Mahmut
Boyuneğmez
Faşizm nedir? Türkiye’de
siyasal rejime kimileri “örtülü faşizm”, kimileri “açık faşizm” diyor,
“İslamo-faşizm” diyenler de var. Türkiye solunda “her niyete yenen muz” ya da “her
kapıyı açan maymuncuk” olarak kullanılan faşizm kavramı ve olgusu aslında neyi
anlatıyor?..
Faşizmi, üç boyutuyla
incelemek mümkündür. Bu boyutlar ideoloji, hareket ve devlet tipi olarak
faşizmdir.
Önce faşist ideolojinin
özelliklerine bakalım. Faşizm bir ideoloji olarak, muhafazakârlığın
kavramlarını ve anlayışını uçlara taşır. Irkçılık, milliyetçilik (kitleleri
seferber etmede özellikle bu ikisi kullanılmıştır), otoriteyi/lideri fetişleştirme,
despotizm, güçlüler-güçsüzler ayrımı, elitizm, militarizm, yayılmacılık,
anti-komünizm ve korporatizm karakteristik özellikleridir. Almanya ve İtalya’da
yaşanan klasik faşizm deneyimlerinde faşistler, kapitalizm öncesi hayali bir
güzel geçmişi, Ortaçağın geleneklerini, şövalye kültürünü, kahramanlık
hikâyelerini ve destanları yüceltmişlerdir. Faşist ideoloji,
mistik-metafizik-irrasyonel karakterdedir. Aydınlanma, akıl ve entelektüalizm
karşıtıdır. “Düşman oluşturma”, komplocu düşünüş faşizmin özelliklerindendir.
Faşistler, kahramanlık ve ölüm kültü, güç, savaş, hiyerarşi, emir-komuta,
erkeklik gibi kavramlar etrafında değerler türetir. Faşizm şiddeti ve savaşı
estetize eder, ulusal ve toplumsal bir demogojiyle kitlelerin talep ve
özlemlerine seslenir, emperyalist dış politikaları “ulusal yarar” olarak
kitlelere sunar. Faşist (terör destekli) propaganda akıldışı, kör inançlara/ön
yargılara ve duygulara yaslanır; basit, tekrara dayalı, öfke ve coşku
uyandırıcıdır. Ayrıca faşizm, asketik (çileci) bir çalışma ve üretim etiğine
sahiptir.[1]
İlk olarak Walter Benjamin
tarafından öne sürülen faşizmde “siyasetin estetize edilmesi” olgusunu ise biz,
faşist ideolojinin çeşitli pratikleri olarak görmekteyiz. Örneğin SA’ların
düzen içindeki sokak yürüyüşleri, Roma selamı, kaz adımı, marşlar, trompetlerin
ve davulların kullanımı, gamalı haç sembolünün kullanımı, afişler, bayraklar,
heykellerin kullanımı, resmigeçit törenleri, meşale alayları, askeri
gösteriler, gösterişli parti kongreleri, tasarlanmış kitlesel tezahüratlar,
propaganda filmleri, heybetli mimari eserler, jest ve mimiklerle yapılan
hitabet vd.[2]
Bütün bunlar faşist ideolojinin bileşenleridir.
Türkiye’de faşist
ideolojinin kapsamındaki bazı motiflerse şunlardır: milliyetçilik, ırkçılık, sığınmacılara
karşı ırkçı nefret, anti-komünizm, Türkçülük, İslamcılık, lider fetişizmi,
Osmanlı imparatorluğu dönemini yüceltme, “ataerkillik” vd...
Peki faşist hareketlerin
karakteristik nitelikleri nelerdir?.. İtalya’da Squadrismo (Karagömlekliler),
Almanya’da Sturmabteilung (SA) ve diğer Avrupa ülkelerinde de benzer
paramiliter örgütlenmeler ile faşist partiler, faşist hareketlerin ana
bileşenini oluşturmuştur. Paramiliter örgütlenmeler, mücadeledeki işçileri,
komünistleri ve antifaşist güçleri baskılamak, yıldırmak, sindirmek ve etkisiz
hale getirmek, kitleler üzerindeyse korku ve sempati karışımı psikolojik
etkiler oluşturmak için örgütlenmiştir ve terör eylemleri yapmıştır. Nasyonal
sosyalistler Almanya’da siyasi iktidara geldikten sonra ise Schutzstaffel (SS),
güvenlik ve gözetimden sorumlu terör örgütü olarak faaliyetlerini sürdürmüştür.
İtalya’da Ulusal Faşist Parti (Partito Nazionale Fascista), Almanya’da Alman
Ulusal Sosyalist İşçi Partisi (NSDAP), paramiliter terör örgütlerinin uyguladığı
şiddet yolunun yanında, seçimlere katılımı da kullanarak kitleselleşmeyi
başarmıştır.
Türkiye’deki faşist hareket
de geçmişte benzer bir işlev üstlenmiştir. İşçi sınıfının, sosyalist ve
devrimci-demokrat örgüt ve partilerin, sınıfın organik aydınlarının siyasal ve
ideolojik mücadelesini baskılamak, kitleler arasında korku/terör yaratarak
onları sindirmek amacıyla, MHP’nin oluşturduğu faşist hareketin ve Ülkü Ocakları
adındaki paramiliter örgütünün, devletin koruması ve kollaması altında 1970-80
arası dönemde aktif olduğu ve eylemlilikler içerisinde bulunduğu bilinmektedir.
