26 Haziran 2023 Pazartesi

Yaşar Ayaşlı’nın Eski ve Yeni Faşizm adlı kitabı: Bir eleştiri

Mahmut Boyuneğmez

Faşizm nedir? Türkiye’de siyasal rejime kimileri “örtülü faşizm”, kimileri “açık faşizm” diyor, “İslamo-faşizm” diyenler de var. Türkiye solunda “her niyete yenen muz” ya da “her kapıyı açan maymuncuk” olarak kullanılan faşizm kavramı ve olgusu aslında neyi anlatıyor?..

Faşizmi, üç boyutuyla incelemek mümkündür. Bu boyutlar ideoloji, hareket ve devlet tipi olarak faşizmdir.

Önce faşist ideolojinin özelliklerine bakalım. Faşizm bir ideoloji olarak, muhafazakârlığın kavramlarını ve anlayışını uçlara taşır. Irkçılık, milliyetçilik (kitleleri seferber etmede özellikle bu ikisi kullanılmıştır), otoriteyi/lideri fetişleştirme, despotizm, güçlüler-güçsüzler ayrımı, elitizm, militarizm, yayılmacılık, anti-komünizm ve korporatizm karakteristik özellikleridir. Almanya ve İtalya’da yaşanan klasik faşizm deneyimlerinde faşistler, kapitalizm öncesi hayali bir güzel geçmişi, Ortaçağın geleneklerini, şövalye kültürünü, kahramanlık hikâyelerini ve destanları yüceltmişlerdir. Faşist ideoloji, mistik-metafizik-irrasyonel karakterdedir. Aydınlanma, akıl ve entelektüalizm karşıtıdır. “Düşman oluşturma”, komplocu düşünüş faşizmin özelliklerindendir. Faşistler, kahramanlık ve ölüm kültü, güç, savaş, hiyerarşi, emir-komuta, erkeklik gibi kavramlar etrafında değerler türetir. Faşizm şiddeti ve savaşı estetize eder, ulusal ve toplumsal bir demogojiyle kitlelerin talep ve özlemlerine seslenir, emperyalist dış politikaları “ulusal yarar” olarak kitlelere sunar. Faşist (terör destekli) propaganda akıldışı, kör inançlara/ön yargılara ve duygulara yaslanır; basit, tekrara dayalı, öfke ve coşku uyandırıcıdır. Ayrıca faşizm, asketik (çileci) bir çalışma ve üretim etiğine sahiptir.[1]

İlk olarak Walter Benjamin tarafından öne sürülen faşizmde “siyasetin estetize edilmesi” olgusunu ise biz, faşist ideolojinin çeşitli pratikleri olarak görmekteyiz. Örneğin SA’ların düzen içindeki sokak yürüyüşleri, Roma selamı, kaz adımı, marşlar, trompetlerin ve davulların kullanımı, gamalı haç sembolünün kullanımı, afişler, bayraklar, heykellerin kullanımı, resmigeçit törenleri, meşale alayları, askeri gösteriler, gösterişli parti kongreleri, tasarlanmış kitlesel tezahüratlar, propaganda filmleri, heybetli mimari eserler, jest ve mimiklerle yapılan hitabet vd.[2] Bütün bunlar faşist ideolojinin bileşenleridir.

Türkiye’de faşist ideolojinin kapsamındaki bazı motiflerse şunlardır: milliyetçilik, ırkçılık, sığınmacılara karşı ırkçı nefret, anti-komünizm, Türkçülük, İslamcılık, lider fetişizmi, Osmanlı imparatorluğu dönemini yüceltme, “ataerkillik” vd...

Peki faşist hareketlerin karakteristik nitelikleri nelerdir?.. İtalya’da Squadrismo (Karagömlekliler), Almanya’da Sturmabteilung (SA) ve diğer Avrupa ülkelerinde de benzer paramiliter örgütlenmeler ile faşist partiler, faşist hareketlerin ana bileşenini oluşturmuştur. Paramiliter örgütlenmeler, mücadeledeki işçileri, komünistleri ve antifaşist güçleri baskılamak, yıldırmak, sindirmek ve etkisiz hale getirmek, kitleler üzerindeyse korku ve sempati karışımı psikolojik etkiler oluşturmak için örgütlenmiştir ve terör eylemleri yapmıştır. Nasyonal sosyalistler Almanya’da siyasi iktidara geldikten sonra ise Schutzstaffel (SS), güvenlik ve gözetimden sorumlu terör örgütü olarak faaliyetlerini sürdürmüştür. İtalya’da Ulusal Faşist Parti (Partito Nazionale Fascista), Almanya’da Alman Ulusal Sosyalist İşçi Partisi (NSDAP), paramiliter terör örgütlerinin uyguladığı şiddet yolunun yanında, seçimlere katılımı da kullanarak kitleselleşmeyi başarmıştır.

