Anastasia Spartak
Çeviri:
Doğan Ağrı
MAR
notu: Bu siyasi tarih makalesi, "Neues Deutschland" (Yeni Almanya)
adlı, sosyalist Doğu Almanya devleti "Alman Demokratik Cumhuriyeti"
zamanında yayın hayatına başlayan, ama bu devlet ortadan kaldırıldıktan sonra,
günümüz Almanya'sında da halâ yayın hayatına devam eden, sosyalist günlük
gazetenin 25 Nisan 2025 günkü sayısında yayımlanmıştır.
Massachusetts/ABD, 1850'ler, kadın dokuma işçilerinin renklendirilmiş bir illüstrasyonu.
ABD'nin
Lowell şehrindeki kadın tekstil işçileri, üstelik Karl Marx'tan önce, (modern
kapitalist toplumun -çn) "ücretli emek" ilkesini kavramış ve ABD
tarihinin ilk işçi grevini örgütlemişlerdi.
SÖMÜRÜNÜN
ARKAİK DEVAMLILIĞI
"Lowell
Kızları"
Günümüzde
"köleliğe”, insanlığın kesinlikle arkasında bıraktığı utanç verici geçmiş
günahlarından birisi olarak bakılıyor. Oysa (insanın bir eşya, bir mülk
edinilmiş hali olarak -çn) "kölelik", değişmiş bir biçim altında,
günümüzde de varlığını sürdürmektedir. Zira bugünün modern uygarlığı da bu
sefer "işgücü" olarak eşyalaştırılan insanın sömürüsüyle işliyor.
Daha 150 yıl öncesine kadar, cinsel şiddet uygulamak ve öldürmek dahil, bizzat
insanı özel mülk edinmek ve ona, gerçekten öyle bir şeymiş gibi davranmak,
dünyanın en büyük ekonomisine sahip ve en gelişmiş demokratik siyasal
sistemlerden biri olarak kabul edilen Amerika Birleşik Devletleri'nde tamamen
yasaldı.
Kendi
tarihinin çok büyük bir bölümünde Amerika Birleşik Devletleri, insanların köle
olarak kullanıldığı bir tarım ekonomisine sahipti. Kölelik, ülkenin milli
hasılasında önemli bir paya sahip olmakla kalmamış, aynı zamanda ABD'nin,
sömürge bir ülke olmaktan, küresel çapta hegemonyaya sahip bir güce
dönüşmesinde de başat bir rol oynamıştır. Bu son derece kârlı
"köleci" iş modeli, ancak 1861'de başlayan iç savaşla, şiddet
kullanılarak sona erdirilebildi. 19. yüzyılın ikinci yarısında yaşanan bu
"Amerikan İç savaşı", özünde, emeğin iki farklı sömürü modeli
arasındaki bir çatışma olarak görülebilir: Sanayileşmiş Kuzey'deki
"ücretli emek" ile tarımın ağırlıklı olduğu Güney'deki "köle
emeği" arasındaki bir savaş.
Yıllarca
süren Amerikan İç Savaşı’nın sonunda Kuzey'in zaferi, Güney'in Konfederasyon
bayrağının yerine, bugün herkesçe bilinen yıldızlı ve kırmızı-beyaz şeritli
bayrağı, kölelere vurulan demir zincirlerin yerine ise, aylık maaşları geçirdi.
Buna rağmen, her iki sömürü modelinin, kesin olarak birbirinden tamamen farklı
oldukları söylenemez aslında. Örneğin, artık hem topraktan hem zincirlerden
çifte azade ücretli işçilerin çalıştığı fabrikalar, daha önce kölelere karşı
plantasyonlarda başvurulan iş yönetim metotları ve çalışma uygulamalarını
devralmış ve bunların kullanımına, 20. yüzyılın modern ofislerinde ve üretim
tesislerinde uzun yıllar devam edilmiştir.
"Ücretli
kölelik" terimi, Kuzey ve Güney'deki sömürü koşullarının benzerliğine
(ücretli emek ve kölelik) anıştırma yapmak için, ilk kez 1846 yılında ABD'de
kullanılmıştır. Sanılacağının aksine, bu terim, Karl Marx tarafından değil,
Massachusetts eyaletinin Lowell adlı küçük bir kasabasındaki işçi eylemleri
sırasında, okur yazarsız genç kadın işçiler tarafından ortaya atılmıştır. Bu
gencecik kadınlar ve kızlar, toplumdaki sınıfsal konumlarının bilincine varmış,
ABD tarihindeki ilk işçi grevlerinden bazılarını örgütlemiş ve üstelik, bu
eylemlerinde başarılı da olmuşlardı. O halde gelin, “Lowell Kızları”nın
hikayesine daha yakından bakalım.
