Mahmut Boyuneğmez
25 Mayıs 2023 tarihinde yayınlanan bir yazıyı eleştirmek istiyorum. Umut-Sen’in sitesinde yayınlanan yazı Alper Öztaş’a ait.
“Burjuvazi, içinde bulunduğu
kapitalist kriz koşullarının gerektirdiği, sınıfsal çıkarlarını korumak için
uygulamak istediği ekonomi politik kararları alabileceği, sakin dönemlerin
biçimi olan burjuva demokratik yapılanmasının da dışına taşan bir rejim şekline
yönelmek durumunda kaldı. Parlamentarizmi aşan, baskıcı, otokrat, anti
demokratik bu siyasi iktidar, burjuvazinin ihtiyaçları çerçevesinde, içinde
bulunulan olağanüstü duruma istinaden inşa ve istihdam edildi. Daha önceki
yazılarımızda buna Bonapartist bir yapı denebileceğini dile getirmiştik.”
Böyle buyurmuş Öztaş…
Siyasal gündemlerin evrilerek bugüne gelişini görmeyen Öztaş, AKP’nin yürütmede
oluşunu, Erdoğan’ın “tek adam rejimi”ni, kriz koşullarına bağlıyor. Oysa AKP’nin
parti-devlet haline gelişi, birçok aşamadan geçerek bugüne gelmiş bulunuyor ve
kriz koşullarıyla doğrudan bir ilişkisi bulunmuyor. Otoriter rejimlerin,
neo-liberal sermaye birikim biçimine uygun siyasal yönetim şekli olduğu örneğin
Teatcher, Reagan yönetimleri döneminden beri biliniyor. Türkiye’deki otoriter
tek adam rejimi de dâhil bu yönetimlerin, burjuva demokrasinin dışına
taşmadığı, bu demokrasinin bugüne gelen evrimleşmiş hali olduğunu görmek
gerekiyor. Faşizm günümüzde, burjuva demokrasilerinin içeriğine nüfuz etmiş
biçimde bulunuyor. Parlamentonun işlevsizleşmesi, yürütmenin baskın konuma
gelmesi, baskıların artması, korporatist devlet, özgürlüklerin budanması,
hakların geriletilmesi vd., bütün bunlar anti-demokratik özellikler olmayıp,
bizatihi burjuva demokrasisinin bugünkü içeriğini oluşturuyor. Bonapartizmin ne
olduğunu bilmeyen Öztaş, rejime/devlete “Bonapartist yapı” diyiveriyor.
Öztaş, Bonaparte’ın zamanında
darbeyle iktidarı ele geçirdiğini ve bunun, burjuvazinin pasif onayıyla
gerçekleştiğini bilmiyor. Bonapartizm, burjuvazinin siyasal egemenliğinin
olgunlaşmadığı dönemde gözlenen bir diktatörlüktür ve proletaryanın iktidarı
alamaması, burjuvazinin ise elinde tutamaması sonucunda gelişmiştir. Oysa günümüzde
sermaye sınıfının egemenliği o kadar ileri bir evrededir ki, neo-liberal
politikalarla yapılan saldırılara karşı işçi sınıfı içerisinden örgütlü bir
hareket oluşturacak yanıt gelmemektedir. İşçi sınıfımız örgütlülük ve bilinç
düzeyi açısından, iktidarı almaktan çok uzaktır.
“Sınıf çelişkileri sertleşip
keskinleşiyor ve bu nedenle de siyasi iktidarın sahibi burjuva diktatörlüğü,
egemenliğini sürdürmenin koşullarını açık zor uygulamak dışında oluşturamıyor.
Bu hem burjuva demokrasisinin askıya alınmasını ve baskıcı, otokratik bir
daralmayı ifade ediyor hem de yazının sonunda değineceğimiz devrimci bir
durumun da temelini oluşturuyor.”
Evet, Öztaş böyle yazıyor.
Günümüzde işçi sınıfı ile kapitalist sınıf arasındaki uzlaşmaz karşıtlıklar,
çelişkiler formuna bürünmemiş olup, var olan kapitalist iktidarın toplum
üzerindeki hegemonyasında da bir kriz bulunmuyor. Kapitalist sınıf iktidarını, baskılar
yanı sıra rıza/onay sağlayıcı birçok toplumsal araç/yapı üzerinden sağlıyor ve
yeniden üretiyor. Kültür endüstrisinden (medya burada öne çıkıyor), mücadele
örgütleri olması gerekirken iktidarın korporatist aparatları haline dönüştürülen
sendikalardan, eğitim sisteminin geleceğin işçilerinin ideolojik formasyonunu
oluşturmadaki rolünden, tarikatlar/cemaatlerin mikro-iktidar örgütlenmeleri
olarak işlevinden tutun, hayırseverlik pratiklerinin oluşturduğu ideolojik
motiflere, ırkçı/milliyetçi söylemlerin yaygın kullanımına kadar, birçok yol ve
araçla kapitalist sınıfın işçi sınıfı üzerindeki hegemonyası korunuyor ve sürdürülüyor.