Türkiye’deki faşist hareket de geçmişte benzer bir işlev üstlenmiştir. İşçi sınıfının, sosyalist ve devrimci-demokrat örgüt ve partilerin, sınıfın organik aydınlarının siyasal ve ideolojik mücadelesini baskılamak, kitleler arasında korku/terör yaratarak onları sindirmek amacıyla, MHP’nin oluşturduğu faşist hareketin ve Ülkü Ocakları adındaki paramiliter örgütünün, devletin koruması ve kollaması altında 1970-80 arası dönemde aktif olduğu ve eylemlilikler içerisinde bulunduğu bilinmektedir.

Bir devlet biçimi olarak faşizme gelirsek… Faşizm, bir kapitalist devlet tipidir. Bu devlet, totaliterdir.

“Totalitarizm elbette en başta siyasal çoğulculuğun ve her türlü muhalefetin kaldırılması, parlamenter hükümet biçimine ve güçler ayrılığına son verilmesi, tek lider ve tek parti (“Führer ilkesi”) etrafında birleşmiş hiyerarşik devlet yapılanması, merkezi ekonomik yönetim, kısacası devletin toplumu tam kontrol altına alması demektir. Buna resmî ideoloji ve medya üzerindeki devlet tekeliyle birlikte temel hak ve özgürlüklerin kaldırılması ve terörün başat yönetim tekniği olarak kullanılması da eklenmelidir.”[3]

Öyleyse, bugün Türkiye’de bulunan devlet tipini faşizm olarak niteleyebilir miyiz? Klasik faşist rejimlerle/devlet tipiyle benzerlikler bulunmaktaysa da, biz günümüzde Türkiye’de var olan kapitalist devletin, faşist tipte olduğunu düşünmüyoruz. Bize göre Türkiye’de bugün faşizan özelliklere sahip otoriter neoliberal kapitalist devlet/demokrasi bulunmaktadır.

İtalya ve Almanya’da klasik faşist devlet tipi, bu ülkelerdeki ve ayrıca diğer emperyalist ülkelerdeki sermayenin faşist hareketlere aktif destek vermesiyle siyasi iktidara gelmeleri sonucunda oluşturulmuştur. Almanya ve İtalya’da faşist diktatörlükler, ekonomik kriz ortamında filizlenen ve zaman içerisinde kitleselleşen protest/faşist hareketlere, sermaye sınıfının krizden bir çıkış yolu olarak verdiği destekle kurulmuştur. Türkiye’de ise devlet içerisinden ordunun ve büyük sermayenin önemli bölümünü oluşturan TÜSİAD’ın aktif karşı mücadelesine rağmen ve bu güçlerin restorasyon girişiminin başarısızlıkla sonuçlanması üzerine AKP, devleti tam denetimi altına almış ve siyasal rejimi kısmen değiştirmiştir.

İtalya ve Almanya geç kapitalistleşen ülkeler olduklarından diğer emperyalist ülkeler gibi yeterince sömürge ülkeye sahip olamamış, bu nedenle, iki klasik faşist devleti karakterize eden en önemli özelliklerden biri emperyalist yayılmacılık olmuştur. Kapitalist sınıfların emperyalist politikalarıyla, faşistlerin işgalci/yayılmacı perspektifi ve silahlanma politikası örtüşmüştür. Günümüzde klasik sömürgecilik tarih olduğundan, Türkiye’nin böylesi bir dış politikaya sahip olması mümkün değildir.

Faşist devlet, her türlü muhalefeti yasaklar, parlamenter demokrasiyi ortadan kaldırır. Faşist devlet, kamusal ve bireysel yaşamı, siyasi, toplumsal ve iktisadi işleyişi tam kontrolüne alır, kültürel, dinsel, sanatsal, ahlaki, sportif ilişkileri faşist prensiplere göre yapılandırır. Oysa Türkiye’de bugün başkanlık sistemine geçilmiş olsa da, seçim, parlamento, toplumsal örgütlenmeler ve partiler varlığını korumaktadır. Toplumsal ilişkiler siyasi iktidar tarafından biçimlendirilmekteyse de, bunlar üzerinde tam bir kontrol ve denetim oluşturulamamaktadır.

Klasik faşist devlet iktidarı, engellileri, Yahudileri kitlesel olarak katletmenin yanı sıra, işçi hareketlerini ve komünistleri de ezmiştir. Almanya ve İtalya’da faşist hareket, sermaye sınıfı için hala bir tehdit oluşturan örgütlü işçi sınıfı hareketlerini ve komünistleri tasfiye etme işlevini yerine getirmiştir. Türkiye’de işçi sınıfı ve sol hareketlenmenin baskılanması 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle birlikte gerçekleştirilmiş, sonrasında devlet iktidarı bu hareketlere karşı güçlendirilmiş ve tahkim edilmiştir. Bugün bir parti-devlet olan AKP’nin iktidarını tehdit eden ne bir işçi hareketi ne de sosyalist bir hareket bulunmaktadır.

Bunlara bir de klasik faşizmin Sovyetler Birliği’nin yok edilmesine dönük militarist yayılmacılığının, emperyalist-kapitalist sistemin çıkarına olduğu eklenmelidir. Günümüzde emperyalist ülkelerin yok etmeyi düşündükleri büyük ve etkili bir sosyalist güç/devlet bulunmamaktadır. Dolayısıyla emperyalist-kapitalist sistemin ürünü olan ve bu sistem tarafından kullanılan, yayılmacı bir faşist devletin desteklenmesine ihtiyaçları yoktur.

