Mahmut
Boyuneğmez
Kapitalist üretim ilişkileri, üretim sürecinde iki temel sınıf olan kapitalistler ve proleterler arasındaki sınıfsal ilişkilerdir. Bu ilişkiler, kapitalist üretim biçiminde simetrik olarak içseldir. Proletarya ve kapitalist sınıf, birbirini karşılıklı olarak üretir. Aynı zamanda bu ilişkiler, uzlaşmaz zıt kutuplar olan iki temel sınıf arasındaki karşıtların mücadelesini barındırır. Şu şekilde de yazılabilir: Üretim süreçlerindeki proletarya ile kapitalist sınıf arasındaki ilişki, kapitalist üretim ilişkilerinin başka bir anlatımıdır ve karşıtların birliği ile mücadelesini içerir.
Üretim ilişkileri, sömürü
ilişkileridir. Kapitalist üretim/sömürü ilişkileri, üretim sürecinde iki temel
sınıf arasındaki salt ekonomik bir ilişki değil, üretimin maddi koşulu olan
üretim araçlarının özel mülkiyeti nedeniyle proletarya ile kapitalist sınıf
arasında bir iktidar/egemenlik ilişkisidir de. Üretim ilişkileri içerisindeki
temel iki sınıf, birbirleri hakkında, ilişkileri hakkında, diğer toplumsal
fenomenler hakkında, ideolojilerini oluşturan düşünceleri, inançları,
duyguları, değerleriyle birlikte üretim sürecine katılır. Üretim/ekonomi, her
zaman ekonomik ilişkilerden fazlasını içerir. Kapitalist üretimdeki iki temel
sınıf arasındaki ilişkilerin yeniden üretimi, yani sürekliliği/kalıcılığı, bir
sınıflar arası toplumsal ilişki ve örgütlenme olan devlet, hukuksal
düzenlemeler ve egemen ideoloji tarafından sağlanır. Sömürü, bir defalık olan
bir olay değil, ancak yeniden üretildiğinde var olan sınıflar arası bir
ilişkidir. Üretim/sömürü ilişkilerinin yeniden üretimi için siyasal, ideolojik,
hukuksal ve devletsel formlara, mekanizmalara, düzenlemelere gereksinim vardır.
Dolayısıyla kapitalist üretim biçiminin hâkim olduğu bir toplumda, toplumsal
ilişkilerin diğer biçimlerinden izole olarak var olan ve işleyen salt ekonomik
pratiklerden oluşan bir iktisadi düzeyin varlığından bahsedilemez.
Üretim/ekonomi, her zaman diğer toplumsal pratiklerle ve ilişkilerle, devlet
gibi toplumsal örgütlenmelerle, ideolojilerle senkronik olarak birlikte var
olan bir toplumsal bütünlüğün içerisindedir.
Üretim ilişkileri, proletarya
ile kapitalist sınıf arasındaki ilişkilerin aslen iktisadi boyutunu oluşturur.
Bu iki temel sınıf arasındaki ilişkilerin siyasal, ideolojik, hukuksal,
devletsel, kültürel boyutları
varlığını, üretim/sömürü ilişkilerine borçludur. Bu sınıfların, aralarındaki
mücadelelerle siyasal ve ideolojik boyutlarda ilişkilenmeleri, üretim
ilişkilerinin yeniden üretimi ya da değişimi/dönüşümüne yol açar. Proletarya
ile kapitalist sınıf, bu sınıfların politik temsilcisi ve ideologlarının
arasında ve üstelik bir toplumsal örgütlenme olan devlet içerisinde
ilişkiler/mücadeleler vardır.
Kapitalist üretim
ilişkilerinin özü bu üretim tarzı varlığını devam ettirdiği müddetçe aynı kalsa
da, bu ilişkiler farklı sermaye birikim süreçlerinde farklı ve yeni formlara
bürünür. Yeni üretici güçlerin, farklı sermaye ve emek tiplerinin oluşumuyla, bunlar
arasındaki üretim ilişkilerinin çeşitliliği de artar.
Kapitalist toplumda proletarya
ile kapitalist sınıf, sınıflar arası ilişkiler/mücadeleler içerisinde her gün
yeniden ve yeniden oluşurlar.
