1 Temmuz 2013 Pazartesi

Haziran’da Sınıf Mücadeleleri

Mahmut Boyuneğmez

1. Sınıflar asındaki mücadeleler, tarihin karakteristik özelliğidir. İnsanların örgütlülüklerinde gerilemenin olduğu, sermaye sınıfının politik temsilcilerinin hamlelerine yeterince güçlü yanıtlar vermedikleri dönemlerin yanı sıra kitlelerin hareketlendiği ve örgütlülüklerini geliştirdiği tarihsel kesitler de vardır. Tarih, ayaklanmalarla, devrim ve karşı-devrim süreçleriyle, toplumsal mücadelelerle ilerler.

“Bu memleket adam olmaz”, “insanların üzerinde ölü toprağı var”, “insan doğuştan/genetik olarak itaatkârdır” türünde ideolojik kodlamalarla başımızın etini yiyenlere, Haziran İsyanı tarihsel bir yanıt olmuştur. Bu türden sözleri diline pelesenk edenlere daha önce verdiğimiz yanıtları, toplumsal yaşam bir kez daha doğrulamıştır. Bazı solcularda da gözlenen bu söylemin arka planında şunlar yer alır:

i. Süreçleri karşıt yönleriyle birlikte, eğilimleri karşıt-eğilimlerle beraber değil de, tek yönlü değerlendirmek. İnsanları belirlenen, edilgen/pasif unsurlar olarak görmek. Öznelliğin nesnelliğin bir bileşeni olduğunun ve faillerin, gerçekliğin değişimine katıldığının kavranamayışı… Gerçekliğin olduğu gibi soyutlanmadığı, daha açıkça yazılırsa, onun içerdiği öğeler arasındaki etkileşim örüntüleri ve gelişimi/tarihselliği görülmediği durumlarda, bilim-dışı düşünce formları türemektedir. Metafizik ideolojileri oluşturan zihinsel düzenekler, gerçekliğin diyalektiğini soyutlamada kullanılamazlar. Evrenselleştirme, rasyonalizasyon, uygunsuz kavram transferi gibi düzenekler, yeterli incelemenin olmadığı durumlarda devrededirler. Bu düzenekleri koşullayansa, ideolojik motifleri üreten insanların habitusları, yaşam pratikleri/deneyimleri anlamına gelen toplumsal konumlarıdır. Toplumsal konumlar olan sınıflar, insanların toplumsal pratikleri ve ilişkileriyle varoluşudur. Bu şekilde, yani gerçekte oldukları halleriyle soyutlandığında, insanlar hakkında bilimsel/realist fikirlere ulaşılır.

ii. Dönek, yenilmiş kişilerde ya da psikolojisi bozulmuş insanlarda, bu söylemler üretilir ya da benimsenir. Aslında “adam olamayacak olan”, “üzerinde ölü toprağı olan”, “yorulup/yenilip itaat eden” bizatihi kendileridir. Bu lafları kullananlar, kendilerini anlatırlar.

iii. Kasıtlı olarak yalan söyleyen, karalayan, damgalayan kişilerde de bu söylemi gözlemek mümkündür. Çarpıtma, karşı-devrimcilerin işidir.

Görülen/görülmesi gerekense şudur: teorik soyutlamalarımız, tarihseldir. Bilginin ve ideolojik fikirlerin kaynağı, son analizde gerçekliktir. Gerçekliğin farklı biçimlerde ussallaştırılması, insan öznelerin gerçeklikle ilişkilenmelerine bağlıdır.

2. Toplumsal süreçler "doğrusal" (lineer) özellikte değildir. Toplumsal aktörler arasındaki etkileşimlerde saptanabilir örüntüler vardır.