Bu sıraladıklarımız, klasik faşist devlet tipi ile günümüz Türkiye’sindeki kapitalist devlet/demokrasi biçimi arasındaki bazı farklara işaret etmektedir.

Şimdi neoliberal kapitalist devletin bazı temel özelliklerini sıralayabiliriz:

i. Kapitalist devletin iktisadi süreçlere müdahalesi artsa ve bu müdahalenin biçimi değişse de, doğrudan meta ve hizmet üretimindeki rolü minimum düzeye gerilemiştir.

ii. Türkiye’de bankacılık, finans, enerji, rekabet, tarım alanları/sektörleri ile kamu alım-satımlarını düzenleme, denetleme, yönlendirme ve müdahalede bulunma amaçlı devlet organları olarak üst kurullar oluşturulmuştur. Bu üst kurullar AKP’nin denetimindedir.

iii. Neoliberal devlette yasama organı işlevsizleşmiş, yürütmenin gücü artmıştır.

iv. Neoliberal dönmede hukuk sistemi piyasa ilişkilerine açılmakta ve bir tür özelleştirme yaşanmaktadır. Tahkim, arabuluculuk, uzlaştırma, kısa yargılama, müzakere, yargıç kiralama gibi yeni yollarla devlete ait yargılama yetkisi, özel yargı piyasasına devredilmektedir. Kamu yararını gözeten ulusal mahkemelerin yerini bir iktisadi sektöre dönüşen özel yargı sistemi (hukuk şirketleri) almaktadır.[4]

v. Kapitalist sınıf ile proletarya arasındaki iktidar ilişkilerinin örgütlenmesi olarak devlet, işçi sınıfının bu iktidar ilişkisindeki örgütlülüğünü ve gücünü kırıp asimetriyi artırmış, topluma dönük sosyal işlevlerini tasfiye etmiş, otoriter özellikler kazanmıştır.

vi. Neoliberal kapitalist devletin güvenlik örgütlenmesi güçlendirilmekte ve yeniden yapılandırılmaktadır. Örneğin Türkiye’de profesyonel ordu/sözleşmeli askerlik üzerinden ordu yeniden yapılandırılmakta, polis örgütlenmesinin kadroları ağırlıkla milliyetçi-muhafazakar parti tabanlarından devşirilerek, yapı sağlamlaştırılmaktadır.

vii. AB, DB, IMF ve NATO gibi emperyalist örgütler, kapitalist devletlerin uyguladığı bazı politikalarda yönlendirici olarak ülkelerdeki siyasal iktidarın içsel bir bileşeni olmakta, böylelikle kapitalist devletin uyguladığı bazı politikaların sorumluluğu ulaşılamaz, anonim örgütlenmelere aktarılmaktadır.

viii. Neoliberal kapitalist devlet, bir şirkete benzer şekilde işlemektedir. Piyasa ilişkileri devletin içerisine ve ilişkilerine nüfuz etmiş bulunmaktadır.

Peki, Türkiye’deki kapitalist devlet/demokrasiye neden “faşizan” özellikler atfediyoruz?.. Bunun nedenleri şunlardır: Türkiye’deki bürokratik devlet örgütlenmesinin büyük ölçüde AKP kadroları tarafından karşılanması, medyanın ağırlıklı kesiminin siyasi iktidarın güdümüne girmiş olması, yargının, ordunun, kolluk kuvvetlerinin, MİT’in, üniversitelerin, ekonomiyi düzenleyen üst kurulların AKP’nin kontrolü altına olması, faşizan/faşizmi çağrıştıran özelliklerdir.

Bize göre Türkiye’de totaliter bir faşist devlet tipi değil, neoliberal sermaye birikim biçimine uygun şekilde yeniden yapılandırılmış, faşizan ve otoriter özellikler taşıyan, AKP’nin parti-devlet olduğu bir kapitalist demokrasi bulunmaktadır. Kanımızca bu siyasal rejime “popülizm” denmesi uygun değildir. Arjantin’deki J. Peron ve Brezilya’daki G. Vargas yönetimlerini “popülizm”in örnekleri olarak gören yaklaşımlara göre, “popülizm otoriter bir demokrasi biçimidir.”[5] Oysa popülizm terimi, halkçılık anlamına geldiğinden, bu konuda kafa karışıklığına yol açtığı gibi, günlük politik söylemlerde “popülizm”in pejoratif anlamıyla kullanımı, halkçılık üzerine verilmesi gereken bir ideolojik mücadeleyi baltalayabilmektedir.