Tekstil
endüstrisinin merkezi olarak, Massachusetts eyaletinden akan Merrimack nehri
kenarında 1820'li yıllarda kurulan Lowell şehri, adını fabrika sahibi Francis
Cabot Lowell'dan almıştır. 1840 yılına gelindiğinde, burada 8.000'den fazla
işçi çalışıyordu. Bu işçilerin çoğu, 15 ila 34 yaş arasındaki kadınlardan
oluşuyordu ve bunların da çoğu, daha 10 yaşındayken işe koşulmuşlardı. Kadın
işçiler, haftalık üç ila dört dolar ücret karşılığında, günde 14 saate kadar
çalışıyor, haftalık yatak fiyatı 0,75 ila 1,25 dolar arasında değişen fabrika
yatakhanelerinde kalıyorlardı. Ücretli bir işte çalışmalarıyla kadın işçiler,
mali olarak ailelerine bağımlı olmaktan çıkmaya başlamışlarsa da erkek
işçilerin aldığı ücretin en fazla yarısını alabiliyorlardı.
Lowell'da
toplumsal hayat, tekstil şirketinin (fabrika dışında da -çn) koyduğu çok sıkı
kurallarla düzenlenmişti. Günün belirli bir saatinden sonra sokağa çıkma
yasağı, kiliseye gitme zorunluluğu ve başka katı ahlaki kurallar, kentteki tüm
yaşama egemendi. Erkekler, Lowell'da yaşayan kadınlar ve kızlarla, sadece iş
gözetmeni ve işçi amiri olarak muhatap olup konuşabilirlerdi. Fabrikadaki işler
ise, çok yorucu ve tehlikeliydi. Makineler azametli bir gürültüyle çalışıyor,
içerdeki hava boğucu ve durmadan uçuşan pamuk lifleri, ölümcül akciğer
hastalıklarına yol açıyordu. Yine de kadın işçiler, makinalar arasındaki
işlerinin monotonluğuna ve derin yoksulluklarına rağmen, mesleki eğitim
kurslarına katılıyor, kütüphanelerden yararlanıyor, bazan tiyatroya bile
gidiyorlardı. Şiir yazıyor, müzik yapıyor ve hatta, fabrika işçiliği ve
kadınların toplumdaki yeri üzerine düşüncelerini yazıp paylaştıkları, “Lowell
Offering” (Lowell'ın Takdimi -çn) adlı, aylık bir dergi yayınlıyorlardı.
Lowell
şirketi 1834 yılında ücretlerde %15'lik bir kesinti yapacağını açıkladığında,
buna karşı öfkeye kapılan kadın işçiler, çalışmaya devam etmeyi reddettiler.
"Grev" kavramı o sıralar henüz bilinmediği için, işçiler yaptıkları
eyleme, "Turn out" ("Dışarıya!", "Buraya Kadar!",
"Paydos!" -çn) adını verdiler. ABD tarihinde, adını henüz bulmamış bu
ilk fiili iş bırakma eylemi başarısızlıkla sonuçlansa da iki yıl sonra kentte
kiralara yapılan genel bir zam, bu sefer Lowell şehrinin tüm halkı tarafından
desteklenen güçlü bir protestoya yol açtı. O zaman on bir yaşında olan
Amerikalı tanınmış kadın yazar Harriet Hanson Robinson, "New England'ın
Erken Fabrika Döneminde Emek" adlı kitabında, kadınların politik sahneye
çıkışı açısından önemli bir olay olarak tanımladığı bu protesto eylemini, şöyle
anlatır: "Bir kız çocuğu, bir anda, fabrikaya ait su pompasının tepesine
çıktı ve kesin bir dille, iş arkadaşlarının duygu ve düşüncelerini anlatan bir
konuşma yaptı. Ücret kesintilerinin her türlü biçimine karşı direnmenin
kaçınılmaz bir görev olduğunu söylüyordu. Bu konuşma, Lowell'da, ilk kez bir
kadının, halkın karşısına çıkıp halka açık ilk konuşmasıydı ve olayları
izleyenler arasında hem şaşkınlık hem de dehşet duygusu uyandırmıştı."
