Mahmut Boyuneğmez
1) Realizm nedir?.. Düşünsel ve eylemli faaliyetler içeren
bilimsel araştırmalar sonucu nesnel gerçekliğin bilgisine ulaşılır. Bilimsel
teoriler, yasalar, bilgiler gerçekliği doğrulukla kavradığı ölçüde, onu
değiştirme ve denetleme kapasitesini insanlığa sunar. Gerçekliğin değişim
eğilimiyle örtüşen ya da gerçekliğin çeşitli kesitleri üzerinde denetim
kurmamıza yol açan bilimsel düşünceler, realisttir. Realizmin felsefi,
bilimsel, siyasal ve günlük hayatta problemlerin çözümünde geliştirilen
fikirlerde olmak üzere farklı türleri vardır. Materyalizm, felsefi realizmdir,
çünkü nesnel gerçekliğin düşüncelerin dışında var olduğunu ve düşünsel olarak
doğrulukla soyutlanabileceğini kabul eder. Yani materyalizm, gerçeklik anlaşılabilir
ve üzerinde denetim kurulabilir demesinden ötürü, realisttir. Komünizm,
tarihsel akışın bir amacı değil fakat bir yönü olduğunu benimser. Geçmişten
bugüne gelen eğilimlerin, gelecekte alabilecekleri formları öngörür. Tarihsel
değişim eğilimleriyle düşünsel düzlemde örtüşme olduğundan, komünist fikirler
realist özellik gösterir. Günlük hayatta karşılaşılan problemlerin çözümü ancak
geçmiş bilgilerle tutarlı kalınıp, çözüm için gerekli realist düşünceler
üretilerek sağlanabilir.
2) Realist/bilimsel inançlar taşıdıkları dört özellikle, bilgi (episteme) niteliği gösterirler:
i) Tutarlılık: Yeni geliştirilen realist/bilimsel düşünceler, teoriler, o
güne kadar üretilmiş bilimsel diğer düşüncelerle ve bilgilerle, ayrıca kendi
içlerinde tutarlıdır.
ii) Nesnellik: Realist/bilimsel bir düşünce ya da inanç, önyargılardan,
öznel beğenilerden ve saplantılardan uzaktır.
iii) Sınanabilirlik: Realist/bilimsel düşünceler, gerçeklikte yoklanabilir
ve yanlışlanabilirlik (K. Popper) özelliği gösterir.
iv) Gelişebilirlik: Realist/bilimsel bilgiler, düşünceler, teoriler, geliştirilmeye açıktır.
Popper’in öne sürdüğü
hipotez ya da teorilerin “sınama-yanılma-yanılgıyı ayıklama” diye nitelediği
süreçlerden geçmesi, bilimsel teorilerin “yanlışlanabilirlik” özelliği olarak
ifade edilmektedir. Bize göre ise, bilgilerimiz, her zaman gerçekliğe ilişkin
yaklaşık bir karaktere sahiptir. Gerçekliğin daha derinlemesine
araştırılmasıyla ve içerdiği yeni/farklı ilişkilerin kavranmasıyla, eski
bilimsel teoriler yenileri tarafından kapsanarak aşılabilir. Bu nedenle yeni
gözlem ve deney verilerinin, mevcut paradigmayla uyuşmazlığı her zaman ihtimal
dâhilindedir. Bilimsel teorilerin “yanlışlanabilirliği”, aslında geliştirilebilirlik olarak okunmalıdır.
