Marksist Araştırmalar [MAR] | Komünizm: Tarihin Çözülen Bilmecesi
Mart eylemleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Mart eylemleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Nisan 2025 Pazar

Bir ihtimal daha var: Örgütlenmek!

Mahmut Boyuneğmez

Yüksek düzeyde eğitimli gençlerin önemli bir bölümü yurt dışına gidiyor. Yine gençler arasında intihar oranlarında yükseliş bulunuyor. Oysa bir ihtimal daha var; o da örgütlenmek!..

“Beyin göçü” sayıları tırmanışta

Türkiye’de son yıllarda “beyin göçü”nde artış yaşanmaktadır. Bu konudaki veriler şu şekilde özetlenebilir:

  • 2012’de lisans eğitimi, lisansüstü eğitim ve iş olanakları için yurt dışına gidenler toplamda 40.000-50.000 civarındayken, 2022’de bu sayı 55.000-70.000’e çıkmıştır.
  • 2012 ve 2022’de yurt dışına lisans eğitimi için gidenlerin sayısı yaklaşık 25.000-30.000 arasında değişmeden kalmıştır.
  • Lisansüstü eğitim için yurt dışına gidenlerin sayısı 2012’den 2022’ye 10.000-13.000’den 15.000-20.000’e yükselmiştir. Bu artışta akademik fırsat arayışı etkili olmuştur.
  • İş için yurt dışına göç eden yüksek öğretim mezunlarının sayısı 2012’de 5.000-7.000 iken, 2022’de 15.000-20.000’e çıkmıştır. Bu artışta ekonomik faktörler belirleyicidir.

2012’den 2022’ye gelindiğinde, yurt dışına giden yüksek öğretim mezunu sayısında belirgin bir artış olduğu görülmektedir. Bu durum, Türkiye’deki ekonomik zorluklar, işsizlik oranlarının yüksekliği (işçi sınıfı içerisinde gerçek işsizlik oranı %30 düzeyindedir) ve yurt dışındaki daha iyi kariyer fırsatlarının oluşturduğu cazibeyle ilişkilidir. 2012’den 2022’ye lisansüstü eğitim için gidenlerin sayısı yaklaşık iki katına çıkmış görünmektedir. Bu, Türkiye’de akademik fırsatların azalması ve yurt dışındaki eğitim kalitesine yönelimle açıklanabilir. İş amaçlı göç ise, 2022’ye gelindiğinde belirgin bir şekilde artmıştır. Ekonomik koşullar (TL’nin değer kaybı, yüksek işsizlik) ve yurt dışındaki iş fırsatları bu artışı tetiklemiştir. Eğitim ile iş için yurt dışına giden yüksek öğretim mezunu kategorilerinin her ikisinde de artış mevcuttur. Bu durum, Türkiye’deki yüksek öğretim mezunları arasında önemli ölçüde bir “beyin göçü” olgusunun varlığını göstermektedir.

2012 ve 2022’de lisans için yurt dışına gidenlerin sayısı aynı düzeydedir (~25.000-30.000). Burada iktisadi koşulların üniversite eğitimi için yurt dışına gitme eğilimini nasıl sınırladığı görülmektedir. Evlatlarının yurt dışında lisans eğitimi için finansman sağlayabilecek ailelerin vasıflı ve yüksek gelirli de olsa emekçi aileler olmadığı anlaşılmaktadır.

Lisans üstü eğitim için yurt dışına gidişte 2012’den 2022’ye %50 civarı artış (10.000-13.000’den 15.000-20.000’e) yaşanmıştır. Akademik kariyer ve yurt dışı fırsat arayışı ile yurda dönüldüğünde tatminkâr işler bulma olasılığının artırılması çabası bu gidişleri açıklamaktadır.

Yurt dışına iş için göçen yüksek öğretim mezunları 2012’de 5.000-7.000 iken 2022’de 15.000-20.000’e yükselmiş bulunmaktadır. Ekonomik kriz ve TL’nin değer kaybı, yüksek öğretim mezunlarını iş olanakları için yurt dışına yöneltmektedir.

