Yazarın onayıyla yazısını MAR'da yayınlıyoruz:
1917’de Rusya’da
gerçekleşen Ekim devrimi, insanlığın eşitlik ve özgürlük arayışında çok önemli
ve coşkulu bir başlangıç idi. Devrim ile kurulan sosyalist sistem o dönemde pek
çok ülkeye esin kaynağı olmuştu. 1991 yılında Sovyetler Birliği’nde sistemin çöküşüyle
birlikte diğer sosyalist ülkeler de peşi sıra düştüler. En yaygın yorumla, 18.
yüzyılda başlayan kapitalist sistemin ömrüyle kıyaslandığında tarihin 74 yıl
gibi kısa bir dönemini kapsayan sosyalist sistem işçi sınıfına ve insanlığa
büyük bir miras bırakmıştır.
Gelinen aşamada
kapitalizmin insanlığa ve doğaya verdiği tahribat giderek artmış ve sistem
tıkanma noktasına gelmiştir. Sistemin dünya genelinde hegemonik gücü azalmış
olup ancak zor ve baskı politikaları ile yönetim sağlanabilmektedir. İnsanlığın
yeni bir sosyalist devrime ihtiyacı yakıcı bir şekilde kendini
hissettirmektedir.
Erkin Özalp,
“Devrim Nasıl Yapılır? Dünyada Strateji Arayışları” adlı kitabında devrimlerin
çeşitli ülkelerdeki yansımalarını, olumlu ve olumsuz yönleri ile ele alıyor. Başını
Sovyetler Birliği’nin çektiği sosyalist uygulamaların çöküşü sonrasındaki
mücadele deneyimlerinden hareketle, günümüzde kitlelerin kendi eserleri olan
devrimlerin nasıl yapılabileceğini tartışıyor.
Özalp; Şili, Peru,
Nepal, Venezüella, Bolivya, Meksika, Brezilya, Barselona, Rojava, Yunanistan,
Fransa, Belçika, Avusturya ve ABD örneklerinden yola çıkarak devrimci girişim
süreçlerini ortaya koyuyor. Pek çok ülkede iktidarı hedefleyen devrimci
partilerin gerek mücadeleleri gerekse de iktidarı aldıktan sonraki uygulamaları
siyasi konjonktüre ve güç mücadelelerine göre şekillenmiş, sapmalara ve
savrulmalara uğramıştır.
Özalp’e göre; neoliberal politikaların ardında sermayedarların iki yüz yıllık sınıf mücadelelerinden çıkardığı dersler var. Neoliberalizmi bir gecede sıfırlamak hiç kolay değildir. Çok sayıda solcu liderin iktidara gelirken ya da geldikten kısa bir süre sonra radikal vaatlerini bırakması ve onları iktidara taşıyanlara ihanet etmiş olması tek başına bu kişilerin karakter zayıflığıyla açıklanamaz. Kapitalist üretim ilişkileri insanlığı, biri nüfusa oranla giderek büyüyen iki temel sınıfa ayırdı. Ama işçiler yalnızca sermayedarlara ve onların temsilcilerine karşı birlikte mücadele ettikleri sürece gerçek bir sınıf oluşturur. Bunun dışında kapitalist toplumda hayatta kalmanın vazgeçilmez bir gereği olan rekabet onları böler.
Nepal örneği
İncelenen ülkelerdeki sol hareketlerin seyri kültürel ve siyasal konjonktüre göre değişim göstermektedir. Birkaç örnek vermek gerekirse; silahlı mücadele yürüten Maoistlerin başını çektiği grup Nepal’de seçimle iş başına geçer. Kurulan koalisyon hükümeti köklü dönüşümlerden vazgeçer. Üstelik elde edilen bakanlıkların parti üyelerine maddi çıkar sağlaması gözetilir. Yani siyasal devrim toplumsal devrimle tamamlanamamış olur. Özalp’in dikkat çektiği gibi, ideal durumda silahlı mücadele yürüten bir örgüt tek başına iktidara gelir ve hem kadrolarını dönüştürmek hem de halkın kendi kendisini yönetmeye başlamasını sağlamak için bu iktidarı bir araç olarak kullanır. Ama bu ideal duruma ulaşmak mümkün olmadığında silahlı mücadele sayesinde elde edilen kısmi kazanımları koruma çabası, toplumsal bir devrim gerçekleştirmenin önündeki engellerden birine dönüşebilir. Yunanistan’da 2015 seçimlerinde en yüksek oyu alan Syriza, Yunanistan Komünist Partisi’nin (KKE) yanaşmaması üzerine sağcı Bağımsız Yunanlar (ANEL) partisiyle koalisyon yapmak zorunda kalmıştır. Büyük bir borç yükü devralan yeni hükümet yeni borç bulabilmek için sosyal harcamaları kısar, özelleştirmelere ve kemer sıkma politikalarına ağırlık verir. Çipras hükümeti iktidarı esnasında sıradan insanlar bir yana, parti üyelerini bile karar alma süreçlerinin dışına itmiştir. Parti maddi çıkar sağlamak isteyenlere olanak sunmak ve hükümeti desteklemek dışında pek fazla işlevi kalmayan bir araca dönüşmüştür.
