MAR
Abdullah Öcalan’la, bir zamanlar
dillerine pelesenk ettikleri kelimelerle söylenirse “bebek katili” ile
görüşmeler sürüyor. Bahçeli’nin şimdilerde “terörist başı” demeyi sürdürmesi
ise, arka planda muhtemelen görüşmeler yapılsa ve bu toplumdan gizlense de
“silahları bıraktırdık, tasfiye ettik” şeklinde topluma dönük politik algıyı
oluşturmak ve korumak amacını taşıyor. Kürt silahlı güçlerine silahları bırakmanın
ve verilecek bazı olası tavizlerin karşılığında, Rojava bölgesinde ya da
mümkünse Suriye topraklarının tamamında yeni-sömürgecilik çerçevesinde bir
kontrol sağlama olanağı değerlendirilmek isteniyor.
Yeni-sömürgecilik, askeri zorlama
ve baskı ön planda olmadan, ekonomik ve siyasal mekanizmalarla emperyalist
ülkelerin, bağımlı ülkeler üzerinde egemenliğini anlatıyor. Yeni-sömürgecilik
kapsamında, bağımlı ülkelere bir tür siyasi hamilik yapılıyor, bu ülkelerin üzerinde
iktisadi ve siyasal kontrol oluşturma yoluyla, yeni pazar olanakları
değerlendiriliyor, bağımlı ülkelerin yeraltı ve yer üstü kaynakları ile işgücü
yağmacı bir tarzda kullanılıyor, borçlandırma ve sermaye ihracıyla yatırımlarda
bulunup, emekçi halkların sömürüsü üzerinden oluşan artık-değerlerin egemen ve
görece gelişmiş kapitalist ülkenin sermaye sınıfına ve devletinin kasasına
akması sağlanıyor. Türkiye’nin orta gelişkinlikte kapitalist bir ülke olarak
emperyalist-kapitalist dünya sisteminde “alt-emperyalist” bir konumda olduğu
biliniyor. Suriye’ye ya da en azından Rojava’ya dair murat edilenin ise Türkiye’nin
alt-emperyalist bir ülke olarak bu topraklar üzerinde belirli ölçülerde bir
egemenlik kurması olduğu anlaşılıyor.
Akdeniz’in doğusunda bulunan Levant
Havzası'nda toplamda 1,7 milyar varillik iki petrol ve 3,45 trilyon
metreküp doğal gaz rezervinin olduğu tahmin ediliyor. Bunlar ABD, İsrail,
Türkiye ve AB devletleri arasında paylaşım konusu. Suriye üzerinden geçen boru
hatlarının (örneğin Irak-Kerkük’ten İsrail’e ulaşan boru hattının) aktifleşmesi
de emperyalist devletler açısından önemli. Türkiye sermaye sınıfı açısından Suriye’nin imarı
ve yapılacak yatırımlardan gelecek kârlar da öyle. Ve elbette Rojava’nın gelecekteki
statüsünün ne olacağı Ankara açısından kritik önem taşıyor…
Yaşanılan süreçler hakkındaki kafa
karışıklığını gidermek gerekiyor. Bir yandan Kürt siyasetçilerin yönetimindeki
belediyelere kayyum atanırken, bir yandan kamuoyuna yönelik “terör son bulsun”,
“barış, kardeşlik olsun” çağrıları yapılıyor. Oysa PKK'nin uzun zamandır/yıllardır Türkiye topraklarında bir çatışmaya girmediği biliniyor. Zıtmış gibi görünen bu hamleler
karşısında “bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu” denmemesi gerekiyor. “Süreç” dahilindeki
politikaların bütününe bakıldığında “havuç-sopa” taktiğinin uygulandığı anlaşılıyor.
Anlamı şudur: “birlikte yürünecek yola gelinmezse, sopa devrededir.” Bahçeli’nin
“Öcalan gelsin Meclis’te konuşsun, örgütü tasfiye ettiklerini açıklasın”
yönündeki çağrısına, PKK’nin bir gün sonrasındaki yanıtı, TÜSAŞ’taki sivilleri
hedef alan “terör” eylemi oluyor. Bu eylem görüşme masasına eli güçlü oturmak
istemelerini yansıtıyor.
Peki murat edilenler olacak mı?.. Devletin ve sermaye sınıfının ABD, AB devletleri, İsrail devleti ve bu
ülkelerin sermaye sınıflarının çıkarlarıyla rekabet içerisinde olma hali sürüyor.
Gelişmelerin, birçok diplomatik, politik ve belki de askeri ilişkinin ve
manevranın sonucu olacağı dışında bir şey söylemek mümkün görünmüyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.