Mahmut Boyuneğmez
Biz
komünist dünya toplumunda “enerji yoksulluğu”nu gideren, artan nüfus ve gelişen
teknolojinin ihtiyaçlarını karşılayan bir iktisadi büyümeye yetecek enerji
üretiminin gerçekleştirileceğini, kapitalist dünyanın silah, sigorta, reklam ve
moda gibi ekonomik dallarındaki yatırımlarının tasfiye edilerek, enerji
kullanımında tasarrufa gidileceğini düşünüyoruz. Bize göre rüzgâr, güneş,
hidrolik enerji, biyogaz ve diğer yenilenebilir enerji türlerinin yanı sıra
nükleer enerji, kapitalist dünyanın tükenmekte olan fosil yakıtlarının yerini
alacaktır. Ayrıca sanayi öncesi döneme göre 1,5/2⁰C’nin altında küresel atmosferik
sıcaklık artışı hedefini tutturmak için de fosil yakıtların enerji üretimindeki
kullanımının hızla azaltılması ve yerine bahsi geçen enerjilerin kullanımı
gereklidir. Biz nükleer enerjiyi iklim krizinin çözümünde kullanılması gereken
alternatif enerji türlerinden biri olarak görüyoruz. Onu güzellemiyoruz, fakat
ekoloji hareketinin ve sosyalistlerin önemli bir bölümünün nükleer enerjiyi karaladığını
gözlüyoruz. Öyleyse sorunu analiz etmemiz ve hakikate ulaşmamız gerekiyor.
Dünya
enerji üretimi ve tüketiminin durumu
2023
yılında küresel kömür üretimi şimdiye kadarki en yüksek seviye olan 179 EJ (exajoule)’e
ulaşmıştır. 196 EJ'ye karşılık gelen kömür tüketimi, yüzde 32'lik oranla enerji
tüketim sıralamasında başı çekmektedir. Kömür kapitalist dünyanın önemli bir
enerji kaynağı durumundadır. Küresel kömür tüketimi artmaya devam etmektedir. 2023
yılında kömür tüketiminde 2022’ye göre yüzde 1,6’lik bir artış yaşanmış olup, bu
artış on yıllık ortalama artış oranına göre yedi kat daha yüksek düzeyde
gerçekleşmiştir. Çin dünya kömür tüketiminin yüzde 56’sını
gerçekleştirmektedir. Hindistan ise Avrupa ve Kuzey Amerika’nın toplam kömür
tüketiminden daha fazla kömür tüketir duruma gelmiştir. Avrupa ve Kuzey
Amerika'da kömür tüketimi 10 EJ'ün altına düşmüştür ve son 10 yılda sürekli
düşüş göstermektedir.
2023
yılında sıvılaştırılmış doğal gaz arzı yaklaşık yüzde 2 (10 milyar metreküp)
artarak 549 milyar metreküpe ulaşmıştır. Doğal gazda ABD en büyük üretici
olmaya devam etmekte ve dünya arzının yaklaşık dörtte birini sağlamaktadır.
Küresel doğal gaz talebi 2023'te 1 milyar metreküp artmıştır. Doğal gazın
küresel fosil yakıt tüketimindeki payı yüzde 29 civarındadır. Doğal gaz 164 EJ
ile dünya enerji tüketiminin yüzde 26'lık kısmını oluşturmaktadır.
Küresel
petrol üretimi 2,1 milyon varil/gün artarak 2023'te 96 milyon varil/gün ile
rekor seviyeye ulaşmıştır. En büyük üretici olan ABD, 2023 yılında petrol
üretiminde yüzde 8'in üzerinde artış kaydetmiştir. Toplamda OPEC+ dışı
ülkelerin petrol üretimi küresel artan talep büyümesini yüzde 20 oranında
aşmıştır. 2022 yılında petrol ve biyoyakıt ürünlerinin tüketimi ilk kez günlük
100 milyon varili aşmıştır. 2023 yılında ise, tek başına petrol ürünleri
tüketimi bu seviyeyi aşmıştır. 144 EJ ile toplam enerji tüketiminin yüzde 23'ünü
oluşturan petrol, özellikle ulaşım sektöründe kritik bir enerji kaynağıdır.
2023 yılında dünyada fosil yakıt tüketiminin toplam enerji tüketimi içindeki payı yüzde 81,5’tir. 40 EJ düzeyinde olan ve tüketilen enerjinin yüzde 6'sını sağlayan hidroelektrik enerji, yenilenebilir enerjinin hayati bir bileşenidir. Hidrolik enerji dışında kalan güneş, rüzgâr ve biyoenerji de dahil olmak üzere diğer yenilenebilir kaynaklar toplamda yüzde 8'lik bir tüketim payına sahip olup, bu pay 51 EJ'lük bir düzeydedir. 2023 yılında hidroelektrik dahil yenilenebilir enerji kaynaklarının toplam birincil enerji tüketimindeki payı bir önceki yıla göre yüzde 0,4'lük bir artışla yüzde 14,6'ya ulaşmıştır. Nükleer ile birlikte toplam enerji tüketiminin yüzde 18'inden fazlasını temsil etmektedirler. 25 EJ ile dünya enerji tüketiminde yüzde 4'lük bir paya sahip olan nükleer enerji, istikrarlı ve düşük karbonlu enerji arzı sağlamaktadır.
Küresel
elektrik üretimi 2023 yılında yüzde 2,5 artarak 29.925 TWh (terawatt-saat)'e
ulaşmıştır. Dünya elektrik üretiminde yüzde 35’lik payla kömür baskın yakıttır.
Doğal gazın payı ise yüzde 23’tür. Petrolün dünya elektrik üretimdeki yeri
yüzde 2’nin biraz üzerindedir. Yenilenebilir enerji kaynaklarının toplam
elektrik üretimindeki payı yüzde 29’dan yüzde 30’a yükselmiştir. Nükleerin payı
ise yüzde 9 civarında sabit kalmıştır. Nükleer santrallerin sayısı Çin'de yeni
inşa edilen reaktörler, Fransa’da nükleer bazı santrallerin hizmete geri
dönüşü, Japonya ve Almanya'nın santralleri kapatılmasıyla dengelenmiş durumdadır.
Güneş
ve rüzgâr enerjisi kapasitesi 2023 yılında hızla artmaya devam ederek bir
önceki yılın 276 GW (gigawatt)'lık rekorunu yaklaşık 186 GW aşmıştır ki bu yüzde
67'lik bir artış anlamına gelmektedir. Bu artışın dörtte biri kapasitesini
yüzde 75 artıran Çin’den gelmiştir. Avrupa’daki güneş enerjisi kapasitesinde
yüzde 16 artış yaşanmıştır. Rüzgâr enerjisinde kapasite artışlarının yaklaşık yüzde
66'sı Çin'den gelmiştir. Çin’in rüzgâr enerjisinde toplam kurulu kapasitesi şu
anda Kuzey Amerika ve Avrupa'nın toplamına eşittir.
Küresel
biyoyakıt üretimi 2023'te yüzde 8'in üzerinde artmıştır. ABD, Brezilya ve
Avrupa yaklaşık olarak küresel biyoyakıt tüketiminin dörtte üçünü gerçekleştirmektedir.
Dünya enerji üretimi (Exajoule (EJ), bir kentilyon (1018) joule)
Bolluk
içinde yoksulluk
Kapitalist
dünyada enerji üretimi ve tüketimi artıyor olsa da günümüzde en az 1,18 milyar
insanın elektriğe erişimi yoktur. Resmi verilere göre ise bu sayı 733 milyon
civarındadır. Yine Dünya Sağlık Örgütünün verilerine göre, her yıl 3,2 milyon insan,
elektriksizlikten kaynaklanan kötü koşulların yarattığı hastalıklar nedeniyle
yaşamını yitirmektedir. Yani insanlığın önemli bir bölümü ileri teknolojilere
rağmen temel ihtiyaçlardan biri olan elektrikten yoksun yaşamaktadır. Bu durum
"enerji yoksulluğu" olarak adlandırılmakta ve üretici güçlerin
içerisinde bulunduğu çelişkili toplumsal ilişkileri yansıtmaktadır. Enerji
üretimi kapitalist dünyada sermayenin ihtiyaçları/kâr elde etme mekanizmaları
için yapıldığından, kaynakların insanlığın ihtiyaçları için kullanılması
durumunda enerji üretiminde tasarruf olacağı açıktır. Biyogaz, rüzgâr ve güneş
enerjisi, hidrolik ile nükleer enerji vd… Enerji üretiminde aslında kaynaklar çeşitli,
üstelik insanların ihtiyaçları liberallerin iddiasının aksine sınırlıdır.