CHP’nin 2021 tarihli “AKP’nin Tetiklediği Büyük Beyin Göçü” raporuna göre, 20-35 yaş arası gençlerin yurt dışına gitme oranı 2016-2019 arasında %70 artmıştır. Bunlar arasında yüksek öğretim mezunları önemli bir yer tutmaktadır.

Gençlerde intihar oranı artıyor

2012-2022 arasında hem lise hem de yüksek öğretim mezunu sayısı önemli ölçüde artmıştır. On yıllık zaman kesitinde yüksek öğretim mezunlarının sayısında %71,6’lık artışın yaşanmasının temel nedeni, mekânsal, öğretim üyesi ve kampüs olanakları açısından yetersiz birçok üniversitenin açılması ve bu üniversitelerin sağladığı kontenjanlardır. Yüksek öğretim mezunlarının sayısındaki %71,6’lık artışın diğer nedenleri arasında lise mezunu sayısındaki artış (aday havuzunun büyümesi), iş olanaklarını artırmak için üniversite diplomasına olan talepteki artış, açık öğretim ve uzaktan eğitim olanakları, kadınların eğitime katılımındaki yükseliş sayılabilir.

Lise ve yüksek öğretim mezunları arasında intihar sayıları artarken, yüksek öğretim mezunlarındaki artış (%44,8) lise mezunlarındakinden (%29,5) daha yüksektir (lise mezunları arasında intiharlardaki artış, lise mezunu kişi sayısındaki artışa koşuttur). Peki yüksek öğretim mezunları arasında intihar sayılarındaki (lise mezunlarındakinden daha fazla) artışın nedeni/nedenleri nelerdir?.. Bu artışın önemli bir nedeninin geleceksizlik kaygısı/geleceğe dönük umutsuzluk ve işsizlik olduğu düşünülebilir. Bu nedenler intihar riskini artırmaktadır.

Gençlerin açığa çıkan öfkesi

24-25-26 Mart 2025 tarihlerinde 19:00-23:00 saatleri arasında Ankara’nın Kızılay meydanında toplanan ve 19 Mart 2025’te Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınmasıyla tetiklenen sokak protestolarına katılan 208 eylemciyle, eylemler sırasında, yüz yüze görüşmelerin sonucunda bir rapor oluşturulmuştur. Yağmur Uzunırmak’ın Toplumsal Çalışmalar Enstitüsü adına yaptığı bu araştırma “Kim bu gençler?” (Ankara örneği) adıyla yayınlanmıştır.

Bu rapora göre, eylemcilerin içerisinde 18-24 yaş aralığında olanların oranı %70,2’dir. Buna 25-34 yaş aralığında olanların oranı %24 de eklendiğinde %94,2 oranında genç-genç yetişkinlerden oluşmuş bir toplam elde edilmektedir. Eylemlere katılım oranıyla ve dinamizmiyle gençler damgasını vurmuştur. Eylemlere katılanların %76,5’ini üniversite öğrencileri ve üniversiteden mezun olanlar oluşturmaktadır. Eylemciler büyük oranda öğrencilerden oluşmaktadır.

Eylemlere Kürt emekçilerden katılım olmuşsa da bu oldukça sınırlı kalmış, DEM Parti’nin bu konuda bir çağrısı olmamıştır.

Eylemciler ekonomik durumlarını genel olarak tatmin edici bulmamaktadır. “Türkiye’nin mevcut iktidarla yakın gelecekte ekonomik olarak nasıl bir gelişme göstereceğini düşünüyorsunuz” diye sorulduğunda eyleme katılanların %63,5’i “çok daha kötü olacak” yanıtını vermiştir.

Protestolarda yer alan kitle, “Türkiye’nin yönetimi bu şekilde devam ettiği sürece ben ne yaparsam yapayım bu ülkede iyi bir geleceğim olmayacak” ifadesine tamamen ya da kısmen katılmaktadır.

Eylemcilerin 2023 seçimlerinde oy verdikleri ve gelecek seçimlerde oy verecekleri partilerin dağılımı şöyledir:

  • CHP’ye oy verdiğini ya da vereceğini belirtenlerin toplamı %52,9 oranındadır.
  • Zafer Parti’sine oy verenler ya da verecek olanlar %23,8’lük bir kesimi oluşturmaktadır.
  • İYİP %5,3 oranında desteklenmektedir.
  • TİP eylemciler arasında %4,4 oranında bir hegemonyaya sahiptir.