Realist inançlar, günlük hayatta olduğu gibi bilimsel araştırmalarda da bir tür “problem çözme süreci”nin (Cemal Yıldırım) ürünüdür. "Problem"le kastedilen, beklentilere ya da varsayımlara uymayan, o güne kadar sınamalardan geçerek doğrulanmış düşüncelerle açıklanmamış olaylarla, süreçlerle karşılaşılması, gözlemler yapılmasıdır. İçerisinde bulunulan müşkül durum, bir çözüm arayışını getirir. Karşılaşılan ya da gözlenen olaylar/süreçlerin açıklanması, diğer bir deyişle nedenlerinin bulunması, problemlerin/müşkül durumların pratikteki çözümü için gereklidir. Bu süreç, günlük hayatta olduğu gibi toplumsal bir faaliyet olan bilimsel araştırmalarda da realist düşünme yöntemleriyle yürütülüyorsa, sonuçta realist/bilimsel fikirlerin üretimine varır. Bu yöntemler, metafizik inançları, kanaatleri (doxa), bilgi (episteme)’den ayırır. Metafizik inançlar, karşılaşılan problem üzerinde denetim sağlanmasına ve pratikte bu problemle baş edilmesine ya da problemin gerçek bir çözümüne götürmez. Metafizik inançların oluşumlarında psikolojik ve diğer zihinsel düzenekler iş başındadır; bu inançların işlevi, öncelikle problemlerle psikolojik olarak baş edebilmektir. Oysa gerçeklikteki olayları/süreçleri algılayan ve barındırdığı problemlerle karşılaşan insanların, düşünce düzleminde realist inançlar ve bilgiler üreterek, bunları tekrar gerçeklikte sınaması da mümkündür.
3) Materyalist diyalektik teori, varlığın ilişkilerinin,
etkileşimlerinin, değişim/gelişiminin ve sahip olduğu oluş, başkalaşım
(metamorfoz), süreç ve eğilimlerinin felsefi düzeyde yorumlanmasıdır.
Diyalektik teorinin kapsamında gerçekliğin farklı katmanlarına ilişkin
soyutlanmış genel felsefi ilkeler, kategoriler/kavramlar, gerçekliğin taşıdığı
değişim/gelişim örüntüleri ve etkileşim türleri bulunur. Bize göre diyalektik,
gerçekliğin “mantığı”dır.
Diyalektiğin bir akıl
yürütme/düşünme yolu, yani felsefi bir yöntem olarak
yorumlanması da mümkündür. Diyalektiğin gerçekliğin mantığı olarak yorumlanması
yanı sıra, bu biçimdeki işlenişi, Hegel’in nesnel idealist felsefesinde
gözlenir. Bize göre biçimsel/klasik mantık (tasım), fuzzy mantık (bulanık
mantık), analiz ve sentez, tümevarım ve tümdengelim, senkronik ve diyakronik
inceleme, “konumlanma noktası”nı değiştirerek perspektifsel düşünme gibi
yöntemlerin yanı sıra, diyalektiğin de bir akıl yürütme yöntemi olarak
kullanılmasında bir sakınca yoktur. Uygun düşünme momentlerinde “tez, anti-tez,
sentez” şeklindeki üçlemeyle özetlenen diyalektik akıl yürütme yordamının
kullanılması, yadırganmayabilir. Bu yöntem Hegel’in felsefi sisteminde
“yadsımanın yadsınması” ilkesi olarak bulunmaktadır.
Olumlama ile yadsımanın oluşturduğu
karşıtlığın, bir dolayım kullanıldığında bütünlük oluşturduğunun görüldüğü bu
akıl yürütme yöntemine, “yadsımanın yadsınması” yerine “karşıtlığın kavranıp
kaldırılması/aşılması” denmesi daha uygundur. Örneğin gece ile gündüz
karşıtlığından, zaman dolayımıyla “gün” bütünlüğüne ulaşıldığında, burada
ikinci kavram olan “gündüz”ün tekrar yadsınmadığı, yapılan eski yadsıma
işleminin yadsındığı, yani karşıtlığın aşıldığı görülmektedir. Bu örnekte bir
sürecin iki yönü, karşıtlık olarak konmakta ve bütünlüğe sahip süreç akılla
kavranmaktadır. Böylece düşünce düzeyinde bir soyutlama yapılmış olmaktadır.
Başka örnekler verelim… Doğum ile ölüm karşıtlığı, yaşam dolayımıyla
kaldırıldığında oluşan bütünlük, canlılık olarak görülebilir. Canlılardaki
anabolik tepkimeler ile katabolik tepkimeler arasındaki karşıtlık, enerji
alış-verişi dolayımı dikkate alındığında, metabolizma bütünlüğünü görmeyi
sağlar. Yıkıcı etkenler ile yapıcı etkenler arasındaki karşıtlığın, kuvvet
dolayımıyla kaldırılması, bunların, coğrafi şekillerin oluşmasındaki rolünü
açığa çıkarır.
