Marksist Araştırmalar [MAR] | Komünizm: Tarihin Çözülen Bilmecesi
Sovyetler Birliği etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sovyetler Birliği etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Nisan 2025 Çarşamba

Sovyet Yolculuğu


"Bu kanalda sizlere Sovyetler ve dünya sosyalist hareketiyle ilişkili tarih, politika, bilim, felsefe, kültür, ekonomi, toplum, hukuk, kişi vb. gibi pek çok konuda hazırladığımız içerikler ve Sovyetleri konu alan film, belgesel, dizilerin Türkçe sürümlerini sunmaktayım.

Sovyet tarihinin tüm dünya tarihini etkilemesi ve kapsamının geniş olması sebebiyle tarihi olaylar, politik konular, kavramlar, kültürel temalar, sanatsal faaliyetler, kuruluşlar gibi yüzlerce konu başlığı kanalımızın içerik konusu olabilir.

Belgesel içeriklerimizde kullanılan kaynaklar videoların açıklama kısımlarındadır."

Bağlantılar

TikTok

tiktok.com/@sovyetyolculugu

 

X

x.com/sovyetyolculugu

 

Instagram

instagram.com/sovyetyolculugu

 

Spotify

open.spotify.com/show/1sbsd65S3hfvQBBWhVIVn7


3 Ekim 2023 Salı

Sıradan Faşizm | Mikhail Romm

Romm’un başta ifade ettiği üzere belgesel, faşizmin bütünlüklü bir tahlilini yapmayı değil, faşizmin nasıl kitleselleştiğini ve sıradanlaştığını, yani bir parti ideolojisi olmaktan çıkıp ulusun tüm yaşantısına içkin ve onu yönlendirir hale geldiğini incelemeyi hedefliyor. Eser bir karşılaştırmayla başlıyor: Romm, Sovyetler Birliği’nde bir sınavın sonucunu bekleyen insanları gizli kameraya alıyor ve sonuçlar açıklandığında her biri bambaşka bir tepki veren bu insanlarla nazizme destek veren Alman kitlelerini karşılaştırıyor. Romm’un temel tezi şu: faşizm, insanların kişilik farklılıklarını silerek ve onları aynılaştırarak kitleselleşir ve sıradanlaşır.

Bunun ardından ilk olarak faşizmin sınıfsal kökeni ele alınıyor. Hitler, Nazi Partisi’ne katılmadan önce polis muhbirliği yapan, antikomünist, lümpen bir işçiydi. Nazizm ise ilk kitlesini Hitler’e benzer lümpen işçilerde ve bir sınıf bilinci taşımayan, ancak kalabalık olan dükkancı ve tüccar küçük burjuvalarda bulmuştu. Burada önemli olan, içeriksiz, hatta saçma sapan olsa da kitleleri heyecanlandıracak ve birleştirecek bir ideoloji sunulmasıydı. Bütün bunları Nazi Partisi’nin yükseliş döneminde yaptığı eylemlerden sahnelerle gözler önüne seren Romm, parti güçlendikçe emperyalist Alman burjuvazisinin Nazi Partisi’ni nasıl desteklediğini de patronların bizzat fabrikalarda “Heil Hitler” sloganları attırdığı görüntüler ile belgeliyor.

Nazizm iktidara geldikten sonra ilk olarak toplumsal hayatı tekeline alıyor. Bunun bir boyutu kuşkusuz muhaliflerin hapsedilmesi ve öldürülmesi, ama asıl çarpıcı olan halkın onayının nasıl oluşturulduğu. Bu amaçla kitlesel ritüeller yapılıyor: Üniversite bahçelerinde törenlerle yasaklanmış kitaplar yakılıyor, sokaklarda kurulan sofralarda hep birlikte geleneksel çorbalar içiliyor. Temel atma törenleri, eski imparatorluğun üniforma ve sancaklarıyla yürüyüşler… Tüm bunlar Hitler’in içeriksiz ama heyecanlı söylevleriyle birlikte gündelik hayatı şekillendiriyor. Öyle ki, faşizm yatak odasına kadar giriyor: Nazi devleti resmi olarak her kadından dört çocuk istiyor ve bunun için izin alan askerleri evine boş bir beşik verip gönderiyor.

Diğer yandan führerlik müessesesi silsile yoluyla yaygınlaşıyor. Hitler her emrini hotzot ederek, sorgulanmaksızın uygulattıkça altındakiler de aynısını yapıyorlar. Böylelikle her yöneticinin minik bir führere dönüştüğü; sorgulayıcı aklın ise değersizleştiği bir toplumsal ortam oluşuyor. Faşizm devasa kitleselliğine bu ortamda ulaşıyor ve sıradanlaşıyor. Romm’un belgeseli bütün bunları akıl dolu biçimde, çok çarpıcı görüntülerle gözler önüne seriyor ve nazizmi insanlıkla alakası olmayan bir çılgınlık olarak idealize eden batı sinemasının asla yapamayacağı bir çözümleme sunuyor. Nevzat Evrim Önal 

Sinema filmini izlemek için bağlantı adresi: https://ugurfilm3.com/obyknovennyy-fashizm/

27 Eylül 2023 Çarşamba

Moskova Çocuk Hakları Bildirgesi (Şubat 1918)


Ekim Devrimi’nden yaklaşık 4 ay sonra, başkent Moskova’da Prolekült Dergi etrafında düzenlenen Kent Konferansı’nda, içerisinde eğitimcilerin, psikologların, pedagogların olduğu ve çocuklar, çocukların yaşamı ve eğitimi üzerine çalışmalar yürüten Çocuklar İçin Özgür Eğitim adındaki örgütün sunduğu bildirge:

1. Doğan her çocuk, ebeveynlerinin sosyal durumundan bağımsız olarak, bedensel bütünlüğünün korunması ve geliştirilmesi için ve ileride yaşamı tehdit edebilecek etkenlere karşı mücadele edebilmesi için uygun yaşam koşullarının sağlanması hakkına sahiptir.

2. Çocuğun sağlığının korunması için gerekli yaşam koşullarını sağlamak ebeveynlerin, tüm toplumun ve devletin sorumluluğundadır. Her bir unsurla ve bu unsurların birbirleriyle ilişkileriyle ilgili düzenlemeler ilgili yasal kurumlar tarafından yapılacaktır.

3. Yaşından bağımsız olarak her çocuk ayrı bir bireydir, hiçbir koşulda ebeveynlerinin, toplumun veya devletin mülkiyeti olarak görülemez, davranılamaz.

4. Her çocuğun kendine en yakın eğitmenlerini seçme hakkı vardır, buna kendisine kötü bir eğitim veriyorlarsa ebeveynlerinden ayrılma hakkı da dâhildir. Çocuğun ailesinden ayrılma hakkı herhangi bir yaşında geçerlidir, toplumun ve devletin bu durumda çocuğun maddi koşullarının kötüleşmeyeceğini garanti etmesi gereklidir.

5. Her çocuğun kendi bireyselliğine göre eğitim alma ve yetiştirilme hakkı vardır. Bu hakkın gerçekleştirilmesi, uyumlu bir gelişim gösterebilmesi için kendi doğası ve kişiliğine en uygun koşulların sağlandığı eğitim ve yetiştirme kurumlarının sunulması ile mümkün olacaktır.

6. Hiçbir çocuk şiddet veya zorla bir eğitim kurumuna gitmeye zorlanamaz. Her aşamada çocuğun özgürce eğitimi ve yetiştirilmesi konusunda karar vermesi desteklenmelidir. Her çocuk kendi bireyselliği ile çelişen bir eğitimi reddetme hakkına sahiptir.

7. Her çocuk mümkün olan en erken yaştan itibaren, kendi becerileri ölçüsünde gerekli toplumsal çalışmanın içinde yer almalıdır. Bu çalışma, çocuğun ruh sağlığını ya da zihinsel gelişimini olumsuz etkileyecek koşullarda değil, eğitim sisteminin bir unsuru olarak ele alınmalıdır. Kamusal üretime katılmak çocuğun en önemli haklarından birini gerçekleştirmesini sağlar; bu hak çocuğun kendini bir asalak gibi hissetmemesi ve hayatın üretiminde etkin bir rol oynaması, varlığının sadece gelecek için değil bugün için de bir toplumsal değer olduğunu hissetmesidir.

8. Her yaşta çocuk, haklar ve özgürlükler açısından yetişkinlerle eşit konumdadır.

9. Özgürlük, fiziksel ve ruhsal gelişmeyi ketlemeyen ve başkalarına zarar vermeyen herhangi bir şeyi yapabilmektir. Bu sayede, her çocuk, kendi fiziksel ve ruhsal gelişiminin gerekleri ve toplumun diğer üyelerinin haklarını kullanmasını tehlikeye sokmamak dışında, doğal haklarını kullanabilir.

10. Her çocuk toplumun bütününe zarar veren koşulları ortadan kaldırmak üzere diğer çocuklarla veya yetişkinlerle etkileşime geçme hakkına sahiptir.

11. Her çocuğa kendi yaşamları ve konumları ile ilgili düzenlemelere katılma hakkı verilmelidir.

12. Hiç kimse, aile, toplum veya devlet, çocuğu herhangi bir dinin öğretilmesine veya ritüellerini uygulamaya zorlayamaz, dini eğitim tamamen özgür olmalıdır.

13. Hiçbir çocuk, başkalarının haklarına zarar vermediği sürece görüşlerini açıklamaktan alıkonulamaz.

14. Her çocuk, zihinsel becerileri ölçüsünde, yetişkinlerin olduğu kadar görüşlerini özgürce yazılı ve sözlü olarak ifade etme hakkına sahiptir.

15. Her çocuk diğer çocuklarla veya yetişkinlerle örgütler, dernekler veya başka türde sosyal bağlar kurma hakkına sahiptir. Bu hak çocuğun yüksek yararını gözetmeli, bedensel ve zihinsel gelişimi ile uyumlu olmalıdır.

16. Hiçbir çocuk cezalandırılamaz, tutuklanamaz. Çocukların yaptığı ihlaller ve hatalarda, uygun eğitim kurumlarında ıslah yoluna gidilmeli, baskıcı yöntemler ve cezalar kullanılmamalıdır.

17. Toplum ve devlet, yukarıda yazılı tüm çocuk haklarını, herhangi bir saldırıya karşı korumalı ve herkesi genç kuşağa karşı olan sorumluluklarını yerine getirmeye sevk etmelidir.

Kaynak: Almanca’ya 1922’de çevrilen metin İngilizce’ye 1992’de çevrilmiştir. Almancası şu adreste:

https://portal.dnb.de/bookviewer/view/1125648988#page/42/mode/1up

Okunmasını önerdiğimiz ve Bildirge’nin Türkçesinin yer aldığı yazı şu adreste:

https://kalpherzamansoldanatar.tumblr.com/post/173132900731/gizli-kalm%C4%B1%C5%9F-bir-%C3%A7ocuk-haklar%C4%B1-bildirgesi-%C3%A7ocuk

4 Şubat 2023 Cumartesi

Sovyetler Birliği’nin Çözülüşü

Hazırlayan: MAR

Bu yazı, Kemal Okuyan’ın Sovyetler Birliği’nin Çözülüşü Üzerine Antitezler adlı çalışmasının özetidir. Bu özetin eksikleri olduğu gibi, yazılanlar kavrandığı oranda yansıtılabilmiştir. Okura Sovyetler Birliği’nin çözülüşü hakkında bir perspektif sunulması amaçlanmıştır. Kitabın okunmasını önerdiğimiz ise açıktır.


1) Sovyetler Birliği (SB)’nin çözülüşü kaçınılmaz değildi. Sosyalizm, tarihsel olarak nesnel bir olgu olan siyasal devrimi izler ve nesnel toplumsal dönüşümler üzerinde yükselir. Bu nesnel kesitler, öznel karar almaları ve gerçekliğe müdahaleleri içerir. Öznelerin politikaları ve uygulamaları, nesnel süreçlerin bileşenidir. SB’nin çözülüşü tarihsel kesitinde, süreçlerin başka türlü gelişimini sağlayacak, sorunları düzeltecek, karşı-devrimcilerin eylemlerini boşa çıkaracak müdahalelerde bulunulabilirdi.

2) SB’nde sosyalizmin çözülüşünde Bolşevizm adındaki siyaset yapma tarzının gereğinden erken terk edilmesi etkilidir. Bolşevizm olmasaydı, Rus devrimi kısa sürede karşı-devrimle sonlanır, ülkeye emperyalist müdahale gerçekleşir ya da devrim kendiliğinden sönüp giderdi. Bolşevizm uzunca bir süre sosyalist iktidarı korumuştur. Bolşevik öncü devrimci siyaset tarzı ve toplumsal yaşama jakoben müdahalelerden uzaklaşıldığında, sosyalizmin kuruluşunda ilerleme tıkanmıştır.