Fosil
yakıtlar tükenirken
Fosil
yakıt kaynaklarının oluşumu milyonlarca yıl sürmektedir ve bu kaynaklar bitimlidir.
Fosil yakıtların küresel tüketimi tarihin en yüksek noktasındadır ve belirttiğimiz
gibi dünyadaki birincil enerji tüketiminin yaklaşık yüzde 80'ini
oluşturmaktadır. ABD Enerji Bilgi İdaresi, küresel enerji talebinin kapitalizm
koşullarında 2050 yılına kadar yüzde 57'ye varan oranda artacağını
belirtmektedir. Çin ve Hindistan gibi ülkeler enerji tüketiminde büyük ölçüde
kömüre dayanmaktadır.
Kanıtlanmış
petrol rezervleri küresel olarak yaklaşık 1,65 trilyon varildir ve mevcut
tüketim oranlarına göre yaklaşık 40 ila 50 yıl yetebilecektir. Kömürün bilinen
rezervleri yaklaşık 130 yıla kadar yetebilirken, doğal gaz rezervleri mevcut
talep senaryoları altında arzı yaklaşık 50 ila 60 yıl uzatabilecektir.
İklim
krizi ve küresel atmosfer sıcaklığının 1,5/2⁰C’yi geçmesi sonucu oluşacak
felaketler, kapitalist devletlerin/politikacıların ve bizzat tekellerin görme
alanına girmemektedir. Fosil yakıtların mevcut tüketim düzeyi sabit kaldığında
bile 50-130 yılda tükenecek oluşu sermaye birikimini sekteye uğratacağından,
üstelik bugünden yenilenebilir enerji üretimi sermaye birikiminin ve
artık-değer üretiminin gerçekleştiği bir alan olduğundan, kapitalistler ve
politikacılar fosil enerji kaynaklarının tükenecek olması sorununu çözmeye
çalışmaktadır. Başka bir deyişle kapitalist dünyada yenilenebilir enerjideki
artış doğayla uyum sağlama amacını taşımamaktadır. Yenilenebilir enerjilerden
elektrik üretiminin payının yüzde 30’a ulaşmış olmasının ve elektrikli
otomobillerin tüm otomobil satışlarının yüzde 20-25’ini oluşturur duruma gelmiş
bulunmasının nedeni çevreci duyarlılıklar değil, kâr arayışıdır.
Küresel
ısınmanın nedeni olarak sera gazları
Sera gazı emisyonları iklim değişikliğinin nedenidir. Sera gazları şunlardır:
- Karbondioksit (CO2)
- Metan (CH4)
- Azot oksit (N2O)
- Hidroflorokarbonlar (HFC'ler)
- Perflorokarbonlar (PFC'ler)
- Sülfür hekzaflorür (SF6)
İklim
değişikliği üzerinde en etkili sera gazı karbondioksittir (CO2).
Atmosferde CO2 fazla oluşu dünyanın ısınmasına neden olmaktadır.
Fosil yakıtların kullanımı CO2 üretmektedir. Bir kısaltma olan “ppm”
(parts per million) “milyon başına parçacık” demek olup havanın bir milyon
parçacığında kaç CO2 molekülünün olduğunu belirtir. Örneğin Ekim
2023’te atmosferde 422,17 ppm CO2 bulunmaktaydı. Bilim insanları atmosferik
CO2 düzeyinin 350 ppm'in altında olmasının sağlıklı olacağını belirtmektedir.
Bu nedenle fosil yakıt kullanımında azalmaya gitmek gerekmektedir.
Atmosferdeki ppm CO2
Karada
ve okyanusta karbonu atmosferden uzaklaştıran süreçlerin 2011-2020 on yılında
her yıl salınan CO2’nin yaklaşık yarısını emdiği tahmin
edilmektedir. Atmosfere doğal süreçlerin toplayabileceğinden daha fazla CO2
salındığı için, atmosferdeki toplam CO2 miktarı her yıl
artmaktadır. 1960'larda atmosferik CO2’nin küresel artış hızı yılda yaklaşık
0,8± 0,1 ppm’di. Sonraki yarım yüzyıl boyunca, yıllık artış hızı üç katına
çıkarak 2010'larda yılda 2,4 ppm'e ulaştı. Atmosferik CO2’nin son 60 yıldaki
yıllık artış hızı, 11.000-17.000 yıl önceki son buzul çağının sonunda meydana
gelene benzer önceki doğal artışlardan yaklaşık 100 kat daha hızlıdır.
Oksijen
veya nitrojenin (atmosferimizin çoğunu oluşturur) aksine, sera gazları Dünya
yüzeyinden yayılan ısıyı emer ve Dünya yüzeyine geri dönmek de dahil olmak
üzere her yöne doğru yeniden yayar. CO2 olmasaydı, Dünya'nın doğal
sera etkisi ortalama küresel yüzey sıcaklığını donma noktasının üzerinde
tutamayacak kadar zayıf olurdu. İnsanlar atmosfere daha fazla CO2
ekleyerek doğal sera etkisini güçlendirmekte ve küresel sıcaklığın yükselmesine
neden olmaktadır. 2021 yılında CO2 tek başına, insan üretimi tüm sera
gazlarının toplam ısıtma etkisinin yaklaşık üçte ikisinden sorumluydu.
CO2’in
Dünya için önemli olmasının bir başka nedeni okyanusta çözünmesidir. Su
molekülleriyle tepkimeye girerek karbonik asit üretir ve okyanusun pH'ını
düşürür (asitliğini yükseltir). Sanayi Devrimi'nin başlangıcından bu yana
okyanus yüzey sularının pH değeri 8,21'den 8,10'a düşmüştür. pH'daki bu düşüşe
okyanus asitlenmesi denir.
Enerji
kaynaklı sera gazı emisyonları 2023 yılında ilk kez 40 Gt CO2 (gigaton
CO2, giga=milyar) seviyesini aşmıştır. CO2 salınımında başı
çeken sektörler elektrik üretimi, ulaşım ve endüstridir.
CO2
salınımının iktisadi sektörlere dağılımı
Atmosfere CO2
salınımı nasıl azaltılabilir?
Enerjiyle
ilgili CO2 emisyonlarının yüzde 40'ından fazlası elektrik üretimi
için fosil yakıtların yakılmasından kaynaklanmaktadır. Tüm elektrik üretim
teknolojileri, yaşam döngülerinin bir noktasında atmosfere sera gazı yayar.
Nükleer santrallerde gerçekleşen nükleer fisyon CO2 üretmez. Hem
nükleer hem de yenilenebilir enerji üretimi için emisyonlar, örneğin tesisin
inşası sırasında dolaylı olarak üretilmektedir. Yaşam döngüsü boyunca nükleer
santraller, elektrik birimi başına rüzgarla yaklaşık aynı miktarda CO2
eşdeğeri, güneş enerjisinin ise yaklaşık üçte biri kadar CO2 eşdeğeri
emisyon üretir.
Resimde
görüldüğü gibi kömür, kömürle birlikte ortak yakılan biyokütle, doğal gaz ve
biyokütlenin elektrik enerjisi üretiminde kullanılması hızla azaltılır ve
yerine yenilenebilir enerji kaynakları ile nükleer enerji kullanılırsa,
atmosfere salınan CO2 eşdeğeri emisyonlarda çok büyük bir azalma
gerçekleşecektir. Fakat kapitalist dünya fosil yakıtlara göbekten bağlı olup,
artık-değer üretimine bağımlıdır. Bu “göbek bağının” kendiliğinden kesilmesi
olanaklı değildir.
Ulaşım,
küresel CO2 emisyonlarının yaklaşık beşte birini oluşturmaktadır;
sadece enerjiden kaynaklanan CO2 emisyonları dikkate alınırsa bu
oran yüzde 24'tür. Karayolu seyahati, ulaşım emisyonlarının dörtte üçünü
oluşturmaktadır. Bunun yüzde 45,1'i yolcu araçlarından (otomobiller ve
otobüsler) kaynaklanmaktadır. Diğer yüzde 29,4'lük kısım ise yük taşıyan
kamyonlardan kaynaklanmaktadır. Tüm ulaştırma sektörü toplam emisyonların yüzde
21'ini oluşturduğuna ve karayolu taşımacılığı ulaştırma emisyonlarının dörtte
üçünü oluşturduğuna göre, karayolu taşımacılığı toplam CO2
emisyonlarının yüzde 15'ini oluşturmaktadır. Havacılık ulaştırma emisyonlarının
yüzde 11,6'sını oluşturmaktadır. Her yıl bir milyar tondan biraz daha az CO2
yaymaktadır ki bu toplam küresel emisyonların yaklaşık yüzde 2,5'idir.