Marx'ın Kapital'de "mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi"
soyutlamasını yaparken bunu yadsımanın yadsınması olarak nitelemesinde ise
durum farklıdır. Marx burada pre-kapitalist dönemde üreticilerin özel
mülkiyetlerinin, kapitalistler tarafından tasfiye edilerek bir olumsuzlama
(yadsıma) gerçekleştiğini, kapitalist üretim tarzında üretim araçlarının ve
toprağın üreticiler tarafından ortaklaşa kullanımının sermayenin
merkezileşmesiyle birlikte görüldüğünü, kapitalist özel mülkiyetin üretimin bu
toplumsallaşması ile çelişki oluşturduğunu ve mülksüzleştirenlerin
mülksüzleştirilmesi şeklindeki olumsuzlama (yadsıma) ile aşılacağını belirtir.
Kapitalist üretim tarzından sosyalizme geçilirken görülen bu örüntü, tarihsel
gerçekliğin gelişiminden soyutlanmış
olup, kafadaki bir şablonun tarihe giydirilmesi değildir. Dolayısıyla
"olumsuzlamanın olumsuzlaması" (yadsımanın yadsınması) tarihsel gelişimde,
bir üretim tarzından diğerine geçilirken görülen bir örüntü olarak
saptanmalıdır. Doğadaki çembersel (döngüsel) süreçlerde, örneğin
tohum-ağaç-meyve-tohum döngüsünde, yadsımanın yadsınması örüntüsü
bulunmamaktadır.
“Yadsımanın yadsınması” gelişi güzel
kullanılacak bir şablon değildir. Nesnel/tarihsel gerçeklikteki süreçler
incelenirken, rastlanılıyorsa soyutlanması gerekmektedir.
4) Şimdi çelişki konusuna
daha yakından bakalım. Çelişkinin birkaç anlamı bulunmaktadır.
Birincisi; çelişki, tutarsızlık anlamına gelmekte ve metafor (eğretileme) olarak
kullanılmaktadır. Örneğin “Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nin başkenti
Kinşasa’dır” ve “Kinşasa, bir Avrupa kentidir” cümleleri birbirleriyle
tutarsızdır. Bu cümleler arasında çelişki vardır denir. Popüler deyişle “bu ne
yaman çelişki anne”deki çelişki böyledir.
İkincisi; Çelişki kelimesi, çıkar çatışması/gerilim anlamında da
kullanılmaktadır. Örneğin, “Ali ile Mehmet arasındaki çelişki halen devam
ediyor” cümlesiyle, bu iki kişinin arasında bir gerilimin varlığından
bahsedilir.
Üçüncüsü; çelişkinin bir anlamını ise “mantıksal çelişki” oluşturur. “Tüm kediler,
kuyrukludur” ile “bazı kediler, kuyruksuzdur” (Manx kedileri, gerçekten
kuyruksuzdur) önermeleri arasında mantıksal çelişki bulunur. Aynı şekilde
“hiçbir kedi, kuyruksuz değildir” önermesi ile “bazı kediler kuyruksuzdur”
önermesi arasında da çelişki bulunmaktadır.
Hegel’de de “çelişki” kavramlaştırması, düşünsel düzlemde bulunur.
“Varlık-yokluk” arasındaki düşünsel çelişki, “oluş” kavramı ile kaldırılır.
Özdeşlik ile farklılık arasındaki kurgusal “çelişki”, değişim/devinim ile
kaldırılabilir. Burada olmak ile olmamak arasında düşünülen “çelişki”, hareket
kavramlaştırmasıyla giderilir vd… Oysa oluş, değişim, hareket, nesnel
gerçekliğin nitelikleridir. Materyalist perspektif, karşıt güçleri, öğeleri,
süreçleri ve çelişkileri gerçekliğin içerisinde bularak soyutlamaktır.