Bir devlet biçimi olarak
faşizme gelirsek… Faşizm, bir kapitalist devlet tipidir. Bu devlet,
totaliterdir.
“Totalitarizm elbette en
başta siyasal çoğulculuğun ve her türlü muhalefetin kaldırılması, parlamenter
hükümet biçimine ve güçler ayrılığına son verilmesi, tek lider ve tek parti
(“Führer ilkesi”) etrafında birleşmiş hiyerarşik devlet yapılanması, merkezi
ekonomik yönetim, kısacası devletin toplumu tam kontrol altına alması demektir.
Buna resmî ideoloji ve medya üzerindeki devlet tekeliyle birlikte temel hak ve
özgürlüklerin kaldırılması ve terörün başat yönetim tekniği olarak kullanılması
da eklenmelidir.”[3]
Öyleyse, bugün Türkiye’de
bulunan devlet tipini faşizm olarak niteleyebilir miyiz? Klasik faşist rejimlerle/devlet
tipiyle benzerlikler bulunmaktaysa da, biz günümüzde Türkiye’de var olan
kapitalist devletin, faşist tipte olduğunu düşünmüyoruz. Bize göre Türkiye’de
bugün faşizan özelliklere sahip otoriter neoliberal kapitalist devlet/demokrasi
bulunmaktadır.
İtalya ve Almanya’da klasik
faşist devlet tipi, bu ülkelerdeki ve ayrıca diğer emperyalist ülkelerdeki
sermayenin faşist hareketlere aktif destek vermesiyle siyasi iktidara gelmeleri
sonucunda oluşturulmuştur. Almanya ve İtalya’da faşist diktatörlükler, ekonomik
kriz ortamında filizlenen ve zaman içerisinde kitleselleşen protest/faşist
hareketlere, sermaye sınıfının krizden bir çıkış yolu olarak verdiği destekle
kurulmuştur. Türkiye’de ise devlet içerisinden ordunun ve büyük sermayenin
önemli bölümünü oluşturan TÜSİAD’ın aktif karşı mücadelesine rağmen ve bu
güçlerin restorasyon girişiminin başarısızlıkla sonuçlanması üzerine AKP,
devleti tam denetimi altına almış ve siyasal rejimi kısmen değiştirmiştir.
İtalya ve Almanya geç
kapitalistleşen ülkeler olduklarından diğer emperyalist ülkeler gibi yeterince
sömürge ülkeye sahip olamamış, bu nedenle, iki klasik faşist devleti
karakterize eden en önemli özelliklerden biri emperyalist yayılmacılık
olmuştur. Kapitalist sınıfların emperyalist politikalarıyla, faşistlerin
işgalci/yayılmacı perspektifi ve silahlanma politikası örtüşmüştür. Günümüzde klasik
sömürgecilik tarih olduğundan, Türkiye’nin böylesi bir dış politikaya sahip
olması mümkün değildir.
Faşist devlet, her türlü
muhalefeti yasaklar, parlamenter demokrasiyi ortadan kaldırır. Faşist devlet,
kamusal ve bireysel yaşamı, siyasi, toplumsal ve iktisadi işleyişi tam
kontrolüne alır, kültürel, dinsel, sanatsal, ahlaki, sportif ilişkileri faşist
prensiplere göre yapılandırır. Oysa Türkiye’de bugün başkanlık sistemine
geçilmiş olsa da, seçim, parlamento, toplumsal örgütlenmeler ve partiler
varlığını korumaktadır. Toplumsal ilişkiler siyasi iktidar tarafından
biçimlendirilmekteyse de, bunlar üzerinde tam bir kontrol ve denetim
oluşturulamamaktadır.
Klasik faşist devlet
iktidarı, engellileri, Yahudileri kitlesel olarak katletmenin yanı sıra, işçi
hareketlerini ve komünistleri de ezmiştir. Almanya ve İtalya’da faşist hareket,
sermaye sınıfı için hala bir tehdit oluşturan örgütlü işçi sınıfı hareketlerini
ve komünistleri tasfiye etme işlevini yerine getirmiştir. Türkiye’de işçi
sınıfı ve sol hareketlenmenin baskılanması 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle
birlikte gerçekleştirilmiş, sonrasında devlet iktidarı bu hareketlere karşı güçlendirilmiş
ve tahkim edilmiştir. Bugün bir parti-devlet olan AKP’nin iktidarını tehdit
eden ne bir işçi hareketi ne de sosyalist bir hareket bulunmaktadır.
Bunlara bir de klasik
faşizmin Sovyetler Birliği’nin yok edilmesine dönük militarist yayılmacılığının,
emperyalist-kapitalist sistemin çıkarına olduğu eklenmelidir. Günümüzde
emperyalist ülkelerin yok etmeyi düşündükleri büyük ve etkili bir sosyalist
güç/devlet bulunmamaktadır. Dolayısıyla emperyalist-kapitalist sistemin ürünü
olan ve bu sistem tarafından kullanılan, yayılmacı bir faşist devletin
desteklenmesine ihtiyaçları yoktur.