Bu oranlar eylemlere katılan ve yoksul, ekonomik durumu kötü olan gençlerin faşist söylemlerin cazibesine kapıldığını ve kapılabileceğini, fakat sosyalist solun yaygın ve yoğun politik faaliyetleriyle bu gençleri etkileyebileceğini, üzerlerinde bir aidiyet hissi-sevgi-saygı oluşturabileceğini göstermektedir. Farklı partilere yakınlık duyan eylemci gençler-genç yetişkinler, toplumsal konum, ekonomik tatmin seviyesi ve mevcut iktidarla gelecek beklentisi açısından çok önemli bir farklılaşma göstermemektedir.

Türkiye’nin çözülmesi gereken en önemli sorunu olarak; %54,3’ünün adaleti, %13,9’unun ekonomik durumu işaret etmesi, son günlerdeki belediyelere ve politik figürlere dönük baskıların, gözaltı ve tutuklamaların oluşturduğu tepkiyle birlikte okunduğunda anlaşılır olmaktadır. Türkiye’deki siyasal rejimin otoriter karakteri ve iktisadi krizle gelen yoksullaşma birlikte, protestoların temel itici nedeni olarak değerlendirilebilir.

Protestocuları eylemlere katılmaya motive eden en önemli iki unsur sorulduğunda ‘’gelecek kaygısı’’ %60,6 ile en çok tercih edilen seçenektir. Bunu %52,9 ile ‘’hükümetin anti-demokratik uygulamaları’’ seçeneği takip etmiştir. %31,7 ile “mevcut siyasi sistemin taleplerime cevap vermemesi” en çok tercih edilen üçüncü seçenek olmuştur. ‘’Ekrem İmamoğlu’nun şahsında muhalefete yönelik tutum’’ seçeneği katılımcıların yalnızca %11,1’i tarafından işaretlenmiş, eylemciler için İmamoğlu’nun tutuklanması belirgin bir sokağa çıkış nedeni olmamıştır.

“Sizce Türkiye gelecekte daha iyi bir ülke olacak mı?” diye sorulduğunda eyleme katılanların %58,9’u ‘’halk olarak bizim tutumumuza bağlı’’ demiştir. Bu oran, gençlerde mutlak bir umutsuzluğun ya da çıkışsız olma hissinin egemen olmadığını gösterir, fakat örgütsüz bireyler olarak kaldıkları sürece bireysel kurtuluş yolunda çabalara giriştikleri yönündeki eğilimle birlikte değerlendirmeye alınmalıdır.

Eyleme katılanların %55,6’sı kendisini Atatürkçü olarak tanımlamakta, bunu sırasıyla milliyetçi (%16,9), sosyalist (%10,1) ve sosyal demokrat (%9,7) seçenekleri takip etmektedir. Bu oranların gösterdiği, bir ortak değer olarak Atatürk sevgisinin eylemci gençlerde-genç erişkinlerde yaygın olarak bulunduğu, fakat sokaktaki kitlelerin büyük bölümünün bir ideolojik bağlanmaya/angajmana sahip olmadan sokakta politize olduklarıdır.

Protestocuların %40’ı imkânı olsa dahi yurt dışına yerleşme fikrini reddetmekteyse de yurt dışına yerleşirim diyenlerin oranı da yüksek olup %37’dir. Bu son veri, daha önce sunduğumuz istatistiksel bulgularla uyumludur.

Örgütlülük içerisinde dayanışma bir ihtiyaç

Türkiye’de son yıllarda gençler ve genç yetişkinler arasında ekonomik zorluklar, “geleceksizlik” gerçeği ve hissiyatı yüzünden yurt dışına göçme (“beyin göçü”) ya da bireysel çıkış bulamamanın sonucu olarak intihar etme giderek artmaktadır. Oysa bir ihtimal daha var: Memlekete ve hayata sahip çıkıp, örgütlenmek. Örgütlülük içerisinde dayanışmak.