A. Haziran İsyanı’nda kitle hareketlenmesinin başlıca koşullayıcıları ve nedenleri şunlardır:

i. Toplumun parça-pençik mühendislikle değiştirilmesi (“piece-meal social engineering”-Karl Popper; düzen-içi reformlar, toplumun kendi yapısını bütüncül ve radikal biçimde dönüştürdüğü, kitlelerin yaygın ve aktif katılımıyla gerçekleştirilen toplumsal mühendisliğin karşısına konmaktadır). Öğretimde 4+4+4 yıl uygulamasının getirilmesi, din derslerinin müfredattaki ağırlığının artırılması, birçok okulun imam hatip ortaokuluna çevrilmesi, alkollü içkilere dönük yasaklama, kürtaj yaptırmamaları için kadınlara yönelik psikolojik baskı içeren düzenlemelerin tasarlanması, en az üç çocuk yapın telkinleri, iş yeri ve mahalle baskıları vd… Bunlar toplumu dincileştirme yönündeki hamlelerdi. Başkanlık sistemine geçme tasarısı, neo-liberal yeni bir anayasanın oluşturulması çabaları, kentsel dönüşüm rantçılığı, çılgın projeler (kanal İstanbul, 3. Köprü), akarsuları ve etrafındaki tüm yaşamı kurutan HES’lerin yapılması, nükleer santrallerin yapımı için alınan kararlar, kamuya ait dinlenme tesislerinin ve köprü/otoyol geçişlerinin satılmasına kadar varan özelleştirme talanı, sürekli artırılan dolaylı vergiler ve doğal gaz-elektrik zamları, sağlık ve sosyal güvenlik sistemindeki değişiklikler (örnek olsun, sağlık kurumlarına her başvuruda yapılan 5 liralık kesintiler, birikerek ödenmesi zor hale gelmektedir), çalışma koşullarının kötüleşmesini sağlayan iş kanunu, sendikalar kanunu gibi düzenlemelerin yapılması vd… Bunlar da neo-liberal politik adımlardı. İslamcı-liberalizmin bu politikaları, 2002-2012 yılları arasında devleti ve çeşitli “hegemonya araçlarını” tedricen ele geçiren AKP tarafından yürürlüğe konmuştur. 31 Mayıs’ta patlayan kitle hareketlenmesi, “hükümet istifa” sloganıyla, bu politikalara karşı sokakta boy göstermiştir.

Gezi Parkı’nın korunması, AVM ile gericiliğin sembolü olarak Topçu Kışlası’nın yeniden yapımına karşı çıkılması amacıyla yapılan küçük çaplı lokal bir eylem ve bu eylemin devlet şiddetiyle bastırılması, hızla tüm yurda yayılan Direniş’in ve kitlelerin muazzam büyüklükte enerjisinin açığa çıkmasının uyaranı olmuştur. Haziran İsyanı’nın patlamasında ateşlenen fitil budur. Görünürdeki neden/tetikleyici bu olsa da, AKP’nin dinci-liberal politikalarının oluşturmuş olduğu rahatsızlıklar ve bu politikalara karşı biriken öfke patlamıştır. Toplumsal süreçler lineer değildir (non-lineerity); toplumsal dokudaki “moleküler süreçlerin” birikimi ve yaygınlaşması, bir sıçrayışa yol açmıştır.

ii. İnsanların yaşam tarzına dönük müdahaleler, başka bir ifadeyle toplumsal dokunun değiştirilmesi/biçimlendirilmesi yönündeki politikalar, AKP’nin devletleşmesi sürecinde gerçekleştirilen tasfiyeler ve iktidar kurumlarındaki kısmi yeniden yapılandırmalar sonrasında yoğunlaşmıştır. İnsanların hürriyetine dönük faşizan kısıtlamalar ve tehditler, Haziran İsyanı’nın oluşumunda önemli bir etkendir. Yeni bir siyasal rejim ve devlet yapısının inşası, mutlaka toplumsal dokunun dönüştürülmesini gerektirir. Toplumsal ilişkilerin ve siyasal rejimin düzen-içi değişiminde kullanılan temel yöntemler “cebir” (otoriteryanizm) ve “hile”dir. Haziran ayaklanmaları, bu “cebir ve hilelere” karşı kitlesel bir tepkidir. 2007-2012 yılları arasında devletteki ve siyasal alandaki tasfiyelerde, MHP ile CHP’nin komplolarla “terbiye edilmesi”nde, sol liberallerin ve solun ufak bir bölmesinin AKP politikalarına/referanduma yedeklenmesiyle birlikte “devrimci karargâh” operasyonunun yürütülmesinde vd., hep bu iki yöntem çeşitli somut biçimleriyle uygulanmıştır. Kürt hareketinin silahsızlandırılması, sisteme entegre edilmesi ve olabildiğince enterne edilmesinde, Alevi toplulukta gözlenen seküler/sol eğilimin kırılması ve düzenin denetimi altına almasında da, aynı yol izlenmektedir/izlenecektir (“Alevi açılımı” kapsamında yer alan düzenlemelerin yaşama geçirilmesi, “maaş bağlama”, cemaatin ve bazı figürlerin “Truva atı” misyonuyla “içeriden” çalışmaları gibi “hileler” yetersiz kaldığında, baskı ve şiddet uygulanmasıyla desteklenecektir).