Bu sıraladıklarımız, klasik
faşist devlet tipi ile günümüz Türkiye’sindeki kapitalist devlet/demokrasi
biçimi arasındaki bazı farklara işaret etmektedir.
Şimdi neoliberal kapitalist
devletin bazı temel özelliklerini sıralayabiliriz:
i. Kapitalist devletin
iktisadi süreçlere müdahalesi artsa ve bu müdahalenin biçimi değişse de,
doğrudan meta ve hizmet üretimindeki rolü minimum düzeye gerilemiştir.
ii. Türkiye’de bankacılık,
finans, enerji, rekabet, tarım alanları/sektörleri ile kamu alım-satımlarını
düzenleme, denetleme, yönlendirme ve müdahalede bulunma amaçlı devlet organları
olarak üst kurullar oluşturulmuştur. Bu üst kurullar AKP’nin denetimindedir.
iii. Neoliberal devlette
yasama organı işlevsizleşmiş, yürütmenin gücü artmıştır.
iv. Neoliberal
dönmede hukuk sistemi piyasa ilişkilerine açılmakta ve bir tür özelleştirme
yaşanmaktadır. Tahkim, arabuluculuk, uzlaştırma, kısa yargılama, müzakere,
yargıç kiralama gibi yeni yollarla devlete ait yargılama yetkisi, özel yargı
piyasasına devredilmektedir. Kamu yararını gözeten ulusal mahkemelerin yerini
bir iktisadi sektöre dönüşen özel yargı sistemi (hukuk şirketleri) almaktadır.[4]
v. Kapitalist sınıf ile
proletarya arasındaki iktidar ilişkilerinin örgütlenmesi olarak devlet, işçi
sınıfının bu iktidar ilişkisindeki örgütlülüğünü ve gücünü kırıp asimetriyi
artırmış, topluma dönük sosyal işlevlerini tasfiye etmiş, otoriter özellikler
kazanmıştır.
vi. Neoliberal kapitalist
devletin güvenlik örgütlenmesi güçlendirilmekte ve yeniden
yapılandırılmaktadır. Örneğin Türkiye’de profesyonel ordu/sözleşmeli askerlik
üzerinden ordu yeniden yapılandırılmakta, polis örgütlenmesinin kadroları
ağırlıkla milliyetçi-muhafazakar parti tabanlarından devşirilerek, yapı
sağlamlaştırılmaktadır.
vii. AB, DB, IMF ve NATO
gibi emperyalist örgütler, kapitalist devletlerin uyguladığı bazı politikalarda
yönlendirici olarak ülkelerdeki siyasal iktidarın içsel bir bileşeni olmakta,
böylelikle kapitalist devletin uyguladığı bazı politikaların sorumluluğu
ulaşılamaz, anonim örgütlenmelere aktarılmaktadır.
viii. Neoliberal kapitalist
devlet, bir şirkete benzer şekilde işlemektedir. Piyasa ilişkileri devletin
içerisine ve ilişkilerine nüfuz etmiş bulunmaktadır.
Peki, Türkiye’deki
kapitalist devlet/demokrasiye neden “faşizan” özellikler atfediyoruz?.. Bunun
nedenleri şunlardır: Türkiye’deki bürokratik devlet örgütlenmesinin büyük
ölçüde AKP kadroları tarafından karşılanması, medyanın ağırlıklı kesiminin
siyasi iktidarın güdümüne girmiş olması, yargının, ordunun, kolluk
kuvvetlerinin, MİT’in, üniversitelerin, ekonomiyi düzenleyen üst kurulların
AKP’nin kontrolü altına olması, faşizan/faşizmi çağrıştıran özelliklerdir.
Bize göre Türkiye’de totaliter
bir faşist devlet tipi değil, neoliberal sermaye birikim biçimine uygun şekilde
yeniden yapılandırılmış, faşizan ve otoriter özellikler taşıyan, AKP’nin
parti-devlet olduğu bir kapitalist demokrasi bulunmaktadır. Kanımızca bu
siyasal rejime “popülizm” denmesi uygun değildir. Arjantin’deki J. Peron ve
Brezilya’daki G. Vargas yönetimlerini “popülizm”in örnekleri olarak gören
yaklaşımlara göre, “popülizm otoriter bir demokrasi biçimidir.”[5] Oysa popülizm terimi,
halkçılık anlamına geldiğinden, bu konuda kafa karışıklığına yol açtığı gibi,
günlük politik söylemlerde “popülizm”in pejoratif anlamıyla kullanımı,
halkçılık üzerine verilmesi gereken bir ideolojik mücadeleyi
baltalayabilmektedir.
