28 Haziran 2022 Salı

Dilin Kökeni

Ercan Arslan

Dil, insanlığın evrimsel gelişiminin belirli bir aşamasından sonra oluşmuştur. Son bilgiler ışığında bizim türümüz olan Homo Sapiens Sapiens, tahmini 200-250 bin yıl önce Afrika’da evrimleşmiştir. Mitokondreal DNA (Mitokondreal Havva) analizi bunu kanıtlamaktadır

Yumurta hücresi ve sperm hücresi birleşirken, yumurta hücresine sperm mitokondri aktarmaz. Spermin içindeki mitokondriler kamçılı kısımda kalır ve dışarı atılır. Oysaki dişinin yumurta hücresinde mitokondriler mevcudiyetini sürdürür ve döllenme dişiden gelen mitokondrilerin olduğu yumurta hücresinde meydana gelir. Mitokondreal DNA takibi bize şimdiki bilgilerimize göre kökenimizin Afrika olduğunu göstermektedir. İnsanlar buradan bütün dünyaya yayılmıştır.

Mitokondriyal DNA'ya dayanan, modern insanların Afrika'dan göçünün haritası . Renkli halkalar, günümüzden bin yıl öncesini gösterir.

İlk insanlar Afrika’da 100-150 bin sene bulunmuştur. 60-50 bin yıl öncesinden itibaren de Orta Doğu üzerinden dünyaya yayılım göstermiştir. Önceleri nüfusu azdır ve çok küçük gruplar halinde yaşamaktadır. Bulunduğu ortamlar kendisine yetmektedir. Bir zaman sonra nüfusunun artması, koşulların değişmesi gibi sebeplerle, başka alanlara göç etme ihtiyacı hissetmiştir. Küçük gruplar halinde yaşarken ve ortamı müsaitken, ileri düzeyde bir dile ihtiyaç yoktur. Kullandığı kelimeler, 100 kelimenin pek ötesinde değildir. Dilin gelişim düzeyi, daha çok işaret dili seviyesinde ve bunun biraz ötesindedir.

İnsanın doğadaki diğer canlılardan zayıf yapıda olması, toplu olarak davranmasını, uzun süren çocuk bakımı aralarındaki bağın güçlenmesini, topluluk olarak hareket etmesini sağlamıştır. Avcılık ve toplayıcılık yapabilmesi için de organize olmuş, iletişim içinde bir faaliyetin olması gerekmiştir. İlk dönemlerde 20- 25 kişilik gruplar halinde ve yaşamasına elverişli belirli bölgelerde izole şekilde yoğunlaşmışlardır. Koşulların değişmesi, insanların ürettiği aletlerin çeşitlenmesi, bolluk sebebiyle nüfuslarının artması, iklimsel değişiklikler sebebiyle göç eden hayvanların takibi yüzünden, bulundukları alanları terk etmeye başlamışlardır. Dilin kökeni ve ilk dillerin meydana geldiği alan Afrika’dır. Buradan Asya kıtasına ve Avustralya kıtasına yayılım göstermiştir.

60-50 bin yıl önce Afrika merkezli 3 dil oluşumundan bahsedilebilir: 1. Merkez Afrika, Ortadoğu, Yakındoğu ve Avrupa’nın olduğu dil grubu. 2. Asya kıtası grubu. 3. Avustralya ve Polenezya grubu.

Dil, insanların gittiği alanlarda coğrafi koşullar nedeniyle izole oldukları yerlerde canlıların evrim geçirmesi gibi farklılıklar göstermiş, değişikliğe uğramıştır. Aslında hepimiz aynı kökenden ve aynı dil oluşumundan gelmekteyiz. Bizi farklı coğrafi bölgesel izolasyonlar, yaşam tarzları ayırmış ve farklı beden özellikleri, farklı dil grupları şekillenmiştir. Oysa hepimiz insanız; renklerimiz, dillerimiz farklı olabilir, fakat dünyadaki bütün insanlar çiftleşip yavru meydana getirebiliyorlarsa, bu demektir ki hepimiz tek bir türü oluşturmaktayız ve aynı kökenden geliyoruz.

Afrika’dan ayrıldıktan sonra insan grupları uzun bir süre buzul çağının sonuna kadar, gittikleri yerlerde izole bir şekilde, genelde avcı-toplayıcı küçük gruplar halinde yaşadılar. Dil grupları da coğrafi koşullara ve yaşam tarzlarına göre evrimleşti ve oluştuğu kökenden farklılaştı. 50 bin ve 15 bin yıl arası dönemde 3 dil grubu evrimleşti. Buzul çağının sonlarına doğru 13-12 bin yıl önce Asya grubundan insanlar kara köprüsünü kullanarak Amerika kıtasına ayakbastılar. Buzul çağının bitmesiyle birlikte de suların kara köprülerini kapatması sebebiyle Amerika kıtasında izolasyona uğradılar. Böylece onların dil grupları ve yaşam tarzları, ana kıtalardan farklılaştı. Buzul çağının sonunda 10 bin-6 bin yılları arasında, Avrupa ve Yakındoğu bölgesini etkileyen 9 dil grubundan bahsedilebilir; 1. Nijer Kongo, 2. Nil Sahra, 3. Afrika-Asya, 4. Sümerce, 5. Elam-Dravid, 6. Kafkas Grubu, 7. Ural grubu, 8. Hint Avrupa, 9. Batı Akdeniz Grubu.