3) Rusya, sosyalist kuruluşa izin vermeyecek ölçüde geri bir ülke değildir. Sovyet iktidarının, endüstrileşmek, eğitim sorunlarını çözmek için büyük çabalar sarf ettiği doğrudur. Fakat eşitsiz gelişme sadece siyasal iktidarın işçilere geçişi döneminde değil, siyasal devrimi izleyen toplumsal devrim döneminde de gözlenir. Sosyalist kuruluş için gerekli olan, kitlelerin yaratıcı enerjisi ve bu enerjiyi komünizm hedefi doğrultusuna yönlendirecek öncü komünist partidir. Bu ileri unsurlara sahip bir ülke, iktisadi gelişmişlik açısından göreli olarak geri de olsa, sosyalist kuruluşta başarıyla ileri sıçramalar gerçekleştirebilir.

4) Sovyet iktidarı, 1. Dünya Savaşı ve sonrasında iç savaşla, toplamda 7 yıl savaşın yıkıcı yükünü sırtlamış, 2. Dünya Savaşı’nda 20 milyonun üzeride yurttaşını kaybetmenin ağırlığını taşımıştır. Fakat bunlarla baş edebilecek güce sahip olduğunu da göstermiştir. SB’nin bu süreçlerin yükünü taşıyamadığından yıkıldığını söylemenin hiçbir inandırıcılığı yoktur. Öte yandan kolektivizasyon politikasıyla toprak sahibi zengin köylülerin tasfiyesi, toplumsal gelişimi/devrimi frenlememiş, aksine bu gelişimin bir hamlesini oluşturmuştur.

5) SB’nde sosyalizmin çözülüşü temel olarak ekonomik sorunlardan kaynaklanmamıştır.

Sosyalist kuruluş döneminde, ekonominin farklı sektörlerinde farklı zamanlarda ve farklı hızlarda üretim araçlarının kamulaştırılması gerçekleşir. Bunun için sosyalist iktidarın iradi politikaları gereklidir. Bu öznel iradi politikalar ve uygulamalar, nesnel süreçler içerisinde özel bir yere sahiptir. Komünizm hedefi/perspektifi, “sosyalist üretim tarzını” bu hedefe bağlı ve geçici kılar. Sosyalizmin sınırlandırılmış meta üretimi ve piyasası, kendi hallerine bırakıldığında yayılır ve derinleşir, üstelik kamu mülkiyeti bunu önlemek için yeterli değildir.

SB’nde somut olarak neler olmuştur?.. 3 yıl süren “savaş komünizmi” döneminde, iç savaş sırasında ortaya çıkan gıda gereksinimini karşılamak için otoriter bir ekonomi yönetimi uygulanmıştı. İç savaşla birlikte 7 yıl süren savaş nedeniyle, altyapı tahrip olmuş, iş disiplini kaybolmuş, işletmeler arası bağlantılar kaybolmuş, birçok fabrika yönetsel bir karmaşanın içerisine girmiş, tarımda mülk sahibi sınıfların direnişiyle kentlerde açlık baş göstermişti. Bunun üzerine geçici bir soluklanma olarak NEP (Yeni Ekonomi Politika)’ya geçildi. Durma noktasına gelen üretim canlandırıldı. Bu dönem sayesinde Sovyet ekonomisi toparlandı. Fakat bazı sektörlerde yerli ve yabancı kapitalistler sahne almaya başladı, mülk sahibi sınıflar palazlandı. 1929 yılında başlatılan kolektivizasyon hamlesiyle, zengin çiftçileri denetleme politikasından, onları bir sınıf olarak ortadan kaldırma politikasına geçildi. Sosyalizm, tarımda üretim ilişkilerini dönüştürme ve komünizmin kır ile kent arasındaki farkı azaltarak sonunda kaldırma hedefi doğrultusunda, tarımdaki özel mülkiyeti tasfiye etmek zorundadır. SB’nde köylü nüfusunun % 5’ini oluşturan zengin toprak sahipleri, kolektivizasyonla tasfiye edildiler.

Kolektivizasyon ile birlikte tarımdaki mülkiyet biçimleri şunlar oldu: Devlet çiftliklerindeki kamu mülkiyeti, kolektif çiftlikler (kolhozlar)’daki üye çiftçilerin sınırlandırılmış mülkiyeti, çiftçi ailelerin kendi tasarruflarındaki topraklardaki mülkiyeti… Kolhozlar ürünlerini devlete, başka ekonomik birimlere ve doğrudan pazara sürüyorlardı. Toprağı alıp satma hakları yoktu, fakat meta üretimi yapıyorlardı. SB’nde belirgin bir kırsal nüfus vardı ve Sovyet iktidarı, işçilerle yoksul köylülerin ittifakına dayanıyordu. 1935 yılında 250 bine ulaşan kolhoz bulunuyordu. Bu kolektif çiftliklerde melez bir mülkiyet biçimi, melez bir toplumsal örgütlenme ve melez bir sınıfsal karakter bulunmaktaydı.

Kolektivizasyon hamlesi, kırların dönüşümünü tamamlamamıştır. Bunun nedeni tarımın modernizasyonunun zamana ihtiyaç duymasıdır. Fakat Sovyet köylüsü 2. Dünya Savaşı’nın bitimine kadar, ideolojik ve siyasal mücadeleyle rejime kazanılmıştır. 1950’lerle birlikte kolhoz sistemi ve sınırlandırılmış meta üretimi kanıksanmış, kırların dönüşümü doğrultusunda yeni siyasal ve ideolojik hamleler geliştirilememiştir. Kolhozların sovhozlara (devlet çiftlikleri) dönüşüm süreci örgütlenmemiştir. Kolhozlar, planlama sistemine bütünüyle dâhil edilemiyordu, halkı birçok ürünü farklı fiyatlardan almak durumunda bırakıyordu, Sovyet devletinin dış ticaret tekeliyle uyum sorunları bulunuyordu. Kolhozlara sorun oluşturmuyormuşçasına ve kalıcı bir mülkiyet biçimi olarak yaklaşılması yanlıştı.

Köylülerin kendi gereksinimlerini karşılaması için kullandırılan ve geçici bir uygulama olarak görülen “kişisel bahçeler”in, yüz ölçümlerine kıyasla tarımsal üretimdeki paylarının çok artması, kolhoz üyesi çiftçilerin, kolhozların yanı başında yer alan bu topraklardaki üretimi, asli iş alanı haline getirmesi, bu bahçelerde yetiştirilen ürünlerin ve hayvanların, kişisel gereksinimlerin karşılanmasının ötesine geçip, pazara sürülmesinin önüne geçilmemesi, hatta bazı örneklerde teşvik edilmesi başka bir sorunu oluşturmaktaydı. “Komünizme doğru ilerlediği” iddia edilen SB’nde 1977 Anayasası’nda bahçe ekonomisine yeni güvenceler bile verilmişti. 1935-56 yılları arasında bahçe ekonomisinin küçültülmesi/denetlenmesi yolunda girişimlerde bulunulmuşsa da, Sovyet iktidarı, bu uygulamayı ortadan kaldırmadı.

SB’nde sınırlandırılmış meta üretimi, bir egemen ya da yönetici sınıf doğurmamıştır. Garbaçovcu kapitalist restorasyon, uyuşturucu, silah, kadın pazarlayıp, kamusal zenginlikleri yağmayla oluşan bir sermaye birikimiyle/kapitalist sınıfla birlikte gerçekleşmiştir. SB’inde kapitalizmin restorasyonu, “devlet kapitalizmi” olarak adlandırılan bir zemin üzerinde olmadı. SB’nde çözülüş Stalin sonrası SBKP önderliğinin ideolojik çizgisinin belirsizleşmesi, siyasal ve ideolojik mücadele dinamizmini yitirmesiyle şekillenmiştir.

SB’nde planlama mekanizmalarındaki aksaklıkların iki temel nedeni bulunmaktadır: Kolhozlar, kişisel bahçeler gibi planlamayı dağıtıcı ekonomik unsurlar tasfiye edilememiştir ve merkezi planlama, toplumu ileri hedeflere yönlendiren öncü partinin ideolojik açıdan kurumasıyla teknik boyuta indirgenmiştir. Sosyalizmde planlama, komünizme dönük toplumsal hedeflere doğru mevcut üretici güçleri geliştirme işlevine sahiptir. Sosyalizmde merkezi planlama, ekonomiyi toplumun yararına, rasyonel biçimde, sektörler arası uyum sağlayıp, tasarruflu şekilde yönetmenin adıdır. Fakat sosyalist kuruluş sürecinde planlama, neyin ne kadar üretileceği teknik boyutunun ötesinde komünizme dönük hedefler doğrultusunda siyasal bir mücadele aracıdır da. Sosyalizmde ideal planlama, merkezidir, çünkü mülkiyet ilişkilerinde, tamamıyla kamu mülkiyetine geçiş, sosyalist kuruluşun temel izleğidir.

6) SB’nde kapitalist sistemde görülen insanlar arası eşitsizliklere karşı büyük pratik başarılar elde edilmiştir. Eğitim, sağlık, kültür, barınma, spor, ulaşım, tatil, ısınma gibi başlıklarda paranın saltanatı kırılmış, bu alanlarda eşitlikçi bir toplumsal yaşam oluşturulmuştur. Sovyet insanı, doğal bir şeymiş gibi gördüğü eşitlikçi yaşamın, karşı-devrim sonrasında elinden kaçıp gitmesi karşısında önce şaşa kalmıştı, iş işten geçtikten sonraysa öfkelenmişti… SB’nde henüz 1930’ların ortalarına gelindiğinde bile toplumsal eşitsizlikler, neredeyse ücret farklılıklarına kadar daraltılmıştır. Fakat 2. Dünya Savaşı’nın ardından Stalin henüz hayattayken, daha ileri bir eşitlikçilik, siyasal-ideolojik mücadele konusu olmaktan çıkmıştır. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra sosyalist kuruluşta yeni bir hamle için gerekli olan ideolojik/siyasal silkiniş yaşanmamıştır. Bu konuda ideolojik-siyasal hedefler konulmamıştır. Maddi özendiriciler ve ücret farklılıklarının yerine ücret farklılıklarının minimum düzeye çekilmesi için kitlelerin ideolojik anlayışında bir dönüşüm seferberliği, parti önderliği tarafından yaşama geçirilmemiştir.

7) SB’nde çalışma hayatında, komünizm hedefiyle uyumlu bir çizgide çalışma saatlerinin azaltılması perspektifi yitirilmiştir. Hruşçov’dan itibaren Sovyet yöneticileri, “komünizmi kuruyoruz” diye dursun, 7-8 saatlik çalışma yürürlükteydi. Komünizmde çalışmanın doğallaşması ve yaşamsal bir gereksinime dönüşmesi (insanların yetenekleri ve güçlerinin gerçekleşmesi, yaratıcı bir faaliyet olarak çalışma) için, sosyalizm dönemi bir geçiş toplumudur. Komünizm ise, dünya ölçeğinde olanaklı bir toplumsal sistemdir.

8) SB’nin ekonomik sorunları vardı; gerilik, verimsizlik, hantallık, köhnemişlik, kalitesizlik gibi. Fakat bunlar merkezi planlamaya veya kamu mülkiyetine bağlanamaz. Ne yaptığını bilen bir önderlikle bu ekonomik sorunlar aşılabilirdi. SB’nde üretici güçlerin gelişiminde yaşanan durgunlaşma, ülke ekonomisinin yönünü yitirmesiyle ilişkilidir. SB bilimsel-teknolojik ilerlemede nicel ve nitel birçok başarıya imza atmıştır. Örneğin Sovyet uzay ve silah sanayisi hiç de geri durumda değildir. Fakat Sovyet teknolojisinin göreli olarak geri olduğu alanlar vardı. Bu geriliğin nedeni, sosyalizmin yeni bir toplumsal yaşam oluşturulmaya başlandıktan sonra, bu yaşam tarzında ısrarını korumak, bilimsel-teknolojik gelişmeleri yeni toplumsal yaşama aktarmanın yollarını aramak için gereksindiği devrimci siyasal-ideolojik hedeflerin yokluğuydu. SB kendi referans kriterlerini unutarak, verimlilik, büyüme, tüketim, demokrasi, insan hakları, kültür gibi başlıklarda kapitalist referanslarla değerlendirme yapılmasına izin vermiştir. Örneğin, Demokratik Alman Cumhuriyeti’nde “portakal yoktu, tüketilmiyordu” türünde bir sefihçe fikrin altında ezilmek yerine, sosyalist ülkelerde tüketim kültürsüzlüğüne meydan okuyacak bir ideolojik/etik duruş sergilenmeliydi. Kapitalist referanslar yerine, sanat, spor, çalışma hayatı, eğlenme kültürü gibi başlıklarda sosyalizmin kazanımları ve referansları ön plana çıkarılmalıydı.

