Marksist Araştırmalar [MAR] | Komünizm tarihin çözülen bilmecesidir.

16 Mayıs 2025 Cuma

İşçi Hareketinin Tarihinden Bir Sayfa

Anastasia Spartak

Çeviri: Doğan Ağrı

MAR notu: Bu siyasi tarih makalesi, "Neues Deutschland" (Yeni Almanya) adlı, sosyalist Doğu Almanya devleti "Alman Demokratik Cumhuriyeti" zamanında yayın hayatına başlayan, ama bu devlet ortadan kaldırıldıktan sonra, günümüz Almanya'sında da halâ yayın hayatına devam eden, sosyalist günlük gazetenin 25 Nisan 2025 günkü sayısında yayımlanmıştır.

Massachusetts/ABD, 1850'ler, kadın dokuma işçilerinin renklendirilmiş bir illüstrasyonu.

ABD'nin Lowell şehrindeki kadın tekstil işçileri, üstelik Karl Marx'tan önce, (modern kapitalist toplumun -çn) "ücretli emek" ilkesini kavramış ve ABD tarihinin ilk işçi grevini örgütlemişlerdi.

SÖMÜRÜNÜN ARKAİK DEVAMLILIĞI

"Lowell Kızları"

Günümüzde "köleliğe”, insanlığın kesinlikle arkasında bıraktığı utanç verici geçmiş günahlarından birisi olarak bakılıyor. Oysa (insanın bir eşya, bir mülk edinilmiş hali olarak -çn) "kölelik", değişmiş bir biçim altında, günümüzde de varlığını sürdürmektedir. Zira bugünün modern uygarlığı da bu sefer "işgücü" olarak eşyalaştırılan insanın sömürüsüyle işliyor. Daha 150 yıl öncesine kadar, cinsel şiddet uygulamak ve öldürmek dahil, bizzat insanı özel mülk edinmek ve ona, gerçekten öyle bir şeymiş gibi davranmak, dünyanın en büyük ekonomisine sahip ve en gelişmiş demokratik siyasal sistemlerden biri olarak kabul edilen Amerika Birleşik Devletleri'nde tamamen yasaldı.

Kendi tarihinin çok büyük bir bölümünde Amerika Birleşik Devletleri, insanların köle olarak kullanıldığı bir tarım ekonomisine sahipti. Kölelik, ülkenin milli hasılasında önemli bir paya sahip olmakla kalmamış, aynı zamanda ABD'nin, sömürge bir ülke olmaktan, küresel çapta hegemonyaya sahip bir güce dönüşmesinde de başat bir rol oynamıştır. Bu son derece kârlı "köleci" iş modeli, ancak 1861'de başlayan iç savaşla, şiddet kullanılarak sona erdirilebildi. 19. yüzyılın ikinci yarısında yaşanan bu "Amerikan İç savaşı", özünde, emeğin iki farklı sömürü modeli arasındaki bir çatışma olarak görülebilir: Sanayileşmiş Kuzey'deki "ücretli emek" ile tarımın ağırlıklı olduğu Güney'deki "köle emeği" arasındaki bir savaş.

Yıllarca süren Amerikan İç Savaşı’nın sonunda Kuzey'in zaferi, Güney'in Konfederasyon bayrağının yerine, bugün herkesçe bilinen yıldızlı ve kırmızı-beyaz şeritli bayrağı, kölelere vurulan demir zincirlerin yerine ise, aylık maaşları geçirdi. Buna rağmen, her iki sömürü modelinin, kesin olarak birbirinden tamamen farklı oldukları söylenemez aslında. Örneğin, artık hem topraktan hem zincirlerden çifte azade ücretli işçilerin çalıştığı fabrikalar, daha önce kölelere karşı plantasyonlarda başvurulan iş yönetim metotları ve çalışma uygulamalarını devralmış ve bunların kullanımına, 20. yüzyılın modern ofislerinde ve üretim tesislerinde uzun yıllar devam edilmiştir.

"Ücretli kölelik" terimi, Kuzey ve Güney'deki sömürü koşullarının benzerliğine (ücretli emek ve kölelik) anıştırma yapmak için, ilk kez 1846 yılında ABD'de kullanılmıştır. Sanılacağının aksine, bu terim, Karl Marx tarafından değil, Massachusetts eyaletinin Lowell adlı küçük bir kasabasındaki işçi eylemleri sırasında, okur yazarsız genç kadın işçiler tarafından ortaya atılmıştır. Bu gencecik kadınlar ve kızlar, toplumdaki sınıfsal konumlarının bilincine varmış, ABD tarihindeki ilk işçi grevlerinden bazılarını örgütlemiş ve üstelik, bu eylemlerinde başarılı da olmuşlardı. O halde gelin, “Lowell Kızları”nın hikayesine daha yakından bakalım.