Fabrikanın
erkek amirleri, bir kadının bu konuşması karşısında tamamen hayrete düşmüş,
eylemi, "kadınlığa ihanet" olarak nitelemişlerdi. Bunun yanında,
eyleme 1.500'den fazla işçinin katılması, üretimde sert düşüşlere yol açmış,
sonunda fabrika yönetimi, kira zammını geri çekmek zorunda kalmıştı. Grev ile
gelen bu başarı, "Lowell Kızları"nı, 1845 yılında, Amerikan
tarihindeki ilk kadın sendikasını kurmaya teşvik etti: "Lowell Female
Labor Reform Association" (Lowell Kadın İşçileri Reform Derneği -çn). Bir
süre sonra dernek, Massachusetts Yüksek Eyalet Mahkemesi'ne, 10 saatlik iş günü
talebiyle bir başvuruda bulundu. Başvuruya, (yasa koyucu bir merci olmadığını
gerekçe göstererek mahkemenin onu gönderdiği -çn) Eyalet Meclisi'nin ise,
kendisinin (federal çapta bir organ olmadığı için -çn) yetkisiz olduğuna karar
vermesine rağmen, iş saatlerinin uzunluğu konusu, (artık sadece fabrika
düzleminde değil -çn), şimdi ilk kez devlet düzleminde ele alınmış oluyordu.
İşçi
Hareketinin Öncü Kadınları
1845
yılında, Lowell Kadın İşçileri Reform Derneği, "Voice of Industry"
(Endüstri (İşçilerinin- çn) Sesi) isminde, kendi dergisini yayınlamaya başladı.
İçinde yaşadıkları sanayi çağında ABD'li kadın ve erkek işçilerin sorunlarının
tek tek belgelenmeye çalışıldığı bu dergide, daha çok, özellikle sanayi
devriminin ilk elden yol açtığı ucuz işgücü ve korkunç sefalet ele alınıyordu.
Çok geçmeden, ilk kez bu dergi, iş sözleşmelerinde "fiyat" kavramının
yerine, şimdiye kadar sadece tekil gündelik işçiler için kullanılan
"ücret" kavramının kullanılmasını dile getirdi. Zira, sanayi
devriminden beri artık tüm çalışanlar (veya üreticiler -çn), bir
"fiyat" karşılığında emeklerinin ürününü değil, emek gücüne
indirgenmiş haliyle bizzat kendilerini "ücret" karşılığında
satıyorlardı.
Pek
çok işçiye, özellikle de kadın işçilere göre, ("kölelik" kadar -çn),
sanayi ile gelen emeğin bu "ücretli" bağımlılık türü de Amerika
Birleşik Devletleri'nin kurulurken vaaz ettiği "özgürlük ve eşitlik"
idealleriyle kökten çelişiyordu. Bu yüzden, Endüstrinin Sesi dergisine
yazdıkları makalelerinde, patronlarına müteşekkir olmak zorunda olmadıklarını,
tam tersine, kendilerini, sadece fabrika amirleriyle değil, aynı zamanda
fabrika sahipleriyle de eşit gördüklerini açıkça dile getiriyorlardı. Böylece,
“Lowell Kızları”, ücret bağıyla kapitalistlere olan mutlak bağımlılıklarını
idrak eden tarihteki ilk işçiler arasına katılmış oluyorlardı: Ücretli işçiler,
hukuki olarak patronlarıyla eşit ve özgür olsalar da onların ödeyeceği
ücretlere, en az bir "köle" kadar bağımlıydılar. Bu farkındalıkla Lowell
kadın işçileri, genel olarak işçi sınıfının bilincinde olduğu kadar, kadın
hakları ve "Suffragett'ler"in (19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında
İngiltere'de, esas olarak, kadınların seçme ve seçilme hakkı için mücadele eden
kadın örgütleri -çn) kadın hakları mücadelesinde de belirleyici bir etki
yaratmışlardır.
Bununla
birlikte, 19. yüzyılın dünya ekonomisinde halâ başat branş olmayı sürdüren
tekstil endüstrisinde baskın emek gücünün cinsi timsali olarak "Lowell
Kızları"nın geleceği, sanayi devriminden beri katlanarak hızlanan emek ve
üretim araçlarının genel gelişimiyle yakından ilişkiliydi. Zira, tıpkı günümüz
işçilerinin, her yere yapay zekanın girişi nedeniyle karşı karşıya oldukları
değişim gibi (şimdi bunu ayrıntılarıyla ele almak, bizi başka konulara
götürür), o günün işçileri de, kısa bir süre sonra, bugünkü bilgisayarların çok
erken bir biçimi sayılabilecek "delikli kartlar" yoluyla (1886'da
Baltimor'da Herman Hollerith tarafından önce idari ve bürokratik bilgi
işlemleri için geliştirilmiş ve sonra, 1970'lere kadar pek çok branşta
kullanılmış, elektromekanik veri taşıyıcıları -çn) yönlendirilip kontrol
edilebilen yeni hareketli dokuma tezgahlarıyla çalışmaya başlayacaklardı.