Yaşar Ayaşlı, neoliberal
otoriter ve faşizan devlet tipinin oluşumunu görmeyerek, “21. yüzyıl faşizmi
neoliberalizmin enkazı üzerinde boy atıyor”[6] demektedir. Bakın faşizmin
gelişimini yaşadığı nesnel koşulları nasıl tarifliyor:
“Açlığı, işsizliği ve
yoksulluğu tetikleyerek toplumsal gerginlikleri derinleştiren dünya
kapitalizminin krizi, bir yanda bütün kıtalarda zincirleme direnişler ve halk
ayaklanmaları yaratırken öte yanda faşizmi besleyip büyüttü.”[7]
Oysa neoliberal sermaye
birikim biçimi, kapitalizmin uzun süredir içinde bulunduğu krizi aşmak üzere
kendini re-organize ettiği, toplumsal ilişkilerin ve devlet yapısı dâhil üst
yapıların, egemen ideolojilerin, kültürel değerlerin (örneğin ülkelerde
“kültürel ırkçılığın” yaygınlaşması, Avrupa’da “İslamofobi”nin oluşması),
felsefi düşüncelerin (postmodernizm) reel sosyalizm sonrası dönemde yeniden
şekillendiği bir toplumsal sistemin oluşumuyla birlikte gelişiyor. İçinde
bulunduğumuz neoliberal dönemin genel devlet tipini faşizm olarak nitelemekse
mümkün değil.
Ayaşlı, 21. yüzyıl
faşizminin seçimle iktidara gelmiş bazı örnekleri üzerinde duruyor. Örneğin, Donald
Trump’ı seçimle iktidara gelen bir neofaşist olarak görüyor.[8] Trump’ın “(…) vaatleri
faşist reflekslerle uyumluydu”[9] diyor. Trump yönetimi,
“(…) açık faşist diktatörlüğe geçişi sağlayamazdı”[10] diye ekliyor. Ayaşlı,
şunları da yazıyor: “Trump ve tayfası, hep klasik faşizmin ezeli kamplaştırma
kalıbını kullandılar: ‘Biz’ ve ‘onlar’.”[11] “Trump, modern faşizmin
özelliklerini taşıyan (…) buna rağmen klasik faşizmdeki gibi örgütlü ve
programlı bir stratejiye dayanmayan, milyarder, karizmatik bir neofaşist figür(dü)
(…)”[12] diyen Ayaşlı, Trump’ın
“faşist mizacı” olduğundan bahsediyor ve ABD kongre binasını yandaşlarına işgal
ettirmesini, “kitlesel faşist bir hareketin asgari düzeyde de olsa var olduğunu
açığa çıkardı(ğını)” belirtiyor.[13]
Bir ülkede faşizmin var olup
olmadığını bir politik figürün mizacına, vaatlerine bakarak değerlendirmek,
bilimsel değildir. ABD kongre binasının basılmasını, “faşist hareket”in
varlığına kanıt saymak da akıl karı değil. Söz konusu olan Cumhuriyetçi ve
Demokrat parti olarak iki partinin dönüşümlü yürütme gücünü devraldığı özgül
bir kapitalist demokrasi/devlet biçimi olan ABD… Bu kapitalist devleti “faşizm”
olarak nitelemek, “öküzün altında buzağı aramaya” benziyor.
Verdiği diğer örnek
Macaristan’da 12 yıldır başbakanlık yapan ve “faşist hükümet” dediği V. M.
Orban yönetimi. Bu hükümeti “anti-demokratik” olarak niteleyen Ayaşlı, anti-demokratik
olmayı, faşist devlet ile bir tutuyor.[14] Oysa Orban oluşturduğu
rejimi, “illiberal demokrasi” (liberal olmayan demokrasi) olarak adlandırırken,
kapitalist devlet/demokrasi çerçevesi içerisinde kalındığının ipucunu zaten veriyor.
Ayaşlı, Bolsonaro hakkında,
“ABD ve İsrail yanlısı, ateşli neoliberalizmin savunucusu tipik bir
neofaşisttir”, “neofaşist bir hükümeti yönetmektedir” şeklinde yazıyor.[15] 2014 yılından beri
Hindistan başbakanı olan Modi hükümeti hakkında Ayaşlı şöyle bir yorum yapıyor:
“Diğerleri gibi Hindistan’da da faşistlerin iktidarda oldukları ama onca
zamandır totaliter faşist diktatörlüğe geç(e)medikleri paradoksal bir durum
yaşanmaktadır.”[16]
Ayaşlı yazdıklarını şöyle
özetliyor:
“(…) Erdoğan 20, Orban 12,
Modi 8, Bolsanoro 4 yıldır iktidarda oldukları halde, parlamentarizm maskesini
korudular ve totaliterleşme evresine geçmediler ya da geçemediler. Hindistan’da
ve Macaristan’da hükümetler faşist; ama faşist diktatörlük olarak yeterince
kurumsallaşmış ve pekişmiş değiller.”[17]
Görüldüğü gibi her biri
somut özgüllüğü içerisinde incelenmesi ve o ülkelerin sosyalistleri tarafından
bu incelemeler üzerinden mücadele stratejileri geliştirilmesi gereken,
birbirinden farklı siyasal rejimler/kapitalist devlet somutlukları, aynı çuvala
konarak, üzerine “neofaşizm” yaftası yapıştırılıyor. Oysa faşizm, totaliter
karakterde bir kapitalist devlet tipidir. Ancak yüzeysel gözlemlerle
yetinildiğinde, ABD, Macaristan, Hindistan, Brezilya ve Türkiye’deki siyasal
rejimlerin faşizmi çağrıştıran özelliklerine aldanıp, bu ülkelerdeki siyasal
rejimleri somut değerlendirmelerin ve dolayısıyla sosyalist mücadelenin konusu
yapmak yerine, ortak neofaşizm çatısı altında toplamak mümkün oluyor.