“Sınıf bilinci”nin, erişilmesi
gereken bir “durum” olarak algılanması sorunludur. Marx’ın, “kendinde sınıf”,
“kendisi için sınıf” ayrımı geçerliliğini korumaktadır. Ancak kanımızca,
iktisadi sınıf konumlarıyla, ideolojik/siyasal bilinç oluşumu arasında bir
boşluk, eşzamansızlık bulunmamaktadır. İdeolojik, kültürel, siyasal süreçler,
iktisadi süreçlerle aynı anda ve iç içe yaşanır, etkileşirler. Proletarya ile
kapitalist sınıfın oluşumu, aralarındaki sınıfsal ilişkilerin gelişiminin
ürünüdür. Bu temel sınıfların aralarındaki mücadeleyle gelişen ve başından
itibaren gelişim sürecinde olan sınıf bilinçleri vardır. Sınıfların bilinci
aralarındaki ilişkilerle/mücadelelerle birlikte gelişim halindedir ve bu
ilişkilerin yeniden üretiminde ya da değişiminde işlevlidir. Örneğin Luddizm,
sendikalizm, proletaryanın sınıf bilincindeki gelişimin uğrakları olmuştur.
Komünist ideolojinin sınıfın geniş kesimleri tarafından benimsenmesiyse,
proleter sınıf bilincinin daha gelişmiş bir başka uğrağıdır. “Olağan”
dönemlerde, kapitalist üretim ilişkilerinin yeniden üretiminde, proletaryanın
“dünyaya” bakışında egemen olan ideolojilerin çeşitli değer ve düşüncelerinden
oluşan bir sınıf bilinci önemlidir. Buna başka bir adlandırmayla proletarya
üzerindeki ideolojik hegemonya denir.
Kapitalist sınıfın siyasal
temsilcileri, ideologları nasıl ki varsa, proletaryanın da tarih sahnesinde
belirmesinden bu yana ideologları ve politik temsilcileri olmuştur. Kapitalist
sınıf, proletarya üzerinde ideolojik-kültürel hegemonya oluşturduğundan, işçi
sınıfının aydınları buna karşı, siyasal mücadelenin şemsiyesi altında bir
ideolojik ve kültürel mücadele vermelidir. Bunun için de, yeni mekânlar ve
araçlar oluşturmak gerekir. Emekçiler üzerindeki ideolojik-kültürel
hegemonyanın kırılmasında, emekçilerin komünizan/realist ideolojik motifler
üretmesinde ve bunların sonucu olarak siyasal örgütlenmeye katılmasında, “ortak
deneyimler” önemli rol oynar.
“Kendinde sınıf” ile “kendisi
için sınıf” … İlki başlangıç ve ikincisi sondaki “uğraklar” olarak görülürse,
işçi sınıfının bilincinde, dolayısıyla karşıtı kapitalist sınıfla olan
ilişkilerinde, müzikten benzetme yaparsak bir tür “çıkıcı gam” bulunur ya da
resim alanından daha iyi bir benzetmeyle bir bilinçlilik “skalası” vardır.
Sınıf bilinci, kendinde sınıf ile kendisi için sınıf arasında “gradyan”lıdır ya
da bir “tayf” sergiler. Bu skalanın başında örgütlenmesi zayıf, mücadelesi
ilkel, bilinci geri olan bir sınıf çoğunluğu varken, sonrasında Luddist
hareketten, sendikal mücadelelere, oradan sınıf partisinin saflarında örgütlü
mücadeleye, devrim öncesi konseyler/Sovyetler türü örgütlenmelere, devrim
sonrası bir toplumsal kesim olarak sosyalist bilinçlilikle devlet yönetimine katılmaya
ve komünist toplumun organizasyonlarına varıncaya kadar geçilen birçok tonlama
yer alır. Elbette sınıf bilincinde, bir ülke içerisindeki somut mücadele
örneklerinde ve benzer koşullarda yer alan ülkeler içerisindeki bir ülkede, eşitsiz
gelişmeyle sıçramaların yaşanabildiğini unutmamak gerekir.
İşçi sınıfı günümüzde devrimci
ve ilerici tek sınıftır. Kapitalist sınıf, bütün bileşenleriyle gericidir.
İlericilik/gericilik, devrimcilik/karşı-devrimcilik tarihseldir ve sınıflara
özgüdür. Bu iki sınıf arasında yer alan ara katmanlar olan köylüler ile
küçük-burjuvazi, bir sınıf oluşturmaz, bunların çeşitli alt unsurları, işçi
sınıfının devrimci hareketlenmesine yedeklenebildikleri gibi, bunun karşısında
sermaye sınıfının safında da konumlanabilirler. İşçi sınıfının devrimciliği,
bir kapasitedir. Kapitalist toplumda içerisinde yer aldığı üretim ilişkilerinin
devrilmesi, bu sınıfın çıkarınadır. Bu nesnel konumlanış, onu devrimci yapar.
