Ercan
Arslan
Dil,
insanlığın evrimsel gelişiminin belirli bir aşamasından sonra oluşmuştur. Son
bilgiler ışığında bizim türümüz olan Homo Sapiens Sapiens, tahmini 200-250 bin
yıl önce Afrika’da evrimleşmiştir. Mitokondreal DNA (Mitokondreal Havva)
analizi bunu kanıtlamaktadır
Yumurta
hücresi ve sperm hücresi birleşirken, yumurta hücresine sperm mitokondri
aktarmaz. Spermin içindeki mitokondriler kamçılı kısımda kalır ve dışarı
atılır. Oysaki dişinin yumurta hücresinde mitokondriler mevcudiyetini sürdürür
ve döllenme dişiden gelen mitokondrilerin olduğu yumurta hücresinde meydana
gelir. Mitokondreal DNA takibi bize şimdiki bilgilerimize göre kökenimizin
Afrika olduğunu göstermektedir. İnsanlar buradan bütün dünyaya yayılmıştır.
Mitokondriyal
DNA'ya dayanan, modern insanların Afrika'dan göçünün haritası . Renkli
halkalar, günümüzden bin yıl öncesini gösterir. |
İnsanın
doğadaki diğer canlılardan zayıf yapıda olması, toplu olarak davranmasını, uzun
süren çocuk bakımı aralarındaki bağın güçlenmesini, topluluk olarak hareket
etmesini sağlamıştır. Avcılık ve toplayıcılık yapabilmesi için de organize
olmuş, iletişim içinde bir faaliyetin olması gerekmiştir. İlk dönemlerde 20- 25
kişilik gruplar halinde ve yaşamasına elverişli belirli bölgelerde izole
şekilde yoğunlaşmışlardır. Koşulların değişmesi, insanların ürettiği aletlerin
çeşitlenmesi, bolluk sebebiyle nüfuslarının artması, iklimsel değişiklikler
sebebiyle göç eden hayvanların takibi yüzünden, bulundukları alanları terk etmeye
başlamışlardır. Dilin kökeni ve ilk dillerin meydana geldiği alan Afrika’dır. Buradan
Asya kıtasına ve Avustralya kıtasına yayılım göstermiştir.
60-50
bin yıl önce Afrika merkezli 3 dil oluşumundan bahsedilebilir: 1. Merkez
Afrika, Ortadoğu, Yakındoğu ve Avrupa’nın olduğu dil grubu. 2. Asya kıtası
grubu. 3. Avustralya ve Polenezya grubu.
Dil,
insanların gittiği alanlarda coğrafi koşullar nedeniyle izole oldukları
yerlerde canlıların evrim geçirmesi gibi farklılıklar göstermiş, değişikliğe
uğramıştır. Aslında hepimiz aynı kökenden ve aynı dil oluşumundan gelmekteyiz.
Bizi farklı coğrafi bölgesel izolasyonlar, yaşam tarzları ayırmış ve farklı
beden özellikleri, farklı dil grupları şekillenmiştir. Oysa hepimiz insanız; renklerimiz,
dillerimiz farklı olabilir, fakat dünyadaki bütün insanlar çiftleşip yavru
meydana getirebiliyorlarsa, bu demektir ki hepimiz tek bir türü oluşturmaktayız
ve aynı kökenden geliyoruz.
Afrika’dan
ayrıldıktan sonra insan grupları uzun bir süre buzul çağının sonuna kadar,
gittikleri yerlerde izole bir şekilde, genelde avcı-toplayıcı küçük gruplar
halinde yaşadılar. Dil grupları da coğrafi koşullara ve yaşam tarzlarına göre evrimleşti
ve oluştuğu kökenden farklılaştı. 50 bin ve 15 bin yıl arası dönemde 3 dil
grubu evrimleşti. Buzul çağının sonlarına doğru 13-12 bin yıl önce Asya
grubundan insanlar kara köprüsünü kullanarak Amerika kıtasına ayakbastılar. Buzul
çağının bitmesiyle birlikte de suların kara köprülerini kapatması sebebiyle
Amerika kıtasında izolasyona uğradılar. Böylece onların dil grupları ve yaşam
tarzları, ana kıtalardan farklılaştı. Buzul çağının sonunda 10 bin-6 bin
yılları arasında, Avrupa ve Yakındoğu bölgesini etkileyen 9 dil grubundan
bahsedilebilir; 1. Nijer Kongo, 2. Nil Sahra, 3. Afrika-Asya, 4. Sümerce, 5.
