Fuat Filizler
Engels ve Marx’ın yoldaşlığı, tarihin gördüğü en üretken, en yaratıcı, en devrimci, en özverili, en birbirini bütünleyici ve geliştirici ortaklaşmalardan biriydi. Öyle ki birisi olmasaydı, diğeri tarafından bugün bildiğimiz Marksizmin temel fikirleri şu veya bu düzeyde belki yine geliştirilebilir, ama çıktığı anıtsal doruğa çıkamazdı.
Kutsal Aile, Alman İdeolojisi ve Komünist Manifesto, ortak yapıtlarıdır. Ama gerçekte tüm temel yapıtları ortak sayılabilir. Marx’ın yaşamını yitirmesinden sonra geride bıraktığı tamamlanmamış çalışmalarından, yıllar ve yıllar süren olağanüstü bir çalışmayla Kapital’in 2. ve 3. cildini yayına hazırlayanın Engels olması nedeniyle, Lenin Kapital’in 2. ve 3. cildini Marx ve Engels’in ortak yapıtları olarak tanımlar. Engels’in Anti-Duhring’inin ekonomi politik eleştirisi ilgili bir bölümünü yazan Marx’tı. Yine Engels’in Ailenin Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, Marx’ın Etnoloji Defterlerindeki alıntıları, notları ve fikirlerinin kılavuzluğuna dayanıyordu. Marx’ın 18 Brumaire’inin ismi kadar ünlü açılış cümlesi (“tarihte her olay iki kez gerçekleşir, ama birincisi trajedi, ikincisi komedi olarak”) ve bir dizi fikri Engels’in kendisine yazdığı mektuplardan esinlenmişti.
Engels’i bir yerde “Marx’tan önceki ilk Marksist” saymak bile mümkün. Marksist ekonomi-politik eleştirisinin bir dizi temel çizgisini tohum olarak içeren “Bir Ekonomi-Politik Eleştirisinin Anahatları” yazısını Engels, 1843’te, 22 yaşındayken yazmıştı. Engels bu yazısında hem klasik burjuva ekonomi-politikçileri Adam Smith ve Ricardo’ya dikkate değer eleştiriler yöneltiyor, hem de çıkışını onlardan alıp eleştirel olarak geliştirmeye başladığı, kapitalizmin krizlerinin ve yıkılışının kaçınılmazlığını (aşırı üretim krizleri ve kar oranlarının düşme eğilimi yasası) ortaya koymaya çalışıyordu. Marx’ı ekonomi-politik eleştirisinde derinleşmeye yönlendiren de Engels’di.
İşçi sınıfını tarihin yeni devrimci öznesi ve önderi olarak tanımlayan da ilk Engels oldu. Henüz 1839’da, 18 yaşındayken, bir dergide yayınlanan yazısı işçi sınıfının kapitalist sistem içindeki sefaletine ve uzlaşmazlığına dairdi. 1843-44’te yazdığı “İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu” ise, Marksizmin – Marx’ın Kapital’de kendi bilimsel çalışmaları açısından da bir başlangıç noktası olarak tanımlayarak övdüğü- ilk klasiği olarak kabul edilir.
“İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu”, işçi sınıfını yalnızca acı çeken değil mücadeleci karakteri ve kapitalizmi yıkacak devrimci önderlik kapasitesi ile ele alan, bugün her zamankinden daha güncel, kriz ve pandemi sürecindeki sınıf durum ve mücadelelerini anlamak için okunması olmazsa olmaz bir kitap. Engels, Komünist Manifesto’nun bir temelini oluşturan bu kitabında, çiçek hastalığı, kolera, tifüs, tifo, tüberküloz, kızılcık, boğmaca ve diğer epidemileri (bulaşıcı hastalık salgınlarını), doğrudan sınıf temeline oturtuyor (işçilerin ağır çalışma ve yaşam koşulları; yetersiz beslenme, aşırı çalıştırılma, çalışırken toksik maddelere maruz kalma, her türden iş sakatlanması ve yaralanması, sağlıksız, altyapısız, havasız, gün ışığı görmeyen iş yerleri, sokak ve konutlar, toprak ve doğadan kopmuşluk, çöküntü alanlarına yığılmışlık, vd) ve bu işçi epidemilerini periyodik (özellikle her kriz devresinde nükseden) olarak tanımlıyordu. (Bu arada Engels’in İrlandalı ve işçi sınıfı ile içeriden bağ kurmasını sağlayan, İngiltere’de İşçi Sınıfının Durumu kitabını bizzat sayısız işçiyle görüşerek ve çalışma/yaşam koşullarını gözlemleyerek yazabilmesine önayak olan, İrlandalı Feinancı -o dönemki İrlanda özgürlük savaşı örgütü- işçi sevgilisi Mary Burns’ü de saygıyla analım.)