Bireysel “yırtma” olanaklarının iyice daraldığı bir tarihsel kesitte, ömre anlam, derinlik, sahicilik ve güzellik katan, hayatı robot ya da zombi gibi geçirmekten kurtaran bilimsel düşüncelere, insanlığın ortak mirası ilerici değer ve ilkelere bağlanmak, bunlara tutulmak. Cemaatlerdeki gibi bireylerin çıkarını kollamak üzere bir araya gelişi değil, sosyalist fikriyatta ve duygularda, yani bilimsel sosyalist dünya görüşünde ortaklaşıp, bir kolektivite oluşturmak. Kendiliğinden gelişip sokağa çıkan toplumsal öfke ve tepkiler, bir süre sonra sönümleneceğinden, yaşanan süreçlerden geriye kalan örgütlenmede kazanımlar olacak. Bilinmektedir ki örgütsüz güç, tam olarak etkin bir güç değildir.

Sosyalistler azami bilinç, enerji ve örgütlülükle sokağa çıkan bu insanlara ulaşmalıdır. Yoksa açığa çıkan enerji, toplumsal hareketlenme yatıştığında büyük oranda CHP ve Zafer Partisi’ne kanalize olacak. Kitleler sosyalistleri kendilerini örgütlemeye çağırıyor. Toplumsal hareketlenmenin örgütlülük içerisinde dayanışmaya ihtiyacı bulunuyor.

Not: Bu yazıda kullanılan tablolar yapay zekâ (YZ) tarafından oluşturulmuştur.

Yararlanılan kaynaklar:

  1. https://www.toplum.org.tr/wp-content/uploads/2025/03/Imamoglu-Protestolari-Katilimci-Analizi-Ankara-Ornegi-28-Mart-2025.pdf
  2. TUİK istatistikleri
  3. YZ “GROK”

4 Nisan 2025 Cuma

Mart eylemleri: Tespitler

Mahmut Boyuneğmez

i. Türkiye’de siyasi rejim otoriter özellikler taşıyan kapitalist demokrasidir. Devletin tipi ise başkanlık sistemiyle karakterize kapitalist devlettir. Siyasal rejim otoriter ve faşizan özellikler taşısa da “faşist” nitelikte totaliter bir rejim değildir. 18-19 Mart’ta İmamoğlu’nun diplomasının iptal edilmesi ve gözaltına alınması, siyasal rejimin otoriter özelliğinin göstergeleri olan yargının zor ve baskı uygulayıcı karakterine ve ekonomik krizin getirdiği yoksullaşmaya karşı toplumda biriken itirazların, tepkilerin ve öfkenin dışa vurulmasına yol açmış, toplumda derinleşen ve yaygınlaşan hoşnutsuzların bu tetiklemeyle sokağa taşmasına götürmüş, toplumsal rahatsızlıkların bir kıvılcımla patlamasına neden olmuştur.

ii. Oluşan toplumsal hareketliliğin tetikleyicisi İmamoğlu’na yapılan operasyonlar olsa da bu isim etrafında şekillenen olaylar toplumsal hareketlenmenin asıl ya da kök nedeni değildir.

iii. Mart eylemleri, büyük oranda kendiliğinden gelişen bir toplumsal harekete aittir. Eylemlilik süreçlerine sosyalist solun katılımı ve CHP’nin kitleselliği kendi arkasına alma çabası olmuşsa da bu eylemlerdeki toplumsal hareketlenme “kendiliğinden” karakterdedir. Bunun anlamı, bir sosyalist öncü parti ya da örgütlenme tarafından süreçlere yön verilmesi durumunun söz konusu olmamasıdır.

iv. Eylemlere katılan protestocular, büyük oranda gençlerden ve genç erişkinlerden oluşmaktadır. Bunun nedenleri arasında demografik özellikleri nedeniyle bu toplumsal kesimin cesaretinin, dinamizminin ve zamanının göreli olarak daha çok oluşu, görece daha hesapsız biçimde bilinçle ve duygularla harekete geçmeye yatkınlığı, geleceksizlik ve kaybedecekleri bir şeyin olmaması hissinin ağırlığı sayılabilir. Hareketlenen gençler-genç yetişkinler arasında sınıfsal konumu itibarıyla proleter olanlar yanı sıra, geleceğin işçileri olan öğrenciler ve katılanların yüzde 40’ı oranında öğrenci-işçilerin de olduğu dikkate alındığında, Mart eylemlerinin sınıfsal karakterde olduğu söylenebilmektedir. Oluşan toplumsal hareket işçilerin dar ekonomik mücadele başlıklarına sıkışmadığından bir “sınıf hareketi” değilse de “sınıfsal karakterde bir hareket”tir. Toplumsal hareketlenmenin “hak, hukuk adalet”, “hükümet istifa” gibi politik talepleri de emekçilerin çıkarlarıyla uyumlu sınıfsal taleplerdir.