Neo-liberal dönemde kapitalist devletin otoriteryan özellikler kazanması global bir durumdur. Türkiye’de 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra açılan bu dönemin karakteristik özellikleri olan devletin yeniden yapılanması ve sınıf mücadelesine karşı tahkim edilmesi, otoriteryanizm, yürütmenin güçlenmesi/parlamentonun zayıflaması, demokratik/sosyal hakların kaldırılması, toplumsal ilişkilerin neo-liberal düzenlenişi, AKP iktidarı döneminde iyice belirginleşmiş ve olgunlaşmıştır.

Liberal politik aktörlerin ve bürokrasinin geçmişten gelen spesifik bir çalışma tarzı şudur: Düzenlemeleri aşama aşama, yavaş yavaş, parça parça gündeme getir ve uygula… Bir benzetme ile anlatılırsa şöyle: Kurbağalar, iyice ısınmış suyla dolu bir kaba atıldıklarında, refleksleriyle sıçrayıp ölmekten kurtulurken; tedricen ısıtılan suyun içerisinde kalıp, haşlandıkları söylenir. Peki, insanlar bu sefer, neden kurbağalar gibi davranmamıştır? Bir: Seküler/sol eğilimli toplumsal kesimlerin bilinç durumları, hür olmak, onurlu olmak ve inisiyatif almak gibi özelliklerinin yanına örgütlü solla olan temasları, tanışıklıkları ve ilişkileri eklenmelidir. İki: İnsanlar için öfkenin dizginlenmesinde veya korkmada sınırlar vardır. “Kaç ya da savaş” (fight or flight) yaşamı tehdit eden akut durumlarda bireyde gözlenen biyolojik/fizyolojik adaptif bir reaksiyondur. Yaşadığı sorunlarla baş edemeyen birey çeşitli şekillerde “kaçabilir” (dizi izler, sosyalleşmesini azaltır vb.), fakat etrafındakilerle iyi ilişkiler kurabilmiş ve yalnız olmadığını bilen bireyler, toplumsal sorunların “bıçağı kemiğe dayandığında” mücadele eder. İnsanlar, yüksek kognitif nitelikleri ve dayanışma özelliği olan toplumsal canlılardır. Üç: Kaynayan tencerenin tahliye sübabı işlevini yerine getirecek bir düzen partisi bulunmamaktadır. CHP’nin salı günleri meclis grup toplantılarında esip gürlemeye kadar daraltılmış olan muhalefetinin, bu konuda yetersiz kaldığı açıktır.

iii. Birey öznenin istekleri/arzuları, inançları, başka bir ifadeyle öznel “sebepler”, olayların nesnel “nedenleri” arasında yer alır (bkz; Roy Bhaskar). İnsanların fikirleri ve eylemleri koşulların belirlenimi altındaysa da, ideolojileriyle eylemde bulunur, hareketlenir ve koşulları değiştirirler (belirlenim ve refleksivite). Çevre duyarlılığı, neo-liberal politikalara karşıtlık, seküler/aydınlanmacı ve sol düşünceler, faşizm karşıtı bilinç, halkın hareketlenmesinde tepkisel olmayan, pozitif itkilerdir.

B. Haziran İsyanı’nın gelişim özellikleri:

a. Haziran halk hareketi, siyasal örgütlerin çağrısı ya da organizasyonuyla başlamamış olduğundan, başlangıçta “kendiliğinden” bir hareketlenmedir. Fakat Kemalist, sol ve komünist siyasal örgütlerin hareketlenmeye katılımı ve yönlendirmesi gecikmeden gelmiştir. Bu durum, hareketin kısa sürede sönümlenmemesine, kendini örgütlemesine ve açığa çıkan siyasal enerjisinin katlanarak artmasına yol açmıştır. Örgütsüz ve örgütlü insanların kombine eylemleri, sinerjistik etkileşim örneği sunmaktadır.

b. Haziran İsyanı’ndaki kitle hareketlenmesinde, Erdoğan'ın, devlet görevlilerinin, AKP’li yöneticilerin ve polis örgütünün sözleri, davranışı, eylem ve tavrı, ayrıca bunların sosyal medya aracılığıyla paylaşımı, süreçlerin şekillenmesinde belli bir etkiye sahiptir. Bunlar, eylemlerin hızla yayılmasında katalizör etkiye sahip olmanın yanı sıra, kitlelerin açığa çıkan enerjisini ve kararlılığını artıran uyarıcı işlevi (stimülatör işlevini) de yerine getirmiştir. Direniş, karşıtı olan unsurları, iktidar cephesini de uyarmıştır. Burada pozitif geri bildirim mekanizması yürürlükte olup, direnişin amplifikasyonu (güçlenmesi) gözlenmiştir.