9) Sosyalist demokrasi, başka bir deyişle proletarya diktatörlüğü, “doğrudan yönetim”, “özyönetim” perspektifleriyle uyuşmaz. Bu perspektif Yugoslavya’da Tito tarafından savunulmuş ve uygulanmıştır. Bu görüşe göre devletin sönümlendirilmesi doğrultusunda merkezi devlet yapılanması dağıtılmalı, üretim süreçlerinin örgütlenmesi ve yürütülmesi, işçi birliklerine/kolektiflerine devredilmeliydi. Tito’nun söylemindeki bireysel inisiyatif, serbest pazar, sosyalist rekabet, komünizmin alt evresi olan sosyalizmle bağdaşmayan olgu ve kavramlardır. Sonuçta Yugoslavya’da devlet balon gibi sönmedi, fakat devlet eliyle işçilerin küçük bir bölümü zenginleşip tekelci kapitalistlere dönüştürüldü. SB’nde ise Lenin ve Stalin âdemi merkeziyetçi, özyönetimci politikalara her daim teorik ve pratik olarak uzak durmuştur. Stalin, Lenin’in perspektifinden ayrı ve ona aykırı bir yolda bulunmadan, sosyalizmin kuruluşuna önderlik etmiş bir tarihsel kişiliktir.

10) Stalin, Sovyet tarihinin en devrimci ve müdahaleyi en fazla gerektiren döneminde sorumluluk üstlenmiş devrimci bir liderdir. Onun liderliğinde yapılan ileri hamleler, bu hamlelerde kullanılan yöntem ve araçlar, alınan riskler ve ödenen bedeller, Bolşevik parti kültürüne aittir. SB’nde sosyalizmin zayıflaması ve çözülüşe gidiş sürecinde Stalin’in en büyük kabahati, Bolşevik siyaset tarzını ve kültürünü yeniden üretecek mekanizmalar ve kaynaklar yaratmamış olmasıdır. Stalin, son Bolşevik kadrodur. SB’nde kitlelerin Stalin’e duyduğu güven ise, “kişi putlaştırması” olarak damgalanmaya çalışılmaktadır. Oysa siyasallaşan kitlelerin, birlikte hareket edebilmek için lider bir kişiye gereksinim duyması doğaldır.

11) 1956’da 20. Kongre konuşmasında Stalin hakkında gerçeklerle yalanları kurnazlıkla birleştiren Hruşçov, Sovyet toplumunun kendine güvenini büyük ölçüde sarsmıştır. Hruşçov bir devrimci lider değil, reformisttir. Hruşçov, SBKP’nin genel sekreteri olarak sosyalizmi ilerletme yolunda devrimci bir hamle örgütlemeye yetecek bir çapa sahip değildi. Stalin ve parti önderliği, gelecek için etkili bir kadrolaşma politikası geliştirmediğinden, meydan Hruşçov gibi ikinci sınıf bir politikacıya kalmıştır. Hruşçov, ülkesini ve uluslar arası hareketi “barış içinde bir arada yaşama” formülüne hapsetmiş, SB’nin devrimci bir inisiyatif almayacağını, emperyalist ülkelere hissettirmiştir.

12) 1985 yılına gelindiğinde Sovyet toplumu apolitikleşmiş, uyanıklığını yitirmişti. Garbaçov kliği, SB’ne karşı bir komplonun içerisindeydi. Fakat asıl sorun bu komploya karşı direniş gösterilememiş olmasıdır. Garbaçov, karşı-devrimin kolay sonuç almasında önemlidir. SB’nde ve tüm ülkelerde birçok komünist, Gorbaçova umut bağlamakla ve çok değerli bir süre tanımakla hata yapmıştır. Sovyet halkı ve dünya komünist hareketi, SBKP’ye dönük güven nedeniyle, Garbaçovcu kliğin eleştirdikleri bazı sorunlar karşısında “devrimci” rolü yapmasına aldanmıştır. Oysa Garbaçov genel sekreter olmadan önce Sovyet düzeninin bertaraf edilmesi yolunda Edvard Şvardnadze ve Aleksandr Yakovlev ile görüşmeler yapmaktaydı. Karşı-devrimci kliğin merkezini oluşturan bu üç isim, partinin “liberal” görüşlerdeki diğer yöneticileriyle de temasa geçip, 1985’ten sonra birbirlerini kollayıp, kritik noktaları tutmuşlardır. Yeltsin, Roy Medvedev, Sobçak, Popov, Frolov gibi kişiler, karşı-devrimci ekipte yer almıştır. Karşıdevrimci süreç ilerledikçe bu ekibe bir kısım parti yöneticisinden ve Moskova entelijansiyasından destek gelmiştir. Sivil-asker bürokratlardan, Katolik ve Rus Ortodoks kilisesinden de… Özetle, Garbaçov, karşı-devrimci bir koalisyonu örgütlemiştir. Lenin’in arkasına saklanarak, “iyi komünist” kılığına girerek, “daha fazla sosyalizm” diyerek, sosyalizme karşı açık bir mücadeleye girişmeden, kendilerini gizleyip iş gördüler. SBKP’ye ve Sovyet halklarına SB’nin önemli sorunları bulunduğu ve yeni bir devrimci atılımın gerekli olduğu mesajını verdiler. SB’nde nüfusun önemli bir bölümü de daha çok sosyalizm istiyordu. İşte bunu istismar ettiler. Aslında 1987’ye gelindiğinde Garbaçov’un yaptığı konuşmalarda, uluslar arası politikada teslimiyetçilik ve ekonomide piyasacı yönelimler sırıtıyordu. Fakat bu tarihe kadarki 2 yılı karşı-devrim kazanmıştı.

Yeltsin’e kitlelerin verdiği destekse, halkın mücadeleci olmayan, siyasetten soğumuş idarecilerin ellerindeki olanaklardan bunalmış olmasından ve Yuriy Andropov’un başlattığı fakat erken ölümüyle yarım kalan “ahlaki yenilenme” döneminin yeniden açılacağını sanmalarındandı.

13) Garbaçov’un ne yapmakta olduğunun toplumsal bilince çıktığı 1988 yılından kapitalist egemenliğin tesis edildiği 1993 Ekim’ine kadarki sürede, emekçiler ayağa kalkabilirdi, gidişatı durdurabilirdi. Bunun olmamasının nedeni, SBKP’nin dağınıklığı ve öndersizliği, Rusya Komünist Partisi’nin tereddütleridir. 1988 Haziranında toplanan 19. SBKP Konferansı’nda ve 1990 Temmuz’unda toplanan SBKP 28. Kongresi’nde komünistler, karşı-devrimcilerin önünü kesmediler.

19 Ağustos 1991’de Rusya’da “darbe” yapanlar ise, ne yaptıklarını bilmiyorlardı ve bu işi ellerine gözlerine bulaştırdılar. Garbaçov, bu darbeci ekiple işbirliğine de istifaya da yanaşmadı. Sonuçta darbe iki günde çözüldü, SBKP yasaklandı, SB’nin dağılma süreci hızlandı. SB halkları ne olduğunu anlamadan, ülkesini kaybetmişti. 1993 yılında henüz yerli yerine oturmayan kapitalist devlette yaşanan ve “parlamento olayları” olarak bilinen kriz sırasında silaha başvurulsa da, artık çok geçti ve Yeltsin’in parlamentoyu topa tutturmasıyla binlerce komünist öldürüldü.

Özetle, 1985-1991 arasında karşı-devrimcilerin faaliyetlerine karşı yürütülen mücadelede yenik düşüldü. SB’nin çözülüşü bu şekilde gerçekleşti.

14) Sınıflar bütünüyle ortadan kaldırılmadığı müddetçe, komünizme giden kendiliğinden bir yol yoktur. Sosyalist kuruluşun sürekliliği iktisadi olarak güvenceye alınamaz. Bunun için siyaset gerekir. Öncü parti ve sosyalist devlet, işçi sınıfının örgütlü birliğini sağlar. Çok partililik, işçi sınıfının birliğini parçalar ve devrimci dönüşümleri gerçekleştirmeyi engeller. Fakat elbette sosyalist demokraside, kararlar çok boyutlu değerlendirmelerle, yaratıcı tartışmalarla alınır.

15) SB’nde öncü partinin ideolojik mücadelede geriye çekilişi ve komünizm perspektifiyle hareket etmeyişi, bir sonuç olarak bürokratlaşmayı da doğurmuştur. Bürokratlaşma bunların nedeni değildir. Sosyalist kuruluşta siyaset, tüm toplumsal süreçleri kapsar ve bu süreçlere yön veren güçtür. Sosyalizmde siyasal yapılanma, toplumsal örgütlenmelerle iç içedir. SBKP ile Sovyetler, sendikalar, gençlik örgütü, Kızıl Ordu kulüpleri, kadın örgütleri arasındaki ilişkiler hatırlansın. Sosyalizmde devlet ve parti, birbirlerinden ayrılmazlar. Öncü parti, sosyalist devlet örgütlenmesi içerisinde kadrolarıyla yer alır. Sosyalizmde parti-devlet iç içeliği, kapitalist diktatörlüklerdeki, eş deyişle kapitalist demokrasilerdeki “kuvvetler ayrılığı”nın reddiyesidir. Komünist parti, yasama ile yürütme birliğini sağlar. Öncü parti, devletin içerisinde yer aldığı için, onu mücadeleci bir örgütlenme olarak yapılandırabilir, onu dinamik kılacak müdahalelerde bulunabilir. SBKP, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra toplumsal süreçlere olduğu kadar, sosyalist devlete dönük müdahale yeteneğini de yitirmiştir. Bu nedenle SB’nde devlet, öncü partiyi hantallaştırmıştır.

16) Her dönemde SB’ndeki bürokrat sayısı, gelişmiş kapitalist ülkelerdekinden daha azdı. Fakat zihinlerde SB’nin çözülüşünü, bürokratlaşmaya bağlayanların sayısı o kadar çoktu ki… Oysa mademki iktidarda bir bürokrasi vardı, bu bürokrasi 1991 yılında neden hiçbir direniş göstermeden alaşağı edilebildi; komik… Gerçekte SB’nde bürokrasi, ayrıcalıklı bir sınıfa hiçbir zaman dönüşmedi. SB’nde çözülüşü de, asıl olarak bürokrasi sağlamadı. Çözülüşle birlikte büyük çoğunluğu yoksullaşan bürokratların ancak küçük bir kısmı kapitalist restorasyon sırasında sermaye birikim sürecinde köşeyi dönmüştür.

SB’nde yöneticilerin yolsuzluk yaptıkları olmuştur, toplumda siyasal süreçlere dönük ilgisizlik vardı, kadro standartlarında gerileme bulunuyordu, ekonomide tıkanıklıklar da vardı; fakat bunların nedeni olarak bürokrasi ve bürokratlaşma gösterilemez.

SBKP’nin örgütsel mekanizmalarında bürokratlara/idareci-yöneticilere sahip olması gayet doğaldı. Bu bürokratlarla kolektivizasyon, endüstrileşme, faşizme karşı savaş gibi dönemeçler alındı. Sovyet tarihinde bürokratlaşmaya ilişkin birçok kez önlemler alınmaya çalışılmış, uyarılar da yapılmıştır. Fakat SBKP’nin bürokratlaşması, partinin mücadele etmekten vazgeçtiği andan (1950’lerin başından) itibaren bir sonuç olarak gerçeklik haline geldi. Partinin yeniden devrimci hedefleri gündemine alamaması nedeniyle, bürokratlaşma sorunu kronikleşti. Bu durumun “taban inisiyatifi/dinamizmi” ile düzeltilmesi ise mümkün değildir.

17) SB’nin Ekim 1977’de kabul edilen son anayasasında “proletarya diktatörlüğünün tüm halkın devletine dönüştüğü” ilan edilmiştir. Bu ilan, SB’nde sınıflar var olmaya devam ettiği halde, artık aralarında uzlaşmaz çelişkiler bulunmamasına dayandırılmıştır. Yani Sovyet iktidarının temelinin genişlediği ve siyasi iktidarın, tüm toplum üzerinde yükseldiği belirtilmiştir. Bu, Stalin sonrasında teorik bir derinlik kazandırılabilen tek siyasal hamledir ve sorunlu değildir. Fakat bu anayasa, 1936 Anayasası’ndaki mülkiyet ilişkilerini daha ileriye taşımak için hiçbir madde içermiyordu. Tıpkı Hruşçov döneminde “komünist aşamaya geçilmekte olduğu” tezi gibi, Brejniyev dönemindeki “halkın devletine geçiş” de, Sovyet toplumuna doğrultu kazandıracak bir hedef oluşturmuyordu. 1970’lerden itibaren SB’nde sağlık, eğitim, kültür emekçileri ile uzmanlaşmış teknik personel “işçi sınıfından ayrı durma” gayreti içerisine girmişti. “Halkın devletine geçiş”, bu kesimlerin sosyalizmle sorunlarını azaltmaya dönük bir yan da taşıyordu. Fakat SBKP, bu tavır ve düşünceyle ideolojik mücadele görevini, yerine getirmedi. “Halkın devleti” için bir toplumsal seferberlik başlatılmadı. İyi eğitimli kentli kesimler, daha sonra çözülüş sürecinde karşı-devrimin motor gücü olacaklardı.