Yaşar Ayaşlı, neoliberal otoriter ve faşizan devlet tipinin oluşumunu görmeyerek, “21. yüzyıl faşizmi neoliberalizmin enkazı üzerinde boy atıyor”[6] demektedir. Bakın faşizmin gelişimini yaşadığı nesnel koşulları nasıl tarifliyor:

“Açlığı, işsizliği ve yoksulluğu tetikleyerek toplumsal gerginlikleri derinleştiren dünya kapitalizminin krizi, bir yanda bütün kıtalarda zincirleme direnişler ve halk ayaklanmaları yaratırken öte yanda faşizmi besleyip büyüttü.”[7]

Oysa neoliberal sermaye birikim biçimi, kapitalizmin uzun süredir içinde bulunduğu krizi aşmak üzere kendini re-organize ettiği, toplumsal ilişkilerin ve devlet yapısı dâhil üst yapıların, egemen ideolojilerin, kültürel değerlerin (örneğin ülkelerde “kültürel ırkçılığın” yaygınlaşması, Avrupa’da “İslamofobi”nin oluşması), felsefi düşüncelerin (postmodernizm) reel sosyalizm sonrası dönemde yeniden şekillendiği bir toplumsal sistemin oluşumuyla birlikte gelişiyor. İçinde bulunduğumuz neoliberal dönemin genel devlet tipini faşizm olarak nitelemekse mümkün değil.

Ayaşlı, 21. yüzyıl faşizminin seçimle iktidara gelmiş bazı örnekleri üzerinde duruyor. Örneğin, Donald Trump’ı seçimle iktidara gelen bir neofaşist olarak görüyor.[8] Trump’ın “(…) vaatleri faşist reflekslerle uyumluydu”[9] diyor. Trump yönetimi, “(…) açık faşist diktatörlüğe geçişi sağlayamazdı”[10] diye ekliyor. Ayaşlı, şunları da yazıyor: “Trump ve tayfası, hep klasik faşizmin ezeli kamplaştırma kalıbını kullandılar: ‘Biz’ ve ‘onlar’.”[11] “Trump, modern faşizmin özelliklerini taşıyan (…) buna rağmen klasik faşizmdeki gibi örgütlü ve programlı bir stratejiye dayanmayan, milyarder, karizmatik bir neofaşist figür(dü) (…)”[12] diyen Ayaşlı, Trump’ın “faşist mizacı” olduğundan bahsediyor ve ABD kongre binasını yandaşlarına işgal ettirmesini, “kitlesel faşist bir hareketin asgari düzeyde de olsa var olduğunu açığa çıkardı(ğını)” belirtiyor.[13]

Bir ülkede faşizmin var olup olmadığını bir politik figürün mizacına, vaatlerine bakarak değerlendirmek, bilimsel değildir. ABD kongre binasının basılmasını, “faşist hareket”in varlığına kanıt saymak da akıl karı değil. Söz konusu olan Cumhuriyetçi ve Demokrat parti olarak iki partinin dönüşümlü yürütme gücünü devraldığı özgül bir kapitalist demokrasi/devlet biçimi olan ABD… Bu kapitalist devleti “faşizm” olarak nitelemek, “öküzün altında buzağı aramaya” benziyor.

Verdiği diğer örnek Macaristan’da 12 yıldır başbakanlık yapan ve “faşist hükümet” dediği V. M. Orban yönetimi. Bu hükümeti “anti-demokratik” olarak niteleyen Ayaşlı, anti-demokratik olmayı, faşist devlet ile bir tutuyor.[14] Oysa Orban oluşturduğu rejimi, “illiberal demokrasi” (liberal olmayan demokrasi) olarak adlandırırken, kapitalist devlet/demokrasi çerçevesi içerisinde kalındığının ipucunu zaten veriyor.

Ayaşlı, Bolsonaro hakkında, “ABD ve İsrail yanlısı, ateşli neoliberalizmin savunucusu tipik bir neofaşisttir”, “neofaşist bir hükümeti yönetmektedir” şeklinde yazıyor.[15] 2014 yılından beri Hindistan başbakanı olan Modi hükümeti hakkında Ayaşlı şöyle bir yorum yapıyor: “Diğerleri gibi Hindistan’da da faşistlerin iktidarda oldukları ama onca zamandır totaliter faşist diktatörlüğe geç(e)medikleri paradoksal bir durum yaşanmaktadır.”[16]

Ayaşlı yazdıklarını şöyle özetliyor:

“(…) Erdoğan 20, Orban 12, Modi 8, Bolsanoro 4 yıldır iktidarda oldukları halde, parlamentarizm maskesini korudular ve totaliterleşme evresine geçmediler ya da geçemediler. Hindistan’da ve Macaristan’da hükümetler faşist; ama faşist diktatörlük olarak yeterince kurumsallaşmış ve pekişmiş değiller.”[17]

Görüldüğü gibi her biri somut özgüllüğü içerisinde incelenmesi ve o ülkelerin sosyalistleri tarafından bu incelemeler üzerinden mücadele stratejileri geliştirilmesi gereken, birbirinden farklı siyasal rejimler/kapitalist devlet somutlukları, aynı çuvala konarak, üzerine “neofaşizm” yaftası yapıştırılıyor. Oysa faşizm, totaliter karakterde bir kapitalist devlet tipidir. Ancak yüzeysel gözlemlerle yetinildiğinde, ABD, Macaristan, Hindistan, Brezilya ve Türkiye’deki siyasal rejimlerin faşizmi çağrıştıran özelliklerine aldanıp, bu ülkelerdeki siyasal rejimleri somut değerlendirmelerin ve dolayısıyla sosyalist mücadelenin konusu yapmak yerine, ortak neofaşizm çatısı altında toplamak mümkün oluyor.