c. AKP ve cephesinin (Erdoğan, “vali”, “Melih”, “hükümet sözcüsü”, “Arınç”, yandaş basın-yayın vd.), Haziran direnişine dönük yalan, iftira, tehdit, damgalama, görmezden gelme, izolasyon ve parçalama gibi psikolojik savaş tekniklerini uygulaması, tehditlerle ve bindirilmiş kıtalarla “kuru” kalabalıkları toplayarak mitingler yapması, tabanını konsolide etmeye, tabanında Haziran eylemlerine ve eylemcilerin taleplerine yönelik gelişebilecek hayırhah tutumların önüne geçmeye yaramıştır. Bir yandan da, Haziran eylemlerinin polis terörüyle dağıtılması, ezilmesi için planlı ve sistemli hareket edilmiştir. Terör ve şiddetin maksimum düzeyde uygulanışı, toplumu iki kampa ayırma stratejisinin izlendiğini gösterir. Hareketlenmiş kitleler dağıtılıp ezilene kadar, özellikle polis örgütünden ayrışmaların oluşmaması, eylemcilerin ve polislerin birbirlerini “düşman” olarak görmelerinin sağlanmasıyla garanti altına alınmaya çalışılmıştır. Hareketin, “polis halkın yanına” sloganını atamaması, iktidarın bu stratejisinin yan-ürünüdür.

Bu yüzden hareketlenme ölüler vermiş olsa bile, polise karşı öfkesini dizginlemeli, “polis halkına ihanet etme”, “polis halkın yanına” yönündeki sloganlarını daha çok haykırarak, siyasal bir akılla hareket etmelidir. Bu sayede iktidara ideolojisiyle bağlanmayan polislerin tarafsızlaşması, farklı bir tutum geliştirmesi belki mümkün olabilecektir. Bu sloganlar Direniş sönse bile, gelecekteki eylemlerde ısrarla kullanılmalıdır.

d. Haziran İsyanı’na karşı iktidarın bileşenleri elinden geleni ardına koymamış, halk hareketlenmesine karşı organize hareket etmiştir. Direniş, ölüler verse de yılmayacak derecedeki cesaretiyle, öfkeyle, küfürle, mizahla, sembolleriyle (bayrak, flamalar, zafer işareti), slogan ve pankartlarıyla, bestelenen şarkılarla, yazılamalarıyla, dayanışma örnekleriyle ve sosyal medyayı kullanarak saldırıları başarıyla göğüslemiştir. Harekete geçen eylemciler dağıtılıp ezildiğinde, onları destekleyen görece pasif direnişçiler de sindirilmiş olacaktır. Bu yüzden, direnişin semtlerde forumlar, meclisler türünde örgütlenmeler geliştirmesi hayırlıdır. 8 ay sonra yapılacak seçimlere kadar, direniş örgütlenmelerinin canlılığını yitirmemesi ve iktidarın bu örgütlenmeleri içeriden ve dışarıdan sabote etmesinin önüne geçilmesi için, Türkiye sosyalist hareketinin öncülüğüne ihtiyaç bulunmaktadır. Mahalle/semtlerdeki, üniversitelerdeki forumlar, kararlar alıp dışa dönük aktiviteler organize etmeli, tatmin sağlayan söz düellolarıyla, kısır tartışmalarla boğulup, içine kapanmamalıdır. Eylemsiz forumlar ve meclisler, kazanım oluşturmaz.

e. Taksim ve Gazi Parkı’ndaki eylemcilerin dağıtılması ve bu alanların polis tarafından işgal edilmesi, iktidar açısından “ne pahasına olursa olsun” yapılması gereken bir hamleyi gösterir. Kızılay’ın eylemlere kapatılması, Eskişehir kent merkezindeki eylemcilerin çadırlarına saldırılması da öyle… Hareketin toplumsal yaşam için kritik önemi olan mekânlarda, kent merkezlerinde kalıcı mevziler edinmesi, daha ileriye doğru yönelmesinin önemli bir koşuludur. Bu mekânların eylemlerden kalıcı olarak arındırılması (“temizlenmesi”), Haziran Direnişi’nin önemli bir kaybını oluşturacaktır. Direniş’in bileşenleri, semtlerdeki aktivitelerini, mutlaka kent merkezlerindeki büyük mitinglerle bütünlemelidir.