Fakat kapitalist devletin tipi, sınıfın örgütlülük düzeyi, düzene bağlanmayı
sağlayan hegemonya yapılarının durumu, bilinçliliği bulanıklaştıran/saptıran
faktörler, işçi sınıfının devrimci kapasitesinin oluşumunu engelleyici
özellikte olabilmektedir.
Tek tek işçiler dikkate
alındığında, politik görüşleri açısından işçilerin sağcı ya da solcu
olduklarından bahsedilir. İşçilerin, aralarında nüanslar da bulunan birçok sağ
ya da sol görüşe sahip olduğu açıktır. İşçinin sağcısı ya da solcusu olur. Bu
durum, bir sınıf olarak işçilerin devrimci kapasiteye sahip olmalarıyla mantıksal
olsun, gerçeklik düzleminde olsun çelişmez. Aralarında bulunup, onlara
sosyalist politikaları ve ideolojiyi ulaştırarak örgütleyecek parti, özellikle
işçilerin bilinçlerinde kaymaların ya da kırılmaların olduğu zaman
kesitlerinde, uygun organizasyonlarla ve uygun tarzla yaklaşarak, işçilerin
sosyalist harekete kazanılması için çalışır.
“Karşıtlık” ile “çelişki”
arasında fark olduğu ise bilinmelidir. İşçi sınıfı ile kapitalist sınıf
arasında uzlaşmaz karşıtlık ilişkisinden
bahsedilmelidir. Bu iki temel sınıf arasında her zaman ve her durumda
çelişkinin olduğu söylenemez. Devrimci durum, grev, kitle grevi, boykot gibi
özel uğraklarda, bu iki sınıf arasındaki karşıtlık ilişkisi çelişkiye evrilir. Çelişkiden
bahsedilebilmesi için, karşıt süreçler, eğilimler, sınıflar vd. arasındaki
karşıtlık ilişkisinde, aralarındaki dinamik dengeyi bozacak bir “kriz” sürecine
girilmiş olunması gerekir. Çelişkiler bu kriz sürecinde ya çözülerek ortadan
kalkar ya da eski dinamik dengedeki karşıtlık durumuna dönülerek giderilir.
Peki “küçük burjuvazi” ya da
“orta sınıf” kimlerden oluşur?.. Küçük toprak sahibi köylüler, tarım işçisi
çalıştırıyorsa, “küçük kapitalist”tir. Geçimini kendi emekleriyle ürettikleri
basit meta üretimiyle sağlıyorlarsa, bir ara katmandırlar, bir sınıf oluşturmazlar.
Kentlerdeki küçük zanaatkârlar da aynı şekilde işçi çalıştırmıyorsa, bir ara
katmanı oluşturur. Küçük dükkân sahipleri, işçi de çalıştırsa, salt kendileri
de çalışsa, çalıştırdığı işçilerin artık zamanına el koyduğundan ya da başka
yerde üretilmiş artık değerin gerçekleşmesini sağladığından ve bundan pay
aldığından, küçük kapitalistlerdir. Avukat, hekim, mühendis, müşavir, serbest
gazeteci vb. meslek sahipleri, örneğin bir sekreter çalıştırıp onun artık emek
zamanına el koyuyor da olsa, tek başına kendi emek gücünü harcıyor ve bir artık
emek zamanı üretiyor da olsa, ara katmanlara aittirler. Burada serbest meslek
sahibi ile sekreteri arasındaki ilişkide bir sömürü söz konusuysa da, bu sömürü
üzerinden sermaye birikimi amaçlanmaz. Yani, üretilen metanın ya da hizmetin
değerinin küçük bir miktarı sekreterin emeğinden oluştuğundan ve amaç
sekreterin artık emek zamanına el koyma yoluyla sermaye artırmak olmadığından,
aralarında kapitalist-proleter ilişkisi bulunmaz.