Dördüncüsü; gerçeklikteki çelişkilerdir. Gerçeklikte karşıt eğilimler, süreçler, bu
süreçlerin yönleri bulunmaktadır. Yaygın olan diyalektik kavrayışta, bu
karşıtlar birbirleriyle mücadele halindeyse, birbirlerini dışlıyorsa,
etkileşimleri bu şekildeyse, aralarında bir çelişkinin var olduğundan
bahsedilir. Örnekler verelim… Proletarya ile kapitalist sınıf, başka bir
ifadeyle emek ile sermaye arasındaki karşıtlık ve mücadele, bir çelişki olarak
kavranır. Bu ikili birbirlerini doğurur ve birbirlerine karşıt çıkarlara,
taleplere sahiptir. Bir taraf ya da kutbun tatmin edilmesi, öteki tarafın ya da
kutbun zararına gerçekleşir. Proletarya ile kapitalist sınıf, karşıtların birliği
içindedir. Bunların aralarındaki ilişki simetrik, içsel ve olağan zamanlarda
dinamik dengedeki bir ilişkidir. Biri olmadan diğeri de olmaz; birbirlerine
bağımlıdırlar. Bize göre, kapitalistler ile işçiler arasındaki karşıtlık, örneğin grev
durumunda, çelişki halini alır. Çünkü dengedeki süreçlerde bozulma oluşmuştur.
Ücretli emek
ile sermaye ilişkisi, başka bir ifadeyle uzlaşmaz bir karşıtlık ilişkisi olan
kapitalist üretim ilişkileri, kapitalist sistemin krizlerinde, çelişkili olmaya
başlar. Ya bir devrimle ortadan kalkar ya da kapitalist üretim
ilişkilerinin yeniden tesisiyle denge durumuna geri dönülür.
Elbette doğada da çelişkiler vardır. Bir örnek verelim. Akciğerlere sürekli
bir biçimde ulaşan bakteriler (mikroplar), burada sayıca çoğalıp zatürre
yapmaya çalışırken, vücudun savunma hücreleri bunlara karşı sürekli bir “savaş”
vermektedir. Bakterilerin çoğalma ve dokulara ilerleme süreciyle, savunma
hücrelerinin ve onların salgıladıkları çeşitli maddelerin, bakterileri yok etme
süreci arasındaki karşıtlık ve mücadeleye, yaygın diyalektik kavrayışa göre
“çelişki” denir. Oysa örneğimizde zatürre oluşmadıkça, bu karşıt süreçlerin
mücadelesi, bir dinamik dengededir. Zatürrenin oluşumu, ilk sürecin, çeşitli
kolaylaştırıcı faktörlerin de yardımıyla üstün gelmesinin bir sonucudur. Yani
denge bozulduğunda, ortaya zatürre tablosu çıkmaktadır. Bize göre, dinamik dengenin
bozulmasıyla birlikte bir çelişki ortaya çıkmaktadır. Antibiyotiklerin
yardımıyla zatürre tedavi edildiğinde, iki karşıt süreç arasındaki dinamik
dengeye geri dönülmektedir.
Organizmayla
çevre arasındaki ilişki üzerinden başka bir örnek verelim. Biston betularia
(Biberli Güve)’nin açık renkli formunun yaşama ve üreme süreçleri ile avcılar
tarafından fark edilip avlanma süreçleri arasındaki karşıtlık, sanayileşme
sonucu oluşan kirlilikle birlikte bir çatışma/bir çelişki formuna bürünmüştür.
Bu çelişkinin çözümü 19. yüzyılın ilk çeyreği civarında, Cortex adlı gendeki
bir mutasyonla güvenin siyah formunun ortaya çıkması/evrimleşmesi ile birlikte
çözülmüştür. Siyah form, sanayileşme sonucu kirlenen ağaç gibi yüzeylerde
kamufle olup, avcılara yakalanmamış ve üreyerek gelecek nesiller içerisinde
baskın hale gelmiştir.