Tekstil endüstrisinin merkezi olarak, Massachusetts eyaletinden akan Merrimack nehri kenarında 1820'li yıllarda kurulan Lowell şehri, adını fabrika sahibi Francis Cabot Lowell'dan almıştır. 1840 yılına gelindiğinde, burada 8.000'den fazla işçi çalışıyordu. Bu işçilerin çoğu, 15 ila 34 yaş arasındaki kadınlardan oluşuyordu ve bunların da çoğu, daha 10 yaşındayken işe koşulmuşlardı. Kadın işçiler, haftalık üç ila dört dolar ücret karşılığında, günde 14 saate kadar çalışıyor, haftalık yatak fiyatı 0,75 ila 1,25 dolar arasında değişen fabrika yatakhanelerinde kalıyorlardı. Ücretli bir işte çalışmalarıyla kadın işçiler, mali olarak ailelerine bağımlı olmaktan çıkmaya başlamışlarsa da erkek işçilerin aldığı ücretin en fazla yarısını alabiliyorlardı.

Lowell'da toplumsal hayat, tekstil şirketinin (fabrika dışında da -çn) koyduğu çok sıkı kurallarla düzenlenmişti. Günün belirli bir saatinden sonra sokağa çıkma yasağı, kiliseye gitme zorunluluğu ve başka katı ahlaki kurallar, kentteki tüm yaşama egemendi. Erkekler, Lowell'da yaşayan kadınlar ve kızlarla, sadece iş gözetmeni ve işçi amiri olarak muhatap olup konuşabilirlerdi. Fabrikadaki işler ise, çok yorucu ve tehlikeliydi. Makineler azametli bir gürültüyle çalışıyor, içerdeki hava boğucu ve durmadan uçuşan pamuk lifleri, ölümcül akciğer hastalıklarına yol açıyordu. Yine de kadın işçiler, makinalar arasındaki işlerinin monotonluğuna ve derin yoksulluklarına rağmen, mesleki eğitim kurslarına katılıyor, kütüphanelerden yararlanıyor, bazan tiyatroya bile gidiyorlardı. Şiir yazıyor, müzik yapıyor ve hatta, fabrika işçiliği ve kadınların toplumdaki yeri üzerine düşüncelerini yazıp paylaştıkları, “Lowell Offering” (Lowell'ın Takdimi -çn) adlı, aylık bir dergi yayınlıyorlardı.

Lowell şirketi 1834 yılında ücretlerde %15'lik bir kesinti yapacağını açıkladığında, buna karşı öfkeye kapılan kadın işçiler, çalışmaya devam etmeyi reddettiler. "Grev" kavramı o sıralar henüz bilinmediği için, işçiler yaptıkları eyleme, "Turn out" ("Dışarıya!", "Buraya Kadar!", "Paydos!" -çn) adını verdiler. ABD tarihinde, adını henüz bulmamış bu ilk fiili iş bırakma eylemi başarısızlıkla sonuçlansa da iki yıl sonra kentte kiralara yapılan genel bir zam, bu sefer Lowell şehrinin tüm halkı tarafından desteklenen güçlü bir protestoya yol açtı. O zaman on bir yaşında olan Amerikalı tanınmış kadın yazar Harriet Hanson Robinson, "New England'ın Erken Fabrika Döneminde Emek" adlı kitabında, kadınların politik sahneye çıkışı açısından önemli bir olay olarak tanımladığı bu protesto eylemini, şöyle anlatır: "Bir kız çocuğu, bir anda, fabrikaya ait su pompasının tepesine çıktı ve kesin bir dille, iş arkadaşlarının duygu ve düşüncelerini anlatan bir konuşma yaptı. Ücret kesintilerinin her türlü biçimine karşı direnmenin kaçınılmaz bir görev olduğunu söylüyordu. Bu konuşma, Lowell'da, ilk kez bir kadının, halkın karşısına çıkıp halka açık ilk konuşmasıydı ve olayları izleyenler arasında hem şaşkınlık hem de dehşet duygusu uyandırmıştı."