Halk hareketi olmazsa…
Özalp, seçimle
iktidara gelen sol hükümetlerin kapitalizmin aşılması ve halkın tam anlamıyla
kendi kendini yönetir duruma getirilmesi hedefleri doğrultusunda çok fazla yol
alınamadığını söyler. Bunun en önemli nedenlerinden birinin; solun iktidara
gelme olasılığı arttığında ve iktidara geldiğinde toplumsal devrim hedefini bir
kenara bırakarak iktidara gelmeyi ve iktidarda kalmayı başka her şeyden önemli
sayması olarak görür. Uzun vadeli hedefler kağıt üstünde kaldığında siyasi
özneler güncel pratikler tarafından biçimlendirilir. Reform politikalarını
savunmanın ve uygulamanın ötesine geçemeyen bir sol parti, sosyal demokrat
siyasetçi ve uzmanlardan daha fazla yararlanırken, kendi kadrolarının da sosyal
demokratlaşmasına yol açar. Her kesimden oy toplama çabası her şeyin önüne
koyulduğunda örgütlü bir halk hareketini yaratma ve güçlendirme görevleri ihmal
edilirken kadrolar ile düzen siyasetçileri arasındaki fark silikleşir. Uzun
vadeli hedeflerle bağları kopan bir siyasal mücadele pratiği devrimciliklerini
koruyan kadroların etkisizleşmesine hatta sorun yaratan tutucu unsurlar olarak
görülmelerine yol açar. Bu durumun sonuçlarına üyelerin başka partiye
geçmeleri, istifa edip örgütsüzlüğü seçmeleri veya ayrı bir parti kurmalarını
da ekleyebiliriz.
Şili’deki Halk
Birliği’nin 1970 yılındaki devlet başkanlığı seçimlerine yönelik programında;
Şili halkının örgütlenmesi ve iktidarı ele geçirebilmesi için Halk Birliği
komitelerinin kurulması öngörülmüştü. Tek görevi seçim çalışması yürütmek
olmayan bu komite, kitlelerin güncel talepleri doğrultusunda mücadele etmenin
yanı sıra yönetmeyi de öğrenecekti. Ancak Halk Birliği hükümeti kurulduktan
sonra Şili’de sosyalist ve komünist partilerin kendi oylarını artırmaya öncelik
verirken halk hareketini güçlendirme görevinin bir yana bırakması, Halk
Birliği’nin dağılmasına yol açmıştı. Venezüella’da da “komün ya da hiçbir şey”
denilerek halk hareketinin önemi vurgulanmış, ancak Venezüella Birleşik
Sosyalist Partisi (PSUV) kitlesel olmasına karşın, devrimci kadroların ağırlık
taşıdığı ve onların sayısını artıran bir parti değil, iktidarda olmanın
nimetlerinden yararlanmak isteyenlerin kullandığı bir araçtı.
Örgütlü halk hareketine yaslanmayan bir sol parti iktidara geldiğinde devlet ve kamuda yöneticilik pozisyonlarını doldurmaya ve yöneticileri denetlemeye yetecek sayıda bilgili ve dürüst insan bulmak konusunda güçlük çekecektir. Devlet yönetiminde daha fazla söz sahibi olan, kendi temsilci ve yöneticilerini seçmenin yanı sıra denetleyen ve gerektiğinde geri çağıran bir halk hareketi sayesinde iktidara gelen sol, devlet kurumlarını ve kamu kurumlarını tam anlamıyla halkın denetimine sokma konusunda zorluk yaşamaz. Kitlelerin yönetmeyi öğrenmelerini de sağlayacak örgütlü bir halk hareketini yaratma ve güçlendirme görevi iktidar sonrasına bırakılmamalı, halkı iktidar mücadelesinin öznesi haline getirmek gerekmektedir. Burada halk hareketi ile onun temsilcileri arsındaki ilişkileri düzenleyen kurallar önem taşır. Her türlü temsilcilik görevine aday olanların halk hareketi tarafından ön seçimle belirlenmesi, seçilmişlerin görevleriyle ilgili konularda halkı eksiksiz bilgilendirmesi, ön seçime katılanların talebi halinde istifa etmeleri, her türlü gelir ve ayrıcalık konusunda şeffaflık sergilemeleri halkın yönetmeyi öğrenmesine yardımcı olur. Ayrıca halk hareketinin düzen değişikliğinin yolunu açan temel hedeflere sahip olması ve kitlelerin her türlü ayrımcılığını ortadan kaldırılmasına yönelik ideolojik dönüşümüne katkıda bulunması gerekir.