Toplum
ile doğa arasındaki ilişkiye bakalım. İnsanların doğal süreçlere egemen olması,
onları kontrol etmesi eğilimi ile doğanın güçlerine olan bağımlılık arasında
bir karşıtlık bulunur. Bu karşıtlık/mücadele, tarih boyunca ilk eğilim giderek
kuvvetlense de, nihayete ermeyecek bir karşıtlık gibi durmaktadır. Doğanın,
toplum yaşamına izin vermeyecek ölçüde tahribi gerçekleşirse, ortaya bir
çelişki çıkmış olacaktır.
Beşincisi; Kanımızca gerçeklikteki çelişkilerin, karşıtların birbirleriyle
mücadelesinde dinamik denge durumunun yitirildiği ve karşıtların birinin
diğerini yok etmeye yöneldiği süreçlerde bulunduğunu gözetmek gerekir. Tıpkı
proletaryanın devrimci durum kesitinde, kapitalist sınıfın toplumsal iktidarını
yok etmeye yönelmesinde olduğu gibi… Bir karşı-devrim yaşanırsa, proletarya ile
kapitalist sınıf arasındaki karşıtlık taşıyan ilişki, denge durumuna
dönecektir.
Özcesi, çelişkiler doğada ve toplumda vardır. Bize göre, karşıt süreçler ve
eğilimler, her zaman ve durumda çelişki oluşturmazlar. Her karşıtlık, bir
çelişki oluşturmaz. Fakat her çelişki bir karşıtlık içerir.
Unutmadan belirtelim, bazen
bir “çelişki” olarak hakkında bahsedilen ışığın hem parçacık hem de dalga
niteliği göstermesi, ne “karşıtlık” ne de “çelişki” için verilebilecek bir
örnektir.
Görüldüğü gibi materyalizmde
“çelişki” konusunda iki ayrı yaklaşımdan bahsedilebilir. Birincisinde,
karşıtların birliği ve mücadelesinin var olduğu durumlara “çelişki” denir ve
bazı zaman kesitlerinde çelişkilerin etkisiyle denge durumundan
uzaklaşılmaktadır. İkincisi ve bizim benimsediğimiz yaklaşım ise şudur; doğada
ve toplumda dinamik denge durumlarında karşıtların mücadelesi vardır, denge
bozulduğunda aralarında çelişki açığa çıkar ve bir çözüme kavuşur.
5) Duyu (sensation), insanlarda
ve hayvanlarda, dış dünyanın uyaranlarının görme, işitme, koklama, dokunma ve
tat alma organlarında oluşturduğu etkileşimdir. Algı (perception) ise
duyumların işlenmesiyle oluşturulan izlenimler ve imgelerdir. Algıya, idrak da denmektedir.
Kavramak (conseption) ise, fikirler oluşturma ya da bu fikirleri anlama işlemi,
fonksiyonu ya da kapasitesidir. Kavrama, soyutlama yapmayı gerektirir. Bilinç,
bireylerde zihinsel durumu anlatırken, aynı zamanda öznelerin gerçekliğe hangi
perspektiften bakıldığını imler.
Düşünsel kavram ve
kategoriler (örneğin nitelik, nicelik, özdeşlik, fark, uzam ve zaman gibi),
nesnel gerçeklikle pratiklerimiz üzerinden etkileşimler içerisinde bulunarak kavranır/soyutlanır.
Kavram ve kategorilerin, kaynağı nesnel gerçekliktir. Bu perspektif
materyalizme aittir ve aksini düşünenler, materyalist değildir. Kavramların ve
kategorilerin gerçeklikten soyutlanması için onunla çeşitli pratikler
dolayımıyla etkileşimlere girmek gerekmektedir. Kant ise döneminin bilimsel
gelişim düzeyiyle koşullandığından, zihnin uzam ve zaman kategorilerine sahip
olduğunu savunmuştur. Ona göre zaman ve uzam, nesnel gerçeklikte değil zihinde
kategoriler olarak bulunur. Genel ve özel görelilik teorisinin sunmuş olduğu
bugünkü bilimsel bilgilerle uzay-zamanın bu şekilde kavranışı, artık bilim-dışı/metafiziktir.