Uluslararası deniz taşımacılığı da yüzde 10,6 ile benzer bir katkıda
bulunmaktadır. Başka bir ifadeyle küresel emisyonların yaklaşık yüzde 5’i hava
ve deniz taşımacılığından kaynaklanmaktadır. Demiryolu seyahati ve yük
taşımacılığı ise ulaşım emisyonlarının sadece yüzde 1'ini oluşturmakta, çok az
emisyon yaymaktadır. Diğer taşımacılık (esas olarak su, petrol ve gaz gibi
maddelerin boru hatlarıyla taşınması) yüzde 2,2'den sorumludur.
Küresel ulaşım kaynaklı CO2 emisyonları
Görüldüğü
üzere tüm CO2 emisyonlarının yüzde 15’ini, ulaşım kaynaklı CO2 emisyonlarının
yaklaşık yüzde 75’ini sağlayan karayolu ulaşımı hızlıca azaltılıp, yerine
demiryolu ulaşımında artışa gidilmesi ulaşım kaynaklı CO2 emisyonlarının
azaltılması için gereklidir.
Uluslararası
Enerji Ajansı (IEA), Enerji Teknolojisi Perspektifleri raporunda, 2070 yılına
kadar kapitalist dünyada küresel taşımacılığın (yolcu kilometresi olarak
ölçülen) iki katına çıkmasını, otomobil sahipliği oranlarının yüzde 60
artmasını, yolcu ve yük havacılığına olan talebin üç katına çıkmasını
beklemektedir. Bunun anlamı kapitalist dünyada taşımacılık emisyonlarında büyük
bir artışın yaşanacağıdır. Bu tarihe kadar dünya komünist toplumu kurulmuş
olursa bu savurganlığa son verilip, demiryolu ulaşımının atılım yapması
sağlanacak, özel otomobillerin kullanımı çok büyük oranda azalacak, hidrojen
ile elektrikli bataryalarla çalışan sayısı sınırlı binek otomobiller dışında
fosil yakıt kullanan araba kalmayacak, toplu taşıma başat ulaşım tarzı haline
gelecek, uçak ve gemi yoluyla ulaşım çok yönlü turizm ve zorunlu yük
taşımacılığı için seferlerle sınırlandırılacak, helikopterler yalnızca hava
ambulansları ve yangın söndürme araçları olarak kullanılacaktır. Havacılık ve
deniz taşımacılığı, ayrıca büyük oranda azaltılmış uzun mesafeli karayolu
taşımacılığı (büyük kamyonlar) kaynaklı CO2 emisyonlarının ortadan
kaldırılması zor görünmektedir. Çünkü yakıt olarak hidrojen veya bataryaların
uçakları, gemileri ve büyük kamyonları çalıştırma potansiyeli, gereken menzil
ve güçle sınırlıdır; bataryaların veya hidrojen yakıt tanklarının boyutu ve
ağırlığı, mevcut yanmalı motorlardan çok daha büyük ve ağır olacaktır.
Endüstriyel
emisyonlara geldi sıra. Aşağıdaki resim kapitalist dünyada sektörlere göre CO2
emisyonunu yansıtmaktadır.
Endüstriyel
yanma kaynaklı CO2 emisyonları tüm CO2 emisyonlarının
yüzde 16,42’sini oluşturmaktadır. Gelişmiş kapitalist ülkelerde endüstriyel
filoların, süreçlerin ve alanların elektrifikasyonuna gidilmesi yönünde bir
eğilim bulunmaktadır. Bunun nedeni verimlilik ve kâr artışı sağlamaktır. Gıda
işleme, kâğıt hamuru ve kâğıt yapımı ile kimyasal, çelik ve çimento üretimi
gibi faaliyetlerde elektrifikasyon potansiyeli çok büyüktür. Mevcut
teknolojiler bugün işlemlerin yüzde 60'ını elektrikli hale getirebilirken, 2035
yılına kadar teknolojideki gelişmelerle bu potansiyelin yüzde 90'a çıkması umut
edilmektedir. Kapitalist üretim ilişkileri sanayide elektrifikasyonun artışını
getiriyor olsa da bunun tüm dünyaya yayılması eşitsizlikler gösterecek ve
eşzamanlı olmayacaktır. Oysa bugün komünist dünya toplumunda yaşanıyor olsaydı,
endüstride elektrifikasyon süratle ve tüm iktisadi dallarda dünya üzerine
yayılmış bir ölçekte gerçekleştirilebilirdi. Bu elektrifikasyonun gerektirdiği
elektrik enerjisi üretimi ise yenilenebilir enerji kaynakları yanı sıra nükleer
santrallerden sağlanırdı. Böylelikle atmosfere salınan CO2 miktarında
bu yolla da bir azalma oluşturulurdu.
Rüzgâr
ve güneş enerjisi iklim krizini çözebilir mi ve yüzde 100 yenilenebilir
enerjiyle dünyanın enerji ihtiyacı karşılanabilir mi?
2023
yılında dünya enerji tüketimi 183,23 terawatt-saat düzeyinde bulunmaktadır.
Bunun güneş, rüzgâr ve diğer yenilenebilir kaynaklardan oluşan kısmı yüzde 8,2
düzeyindedir. Hidroelektrik enerjisi de eklendiğinde tüm yenilenebilir
enerjilerin enerji tüketiminde 14,6’lık bir payı oluşturduğu görülmektedir.
2011
yılında hakemli bir dergi olan Energy Policy, Stanford Üniversitesi'nden
Mark Z. Jacobson ve Mark A. Delucchi'nin enerji tedarik karışımını değiştirme
ve "tüm küresel enerjiyi rüzgâr, su ve güneş enerjisiyle sağlama"
hakkında iki makalesini yayınlamıştır. Makaleler, güvenli ve temiz seçenekler
olan rüzgâr, su ve güneş ışığından (RSG) elektrik gücü, ulaşım ve
ısıtma/soğutma için dünya çapında enerji sağlamanın uygulanabilirliğini analiz
etmiştir. Yazarlar 3.800.000 adet 5 MW rüzgâr türbini, 5350 adet 100 MW
jeotermal enerji santrali ve 270 adet yeni 1300 MW hidroelektrik enerji
santraline ihtiyaç duyulacağını tahmin etmiştir. Güneş enerjisi açısından, ek
olarak 49.000 adet 300 MW yoğunlaştırılmış güneş santrali, 40.000 adet 300 MW
güneş fotovoltaik santrali ve 1,7 milyar adet 3 kW çatı fotovoltaik sistemine
ihtiyaç duyulacağını belirtmişlerdir. Üstelik bu kadar kapsamlı bir RSG
altyapısı, dünya güç talebini yüzde 30 oranında azaltabilir görünmektedir. Yazarlar,
2030 yılına kadar tüm yeni enerjiyi RSG ile üretmeyi ve mevcut enerji tedarik
düzenlemelerini 2050 yılına kadar değiştirmeyi savunmuştur. Yenilenebilir
enerji planını uygulamadaki engellerin temel olarak sosyal ve politik olduğunu,
teknolojik veya ekonomik olmadığını savunmuşlardır. Böyle bir RSG sistemiyle
enerji maliyetlerinin, günümüzün enerji maliyetlerine benzer olması gerektiğini
belirtmişlerdir.
Öte
yandan Haziran 2017'de yirmi bir araştırmacı, Jacobson'ın başka bir makalesini
reddeden, onu modelleme hataları yapmakla ve geçersiz modelleme araçları
kullanmakla suçlayan bir makale yayınlamıştır.
