Marksist Araştırmalar [MAR] | Komünizm: Tarihin Çözülen Bilmecesi
sosyalist hareket etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sosyalist hareket etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Nisan 2025 Cuma

İşçi Enstitüleri

Mahmut Boyuneğmez

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın 2025 Ocak ayı istatistiklerine göre, Türkiye genelinde toplam 16 milyon 864 bin 733 işçi bulunmaktadır. 2022 yılı verilerine göre yaklaşık 2,8 milyon memur, işçi sınıfının bir diğer bölmesini oluşturmaktadır. Türkiye işçi sınıfının toplamda 19,6 milyon civarında bir niceliği vardır.

2025 Ocak ayı itibarıyla 2 milyon 524 bin 547 işçi bir işçi sendikasına üyedir. İşçiler için sendikalaşma oranı %14,97 olarak açıklanmıştır. 2022 verilerine göre memurların %72,63’ü sendikalı olup, 2 milyon 746 bin 681 memurdan 1 milyon 994 bin 845’i sendika üyesidir. İşçiler ve memurlar birlikte değerlendirildiğinde, Türkiye’de işçi sınıfının sendikalaşma oranı yaklaşık %20-25 aralığında bulunmaktadır.

1980’lerle birlikte neo-liberal sermaye birikim biçimine geçilmesi sonrası sendikalaşma oranları tüm dünyada gerilemektedir (Tablo 1).

Tablo 1

Türkiye’de 12 Eylül 1980 askeri darbesi öncesinde işçiler arasında yaklaşık yüzde 40 düzeyindeki sendikalaşma oranı, 2025 yılına gelindiğinde, kayıt dışı çalışanlar da dikkate alındığında kabaca her 10 işçiden 1’inin sendikalı olduğu düzeye kadar gerilemiştir (Tablo 2).

Tablo 2

Türkiye’de sendikalaşma oranlarının 1980’deki %40’tan 2025’te %14,97’ye düşüşüne yol açan temel nedenler şu şekilde özetlenebilir:

  • 1980 darbesi: Sendikalar yasaklanmıştır, grev hakları kısıtlanmıştır.
  • Yasal engeller: Noter şartı ve %10 işkolu barajı üyeliği zorlaştırmıştır.
  • Neoliberal politikalar: Özelleştirmeler sendikalı işçi sayısını azaltmıştır.
  • Kayıt dışı istihdam: %30-40 orandaki kayıt dışı çalıştırılan işçiler sendikalaşamamıştır.
  • Taşeronlaşma: Esnek çalışma sendikasız işçilerin sayısını artırmıştır.
  • Patron baskısı: Sendikalaşma girişimlerinde işten çıkarmalar yaygındır.
  • Grev yasakları: Grevler “milli güvenlik” gerekçesiyle engellenmiştir.
  • Sendika bürokrasisi: Çoğu sendika sarı/yandaş/korporatist sendikadır.
  • İşsiz kalma korkusu sendikalaşmadan caydırmaktadır.
  • 2012’de noter şartının kalkması ve 2018’de kamudaki taşeron işçilere kadro verilmesi, sendikalaşma oranını %14,97’ye yükseltmiştir.

Öte yandan Türkiye’de Hak-iş’in ve işçi sınıfının bir bölmesi olan memurlar arasında örgütlü Memur-Sen’in son on yıllarda üye sayısının hızlıca arttığı bilinmektedir. Hak-İş’in 2000-2025 arasında üye sayısında yaklaşık %295 artış gözlenmiştir (200,000’den 791,573’e). Memur-Sen’in 2000-2025 arasında üye sayısında yaklaşık %954 artış (100,000’den 1,054,672’ye) yaşanmıştır (Tablo 3). Memur-Sen’in büyüme hızı, 2015 sonrası üye tabanının doygunluğa ulaşmasıyla yavaşlamıştır. Bu sendikalar yandaş/korporatist sendikalardır.