Marx’ın Kapital’in 1. Cildinde kriz koşullarında işçi sınıfının durumuna dair bölümleri (sermaye birikiminin mutlak genel yasasına, yani işçi sınıfındaki sefalet birikiminin ampirik olarak tanıtlanmasına ilişkin bölümlerdir), Engels’in İngiltere’de İşçi Sınıfının Durumu’ndaki analizlerinin güncellenmiş ve güncel bilimsel verilerle desteklenmiş halidir. Yine Kapital’in 1. Cildindeki, makineleşme, üretim, iş bölümü, muhasebe teknikleri ve emek organizasyon ve süreçleri ve bunlardaki gelişmelere ilişkin bölümlerde, Marx’ın bu konulardaki bitip tükenmez sorularına (Marx’ın bu çalışmalarını yaparken onun geçimini sağlayabilmek için babasının fabrikasında bir dönem idari memur olarak çalışma özverisi gösteren) Engels’in sabırlı, özenli, ayrıntılı, derin ve somut yanıtlarının önemli payı vardır.
Engels’in Avrupa’da 1848-49 devrimleri sırasında kaleme aldığı ve 1850’de yayınlanan (16. yüzyıl köylü devrimlerine ilişkin) Almanya’da Köylü Savaşı kitabı ise, Marx’la birlikte geliştirdikleri tarihsel materyalizm kuramının (üretici güçler/üretim ilişkileri bağdaşmazlığı temelinden devrimci sınıf savaşımları) tarihteki bir devrimci kriz ve sınıf savaşımları dalgası sürecine ilk görkemli uygulamasıdır. Bu açıdan Marx’ın görkemli “Fransız üçlemesi”nin (Fransa’da 1848 devrimlerine ilişkin Fransa’da Sınıf Savaşımları, 18 Brumaire ve Paris Komün Devrimi’ne ilişkin Fransa’da İç Savaş) öncülü sayılabilir.
Engels, aslen Marx’ın parça başı ücretle yazılar yazdığı New York Tribune’e 1851’de 18 bölümden oluşan Almanya’da Devrim yazı dizisini Marx imzasıyla yazdı. Marx’ın çalışmalarını sürdürebilmesini sağlamak, Marx ailesine geçim desteği sunmak için kendisine işkence gibi gelen babasının fabrikasında çalışmakla kalmadı, New York Tribune’e parça başı yazı parasını Marx’a bırakarak, Marx imzasıyla pek çok yazı yazdı. Almanya’da Devrim, Marx’ın 1855 doğumlu kızı Eleanor (“Tussy”) tarafından, Marx ve Engels’in her ikisinin de ölümünden epey sonra, 1897’te kitap olarak yayınlandığında, halen Marx imzasını taşıyordu. Tussy bile, kitabın asıl yazarının Engels olduğunu bilmiyordu. Üstelik, Tussy editörlüğünü yaptığı kitaba, yine New York Tribune’de Marx imzasıyla yayınlanmış bir makale daha eklemişti, fakat bu makalenin de yazarı aslında Engels’ti! Kitabın asıl yazarının Engels olduğu, ancak 1919’da Marx-Engels arası mektuplaşmaların incelenmesiyle anlaşılabildi. Kautsky 1925’te kitabı Almanya’da Devrim ve Karşı Devrim adıyla Almanca’ya çevirdi, fakat kitap bir çok başka ülkede daha uzun süre Marx imzasıyla basılmaya devam etti.