Ayaşlı, IŞİD, ÖSO, El Nusra, El Kaide, Bako Haram gibi örgütleri de “neofaşizm” türleri olarak yorumluyor.[18] Lübnanlı Şii Hizbullah ile Filistinli Sünni Hamas’ı bunlardan ayırıyor.[19] Bize göre, bu değerlendirmeler artık ifrada kaçıyor. Cihatçı, şeriat hedefi olan bu örgütlenmelerin, faşist hareket ya da ideoloji ile ilişkisinin olmadığı çok açık... Ayaşlı siyasal İslam ve İslami köktencilik ile faşist ideoloji arasında benzerlikleri şu şekilde sıralıyor:

“Faşizmle aralarında sınıf mücadelesinin reddi, siyasi mücadele aracı olarak terör yöntemi kullanma, ‘altın çağ’ı dirilme ve ‘yeni nesil’ insan yaratma, keskin Yahudi karşıtlığı, totaliter bir devlet ve toplum kurma, lidere kayıtsız şartsız itaat, tek parti gibi benzerlikler bulunmaktadır.”[20]

Bu benzer özelliklerin işaret ettiği aslında nedir? Faşist ideoloji ile siyasal İslamcılık gericidir. Evet, sıralanan özellikler bu ideolojilerin gerici karakterini ortaya koymaktadır. Yoksa siyasi İslamcılığın, “faşist” olduğunu değil.

Ayaşlı, Avrupa’daki “neofaşist muhalefet partilerinin” paramiliter örgütlenmeleri olmadığından, bu partiler cumhuriyetçi ve parlamenterist söylemleri benimsediklerinden, “bir tamamlanmamışlık, yarım kalmışlık, uzatmalılık hali” söz konusudur diyor.[21]

Ayaşlı’nın özgün fakat sağlıksız olan katkısını şu alıntılarla özetlemek mümkün görünüyor:

“21. yüzyıl faşizminin selefine nispetle gerek siyasi hareket gerekse rejim olarak özünü maskelemek için burjuva demokrasisi örtüsü kullanmaya çok daha hevesli olduğu, özellikle paramilitarizm ve totalitarizmle arasına gerek duyduğu ve şartlarını hazırladığı zaman ortadan kaldırabileceği bir mesafe koyduğu dikkate alınmalıdır”[22]

“Egemen sınıflar toptan çöküş durumuyla, sıkı örgütlü hareketlerle ve kitlesel devrimci ayaklanmalarla karşılaşırlarsa bunlar fazla işe yaramayacak, o zaman da ‘ılımlı’ görünen faşist güçlerin programlarını ve taktiklerini değiştirerek radikalleşmeleri, devlet desteğiyle paramiliter gruplar kurmaları ve kitle terörü yaratmaları, sivil özgürlüklerin son kırıntılarını ve yasal örgütlenmeleri sona erdirmeleri sürpriz olmayacaktır. Bundan dolayı zamanımız faşizminin ‘ılımlı’lığı geçicidir (…) Günümüz faşizmi için tamamlanmamış, eksik, uzatılmış derken kastettiğimiz budur. Yavaşlatılmış ve süreklileşmiş faşizm durumu, içinde bulunduğumuz konjonktürün nesnellikleri ve öznellikleriyle koşulludur (…) Öyleyse, iktidardaki faşizmler, 21. yüzyıl faşizminin erken aşamasına mahsus bir yarı faşizm ya da totaliter aşamaya geçmemiş faşist rejimler olarak adlandırılabilirler.”[23]

“Özünü maskelemek”, “ılımlı görünen”, “burjuva demokrasisi örtüsü kullanmak” gibi kelimeler neyi gösteriyor? Ayaşlı, takiyye yapıyorlar demeye getiriyor… Şimdi “yarı faşizm” var, ihtiyaç olduğunda “tam faşizm” olacaklar… Ayaşlı bu anlama gelecek şekilde yazıyor. Oysa kitlelerin mücadelelerinin yükselişe geçmesi durumunda faşist hareketlerin sermaye sınıfının toplumsal iktidarını korumak üzere harekete geçtiği, paramiliter örgütlenmelerle sınıf hareketine ve sosyalist güçlere dönük terör eylemleri düzenlediği zaten bilinen gerçekler. Fakat bugün için Avrupa’da da Türkiye’de de faşist partilerin bu amaçla harekete geçmesi olanaklı değil. Çünkü sosyalistler ve işçi sınıfının örgütlülüğü zayıf durumda. Üstelik devrimci durum süreçlerinde askeri darbelerle sermaye sınıfının toplumsal iktidarını restore etmek gibi bir almaşık yolun olduğu da açık. Dolayısıyla iktidardaki ya da muhalefetteki faşist/faşizan partilerin takiyye yaptığını düşünmek, mevcut bazı siyasal rejimlerin faşist olduğunu iddia etmek yerine, kapitalist demokrasilerin biçimsel temsili özellikler yanı sıra faşizan özellikler de kazanmış olduğunu, şiddet, yasaklama, sansür, denetim, gözetleme gibi faşizan uygulamaların, burjuva demokrasilerine içselleştirilmiş olduğunu görmek gerekiyor.