18) SB, kapitalizmin eşitsizlikçiliği doğallaştırmasına alternatif olarak eşitliğin hava kadar, su kadar doğal olduğunu Sovyet insanına kavratmıştı. Bu durum SB’nin insan faktörünü ne kadar önemsediğinin açık kanıtıdır. Ayrıca geri toplumsal ilişkiler içindeki insanları, okulla, hastaneyle, makinelerle tanıştıran SB’ne, insan faktörünü küçümsediler demek haksızlıktır. Sosyalist kuruluşa milyonlarca insanın emeği, heyecanı, coşkusu katılarak, ilerlendi. SB’nde insanlar mücadele içerisindeydi, kısacası… Fakat 2. Dünya Savaşı’ndan sonra, mücadele etmeyen bir parti, mücadele etmeyen bir halk yarattı. Stalin ve parti yöneticileri, savaş sonrası SB’nin güvende olduğunu düşünmekle, Sovyet halkları ise eşitliğin ellerinden alınamayacağını düşünmekle hata ettiler.

19) SB’nde 1950’lere kadar aydın damarı canlı tutulmuştur. Kültür ve sanat alanında bu tarihe kadarki yaratım eşsizdir. Bu dönemde SBKP tarafından aydınları harekete geçirici, özgürleştirici, yön gösterici müdahaleler yapılmıştır. Ancak müdahaleler zaman zaman düzeysizleşmiş ve kısıtlayıcı, kalıplaştırıcı da olabilmiştir. 1950’lerden sonraysa, aydın damarı kurumaya başlamış, Sovyet aydını düzenle olan mesafesini açmaya başlamıştır. SBKP bu dönemde aydınlara müdahale edip, onları karşıt konumlanışlara itmemiş, tersine aydınları kendi haline bıraktığı için deforme olmalarının önüne geçmemiştir. Böylelikle ideolojik mücadele hafife alınmıştır. Çünkü aydın ideolojik mücadelede tarihin ileriye gidişinden yana düşünsel şiddet kullanandır. Sovyet aydınları burjuva ideolojisinin etki alanına girmiş oldular. 1980’lere gelindiğinde Sovyet aydınlarının çoğunda “özgürlük ve demokrasi” hayranlığı gelişmişti. Özetle SBKP, aydınlara yön ve hedef sunmaktan vazgeçti ve kendisini de aydınsızlaştırdı. 20 milyon üyeye ulaşan SBKP ile bu partiye üye olan yüz binlerce aydın arasındaki bağ, ideolojik bir perspektifle şekillenmiyordu.

SBKP’nde troçkizmin yenilgiye uğradığı 1927 yılından sonra parti yönetiminin düşünsel derinliği belli ölçülerde kaybolmaya başladı. Boşluğu Stalin dolduruyordu. SBKP, 2. Dünya Savaşı sonrasında soğuk savaşın en önemli cephesinin ideolojik mücadele olduğunu kavrayamadı. Mücadeleciliği bırakan öncü parti, düşünsel olarak da geriliğe mahkûmdu. Çünkü ileri düşünceler, ilerletici mücadelelerden çıkar. Stalin sonrası parti genel sekreterleri teorik üretimi bıraktılar. Teoriyle uğraşmak Bilimler Akademisi’ne ya da Marksizm-Leninizm Enstitüsü’ne bırakıldı. Parti, ileri düşünceden böylelikle uzaklaştı.

20) Tek ülkede sosyalizm kurulabilir, fakat ulaşabileceği sınırları vardır. Bu sınırların nerede yerleştiğini kestirmek mümkün değildir. Sosyalist kuruluş ekonomik ve ayrıca siyasal açıdan komünizme doğru “ilerlenemediğinde geriye düşülen” bir dönemdir. Komünizm ise, ancak dünya ölçeğinde gerçeklik kazanabilir.

SB önderliğinin tek ülkede sosyalizmin kuruluşunu gerçekleştirme dışında bir tercih şansı yoktu. 3. Enternasyonal, yükselen Avrupa devrimine öznel faktörü yetiştirme gayretinin bir sonucuydu. Fakat bu çaba kısmi sonuçlar verebildi. Sonuçta Avrupa’da 1920’lerin ilk yarısında devrimin geriye çekilişi yaşandığından ve artık yeni bir devrimci yükselişin gecikeceği anlaşıldığından, tek ülkede sosyalizmin kuruluşunda ilerlemeye devam edildi. 1924-39 arasında Sovyet işçi sınıfı ilgisini ve enerjisini, sosyalist kuruluşa odakladı. Bu enternasyonalizme ve dünya devrimine ihanet değildir. SB, dünya sosyalist devrimine sırt çevirmemiştir. Örneğin, 1926-7 yılında İngiltere’de yükselen işçi sınıfı hareketini destekleyen Sovyet yönetimi, 1932 yılında bu kez KPD’ye yardım etmekteydi. Moğolistan, Çin Halk Cumhuriyeti, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti, Laos, Vietnam, Kamboçya, Bulgaristan, Arnavutluk, Romanya, Macaristan, Çekoslavakya, Polonya, Demokratik Almanya Cumhuriyeti, Küba, Demokratik Yemen, Angola, Mozambik, Etiyopya, Afganistan… Tüm bu ülkelerin devrimci iktidarla tanışmasında ve iktidarı korumasında SB’nin özel katkısı bulunuyordu. SB’nin dünya devrimine ihanet ettiği ve bu yüzden çözüldüğü önermesi doğru değildir.

21) Hruşçov’un “barış içinde bir arada yaşama” politikasında yanlış olan barış istemek değildi. Emperyalistlerle barış yapılsa da, asla barışılmaz, mücadele edilir. Emperyalizmin militarist politikalarına karşı yanıtlar vermek varken, ideolojik açıdan ülkeyi savunmasız kılan bu politika, “emperyalizm ve sosyalist devrimler çağı” tanımlamasının yerine geçirildi. Emperyalist ülkelerle mücadele gevşetildi.

22) SB’nin ve dünya işçi sınıfı hareketinin yenildiği coğrafya Avrupa’dır. SB Avrupa’yı bir mücadele alanı olarak terk etmiş, Avrupa’da bir mücadele stratejisi geliştirememiştir. Stalin, gelişmiş kapitalist ülkelerde yeni bir devrimci dönem açılıncaya kadar, emperyalizmle barışı korumak üzerine strateji geliştirmiştir. Stalin’in ölümünden sonra buna bir de, geri kalmış coğrafyalarda emperyalizmi kemirme unsuru eklendi. SB Asya, Afrika ve Latin Amerika’da sömürgeciliğe karşı mücadeleye anti-emperyalist ve sosyalizan bir karakter veren hareketlere açık destekler verdi. SB güvenliğini Avrupa’da kurmuştu, fakat emperyalistlerin halk demokrasileri olan ülkelere ve Baltık Cumhuriyetleri’ne baskısına karşı etkili mücadele geliştirmedi. Emperyalizm, Yugoslavya’yı işin başında kendisine bağlamıştı, Polonya ve Macaristan’ın ekonomisine ve siyasal yaşamına sürekli müdahale ediyordu, Romanya’yı diplomatik etki altına almışlardı, Çekoslovakya ve DAC’inde karşı-devrimci unsurları her zaman diri tuttu. ABD, Avrupa’da, SB’ne dönük “insan hakları ve demokrasi” başlığında bir saldırı başlatmıştı. SSCB tartışma masasına yatırılmıştı…

2. Dünya Savaşı sonrasında SBKP, diğer ülkelerdeki devrimci ve komünist partilere yardım etmiştir, fakat bu partilerin iç işlerine de karışmış ve bazı komünist partileri geriye çekmiştir. SB, hangi ülkede hangi partinin “resmi” parti olduğunu belirler hale gelmiştir. Bunlar yanlıştı. Öte yandan, SBKP “Maoizm, troçkizm ve goşizm”le uğraşayım derken, anti-leninist ve anti-sovyetik Avro-komünizmle ideolojik mücadeleye girişmemiştir. Oysa SB’nin kuşatılmasında Avro-komünizm de yer almaktaydı. Son olarak Çin’in sosyalist kamptan kopması, SB’ni çözülüşe götüren diğer nedenlerden biriydi…

27 Ekim 2022 Perşembe

SSCB’ye Dair Yalanlar ve Gerçekler (III)

Çevirenler: Kerem Cantekin, Mahmut Boyuneğmez

Yazı dizisinin III.sünü yayınlıyoruz. İlk iki yazının bağlantı adresleri şöyle:

https://marksistarastirmalar.blogspot.com/2022/10/sscbye-dair-yalanlar-ve-gercekler-i.html

https://marksistarastirmalar.blogspot.com/2022/10/sscbye-dair-yalanlar-ve-gercekler-ii.html

4. Şimdi sorulan dördüncü soruya dönelim. 1953'ten önce, özellikle 1937-38 tasfiyeleri sırasında kaç kişi idama mahkûm edildi?

Robert Conquest'in Bolşeviklerin 1930 ile 1953 yılları arasında çalışma kamplarında 12 milyon siyasi tutukluyu öldürdüğü iddiasını daha önce belirtmiştik. Bunlardan 1 milyonunun 1937 ile 1938 yılları arasında öldürüldüğünü iddia ediyordu. Soljenitsin'in çalışma kamplarında ölenler için verdiği sayılar on milyonları buluyor. Ona göre, sadece 1937-38'de çalışma kamplarında ölenler 3 milyondu. Sovyetler Birliği'ne karşı yürütülen kirli propaganda savaşı sırasında daha da yüksek sayılar aktarıldı. Örneğin, Rus Olga Shatunovskaya, 1937-38 tasfiyelerinde 7 milyon kişinin öldüğünden bahsediyor.

Ancak şimdi Sovyet arşivlerinden çıkan belgeler farklı bir hikâye anlatıyor. İdam cezasına çarptırılanların sayısının farklı arşivlerden toplanması gerektiğini ve araştırmacıların yaklaşık bir sayıya ulaşabilmek için bu çeşitli arşivlerden bir şekilde veri toplamak zorunda olduklarını burada baştan belirtmek gerekir. Bu da aynı kişinin iki farklı belgede yer alması sonucunda iki defa sayılması riskine ve dolayısıyla gerçeklikten daha yüksek tahminler üretme riskine yol açar. Yeltsin'in eski Sovyet arşivlerinin sorumluluğunu üstlenmesi için görevlendirdiği Dimitri Volkogonov'a göre, 1 Ekim 1936 ile 30 Eylül 1938 arasında askeri mahkemeler tarafından ölüme mahkûm edilen 30.514 kişi vardı. KGB'den bir bilgi daha geliyor: Şubat 1990'da basına açıklanan bu bilgiye göre, 1930-1953 arasındaki 23 yılda devrime karşı işlenen suçlardan ölüme mahkûm edilen 786.098 kişi vardı. KGB'ye göre bunların 681.692'si 1937-1938 yılları arasında mahkûm edildi. KGB'nin sayılarını teyit etmek mümkün değil ve bu son bilgi şüpheye açık. Sadece iki yıl içinde bu kadar çok insanın ölüme mahkûm edilmesi çok garip olurdu. Bugünkü kapitalizm yanlısı KGB'nin bize sosyalizm yanlısı KGB'nin bilgilerini doğru vermesi mümkün mü? Her ne olursa olsun, KGB bilgilerindeki istatistiklerin, söz konusu 23 yıl boyunca ölüme mahkûm edildiği söylenenler arasında kapitalizm yanlısı KGB'nin Şubat 1990 tarihli basın açıklamasında iddia ettiği gibi sadece karşı-devrimcileri değil, karşı-devrimciler kadar adi suçluları da içerip içermediğinin doğrulanması gerekiyor. Arşivler ayrıca adi suçluların sayısı ile ölüme mahkûm edilen karşı-devrimcilerin sayısının yaklaşık olarak eşit olduğu sonucuna varma eğilimindedir.

Buradan çıkarabileceğimiz sonuç, 1937-38'de ölüme mahkûm edilenlerin sayısının Batı propagandasının iddia ettiği gibi birkaç milyon değil, 100.000'e yakın olduğudur.

Sovyetler Birliği'nde ölüme mahkûm edilenlerin hepsinin aslında idam edilmediğini de akılda tutmak gerekir. Ölüm cezalarının büyük bir kısmı çalışma kamplarında geçirilen cezalara çevrildi. Adi suçlular ve karşı devrimciler arasında ayrım yapmak da önemlidir. Ölüm cezasına çarptırılanların çoğu, cinayet veya tecavüz gibi şiddet suçları işledi. 60 yıl önce bu tür suçlar çok sayıda ülkede ölümle cezalandırılıyordu.

Soru 5: Ortalama hapis cezası ne kadardı?

Hapis cezalarının uzunluğu, Batı propagandasının en iğrenç dedikodusunun konusu oldu. Olağan ima, Sovyetler Birliği'nde mahkûm olmanın sonsuz yıllar hapis yatma anlamına geldiği yönündeydi ve hapse girenler asla dışarı çıkmazdı. Bu doğru değil. Stalin döneminde hapse girenlerin büyük çoğunluğu en fazla 5 yıl hapis cezasına çarptırıldı.