Baskıyla birlikte var olan bu yol ve araçlarla, burjuva demokrasisi askıya alınmamış,
aksine geliştirilip pekiştirilmiştir.
Bakın Öztaş, Leninist
öncülüğün işlevini unutup, kriz koşullarında işçi sınıfının kendiliğinden
sermaye iktidarını sorgulayacağını düşünüyor:
“Anti demokratik, baskıcı
bir siyasi iktidarın, üstelik kapitalist kriz koşullarında, yoğun bir işçi
sınıfı itirazı ile karşılaşması doğaldır. İşçi sınıfının itirazının başlama
noktası neresi olursa olsun, eğer saptırıcı bir müdahale yapılmazsa bitiş
noktası burjuva diktatörlüğünün sorgulanması olacaktır.”
Oysa işçilerin kendi başlarına
kriz koşullarında dahi olsa varabileceği en gelişkin örgütlenme ve bilinç
biçimi sendikal mücadele ve sendikalizmdir. Çünkü kapitalist sınıfın toplumsal
iktidarını sağlayan ve yeniden üreten mekanizmalar vardır. İşçi sınıfı üzerinde
kurulan iktidar bir toplumsal ilişkiler toplamıdır. İşçi sınıfı bu toplumsal
ilişkiler içerisinde kendiliğinden devrimci bir yönelişe erişemez. Leninist
öncülük, işçilerin arasında bulunup, işçilerin yaşadıkları deneyimler sonucu
oluşabilecek bilinçsel ilerlemeler zemini üzerinde çalışıp, onlarda filizlenmiş
düzenle uyumsuz bilinç nüvelerini sosyalist ideolojiyle ve politikalarla ilişkilendirmeyi
ve böylelikle onları örgütlemeyi içeriyor.
“Sandığın, baskıcı, anti
demokratik bir otokrata karşı, demokrasi, adalet, özgürlük vb. için kurulduğu
iddia edilmektedir.”
Bu cümleyi yazanın bir
sosyalist olması üzücüdür. Sosyalistlerin seçimlerle “demokrasi, adalet,
özgürlük” gelmeyeceğini bilmediklerini mi zannediyor?.. Toplumumuzun yarısında “tek
adam rejimi”ne dönük birikmiş bir tepkisellik bulunuyor. Bu tepkilerin
örgütlenmesi ve sosyalizm mücadelesine yönlendirilmesi gerekiyor. Kitlelerin
tepkileri ve özlemleri dikkate alınmadan, sosyalist mücadele yürütülemez. Üstelik
sosyalistler kendi partileriyle parlamentoya girmeye çalışmış ve birkaç vekil
çıkararak bunu başarmışlardır. Meclis kürsüsünden işçi sınıfının çıkarları
doğrultusunda muhalefet edecekler, sosyalizm mücadelesinin topluma seslenme
görevini, bu kürsü üzerinden de gerçekleştireceklerdir. Sosyalistler “burjuva
demokrasisi, adaleti, özgürlüğü” için sandığa oy vermeye gitmediler ve
kitlelere de bu yönde bir çağrıları olmadı. Öztaş’ın iddia ettiğinin aksine, sosyalistler
arasında işçi sınıfına burjuva demokrasisini savunmak için oy ver diyen bulunmuyor.
Öztaş, bakın nasıl bir
çarpık algıya/kavrayışa sahip?:
“Devrimci sosyalist yapılar
da, içinde bulunduğumuz sürecin anti demokratik yapısını, burjuvanın ona
duyduğu ihtiyaç ile ilişkilendirmek yerine, ‘tek adamın’ veya ‘saray rejiminin’
politik hırslarına bağlamışlardır.”
İçinde bulunduğumuz süreç
tamı tamına demokratiktir; burjuva demokrasilerinde faşizan uygulama ve
politikalar, klasik faşist devletlerin Almanya ve İtalya’da görüldüğü zamandan
bugüne uygulana gelmiştir. Hiçbir sosyalist bir bireyin hırslarıyla,
çıkarlarıyla vb. rejimin varlığını açıklamıyor.
“Seçim sonuçlarına bakan ve
bekledikleri burjuva değişimi göremeyenler, işçi sınıfından oluşan seçmen
kitlesini, bilinçsiz olmakla suçlama yoluna yönelmişlerdir. Devrimci politik
yapılarımız ve entellektüellerimiz, sınıf ekseniyle burjuva politik alana
bakacaklarına, tersine burjuva politik alana bakarak işçileri sınıflamaktadırlar.
Burjuva demokratik alanı o denli makbul kabul etmektedirler ki, bu alanda
alınan pozisyona göre, işçileri bilinçsiz ilan edebilmekte hatta sınıflarından
bile aforoz edip, onları çürümüş, lümpenleşmiş, insani ve toplumsal değerlerini
yitirmiş ilan edebilmektedirler.”