Emperyalist hiyerarşide alt basamaklarda yer alan bağımlı ülkelerdeki askeri/sivil diktatörlükleri ya da otoriter yönetim biçimlerini de, faşizm olarak nitelemek doğru değil. Bir devlet tipi olarak faşizm ile bu siyasal rejimler arasında milliyetçilik, ırkçılık, lider fetişizmi, baskının ön planda devrede oluşu, hak ve özgürlüklerin kısıtlanması, kitlelerin edilgenleştirilmesi/sürüleştirilmesi gibi benzerlikler vardır. Bu yönetimlere/devlet biçimlerine ancak “faşizan” denebilir. Bize göre, iki dünya savaşı arasındaki klasik faşizm örneklerinin mirası, artık kapitalist demokrasiler tarafından genel ve yaygın olarak içselleştirilmiştir.[24] Kapitalist demokrasilerde toplumsal iktidar ilişkileri, biçimsel demokratik nitelikler yanı sıra faşizan nitelikler de kazanmıştır. Bu durum neo-liberalizmin otoriter yönetim ihtiyacı ve eğiliminin olduğu 1980’lerin başından günümüze ulaşan tarihsel kesitte ise, billurlaşmıştır.

Özetle bize göre, Türkiye’de “faşizm” olarak adlandırılan devlet biçimi, aslında faşizan özellikler taşıyan neoliberal otoriter devlettir.

Ayaşlı’nın katılmadığımız başka bir düşüncesiyse şöyle:

“Karşıdevrim ancien regime’in (Eski Rejim) restorasyonu için, İtalya ve Almanya’da olduğu gibi faşizm tarafından burjuva demokrasisine karşı veya halkçı veya sosyalist bir düzeni devirmek üzere yapılır.”[25]

Kanımızca sosyalist ya da burjuva siyasal devrimleri için kullanılması gereken devrim ile karşıdevrim kavramları, devrimci durum tarihsel kesitinde gerçekleşen süreçlerin birbirine zıt iki bileşke eğilimini anlatır. Karşıdevrim kavramını, siyasal devrimlerin dışına taşıyıp, farklı tarihsel kesitler için kullanmak yanlıştır. Örneğin günümüzde Türkiye’de kapitalist devlet yeniden yapılanırken ve siyasal rejim kısmen değişirken, olan biten karşıdevrim değildir. Geçmişte gözlenen kapitalist demokrasinin faşist tipte bir devlete dönüşmesine de karşıdevrim denemez.

Başka bir konuya, askeri diktatörlüklere nasıl bakmalıyız konusuna geçelim. Darbeyle gelmeleri, siyasi iktidarın orduya geçmesi, toplumsal desteğe ve faşist kitle hareketine, paramiliter örgütlere sahip olmamaları, faşist bir liderin çoğu durumda yokluğu, birçok durumda emperyalist devletlerin doğrudan desteklemesi gibi özellikleriyle, askeri diktatörlükler, faşist devlet ile aynı kategoride yer almazlar. Elbette burjuva-ilerici darbeler, gerici-restorasyoncu darbeler olarak bir ayrım yapılabilir.[26] Fakat Ayaşlı bunlara bir de faşist cuntaları ekliyor. Oysa kapitalist demokrasinin işleyişini askıya alan askeri darbeler, doğaları gereği geçici özelliktedirler. Faşist devlet tipi ise, sosyalizm/sosyalistler/partizanlar tarafından yok edilmeseydi çok daha uzun süreler tarih sahnesinde kalacaktı. 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle kurulan görece kısa süreli diktatörlüğün Bonapartizmle uzaktan yakından alakası bulunmuyor. Faşist olarak nitelenmesi Türkiye solunda yaygın olarak gözlense de, bilimsel açıdan bakıldığında bir yanlış olarak karşımıza çıkıyor. Eğer faşizm şiddetin/baskının öne çıkarıldığı bir yönetme tarzı olarak alınırsa, askeri diktatörlüklerin birçoğuna faşist denebiliyor. Örneğin Ayaşlı’nın şu cümlesi faşizmi bir stil olarak kavradığını gösteriyor: “ABD ve bağlaşıklarının kendileri değilse bile, askeri müdahalede bulundukları ülkelerde uyguladıkları yöntemler faşistçeydi.”[27] Fakat faşizm, bir yönetme stili ya da yöntemi değil, bizzat kapitalist bir iktidar biçimidir. Dolayısıyla bize göre “Latin Amerika faşizmi” olarak nitelenen Şili, Arjantin, Nikaragua gibi ülkelerdeki askeri diktatörlükleri, uyguladıkları şiddet politikalarına bakarak değerlendirip, faşist devlet tipi içerisinde saymak bir yanılgıdır.