RSG’ten
oluşan bir dünya enerji sistemine geçişin önünde fosil yakıtlardan kâr elde
eden kapitalist tekellerin ve kapitalist devletlerin politik tercihlerinin
olduğu açıktır. Fakat hidroelektrik enerjisinin düşük karbonlu bir kaynak olsa
da bazı rezervuarlarda üretilen elektrik birimi başına sera gazı emisyonlarının
yaşam döngüsü boyunca fosil tesislerden daha yüksek olabilmesi (rezervuar
oluşturmak için bir alan sular altında kaldığında bitki örtüsünün ve diğer
organik maddelerin çürümesinden metan ve CO2 açığa çıkmaktadır), kuraklıkların
hidroelektrik santrallerinin elektrik üretim kapasitelerini azaltması, dünya
akarsularının debisinin düzeyi ve elverişli sahaların hidroelektrik santraller
için zaten kullanılmakta oluşu, küresel hidroelektrik santrali filosunun
neredeyse %40'ının (476GW) en az 40 yaşında (ortalama yaş 33) olması nedeniyle
performanslarını korumak veya geliştirmek, esnekliklerini artırmak için büyük
modernizasyon ve yenileme çalışmalarını gerektirmeleri, güneş ve rüzgâr
enerjisi için ise depolamada gerekli olan lityum ve kobalt gibi madenlerin
dünya rezervlerinin sınırlı oluşu gibi nesnel/teknik engeller de bulunmaktadır.
Örneğin Dünya Bankası'na göre 2°C'nin altındaki iklim senaryosu, 2050 yılına
kadar 3 milyar ton metal ve mineral gerektirmektedir. Bunun anlamı, çinko,
molibden, gümüş, nikel, bakır gibi maden kaynaklarının arzının yüzde 500'e
kadar artırılmasıdır. 2018 tarihli bir çalışma, küresel enerji sisteminin 2060
yılına kadar rüzgâr ve güneş enerjisine geçişi için metal gereksinimlerini
analiz etmiş, şu anda kullanılan pil teknolojileri ve bilinen rezervlerle geçiş
için kobalt ve lityum rezervlerinin yetersiz olduğunu bulmuştur.
Yine
aynı nedenlerle iklim krizinin tek başına RSG enerjisini artan oranlarda
kullanmakla çözülemeyeceğini düşünmekteyiz. Fakat nükleer enerjinin artan
oranda kullanımıyla desteklendiği takdirde, yenilenebilir enerji kaynaklarının
yaygınlaştırılması ve enerji tüketimindeki payının artırılmasıyla sorun
çözülebilir görünmektedir. Atmosfer sıcaklığının sanayi öncesi döneme göre
1,5/2°C’lik artışın altında kalması için izlenebilecek en makul ve bilimsel
strateji, tüm yenilenebilir enerji kaynaklarının yanı sıra nükleer enerjinin de
artan oranda kullanımıyla, fosil yakıtların kullanımında hızlı ve belirgin
azalmaların sağlanmasıdır.
Elbette
nükleer enerjinin yakıtı olan Dünya Uranyum rezervleri sınırlıdır. Fakat Uranyum,
kayalarda ve deniz suyunda bulunan nispeten yaygın bir metaldir. Dünyadaki
bilinen Uranyum kaynakları, son on yılda artan maden arama faaliyetleri
nedeniyle en az dörtte bir oranında artmıştır. Dünya'nın şu an ölçülen uranyum
kaynakları yaklaşık 6,1 milyon tondur. Buna Uranyumun ikincil kaynakları ve
konvansiyonel olmayan kaynaklar da eklenmelidir. Dünyada 10,5 milyon ton
keşfedilmemiş Uranyum rezervi olduğu düşünülmektedir. Günümüz tüketim hızıyla yaklaşık
230 yıllık bir tedariğin sağlanabileceği tahmin edilmektedir. Üstelik daha
fazla keşifle ve çıkarma teknolojisindeki iyileştirmelerle bu süre daha da
uzayabilir. Öte yandan günümüzde nükleer reaktörler için tedarik edilen tek
yakıt Uranyum olsa da Toryum özel reaktörlerde yakıt olarak kullanılabilir ve Dünya
Toryum rezervlerinin toplamda yaklaşık 6 milyon ton olduğu tahmin edilmektedir.
Nükleer
enerjinin kullanımına karşı öne sürülen tezlerin çürütülmesi
İklim
değişikliğini çözmenin bir yolu olarak dünyadaki fosil yakıtlı enerji
santrallerinin yüzde 100'ünün nükleer reaktörlerle değiştirilmesini öneren az
sayıda bilim insanı olsa da birçok bilim insanı nükleer enerjinin sadece
elektrik değil dünyanın tüm enerji ihtiyacının yüzde 20'sini karşılayacak
şekilde büyümesini önermektedir.
i. Bir nükleer enerji
santralinin inşası ortalama 6-8 yıl sürmektedir. Dünya Sağlık Örgütü'ne göre,
her yıl yaklaşık 7,1 milyon insan hava kirliliğinden ölmektedir ve bu ölümlerin
yüzde 90'ından fazlası enerjiyle ilgili yakıt yanmalarından kaynaklanmaktadır. Yenilenebilir
enerjilerin kullanımına ek olarak nükleer enerjinin artan oranda kullanımı için
bugünden çalışmalar başlatılsa, çok değil birkaç yıl sonra hava kirliliğinden
ölenlerin sayısında belirgin bir düşüş oluşturulabilir. Rüzgâr ve güneş
enerjisi çiftlikleri, planlama aşamasından işletmeye geçene kadar ortalama
olarak 2-5 yıllık sürelerde inşa edilmektedir. Çatı üstü güneş enerjisi
projeleri ise sadece 6 aylık bir zamanda uygulanabilirdir. Dolayısıyla hava
kirliliğinin insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerine karşı gelmek için bu
yenilenebilir enerji türleri de kullanılmalıdır.
Kapitalist
dünyada bir nükleer reaktörün planlanması ve işletilmesi arasındaki gecikme,
bir sahanın belirlenmesi, saha izninin alınması, arazinin satın alınması veya
kiralanması, inşaat izninin alınması, inşaat için finansman ve sigorta
sağlanması, iletimin kurulması, bir güç satın alma anlaşmasının müzakere
edilmesi, izinlerin alınması, santralin inşa edilmesi, iletime bağlanması ve
nihai işletme lisansının alınmasının uzun sürmesi nedeniyle oluşmaktadır.
Böylelikle nükleer santrallerin faaliyete geçmesi için gereken süre en az 10
yılı bulmaktadır. Kapitalist dünyada yapımı şirketlere bırakılan ve bürokratik
mekanizmalarla faaliyete geçmesi bir hayli uzayan nükleer enerji santralleri,
sosyalist bir toplumda kamu eliyle en fazla 10 yılı bulacak bir sürede rahatlıkla
faaliyete geçirilebilir. Ancak günümüzde bile nükleer santrallerin faaliyete
geçmesi uzun zaman alıyor diye, nükleer enerjiye karşı çıkmanın hiçbir
inandırıcılığı yoktur.
ii.
Nükleer santrallere karşı çıkanlar maliyetli olduğunu da öne sürüyorlar.
Gerçekten nükleer enerji, rüzgâr ve güneş enerjisine göre kabaca 4 kat yüksek
bir maliyete sahiptir. Sosyalistlerin ve ekoloji hareketinin nükleer enerjinin
maliyetinin yüksek olmasını dert edinmeleri tuhaftır, çünkü bu durum işletme
patronlarının bir sorunudur. Pratikteki duruma bakacak olursak, Almanya'da
elektriğin KDV dahil fiyatı 0,30€/kWh iken, Fransa'da elektriğin KDV dahil
fiyatı 0,17€/kWh’tir. Eş deyişle Almanya’ya göre elektriğinin yüzde 70’ten
fazlasını nükleer enerjiden sağlayan Fransa’da elektik tüketimde yüzde 56,7
oranında daha ucuzdur. Fransız kapitalistler Avrupa ortalamasından yüzde 25
daha düşük fiyata elektrik satmaktadır.
iii.
Reaktörü olmayan bir kapitalist ülkede enerji için bir nükleer reaktör inşa
edilmesi, ülkenin nükleer enerji tesisinde kullanılmak üzere Uranyum ithal
etmesine ya da elindekileri kullanılmasına olanak tanır. Eğer bu ülke isterse Uranyumu
gizlice zenginleştirerek silah kalitesinde Uranyum elde edebilir ve nükleer
silahlarda kullanmak üzere Uranyum yakıt çubuklarından Plütonyum oluşturabilir.