Ayaşlı, IŞİD, ÖSO, El Nusra,
El Kaide, Bako Haram gibi örgütleri de “neofaşizm” türleri olarak yorumluyor.[18] Lübnanlı Şii Hizbullah
ile Filistinli Sünni Hamas’ı bunlardan ayırıyor.[19] Bize göre, bu
değerlendirmeler artık ifrada kaçıyor. Cihatçı, şeriat hedefi olan bu
örgütlenmelerin, faşist hareket ya da ideoloji ile ilişkisinin olmadığı çok
açık... Ayaşlı siyasal İslam ve İslami köktencilik ile faşist ideoloji arasında
benzerlikleri şu şekilde sıralıyor:
“Faşizmle aralarında sınıf
mücadelesinin reddi, siyasi mücadele aracı olarak terör yöntemi kullanma,
‘altın çağ’ı dirilme ve ‘yeni nesil’ insan yaratma, keskin Yahudi karşıtlığı,
totaliter bir devlet ve toplum kurma, lidere kayıtsız şartsız itaat, tek parti
gibi benzerlikler bulunmaktadır.”[20]
Bu benzer özelliklerin
işaret ettiği aslında nedir? Faşist ideoloji ile siyasal İslamcılık gericidir.
Evet, sıralanan özellikler bu ideolojilerin gerici karakterini ortaya
koymaktadır. Yoksa siyasi İslamcılığın, “faşist” olduğunu değil.
Ayaşlı, Avrupa’daki
“neofaşist muhalefet partilerinin” paramiliter örgütlenmeleri olmadığından, bu
partiler cumhuriyetçi ve parlamenterist söylemleri benimsediklerinden, “bir
tamamlanmamışlık, yarım kalmışlık, uzatmalılık hali” söz konusudur diyor.[21]
Ayaşlı’nın özgün fakat sağlıksız
olan katkısını şu alıntılarla özetlemek mümkün görünüyor:
“21. yüzyıl faşizminin
selefine nispetle gerek siyasi hareket gerekse rejim olarak özünü maskelemek
için burjuva demokrasisi örtüsü kullanmaya çok daha hevesli olduğu, özellikle
paramilitarizm ve totalitarizmle arasına gerek duyduğu ve şartlarını
hazırladığı zaman ortadan kaldırabileceği bir mesafe koyduğu dikkate
alınmalıdır”[22]
“Egemen sınıflar toptan
çöküş durumuyla, sıkı örgütlü hareketlerle ve kitlesel devrimci ayaklanmalarla
karşılaşırlarsa bunlar fazla işe yaramayacak, o zaman da ‘ılımlı’ görünen
faşist güçlerin programlarını ve taktiklerini değiştirerek radikalleşmeleri,
devlet desteğiyle paramiliter gruplar kurmaları ve kitle terörü yaratmaları,
sivil özgürlüklerin son kırıntılarını ve yasal örgütlenmeleri sona erdirmeleri
sürpriz olmayacaktır. Bundan dolayı zamanımız faşizminin ‘ılımlı’lığı geçicidir
(…) Günümüz faşizmi için tamamlanmamış, eksik, uzatılmış derken kastettiğimiz
budur. Yavaşlatılmış ve süreklileşmiş faşizm durumu, içinde bulunduğumuz
konjonktürün nesnellikleri ve öznellikleriyle koşulludur (…) Öyleyse,
iktidardaki faşizmler, 21. yüzyıl faşizminin erken aşamasına mahsus bir yarı
faşizm ya da totaliter aşamaya geçmemiş faşist rejimler olarak
adlandırılabilirler.”[23]
“Özünü maskelemek”, “ılımlı
görünen”, “burjuva demokrasisi örtüsü kullanmak” gibi kelimeler neyi
gösteriyor? Ayaşlı, takiyye yapıyorlar demeye getiriyor… Şimdi “yarı faşizm”
var, ihtiyaç olduğunda “tam faşizm” olacaklar… Ayaşlı bu anlama gelecek şekilde
yazıyor. Oysa kitlelerin mücadelelerinin yükselişe geçmesi durumunda faşist
hareketlerin sermaye sınıfının toplumsal iktidarını korumak üzere harekete
geçtiği, paramiliter örgütlenmelerle sınıf hareketine ve sosyalist güçlere
dönük terör eylemleri düzenlediği zaten bilinen gerçekler. Fakat bugün için
Avrupa’da da Türkiye’de de faşist partilerin bu amaçla harekete geçmesi olanaklı
değil. Çünkü sosyalistler ve işçi sınıfının örgütlülüğü zayıf durumda. Üstelik
devrimci durum süreçlerinde askeri darbelerle sermaye sınıfının toplumsal
iktidarını restore etmek gibi bir almaşık yolun olduğu da açık. Dolayısıyla iktidardaki
ya da muhalefetteki faşist/faşizan partilerin takiyye yaptığını düşünmek,
mevcut bazı siyasal rejimlerin faşist olduğunu iddia etmek yerine, kapitalist
demokrasilerin biçimsel temsili özellikler yanı sıra faşizan özellikler de
kazanmış olduğunu, şiddet, yasaklama, sansür, denetim, gözetleme gibi faşizan
uygulamaların, burjuva demokrasilerine içselleştirilmiş olduğunu görmek
gerekiyor.