3. Haziran direnişinin siyasal ve sınıfsal kompozisyonu

α) Hizmet sektörü ile sanayi ve ticaretteki hizmet işlerinde emek-gücünü sermayedarlara satarak çalışanların, işçi sınıfının bir kesimini oluşturduğu açıktır. Bunlara “orta sınıf” denmesinin hiçbir bilimsel yanı yoktur. Üretim araçlarının sahibi olup, emek-gücünü kendi tasarrufunda kullanan avukatlar, hekimler, terzi, kunduracı, berber gibi bazı “esnaflar”, proleterleşme eğilimine sahip olan, işçi sınıfı ile burjuvazinin arasındaki bir ara/orta katmana dâhil edilebilirler. Orta katman mesleklerine sahip kişilerin, giderek daha büyük bir kesimi ücretli emekçi/işçi olarak çalışmakta, daha az sayıdaki bir kesimi ise patron olarak ayrışmaktadır. Ancak, sömürü amaçlı (az ya da çok sayıda) işçi çalıştıran imalatçı “esnaflar”, ırgat/mevsimlik işçi çalıştıran toprak sahibi köylüler, sanayide üretilen artık-değerden ufak da olsa bir pay alan mağaza ve dükkân sahipleri yani küçük tüccarlar, kelimenin tam anlamıyla “küçük-kapitalistler”dir. Birkaç örnek verelim…  Avukatlık bürosunda ücret alarak çalışan bir avukat, özel hastanede ya da devlette ücretli çalışan bir hekim, berber “ustasının”/patronun dükkânında çalışan bir “kalfa” ya da “çırak”, işçidir. Bu iş yerlerinin patronu mesleğini, meslektaşı işçilerle birlikte icra ediyor olsa bile, sömürgen bir küçük kapitalisttir. Kendi bürosunda çalışan bir avukat, başka avukatları çalıştıran patron konumunda değilse, ara katmanların bir üyesidir. Eczane zincirinde ücretli olarak çalışan değil de, kendi dükkânının sahibi eczacılar, ilaç sektöründe üretilen artık-değerin bir bölümüne el koyduklarından küçük-kapitalisttir.

Bütün köylüleri, bütün zanaatkârları ve bağımsız profesyonelleri (hekim, avukat, danışman, mimar, mühendis, mali müşavir, grafikçi, bilgisayarcı vd.), "küçük burjuvazi"nin kapsamında değerlendirmek yanlıştır. Köylü aileler arasında, kendi geçimini sağlayan küçük toprak sahibi olanlar ile küçük-kapitalist köylüler ayırt edilebilir. Günümüzde zanaatkârların bir bölümü “orta katmanların” bileşeniyken, bir bölümü küçük kapitalisttir. Orta katmanlara dâhil olan profesyoneller ya işçileşmekte ya da küçük kapitalistler haline gelmektedir. Bağımsız profesyoneller, bir sınıf oluşturmazlar, olsa olsa bir tabaka olarak değerlendirilebilirler.

“Küçük burjuva” kavramının, Türkiye sosyalist hareketinde bir aşağılama/karalama sözü olarak kullanılmasıysa, lümpenliktir. Bu kavramın gelişi güzel kullanılması, teorik sığlığın bir belirtisidir.

Haziran Hareketine katılanları “orta sınıf” veya “küçük-burjuvazi” terimleriyle yaftalamak yanlıştır. Türkiye sosyalist hareketine bazı sosyolog akademisyenlerden sirayet ettiği gözlenen “orta sınıf”a ilişkin çarpıtmalardan uzak durulmalıdır.

Haziran Direnişi emekçilerin katıldığı siyasal bir harekettir. Haziran sınıfsal ayaklanmasının başlangıçtaki siyasal konumunu, kentsel ranta karşıtlık, kamu varlıklarının özel mülkiyete dönüştürülmesine itiraz oluşturmuştur. Haziran Ayaklanması, doğrudan devlete ve onun burjuva/kapitalist karakterine karşı yapılmış sınıfsal bir isyandır. Haziran hareketinin siyasal karakterini, siyasal ve toplumsal baskılara karşı özgürlük istemi, karanlığa karşı aydınlanma mücadelesi oluşturmaktadır.