Bu gruplar, buzul çağının bitmesiyle birlikte ve iklimsel değişiklikler sebebiyle mevcut ortamlarında artık eskisi gibi yaşayamamaya başladılar. “Bereketli hilal” dediğimiz bölge bir çekim merkezi durumuna geldi. Farklı topluluklar ve farklı dil grupları bu bölgede birleşmek zorunda kaldı. Zor koşullarda hayatta kalabilmek için daha organize, kompleks bir yapıya doğru evrildiler. Kanımca diğer dil gruplarından bağımsız ünik bir yapıya sahip olan Sümerce, Göbeklitepe’yle birlikte ortak bir faaliyet içerisine giren insan gruplarının oluşturdukları Halaf, Hassuna–Samarra, Obeyd ve Natufiyen kültürlerinin kentleşmesiyle oluşan ortak bir birleşimidir. Bu yüzden farklı bir dil grubu gibi algılanır. Bu bölgede ortak hareket etme durumu dilde değişikliği/farklılaşmayı beraberinde getirir. Bu bölgeden uzakta ve ekonomik faaliyeti kendine yeten, coğrafi izolasyonun olduğu bölgelerde ise, diller kendine has özelliklerini sürdürür.

12 bin sene önce insanların bir kısmı diğer bölgelerden gelerek birleştiler ve dilleri “bereketli hilal” adındaki bölgede farklılaştı ve Sümerce ünik bir hal aldı. Bunu günümüzden örnek vererek de açıklayabiliriz; Anadolu’nun şehirlerden uzak, kırsal olan bölgelerinde konuşulan yöresel dil grupları kendine has özelliklerini sürdürür. Kapitalist ilişkilerin gelişmesi, tarımsal faaliyetin artık insanlara yetmemesi neticesinde şehirlere göçle birlikte ise bu özelliklerini kaybederek daha kompleks bir hal alarak değişikliğe uğrarlar. Bazı diller konuşulmadığı için yok olma tehlikesiyle yüz yüze gelir. Sümerlerle birlikte, şehirleşmenin oluşmasından ve ekonomik gelişmişliğin artmasından sonra ise bu bölge, diğer gruplar tarafından bir çekim merkezi ve kapışma alanı durumuna geldi. Her yeni gelen kendi izole dil grubunu, gücü oranında ya dayatmış ya da eski dil grubuyla harmanlamıştır. Bu yeni gelenler uzun bir süre yaklaşık 5-6 bin sene kadar kendi bölgelerinde izole bir şekilde yaşadıklarından, dil ve gramer yapıları çok farklılaşmıştır. “Bereketli hilal” bölgesine 12 bin sene önce gelenler yaşamsal zorunluluk neticesince gelmişlerdi; M.Ö. 4000 ve sonrasında gelenler ise mevcut birikime, gelişmiş bir kültüre ve daha rahat bir yaşam biçimine kavuşmak için gelmişlerdir. Bu sonradan gelenlerin dilleri, geldikleri yerde uzun bir süre izolasyon içinde kalındığından çok farklı bir yapıdadır ve o dönemin şartlarında savaş gücü ve siyasi organizasyon kapsamında çok güçlülerse, kendi dillerini ve kültürlerini dayatmışlar ve mevcut yapıları asimile etmişlerdir. Bu konuda zayıflarsa, mevcut birikimi sahiplenmişlerdir. Bu durum ekonomik, siyasi ve askeri güç meselesidir. Birisi eksik kalırsa toplumsal bütünü sürdürmek olanaksızlaşır. Hititler ve İskender’in kurduğu imparatorluklar sadece siyasi ve askeri yönden güçlüydüler; bu sebepten dolayı kendi mevcut kültürlerini zorla dayatmamışlar, ele geçirdikleri yerlerin kültürlerini kabul etmişler ve harmanlamışlardır. Bu sayede de ekonomik yapıyı sürdürebilmişler ve etkileri daha uzun süreli olmuştur.

Dillerdeki etkileşim, kalıcılık ve asimilasyon bu güç meselesine ve karşılıklı denge faktörüne göre değişiklik gösterir. Dil sabit bir yapıda değildir; insanlığın gelişimiyle birlikte çeşitlenmiş, bulunduğu coğrafyalara göre ayrışmış, ekonomik ve toplumsal bütünleşmeye göre kompleks bir hal almıştır. Gelecekteki süreçte ise dünyada barışın sağlanmasıyla birlikte ortak bir dil birliğine gidilecektir.

Yararlanılan kaynaklar:

1. Modern İnsanın kökeni–Roger Lewın-Say Yayınları

2. İnsanın Evrimi –Josef H. Reichholf-Say yayınları

3. İlk Çağ Tarih Atlası-Colın Mc EVEDY

1 yorum:

Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.