American Historical Review'de yayınlanan istatistikler gerçekleri gösteriyor. 1936'da Rusya Federasyonu'ndaki adi suçlular aşağıdaki cezaları aldı: 5 yıla kadar: % 82,4; 5-10 yıl arası: % 17,6. 1937'den önce mümkün olan en yüksek hapis cezası 10 yıldı. 1936'da Sovyetler Birliği'nin sivil mahkemelerinde hüküm giyen siyasi mahkûmlar aşağıdaki cezalara çarptırıldı: 5 yıla kadar: % 44,2; 5-10 yıl arası %50,7. Daha uzun cezaların çekildiği gulag çalışma kamplarında hüküm giyenlere gelince, 1940 istatistiklerine göre 5 yıla kadar cezası olanlar % 56,8, 5-10 yıl arasında olanlar ise % 42,2. Sadece % 1'i 10 yıldan fazla hapis cezasına çarptırıldı.

1939 için Sovyet mahkemeleri tarafından üretilen istatistiklere sahibiz. Bu yıl hapis cezalarının dağılımı şu şekildedir: 5 yıla kadar % 95,9; 5-10 yıl arası %4; 10 yıldan fazla %0,1.

Görüldüğü gibi, Sovyetler Birliği'nde hapis cezalarının sonsuz olduğu varsayımı, sosyalizme karşı mücadele için Batı'da yayılan bir başka efsanedir.

Sovyetler Birliği hakkındaki yalanlar: Araştırma raporlarına ilişkin kısa bir tartışma.

Rus tarihçilerin yaptığı araştırma, kapitalist dünyanın son 50 yılda okullarında ve üniversitelerinde öğretilenden tamamen farklı bir gerçeği gösteriyor. Bu 50 yıllık soğuk savaş sırasında, birkaç nesil Sovyetler Birliği hakkında sadece birçok insan üzerinde derin etki bırakan yalanları öğrendi. Bu gerçek, Fransız ve Amerikan araştırmalarından yapılan raporlarda da doğrulanmaktadır. Bu raporlarda hükümlülerin ve ölenlerin sıralandığı veriler, sayılar ve tablolar çoğaltılmakta ve bu sayılar yoğun tartışmalara konu olmaktadır. Ancak dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, hüküm giymiş kişilerin işledikleri suçların hiçbir zaman ilgi konusu olmadığıdır. Kapitalist siyasi propaganda, Sovyet mahkûmlarını her zaman masum kurbanlar olarak sunmuştur ve araştırmacılar bu varsayımı sorgulamadan benimsemişlerdir. Araştırmacılar istatistik sütunlarından olaylarla ilgili yorumlarına geçtiklerinde, burjuva ideolojileri öne çıkıyor - bazen ürkütücü sonuçlarla. Sovyet ceza sistemi altında mahkûm edilenlere masum kurbanlar muamelesi yapılıyor, ancak gerçek şu ki, bunların çoğu hırsız, katil, tecavüzcü vb. Bu suçlar Avrupa'da veya ABD'de işlenseydi, suçları işleyenler masum kurbanlar olarak değerlendirilmezdi. Ama suçlar Sovyetler Birliği'nde işlendiği için durum farklı. Bir katile veya birden fazla kişiye tecavüz etmiş birine masum kurban demek çok pis bir oyundur. Sovyet adaleti hakkında yorum yaparken, en azından şiddet suçlarından hüküm giymiş suçlularla ilgili olarak, cezanın doğasıyla ilgili olarak değerlendirilemezse bile, en azından mahkûmiyetin uygunluğu konusunda bir miktar sağduyu gösterilmelidir.

Kulaklar ve karşı-devrim

Karşı-devrimciler söz konusu olduğunda, suçlandıkları suçları da düşünmek gerekir. Bu sorunun önemini göstermek için iki örnek verelim: Birincisi 1930'ların başında mahkûm edilen Kulaklar, ikincisi ise 1936-38'de mahkûm edilen komplocular ve karşı-devrimciler.

Araştırma raporlarına göre, zengin köylüler olan kulaklardan, 381.000 aile, yani sürgüne gönderilen yaklaşık 1,8 milyon insan vardı. Bu insanların az bir kısmı, çalışma kamplarında veya kolonilerde hizmet etmeye mahkûm edildi. Ama bu cezalara neden olan neydi?

Zengin Rus köylüleri olan kulaklar, yoksul köylüleri yüzlerce yıldır sınırsız baskıya ve dizginsiz sömürüye maruz bırakmıştı. 1927'de 120 milyon köylü içindeki 10 milyon kulak lüks içinde yaşarken, geriye kalan 110 milyonu yoksulluk içinde yaşıyordu. Devrimden önce en sefil yoksulluk içinde yaşıyorlardı. Kulakların zenginliği, yoksul köylülerin düşük ücretli emeğine dayanıyordu. Yoksul köylüler kolektif çiftliklerde bir araya gelmeye başlayınca, kulak servetinin ana kaynağı yok oldu. Ama kulaklar pes etmediler. Kıtlığı kullanarak sömürüyü yeniden sağlamaya çalıştılar. Silahlı kulak grupları kolektif çiftliklere saldırdı, yoksul köylüleri ve partinin işçilerini öldürdü, tarlaları ateşe verdi ve çiftlik hayvanlarını öldürdü. Kulaklar, yoksul köylüler arasında açlığa neden olarak, yoksulluğun sürekliliğini ve kendi konumlarını güvence altına almaya çalışıyorlardı. Ardından gelen olaylar bu katillerin bekledikleri şeyler değildi. Bu kez devrimin desteğini alan yoksul köylüler, yenilen, hapsedilen, sürgüne gönderilen veya çalışma kamplarına mahkûm edilen kulaklardan daha güçlü olduklarını kanıtladılar.

10 milyon kulaktan 1,8 milyonu sürgüne gönderildi veya mahkûm edildi. Sovyet kırsalında 120 milyon insanın katıldığı bu büyük sınıf mücadelesi sırasında adaletsizlikler yaşanmış olabilir. Ama yaşamaya değer bir hayat için verdikleri mücadelede, çocuklarının okuma yazma öğrenemeden açlıktan ölmemesini sağlamak için verdikleri mücadelede, yeterince “medeni” olmadıkları veya mahkemelerinde yeterince “merhamet” göstermedikleri için yoksulları ve mazlumları suçlayabilir miyiz? Yüzlerce yıldır medeniyetin ilerlemelerine erişimi olmayan insanlara medeni olmadıkları söylenerek parmak gösterilebilir mi? Kulaklar, sonsuz sömürü yılları boyunca yoksul köylülerle olan ilişkilerinde ne zaman medeni veya merhametli oldu?

1937 Tasfiyeleri

İkinci örneğimiz, 1936-38 duruşmalarında mahkûm edilen karşı-devrimcilere ilişkin ki bu, parti, ordu ve devlet aygıtından tasfiyeleri izledi; kökleri ise Rusya'daki devrimci hareketin tarihinde yatmaktadır. Milyonlarca insan Çar'a ve Rus burjuvazisine karşı muzaffer mücadeleye ve bunların çoğu Rus Komünist Partisi'ne katıldı. Bütün bu insanlar arasında, ne yazık ki, proletarya ve sosyalizm için savaşmaktan başka nedenlerle partiye girenler de vardı. Ancak sınıf mücadelesi öyle yoğundu ki, çoğu zaman yeni parti militanlarını test etmek için ne zaman ne de fırsat vardı. Kendilerini sosyalist olarak adlandıran ve Bolşevik partisine karşı savaşan diğer partilerden militanlar bile Komünist Partiye kabul edildi. Bu yeni aktivistlerin bir kısmına, sınıf mücadelesine katkı koyma yeteneklerine bağlı olarak Bolşevik Parti, devlet ve silahlı kuvvetlerde önemli pozisyonlar verildi. Bunlar genç Sovyet devleti için çok zor zamanlardı ve kadroların -hatta okuyabilen insanların bile- büyük eksikliği, partiyi yeni eylemcilerin ve kadroların kalitesi konusunda çok az talepte bulunmaya zorladı. Bu sorunlar nedeniyle zaman içinde partiyi iki kampa bölen bir çelişki ortaya çıktı - bir yanda sosyalist bir toplum inşa etme mücadelesinde ilerlemek isteyenler, diğer yanda koşulların henüz sosyalizmi inşa etmek için olgunlaşmamış olduğunu düşünen ve sosyal demokrasiyi destekleyenler. Bu fikirlerin kökeni, Temmuz 1917'de partiye katılan Troçki'de yatmaktadır. Troçki zaman içinde tanınan Bolşeviklerden bazılarının desteğini almayı başardı. Orijinal Bolşevik planına karşı birleşen bu muhalefet, 27 Aralık 1927'de bu iki yoldan hangisinin seçileceğine ilişkin bir oylama yaptırdı. Kullanılan 725.000 oydan muhalefet 6.000 oy aldı - yani parti aktivistlerinin %1'inden azı birleşik muhalefeti destekledi.

Muhalefet, partininkine karşıt bir politika için çalışmaya başlayınca, Komünist Parti Merkez Komitesi birleşik muhalefetin başlıca liderlerini partiden ihraç etmeye karar verdi. Merkez muhalefet figürü Troçki, Sovyetler Birliği'nden atıldı. Ancak bu muhalefetin hikâyesi burada bitmedi. Pyatakov, Radek, Preobrazhinsky ve Smirnov gibi önde gelen Troçkistlerin yaptığı gibi Zinoviev, Kamenev ve Zvdokine daha sonra özeleştirilerde bulundular. Hepsi bir kez daha aktivist olarak partiye kabul edilerek parti ve devlet görevlerini yeniden üstlendiler. Sovyetler Birliği'nde sınıf mücadelesi her keskinleştiğinde muhalif liderler karşı devrimin yanında birleştiğinden, muhalefetin özeleştirilerinin gerçek olmadığı zamanla anlaşıldı. Muhaliflerin çoğu, 1937-38'de durum tamamen netleşmeden önce birkaç kez daha ihraç edildi ve yeniden kabul edildi.

1937 Moskova Duruşmalarından bir kare

Endüstriyel Sabotaj

Aralık 1934'te Leningrad parti örgütünün başkanı ve Merkez Komite'nin en önemli isimlerinden biri olan Kirov'un öldürülmesi, parti ve ülke yönetimini şiddet yoluyla ele geçirmek için bir komplo hazırlamakla meşgul olan gizli bir örgütün ortaya çıkarılmasına yol açacak soruşturmayı ateşledi. 1927'de siyasi mücadeleyi kaybeden muhalefet, şimdi devlete karşı örgütlü şiddet yoluyla kazanmayı umuyordu. Başlıca silahları endüstriyel sabotaj, terörizm ve yolsuzluktu. Muhalefetin ana ilham kaynağı olan Troçki, faaliyetlerini yurt dışından yönetti. Endüstriyel sabotaj Sovyet devletinde büyük maliyetlerle korkunç kayıplara neden oldu, örneğin çok büyük maliyetlerle üretilen önemli makineler onarılamayacak kadar hasar gördü, madenlerde ve fabrikalarda üretimde büyük bir düşüş yaşandı.

1934'te sorunu tanımlayan kişilerden biri, Sovyetler Birliği'nde çalışmak üzere sözleşmeli yabancı uzmanlardan biri olan Amerikalı mühendis John Littlepage'di. Littlepage, 1927-37 yılları arasında, özellikle altın madenlerinde olmak üzere, Sovyet madencilik endüstrisinde 10 yıl çalıştı. Sovyet Altınının Peşinde adlı kitabında şöyle yazıyor: “Onlardan kaçınabildiğim sürece Rusya'daki siyasi manevraların incelikleriyle hiç ilgilenmedim; ama işimi yapabilmek için Sovyet endüstrisinde neler olduğunu incelemek zorundaydım. Ve Stalin ve arkadaşlarının, hoşnutsuz devrimci komünistlerin onların en büyük düşmanları olduğunu keşfetmelerinin uzun zaman aldığına sıkı sıkıya ikna oldum.”

Littlepage ayrıca, kişisel deneyiminin, hükümeti düşürmeye zorlama planlarının bir parçası olarak büyük endüstriyel sabotajların kullanıldığı, yurtdışından yönlendirilen büyük bir komplonun var olduğu yönündeki resmi açıklamayı doğruladığını da yazdı. 1931'de Littlepage, Urallar ve Kazakistan'ın bakır ve bronz madenlerinde çalışırken bunu dikkate almak zorunda olduğunu hissetmişti. Madenler, halkın ağır sanayi komiseri yardımcısı Pyatakov'un genel yönetimi altındaki büyük bir bakır/bronz kompleksinin parçasıydı. Madenler, üretim ve işçilerinin sağlığı söz konusu olduğunda felaket bir durumdaydı. Littlepage, bakır/bronz kompleksinin üst yönetiminden gelen organize bir sabotaj olduğu sonucuna vardı.