Ayaşlı Latin Amerika’daki askeri diktatörlükler ile faşizm arasındaki benzerlikleri ve farkları yazarken haklıdır. Fakat daha sonra çoğu askeri diktatörlüğü, faşist olarak niteleyince, yazdıkları boşa gitmektedir. Askeri diktatörlükler için yazdığı şu satırlar doğrudur ve biz de katılmaktayız:

“Partinin yerini ordunun alması, faşist kitle hareketinin düşük düzeyi, dış dinamiklerin baskın karakteri, faşist demogojinin görece zayıflığı (…). Bununla birlikte, terörün siyasette oynadığı başat rol, antikomünizm, demokrasi düşmanlığı, şoven milliyetçilik, devlet ve lider kültü (caudillo), toplumsal yaşamı kontrol etmek bakımından klasik faşizmle benzeşirler.”[28]

Bakın Ayaşlı bu satırların biraz ilerisinde ne yazmaktadır:

“Yunanistan (1967 Albaylar Cuntası –MB), Şili (1973 darbesi–MB), ve Arjantin’deki (1976 darbesi –MB) darbe rejimleri neo-askeri faşizmin ‘klasik’ biçimleri olarak sınıflandırılabilirler.”[29]

Faşist devlet tipiyle olan benzerliklerine bakılarak, bu ülkelerdeki askeri diktatörlüklere “neo-askeri faşizm” denmektedir. Bu görüşe teorik/bilimsel değerlendirmeyle bakıldığında katılmak olanaksızdır.

Bize göre İspanya ve Portekiz’deki diktatörlükler, Yunanistan’daki Albaylar cuntası yönetimi, Endonezya’daki solu ezen cunta rejimi, İran’daki Şah yönetimi, Filipinler’deki Marcos yönetimi gibi askeri ya da “sivil” diktatörlüklerin, faşist devlet olarak görülmesi sağlıklı değildir. Bunlar diktatörlük olsalar da, İtalya ve Almanya’daki klasik faşist devletlerin oluşum paternini sergilemezler. Faşizm bir diktatörlük türüdür, fakat her diktatörlük faşizm değildir.

Peki “faşizme karşı birleşik cephe” önerisine ne demeli?.. 14/28 Mayıs 2023 seçimleri öncesinde dillendirilen bu öneri, hiç kuşku yok ki önümüzdeki süreçlerde de gündeme getirilecektir. Oysa sosyalistlerin, sosyal demokratik liberalizmle ve hatta diğer düzen partileriyle birlikte kuracağı bir cephe, politik bir intihar olur. Bağımsız sosyalist/komünist siyasal çizgi terk edilerek, liberalizmin sosyal demokratik versiyonuna yedeklenmekle sonuçlanır. Geçmişte Avrupa’da klasik faşizmin iktidara yürüyüşü süreçlerinde anlamlı ve gerekli olan bu politik tutumu, günümüzde parti-devlet haline gelmiş bulunan AKP iktidarına karşı yeniden oluşturmak, ancak teorik bakış eksikliğinin ürünü olabilir.

Oysa bize göre, sosyalistlerin güç biriktirmesi ve düzen karşıtı politikalar üretmesi gerekmektedir. Sosyalizm mücadelesi, politikalar geliştirip kitlelere çeşitli araçlar/yollar üzerinden ulaştırmakla, siyasal mücadele içerisinde aktif bir ideolojik mücadele vermekle yerine getirilir. Sermaye sınıfının ya da onun politik temsilcisi yürütme gücünün politik hamlelerine karşı demokratik bir savunma hattı oluşturmak, direniş mücadelesi vermek yerine, aktüel başlıklardaki politik ve ideolojik gelişmelere müdahil olmak, topluma alternatif ideolojik/politik seslenmede bulunmak, pasif direnişçi değil, aktif karşıtlık barındıran bir mücadeleyi örgütlemek gerekmektedir. Sosyalistler olduğu varsayılan bir “faşizme karşı demokrasiyi geliştirme ya da koruma mücadelesi” vermezler; ancak sosyalizm mücadelesinin ara demokratik kazanımları oluşturulabilir.

“Topluma seslenme”nin önemini küçümsemeden, mahallelerde ve işyerlerinde emekçilerin arasında olarak, onların sorunlarıyla hemhal olmak ve taraflaştırmak için uğraşmak... İşte örgütlülük üzerinden mücadele dediğimiz olgu budur. Politikaları üretecek ve emekçilere götürecek olan örgüttür. Fakat sosyalist politikalar kitlelere dışarıdan dayatılmaz; emekçilerin oluşturdukları değerlere, kültüre ve düşüncelere doğrultu verip, onları şekillendirir. Uzaktan seslenmeyi, “gelin bize destek olun” demeyi biryana bırakmak, emekçiler arasında onlarla birlikte devinerek, süreçlere yön vermeye çalışmak gerekmektedir.