Maddenin bilgisi, “bilinç
biçimleri” olan kategoriler sayesinde oluşturulabilir denirse, Kantçı bir
yaklaşım sergilenmiş olur. Bilimsel bilgiler, düşünsel ve eylemli faaliyetler
içeren bilimsel araştırmalarla ya da günlük faaliyetler içerisinde realist
yöntemlerle oluşturulur. Bu faaliyetleri, başta teknik ve üretimsel
gereksinimler olmak üzere, toplumsal ilişkiler koşullar. Bilimsel araştırmalar
yapılırken deney ve gözlem gibi eylemli yöntemlere, tümevarım, tümdengelim,
analiz ve sentez, analojiler kurma, modeller oluşturma, retrodüksiyon yapma
gibi düşünsel metodlara başvurulur.
6) Dil ve insanların düşünceleri
birbirinden ayrılamaz; fakat doğuştan sağır-dilsizlerin ya da körlerin de elbette
düşünceleri vardır. Dili, bilinç ya da zihinle özdeşleştirmek yanlıştır. Fakat
dili, “bilincin biçimi” olarak görüp bırakmak, bu konuda açıklama yapmamak, dil
konusunda birçok disiplinden araştırmacının yazdıklarını bir çırpıda bay-pas
etmek olur.
7) Bertell Ollman’ın
görüşlerini karalama/değersizleştirme çabası yerine, önce onun yazdıklarını
düzgünce kavramak ve sunmak, sonra alternatif önermelere sahipseniz, bunları
ileri sürerek, eleştirmek gerekir.
Ollman’a göre, “diyalektik yöntem”, ardı
ardına gelen altı uğrağa bölünebilir. Bunlar; 1) Ontolojik uğrak (bütünlük ve
karşılıklı bağımlılık içindeki sonsuz sayıda süreç, ampirik gerçeklik), 2)
Epistemolojik uğrak (değişimin ve etkileşimin başlıca örüntüleri olarak
diyalektiğin, incelenen gerçeklikte yakalanması çabasını anlatır), 3) Sorgulama
uğrağı (analiz süreci), 4) Düşünsel yeniden inşa ve akılda netleştirme uğrağı
(düşünülmüş somutlara ulaşılmasını anlatır), 5) Ulaşılan sonuçların
sergilenmesi uğrağı, 6) Praksis uğrağı.
Bu altı uğraktan geçen tüm bu süreçler toplamına, “diyalektik yöntem” denmesi kanımızca uygun değildir. Bilimsel/realist düşünme yöntemi olan bu süreçler toplamında, analiz, sentez, indüksiyon (tümevarım), dedüksiyon (tümdengelim), analoji, karşılaştırma, amprik somutluktan soyutlamalara gitme, soyut kavramlardan düşünülmüş somuta varma gibi yöntemler kullanılır. Diyalektiğin, gerçeklikteki ilişki ve etkileşim türleri, değişim ve gelişim örüntüleri gibi var oluşsal bir “mantığı” temsil ediyor oluşu unutulmadan, araştırma yapılırken gerçekliğin taşıdığı bu mantıksal desenlerin yakalanmasına da çalışılır.
Günlük hayatta, metafizik ideolojileri
üreten psikolojik ve diğer zihinsel mekanizmaların yanı sıra, sistemli olmayan,
ancak kendiliğinden gelişen bir realist düşünme yordamı da çoğu durumda
işlemektedir. Karşılaşılan “problemler”in pratikte çözümü için ve bu
problemleri oluşturan gerçeklik kesitini kontrol altına almak için, indüksiyona
ve dedüksiyona, analiz ve senteze, hipotezvari düşünceler geliştirmeye ve
bunları pratikleştirmeye, analojiler ve karşılaştırmalar yapmaya, geçmiş
bilgilerle tutarlılık aramaya başvurulur. Yine süreçler, ilişkiler,
etkileşimler ve değişim örüntüleri gerçeklikte oldukları haliyle yakalanıp,
soyutlanır.
Kaynak: https://sendika.org/2023/09/alper-oztas-icin-izahat-realizm-ve-diyalektik-mantik-692608
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.