Littlepage'in kitabı ayrıca bize Troçkist muhalefetin bu karşı-devrimci faaliyet için gerekli parayı nereden elde ettiğini de anlatıyor. Gizli muhalefetin birçok üyesi, yurtdışındaki belirli fabrikalardan makine satın alınmasını onaylamak için konumlarını kullandı. Onaylanan ürünler, Sovyet hükümetinin gerçekte parasını ödediği ürünlerden çok daha düşük kalitedeydi. Yabancı üreticiler Troçki'nin örgütüne bu tür işlemlerden elde edilen gelirin bir kısmını verdiler, bunun sonucunda Troçki ve Sovyetler Birliği'ndeki onunla ortak komplocular, bu üreticilerden sipariş vermeye devam ettiler.

Hırsızlık ve yolsuzluk

Bu prosedür, Littlepage tarafından 1931 baharında Berlin'de madenler için endüstriyel asansörler satın alırken gözlemlendi. Sovyet heyetine Pyatakov başkanlık ediyordu ve Littlepage asansörlerin kalitesini doğrulamaktan ve satın almayı onaylamaktan sorumlu uzmandı. Littlepage, Sovyet amaçları için faydasız, düşük kaliteli asansörlerin yer aldığı bir dolandırıcılığı keşfetti, ancak Pyatakov'a ve Sovyet heyetinin diğer üyelerine bu gerçeği bildirdiğinde, sanki bu gerçekleri gözden kaçırmak istiyorlarmış gibi soğuk karşılandı ve asansörlerin satın alınmasını onaylaması gerektiği konusunda ısrar ettiler. Littlepage bunu yapmazdı. O sırada, olanların kişisel yolsuzluk olduğunu ve delegasyon üyelerine asansör üreticileri tarafından rüşvet verildiğini düşündü. Ancak 1937 davasında Pyatakov, Troçkist muhalefetle bağlantılarını itiraf ettikten sonra Littlepage, Berlin'de tanık olduğu şeyin kişisel düzeyde yolsuzluktan çok daha fazlası olduğu sonucuna vardı. Söz konusu para, Sovyetler Birliği'ndeki gizli muhalefetin sabotaj, terörizm, rüşvet ve propagandayı içeren faaliyetlerini karşılamaya yönelikti.

Batı burjuva basınının çok sevdiği Zinovyev, Kamenev, Pyatakov, Radek, Tomsky, Buharin ve diğerleri, Sovyet halkı ve partisinin kendilerine emanet ettiği konumları, devletten para çalmak için, böylelikle sosyalizm düşmanlarının bu parayı sabotaj amacıyla ve Sovyetler Birliği’ndeki sosyalist topluma karşı savaşta kullanmalarını sağlamak için kullandılar.

Darbe planları

Hırsızlık, sabotaj ve yolsuzluk kendi içlerinde ciddi suçlardır, ancak muhalefetin faaliyetleri çok daha ileri gitti. Komünist Parti Merkez Komitesinin en önemli üyelerinin öldürülmesiyle başlayarak tüm Sovyet liderliğinin ortadan kaldırılacağı bir darbe yoluyla devlet iktidarını ele geçirmek amacıyla karşı-devrimci bir komplo hazırlanıyordu. Darbenin askeri tarafı, Mareşal Tukhaçevski başkanlığındaki bir grup general tarafından yürütülecekti.

Kendisi de bir Troçkist olan ve Stalin ve Sovyetler Birliği'ne karşı birkaç kitap yazan Isaac Deutscher'e göre, darbe Kremlin'e ve Moskova ve Leningrad gibi büyük şehirlerdeki en önemli birliklere karşı askeri bir operasyonla başlatılacaktı. Deutscher'e göre komplo, Tukhaçevski ile birlikte ordu siyasi komiserliği başkanı Gamarnik, Leningrad Komutanı General Yakir, Moskova askeri akademisi komutanı General Uborevich ve bir süvari komutanı General Primakov tarafından yönetiliyordu.

Mareşal Tukhaçevski eski Çarlık ordusunda bir subaydı ve devrimden sonra Kızıl Ordu'ya geçti. 1930'da subayların yaklaşık %10'u (4500'e yakın) eski Çarlık subaylarıydı. Birçoğu burjuva bakış açısını asla terk etmedi ve bu bakış açısı adına savaşmak için bir fırsat bekliyordu. Bu fırsat, muhalefet darbeye hazırlanırken ortaya çıktı.

Bolşevikler güçlüydü, ancak sivil ve askeri komplocular güçlü arkadaşlar edinmeye çalıştılar. Buharin'in 1938'de halka açık duruşmasında yaptığı itirafa göre, Troçkist muhalefet ile Nazi Almanyası arasında, Sovyetler Birliği'ndeki karşı-devrimci darbenin ardından Ukrayna da dâhil olmak üzere geniş toprakların Nazi Almanya'sına bırakılacağı bir anlaşmaya varıldı. Bu, Nazi Almanyası'nın karşı-devrimcilere destek vaadi için talep ettiği bedeldi. Buharin, bu anlaşma hakkında Troçki'den konuyla ilgili bir emir alan Radek tarafından bilgilendirilmişti. Sosyalist topluma öncülük etmek, onu yönetmek ve savunmak için yüksek konumlara seçilen tüm bu komplocular, gerçekte sosyalizmi yıkmak için çalışıyorlardı. Her şeyden önce tüm bunların, Nazi tehlikesinin sürekli arttığı, Nazi ordularının Avrupa'yı ateşe verdiği ve Sovyetler Birliği'ni işgal etmeye hazırlandığı 1930'larda yaşandığını hatırlamak gerekir.

Komplocular, halka açık bir yargılamanın ardından hain olarak ölüme mahkûm edildi. Sabotaj, terör, yolsuzluk, cinayete teşebbüsten suçlu bulunan ve ülkenin bir kısmını Nazilere teslim etmek isteyenler için farklı bir karar alınması mümkün değildi. Onlara masum kurbanlar demek tamamen yanlıştır.

Daha çok sayıda yalancı

Robert Conquest aracılığıyla Batı propagandasının Kızıl Ordu'daki tasfiyeler hakkında nasıl yalan söylediğini görmek ilginç. Conquest, Büyük Terör (The Great Terror) adlı kitabında, 1937'de Kızıl Ordu'da 70.000 subay ve siyasi komiser olduğunu ve bunların %50'sinin (yani 15.000 subay ve 20.000 komiser) siyasi polis tarafından tutuklandığını, ya idam edildiğini ya da çalışma kamplarında ömür boyu hapsedildiğini söylüyor. Conquest'in bu iddiasında da tek bir doğru söz yoktur. Tarihçi Roger Reese, Kızıl Ordu ve Büyük Tasfiyeler adlı eserinde, 1937-38 tasfiyelerinin ordu için gerçek boyutunu gösteren sayıları verir. Kızıl Ordu ve hava kuvvetlerinin komutasındaki kişilerin, yani subay ve siyasi komiserlerin sayısı 1937'de 144.300 iken 1939'da 282.300'e yükseldi. 1937-38 tasfiyelerinde 34.300 subay ve siyasi komiser siyasi nedenlerle ihraç edildi. Bununla birlikte, Mayıs 1940'a kadar, 11.596 kişi zaten rehabilite edilmiş ve görevlerine iade edilmişti. Bu, 1937-38 tasfiyeleri sırasında, 22.705 subay ve siyasi komiserin (13.000'e yakın ordu subayı, 4.700 hava kuvvetleri subayı ve 5.000 siyasi komiserin) görevden alındığı anlamına geliyordu; bu, tüm subay ve komiserlerin % 7,7’sine tekabül ediyor – Conquest’in iddia ettiği gibi %50’sine değil. Görevden alınan % 7,7'lik oran içerisinde bazıları hain olarak mahkûm edildi, ancak bunların büyük çoğunluğu, mevcut tarihi materyallerden anlaşılabileceği gibi, sivil hayata geri döndü.

Son bir soru. 1937-38 duruşmaları sanıklar için adil miydi? Örneğin, gizli muhalefet için çalışan en yüksek parti görevlisi Buharin'in davasını inceleyelim. O zaman Moskova'daki Amerikan büyükelçisi olan ve tüm duruşmaya katılan Joseph Davies adlı tanınmış bir avukata göre, Buharin'in duruşma boyunca serbestçe konuşmasına ve herhangi bir engel olmaksızın kendisini savunmasına izin verildi. Joseph Davies, Washington'a, duruşma sırasında sanıkların kendilerine isnat edilen suçlardan suçlu olduğunun kanıtlandığını ve duruşmaya katılan diplomatlar arasındaki genel görüşün, çok ciddi bir komplonun varlığının doğrulandığı yönünde olduğunu yazdı.

Tarihten ders alalım

Hakkında binlerce yalan makale ve kitabın yazıldığı, yanlış izlenimler taşıyan yüzlerce filmin çekildiği Stalin dönemindeki Sovyet ceza sisteminin tartışılması önemli dersler doğurmaktadır. Gerçekler, burjuva basınında sosyalizmle ilgili yayınlanan haberlerin çoğunlukla yanlış olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. Sağcılar, hâkim olduğu basın, radyo ve TV aracılığıyla kafa karışıklığına neden olabilir, gerçekleri çarpıtabilir ve birçok kişinin yalanın gerçek olduğuna inanmasına neden olabilir. Bu, özellikle tarihsel sorular söz konusu olduğunda geçerlidir. Gerçek şu ki, sağcılar, Rus araştırma raporlarını bile bile, son 50 yıldır öğretilen yalanları, şimdi tamamen açığa çıkmış olsalar da, yeniden üretmeye devam ediyor. Sağ, tarihsel mirasını sürdürüyor: Bir yalan defalarca tekrarlandığında doğru olarak kabul ediliyor. Batı'da Rus araştırma raporlarının yayınlanmasından sonra, yalnızca Rus araştırmalarını sorgulamayı ve eski yalanların yeni gerçekler olarak kamuoyunun dikkatine sunulmasını amaçlayan bir dizi kitap farklı ülkelerde yayınlanmaya başladı. Bunlar, tıpkı daha öncekiler gibi baştan sona komünizm ve sosyalizm hakkında yalanlarla dolu, yalnızca sunumu iyi yapılmış kitaplar.

Sağcı yalanlar günümüzün komünistleriyle savaşmak için tekrarlanıyor. İşçiler kapitalizme ve neo-liberalizme alternatif bulamasınlar diye tekrarlanıyorlar. Bunlar gelecek için alternatif (sosyalist toplum) sunan komünistlere karşı yürütülen kirli savaşın bir parçası. Eski yalanları içeren tüm bu yeni kitapların ortaya çıkmasının nedeni budur.

Bütün bunlar, tarihe sosyalist dünya görüşüyle bakan herkese bir yükümlülük getiriyor. Burjuva yalanlarıyla mücadele etmek için komünist gazeteleri işçi sınıfının gazetelerine dönüştürme yönünde çalışmanın sorumluluğunu üstlenmeliyiz! Bu, kuşkusuz, yakın gelecekte yenilenmiş bir güçle yeniden yükselecek olan günümüz sınıf mücadelesinde üstlenilmesi gereken önemli görevlerden birisidir.

23 Ekim 2022 Pazar

SSCB’ye Dair Yalanlar ve Gerçekler (II)

Çevirenler: Kerem Cantekin, Mahmut Boyuneğmez

Yazı dizisinin II.sini yayınlıyoruz. İlkinin bağlantı adresi:
https://marksistarastirmalar.blogspot.com/2022/10/sscbye-dair-yalanlar-ve-gercekler-i.html

Arşivler propaganda yalanlarını gösteriyor

Sovyetler Birliği'nde ölen milyonlarla ilgili spekülasyonlar, Sovyetler Birliği'ne karşı yürütülen kirli propaganda savaşının bir parçasıdır; bu nedenle bu devletin yaptığı inkâr ve açıklamalar hiçbir zaman ciddiye alınmamış ve kapitalist basında yer bulamamıştır. Sermaye tarafından satın alınan 'uzmanlara' ise kurgularını yaymak için istedikleri kadar yer verilmiştir. Conquest ve diğer "eleştirmenler" tarafından milyonlarca ölü ve tutuklunun olduğu iddialarının ortak noktası, bunların hiçbir bilimsel temeli olmayan yanlış istatistiksel yaklaşımların ve değerlendirme yöntemlerinin sonucu olmalarıydı.

Sahte yöntemler ile milyonlarca ölü yaratılıyor

Conquest, Soljenitzin, Medvedev ve diğerleri, Sovyetler Birliği tarafından yayınlanan istatistikleri, örneğin ulusal nüfus sayımlarını kullandılar ve ülkedeki durumu hesaba katmadan sözde bir nüfus artışını eklediler. Bu şekilde, verilen yılların sonunda ülkede kaç kişinin olması gerektiğine bakarak sonuçlara vardılar. Eksik olanların sosyalizm yüzünden öldükleri veya hapse atıldıkları iddia edildi. Yöntem basit ama aynı zamanda tamamen hilelidir. Söz konusu yöntem batı dünyasına ait bir ülke için kullanılsaydı asla kabul edilmezdi. Böyle bir durumda, profesörlerin ve tarihçilerin bu tür uydurmaları protesto edecekleri kesindi. Ancak uydurmaların hedefinin Sovyetler Birliği olması onları kabul edilebilir hale getirdi. Bunun sebeplerinden biri kesinlikle, profesörlerin ve tarihçilerin mesleki ilerlemelerini profesyonel dürüstlüklerinin çok önüne koymalarıdır.