Böyle bir risk var diye günümüzde nükleer enerjiye karşı çıkılmalı mıdır?.. Üstelik Küçük Modüler Reaktörlerin (SMR) inşa
edilmesi ve yaygınlaştırılması bu riski daha da arttırabilir. Burada sorun
teknolojinin kapitalist toplumsal ilişkiler/kapitalistler/kapitalist devletler
tarafından insanlığın zararına olacak şekilde kullanmasındadır. Nükleer enerji
teknolojisine, kapitalist devletlerin bu teknolojiyi insanlığın hilafına da kullanması
nedeniyle karşı çıkmak rasyonel ve gerçekçi değildir. Pekâlâ kapitalist
devletlere karşı farklı ülkelerdeki emekçiler, “nükleer silahlara hayır,
nükleer enerjiye evet” diyebilir.
iv.
Bugüne kadar inşa edilen tüm nükleer enerji santrallerinin yüzde 1,5'i bir
dereceye kadar erimiştir. Erimeler ya felaketle sonuçlanmış (1986'da Çernobil,
Ukrayna; 2011'de Fukushima Dai-ichi, Japonya'daki üç reaktör) ya da zarar
verici olmuştur (1979'da Üç Mil adası; 1980'de Saint-Laurent Fransa). Bu
kazalardan sonra daha güvenli yeni reaktör tasarımları geliştirilmiştir.
Yeniden bir felaketin oluşmayacağı konusunda garantinin olmaması, nükleer
enerjiden vazgeçiş için bir neden olmamalıdır. Burada durum, uçak seferlerinin
çok düşük kaza olma olasılığı nedeniyle tümüyle yapılmamasına karar
verildiğindeki duruma benzerdir. Bu düşük olasılık yüzünden nükleer enerjiye
karşı çıkmak rasyonel değildir.
v.
Uranyum madenciliği çok sayıda madencide akciğer kanserine neden olmaktadır,
çünkü Uranyum madenleri, bazı bozunma ürünleri kanserojen olan doğal Radon gazı
içermektedir. 1950 ve 2000 yılları arasında 4.000 Uranyum madencisi üzerinde
yapılan bir çalışmada 405'inin (yüzde 10) akciğer kanserinden öldüğü tespit
edilmiştir ki bu oran sadece sigara içme oranlarına göre beklenen oranın altı
katıdır. Diğer 61 kişi ise madencilikle ilgili akciğer hastalıklarından ölmüştür.
Temiz, yenilenebilir enerji bu riske sahip değildir çünkü herhangi bir
malzemenin sürekli olarak çıkarılmasını gerektirmez, sadece enerji
jeneratörlerini üretmek için tek seferlik madencilik gerektirir ve burada
madencilik, Uranyum madenciliği ile aynı akciğer kanseri riskini taşımaz. Peki
örneğin kömür madenciliğinin yol açtığı akciğer hastalıklarıyla karşılaştırma
yapılırsa, durum nedir?.. Yayınlanan literatürde, sadece Çin ve Hindistan'da 20
milyondan fazla işçinin işyerinde kömür tozuna maruz kaldığı bildirilmektedir.
2019 yılında dünyada, kömür işçisi pnömokonyozu (siyah akciğer hastalığı) vaka
sayısı yüz binde 7153’tür ve en yüksek vaka sayısı Çin’de (4974/ yüz bin)
görülmüştür. Doğu Asya'daki vaka sayısı yüz binde 5224 olup, bu sayı küresel
vakaların yüzde 73,03'ünü oluşturmaktadır. Öte yandan kapitalist tekellerin
takla atan köpek robotları ve insan biçimli robotları yerine madencilikte
çalıştırılacak makineler ve robotların kullanılmasına çoktan geçilmesi
gerekirdi. Fakat teknolojik gelişmelerin kapitalist dünyada insan odaklı olmadığı
bilinmektedir. Komünist dünya toplumunda ağır ve tehlikeli işlerin makinelere
ve robotlara yaptırılacağı ise açıktır. Özetle Uranyum madenciliğinde mesleki
hastalık riski var diye, nükleer enerjiye karşı çıkmak akıl kârı değildir. Bu
ve diğer madencilik türlerindeki meslek hastalığı riski alınacak önlemlerle ve
teknolojinin insan yararına kullanımıyla önlenebilir durumdadır.
vi.
Nükleer santrallerde tüketilen yakıt çubukları radyoaktif atık oluşturur. Yakıt
çubuklarının çoğu, onları tüketen reaktörle aynı yerde depolanmaktadır. Bu
durum, birçok kapitalist ülkede, yüzyıllar boyunca bakımı ve finansmanı
yapılması gereken yüzlerce radyoaktif atık sahasının ortaya çıkmasına neden
olmuştur. Bu radyoaktif atıklardan su kaynaklarına, ekinlere, hayvanlara ve
insanlara zarar verebilecek radyoaktif sızıntı oluşması riski sanılanın aksine
yoktur.
Tipik
bir büyük reaktör (1 GWe) yılda yaklaşık 25-30 ton kullanılmış yakıt
üretmektedir. Dünya çapında reaktörlerden yaklaşık 400.000 ton kullanılmış
yakıt boşaltılmıştır ve bunların yaklaşık üçte biri yeniden işlenmiştir. 2016
yılı itibariyle dünya genelinde, çoğunluğu reaktör sahalarında olmak üzere,
geçici depolamada yaklaşık 260.000 ton kullanılmış nükleer yakıt olduğu tahmin
edilmektedir. Dünyadaki kullanılmış yakıtın yaklaşık yüzde 70'i depolama
havuzlarında, geri kalanı ise kuru kasa adı verilen beton ve çelik
konteynerlerde bulunmaktadır.
Finlandiya’nın
gösterdiği bir radyoaktif atık bertaraf etme yolu geleceğe ışık tutmaktadır.
Finlandiya’da, yeraltında 450 metre derinde bulunan Onkalo adındaki özel olarak
tasarlanmış depolarda, yüz binlerce yıl boyunca sağlanan jeolojik bertarafın
kullanılmış nükleer yakıtlara dönük en uygulanabilir yaklaşım olduğu yönünde
bilimsel fikir birliği bulunmaktadır. Nükleer atıkların etrafında üçlü bariyer
oluşturmak için, önce atıkların demir ve bakır katmanları olan kutulara konulması,
ardından kutuların bentonite (su emici bir kil) sarılması ve son olarak
yeraltındaki kayanın derinliklerindeki tünellere gömülmesi bu mühendislik
çözümünün kapsamında yer almaktadır. 2022'de İsveç’te de bir jeolojik bertaraf
tesisi inşasına başlanması kararı alınmıştır. Radyoaktif atıkların uzun vadeli
güvenli yönetimi için önerilen tek fikir bu değildir. Örneğin Norveç’te,
atıkların teneke kutular içinde, ince sondajlarla 3.500 m derine indirileceği
derin sondaj kuyusu bertarafı düşünülmektedir.
Nükleer enerjinin olumlu yanları ve bazı gerçekler
Nükleer enerjinin olumlu yanlarını özet olarak sıralamak istiyoruz:
- Nükleer enerji, dünya genelinde her yıl 400 milyon otomobilin üretimine eşdeğer olan 2 milyar ton CO2 salınımını engellemektedir.
- Nükleer enerji, elektrik talebindeki değişimlere uyum sağlayabilen kontrol edilebilir bir sisteme sahiptir. Böylece elektrik sağlaması istikrarlıdır ve süreklilik gösterir.
- Nükleer santrallerin işletilmesi sırasında nükleer enerji, elektrik enerjisi üretiminin en ucuz kaynaklarından biridir.
- Güneş ve rüzgâr enerjileri doğası gereği kesintili olduğundan ve ayrıca dünya nüfusunun mevcut ve gelecekteki enerji ihtiyacını tek başlarına karşılayamayacağından, hidroelektrik ve nükleer enerjiyle birlikte kullanılmalıdır. Üstelik kapitalist dünyada yaklaşık 1 milyar insanın elektrikten mahrum olduğu hesaba katıldığında, komünizmin bu insanlara elektrik götürme hedefinin karşılanması için de tüm CO2 salınımı az enerji türlerinin kullanımında belirgin artışın olması gerekmektedir.
- Nükleer santrallerde kullanılmış yakıtın yüzde 96'sının geri dönüştürülebilmesi mümkündür.
- 100 gram Uranyum, bir ton petrole eşdeğer enerji üretmektedir.
- Fosil yakıtların aksine nükleer enerji, atmosfere hiçbir kirletici parçacık, nitrojen dioksit, kükürt dioksit, nitrat veya fosfat yaymaz. Nükleer santrallerin soğutma kulelerinden yalnızca su buharı çıkar. Radyoaktif bir madde de bu kulelerden salınmaz.