β) Çevrecilerden farklı cinsel tercihlere sahip olanlara, Kemalistlerden komünistlere, devrimci-demokratlardan sosyal-demokratlara, parti ve hareketlerden dernek ve kuruluşlara, örgütsüz ama sol duyarlığı olan yurttaşlara varıncaya kadar, hareketin bileşimi geniş bir tayfa sahiptir. Haziran Direnişi kendiliğinden başlayan bir hareket olsa da, örgütlü siyasal kesimlerin katılımı gerçekleşmiştir. Direniş, seküler/aydınlanmacı ve sol eğilimli, iktidar karşıtı bir siyasal hareket olarak gelişmiştir. Hareket iktidar karşıtıdır, fakat genel tabloya bakıldığında alternatif bir iktidar talebi bulunmamaktadır. Direnişin bir hareket olarak kendini örgütlemesi başlamıştır. Türkiye sosyalist hareketi, bu örgütlenmenin içerisinde yer almaktadır.

γ) BDP’nin Haziran İsyanı’na katılımı sadece İstanbul’da ve sınırlı düzeyde olmuş, AKP iktidarıyla yürütülen müzakere yüzünden yaygın ve kitlesel katılım göstermemiştir. “Türkiyelileşme” için açığa çıkan sol olanak, değerlendirilmemiştir.

Kürt Hareketi için “Türkiyelileşme”nin anlamı, neo-liberal paradigmanın çerçevesinde yer alan idari yapının değişimi projesini farklılaştırıp, tüm yurttaşlara politik bir talep olarak sunmaktır. Türkiye solunun bir kesimini kendine yedekleyen bu hareket, liberal bir politikanın vekili/temsilcisi değildir. Yönetişim, yerinden yönetim politikalarını farklı anlamlandırıp, içeriğini değiştirerek “demokratik özerklik” olarak formüle etmektedir. Sistemin “açılım” kapsamındaki adımlarla, bu hareketi denetim altına almaya ve kendine hizmet eder hale getirmeye çalıştığı bilinmektedir. Bize göre liberal bir proje ne kadar farklı bir içeriğe kavuşturulmaya çalışılırsa çalışılsın, sermayenin sınıfsal iktidarına hizmet etmeden, bağımsız bir siyasal yapılanma hüviyeti yitirilmeden, bu projenin reel bileşeni olunamaz. Buna iktidarın varoluş “mantığı” izin vermez. 

Şu ana kadar, direniş hareketinin, Kürt hareketini etkilemediği ve sola çekmediği gözlenmektedir. Oysa 28 Haziran’da Lice’de öldürülen Kürt gencinin, Direniş’teki eylemciler tarafından sahiplenilmesi, Hareket’in kardeşleşme konusunda ne kadar sağlıklı bir konumlanışa sahip olduğunu göstermektedir.

δ) KESK, TTB, TMMOB, DİSK ve TDB sözüm ona “kitle örgütleri” olarak anılmaktadır. Sol kimliğe sahip bu “kuruluşlar”, iş yerlerinde örgütlü değildir ve bu yüzden sağ borusunu iş yerlerinde rahatça öttürebilmektedir. Bunların 900 bin “üyeyle” bağı örgütsel değil, “seslenme” yoluyladır. Peki, sese kulak kabartan, yanıt veren büyük bir nicelik var mıdır?.. Bu kurumlar, ne tabanlarını harekete geçirebilmekte, ne de etkin biçimde mücadele etmektedirler. İnanmayanlar, 4-5 Haziran ve 17 Haziran “grevlerine” dönüp bakmalıdır. Bu “grevler” başarılı değildir. Aslında grev olarak kabul edilemezler. Çünkü bu “kuruluşlar” grevin ön-çalışmasını yapmamıştır. Grev kararı ilkinde 3 Haziran’da bazı gazetelerde yer alan haberle duyulmuştur, ikincisinde 16 Haziran Pazar günü akşamı grev kararı aldıklarını duyurmuşlardır. “Grev” sonrasına ne mi bırakmıştır?.. Neredeyse hiçbir şey… Haziran İsyanı’nın sloganları, iş yerlerinde yankılanmamıştır. Bu büyük bir eksikliktir.

ε) Eylemlere oldukça az sayıda da olsa “ülkücü” gençlerin katıldığı gözlenmiştir. Bu katılım eylemlerde, de facto (fiilen) polisi provoke etme işlevini yerine getirmediğinde, partilerinden bağımsız olarak bireysel inisiyatif aldıklarını gösterir. Bu durum, yakın geçmişte Ege sahillerine ABD savaş gemileri geldiğinde, Conilerin kentte oluşturduğu “rahatsızlıkları” bilen bazı MHP’lilerin “yankee go home!” sloganını atarak eylem yapmasına benzer (MHP yöneticileri, bu kişileri eylemleri yüzünden uyarmıştı. Bu uyarı, partinin kimliğinin ne olduğuna dair küçük ama güzel bir örnektir. Solcularsa bundan daha önce, benzer bir durum için yurtseverce eylem yapmıştı).