Üretim araçlarının sahibi
olup, emek-gücünü kendi tasarrufunda kullanan avukatlar, hekimler vb. meslek
sahipleri; terzi, kunduracı, berber gibi bazı “esnaflar”, ağırlıkla
proleterleşme eğilimine sahip olan, işçi sınıfı ile kapitalist sınıf arasındaki
ara katmanlara dâhildir. Ara katman mesleklerine sahip kişilerin, giderek daha
büyük bir kesimi ücretli emekçi/işçi olarak çalışmakta, daha az sayıdaki bir
kesimi ise patron olarak ayrışmaktadır. Ancak, sömürü amaçlı (az ya da çok
sayıda) işçi çalıştıran imalatçı “esnaflar”, ırgat/mevsimlik işçi çalıştıran
toprak sahibi köylüler, sanayide üretilen artık-değerden ufak da olsa bir pay
alan mağaza ve dükkân sahipleri yani küçük tüccarlar, beyaz eşya, elektronik
eşya ve cep telefonu bayileri, kelimenin tam anlamıyla küçük-kapitalisttirler.
Başka örnekler verelim… Avukatlık bürosunda ücret alarak çalışan bir
avukat, özel hastanede ya da devlette ücretli çalışan bir hekim, berber
“ustasının”/patronun dükkânında çalışan zanaat sahibi, birer işçidir. Bu
işyerlerinin patronu mesleğini, meslektaşı işçilerle birlikte icra ediyor olsa
bile, sömürgen bir küçük kapitalisttir. Kendi bürosunda çalışan bir avukat,
başka avukatları çalıştıran patron konumunda değilse, bir ara katman üyesidir.
Eczane zincirinde ücretli olarak çalışan değil de, kendi dükkânının sahibi
eczacılar, işçi çalıştırmasalar bile, ilaç sektöründe üretilen
artık-değerin bir bölümüne el koyduklarından küçük-kapitalisttir.
Bütün köylüleri, bütün
zanaatkârları ve bağımsız/kendi hesabına çalışan profesyonelleri (hekim,
avukat, veteriner, eczacı, muhasebeci, danışman, mimar, mühendis, mali müşavir,
grafikçi, bilgisayarcı, destinatör vb.), “küçük burjuvazi” kapsamında değerlendirmek
yanlıştır. Köylü aileler arasında, kendi geçimini sağlayan küçük toprak sahibi
olanlar ile küçük-kapitalist köylüler ayırt edilebilir. Günümüzde
zanaatkârların bir bölümü ara katmanlar arasındayken, bir bölümü
küçük-kapitalisttir. Ara katmanlara dâhil olan profesyoneller ağırlıkla
işçileşmekte, az bir orandaysa küçük-kapitalistler olmaktadır. Bağımsız
profesyoneller, adına “orta sınıf” denilen bir sınıfın bileşenini
oluşturmazlar, olsa olsa proletarya ile kapitalist sınıflar arasındaki bir ara
tabaka olarak değerlendirilebilirler.
Düşünsel düzlemde, eklektik
bir biçimde birbirinden farklı (heterojen) ara katmanları bir araya getirip,
bir “orta sınıf” oluşturmak yanlıştır. Başka bir deyişle küçük
burjuvazi, “üretim araçlarının sahibi” olmakla, “kendi emeğini
sömürmekle”, “ne kapitalist ne de proleter
olmakla”, “hibrit” olmakla tanımlanacak bir “sınıf”
değildir. Toplumsal gerçeklikte bu insanları sınıf yapan bir ölçüt
bulunmamaktadır. Eş deyişle küçük burjuvazi adlandırmasıyla anlatılan toplumsal
kesimleri bir sınıf olarak görmemizi sağlayan reel bir ölçüt yoktur. Bu
yüzden bu toplumsal kesimlere ara katmanlar denmesi uygundur. “Küçük burjuvazi”
kavramı, bu ara katmanlar hakkında teorik ve pratik olarak işe yarar bir
anlayışa yol açmamaktadır.
Bitirirken Türkiye’deki sınıf
kompozisyonuna değinelim. 2023 Haziran ayında (yanlış bir adlandırmayla
“işgücüne dâhil olanlar” anlamında) “aktif” nüfusun sınıfsal dağılımında
patronlar %4,2, işçi sınıfı %73,8 oranına sahiptir. Ara katmanlar ise Türkiye “aktif”
nüfusunun 1/5’ini oluşturmaktadır.
Demek ki Türkiye'de artık köylülüğün nüfus içerisindeki oranı iyiden iyiye azalmış olup, ara katmanlara dâhil olan küçük ve sömürgen olmayan esnafın oransal büyüklüğü de fazla değildir. Tek devrimci sınıf olan işçi sınıfı ile kapitalist sınıf arasındaki mücadelenin seyri, toplumumuzun geleceğini şekillendirmede nihai koşullayıcıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.