Kadroların rolü
Özalp’e göre;
halkın karar alma ve denetleme süreçlerine katılımını sağlamanın vazgeçilmez
koşullarından biri de, kişilikli kadroların varlığıdır. Özalp, kadrolar derken
bazı ayrıcalıkları beraberinde getiren bir rütbenin taşıyıcılarından değil,
üretim araçlarının özel mülkiyetine son verilmesi, sınıfların ve ulusal sınırların
ortadan kaldırılması, insanların tam anlamıyla kendilerini yönetir duruma
getirilmesi gibi uzun vadeli hedefleri benimseyen, devrim mücadelesine daha
fazla katkıda bulunmak için özveride bulunan ve sorumluluk üstlenen örgütlü
bireylerden söz ettiğini vurgular. Bir kadronun en önemli görevlerinden biri,
birilerinin adamı olmamak, kişilere değil uzun vadeli hedeflere bağlı olmaktır.
Bu nedenle, güncelliğin ötesine geçen bir teorik birikimin elde edilmesi ve
zenginleştirilmesi kadro eğitiminin önemli bir bileşenidir.
Bunlar kadar önemli
olan nokta ise uzun vadeli hedefler gözeterek yürütülen siyasi mücadeleler
aracılığıyla alınan eğitimdir. Bir halk hareketinin devlet yönetiminde giderek
daha fazla söz sahibi olmasını sağlamaları, kadroların kendilerini geliştirmelerinin
en verimli yollarından biridir. Neredeyse tek siyasal işlevleri bildiri
dağıtmak, sosyal medya paylaşımları yapmak, gazete satmak, basın açıklamaları
ve mitinglere katılmak gibi parti merkezinin mesajlarını daha geniş kesimlere
ulaştırmak olan üyelerin pek çoğu bir süre sonra örgütlü mücadelenin kendisini
sorgulamaya başlayacaktır. Örgütlü mücadelelerin başarısı kadroların yaşamsal
önem taşıyan bazı sorumlulukları yerine getirmesine bağlıdır. Örneğin, boş
zamanları sınırlı olan insanları kazanmanın ve mücadelenin içinde tutmanın
yolu, neler yapabilecekleri hakkında onlarla görüşerek, hangi konularda
katkılarda bulunabilecekleri konusunda ortak karara varmak ve sonrasında da bu
katkıların somut sonuçlarını birlikte değerlendirmekten geçer. Herhangi bir
talep doğrultusunda eyleme çağrılan insanları o eylemin işe yarayacağına ikna
edebilmek, dolasıyla eylemler planlanırken elle tutulur sonuçlar elde etme
şansının hesaba katılması gerekir.
Kadroların
kimlerden gelirse gelsin ilerletici önerileri desteklemeleri, tartışmaların
kişiselleştirilmesine izin vermemeleri ve nesnel olarak trollük yapanların
gündemi belirlemesini engellemeleri, hedeflerle uyumlu ve herkes için
geliştirici olan bir iç tartışma ortamı yaratmaları gerekir.
Gerek iktidar
mücadelesinde gerekse iktidarı aldıktan sonra halkı özne haline getirmenin
önemine değinen Özalp, geçmişin sosyalist devletlerin temel sorunlarından
birinin kendi halklarını dünya devrimi mücadelesinin özneleri haline getirmek
konusundaki başarısızlıkları olarak görür. Sosyalist ülke yurttaşlarının
kapitalist ülke yurttaşlarıyla daha fazla iletişim kurmaları, onları
sosyalizmin kazanımları hakkında doğrudan doğruya bilgilendirmeleri ,
kapitalist dünyada yaşanan gelişmeleri yakından takip ederek kendi ülkelerindeki
eksikliklerin giderilmesini sağlamaları daha fazla etkili olabilirdi.
Bazı ülkelerdeki
sol hükümetlerin başarı ve başarısızlıklarının nedenlerini irdeleyen Özalp,
“Devrim Nasıl Yapılır?” kitabında sosyalizm mücadelesinde kitle hareketinin,
örgütlü halk gücünün, sınıf mücadelesinde halkı özne haline getirmenin,
şeffaflığın, katılımın, kadroların işlevinin, toplumsal devrimin öneminin
altını çizerek devrim sürecini analiz ediyor ve öneriler geliştiriyor.
Erkin
Özalp, Devrim Nasıl Yapılır? Dünya’da Strateji Arayışları, Yordam Kitap, Ekim
2023, 238 sayfa.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.