Dolayısıyla yalnızca “Marx’ın Fransız üçlemesi”nden değil, Marx ve Engels’in Avrupa Devrimleri ve Karşı devrimleri (16. yüzyıl köylü devrimleri, 1848 devrimleri, 1871 Paris Komün Devrimi) Beşlemesinden bahsetmek doğru olur. Teori ile Pratik arasındaki, Tarih Bilinci ile Gelecek Perspektifi arasındaki, üretici güçler üretim ilişkileri devlet ideoloji ve sınıflar ve sınıf savaşımları arasındaki tarihsel-diyalektik ilişkiler, tarihsel materyalizm, devrimci kriz ve ayaklanmalar, sınıf savaşımları ve iç savaşların, devrim ve karşı devrimlerin gelişim evreleri ve sonuçları, farklı toplumsal sınıf ve kesimlerin ve öne çıkan temsilcilerinin karakteristik özellikleri… Bu 5 Marx ve Engels devrimci tarih bilimi uygulamalı klasiğini bir bütün olarak okumak, çok daha eğitici ve geliştirici olacaktır.
Ancak Marx ve Engels’in kolektif emek ve dehaları, birbirlerinin çalışmalarına dışarıdan esin vermeleri ve katkıda bulunmalarının epey ötesine geçer. İki devrimci dahinin praksislerini içsel olarak toplumsal-bileşik hale getirmesiyle ortaya çıkan devrimci kapasite, ikisinin etkinliğinin aritmetik toplamının ötesinde bir güç ve etkiye sahip olabilmiştir. Başka deyişle, her ikisinin başlıca devrimci teorik ve pratik etkinlikleri (1844’ten itibaren) birbirine içerilidir. Dolayısıyla aslında Marksizmin kuruculuğu ve geliştirilmesinde Engels’in katkıları şunlardır, Engels’in ve Marx’ın birbirlerinin yapıtlarına katkıları bunlardır, tarzı incelemeler gereksizdir. Bunları bugün vurgulamak zorunda kalmamız, son 50-60 yılda bir takım öznelci-idealist sözde “Marksist” aydın ve akademisyenler tarafından Engels’in kenara itilmesi ve Marx’tan koparılmaya çalışması (ne yazık ki epey de etkili olmuş) operasyonuna karşı, Marksizm kuruculuğu ve geliştirilmesinde Engels’in olmazsa olmaz yerinin savunulması içindir.
Her şey bir yana, ikisi arasındaki dünya çapında bir başka örneği olmayan mektuplaşma trafiğinin hacmine, kapsamına, içeriğine, niteliğine bakmak yeterli olacaktır. Birlikte çalışmaya karar verdikleri 1844 yılından Marx’ın yaşamını yitirdiği 1883’e kadarki 39 yıl içinde, birbirlerine yazdıkları binlerce mektubun toplamı, yaklaşık 15 bin basılı kitap sayfası hacmindedir. (MEGA projesi kapsamında, Marx ve Engels’in tüm yazışmaları -birbiriyle ve başkalarıyla- 35 cilt olarak planlandı. Bugüne kadar yalnızca 13 cildi yayınlanabildi. Engels ve Marx’ın, 1848 devrimlerinin yenilgisinden ve Paris Komünü’nün yenilgisinden sonra olduğu gibi, cadı avları ve takibatlar nedeniyle, kendi aralarındaki mektuplaşmalardan devrimci gizli enformasyon içeren 1300 kadarını imha ettikleri de biliniyor.) Ayrı yerlerde bulundukları dönemlerde günaşırı mektuplaşıyorlar, gündeliğe varana kadar fikirlerini, görüşlerini, yeni keşiflerini, çalışmalarını, tutumlarını, hemen her konudaki (ekonomik, toplumsal, siyasal, uluslar arası, bilimsel, teknik, edebi-kültürel) gelişmeler üzerine analizlerini, nasıl tutum almak gerektiğini birbiriyle paylaşıyorlar, birbirinden görüş ve değerlendirme, onay ve destek istiyorlardı.
Marx’ların küçük kızı Tussy, Engels’in her mektubunun Marx ailesinde birlikte ve adeta törenle ve sanki Engels de ordaymış ve konuşuyormuş gibi okunduğunu, mektubu yüksek sesle okuyan Marx’ın Engels’in mektuptaki her esprisine kahkalarla güldüğünü, Marx’ın sık sık mektubu yüksek sesle okumayı kesip sanki Engels karşısındaymış gibi onunla konuştuğunu, daha önce Engels’e yazmış olduğu bir görüşüne Engels’in katıldığını görünce çocuk gibi sevindiğini, Engels’in mektubunda nadiren katılmadığı bir yan olduğunda ise yine Engels karşısındaymış gibi onunla hararetle tartışmaya giriştiğini, anlatır.