Fabrikanın erkek amirleri, bir kadının bu konuşması karşısında tamamen hayrete düşmüş, eylemi, "kadınlığa ihanet" olarak nitelemişlerdi. Bunun yanında, eyleme 1.500'den fazla işçinin katılması, üretimde sert düşüşlere yol açmış, sonunda fabrika yönetimi, kira zammını geri çekmek zorunda kalmıştı. Grev ile gelen bu başarı, "Lowell Kızları"nı, 1845 yılında, Amerikan tarihindeki ilk kadın sendikasını kurmaya teşvik etti: "Lowell Female Labor Reform Association" (Lowell Kadın İşçileri Reform Derneği -çn). Bir süre sonra dernek, Massachusetts Yüksek Eyalet Mahkemesi'ne, 10 saatlik iş günü talebiyle bir başvuruda bulundu. Başvuruya, (yasa koyucu bir merci olmadığını gerekçe göstererek mahkemenin onu gönderdiği -çn) Eyalet Meclisi'nin ise, kendisinin (federal çapta bir organ olmadığı için -çn) yetkisiz olduğuna karar vermesine rağmen, iş saatlerinin uzunluğu konusu, (artık sadece fabrika düzleminde değil -çn), şimdi ilk kez devlet düzleminde ele alınmış oluyordu.

İşçi Hareketinin Öncü Kadınları

1845 yılında, Lowell Kadın İşçileri Reform Derneği, "Voice of Industry" (Endüstri (İşçilerinin- çn) Sesi) isminde, kendi dergisini yayınlamaya başladı. İçinde yaşadıkları sanayi çağında ABD'li kadın ve erkek işçilerin sorunlarının tek tek belgelenmeye çalışıldığı bu dergide, daha çok, özellikle sanayi devriminin ilk elden yol açtığı ucuz işgücü ve korkunç sefalet ele alınıyordu. Çok geçmeden, ilk kez bu dergi, iş sözleşmelerinde "fiyat" kavramının yerine, şimdiye kadar sadece tekil gündelik işçiler için kullanılan "ücret" kavramının kullanılmasını dile getirdi. Zira, sanayi devriminden beri artık tüm çalışanlar (veya üreticiler -çn), bir "fiyat" karşılığında emeklerinin ürününü değil, emek gücüne indirgenmiş haliyle bizzat kendilerini "ücret" karşılığında satıyorlardı.

Pek çok işçiye, özellikle de kadın işçilere göre, ("kölelik" kadar -çn), sanayi ile gelen emeğin bu "ücretli" bağımlılık türü de Amerika Birleşik Devletleri'nin kurulurken vaaz ettiği "özgürlük ve eşitlik" idealleriyle kökten çelişiyordu. Bu yüzden, Endüstrinin Sesi dergisine yazdıkları makalelerinde, patronlarına müteşekkir olmak zorunda olmadıklarını, tam tersine, kendilerini, sadece fabrika amirleriyle değil, aynı zamanda fabrika sahipleriyle de eşit gördüklerini açıkça dile getiriyorlardı. Böylece, “Lowell Kızları”, ücret bağıyla kapitalistlere olan mutlak bağımlılıklarını idrak eden tarihteki ilk işçiler arasına katılmış oluyorlardı: Ücretli işçiler, hukuki olarak patronlarıyla eşit ve özgür olsalar da onların ödeyeceği ücretlere, en az bir "köle" kadar bağımlıydılar. Bu farkındalıkla Lowell kadın işçileri, genel olarak işçi sınıfının bilincinde olduğu kadar, kadın hakları ve "Suffragett'ler"in (19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında İngiltere'de, esas olarak, kadınların seçme ve seçilme hakkı için mücadele eden kadın örgütleri -çn) kadın hakları mücadelesinde de belirleyici bir etki yaratmışlardır.

Bununla birlikte, 19. yüzyılın dünya ekonomisinde halâ başat branş olmayı sürdüren tekstil endüstrisinde baskın emek gücünün cinsi timsali olarak "Lowell Kızları"nın geleceği, sanayi devriminden beri katlanarak hızlanan emek ve üretim araçlarının genel gelişimiyle yakından ilişkiliydi. Zira, tıpkı günümüz işçilerinin, her yere yapay zekanın girişi nedeniyle karşı karşıya oldukları değişim gibi (şimdi bunu ayrıntılarıyla ele almak, bizi başka konulara götürür), o günün işçileri de, kısa bir süre sonra, bugünkü bilgisayarların çok erken bir biçimi sayılabilecek "delikli kartlar" yoluyla (1886'da Baltimor'da Herman Hollerith tarafından önce idari ve bürokratik bilgi işlemleri için geliştirilmiş ve sonra, 1970'lere kadar pek çok branşta kullanılmış, elektromekanik veri taşıyıcıları -çn) yönlendirilip kontrol edilebilen yeni hareketli dokuma tezgahlarıyla çalışmaya başlayacaklardı.