Robert Conquest'e göre (1961'de yaptığı bir tahminde) 1930'ların başında Sovyetler Birliği'nde 6 milyon insan açlıktan öldü. Conquest'in bu sayısı 1986'da 14 milyona yükseldi. Gulag çalışma kampları hakkında söylediklerine gelince, Conquest'e göre parti, ordu ve devlet aygıtında tasfiye başlamadan önce 1937'de bu kamplarda 5 milyon tutuklu vardı. Tasfiyelerin başlamasından sonra, Conquest'e göre, 1937-38 döneminde, 7 milyon mahkûm daha eklenecekti, bu da 1939'da çalışma kamplarında toplam 12 milyon mahkûm olduğu anlamına geliyordu. Bu 12 milyon insan Conquest’e göre siyasi tutsaktı. Conquest'e göre çalışma kamplarında siyasi mahkûmlardan çok daha fazla sayıda adi suçlu vardı. Bu da ona göre, Sovyetler Birliği'nin çalışma kamplarında 25-30 milyon mahkûmun olduğu anlamına geliyordu.

Yine Conquest'e göre 1937-1939 yılları arasında bir milyon siyasi mahkûm idam edildi ve 2 milyonu da açlıktan öldü. Ona göre, 1937-39 tasfiyelerinden elde edilen nihai sonuç 9 milyondu ve bu insanların 3 milyonu hapishanede öldü. Bu sayılar, Bolşeviklerin 1930 ile 1953 arasında en az 12 milyon siyasi tutsağı öldürdüğü sonucuna varabilmesi için Conquest tarafından “istatistiksel düzeltmeye” tabi tutuldu. İleriki yıllarda Conquest, Bolşeviklerin 1930’larda 26 milyon insanı öldürdüğü sonucuna vardı. Conquest, son istatistiksel manipülasyonlarından birinde, 1950'de Sovyetler Birliği'nde 12 milyon siyasi mahkûm olduğunu iddia etti.

Alexander Soljenitsin, Conquest ile aşağı yukarı aynı istatistiksel yöntemleri kullandı. Ancak bu sözde bilimsel yöntemleri farklı öncüllere dayanıp kullanarak, daha da uç sonuçlara vardı. Soljenitsin, Conquest'in 1932-33 kıtlığından kaynaklanan 6 milyon ölüm yaşandığı tahminini kabul etti. Bununla birlikte, 1936-39 tasfiyeleri dikkate alındığında, her yıl en az 1 milyon insanın öldüğüne inanıyordu. Soljenitsin, tarımın kolektifleştirilmesinden Stalin'in 1953'teki ölümüne kadarki sürede, komünistlerin Sovyetler Birliği'nde 66 milyon insanı öldürdüğünü söylüyordu. İkinci Dünya Savaşı'nda öldürüldüğünü iddia ettiği 44 milyon Rus'un ölümünden de Sovyet hükümetini sorumlu tutuyordu. Dolayısıyla 110 milyon Rus'un sosyalizmin kurbanı olduğunu savunuyordu. Mahkûmlar söz konusu olduğundaysa, Soljenitsin bize 1953'te çalışma kamplarındaki insan sayısının 25 milyon olduğunu söylüyor.

Gorbaçov arşivleri açıyor

1960'larda burjuva basınında yer alan bu fantezi figürleri koleksiyonu, bilimsel yöntemin uygulanmasıyla tespit edilen gerçekler olarak sunuldu.

Bu uydurmaların arkasında, başta CIA ve MI5 olmak üzere batı gizli servisleri vardı. Kitle iletişim araçlarının kamuoyu üzerindeki etkisi o kadar büyüktür ki, bugün bile Batılı ülkelerin nüfusunun büyük bir bölümü tarafından bu sayıların doğru olduğuna inanılmaktadır.

Sonra bu utanç verici durum daha da kötüleşti. Sovyetler Birliği'nde, 1990'da önemli bir değişiklik meydana geldi. Gorbaçov ile birlikte sosyalizme karşı olan her şey olumlu olarak selamlanmaya başlandı. Böylece sosyalizm altında öldüğü veya hapsedildiği iddia edilenlerin sayısında eşi görülmemiş spekülatif bir enflasyon oluşmaya başladı.

Ancak Gorbaçov bir yandan da “özgür basın”ın talebi üzerine, Merkez Komitesinin arşivlerini tarihsel araştırmalara aç. Komünist Parti Merkez Komitesi arşivlerinin açılması, gerçekten de bu karışık hikayedeki temel meseledir, bunun iki nedeni vardır: Öncelikle arşivlerde gerçeğe ışık tutabilecek bilgiler bulunabilir. Ancak daha da önemlisi, Sovyetler Birliği'nde öldürülen ve hapsedilen insan sayısı üzerine çılgınca spekülasyon yapanların, yıllardır arşivlerin açıldığı gün, alıntıladıkları sayıların doğrulanacağını iddia etmeleridir. Ölüler ve hapsedilenlerle ilgili spekülatörlerin her biri, durumun böyle olacağını iddia etti. Ancak arşivler açılıp gerçek belgelere dayalı araştırma raporları yayınlanmaya başlayınca çok garip bir şey oldu. Aniden hem Gorbaçov'un “özgür basın”ı, hem de ölüler ve hapsedilenler üzerine spekülasyon yapanlar arşivlere olan ilgilerini tamamen kaybetti.

Rus tarihçiler Zemskov, Dougin ve Xlevnjuk'un Merkez Komitesi arşivleri üzerinde 1990 yılından itibaren bilimsel dergilerde yer almaya başlayan araştırmalarının sonuçları görmezden gelindi. Bu tarihi araştırmanın sonuçlarını içeren raporlar, “özgür basın” tarafından ölenler veya hapsedilenler hakkında iddia ettikleri sayılarla ilgili olarak var olan enflasyonist akıma tamamen aykırıydı. Bu nedenle içerikleri yayınlanmamış olarak kaldı. Raporlar, kamuoyunun neredeyse hiç tanımadığı düşük tirajlı bilimsel dergilerde yayınlandı. Bilimsel araştırma sonuçlarının raporları, basının histerisiyle rekabet edemezdi, bu nedenle Conquest ve Soljenitsin'in yalanları eski Sovyetler Birliği nüfusunun birçok kesiminin desteğini almaya devam etti. Batı'da da, Rus araştırmacıların Stalin dönemindeki ceza sistemine ilişkin raporları, gazetelerin ön sayfalarında ve TV haber yayınlarında tamamen görmezden gelindi. Neden?..

Rus araştırmasının gösterdiği şey

Sovyet ceza sistemi üzerine yapılan araştırma, yaklaşık 9.000 sayfa uzunluğunda bir raporda ortaya konmuştur. Bu raporun birçok yazarı vardır, ancak bunların en bilinenleri Rus tarihçiler V N Zemskov, AN Dougin ve O V Xlevjnik'tir. Çalışmaları 1990'da yayınlanmaya başladı, 1993'te neredeyse tamamlanmıştı ve tamamına yakını yayınlanmıştı. Raporlar, farklı Batılı ülkelerin araştırmacıları arasındaki işbirliğinin bir sonucu olarak Batı’nın bilgisine açıldı. Onlar da bu raporları yayınladıkları araştırmalarda kullandılar. Yazarın aşina olduğu iki eser şunlardır: Fransız bilimsel araştırma merkezi CNRS'nin (Centre National de la Recherche Scientifique) baş araştırmacısı Nicholas Werth tarafından Eylül 1993'te Fransız l'Histoire dergisinde yer alan eser ve ABD'deki American Historical Review dergisinde yayınlanan Riverside'daki California Üniversitesi'nde tarih profesöolan J Arch Getty’nin eseri. Daha sonra yukarıda adı geçen araştırmacılar veya aynı araştırma ekibinden başkaları tarafından konuyla ilgili yazılmış kitaplar ortaya çıktı. Daha ileri gitmeden önce, gelecekte hiçbir kafa karışıklığı olmasın diye şunu belirtmek isterim ki, bu araştırmaya katılan bilim adamlarının hiçbiri sosyalist bir dünya görüşüne sahip değil. Aksine, onların bakış açısı burjuva ve anti-sosyalistti. Aslında birçoğu oldukça gericiydi. Olan şu ki, yukarıda adı geçen araştırmacılar sırf mesleki dürüstlüklerini birinci sıraya koydukları için Conquest, Soljenitsin, Medvedev ve diğerlerinin yalanlarını etraflıca açığa çıkarmışlardır.

Rus araştırmasının sonuçları, Sovyet ceza sistemi hakkında çok sayıda soruyu yanıtlıyor. Bizim için en önemli olan Stalin dönemidir ve o nedenle özellikle bu dönemi mercek altına alacağız. Bir dizi çok özel soru soracağız ve cevaplarımızı l'Histoire ve American Historical Review dergilerinde yayınlanan çalışmalarda bulmaya çalışacağız. Bu, Sovyet ceza sisteminin en önemli yönlerinden bazılarını tartışmanın en iyi yolu olacaktır.

Sorular şunlardır:

1. Sovyet ceza sistemi ne tür cezaevlerinden oluşuyordu?

2. Siyasi ve siyasi olmayan kaç mahkûm vardı?

3. Çalışma kamplarında kaç kişi öldü?

4. 1953'ten önceki yıllarda, özellikle 1937-38 tasfiyelerinde kaç kişi ölüme mahkûm edildi?

5. Hapis cezaları ortalama olarak ne kadardı?

Bu beş soruyu cevapladıktan sonra, Sovyetler Birliği'nde hükümlülerle ve ölümlerle ilgili olarak en sık adı geçen iki gruba, yani 1930'da mahkûm edilen Kulaklara ve 1936-38'de mahkûm edilen karşı-devrimcilere verilen cezaları ele alacağız.

(Çevirmenlerin Notu: Bu bölümde ilk üç sorunun cevabını içeren kısmı yayınlayacağız. Son iki sorunun cevabı ile kulaklar ve 1936-1938 yılları arası mahkûm edilenlerle ilgili kısmı yazının üçüncü bölümünde yayınlayacağız.)

1.    Ceza sisteminde çalışma kampları

Sovyet ceza sisteminin doğasıyla başlayalım. 1930'dan sonra Sovyet ceza sistemi hapishaneleri, çalışma kamplarını, gulag'ın çalışma kolonilerini, özel açık bölgeleri ve para cezası ödeme yükümlülüğünü içeriyordu. Gözaltına alınan her kimse, masum olup olmadığı ve böylece serbest bırakılıp bırakılamayacağı veya yargılanıp yargılanmayacağı konusunda soruşturmalar yapılırken genellikle normal bir hapishaneye gönderilirdi. Yargılanan bir sanık masum bulunabilir ve serbest bırakılabilir ya da suçlu bulunabilirdi. Suçlu bulunursa para cezasına, hapis cezasına veya çok nadiren de idama mahkûm edilebilirdi. Para cezası, belli bir süre için maaşının belirli bir yüzdesi olurdu. Hapis cezasına çarptırılanlar, işledikleri suçun türüne göre farklı cezaevlerine konuyordu.

Gulag çalışma kamplarına ciddi suçlar işleyenler (cinayet, soygun, tecavüz, ekonomik suçlar vb.) ile karşı-devrimci faaliyetlerden hüküm giyenlerin büyük bir kısmı gönderilirdi. 3 yıldan fazla hapis cezasına çarptırılan diğer suçlular da çalışma kamplarına gönderilebilirdi. Bir mahkûm çalışma kampında bir süre kaldıktan sonra, bir çalışma kolonisine veya özel bir açık bölgeye taşınabilirdi.

Letonya'daki Müzede Bir Gulag Kulubesi Rekonstrüksiyonu

Çalışma kampları, mahkûmların yakın gözetim altında yaşadığı ve çalıştığı çok geniş alanlardı. Çalışmaları ve topluma yük olmamaları gerekliydi. Hiçbir sağlıklı insan çalışmadan geçinemezdi. Bugünlerde insanların bunun korkunç bir şey olduğunu düşünmeleri mümkündür, ancak o zamanlar -dünyada- yöntem böyleydi. 1940'ta var olan çalışma kamplarının sayısı 53’tü.

425 gulag emek kolonisi vardı. Bunlar, daha özgür bir rejime ve daha az denetime sahip, çalışma kamplarından çok daha küçük birimlerdi. Bunlara daha kısa hapis cezası olan mahkûmlar gönderildi - daha az ciddiyette kriminal veya siyasi suçlar işleyen insanlar. Bu kolonilerin içinde insanlar fabrikalarda veya çiftliklerde özgürce çalıştılar ve sivil toplumun bir parçasını oluşturdular. Çoğu durumda, emeğinden kazandığı ücretlerin tamamı, bu açıdan herhangi bir işçiyle aynı muameleye tabi tutulan tutukluya aitti.

