Mahmut Boyuneğmez
14 Mayıs seçimlerinde
AKP’nin ve lideri Erdoğan’ın aldığı oylarda gerileme olmuştur. Buna karşın
Cumhur İttifakı’nın meclisteki vekil sayısı, 323 olup, meclis çoğunluğunu sağlamıştır.
Meclisteki vekillerin dağılımı şu şekildedir:
AKP 268, bunun 4’ü HÜDAPAR’a,
1’i DSP’ye aittir.
CHP 169, bunun 37’si DEVA,
Gelecek Partisi, Saadet Partisi ve Demokrat Parti’ye aittir. DEVA 14, Gelecek
Partisi 10, Saadet Partisi 10, DP 3, İYİ Parti 1, TDH 1 vekile sahiptir.
Dolayısıyla CHP’nin 130 vekili bulunmaktadır.
Yeşil Sol Parti 61, bunun
içerisinde EMEP 2, TÖP 1 vekile sahiptir. Yani YSP’nin 58 vekili var olacaktır.
MHP 50,
İYİ Parti 44,
Yeniden Refah Partisi 5,
TİP 4.
Ne Cumhur İttifakı ne de
Millet İttifakı anayasayı değiştirmeye yetecek bir vekil toplamına sahip değil.
Mevcut anayasayla idare edecekleri anlaşılıyor. AKP-MHP-YRP-HÜDAPAR’ın en
azından devleti dönüştürme sürecinde bu hamleyi yapamayacak olduğu görülüyor.
EMEP, TÖP ve TİP’in toplamda
7 vekilinin, meclis kürsüsünü sosyalizm mücadelesinin ihtiyaçları adına
kullanacakları, oylamalarda emekçilerin çıkarları doğrultusunda davranacakları
bilindiğinden, bu durum sevindiricidir.
28 Mayıs seçiminde ise
yuvarlayıp yazarsak Erdoğan %52, Kılıçdaroğlu %48 oranında oy almış bulunuyor.
Cumhurbaşkanlığı için ikinci tur seçime, 53 milyon 841 bin 299 seçmen katılmış durumda.
İlk turda yüzde 87,08 olan seçime katılım oranı ikinci turda 3,11 puan azalarak
yüzde 83,98’e düşmüştür. Yaklaşık 2 milyon seçmen ilk turda oy kullanmışken,
ikinci turda oy kullanmamış bulunuyor. Öte yandan, ilk turda elenen adaylardan
kalan 5,6 puanlık oyun 2,64’ünün Erdoğan’a, 2,96’sının Kılıçdaroğlu’na gitmiş
olduğu anlaşılıyor.
Doğu ve Güneydoğu illerinde
Tunceli haricinde, katılım oranlarında düşüş bulunuyor ve Kürt seçmenlerin bir
bölümünün sandığa gitmemesi sonucu Kılıçdaroğlu’nun bu illerde oy kaybettiği
görülüyor. Bunun nedeninin Zafer Partisi’yle yapılan protokol olduğu
anlaşılıyor. Ancak bu seçmenler Kılıçdaroğlu’na oy verselerdi bile, onu
seçtirmeye yetmediği biliniyor.
Peki tablo buysa, AKP’nin
toplumumuzun yaklaşık üçte biri, Erdoğan’ın ise yarısı tarafından
desteklenmesinin nedenleri nelerdir?.. Bize göre bu konuda şunlar
söylenebiliyor:
i) İdeolojik/siyasal
fikirlerdeki değişim, maddi toplumsal koşullardaki kötüleşmeyi kitleler
ölçeğinde eşzamanlı olarak ve birebir takip etmemektedir. Yaşam koşullarındaki
gerileme, fırsatçı-popülist dağıtım ve bölüşüm politikalarıyla tolere
edilebilir duruma getirilebilmektedir. Vaatlerin ve sunulan devlet imkânlarının
durumlarını iyileştireceğine inanıp, “buna da şükür” diyen kitlelerin
bilinçlerinde bir kırılmanın oluşması engellenebilmektedir.
ii) Kültür endüstrisinin
özellikle televizyon kanallarının %90’ından fazlasını kendisine bağlayan bir
parti-devlet olarak AKP’nin, kitlelerin olayları ve süreçleri algılama,
anlamlandırma işlemleri üzerinde hegemonyasının olması, bir diğer nedendir.
iii) Tarikat/cemaat
örgütlenmelerinin her bir yerellikte oluşturduğu mikro-iktidar ağları,
alternatif yönelimlerin önünü almaktadır.