Teknolojiye
mi karşı olunmalı yoksa onun kapitalist kullanım biçimine mi?
Marksistler 1960-1970’lerdeki hippilerin nükleer karşıtlığını benimsemeye
teşne olmadan, bilimsel analizler sonucu ulaşılan sağlam ilkelere göre gelecek
projeksiyonlarına ve bugünden dillendirilen enerji politikalarına sahip
olmalıdır.
“Bir
teknolojiyi değerlendirebilmek için, öncelikle içine doğduğu ve geliştiği
ekonomik ve politik bağlamın değerlendirilmesi gerekir.” Nükleer enerjinin
kapitalist dünyada kullanımı insanlığın ihtiyaçlarını karşılamaya dönük
değildir. İnsanların ihtiyaçlarının karşılanması bir yan sonuç olarak
gerçekleşmektedir. Diğer enerji türlerinin kullanımında olduğu gibi nükleer
enerjinin de kapitalist kullanımında esas düstur yeryüzünün kaynaklarını
sermayenin birikimi için maksimum düzeyde kullanmak ve kâr elde etmektir. Nükleer enerji söz konusu olduğunda buna nükleer silahlanma eklenir.
“Teknolojiye
sosyalist yaklaşımın özünü şu soru oluşturur: bu teknoloji insanları daha eşit
kılmaya mı, yoksa insanlar arasındaki eşitsizlikleri artırmaya mı hizmet
ediyor? Bir teknolojinin insanları daha eşit kılmaya hizmet edebilmesi için,
herkesin erişebilmesinin garanti altına alınması şarttır.” Günümüz kapitalist
dünya sisteminde nükleer enerji ve yenilenebilir enerjilerle üretilen elektriğe
ulaşımda eşitsizlikler bulunmaktadır. Üstelik bu teknolojiler sınıfsal
eşitsizliğin yeniden üretimine yarar şekilde iktisadi üretim süreçlerindeki
yerini almış bulunmaktadır. Fakat aynı zamanda bu teknolojiler komünist dünya
toplumu için potansiyel bir olanağın var olduğunu göstermekte, kapitalizmin
çözemeyeceği iklim krizi ve enerji yoksulluğu gibi konularda çözüm bulunması
için de yeni bir dünyaya geçişin zorunlu olduğunu müjdelemektedir.
Yapay
zekâ (YZ)’nin özellikle eğitim aşaması enerji yoğun bir süreçtir. Uluslararası
Enerji Ajansı (IEA), 2026 yılında veri merkezlerinin elektrik tüketiminin 2022
yılının iki katına çıkacağını öngörmektedir ki bu düzey 1.000 terawatt’tır,
yani kabaca Japonya'nın şu anki toplam elektrik tüketimine eşittir. YZ’nin
müşterilere ulaştırılmasının maliyeti de hesaba katıldığında, veri
merkezlerinin 2030 yılına kadar toplam küresel enerji talebinin yüzde 21'ini
oluşturabileceği düşünülmektedir. Halihazırda veri merkezlerinin genel küresel
enerji talebinin yüzde 1-2'sini oluşturduğu bilinmektedir.
YZ
kullanımı, yenilenemeyen elektrikten kaynaklanan karbon emisyonlarından ve
milyonlarca metreküp tatlı su tüketiminden doğrudan sorumludur ve ayrıca YZ’nin
çalıştığı enerji tüketen ekipmanların üretiminden ve bakımından kaynaklanan
dolaylı etkiler de mevcuttur. Teknoloji şirketleri özgeçmiş yazımından böbrek
nakline, köpek maması seçiminden iklim modellemesine kadar her şeye yüksek
yoğunluklu YZ’yi yerleştirmeye çalışırken, yapay zekanın insanlığın çevresel
ayak izini azaltmaya yardımcı olabileceği birçok yoldan da bahsetmektedir. YZ
iklim modellerini iyileştirebilir, dijital teknoloji üretmenin daha verimli
yollarını bulabilir, ulaşımdaki atıkları azaltabilir ve başka yollardan karbon
ve su kullanımını azaltabilir. Örneğin bir tahmine göre YZ tarafından işletilen
akıllı evler, hanelerin CO₂
tüketimini yüzde 40'a kadar azaltabilir. Yakın tarihli bir Google projesi,
atmosferik verileri hızlı bir şekilde işleyen bir yapay zekanın, havayolu
pilotlarını en az iz bırakacak uçuş yollarına yönlendirebileceğini ortaya koymuştur.
Ayrıca yazılım ve donanımlarının enerji kullanım verimliliğindeki gelişmeler
sayesinde YZ’nin karbon ayak izinin kısa süre içinde plato çizeceğini ve
ardından küçülmeye başlayacağını düşünenler bulunmaktadır. Öte yandan, bir
kaynağı daha az maliyetli hale getirmek bazen uzun vadede tüketimini artırır
(Jevons paradoksu). Örneğin YZ sayesinde ev ısıtması yüzde 40 daha verimli hale
gelirse, insanların evlerini günün daha uzun saatleri boyunca daha sıcak
tutabilmeleri de mümkündür.
2022
yılında Google'ın veri merkezlerinin soğutma için yaklaşık 20 milyar litre
tatlı su tükettiği belirtilmektedir. Google'ın veri merkezleri 2022 yılında
2021 yılına kıyasla yüzde 20 daha fazla su kullanmış, Microsoft'un su kullanımı
ise aynı dönemde yüzde 34 artmıştır. Nitekim Şili ve Uruguay'da, içme suyu
sağlayan rezervuarlardan faydalanacak olan Google veri merkezlerine karşı
protestolar yaşanmıştır.
“Teknolojik
gelişmelere, sermaye ile emek arasındaki ilişkiye etkileri üzerinden
bakılmalıdır. Teknoloji statükoyu pekiştirmeye mi, yoksa değiştirmeye mi hizmet
ediyor? Kapitalist düzende teknoloji, sermayenin getirisini artırırken, aynı
zamanda emeği güçsüzleştirmeyi amaçlar.” Yapay zekâ (YZ)’nin ve robotların üretim
süreçlerinde ve hayattaki kullanımı, biryandan sermaye birikimi, savaş
teknikleri ve emekçiler üzerindeki denetim için yeni imkanlar oluştururken,
diğer yandan bu teknolojiler çalışma saatlerinin belirgin azaltılmasının, insanların
günlük uğraşlarını çeşitlendirerek çok yönlü gelişmelerini olanaklı duruma
getirmelerinin, yüksek yaşam ve çalışma standartlarının eşit bir şekilde tüm
insanlığa sunulacağı komünist toplumun görüş menziline girdiğini kanıtlamaktadır.
Bu teknolojik gelişmelerin sermayenin hizmetinde kullanımından farklı ve ona
zıt olarak gelecekteki kullanımı, toplumsal refahın artmasını ve bütün insan
bireylerinin esenliğini sağlamaya uygun durumda bulunmaktadır. Öyleyse bugünkü
kapitalist kullanım biçimlerine karşı çıkılırken, bu teknolojik gelişmelerin
komünist toplumdaki kullanımının farklı olacağı bilinciyle teknolojideki
gelişmelerin sevinçle karşılanması ve gelecekte insanlık yararına
kullanılacaktır inancıyla benimsenmesi gerekmektedir.
Kapitalist
dünyada üzerinde toplumsal organizasyonların kontrolü bulunmayan ve kamu
yararına kullanılmayan teknolojiler devrededir. Kapitalist toplumda kamu yararı
daha önce belirttiğimiz gibi bir yan-üründür ve bu konu istismara açıktır. Oysa geleceğin toplumunda
teknolojilerin kullanımı kamu yararına olacak, teknolojik gelişmelere ilişkin
politikalar belirlenirken toplumsal organizasyonların söz ve karar alma
yeterlilikleri bulunacaktır. Bilim insanları bu politikalar belirlenirken
ilkelerin saptanmasında ve doğrultu belirlemede toplumu yönlendireceklerdir.
Bu
noktada bilimsel-teknolojik ilerlemelere dair sosyalist tavrın nasıl olması
gerektiğini başka bir örnekle daha somutlamak yararlı olacaktır. Bu sefer örneğimiz
GDO’lar. Genetiği değiştirilmiş tohumların,
tekeller tarafından kendi adlarına patentlenmesi kabul edilemez.
Canlıların/doğanın patentlenmesine, aklı başında olan hiç kimse onay veremez.