Oysa çürüme/lümpenleşme bir
süreçtir. Sosyalistler bu süreci durdurmak ve tersine çevirmek için mücadele
eder. Liberal bireycilik ve “her koyun kendi bacağından asılır” gibi değerler,
hayırseverliğin getirdiği düşkünlük ve “buna da şükür” zihniyeti, sığınmacılara
karşı yükseltilmeye çalışan ırkçılık ve hoşgörüsüzlüğe karşı duramayış, büyük servetleri ellerinde tutan tarikatlara
sığınma/yanaşma vd., bunlar çürüme sürecinin bazı görünümleridir. Sormak
gerekiyor; işçilerin kendi sınıfsal çıkarlarının bilincinde oldukları ne zaman
söylenebilir?.. Bu çıkarları temsil eden sosyalist partilerde hatırı sayılır
büyüklüklerde örgütlenmiş oldukları zaman. Oysa bugün işçiler seçimlerde ağırlıkla
düzen partilerine oy veriyor. Parti-devlet haline dönüşmüş AKP’ye ve bu
partinin liderine yönelik, emekçiler arasında fanatizme varan bir destek
bulunuyor. Sosyalistler, işçilere politikalarını ulaştırmakla, düzene dönük devrimci
eleştirileriyle görevlerini yapıyor. Sosyalistler CHP ve diğer düzen
partilerini sanki eleştirmiyormuş, onların vizyonlarının kapitalist sınıfın
çıkarlarıyla bağını göstermiyormuş gibi yazan Öztaş, “tek adam rejimi”nin
değiştirilmesinin kitlelerde yaygın bir özlem olduğunu göremiyor. Kitlelere
öncülük etmek, onların özlemlerini bir kenara bırakıp, siyasetsiz kalınarak
yapılamaz. Öztaş, sistem restore olursa, mücadelenin duracağını mı
zannediyor?..
Açık yazayım; Öztaş’ın “bilinç”
hakkında yazdıkları, anlamadığı konulara girdiğini gösteriyor. Vaktim
olmadığından, Öztaş’ın pek felsefi (!) “bilinç” değerlendirmelerini,
değerlendirmeye dahi almayacağım. İşçi sınıfının bilincinin gelişimi konusunda
Öztaş’a ve okura, daha önce yazdığım bir değiniyi okumalarını öneriyorum.
Bağlantı adresi şöyle: https://www.facebook.com/groups/marksistarastirmalarmar/permalink/6115365635199195/
Son olarak Öztaş’ın “devrimci
durum” çözümlemesi (!)’ne bakalım:
“Kapitalist krizin gereği
olarak sınıf savaşımı keskinleşecek, burjuvazinin Bonapart’ı inşa ve istihdam
etmesinin gereği burada. Açık ki aynı durum işçi sınıfının kalkışmasını ve
devrimci bir durumun oluşmasını da içeriyor. Tekrar edelim, açık ki kapitalist
kriz ve krizin ihtiyaç duyduğu baskı, karşısında keskinleşen bir sınıf tepkisi
ve devrimci dönüşüm durumu da sunuyor.”
Lenin’in devrimci durumu
tariflemesini okumamışsa, Öztaş’a hatırlatmak gerekiyor: Yönetenlerin eskisi
gibi yönetemediği, yönetilenlerin de eskisi gibi yönetilmek istemediği bir tarihsel kesit ve
bunlara eşlik eden iktisadi bir bunalım… Kriz koşullarında sınıf
savaşımı/mücadelesi otomatik olarak keskinleşmez. Sistem, oluşan tepkileri
soğurabilecek mekanizmalara sahiptir. Her kriz, devrimci durum doğurmaz. Sosyalist
partinin devrimci durum öncesi süreçlerde belirli bir ön hazırlığının olması,
işçiler arasında öncü işçileri az çok örgütleyebilmiş olması, işyerlerinde ve
mahallelerde azımsanmayacak bir güç oluşturmuş olması gerekir ki, devrimci
durum başarıyla ilerletilebilsin. Yine örneğin tarih göstermiştir ki, kriz
kesitlerinde, işçilerin/kitlelerin faşist partileri desteklemesi ve faşist
diktatörlüklerin kurulması da mümkündür.
Bitirirken şunu
belirtmeliyim. Öztaş’ı ciddiye aldım, çünkü böyle düşünen sosyalistlerin
sayıları az da olsa var olmaları üzüntü vericidir. Eleştirimin karşı
taraftakilerin fikirlerini değiştirmeyeceğini düşünüyorum. Fakat bu kişilerin
yazılarını okuyan, bu kişilerle konuşanların, onlardan etkilenmelerinin de
önüne geçmek gerekiyor. Bu yazıyı bu amaçla kaleme aldım.
Eleştirilen yazının bağlantı
adresi: https://umutsen.org/index.php/burjuva-demokrasisi-ruyasi-alper-oztas/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.