v. Toplumsal hareketin talepleri ve yaygınlığı CHP’nin kapsama alanının dışına çıkmışsa da bu parti hareketi kendi arkasına almaya gayret etmiş, kitlelerin biriken itirazlarını, tepkilerini, öfkesini, taleplerini ve özlemlerini İmamoğlu’nun CB adaylığının desteklenmesine yönlendirmeye, kendisinin oy oranlarını artırma yönünde kanalize etmeye çalışmış, açığa çıkan kitlesel enerjiyi soğurup, düzenin sınırları içerisinde yatıştırmaya uğraşmıştır. CHP varlığı gereği bu politik çabalarıyla sosyalist solun mücadele alanını daraltmış, onun kitlelerle yaygın temas yüzeyleri bulmasını azaltmıştır. Bu partinin kontrolü altında tutabileceği mitinglere yönelmesi düzen içi karakteri ve böylesi bir ihtiyacın ürünüdür.

vi. İmamoğlu’nun gözaltına alınıp sonrasında tutuklanması ile CHP ve İBB’ye kayyum atanması yönündeki girişimlerin, “darbe” olarak tanımlanması, mevcut siyasal iktidarın “cunta” olarak nitelenmesi, siyaset bilimi açısından geçersiz, fakat CHP’nin kendisine dönük toplumsal algıda meşruiyetini artırmaya yarayan popüler politik söylemlerdir.

vii. Mart eylemlerindeki toplumsal hareket “kendiliğinden” bir karakter taşıdığından ve süreçlerin genel akış yönüne bir ölçüde CHP rengini verdiğinden, sosyalist solun hareket içerisinde bulunup, örgütlenme olanaklarını değerlendirerek, maksimum kazanımlarla çıkması, ayrıca sosyalistlerin toplumsal onayının artması arzulanacak yegâne ara sonuçtur. Mart eylemlerinin kendiliğinden karakteri belirli bir süre sonra sönümlenmesini getirecektir.

viii. Türkiye tarihinde ilk kez ve üstelik yaygın ve etkili bir tüketim boykotu gerçekleşmiş, bu boykot Mart toplumsal hareketinin moral/motivasyon kaynağı olup, sosyalistlerin organize ettiği eşlik eden etkinliklerle birlikte bireysel pasif bir direniş biçimi olmanın ötesine geçerek mücadelenin anlamlı bir kazanımı olmuştur. Üniversitelerdeki akademik boykotlar da aynı şekilde aktif etkinlik ve eylemliliklerle birlikte, örgütlülüğü artıracak şekilde organize edildiğinden, sosyalizm yolunda uzun ve çetin yürüyüşün ufak bir mevzi mücadelesi olarak anılmayı hak etmiştir.

