanya’da sendikal kitle hareketiyle parti faaliyeti bir ve aynı sanılmıştır.
Belirli bir dönem SPD içinde çalışılmış; işçi sınıfı hareketi ikiye ayrıldığı
halde, sınıfa önderlik edecek partinin ayrılarak zamanında kurulamaması,
işçilerin SPD yönetiminden medet ummasını sağlamıştır. Eğer 1900’den itibaren
SPD’nin karşısına çıkacak sağlam bir komünist partisi kurulabilseydi, işçi
sınıfı hareketi bu kadar bölünmeyecek ve SPD’nin güdümüne bu kadar girmeyecekti.
Toplumsal hareket geriledikçe ve revizyonist bir hale geldikçe, işçilerin bir
kesimi kızgınlıkla radikal sola da kaymıştır. Sınıf hareketinin bölünmüşlüğü
devrimin ileriye taşınmasına engel olmuştur. Bu dönemde bu hareketleri
birleştirmek ve hareketi geriye götüren revizyonist önderliğin inisiyatifini
kırmak, bu kesimlerden etkilenen insanları yanlarına çekmenin yollarını bulmak,
asıl meseleydi. Avrupa ülkelerinde sosyal demokrat partilerin karşısına
zamanında gerçek komünist partiler çıkabilseydi ve hareketi doğru tarzda
örgütleyebilselerdi, günümüze kadar süregelen durum olmayabilirdi. Eğer sınıf hareketindeki ikiye ayrılma, parti
sürecinde de ikiye ayrılmaya götürmediyse, bu durum, işçilerin çoğunluğunun
burjuvazinin güdümüne girmesini sağlar. Bunun sonucunda kapitalizmin güçlü
olduğu algısı yaratılır. İşçilerin bir kesimi de moral bozukluğuyla radikal
sola yönelir. Çünkü öteki türlü mücadele etmek ve burjuvazinin etkisini kırmak
zordur.
Karl Liebknecht, Aralık 1918'de Berlin'de halka sesleniyor |
Almanya’da işçi sınıfının örgütü SPD,
1900’lerin başında devrimci özünü kaybetmiş, revizyonistleşmiş ve burjuvazinin
safına geçmiştir. Bu ise sınıf
hareketini öndersiz bırakmış, devrimci mücadeleyi sekteye uğratmış, işçi
sınıfının bilincini bulanıklaştırmıştır. İşte bu andan itibaren bu ülkede yeni
bir komünist partisinin kurulması gerekmekteydi. Bu yapılmamış, sınıf hareketi
bölünecek diye SPD içinde kalınmıştır. Hareket zaten biri sosyalist devrim
isteyenler, diğeri kapitalist sistemle uzlaşmak isteyenler şeklinde bölünmüştü.
Bu durumda komünistler partiden ayrılmamıştır; revizyonist örgüt hakim durumda
kalmış, hareketin ileriye gidişini engellemiştir. Partide revizyonist sistem
oturdukça, buna tepki olarak sol akımlar güçlenmiş, parlamenter mücadeleden
tiksinilmiş ve yanlışlar yapılmıştır. Yeni bir örgüt gecikmiş bir şekilde
yaratılmış, devrimci durum olgunlaştığında zamansız yakalanılmıştır. Böylelikle
toplumsal hareket yenilmiştir. Eğer zamanında revizyonist önderliğe karşı
gerçek bir komünist partisi kurulabilseydi, dünya tarihi çok daha farklı
olabilirdi.
İşçi sınıfı hareketini yönetecek,
birleştirecek gerçek bir proletarya partisinin olmaması, olanın da zayıf
kalması sebebiyle devrim ileri bir safhaya taşınamamıştır. Her ülkenin özgül
koşulları farklıdır ve ona uygun tarzda örgütlenilmelidir. Devrim ileri ülkede
de olabilir geri bir ülkede de. Yeter ki sınıf hareketini doğru tarzda yönetebilecek
komünist partiler olsun. Yeri gelince radikal tutum almak, yeri gelince de
işçileri ve ezilen halk kesimlerini kazanmak için tabanla uzlaşmalara gitmek,
her türlü mücadele şeklini kullanabilmek, esnek olabilmek gerekmektedir. Bizim derdimiz
devrimi ötelemek değil, devrimi gerçek kılabilmektir.