Özel açık bölgeler, genellikle kolektifleştirme sırasında özel mülkiyetlerine el konulan Kulaklar gibi sürgüne gönderilenler için oluşturulmuş tarım alanlarıydı. Küçük kriminal veya siyasi suçlardan suçlu bulunan diğer kişiler de bu bölgelere gönderilebilirdi.


2. İkinci soru, kaç siyasi mahkûm ve kaç adi suçlu olduğuyla ilgiliydi.

Bu soru, çalışma kamplarında, gulag kolonilerinde ve hapishanelerde hapsedilenleri içerir (ancak, işçi kolonilerinde, çoğu durumda, yalnızca kısmi özgürlük kaybı olduğu unutulmamalıdır). Aşağıdaki tablo, ceza sisteminin merkezi bir yönetim altında birleştirildiği 1934'ten Stalin'in öldüğü 1953 yılına kadar olan 20 yıllık bir dönemi kapsayan ve American Historical Review'de yer alan verileri göstermektedir.

Yıl

Gulag Çalışma Kamplarındaki Mahkûm Sayısı

Gulag Çalışma Kamplarındaki Karşı Devrimciler

Bir Yılda Ölen İnsan Sayısı

Serbest Bırakılan Mahkûmların Sayısı

Kaçan Mahkûmların Sayısı

Gulag İşçi Kolonilerindeki Mahkûm Sayısı

Hapishanelerde Tutulan Mahkûm Sayısı

Her Yıl 1 Ocakta Toplam Mahkûm Sayısı

 

 

Sayı

%

Sayı

%

 

 

 

 

 

1934

510,307

135,190

26.5

26,295

5.2

147,272

83,490

 

 

510,307

1935

725,438

118,256

16.3

28,328

3.9

211.035

67,493

240,259

 

965,697

1936

839,406

105,849

12.6

20,595

2.5

369,544

58,313

457,088

 

1,298,494

1937

820,881

104,826

12.8

25,378

3.1

364,437

58,264

375,488

 

1,196,369

1938

996,367

185,324

18.6

90,546

9.1

279.966

32,033

885,203

 

1,881,570

1939

1,317,195

454,432

34.5

50,502

3.8

223,622

12,333

355,243

350,538

2,022,976

1940

1,344,408

444,999

33.1

46,665

3.5

316,825

11,813

315,584

190,266

1,850,258

1941

1,500,524

420,293

28.7

100,997

6.7

624,275

10,592

429,205

487,739

2,417.468

1942

1,415,596

407,988

29.8

248,877

17.6

509,538

11,822

360,447

277,992

2,054,035

1943

983,974

345,397

35.6

166,967

17.0

336,135

6,242

500,208

235,313

1,719,495

1944

663,594

268,861

40.7

60,948

9.2

152,113

3,586

516,225

155,213

1,335,032

1945

715,506

283,351

41.2

43,848

8.1

336,750

2,196

745,171

279,969

1,740,646

1946

600,897

333,833

59.2

18,154

3.0

115,700

2,642

956,224

261,500

1,818,621

1947

808,839

427,653

54.3

35,668

4.4

194,886

3,779

912,794

306,163

2,027,796

1948

1,108,057

416,156

38.0

27,605

2.5

261,148

4,261

1,091,478

275,850

2,475,385

1949

1,216,361

420,696

34.9

15,739

1.3

178,449

2,583

1,140,324

 

2,356,685

1950

1,416,300

578,912

22.7

14,703

1.0

216,210

2,577

1,145,051

 

2,561,351

1951

1,533,767

475,976

31.0

15,587

1.0

254,269

2,318

994,379

 

2,528,146

1952

1,711,202

480,766

28.1

10,604

0.6

329,446

1,253

793,312

 

2,504,514

1953

1,727,970

465,256

26.9

5,825

0.3

937,352

785

740,554

 

2,468,524

Tablo: (Kaynak: Getty, J. A., Rittersporn, G. T., & Zemskov, V. N. (1993). American Historical Review)

Tablodan çıkarılması gereken bir dizi sonuç var. Başlangıç ​​olarak, buradaki verileri Robert Conquest tarafından verilenlerle karşılaştırabiliriz. Conquest 1939'da çalışma kamplarında 9 milyon siyasi mahkûm olduğunu ve 1937-1939 döneminde 3 milyon kişinin öldüğünü iddia ediyor. Conquest'in burada sadece siyasi mahkûmlardan bahsettiğini okur unutmasın! Conquest, bunların dışında, kamplarda siyasi mahkûmlardan çok daha fazla sayıda adi suçlu olduğunu söylüyor. 1950'de Conquest'e göre 12 milyon siyasi mahkûm vardı! Gerçek verilere bakarak, Conquest'in bir sahtekar olduğunu kolayca görebiliriz. Onun verdiği sayılardan hiçbiri gerçeğe tekabül etmiyor. 1939'da tüm kamplarda, kolonilerde ve hapishanelerde toplam 2 milyona yakın mahkûm vardı. Bunlardan 454.000'i, Conquest'in iddia ettiği gibi 9 milyonu değil, siyasi suçlar işledi. 1937 ve 1939 yılları arasında çalışma kamplarında ölenlerin sayısı Conquest'in iddia ettiği gibi 3 milyon değil 160.000 civarındaydı. 1950'de çalışma kamplarında 12 milyon değil, 578.000 siyasi mahkûm vardı. Okur, Robert Conquest'in bugüne kadar komünizme karşı sağcı propagandanın ana kaynaklarından biri olmaya devam ettiğini unutmasın. Sağcı sözde entelektüeller arasında Robert Conquest tanrısal bir figürdür. Alexander Soljenitsin'in aktardığı sayılara gelince - 60 milyon kişinin çalışma kamplarında öldüğü iddia ediliyor - yoruma gerek yok. Böyle bir iddianın saçmalığı ortada...

Gulag ile ilgili istatistikleri kendimiz somut olarak analiz edebilmemiz için şimdi bu sahtekârları bırakalım. Sorulacak ilk soru, ceza sistemine yakalanmış insanların sayısı hakkında hangi görüşü benimsememiz gerektiğidir? 2,5 milyon sayısının anlamı nedir? Hapse atılan her insan, toplumun her vatandaşa tam bir yaşam için ihtiyaç duyduğu her şeyi vermek için hala yeterince gelişmediğinin canlı kanıtıdır. Bu açıdan bakıldığında, 2,5 milyon, Sovyet toplumunun bir eleştirisini temsil ediyor.

İç ve dış tehdit

Ceza sistemine yakalanan kişi sayısının doğru bir şekilde açıklanması gerekiyor. Sovyetler Birliği, feodalizmi daha yeni deviren bir ülkeydi ve insan hakları konusundaki sosyal mirası genellikle toplum üzerinde bir yüktü. Çarlık gibi eskimiş bir sistemde, işçiler derin bir yoksulluk içinde yaşamaya mahkûmdu ve insan hayatının çok az değeri vardı. Hırsızlık ve şiddet içeren suçlar, sınırsız şiddetle cezalandırıldı. Monarşiye karşı isyanlar genellikle katliamlar, ölüm cezaları ve son derece uzun hapis cezalarıyla sonuçlandı. Bu sosyal ilişkiler ve bunlarla ilişkili zihin alışkanlıklarının değişmesi uzun zaman aldı-Sovyetler Birliği'nde toplumun gelişimini ve suçlulara karşı tutumları etkileyen bir gerçektir bu.

Dikkate alınması gereken bir diğer faktör de 1930'larda 160-170 milyona yakın nüfusa sahip bir ülke olan Sovyetler Birliği'nin yabancı ülkeler tarafından ciddi şekilde tehdit edilmiş olmasıdır. 1930'larda Avrupa'da meydana gelen büyük siyasi değişimler sonucunda, Nazi Almanya’sından gelen büyük bir savaş tehdidi vardı, bunun yanı sıra batı bloğu da müdahaleci hırslar barındırıyordu. Bu durum 1931 yılında Stalin tarafından şu sözlerle özetlenmiştir: “İleri ülkelerin 50-100 yıl gerisindeyiz. Bu açığı 10 yılda kapatmamız gerekiyor. Ya yaparız ya da yok oluruz.” On yıl sonra, 22 Haziran 1941'de Sovyetler Birliği, Nazi Almanyası ve müttefikleri tarafından işgal edildi. Sovyet toplumu gelmekte olan savaş için, kaynaklarının büyük bir bölümünün Nazilere karşı savunma hazırlıklarına ayrıldığı 1930-1940 arasındaki on yılda büyük çaba sarf etmek zorunda kaldı. Bu nedenle insanlar, kısa vadeli kişisel çıkarları bir yana bırakıp çok çalıştılar. 7 saatlik işgünü uygulaması 1937'de kaldırıldı ve 1939'da hemen hemen her Pazar iş günüydü. Yirmi yıl boyunca (1930'lar ve 1940'lar) toplumun gelişimi üzerinde asılı duran büyük bir savaşın olduğu böyle zor bir dönemde suç artma eğilimindeydi.

Bu çok zor zaman boyunca, Sovyetler Birliği hapishane sisteminde maksimum 2,5 milyon insanı, yani yetişkin nüfusun %2,4'ünü tuttu. Bu rakamı nasıl değerlendirebiliriz? Çok mu yoksa az mı? Gelin karşılaştıralım.

ABD'de daha fazla mahkûm

Örneğin Amerika Birleşik Devletleri'nde, 252 milyon nüfuslu (1996'da), dünya kaynaklarının %60'ını tüketen dünyanın en zengin ülkesinde kaç kişi hapiste? Herhangi bir savaş tehdidi altında olmayan ve ekonomik istikrarı etkileyen derin sosyal değişikliklerin olmadığı ABD'de durum nedir?

Ağustos 1997 gazetelerinde çıkan oldukça küçük bir haberde, FLT-AP haber ajansı, 1996’da ABD'de daha önce olmadığı kadar çok insanın hapiste olduğunu yazdı. Gazete haberine göre bu sayı 5,5 milyondu. Bu 1995'ten beri 200.000 kişilik bir artış demek ve 1996’da ABD'deki suçluların sayısının yetişkin nüfusun %2,8’ine eşit olduğu anlamına geliyor. Bu verilere Kuzey Amerika adalet bakanlığı aracılığı ile herkesin ulaşması mümkün. Kısacası 1996’da ABD'deki hükümlü sayısı, Sovyetler Birliği'nde şimdiye kadar tutulan en yüksek sayıdan 3 milyon daha fazla. Sovyetler Birliği'nde suçlarından dolayı yetişkin nüfusun en fazla %2,4'ü cezaevindeydi - ABD'de bu rakam %2,8 ve artıyor! ABD Adalet Bakanlığı'nın 18 Ocak 1998'de yaptığı basın açıklamasına göre, 1997 yılında ABD'de hükümlü sayısı 96.100 artış gösterdi.

Sovyet çalışma kampları söz konusu olduğunda, rejimin mahkûmlar için sert ve zor olduğu doğrudur, ancak bugün ABD'nin şiddet, uyuşturucu, fuhuş, cinsel kölelik ile dolu hapishanelerinde durum nedir? ABD hapishanelerinde yılda 290.000 tecavüz yaşanmaktadır. ABD’deki hapishanelerde kimse kendini güvende hissetmiyor.

3. Şimdi sorulan üçüncü soruya cevap verelim. Çalışma kamplarında kaç kişi öldü?

Oran yıldan yıla değişiyordu, 1934'te %5,2'den 1953'te %0,3'e. Çalışma kamplarındaki ölümlere, bir bütün olarak toplumdaki kaynakların genel kıtlığı, özellikle de salgın hastalıklarla mücadele için gerekli ilaçların yokluğu neden oldu. Bu sorun çalışma kamplarıyla sınırlı değildi, dünyanın her yerinde olduğu gibi, Sovyet toplumunun genelinde mevcuttu. Antibiyotikler İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra keşfedilip genel kullanıma sunulduğunda durum kökten değişti. Aslında en kötü yıllar, Nazi barbarlarının tüm Sovyet vatandaşlarına çok ağır yaşam koşulları dayattığı savaş yıllarıydı. Bu 4 yıl boyunca, çalışma kamplarında yarım milyondan fazla insan öldü - söz konusu 20 yıllık süre boyunca ölen toplam sayının yarısı. Unutmayalım ki aynı dönemde, savaş yıllarında, mahkûm olmayanlar arasında 25 milyon insan öldü. 1950'de Sovyetler Birliği'nde koşullar düzeldiğinde ve antibiyotikler kullanılmaya başlandığında hapishanede ölenlerin oranı %0,3'e düştü.

Not: Bu yazı dizisinin son bölümü, SSCB’de ölüm cezasının ne sıklıkla uygulandığı, ortalama mahkûmiyet süreleri ve SSCB ile ilgili araştırmalarda sıklıkla adı geçen iki grup, kulaklar ile 1937-1939 yılları arasında siyasi suçlardan mahkûm edilenler üzerine olacak.

[MAR] YOUTUBE KANALI

LİDER

Karl Marx - Kapital

Kısa Sovyet Film ve Belgeseller [Türkçe]