ζ) Kendilerine “Anti-kapitalist Müslümanlar” adını veren, gerçekteyse anti-kapitalist olamayacak bir grup da, Gezi Parkı’ndaki eyleme katılmıştır. Günümüzde İslamcı siyasal hareket ve partilerin, ister silahlı, ister barışçıl yolları kullansınlar, kapitalizmin sınırları ötesine geçen bir düzeni inşa ettikleri görülmüş değildir. Ayetullah Humeyni’nin 1979 karşı-devrimi öncesinde “İslam eşitlik dinidir” türünde birçok sözü kayıtlara geçmişse de, kurulan İran İslam Cumhuriyeti’nde egemen üretim biçimi olan kapitalizm eşitsizlikçidir. Buna benzer şekilde, Erbakan ve RP’nin “adil düzen” söylemindeki “faiz karşıtlığının”, hükümetteyken uygulamalarına bakıldığında somut karşılığının bulunmaması; “Siyonizm karşıtlığının”, İsrail’le gizli anlaşmalar imzalamaya engel oluşturmamış olması da hatırlanmalıdır. İslamcıların söylemlerine bakıp, yanılmamak gerekir.

4. İktidarın yapılanışı ve parlamenter muhalefetin konumu

1) AKP, ABD ve AB’nin desteğini alan, toplumun en fazla %50’sinin aktif ya da pasif onayına dayanan bir koalisyon iktidardır. Bu iktidar bloğunun bileşenleri AB örgütlenmesi ve ABD olarak emperyalizm, devlet içinde veya toplumsal dokuda örgütlenmiş tarikatlar (cemaat dâhil) ve en bloc/yekpare bir toplam olarak sermaye sınıfıdır. (“Emperyalizmin, iktidarın bileşeni olması da ne demek ola?” diye soranlara yanıt verelim. AB ve ABD, sıcak para hareketleriyle, borçlandırma yoluyla, neo-liberal politikaların dayatılmasıyla, açık ve gizli antlaşmalarla, çeşitli kurumlar aracılığıyla ve ideolojik bağlanmalarla, iktidarı emperyalist hiyerarşiye bağlar. Bu bağlarla, iktidarın bileşeni olurlar). Haziran İsyanı’nda iktidarın bileşenlerinde bir ayrışma yaşanmamıştır. Emperyalist devletler ve örgütler ile uluslar arası rantiyeci sermaye, Türkiye’deki siyasal iktidara sunduğu siyasal ve ekonomik desteği çekmemiştir. Ordu, polis, yargı kurumları ve üniversite yönetimleri arasında ve içerisinde, iktidarın gücünü azaltan bir tavır gelişmemiştir. Cemaat menfaatleri gereği ve etki alanını genişletmek için, AKP’yi eleştirir görünmekteyse de ve Erdoğan’la didişse de, Direnişin başından beri AKP’ye sahip çıkmıştır. Sermaye sınıfı bir bütün olarak AKP iktidarının bileşenidir ve kendisine hizmet eden/kendisini temsil eden devletin yürütücü gücüne sırtını dönmemiştir. İktidar bileşenleri için AKP bir misyon partisidir ve henüz misyonlarını tamamlamamış durumdadır. Yerine geçebilecek bir burjuva iktidar alternatifi de bulunmamaktadır.

2) Düzen partileri arasında sağda alternatif bir parti bulunmadığından, muhafazakâr toplumsal kesimlerin büyük bölümünün onayını alan AKP’nin, Türkiye toplumunun %50’sini temsil ettiği gerçek-dışıdır. Seçimlere katılım oranının %100 olmadığı ve seçimlerde yapılan bin bir çeşit hile hatırlandığında, bu oranın daha aşağılarda olduğu görülecektir. AKP’ye pasiflikle onay verenlerin, aktif destekçilerinden fazla olduğu da söylenebilir. Yine de iktidarın önemli bir dayanağını, toplumsal dokuda çıkar ve ilişki ağları kurmuş olan aktif destekçiler, yani tarikatlar oluşturmaktadır. Buna karşı Direniş’e katılan yurttaşların, toplumsal dokuda formel örgütlenmeler yerine, kendi ağlarını kurmaya başlamış olması sevindiricidir. Mahallelerde, iş yerlerinde, okullarda, kısacası mikro-ölçeklerde, gerçekten politik duruşa sahip olmanın yolu, ilişkilerin artması ve yaygınlaşmasından, ortak hareket etme becerisinden, duygudaşlıktan başlamaktadır.