Koşulların olgunlaştığı ileri
aşamalarda sağcılık şekil değiştirir. Devrimci durum öncesi ve toplumsal
mücadelenin geri olduğu durumlarda, düşman, karşı safta kendini açıkça belli
eder, düşmanın kim olduğu nesnel olarak görülür. Devrimci durum olgunlaştığında, iktidarı sözde
halk adına ele geçirenlerden bir kısmı, devrimci özlerini kaybetmeye başlayabilir. Bunlar
artık geçmiş burjuva iktidarını temsil ederler. Eski sistem artık bilindik
silahları kullanamaz, bunun yerine devrime darbe vurabilecek, devrimcilere en
yakın silahları edinir. Artık birlikte mücadele edilen sosyalistlerden bazıları
açıktan olmasa da, devrimci sosyalist özlerini kaybederek sağa kayar. Devrimden
sonra da sınıf mücadelesi devam eder. Emperyalist-kapitalist sistem artık
açıktan saldırı gerçekleştiremez ve devrim yapanlardan bir kısmını kullanmaya
çalışır. Örneğin Almanya’da işçi sınıfı hareketinin gelişmişliği ve kapitalist
sistemin olgunluğu, işçi sınıfının devrim olmadan kitle hareketiyle iktidara
gelmesi, sınıf hareketinin meşruiyet kazanarak burjuvaziyle iktidarı
paylaşması, devrimin revizyona uğramasına yol açmıştır. Rusya’da ise devrim
yoluyla iktidarın ele geçirilmesi söz konusu olmuş, belirli bir dönem devrimci
olunmuş, ancak bir dönemden sonra partinin revizyonistleşmesiyle, devrime ve
sosyalizme ihanet etmesiyle süreç son bulmuştur.
Bernstein ve Kruşçev, revizyonizme
sapma yönünden birbirlerine çok benzerler. Berstein, işçi sınıfı hareketinin
ileri bir seviyede olması ve sosyal demokrat partinin iktidarı paylaşması
sebebiyle, kapitalizmin devrim olmadan da değişebileceğini, işçilerin
burjuvaziyle iktidarı paylaşabileceğini ve sosyalizme reformlar yoluyla
evrimsel bir geçiş yaşanacağını söylemiştir. Kruşçev ise buna benzer bir
tespitle, sosyalizmin artık dünyada güçlü olduğunu, devrimlere gerek
kalmadığını, barış içinde kapitalizmle bir arada yaşanabileceğini söylemiştir.
Sovyetler Birliği’nde revizyonist yola girilip devrimci öz kaybedildiğinde de, gerçek
bir komünist partisinin kurulması, devrimin ilerletilmesi açısından en doğru
hareketti. Bu yapılmadığı için, sosyalizm Sovyetler Birliği’nde yenilmiştir. Sovyetler
Birliği Komünist Partisi’nin devrimci özünü kaybetmesi, dünya devrimci
hareketinde sağa ve sola savrulmayı beraberinde getirmiştir. Özellikle
Çin devrimi süreci ve 1968 anti-emperyalist kitle ve gençlik hareketleri,
ayrıca gerilla mücadeleleri, revizyonistleşmiş, “barış içinde bir arada yaşama”
olarak sloganlaştırılan kapitalizmle uzlaşma yoluna girmiş Sovyetler
Birliği’ndeki yönelişe karşı bir tepki olarak şekillenmiştir. Bu aslında
sosyalist devrimi savunanları, emperyalist-kapitalist sisteme karşı
yalnızlaştırmış, kitle bağlarını zayıflatmış, devrimcileri bölgesel çatışmalara
ve barikat savaşlarına çekerek zayıflatmıştır.
Sovyetler Birliği'ndeki her şey kötülenmiş, el yordamıyla ilerlenerek
hareketler yeniden ayağa kaldırılmaya çalışılmıştır. Dünya sosyalist hareketi
bu dönemde bölünme yaşamış, proleter sınıf savaşımı zayıflamış, radikal “küçük burjuva”
örgütlenme anlayışı güç kazanmıştır. Sovyetler Birliği Komünist Partisi sağa
kaymış, bunun haricindeki hareketlerde buna referansla sola kaymıştır.
Sosyalist iktidar iyi yönetilemezse ve sürekli uyanık olunmazsa, burjuvazinin tekrar iktidara gelmesine sebep olunur. Devleti yönetenler, değişen koşulları iyi tahlil edememişlerdir. İktidarı ve kitlelerle olan bağları korumak adına, mevcut statükoya sıkı sıkıya sarılmışlar ve nihayetinde kapitalizmi restore etmişlerdir. Sosyalizmin yenilgisinden sonra ise, Rus milliyetçiliği ve faşizm güçlenmiştir. 1990‘da yenilen aslında sosyalizm değildir; yenilginin kökleri daha derindedir.