iv) AKP’nin topluma
seslenmesinde kullandığı “sen güçlü ve büyüksün Türkiye” şeklinde
özetlenebilecek propagandanın bileşenleri arasında “uçak gemisi”, SİHA, TOGG,
petrol ve doğalgaz keşifleri gibi unsurlar yer almıştır. İnsanlar kendilerinin
değerli/saygın/güçlü olduğunu düşünmek isterler ve kendilerinin bu sıfatlara
layık olduklarını benimsemeye eğilimlidirler. Burada bir taltif edilme (gönül
okşanması) bulunmaktadır.
v) Sistemin bekası ve
güvenliğin teminiyle istikrar vurgusu, dış politikada izlenen “dik başlı” tarz
ve Millet İttifakı’na dönük toplumu kutuplaştırıcı, kendi tabanını
sağlamlaştırıcı üslup da kitlelerin yönlendirilmesi ve yönetilmesinde
etkinliğini korumaktadır.
vi) AKP’nin kitle tabanı
ağırlıkla kırsalda yaşayanlar (Türkiye nüfusunun yaklaşık %17,3’ü) ve şehirde
yaşayıp da kırsaldan getirdiği kültürü koruyanlardır. Örneğin, köy ve
mezralarda (bir ya da iki sandıklı seçmen bölgeleri) bulunan sandık sayısı,
toplam yurtiçi sandık sayısının % 30’u oranındadır ve bu her 3 sandıktan birisinin
köy ve mezralarda olduğu anlamına gelmektedir. İlk turda köylerde/mezralardaki
sandıkların % 70’inde Erdoğan önde çıkmıştır. Kırlar ve kır kültürünü
koruyanların büyük çoğunluğu tutucudur ve siyasal tercihleri ile dünya
görüşleri on yıllar/yüzyıllar boyunca çok az değişir.
vii) Türkiye toplumunda “parti
fanatizmi”nin güçlü olduğu bir kez daha anlaşılmaktadır. Kitleler arasında
körlemesine bir “taraftarlık” yaygındır. Örneğin 3 Kasım 2002 seçimlerinde Genç
Parti’nin % 7,25 oranında oy almış olması, siyasal tercihlerin değişkenliğine
dair bir veridir. Fakat bu değişkenliğin düzen siyasetinin sağ ve sol blokları
arasında bir geçiş anlamına gelmediğini de görmek gerekmektedir. 14 Mayıs
seçimlerinde Cumhur İttifakı’ndan ittifak dışına kaçan oy %3 düzeyinde
bulunurken, AKP’nin gerileyen oylarının önemli bir bölümü MHP’ye ve YRP’ye
kaymıştır.
viii) AKP’nin toplumu ve
devleti dönüştürme yolunda aldığı mesafeler bulunmaktadır. Toplumumuzun
yarısının bu değişime direnç göstermesine karşın, diğer yarısı tarafından
devletteki ve toplumsal ilişkilerdeki değişiklikler benimsenmektedir. Örnek
mi?.. Kamusal alanlarda türban örtme serbestliğinin getirilmesi, Cuma namazları
için memurların izinli sayılması, imam-hatip liselerinin yaygınlaştırılması, anaokullarında
“değerler eğitimi” adı altında dinsel yönlendirmelerin yapılması,
hayırseverliğe muhtaç duruma getirilmiş toplumsal kesimlerin oluşturulması vd…
ix) Suriyeli ve Afganistanlı
sığınmacılara karşı oluşturulmaya çalışılan ırkçı tepkilerin, toplumumuzda
yaygın bir alıcısı yoktur. Düzen muhalefetinin milliyetçi rüzgârlar estirmeye
çalışması, bu yolla AKP ve onun liderine dönük kuru sıkı atışları, anlamlı bir
sonuca ulaşamamıştır.
x) Seçimlerde kaderimizi
sığınmacı seçmenlerin belirlediği ise doğru değildir. Yurt dışı doğumlu seçmen
sayısı yaklaşık 1 milyon 325 bin düzeyindeydi. Bunların 168 bini Suriye
kökenli. İlk sırada 348 bin ile Bulgaristan doğumlular yer alıyor. 209 bin
Almanya doğumlu seçmen 14 Mayıs’ta oy kullanabilecek durumdaydı. 24 bin Afganistan
doğumlu, 22 bin İran doğumlu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı seçmen listesinde
yer alıyordu. 16 bin Irak kökenli, 6 bin Libya doğumlu kişi de listelerde bulunuyordu.
Suriye, Afganistan, İran, Irak ve Libya kökenli toplam yurtdışı doğumlu seçmen
sayısının 235 bin 701 olduğu anlaşılıyor.