Elam-Dravid, 6. Kafkas Grubu, 7. Ural grubu, 8. Hint Avrupa, 9. Batı Akdeniz
Grubu.
12
bin sene önce insanların bir kısmı diğer bölgelerden gelerek birleştiler ve
dilleri “bereketli hilal” adındaki bölgede farklılaştı ve Sümerce ünik bir hal
aldı. Bunu günümüzden örnek vererek de açıklayabiliriz; Anadolu’nun şehirlerden
uzak, kırsal olan bölgelerinde konuşulan yöresel dil grupları kendine has
özelliklerini sürdürür. Kapitalist ilişkilerin gelişmesi, tarımsal faaliyetin
artık insanlara yetmemesi neticesinde şehirlere göçle birlikte ise bu özelliklerini
kaybederek daha kompleks bir hal alarak değişikliğe uğrarlar. Bazı diller
konuşulmadığı için yok olma tehlikesiyle yüz yüze gelir. Sümerlerle birlikte,
şehirleşmenin oluşmasından ve ekonomik gelişmişliğin artmasından sonra ise bu
bölge, diğer gruplar tarafından bir çekim merkezi ve kapışma alanı durumuna
geldi. Her yeni gelen kendi izole dil grubunu, gücü oranında ya dayatmış ya da
eski dil grubuyla harmanlamıştır. Bu yeni gelenler uzun bir süre yaklaşık 5-6
bin sene kadar kendi bölgelerinde izole bir şekilde yaşadıklarından, dil ve
gramer yapıları çok farklılaşmıştır. “Bereketli hilal” bölgesine 12 bin sene
önce gelenler yaşamsal zorunluluk neticesince gelmişlerdi; M.Ö. 4000 ve
sonrasında gelenler ise mevcut birikime, gelişmiş bir kültüre ve daha rahat bir
yaşam biçimine kavuşmak için gelmişlerdir. Bu sonradan gelenlerin dilleri, geldikleri
yerde uzun bir süre izolasyon içinde kalındığından çok farklı bir yapıdadır ve
o dönemin şartlarında savaş gücü ve siyasi organizasyon kapsamında çok
güçlülerse, kendi dillerini ve kültürlerini dayatmışlar ve mevcut yapıları
asimile etmişlerdir. Bu konuda zayıflarsa, mevcut birikimi sahiplenmişlerdir.
Bu durum ekonomik, siyasi ve askeri güç meselesidir. Birisi eksik kalırsa toplumsal
bütünü sürdürmek olanaksızlaşır. Hititler ve İskender’in kurduğu
imparatorluklar sadece siyasi ve askeri yönden güçlüydüler; bu sebepten dolayı
kendi mevcut kültürlerini zorla dayatmamışlar, ele geçirdikleri yerlerin
kültürlerini kabul etmişler ve harmanlamışlardır. Bu sayede de ekonomik yapıyı
sürdürebilmişler ve etkileri daha uzun süreli olmuştur.
Dillerdeki
etkileşim, kalıcılık ve asimilasyon bu güç meselesine ve karşılıklı denge
faktörüne göre değişiklik gösterir. Dil sabit bir yapıda değildir; insanlığın
gelişimiyle birlikte çeşitlenmiş, bulunduğu coğrafyalara göre ayrışmış,
ekonomik ve toplumsal bütünleşmeye göre kompleks bir hal almıştır. Gelecekteki
süreçte ise dünyada barışın sağlanmasıyla birlikte ortak bir dil birliğine
gidilecektir.
Yararlanılan kaynaklar:
1. Modern
İnsanın kökeni–Roger Lewın-Say Yayınları
2. İnsanın
Evrimi –Josef H. Reichholf-Say yayınları
3.
İlk Çağ Tarih Atlası-Colın Mc EVEDY
Dilin antropolojisi dense daha iyiymiş.
YanıtlaSil