Bu tabloyu gözümüzde canlandırarak, Marx ve Engels’in her ikisinin de bağımsız varlık ve kişiliklerini koruyarak, her birinin kurucu emeklerinin birbirinin adeta “alter ego”su olacak kadar birbirine içerili olduğunu görebiliriz.
Engels’in komünist devrimci yaşamı boyunca en önem verdiği konulardan biri, Komünizmin İlkeleri’nden Anti-Duhring ve Köken’e kadar tüm çalışmalarında da merkezi bir yer verdiği, (Fransız ütopik sosyalisti Fourier’den alıp geliştirdiği) iş bölümü sorunuydu. Üretimin ve yaşamın belli bir alanınında uzmanlaşıp diğer tüm alanlarında körelmeye (parça-işçi, parça-insan olmaya) karşılık, komünizmi herkesin tüm yönlü toplumsal-bireysel yetilerini özgürce geliştirebilmesi olarak tanımlayan ilk kişi belki Engels değildi. Fakat “sınıflar iş bölümünden doğdular” belirlemesi üzerinden, iş bölümü sönümlendirilmeden özel mülkiyet ve buna dayalı toplumsal sınıfların ortadan kaldırılamayacağını ilk söyleyen Engels’ti.
İş bölümünün bilimsel-eleştirel analizini daha ileriye taşıyan (iş bölümünün -dolayısıyla özel emeğin- meta üretiminin zorunlu koşulu olduğunu ve kapitalizmde göreli artı-değer ile iş bölümü ilişkisini ortaya koyan, iş bölümünün kapitalist meta üretim ilişkilerinin zorunlu koşulu ve ayrılmaz bileşeni olduğunu ortaya koyan, kapitalizmde üretimin çelişkin toplumsallaşması çerçevesinde iş bölümünün sönümlendirilmesinin gelişen koşullarını somut olarak ortaya koyan) Marx olmakla birlikte, Engels’in “sınıflar iş bölümünden doğdular (ve dolayısıyla iş bölümü sorunu çözülmeden de ortadan kaldırılamazlar-bn)” cümlesini mıh gibi aklımıza yazmakta fayda var. Çünkü iş bölümü sorunu tarih bilimsel-eleştirel somut olarak ele alınmadan, yalnız gelişkin bir bilimsel komünizm kuramı yapılamamakla kalmaz, sınıf içi bölünmeleri (kafa emeği/kol emeği, kadın/erkek, kent/kır, emperyalist/bağımlı kapitalist ülkelerden işçiler, egemen/ezilen ırk, ulus, cinsiyetten işçiler, vd) aşmaya dönük daha ileri bir güncel sınıf savaşımı ve komünist devrimci örgüt anlayışı da geliştirilemez.
Engels’te (Marx kadar) büyüleyici olan, iş bölümünün parçalayıcılığı ve körelticiliğine karşı gerçek komünist birey olmanın temel koşullarından olan çok yönlü yetilerin bütünlüğünü kendisinde cisimleştirmiş olmasıydı. Bir komünist devrimci teorisyen, propagandacı, ajitatör, örgütçü olduğu kadar iyi bir organizatör ve konspiratördü. Marx’ın, parasızlık ve baskı-takibat nedeniyle Belçika sürgününde çakılıp kaldığı 1848 devrimleri arifesinde, Londra-Paris ve bir dizi başka ülke arasında mekik dokuyarak Adiller Birliği’nin Komünistler Birliği’ne dönüştürülmesinin ön koşullarını yaratan Engels’ti. Yine Engels İrlandalı işçi sevgilisi Mary Burns ile birlikte, Fenian ayaklanmasının başarısız olmasından sonra tutuklanan ve ağır işkence altında tutulan 4 Fenian önderi tutsağı hapishaneden kaçırılmasında da rol oynamıştı. Askeri teknik, taktik ve strateji bilginiydi; bunu yalnız süvari olarak katıldığı Almanya 1849 devrimindeki 3 ciddi savaşta göstermekle kalmamış, yaşamı boyunca yakından izlediği tüm savaşlara ilişkin askeri analiz ve öngörülerindeki doğruluk ile kanıtlamıştı.