[1] Faşist ideolojinin özellikleri için yararlandığımız kaynaklar: i) Hazırlayanlar: Gökhan Atılgan, E. Attila Aytekin, Siyaset Bilimi, ii. Fatih Yaşlı, İdeoloji: Bir Kavramın İzinde, Alabanda Akademi, 2016 iii) Yaşar Ayaşlı, Eski ve Yeni Faşizm, Yordam Kitap, 2023

[2] Yaşar Ayaşlı, a.g.e., s. 192

[3] Yaşar Ayaşlı, a.g.e., s. 196

[4] İlhan Gülhan, Karşıdevrimci burjuvazi ile geriye dönüş, https://sendika.org/2023/06/karsidevrimci-burjuvazi-ile-geriye-donus-686105/

[5] Olivier Roy’dan aktaran Yaşar Ayaşlı, a.g.e., s. 207

[6] Yaşar Ayaşlı,, a.g.e., s. 224

[7] Yaşar Ayaşlı,, a.g.e., s. 225

[8] Yaşar Ayaşlı, a.g.e., s. 242

[9] Yaşar Ayaşlı, a.g.e., s. 243

[10] Yaşar Ayaşlı, a.g.e., s. 244

[11] Yaşar Ayaşlı, a.g.e., s. 245

[12] Yaşar Ayaşlı, a.g.e., s. 246

[13] Yaşar Ayaşlı,  a.g.e., s. 247

[14] Yaşar Ayaşlı, a.g.e., s. 249

[15] Yaşar Ayaşlı, a.g.e., s. 251

[16] Yaşar Ayaşlı, a.g.e., s. 253

[17] Yaşar Ayaşlı, a.g.e., s. 272

[18] Yaşar Ayaşlı, a.g.e., s. 267

[19] Yaşar Ayaşlı, a.g.e., s. 268

[20] Yaşar Ayaşlı,, a.g.e., s. 258-9

[21] Yaşar Ayaşlı, a.g.e., s. 272

[22] Yaşar Ayaşlı, a.g.e., s. 272

[23] Yaşar Ayaşlı, a.g.e., s. 276

[24] Ayaşlı’nın kitabında sadece bir yerde bizim bu düşüncemize benzer bir fikir bulunmaktadır: “(…) faşizm 1945’te mezarına gömülmedi. Tersine üç şekilde varlığını sürdürdü: Birincisi burjuva demokrasisinin yürürlükte olduğu ülkeler, faşizmi büsbütün dışlamak yerine bazı öğelerini alıkoyup içselleştirdiler (…)” (a.g.e., s. 219) Bir de şu satırlarda kısmen sağlıklı değerlendirme yapıyor: “Bu yalnız akla kara gibi iki burjuva yönetim biçimi olmadığını (genelde şiddet yöntemini faşizm, liberalizm yöntemini burjuva demokrasisi olarak kavrıyor –MB), bunların her ülkeye ve zaman göre değişebilen bileşimler alabildiğini gösterir.” (a.g.e., s. 271-2)

[25] Yaşar Ayaşlı, a.g.e., s. 201

[26] Yaşar Ayaşlı,, a.g.e., s. 167

[27] Yaşar Ayaşlı,, a.g.e., s. 224

[28]Yaşar Ayaşlı,, a.g.e., s. 143

[29] Yaşar Ayaşlı,, a.g.e., s. 143

2 yorum:

  1. Faşizmi kapitalizmin bunalımına ayrı ele almanın doğru olmadığı biliniyor .günümüz kapitalizmin bınalımı Küresel karekter kazanmasıyla birlikte faşizmde Küresel karekter kazanmış bunalımı

    YanıtlaSil
  2. Böylesi çok nemli bir konuda yüzeysel sayılabilecek incelemeyle bir sonuca varmak kolay değil şüphesiz.
    Bugün ülkemizdeki demokrasiye, insan haklarına, sömürüye karşı sürdürülen mücadelelerde faşist uygulamaların varlığı ve halka korku saldığı olduğunu rahatça vurgulanırken, sistemin Faşist olmadığına işaret eden argümanların yeterli olabileceğini düşünmek zor.
    Konu oldukça çok yönlü araştırılarak sağlıklı bir sonuca varılabileceğini düşünüyorum.
    Türkiye’de faşizm var mıdır yok mudur iddialarıyla ilgili mutlak bir şey söylemek istemiyorum. Fakat burada anlatıldığı kadarıyla da Bir devlet biçimi olarak faşizmle ilgili kesin bir sonuca varmanın da doğru olmadığını düşünüyorum.
    Böylesi çok nemli bir konuda yüzeysel sayılabilecek incelemeyle bir sonuca varmak kolay değil şüphesiz.
    Bugün ülkemizdeki demokrasiye, insan haklarına, sömürüye karşı sürdürülen mücadelelerde faşist uygulamaların varlığı ve halka korku saldığı olduğunu rahatça vurgulanırken, sistemin Faşist olmadığına işaret eden argümanların yeterli olabileceğini düşünmek zor.
    Konu oldukça çok yönlü araştırılarak sağlıklı bir sonuca varılabileceğini düşünüyorum
    Aysan Uçta

    YanıtlaSil

Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.

[Toplumbilim İçin Materyalist Kılavuz]

Mahmut Boyuneğmez Giriş Maddenin organizasyon düzeyleri ya da gelişim evreleri bulunmaktadır. Bunlara biz temel gerçeklik katmanları diyo...