Arkaik Modernizm

(Tarihteki geçmiş diğer toplum biçimlerinde olduğu gibi -çn) çağımızın kapitalist toplumunda da aslında nüfusun çoğunluğunun, nüfusun çok az bir kesiminin ayrıcalıkları için çalışıyor olduğu (bugün artık herkes tarafından açıkça bilinse -çn) bile, "ücretli emek" sisteminin, "kölelik" sisteminden daha ilerici, (işin ve üretimin -çn) bir şekilde "daha iyi" bir örgütlenme yöntemi olduğu fikri, genel olarak herkesçe kabul görmektedir. Ne de olsa, "ücretli emek" sistemi, ilk bakışta, hukuki çerçevede eşit insanlar arasında dürüst ve samimi bir alışveriş gibi görünmekte ve bu görünüş, gerçekmişçesine olduğu gibi alınmaktadır. Sonuçta, işçi, emek gücünü kapitaliste satmış, kapitalist de buna karşılık ona, ücret biçiminde bir eşdeğer ödemiştir.

Oysa, gerçekte, işçi ile kapitalist hiçbir şekilde eşit değildir. Taraflardan biri, kendi emek gücünden başka bir şeye sahip değilken, diğeri, üretim araçlarına ve hatta, (işsizlikle kıvranmakta olan -çn) potansiyel bir yedek işçi ordusuna bile sahiptir. Bu durum, (kapitalistin açlıkla kıvrandırdığı potansiyel ordusundan çıkabilen şanslı -çn) bir işçinin, en fazla asgari ücret karşılığında emek gücünü satmaya mecbur olmasından başka bir anlama gelmez. Dolayısıyla ücretli kadın ve erkek işçinin biçimsel özgürlüğünün sınırı, gerçekte en baştan bellidir. Onlar, en fazla, açlık ve yoksulluğun çeşitli türleri arasında seçim yapabilirler. "Lowell Kızları" zamanında bir "sosyal refah devleti" henüz var olmadığı için, bu, ya açlıktan ölmek veya (en iyi ihtimalle -çn) patronlar arasında "özgürce" bir seçim yapmak anlamına geliyordu.

Bu haliyle ücretli emek sistemi, bağımlılık ilişkilerine, işçiler, adeta tercihan girmişler izlenimini uyandırdığı için, patronların onlar üzerindeki iradesine ve tasarrufuna "gönüllü" boyun eğmişler gibi görünür. Oysa, onları, aç ve evsiz biri olmaktan ayıran tek şey, alacağı maaş çekidir. Maaşlar ise, ev kirası, çocuklar, yiyecek, ısınma, giyim gibi temel yaşamsal ihtiyaçlar için hayatın günlük idamesine yetecek kadardır. Kazandığını biriktirip tutmak, (hele hele üretim araçları satın alıp -çn) mülk edinmek, pek mümkün olmadığından, ücretli emek sisteminde, bir işçi, hayatı boyunca çalışmak zorunda kalır.

Emek gücü, işçinin kendi bütünlüğünden ayrı düşünülemeyeceğine göre, kapitalist, aslında sadece işçinin bir parçasını, yani iş kabiliyetini değil, bütün bir insanı satın alır. Bu açıdan, çağdaş "ücretli emek" sistemi de sömürüye dayanmaktadır, zira, binlerce yıl önce köleci sistemlerde olduğu gibi, kendi ürettiği ürünler üzerindeki bütün tasarruf imkânı emekçinin elinden alınmış ve aslında o, onu satın alanın özel mülkü haline getirilmiştir. Böylece, (modern kapitalist toplumun veya üretimin işleyiş ilkesi -çn) çok eskide kaldığı sanılan arkaik toplumların ilkesiyle aynı kaldığı sürece, çalışan insanların sosyal yaşam şartları da arkaik kalmaya devam edecektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.

LİDER

Karl Marx - Kapital

Kısa Sovyet Film ve Belgeseller [Türkçe]