Tablo 3

Bu tablolardan şu sonuçlara ulaşılmaktadır: Türkiye işçi sınıfının kabaca 1/5’i sarı/yandaş/korporatist sendikalara kapsanarak denetim altına alınmış, “hareketsiz” kılınmıştır. Geriye kalan büyük kesimi, patronların kayıt dışı işçi çalıştırma, taşeronlaştırma, işyeri ölçeklerinin küçültülmesi, sendikalaşmanın önündeki yasal/anayasal engeller, sermaye sınıfının işçileri sendikalaşmaları durumunda işten çıkarması gibi kapitalist devletin sermaye sınıfını kollayan politikaları hayata geçirmesi ve kapitalistlerin işçileri zorlamasıyla sendikal örgütlenmeden yoksun kılınmış bulunmaktadır.

Mevcut sendikalardaki sendika bürokrasilerinin egemenliğinin içeriden ilerici/sosyalist unsurlar tarafından etkisizleştirilip, işçiler lehine dönüştürülemediği ise kanıtlanmış durumdadır. Öyleyse ne yapılmalıdır?..

İşçi sınıfının ileri unsurlarıyla (öncü işçilerle) ortalama sınıf bilincine sahip işçileri bir araya getirecek, eğitim ve mücadeleyi birleştirme yeteneğinde organizasyonlara ihtiyaç bulunmaktadır. Sınıf bilincini geliştirmeye yönelik derslerin verildiği/alındığı, eğitim broşürlerinin hazırlandığı, işçi sınıfının kültürel birikiminde yer alan sinema, tiyatro, sinevizyon gösterimlerinin yapıldığı, okuma atölyelerinin kurulduğu, proletaryan sol kültürel üretimlerin sunulup, sergilendiği lokaller açılmalıdır. Bu lokallerin farklı işkollarından işçi/emekçileri bir araya getirip kaynaştırıcı, ilerici değerleri ve kültürü yeniden üreten, sosyalleşme/eğitim/mücadele ortamları olması gerekmektedir. Adları “İşçi Enstitüleri”, “İşçi Kulüpleri”, “İşçi Lokalleri” ya da “İşçi Dernekleri” olabilir.

Bu enstitülerde sınıf bilinci gelişen emekçiler, işyerlerindeki işçilerden öne çıkanları bu ortamlarla tanıştırabilir, geleceğe dönük bir “öncü işçi” birikiminin oluşmasına çalışabilirler. Üstelik işçi sınıfının önemli bir kesimi olan işsizlerle (işçi sınıfı içerisinde gerçek işsizlik oranı yüzde 30 düzeyindedir) sınıf bilinci ileride olan diğer emekçilerin temas kurması, bu mekanlarda sağlanabilir.

Bu yapılar/organizasyonlardaki bilişsel, duygusal, kültürel ve ideolojik atmosferin, sadelik ve basitlik özelliği gösteren, ortaklaştırıcı ve kolektif hareket etmeye uygun, halkçı ve proletaryan vasıflı olması uygun olacaktır. Akademik, elitist, karışık ve bulaşık üretimlerden mümkün olduğunca uzak durulmalıdır.

Önemli Not: “Sınıf bilinci”nin, erişilmesi gereken bir nihai “durum” olarak algılanması sorunludur. Örneğin Luddizm ve sendikalizm, proletaryanın sınıf bilincindeki gelişimin ilk uğrakları olmuştur. Komünist ideolojinin sınıfın geniş kesimleri tarafından benimsenmesiyse, proleter sınıf bilincinin daha gelişmiş ve sosyalist devrim sonrası gözlenen başka bir uğrağıdır. “Olağan” dönemlerde kapitalist toplumda, proletaryanın dünyaya bakışında halihazırda egemen olan ideolojilerin çeşitli motif, değer ve düşüncelerinden oluşan bir sınıf bilinci bulunur.

Bu yazıdaki tablo 2 ve 3’ü YZ “GROK” oluşturmuştur.