Bazı kesimler merkeziyetçi partilerin
zamanla bürokratlaşacağını ve devrime sırt çevirebileceğini, kitlesel
özelliğini kaybedeceğini teorize etmektedirler. Bu doğru bir tespit değildir. Çünkü
biz ütopyacı değiliz, ayaklarımızın yere basması gerekmektedir. Biz geçmişteki
ve şimdiki kapitalist sistemin ürünüyüz. Elbette onların kullandığı silahları
kullanacağız. Bu sistemi yenmek istiyorsak, onların silahlarını onlara karşı
kullanacağız. Komünist aşamaya geçene kadar, komünist partinin öncülüğünde, devleti
ve onun kurumu olan bürokrasiyi de kullanacağız. Devrimci özümüzü kaybetmeyip
komünist sistemi kurana kadar sürekli değişen koşullara göre mücadele edeceğiz.
Proleter hareket, komünist bilinçli unsur olmadan varlığını sürdüremez. Kitle
hareketinin gelişmeye başladığı dönemlerde, bilinçli unsurlar genelde kitle
hareketinin baskısıyla devrimci bir özellik taşırlar. Fakat ne zamanki hareket
oturur ve iktidardan belirli haklar elde etmeye başlar, sistem belirli tavizler
verir ve iktidarını parlamenter sistem aracılıyla paylaşırsa, örgütler iktidarı
kaybetmemek, statükoyu korumak için revizyonistleşebilirler. Grevler ve sol
çıkışlar, onlar için tehlike arz edebilir. Hareket bölünür mantığıyla gerici
bir hatta yer alabilirler. Bu yüzden eğer örgüt bu hale gelmişse, onun
karşısına merkeziyetçi ve örgütlü komünist partilerin çıkarılması hayati
önemdedir. Böyle davranılmazsa, proleter devrimci hareket öndersiz bırakılıp
burjuvazinin insafına terk edilir ve sınıf hareketinin yenilmesine yol açılır.
Her yerin özgül koşulları farklıdır.
Örnek olarak Latin Amerika’dan Che Guevera’nın mücadelesini verebiliriz. Küba
devrimi oldu diye, diğer Latin Amerika ülkelerinde de olabileceğini sanmak,
devrim ihraç etmeye kalkmak, ilerleyen süreçte hareketin yenilgiyle
sonuçlanmasını doğurmuştur.
Diğer bir örneği de günümüzde yanı
başımızdaki Suriye’den, Irak’tan (Kobani’den, Sincar’dan) verebiliriz. Buralarda
başarı elde edip, bunun Türkiye şartlarında da olabileceğini sanmak… Farklı
yerlerdeki örgütlenme başka yere uydurulamaz. Örgütlenme koşullara göre
değişiklik göstermelidir. Her yerde aynı radikal tutum alınamaz. Sana birisi
açıktan tokat attığında, sen de ona açıktan tokat atabilirsin; ama birisi seni
hileyle, gizli kapaklı yollarla yenmeye çalışıyorsa, sen de ona karşı kadife
eldiven giyerek karşılık vermelisin. Bizim derdimiz işçi sınıfının iktidarını
kurmak mı, yoksa burjuvaziyi hep iktidarda tutmak mıdır?..
Doğru tarz için olmazsa olmaz
kıstaslar; proletarya partisi, bilinçli kitle hareketi, parti önderliğinin
koşulların değişebileceğini öngörmesi, sürekli uyanık olması, partinin sürekli
bir şekilde kitle hareketinden yani kendini besleyen topraktan saflarına
bilinçli unsurlar devşirmesi, ütopik tarzda düşünmemesidir. Görünürdeki
gerçekliğin özü yakalanmalıdır. Mevcut durumlara uygun adımlar, teorik
değerlendirmeler sonrasında atılmalıdır.
Eğer biz kapitalist sistem tarafından yenildiysek
ve bir daha yenilmek istemiyorsak, ondan daha bilinçli hareket etmek, ona karşı
daha örgütlü, daha sıkı, yeri geldiğinde esnek, yeri geldiğindeyse daha
merkeziyetçi bir yapıyla hareket etmemiz gerekir. Daha gevşek bir yapıyla değil!.. Biz gevşek
yapılarla ya da çocukça, romantik, radikal sol örgütlerle hareket ettikçe, kapitalizm
ilelebet yaşayacaktır. Ona karşı başarı elde etmek istiyorsak, kendi silahlarını
onlara karşı kullanmalıyız. Çünkü bizler de, Antaeus (Yunan mitolojisinde bir
karakter; Poseidon ve Gaia’nın oğludur; gücünü topraktan alır)
gibi aynı toprak ananın çocuklarıyız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.