ix. 19 Mart’tan sonra şekillenen süreçler için bir “hegemonya krizi”nden bahsetmek yanlıştır. Aksine baskı ve zor, sansür ve yıldırma araçları ve yöntemleri ile özellikle yandaş medya üzerinden oluşturulan toplumsal meşruiyet ve onay mekanizmaları son sınırına kadar kullanılmakta ve işletilmektedir. Ülke çapında yaşanan bir devrimci durum kesitinde, emekçi kitleler üzerindeki hegemonya dağıldığında ve yeniden üretilemez duruma geldiğinde “hegemonya krizi” oluşur. İçinde bulunduğumuz tarihsel kesitte böylesi bir kriz yoktur. Hegemonyayı, salt rıza/onay üzerinden düşünmemek gerekir. Hegemonya, hem onay/rıza üreten mekanizmalar ve yapılar, hem de tahakküm/baskı/zor/yıldırma mekanizmaları üzerinden birlikte kurulur. Bu birlikteliğin ortak ürünü olarak hegemonya oluşur ve yeniden-üretilir. Siyasal iktidara alternatif olabilecek karşı-hegemonya oluşturan organizasyonlar/örgütlenmelerin zayıf durumda oluşu da bir hegemonya krizinin oluşmasını önlemektedir. Üstelik, siyasi iktidarın son aylarda bir “yönetememe krizi” içerisinde olduğu da doğru değildir. "Yönetememe krizi" devlete ve yürütme gücüne ait bir yetersizliği ifade etmektedir. Bu krizin görünümleri paralize olma durumu, birbirini baltalayan karşıt hamleler olabilir. Bugün siyasal iktidarın hamlelerinde bu semptomlar yoktur. Toplumsal desteği uzun bir süredir zayıflayan siyasi iktidar, kendisine rakip olarak beliren İmamoğlu ve CHP üzerine gitmiş, bunları geriletip etkisizleştirmeye çalışmıştır. Fakat sokağa çıkan kitlelerin harekete geçen gücü, siyasi iktidarın hamlelerini frenlemiş ve belki de geleceğe doğru ertelemiştir.

x. Sokaktaki toplumsal hareket, öğrenci gençlik hareketi, sosyalist partiler ve örgütler, CHP ve muhalif medya kanallarının oluşturduğu siyasi-toplumsal vektöre karşıtlık oluşturan, tüm organlarıyla siyasi iktidar ve yandaş medyadan mürekkep vektör arasında şimdilik geçici bir denge oluşmuştur. Bu siyasi güçler arasında geçici bir “pat durumu” mevcuttur. Yaşanan süreçlerle birlikte siyasi iktidarın meşruiyetinde/toplumsal onayında erozyon olduğu söylenebilirse de siyasi iktidarın yakın vadede düşmesi mümkün görünmemektedir. Toplumsal hareketlenmeye katılan yurttaşların bir kısmı sosyalist sol tarafından kapsansa da bir süre sonra sokaklardan ve miting alanlarından çekilerek evlerine dönmeleri kuvvetle muhtemeldir.

xi. Türkiye’deki siyasal rejimi yapılmaması gerektiği halde "faşizm" olarak tanımlayan geniş bir sol çevre bulunmaktadır. Bu çevrelerden faşizme karşı birleşik cephe önerenler olacaktır ve sosyal demokratik liberalizmin/CHP’nin şemsiyesi altında toplanalım diyebilecekler çıkacaktır. Bundan uzak durulması, sosyalist sol ile yasal Kürt hareketinin en geniş birlikteliğinin sağlanıp, gündemlere ilişkin ortak politikalar geliştirilmeye çalışılması, ortak bir CB adayı çıkarılması gerekmektedir. 04.04.2025

24 Mart 2025 Pazartesi

19 Mart sonrasını nasıl okumalı ve ne yapmalı?

Mahmut Boyuneğmez


Yürütme gücündeki kişilerin bazı adımları atmaya niyet etmesi, kafalarındaki planları yaşama geçirmeye başlaması, bunlara karşı muhalif figürlerin sokağa çıkma kararı alması, “hodri meydan” diyerek karşı hamleye yeltenmesi, böylelikle planlananların kısmen boşa çıkması vb. vb. Politik figürlerin bireysel güç ve yeteneklerini abartan bu tür değerlendirmeler, politik faillerin de katıldığı nesnel süreçlerin gerçekçi analizinde yanıltıcıdır. Üstelik bu değerlendirmeleri yapanların duygu ve yargılarını içerdiklerinden eğilimlerin tespitinde ve olası ara sonuçları öngörmede işe yaramazlar.

18-19 Mart’tan bugüne uzanan tarihsel kesitte siyasi iktidarın kendi sürekliliğini sağlama refleksi olarak iktidar için bir tehdit ve alternatif olan İmamoğlu’nun etkisizleştirilmesi ve buna tepki olarak şekillenen sokak eylemleri ile üniversitelerdeki boykotlar, bir sürecin karşıt yönlerini ya da vektörlerini oluşturmaktadır.