Toplam seçmen sayısı 64
milyon 191 bin 285 olduğuna göre, toplam seçmenin yüzde 2’si yurtdışında doğmuş
bulunuyor. Sığınmacı seçmenler ise, tüm seçmenler içerisinde ancak % 0,36’lık
bir oranı temsil ediyor.
Peki sosyalistler bu durumda
ne yapmalı?.. Bazı öneriler sunalım:
a) Seçimlere katılıp meclise
vekil gönderen sosyalist partiler, üyelik kampanyaları başlatmalıdır. Örgütsel “istihdam” ise, sıkı bir eğitimden
geçtikten sonra ve doğru görevler verilerek sağlanmalıdır.
b) Parti-devlet AKP ve
başkanlık sisteminden hoşnutsuz/rahatsız olan kesimlerin örgütlenmesi için
mahallelerde sohbetlerin, kültürel etkinliklerin yapıldığı, dayanışma
pratiklerinin gösterildiği “lokaller” açılmalı ya da var olanlar yaygınlaştırılmalıdır.
İnsanların günlük yaşamlarının yanı başında, onlara dokunacak kadar yakın
olunmalıdır.
c) Şehirlerde sayılarının
çok olmasına gerek olmayacak şekilde İşçi Dernekleri kurulabilir. Korporatist
aparatlar halindeki sendikalara alternatif olacak geleceğin sınıf sendikacılığı
için bugünden bir mayalanmayı sağlayacak bu dernekler, bilinçlenme ve
sosyalleşme ortamları olmalıdır.
d) İnternet üzerinden
gündüzleri yayın yapacak bir TV kanalı oluşturulmalı, bu kanal kesintisiz
olarak sohbetler/söyleşiler, açık oturumlar, haberler, belgeseller, canlı ve
kayıttan müzik yayınları vb. ile zenginleştirilmiş bir içeriğe sahip
kılınmalıdır. Ciddi sermaye gerektirdiğinden ve ancak reklam gelirleriyle
süreklilik sağlandığından, sosyalistler için bir TV kanalı kurmak imkân
dâhilinde değildir. Onun yerine internet üzerinden sürekli yayın yapan bir TV
kanalı kurmayı solun gündemine alması yararlı olacaktır.
e) Ülkemizdeki 6 milyon
sığınmacının işsizlik, yoksulluk, güvencesizlik, sağlıklı barınaklardan
yoksunluk, eğitim haklarından mahrumiyet ve bazı durumlarda dışlanma gibi yaşadıkları
sorunları gündemde tutma sorumluluğu bulunan sosyalistlerin, sığınmacıların
nihai olarak ülkelerine dönmelerini savunmakla birlikte, mevcut durumda işçi
sınıfımız içerisinde yerli emekçilere dönük büyük bir tehdit
oluşturmadıklarını, demografik yapıyı etkileseler de belirgin ölçüde
değiştirmediklerini, toplumumuzun suç oranlarını artırmadıklarını anlatması
gerekmektedir. Sığınmacılar için “eşit işe eşit ücret” ve “herkese eğitim,
barınma ve sosyal güvence” gibi talepler öne çıkarılmalıdır.
f) Artık "ulusal
sorun", "ezilen halk" ve "Ulusların Kendi Kaderini Tayin
Hakkı" gibi kavramların temcit pilavı gibi öne sürülmesinden
vazgeçilmelidir. Kürt emekçileri ve yoksullarının, göçle tüm ülkeye dağılıp
işçi sınıfının kaynaşmış bir bileşeni durumunda oluşu ve mevsimlik işçilerin hareketliliği
dikkate alındığında, sorun sadeleşmiş şekilde şu forma bürünmüştür: Kürt
emekçilerinin diğer emekçilerle birlikte, öncü parti(ler) tarafından
kapsanmaları acil olarak gerçekleştirilmesi gereken bir görevdir. Türkiye işçi
sınıfı hep birlikte ezilmekte ve sömürülmektedir. Kürt emekçilerinin ve
yoksullarının çıkarı işçi sınıfının sosyalist iktidarındadır ve halkların
kardeşleşmesi, ana dilde eğitim hakkı, yönetime katılım hakkı gibi taleplerin
karşılanması bu düzende mümkün değildir. Kürt sorununun on yılları bulan
çözümsüzlüğü, bu sorunun ancak bir düzen değişikliği ile çözülebileceğini
göstermektedir.
Yararlanılan
kaynaklar:
2) https://www.bbc.com/turkce/articles/cq5w98y7e25o
3) https://tr.euronews.com/2023/04/08/14-mayis-secimlerinde-oy-kullanacak-suriye-ve-afganistan-kokenli-secmen-sayisi-kac
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.