Engels aynı zamanda büyük bir tarih bilimci ve bilim tarihçisi, doğa bilimleri tutkunu, diyalektik mantıkçı ve dil bilimciydi. (8 dili ve 2 antik dili anadili gibi biliyor, 10 kadar dili de okuduğunu anlayacak kadar biliyordu. Ömrünün son yıllarında Arapça ve Farsça’yı da öğrenmeye başlamıştı. Bir mektubunda Farsçayı öğrenmesi için 3 haftanın yeteceğini yazıyordu. Bu bile Engels’in bilimsel ve diyalektik çalışma sistematiğine dair önemli bir ipucu verir. Kelime ve kalıp ezberlemekle hiç uğraşmaz, bir dilin başlıca kök ve iç yapısına/bağıntılarına nüfuz eder, gerisi pratiktir.) Sanatla, başta şiir, edebiyat, tiyatro, resim olmak üzere her zaman içli dışlıdır, hatta not defterlerine ve mektuplarına yaptığı amatör çizim ve karikatürlerinden resme de belli bir yeteneğinin olduğunu görmek mümkündür.
Engels ve Marx’ın kendi aralarında yaptıkları gönüllü ve bilinçli iş bölümleri de, iş bölümünün Marksist eleştirisine ters düşmez. Bu hiç bir zaman katı hiyerarşik bir iş bölümü olmamıştır. Çünkü her ikisi de, bağımsız yaptıkları çalışma ve açılımlarda bile, diğerinin emeğinin, katkılarının, öneri ve eleştirilerinin kendi emek ve gelişimlerine içerili olduğunun bilincindedirler. Her birinin belli bir anda uğraştığı konu ne olursa olsun (ekonomi-politik, siyaset, diyalektik, tarih, doğa bilimleri, antropoloji, kültür-sanat, propaganda, örgütçülük, vd) diğerinin de bu konuda temel ve asgari bir birikimi ve deneyimi olduğundan, devrim açısından önem taşıyan her adımlarında birbiriyle görüş alışverişi yapmayı ilke edindiklerinden, birbirlerinin onayları kadar eleştirilerini de öncelikle dikkate aldıklarından, bu, katı hiyerarşik ve engelleyici bir iş bölümü değil, saydam, geçişli, ve birbirini bütünleyici ve geliştirici bir iş bölümüdür.
Her birinin birbirinin olağanüstü yetilerine karşı en ufak bir haset duymayışı, birbirlerine olan yüksek bağlılık, sevgi ve saygı kadar birbirine karşı mütevazılıkları da bunun göstergisidir. Engels’in kendisini “ikinci keman” sayma mütevazılığı ve Marx’a olan bağlılığı ve hayranlığı iyi bilinir ama nedense Marx’ın Engels karşısındaki mütevazılığı ve ona olan bağlılığı ve hayranlığı hep örtbas edilir (Engels’i Marx’tan koparma ve kenara itme oportünist operasyonunun bir parçası olarak!).
Marx’ın Kapital’in ilk cildinin çıkışını Engels’e haber verirken yazdığı cümle: “Sen olmasaydın bunu ben kendi başıma başaramazdım.” Genellikle bu cümlenin yalnızca, Marx’ın Kapital’i yazabilmesi için Engels’in yaptığı özveriyle sınırlı olduğu sanılır. Hayır! Bu cümle “Sen olmasaydın, tarihsel-diyalektik materyalizm, kapitalizmin devrimci sınıf ekseninden bilimsel- eleştirel analizi ve bilimsel komünizm perspektifi, tek kelimeyle Marksizm olmazdı, bunu ben tek başıma başaramazdım” kapsam ve derinliğindedir.
Kanıt mı? İşte Marx’ın Engels’e dair cümlelerinden bir kaçı: “Engels’in o harikulade makalesinden beri…” (Katkı’ya Önsöz, 1859). “Engels kendi-başkam (bu Hegelci ifade, “öteki ben” ya da “ruh ikizim” diye de çevrilebilir-bn) sayılır.” (Marx’tan Szemere’e mektup, 1860). “Bildiğin şey, birincisi ben hep geç başlarım. İkincisi her zaman senin ayak izlerini takip ederim.” (Marx’tan Engels’e mektup, 1864) (Bu sonuncu ifade, Marksist bir içeriğe sahip ilk ekonomi-politik eleştirisinin, ilk felsefi idealizm eleştirisinin, ilk sınıf analizinin ve ilk devrimci sınıf savaşımı/devrim analizinin Engels tarafından yapılmış olmasına ilişkindir.)