Emperyalist hiyerarşide alt
basamaklarda yer alan bağımlı ülkelerdeki askeri/sivil diktatörlükleri ya da
otoriter yönetim biçimlerini de, faşizm olarak nitelemek doğru değil. Bir
devlet tipi olarak faşizm ile bu siyasal rejimler arasında milliyetçilik,
ırkçılık, lider fetişizmi, baskının ön planda devrede oluşu, hak ve
özgürlüklerin kısıtlanması, kitlelerin edilgenleştirilmesi/sürüleştirilmesi
gibi benzerlikler vardır. Bu yönetimlere/devlet biçimlerine ancak “faşizan”
denebilir. Bize göre, iki dünya savaşı arasındaki klasik faşizm örneklerinin
mirası, artık kapitalist demokrasiler tarafından genel ve yaygın olarak
içselleştirilmiştir.[24] Kapitalist demokrasilerde
toplumsal iktidar ilişkileri, biçimsel demokratik nitelikler yanı sıra faşizan
nitelikler de kazanmıştır. Bu durum neo-liberalizmin otoriter yönetim ihtiyacı
ve eğiliminin olduğu 1980’lerin başından günümüze ulaşan tarihsel kesitte ise,
billurlaşmıştır.
Özetle bize göre, Türkiye’de
“faşizm” olarak adlandırılan devlet biçimi, aslında faşizan özellikler taşıyan
neoliberal otoriter devlettir.
Ayaşlı’nın katılmadığımız
başka bir düşüncesiyse şöyle:
“Karşıdevrim ancien regime’in (Eski Rejim)
restorasyonu için, İtalya ve Almanya’da olduğu gibi faşizm tarafından burjuva
demokrasisine karşı veya halkçı veya sosyalist bir düzeni devirmek üzere
yapılır.”[25]
Kanımızca sosyalist ya da
burjuva siyasal devrimleri için kullanılması gereken devrim ile karşıdevrim
kavramları, devrimci durum tarihsel kesitinde gerçekleşen süreçlerin birbirine
zıt iki bileşke eğilimini anlatır. Karşıdevrim kavramını, siyasal devrimlerin
dışına taşıyıp, farklı tarihsel kesitler için kullanmak yanlıştır. Örneğin
günümüzde Türkiye’de kapitalist devlet yeniden yapılanırken ve siyasal rejim
kısmen değişirken, olan biten karşıdevrim değildir. Geçmişte gözlenen kapitalist
demokrasinin faşist tipte bir devlete dönüşmesine de karşıdevrim denemez.
Başka bir konuya, askeri
diktatörlüklere nasıl bakmalıyız konusuna geçelim. Darbeyle gelmeleri, siyasi
iktidarın orduya geçmesi, toplumsal desteğe ve faşist kitle hareketine,
paramiliter örgütlere sahip olmamaları, faşist bir liderin çoğu durumda yokluğu,
birçok durumda emperyalist devletlerin doğrudan desteklemesi gibi
özellikleriyle, askeri diktatörlükler, faşist devlet ile aynı kategoride yer
almazlar. Elbette burjuva-ilerici darbeler, gerici-restorasyoncu darbeler
olarak bir ayrım yapılabilir.[26] Fakat Ayaşlı bunlara bir
de faşist cuntaları ekliyor. Oysa kapitalist demokrasinin işleyişini askıya
alan askeri darbeler, doğaları gereği geçici özelliktedirler. Faşist devlet
tipi ise, sosyalizm/sosyalistler/partizanlar tarafından yok edilmeseydi çok daha
uzun süreler tarih sahnesinde kalacaktı. 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle
kurulan görece kısa süreli diktatörlüğün Bonapartizmle uzaktan yakından alakası
bulunmuyor. Faşist olarak nitelenmesi Türkiye solunda yaygın olarak gözlense
de, bilimsel açıdan bakıldığında bir yanlış olarak karşımıza çıkıyor. Eğer
faşizm şiddetin/baskının öne çıkarıldığı bir yönetme tarzı olarak alınırsa, askeri diktatörlüklerin birçoğuna
faşist denebiliyor. Örneğin Ayaşlı’nın şu cümlesi faşizmi bir stil olarak
kavradığını gösteriyor: “ABD ve bağlaşıklarının kendileri değilse bile, askeri
müdahalede bulundukları ülkelerde uyguladıkları yöntemler faşistçeydi.”[27] Fakat faşizm, bir yönetme
stili ya da yöntemi değil, bizzat kapitalist bir iktidar biçimidir. Dolayısıyla
bize göre “Latin Amerika faşizmi” olarak nitelenen Şili, Arjantin, Nikaragua
gibi ülkelerdeki askeri diktatörlükleri, uyguladıkları şiddet politikalarına
bakarak değerlendirip, faşist devlet tipi içerisinde saymak bir yanılgıdır.