Toplumda siyasi iktidarın uygulayageldiği politikalara dönük itirazlar ve hoşnutsuzluklar, iktisadi krizin oluşturduğu yoksullaşmanın ürünü öfke, İmamoğlu’nun gözaltına alınması olayının kıvılcımıyla/tetiklemesiyle toplumsal bir güç ve hareket olarak patlamış, kuvveden fiile çıkmıştır.

Yaşadığımız tarihsel kesitte iktidar organizasyonu olan yargı ve hegemonya yapısı olan yandaş medyayla birlikte parti-devlet olan AKP-MHP’nin organizasyonel, ikna ve şiddet gücü, buna karşıt olan CHP, sosyalist hareket, sokaktaki kitleler ve muhalif medyanın örgütsel gücü ve oluşturduğu meşruiyet ile “çarpışmakta”dır.

CHP, kitlelerin mevcut siyasal rejime ilişkin düzen içi ya da düzen dışı alternatif arayışını kendi arkasına almakta, kitlelerde biriken hoşnutsuzlukların ve öfkenin sosyalist harekete yönelmesinin önüne geçmekte, bunların düzen içinde kalınarak soğurulması işlevini yerine getirmektedir.

Sokağın açığa çıkan enerjisi, İmamoğlu adında bir bireyin CB adaylığını desteklemeye daraltılmakta, sosyal demokratik liberalizmin son yıllarda yıldızı parlayan partisi CHP’nin toplumsal onayını artırmaya dönük kullanılmakta, “tüketimden gelen gücün(!) kullanılması” şeklinde hiçbir etkiye/sonuca ulaşmayacak protesto türleri ve Saraçhane önüne sıkışmış türkülü-şarkılı, bol keseden bıçkın laflar ederek duygusal rahatlamanın sağlandığı mitinglerle heba edilmekte, yatıştırılmakta, dizginlenmektedir.

Siyasi iktidarın vektörü ile CHP’nin hegemonyası altında bulunan muhalif toplumsal güçlerin vektörü karşıtlaşmaktayken, daha organize olan, şiddet, sansür, yasaklama, baskı ve zorlama tekelini elinde bulunduran vektörün, sokaktaki kitlelerin liderliği CHP’de olduğu sürece galebe çalmaması mümkün değildir. İktidar vektörü kendi tabanı gözünde meşruiyetini yitirmeden sürekliliğini sağlamak ve korumak üzere son sınırına kadar hareket edecek, karşıt güçleri hırpalayıp, muhalefet vektörünü eninde sonunda bertaraf edecektir. Bir yıl boyunca iktidarla “normalleşme” süreci yaşayan CHP’nin liderliğindeki bir muhalefetin bir süre direndikten sonra, sönmemesi mümkün değildir.

Sosyalist hareketin, yasal Kürt hareketiyle güç birliği içerisinde, eylemlere kendi rengini çalma yönünde uğraşması, hareketlenen toplumsal kesimler içerisinde bulunması ve böylelikle gücünü artırması gerekir. Kürt emekçilerin ve kent yoksullarının köklü mücadele geleneği ve sol değerlere yakınlığı ve yatkınlığı vardır. İktidarın inisiyatifiyle başlayan “süreç” içerisinde siyasi iktidara yedeklenmemesi için DEM Parti’yle ve tabanıyla etkileşim içerisinde olunmalı, Kürt emekçiler yalnız bırakılmamalıdır. Fakat bu partinin “demokratikleşme” adı altındaki pragmatist tutumlarına karşı mesafeli olup, yörüngesinde dolanan uydu konumuna düşülmemelidir.

Sosyalistler, CHP’ye oy verenler ve sokak eylemlerine/mitinglerine katılan emek yanlısı, yurtsever, Cumhuriyetçi, seküler duyarlılıklara sahip emekçiler arasında propaganda yürütmeli, bir süre önce iktidarla “normalleşen” şimdi Saraçhane’deki kürsüden kuru sıkı atışlar yapan mevcut “muhalefetle” halkımızın çıkarına ve onu düze çıkaran bir sonuca varılamayacağı anlatılmalıdır.

[MAR] YOUTUBE KANALI

LİDER

Karl Marx - Kapital

Kısa Sovyet Film ve Belgeseller [Türkçe]