Fakat kapitalizmin karakteristik özelliği, budur; canlılar ve doğa üzerinde bile
özel mülkiyet hakkının olduğu iddia edilmektedir. İnsanlığın ortak mirası olan
tarımsal faaliyetlerin, kapitalist tekellerin egemenliğine girmesi
sorgulanmalıdır. Ancak bu yapılırken, GDO’ların kendileriyle ya da
biyoteknolojiyle herhangi bir derdimiz olmamalıdır. GDO’lar insanların
sağlığına zararlı değildir. Bu nedenle geleceğin dünyasında tüm insanlar
yararına, besin bolluğu elde etmek için GDO’ları kullanmaktan imtina
edilmemelidir.
Bir ihtimal
daha var mı: karbon yakalama, kullanma ve depolama (KYKD) ile karbon giderme
(KG)
Günümüzde küresel
emisyonların yaklaşık yüzde 0,1'i (yaklaşık 45 milyon metrik ton CO2) yakalanmaktadır. Bu teknoloji, CO2’yi enerji santralleri veya endüstriyel tesislerden çıkan
diğer gazlardan ayırmakta, emisyon kaynaklarından çıkan CO2'yi azaltmaktadır. Böylece CO2 atmosfere karışmadan önce yakalanmış olmaktadır.
Karbon giderme
(KG) ise, atmosferde halihazırda bulunan CO2'yi uzaklaştırır. Karbon giderme, ağaç restorasyonu
gibi bilinen yöntemlerden, doğrudan hava yakalama (DHY) ve karbon
mineralizasyonu gibi daha yeni teknolojik yaklaşımlara kadar bir dizi yaklaşımı
içerir. KYKD ile KG CO2'nin nerede toplandığı konusunda farklılık gösterse de
hem KYKD hem de bazı KG türleri, yakalanan CO2'nin bir
yerde tutulmasını gerektirir.
Emisyon
kaynaklarından ya da havadan yakalanan CO2, yeraltında belirli jeolojik oluşumlara pompalanarak
kalıcı olarak tutulabilir ya da betondan kimyasallara ve sentetik yakıtlara
kadar çeşitli ürünlerde kullanılabilir. Eğer ürünlerde kullanılıyorsa, tutma
süresi ürüne bağlıdır: Örneğin, CO2 sentetik yakıt üretmek için kullanılırsa, yakıt
yandığında yeniden salınırken, betonda kullanılan CO2 kalıcı olarak tutulacaktır.
Karbon yakalama ve karbon giderme
KYKD’nin kullanılabileceği
ana iktisadi dallar enerji ve sanayidir. KYKD, fosil yakıtların üretiminde ve
kullanımında keskin bir düşüşle birlikte uygulanmalıdır. Dünya çapında yaklaşık
40 adet çalışan KYKD projesi varken, yaklaşık 25'i yapım aşamasında ve 300'den
fazlası da planlama aşamasında bulunmaktadır. Faal olan projeler yılda 42 ila
49 milyon metrik ton CO2 yakalamaktadır (Mt CO2/yıl).
Geliştirilmekte olan tüm projeler tamamlanmış olsaydı, toplam KYKD kapasitesi
yaklaşık 360 Mt CO2/yıl olacaktı ki bu da günümüz küresel sera gazı emisyonlarının
yaklaşık yüzde 0,7'sine denk gelmektedir.
Dünya
ölçeğinde tüm sektörlerdeki toplam sera gazı emisyonları yaklaşık 59 Gt CO2e'dir ve küresel ısınmayı 1,5 ⁰C ile
sınırlandırmak için 2030 yılına kadar kabaca yarıya indirilmesi gerekmektedir.
Oysa fosil yakıtlara uygulanan KYKD, CO2 emisyonlarını 2030 yılına kadar ortalama 1 Gt CO2 azaltacaktır. 2050 yılına gelindiğinde azaltma
katkısı medyan değer olarak 2 ila 3 Gt
CO2'dir. Bu, 2050 yılına kadar net
sıfıra ulaşmak için gereken azaltımın kabaca yüzde 6'sının KYKD'den gelebileceği
anlamına gelmektedir.
Her bir KYKD
sistemi, yüksek ön maliyetlere (genellikle 1 milyar dolardan fazla) sahip
olduğundan, kapitalist dünyada uygulanabilirliği zordur. Ayrıca günümüzün
karbon yakalama sistemleri emisyonların yüzde 100'ünü yakalayamamaktadır. Çoğu yüzde 90'ını yakalamak üzere tasarlanmıştır, ancak bildirilen yakalama oranları bazı
durumlarda daha düşüktür. Yakalama sistemine güç sağlamak için ek enerji de
gereklidir (uygulamaya bağlı olarak yüzde 13-44 daha fazla). Uygun jeolojik depolama
alanlarına erişim için CO2 nakliyesi de gerekebilmektedir. CO2'nin taşınması ve jeolojik olarak depolanması ise CO2 sızıntısı riskini barındırmaktadır.
KYKD
teknolojisi, emisyon yoğun tesislerin neden olduğu olumsuz sağlık ve çevresel etkilerin
devam ettirilmesi riskini de taşımaktadır. Son araştırmalar karbon yakalama
sistemlerinin zararlı kirleticileri azaltabileceğini (ancak ortadan
kaldıramayacağını) ve CO2 yakalamanın yanı sıra CO2 dışı
kirleticileri azaltmaya yardımcı olabileceğini göstermekteyse de bu durum fosil
yakıtların kullanımının azaltılarak yenilenebilir enerji kaynaklarından
yararlanımın hızla artırılmasının önüne geçmemelidir. KYKD, fosil yakıtların kullanımının
hızlıca azaltılması sürecinden kaçınmayı getirmemelidir.
Şimdi karbon
gidermenin (KG) bir yolu olan doğrudan hava yakalama (DHY)’ye bakabiliriz. CO2’nin havadaki düşük konsantrasyonu göz önüne alındığında, tek bir
metrik ton CO2'nin havadan uzaklaştırılması için yaklaşık 1,8 milyon
metreküp havanın işlenmesi gerekir ki bu da kabaca 720 olimpik yüzme havuzunun
hacmine eşittir. Örneğin, yılda 1 milyon ton CO2 yakalamak
için yakın zamanda önerilen bir tasarım, yaklaşık üç kat yüksekliğinde ve üç
mil uzunluğunda bir yapıya eşdeğer boyutta bir “hava kontaktörü” gerektirecektir.
DHY’nin gigaton ölçeğinde kullanılma olasılığının “oldukça belirsiz” olduğu
belirtilmektedir.
Havadaki
düşük CO2 konsantrasyonu ve CO2'yi yakalamak
için büyük miktarlarda havayı hareket ettirme ihtiyacı göz önüne alındığında,
ayrıca yakalanan CO2'in nakliye ve depolama için sıkıştırılmasına gidecek enerji
de hesaba katıldığında, uzaklaştırılan her bir ton CO2 için en az 1,2 megawatt-saat elektriğe eşdeğer bir
enerji gerekmektedir. Tamamen elektrikli DHY'nin büyük ölçekte kullanılması (örneğin
yılda 10 gigaton CO2'nin uzaklaştırılması) 12.000 terawatt-saat elektrik
gerektirecektir ki bu da bugünkü toplam küresel elektrik üretiminin yüzde
40'ından fazlasına tekabül etmektedir. DHY tesislerinin enerji ihtiyacının bazı
endüstriyel süreçler veya tesisler tarafından üretilen “atık ısıdan” elde
edebilmesinin gerçekleşmesi ise mümkün değildir. DHY teknolojisinin mevcut
gelişmişlik durumuyla iklim değişikliğinden Dünya’mızı ve insanlığı kurtaracak
bir kahramanlık beklenmemelidir.
Ormanların
restorasyonu ve ağaçlandırma
Ormanlar,
temiz suyun yanı sıra bitki ve hayvanlar için habitat oluşturmaya kadar bir
dizi fayda sağlar. Geçtiğimiz 8.000 yıl içinde insanların çoğunlukla tarıma yer
açmak için yarısını yok ettiği gezegenimizin ormanları karaların toplam yüzeyinin
yaklaşık yüzde 30'unu kaplamaktadır. Ormanların 2000 yılından bu yana her yıl
ortalama 2 milyar metrik ton karbonu atmosferden uzaklaştırdığı tahmin
edilmektedir. Amazon yağmur ormanlarındaki ağaçlar 48 milyar ton karbon tutmaktadır.