Tüm bu nedenlerle Engels ve Marx’ı birbirinin karbon kopyası saymak ne kadar yanlışsa (çünkü birbirinden farklı olmasalar ve tamamen özdeş olsalardı, birbirlerini ve Marksizmin farklı yönlerini geliştiremezlerdi) devrimci tarih bilimi ve pratiğinin kuruculuğunu yalnızca birine, Engels’i dışlayarak veya küçümseyerek yalnızca Marx’a indirgemek de o kadar yanlıştır.
Engels’i kenara itmek ve Marx’tan koparmaya çalışmak, her zaman Marx’ın büyük bilimsel otoritesini karşısına alma cesareti olmayan demagogların, aslında (aynı zamanda) Marx’a ve Marksizme saldırmanın kurnaz geçinen yöntemi olmuştur. Önce Engels ve (özellikle, Marksizmin tüm yönleriyle bütünlüklü ve yalınlaştırılmış bir özeti sayılabilecek) Anti-Duhring kitabı “pozitivist, Marx’ın vulgarize edicisi, çarpıtıcısı” vb ilan edilir. Ardından Marx’ta ve Marksizm’de özellikle (üretici güçler ve üretim ilişkileri diyalektiğine dair) tarihsel materyalizme ilişkin bölümler (örneğin Katkı’nın önsözündeki ünlü tarihsel materyalizm formülasyonu veya Kapital’in 3. cildindeki kar oranlarının düşme eğilimi yasası, vd) Engels’e atfedilip Marx’tan da ayıklanır. Böylece Marksizmde bilimsel olan ne varsa içi boşaltılıp Marksizm gerisin geriye öznelci-ütopik sosyalizme geri götürülmeye çalışılır. Bununla kalmaz 2. Enternasyonal’in sonraki felaketinden Engels sorumlu tutulur. Bununla da kalmaz Lenin ve Stalin, Engels’le kodlanarak, Marksizmden devrimci örgüt ve proletarya diktatörlüğü yaklaşımları da savuşturulmaya çalışılır.
Tüm bu, Engels’i önce karikatürize edip sonra devre dışı bırakma operasyonlarının özü özeti, aslında Marksizmin bel kemiğini oluşturan devrimci tarih bilimini karikatürize edip halı altına süpürme acınası çabasıdır. Ve tümü, Anti-Duhring’in yazımı boyunca Engels ile Marx arasındaki yazışmalar incelendiğinde, Anti-Duhring’in yazımının tamamlanmasından sonra da Marx tarafından okunup onaylandığının ve dahası Anti-Duhring’in ekonomi-politik eleştirisi bölümünün de Marx tarafından yazıldığının ortaya çıkması, daha dahası Anti-Duhring’in bir bölümünü oluşturan Ütopik ve Bilimsel Sosyalizm ayrı bir kitap olarak yayınlandığında ön sözünün Marx tarafından yazıldığı bilindiğinde, fosss diye çöküverir. Kar oranlarının düşme eğilimi yasasının (yani üretici güçler/üretim ilişkileri çelişkisinin, yani tarihsel materyalizmin) Engels’in Kapital’in 3. cildini redakte ederken yaptığı bir çarpıtma olduğu iddiası ise aynı ölçüde komiktir. Kapital’in 1. cildini kabul edip 3. cildini reddeden (Michael Heinrich vb) Marksologlar kendilerini komik duruma düşürmekten başka bir şey yapamazlar; çünkü kar oranlarının düşme eğilimine ilişkin teori, 1. ciltteki göreli artı-değer teorisinin kaçınılmaz sonucudur. Dolayısıyla Engels’e (ve aslında Marksizmin temeline) karşı bu saldırılar, kapitalizmi kabul edip sonuçlarını reddetmek kadar ahmakçadır.
Engels Marx’ı ve Marksizmi eksiltmek veya çarpıtmak şöyle dursun, Marksizmi Marksizm (ve dahası Marx’ı Marx) yapanlardan biriydi. Tarihin gördüğü en yetenekli, en gelişkin, en yaratıcı, en enerjik, en tutkulu, en çok yönlü devrimcilerden biriydi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.