Arkaik
Modernizm
(Tarihteki
geçmiş diğer toplum biçimlerinde olduğu gibi -çn) çağımızın kapitalist
toplumunda da aslında nüfusun çoğunluğunun, nüfusun çok az bir kesiminin
ayrıcalıkları için çalışıyor olduğu (bugün artık herkes tarafından açıkça
bilinse -çn) bile, "ücretli emek" sisteminin, "kölelik"
sisteminden daha ilerici, (işin ve üretimin -çn) bir şekilde "daha
iyi" bir örgütlenme yöntemi olduğu fikri, genel olarak herkesçe kabul
görmektedir. Ne de olsa, "ücretli emek" sistemi, ilk bakışta, hukuki
çerçevede eşit insanlar arasında dürüst ve samimi bir alışveriş gibi görünmekte
ve bu görünüş, gerçekmişçesine olduğu gibi alınmaktadır. Sonuçta, işçi, emek
gücünü kapitaliste satmış, kapitalist de buna karşılık ona, ücret biçiminde bir
eşdeğer ödemiştir.
Oysa,
gerçekte, işçi ile kapitalist hiçbir şekilde eşit değildir. Taraflardan biri,
kendi emek gücünden başka bir şeye sahip değilken, diğeri, üretim araçlarına ve
hatta, (işsizlikle kıvranmakta olan -çn) potansiyel bir yedek işçi ordusuna
bile sahiptir. Bu durum, (kapitalistin açlıkla kıvrandırdığı potansiyel
ordusundan çıkabilen şanslı -çn) bir işçinin, en fazla asgari ücret
karşılığında emek gücünü satmaya mecbur olmasından başka bir anlama gelmez.
Dolayısıyla ücretli kadın ve erkek işçinin biçimsel özgürlüğünün sınırı,
gerçekte en baştan bellidir. Onlar, en fazla, açlık ve yoksulluğun çeşitli
türleri arasında seçim yapabilirler. "Lowell Kızları" zamanında bir
"sosyal refah devleti" henüz var olmadığı için, bu, ya açlıktan ölmek
veya (en iyi ihtimalle -çn) patronlar arasında "özgürce" bir seçim
yapmak anlamına geliyordu.
Bu
haliyle ücretli emek sistemi, bağımlılık ilişkilerine, işçiler, adeta tercihan
girmişler izlenimini uyandırdığı için, patronların onlar üzerindeki iradesine
ve tasarrufuna "gönüllü" boyun eğmişler gibi görünür. Oysa, onları,
aç ve evsiz biri olmaktan ayıran tek şey, alacağı maaş çekidir. Maaşlar ise, ev
kirası, çocuklar, yiyecek, ısınma, giyim gibi temel yaşamsal ihtiyaçlar için
hayatın günlük idamesine yetecek kadardır. Kazandığını biriktirip tutmak, (hele
hele üretim araçları satın alıp -çn) mülk edinmek, pek mümkün olmadığından,
ücretli emek sisteminde, bir işçi, hayatı boyunca çalışmak zorunda kalır.
Emek
gücü, işçinin kendi bütünlüğünden ayrı düşünülemeyeceğine göre, kapitalist,
aslında sadece işçinin bir parçasını, yani iş kabiliyetini değil, bütün bir
insanı satın alır. Bu açıdan, çağdaş "ücretli emek" sistemi de
sömürüye dayanmaktadır, zira, binlerce yıl önce köleci sistemlerde olduğu gibi,
kendi ürettiği ürünler üzerindeki bütün tasarruf imkânı emekçinin elinden
alınmış ve aslında o, onu satın alanın özel mülkü haline getirilmiştir.
Böylece, (modern kapitalist toplumun veya üretimin işleyiş ilkesi -çn) çok
eskide kaldığı sanılan arkaik toplumların ilkesiyle aynı kaldığı sürece,
çalışan insanların sosyal yaşam şartları da arkaik kalmaya devam edecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.