Ayaşlı Latin Amerika’daki
askeri diktatörlükler ile faşizm arasındaki benzerlikleri ve farkları yazarken
haklıdır. Fakat daha sonra çoğu askeri diktatörlüğü, faşist olarak niteleyince,
yazdıkları boşa gitmektedir. Askeri diktatörlükler için yazdığı şu satırlar
doğrudur ve biz de katılmaktayız:
“Partinin yerini ordunun
alması, faşist kitle hareketinin düşük düzeyi, dış dinamiklerin baskın
karakteri, faşist demogojinin görece zayıflığı (…). Bununla birlikte, terörün
siyasette oynadığı başat rol, antikomünizm, demokrasi düşmanlığı, şoven
milliyetçilik, devlet ve lider kültü (caudillo),
toplumsal yaşamı kontrol etmek bakımından klasik faşizmle benzeşirler.”[28]
Bakın Ayaşlı bu satırların
biraz ilerisinde ne yazmaktadır:
“Yunanistan (1967 Albaylar
Cuntası –MB), Şili (1973 darbesi–MB), ve Arjantin’deki (1976 darbesi –MB) darbe
rejimleri neo-askeri faşizmin ‘klasik’ biçimleri olarak
sınıflandırılabilirler.”[29]
Faşist devlet tipiyle olan
benzerliklerine bakılarak, bu ülkelerdeki askeri diktatörlüklere “neo-askeri
faşizm” denmektedir. Bu görüşe teorik/bilimsel değerlendirmeyle bakıldığında
katılmak olanaksızdır.
Bize göre İspanya ve
Portekiz’deki diktatörlükler, Yunanistan’daki Albaylar cuntası yönetimi,
Endonezya’daki solu ezen cunta rejimi, İran’daki Şah yönetimi, Filipinler’deki
Marcos yönetimi gibi askeri ya da “sivil” diktatörlüklerin, faşist devlet
olarak görülmesi sağlıklı değildir. Bunlar diktatörlük olsalar da, İtalya ve
Almanya’daki klasik faşist devletlerin oluşum paternini sergilemezler. Faşizm
bir diktatörlük türüdür, fakat her diktatörlük faşizm değildir.
Peki “faşizme karşı birleşik
cephe” önerisine ne demeli?.. 14/28 Mayıs 2023 seçimleri öncesinde
dillendirilen bu öneri, hiç kuşku yok ki önümüzdeki süreçlerde de gündeme
getirilecektir. Oysa sosyalistlerin, sosyal demokratik liberalizmle ve hatta
diğer düzen partileriyle birlikte kuracağı bir cephe, politik bir intihar olur.
Bağımsız sosyalist/komünist siyasal çizgi terk edilerek, liberalizmin sosyal
demokratik versiyonuna yedeklenmekle sonuçlanır. Geçmişte Avrupa’da klasik
faşizmin iktidara yürüyüşü süreçlerinde anlamlı ve gerekli olan bu politik
tutumu, günümüzde parti-devlet haline gelmiş bulunan AKP iktidarına karşı yeniden
oluşturmak, ancak teorik bakış eksikliğinin ürünü olabilir.
Oysa bize göre, sosyalistlerin
güç biriktirmesi ve düzen karşıtı politikalar üretmesi gerekmektedir. Sosyalizm
mücadelesi, politikalar geliştirip kitlelere çeşitli araçlar/yollar üzerinden
ulaştırmakla, siyasal mücadele içerisinde aktif bir ideolojik mücadele vermekle
yerine getirilir. Sermaye sınıfının ya da onun politik temsilcisi yürütme
gücünün politik hamlelerine karşı demokratik bir savunma hattı oluşturmak,
direniş mücadelesi vermek yerine, aktüel başlıklardaki politik ve ideolojik
gelişmelere müdahil olmak,
topluma alternatif ideolojik/politik
seslenmede bulunmak, pasif direnişçi değil, aktif karşıtlık barındıran bir mücadeleyi örgütlemek gerekmektedir.
Sosyalistler olduğu varsayılan bir “faşizme karşı demokrasiyi geliştirme ya da
koruma mücadelesi” vermezler; ancak sosyalizm mücadelesinin ara demokratik
kazanımları oluşturulabilir.
“Topluma seslenme”nin
önemini küçümsemeden, mahallelerde ve işyerlerinde emekçilerin arasında olarak,
onların sorunlarıyla hemhal olmak ve taraflaştırmak için uğraşmak... İşte örgütlülük üzerinden mücadele dediğimiz
olgu budur. Politikaları üretecek ve emekçilere götürecek olan örgüttür. Fakat
sosyalist politikalar kitlelere dışarıdan dayatılmaz; emekçilerin
oluşturdukları değerlere, kültüre ve düşüncelere doğrultu verip, onları
şekillendirir. Uzaktan seslenmeyi, “gelin bize destek olun” demeyi biryana
bırakmak, emekçiler arasında onlarla birlikte devinerek, süreçlere yön vermeye
çalışmak gerekmektedir.