Orman ve arazilerin bozulması yaklaşık 2 milyar hektar alanı etkilemekte ve
yaklaşık 3,2 milyar insanın geçim kaynaklarını, refahını, gıda, su ve enerji
güvenliğini tehdit etmektedir. Her yıl 13 milyon hektar orman yok olmaktadır.
2030 yılına kadar 350 milyon hektarlık bir alanı yeniden tesis etme hedefine
ulaşması halinde, yılda 1,7 gigaton CO2’nin tutulmasının mümkün olduğu belirtilmektedir. Şimdiye
kadar taahhüt edilen restorasyon alanı 210,12 milyon hektardır.
Ormanlar,
karalar ile atmosfer arasındaki enerji alışverişi üzerindeki etkileri ve
fotosentez yoluyla büyük miktarlarda CO2 emilimi yaparak küresel yüzey sıcaklıkları üzerinde
önemli bir etkiye sahip olduklarından iklim değişikliğini hafifletebilirler. Yerel
iklim koşulları, ağaç türleri ve yaşları gibi faktörler ormanların karbon tutma
oranlarını etkilemektedir. Ormanların büyümesi ve tam karbon tutma
potansiyeline ulaşması zaman alır. Buna ek olarak, karbon tutma kapasiteleri
sınırlıdır ve yıllar geçtikçe azalan bir eğilim gösterir. Ayrıca, gıda üretimi
için gereken arazilere duyulan ihtiyaç, ağaçlandırma/yeniden ormanlaştırma
olanaklarını sınırlayabilmektedir. İklim
değişikliğine bağlı olarak değişen sıcaklık ve yağış modellerinin yanı sıra
aşırı hava olayları, orman yangınları, haşere salgınları ve hastalık yayılımı
orman ekosistemlerinde karbon depolanmasını tehlikeye atmaktadır.
Bozulmuş
ormanların restore edilmesi ve yeni ormanların oluşturulması için stratejilerin
geliştirilmesi gerekmektedir. Dünya çapında ormanların doğal yollarla
yenilenmesi, 2050 yılına kadarki sürede bitkilerde ve toprakta 70 milyar ton
karbonu tutabilir; bu miktar, mevcut endüstriyel emisyonların yaklaşık yedi
yılına eşittir. Doğal yenilenmenin özenli ağaçlandırma (örneğin Çin’de büyük
ölçekli ağaçlandırma projelerinin olumsuz sonuçları oldu) ve yeniden
ormanlaştırma ile birleştirilmesi iklim değişikliği ile mücadelede önemlidir.
Özet: Enerji ve iklim manifestosu
- Kapitalist dünyanın toplumsal ilişkileri, Sanayi Devrimi’nden buyana çok hızlı bir biçimde geliştirdiği üretici güçlerin daha fazla ilerlemesi için artık bir ayak bağı haline gelmiştir. Bu toplumsal ilişkiler kontrol edemediği toplumsal çelişkiler ve doğa üzerinde krizler yaratmıştır. Konumuz açısından bunlardan bazıları enerji yoksulluğu ile birlikte enerji kaynaklarının savurgan kullanımı (örneğin silah, sigorta, karayolu taşımacılığı, kripto para madenciliği, moda ve reklam sektörlerinin varlığı), iklim krizi ve diğer çevresel sorunlardır. Bu çelişki, kriz ve sorunların çözümü kapitalist dünyada olanaklı değildir. Fakat bunlar, yeni bir Dünyaya geçiş anlamına gelen komünist dünya toplumunun bugünden habercileridir.
- İklim krizine acil çözüm için ve gelecekte tükenecek fosil yakıtların yerine artan dünya nüfusuna ve gelişen teknolojiye yetecek enerjiyi karşılamada yenilenebilir enerji ile birlikte nükleer enerjinin yaygın ve artan oranlarda kullanımı gereklidir.
- Fransızcadaki “la décroissance” ya da İtalyancadaki “la decrescita” sözcükleri, bir sel felaketinden sonra nehrin normal akışına dönmesini ifade etmektedir. İşte burada olduğu gibi, “degrowth” (küçülme) kavramı da tarihsel akışta kapitalizm adındaki taşkınlıktan sonra normal bir debiye kavuşmayı anlatmaktadır. Komünizmde büyüme-karşıtı (anti-growth) ya da küçülme (degrowth) yanlısı bir üretim sistemi yerine, öncelikle kapitalizmin mirası olan toplumun gereksiz ve aşırı üretim-tüketim uzanımları olmayacak, merkezi planlamayla kaynakların ve enerjinin kullanımında büyük tasarruflar sağlanacaktır.
- Komünist toplumda üretim süreçlerinde elektrifikasyon maksimum sınırlarına kadar çıkarılacak, günlük yaşamda ve üretimde robotlar ile YZ’nin kullanımının yaygınlaşmasıyla oluşacak enerji gereksinimi nükleer ve yenilenebilir/sürdürülebilir enerjilerden sağlanacaktır.
- Günümüzde kapitalist dünyada karbon yakalama ve karbon gidermenin iklim krizini çözmedeki rolü belirgin değildir. Karbon yakalamanın fosil yakıtların kullanımındaki azalmayla birlikte yaygınlaştırılması gerekmektedir.
- Ağaçlandırma ve yeniden ormanlaştırma projelerinin dünya ölçeğinde planlanması ve uygulanmasında vakit yitirilmemelidir.
- Gelecekte ve bugün, artan nüfusla birlikte iktisadi büyüme gerçekleştirilirken, bunun insanlığın gelişimi ve doğayla uyum açısından bir sorun oluşturmaması öncelikli olmalıdır.
- Komünist dünya toplumunda diğer konularda olduğu gibi enerji üretimi ve kullanımı konusunda da planlamalar yapılırken, toplumsal organizasyonların, dolayısıyla her bir üreticinin fikir beyan ederek karar alma süreçlerine katılımı olacak, bilim insanlarının durum analizleri ve gelecek projeksiyonlarıyla, saptanacak politikalara yön vermesi söz konusu olacaktır.
Not:
Bu makaledeki “enerji üretimi” kavramı, iktisadi üretimi anlatmakta olup,
doğanın bir yasası olarak enerjinin “üretilemeyeceği”, ancak enerjinin bir
türünün ve maddenin, (diğer) bir enerji türüne çevriminin yapıldığı açıktır.
Yararlanılan
kaynaklar:
1. https://dste.py.gov.in/PCCC/pdf/Webinars/Web3.2.pdf
2. https://www.linkedin.com/pulse/global-energy-consumption-2023-in-depth-analysis-eraj-ali-rm7ec
3. https://www.energyinst.org/statistical-review
5. https://www.virta.global/global-electric-vehicle-market
8. https://ourworldindata.org/co2-emissions-from-transport
11. https://www.sustainabilitybynumbers.com/p/nuclear-construction-time
12. https://www.oneearth.org/the-7-reasons-why-nuclear-energy-is-not-the-answer-to-solve-climate-change/
14. https://publications.ersnet.org/content/erj/58/5/2101669
16. Çanakkale Ekoloji Okulu Sonuç Metni
19. https://marksistarastirmalar.blogspot.com/2013/07/GDOlara-dair-Mahmut-Boyunegmez.html
20. https://world-nuclear.org/information-library/nuclear-fuel-cycle/uranium-resources/supply-of-uranium
21. https://www.scientificamerican.com/article/how-long-will-global-uranium-deposits-last/
22. https://climate.mit.edu/ask-mit/why-arent-we-looking-more-hydropower
23. https://www.cnbc.com/2022/06/02/why-hydropower-is-the-worlds-most-overlooked-renewable.html
24. https://degrowth.info/degrowth
25. https://artigercek.com/arti-yazi/ekososyalist-kuculme-uzerine-dokuz-tez-315983h
26. https://marksist.net/can-aytekin/burjuvazinin-enerji-ihtiyaci-ve-gercekler
27. https://www.wri.org/insights/carbon-capture-technology
28. https://news.mit.edu/2024/reality-check-tech-to-remove-carbon-dioxide-from-air-1120
29. https://openknowledge.fao.org/items/610806ac-a9e9-432a-99c0-9292a66d5157
30. https://www.bonnchallenge.org/
31. Psistaki K, Tsantopoulos G, Paschalidou AK. An Overview
of the Role of Forests in Climate Change Mitigation. Sustainability.
2024; 16(14):6089. https://doi.org/10.3390/su16146089
32. https://climate.mit.edu/explainers/forests-and-climate-change
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.