22 Ocak 2025 Çarşamba

Sosyalist hareketin bir ayak bağı

Mahmut Boyuneğmez

“Stalin şöyle demişti, Troçki şaşmaz bir akılla şunu savunmuştu ya da lider Mao bugünleri o zamandan öngörmüştü…” Buna benzer ifadeler, dünya ve Türkiye sosyalist hareketlerinde, yaygın ve belirgin bir tutumun dışavurumları durumunda. Geçmiş dönemlerin önder kadroları, politik ve teorik perspektif geliştiricileri hakkında, yazdıkları/söylediklerinin içeriğini tartıp değerlendirmek ve geçerliliğini koruduğu ölçüde bu içerikleri benimseyip, kullanmak yerine, bu liderlerin pratik başarılardaki payları ve oluşan kazanımlardaki katkıları nedeniyle adeta duygusal bir bağla onların düşüncelerinin statik şablonlar olarak günümüze taşınmasından bahsediyoruz. Bu tutum yanlıştır ve reddedilmelidir!..

Geçmiş devrimci süreçlere liderlik etmiş, önemli katkılarda bulunmuş kadrolara sempati duyulması, bu bireylerin sevilip sayılmasında bir sorun yoktur. Fakat bu sevgi ve saygının, siyasal bağlanmayı sağlayan ve bu bağlanmayı yeniden üreten temel unsur olması sağlıksızdır. “Yolumuz şu liderin yolu” türünde coşkunlukları biryana bırakmalı ve her ülke özgünlüğünde sosyalist devrime giden yolu açmanın/oluşturmanın çabası içerisinde olunmalıdır.

Amerika kıtasını her seferinde yeniden keşfetmeye gerek yoktur, fakat değişen dünya ve ülke koşullarını dikkate almadan geçmişin ruhlarını bugüne çağırıp, onlardan medet ummak, doğru olmayacaktır. Geçmiş teorik birikimin sağlam ve geçerliliğini yitirmeyen yanları olduğu gibi, geliştirilmesi gereken boyutları da vardır. Strateji ve politika üretimindeyse, içinde bulunulan konjonktürün ve somut koşulların teorik perspektifle ulaşılan siyasal ilkelerden taviz verilmeden değerlendirilmesi gerekir.

Mao, Stalin, Troçki, Che… Bu kadroların Marksizm’e ve politika üretimine getirdikleri katkılar ölçüsünde önemli ve değerli görülmesi gerekir. Bu liderlere karşı duyulan duygusal yakınlıklar, günümüz koşullarında strateji geliştirme ve teorik değerlendirmeleri geliştirme ve güncelleme çabasını gölgelememeli, sosyalizm mücadelesinin ayak bağı olmamalıdır. Ve bu yazılanlardan Lenin de muaf değildir.

Biz yalnız tek bir teori tanıyoruz: Marksizm. Dinamik, kendini yenileyen ve güncelleyen, kısacası geliştirilen, revizyonist bir şekilde olmadan tarihsel akışın getirdiği değişimleri ve yenilikleri kapsayıp, özümseyen bir teori. Bize göre ne Stalinizm, ne Maoizm, ne de Troçkizm adında bir teori ya da aktüel/cari siyasal perspektif yoktur. Bu tarihsel kişiliklerin yaptıklarından ve yazdıklarından öğrenilecekler vardır, fakat bunlardaki kalıcı ve sağlam yanları alıkoyarken, zamanında anlamlı olan günümüzdeyse tekrarlanması sağlıksız olan yanlar sahiplenilmemelidir. Zihnimizi geçerliliğini yitirmiş olan geçmişin siyasi doğruları ve politik ilkelerinin ağırlığından kurtarmak gerekir. Bu tavrın pusulasızlık olmadığı görülmelidir. Aksine ibreyi saptıran duygusallıklardan, geçerliliğini yitirmiş değerlendirmelere bağlılıktan, güncel siyasal mücadelelerde ayak bağlarından kurtulunmalıdır.

[MAR] YOUTUBE KANALI

LİDER

Karl Marx - Kapital

Kısa Sovyet Film ve Belgeseller [Türkçe]