Louis Bonaparte'ı iktidara taşıyan köylülüktü. Erdoğan’ı oylarıyla iktidara taşıyansa, kırlardaki köylüler, kasaba ve ilçelere, varoşlara göç eden ya da eskiden beri buralarda yaşayan, köylü kültürünü yitirmemiş işçiler ve esnaflardır. Bazı kişilerin “dağdaki çobanla benim oyum bir”, “bidon kafalı”, “göbeğini kaşıyan adam” sözleriyle aşağıladığı bu toplumsal yığını, en iyi “taşralılar” adlandırması anlatır. Kırsal kesimdeki nüfusun oranı %30’un altına düştüğüne göre, “taşralılığın”, “taşra kültürünün”, şehirlere taşındığı aşikârdır. Marx’a kulak kabartalım:

"Milyonlarca köylü ailesi, onları birbirinden ayıran ve onların yaşayış tarzlarını, onların çıkarlarını ve onların kültürlerini toplumun öteki sınıflarınınkilerle karşı karşıya getiren ekonomik koşullar içinde yaşadıkları ölçüde, bir sınıf meydana getirirler. Ama, küçük köylüler arasında ancak yerel, yani yaşadıkları yerden ileri gelen bir bağ olduğu ve onların çıkarlarının benzeşmesi onlar arasında hiç bir ortaklık, hiç bir ulusal bağ hiç bir siyasal örgütlenme yaratmadığı ölçüde de bir sınıf meydana getirmezler. (...) Onlar kendi kendilerini temsil edemezler temsil edilmek zorundadırlar. (...) küçük toprak sahibi köylülerin politik etkisi, en yüce ifadesini, toplumun yürütme gücüne bağımlılığında bulur" (Marx, Louis Bonaparte'ın 18 Brumaire'i)

Ülke ölçeğinde “taşralıları” büyük oranda temsil eden AKP ve Erdoğan’dır. Taşra yaşamı, “yaşadıkları yerden ileri gelen bağlar”, habitusları, muhafazakâr olmalarını sağlar. “Ayaklar” kendilerini temsil edecek bir “başa”, bağımlıdır.

3) AKP iktidarının meclisteki destekçisi MHP (örneğin 3x4 öğretim düzenlemesi, alkol yasağının yasalaşması hatırlansın), seçmen tabanının önemli bir bölümünün AKP’ye oy vermesinin önüne geçememektedir. MHP’nin “Kürt açılımı” da dâhil, AKP politikalarının hiçbirine özsel bir itirazı yoktur. Muhalefeti, akıl hocalığı yapmak, uyarmak ve üslup eleştirisiyle sınırlıdır. Haziran İsyanı’nın ilk günlerinde Bahçeli’nin erken seçim önerisi, ayaklanmaların rejime güçlü bir tehdit oluşturduğunu algılamasındandır. MHP’li bazı vekillerin ve yöneticilerin İsyan’ın ilk günlerinde Taksim’de “biz de çevreciyiz” içerikli basın açıklaması yapması, sadece eylemlerin oluşturduğu meşruiyetin ne kadar etkili olduğunu gösterir.

4) CHP’li bazı vekillerin Haziran İsyanı’na katılması da, “eylemcileri destekliyoruz” yollu demeçleri de, bu partinin İsyanı kurumsallığıyla desteklediği anlamına gelmez. CHP’ye oy vermiş ve İsyan’a aktif olarak katılmış yurttaşları, bu parti kendi yörüngesinde tutamamıştır. CHP’nin tabanı, oy verdikleri partilerinin AKP’ye bir alternatif oluşturmadığını algılamıştır. Haziran İsyanı’nın gelişiminde kurumsal hiçbir katkısı olmayan CHP, eylemleri sahiplenmemiş, uzaktan izlemiştir. Direniş’e ilişkin “taş atmayın” dışında hiçbir önerisi olmamıştır. 12 Haziran gece saat 2:00’de toplantı yapan CHP’li yöneticiler, cumhurbaşkanı Gül’e “parti” liderleriyle toplantı yapıp, “konuyu” görüşmesi önerisinde bulunma kararı almıştır (Breh, breh… Ne karar ama? Yakışır). Haziran hareketinin temel sloganı olan “hükümet istifa”, CHP tarafından duyulmamıştır.


Yazılma tarihi: 27-30 Haziran 2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.