[1] Faşist ideolojinin özellikleri için
yararlandığımız kaynaklar: i) Hazırlayanlar: Gökhan Atılgan, E. Attila
Aytekin, Siyaset Bilimi, ii.
Fatih Yaşlı, İdeoloji: Bir Kavramın
İzinde, Alabanda Akademi, 2016 iii) Yaşar Ayaşlı, Eski ve Yeni Faşizm, Yordam Kitap, 2023
[2] Yaşar Ayaşlı, a.g.e., s. 192
[3] Yaşar Ayaşlı, a.g.e., s. 196
[4] İlhan Gülhan, Karşıdevrimci
burjuvazi ile geriye dönüş, https://sendika.org/2023/06/karsidevrimci-burjuvazi-ile-geriye-donus-686105/
[5] Olivier Roy’dan aktaran Yaşar Ayaşlı,
a.g.e., s. 207
[6] Yaşar Ayaşlı,, a.g.e., s. 224
[7] Yaşar Ayaşlı,, a.g.e., s. 225
[8] Yaşar Ayaşlı, a.g.e., s. 242
[9] Yaşar Ayaşlı, a.g.e., s. 243
[10] Yaşar Ayaşlı, a.g.e., s. 244
[11] Yaşar Ayaşlı, a.g.e., s. 245
[12] Yaşar Ayaşlı, a.g.e., s. 246
[13] Yaşar Ayaşlı, a.g.e.,
s. 247
[14] Yaşar Ayaşlı, a.g.e., s. 249
[15] Yaşar Ayaşlı, a.g.e., s. 251
[16] Yaşar Ayaşlı, a.g.e., s. 253
[17] Yaşar Ayaşlı, a.g.e., s. 272
[18] Yaşar Ayaşlı, a.g.e., s. 267
[19] Yaşar Ayaşlı, a.g.e., s. 268
[20] Yaşar Ayaşlı,, a.g.e., s. 258-9
[21] Yaşar Ayaşlı, a.g.e., s. 272
[22] Yaşar Ayaşlı, a.g.e., s. 272
[23] Yaşar Ayaşlı, a.g.e., s. 276
[24] Ayaşlı’nın kitabında sadece bir yerde
bizim bu düşüncemize benzer bir fikir bulunmaktadır: “(…) faşizm 1945’te
mezarına gömülmedi. Tersine üç şekilde varlığını sürdürdü: Birincisi burjuva
demokrasisinin yürürlükte olduğu ülkeler, faşizmi büsbütün dışlamak yerine bazı
öğelerini alıkoyup içselleştirdiler (…)” (a.g.e.,
s. 219) Bir de şu satırlarda kısmen
sağlıklı değerlendirme yapıyor: “Bu yalnız akla kara gibi iki burjuva yönetim
biçimi olmadığını (genelde şiddet yöntemini faşizm, liberalizm yöntemini burjuva
demokrasisi olarak kavrıyor –MB), bunların her ülkeye ve zaman göre değişebilen
bileşimler alabildiğini gösterir.” (a.g.e.,
s. 271-2)
[25] Yaşar Ayaşlı, a.g.e., s. 201
[26] Yaşar Ayaşlı,, a.g.e., s. 167
[27] Yaşar Ayaşlı,, a.g.e., s. 224
[28]Yaşar Ayaşlı,, a.g.e., s. 143
[29] Yaşar Ayaşlı,, a.g.e., s. 143
Faşizmi kapitalizmin bunalımına ayrı ele almanın doğru olmadığı biliniyor .günümüz kapitalizmin bınalımı Küresel karekter kazanmasıyla birlikte faşizmde Küresel karekter kazanmış bunalımı
YanıtlaSilBöylesi çok nemli bir konuda yüzeysel sayılabilecek incelemeyle bir sonuca varmak kolay değil şüphesiz.
YanıtlaSilBugün ülkemizdeki demokrasiye, insan haklarına, sömürüye karşı sürdürülen mücadelelerde faşist uygulamaların varlığı ve halka korku saldığı olduğunu rahatça vurgulanırken, sistemin Faşist olmadığına işaret eden argümanların yeterli olabileceğini düşünmek zor.
Konu oldukça çok yönlü araştırılarak sağlıklı bir sonuca varılabileceğini düşünüyorum.
Türkiye’de faşizm var mıdır yok mudur iddialarıyla ilgili mutlak bir şey söylemek istemiyorum. Fakat burada anlatıldığı kadarıyla da Bir devlet biçimi olarak faşizmle ilgili kesin bir sonuca varmanın da doğru olmadığını düşünüyorum.
Böylesi çok nemli bir konuda yüzeysel sayılabilecek incelemeyle bir sonuca varmak kolay değil şüphesiz.
Bugün ülkemizdeki demokrasiye, insan haklarına, sömürüye karşı sürdürülen mücadelelerde faşist uygulamaların varlığı ve halka korku saldığı olduğunu rahatça vurgulanırken, sistemin Faşist olmadığına işaret eden argümanların yeterli olabileceğini düşünmek zor.
Konu oldukça çok yönlü araştırılarak sağlıklı bir sonuca varılabileceğini düşünüyorum
Aysan Uçta