Mahmut Boyuneğmez
Giriş
İnsanlık
tarihinin başlangıcındaki avcı-toplayıcı topluluklar, tarihsel materyalizm
çerçevesinde genellikle “ilkel komünizm” ya da “ilkel komünal toplum” olarak adlandırılmıştır.
Ancak bu toplulukların temel niteliği, sınıfsal eşitsizliklerin bulunmaması
olduğundan, “ilk eşitlikçi topluluklar” terimi daha uygun bir tanımlama sunmaktadır.
Bu toplulukların maddi yaşam koşullarını, toplumsal organizasyonlarını,
mülkiyet ilişkilerini ve devlet olgusuyla ilişkilerini kısaca değerlendirmek,
komünizmle olan benzerlikleri ve farklarını incelemek istiyoruz.
İlk
Eşitlikçi Toplulukların Özellikleri
İlk
eşitlikçi topluluklar, insanlık tarihinin Paleolitik ve erken Neolitik
dönemlerinde ortaya çıkan avcı-toplayıcı topluluklardır. Bu topluluklar, oba ve
klanlardan oluşan kabile birimleri şeklinde örgütlenmiştir. “İlk” nitelemesi,
bu toplulukların insanlık tarihinin en erken dönemlerinde yer almasını ifade
ederken, “ilkel” terimi, üretici güçlerin ve toplumsal organizasyonların görece
basit ve gelişmemiş yapısına işaret eder. Ancak “toplum” terimi karmaşık
sosyal, ekonomik ve politik yapıları anlattığından, bu topluluklar için “toplum”
yerine “topluluk” terimini kullanmak daha uygundur.
Bu
toplulukların maddi yaşamı, avcılık, balıkçılık ve yiyecek toplayıcılığına
dayalıydı. Üretici güçlerin sınırlılığı, artık-ürün üretimini imkânsız kılmış
ve bu durum, sınıfsal eşitsizliklerin ortaya çıkmasını engellemiştir.
Antropolojik çalışmalar, bu toplulukların çoğunda kaynakların paylaşımının
eşitlikçi bir şekilde gerçekleştiğini gösterir. Örneğin, !Kung San
topluluklarında, avlanan etin paylaşımı sıkı sosyal normlarla düzenlenir ve
bireylerin birikim yapması engellenir [1]. Ancak, tüm topluluklar tam anlamıyla
eşitlikçi değildi; bazı topluluklarda, özellikle kaynak bolluğunun olduğu
bölgelerde, liderler veya yaşlılar gibi belirli bireylerin besin dağıtımı
üzerinde sınırlı bir kontrolü olabiliyordu [2]. Yine de genel bir soyutlama
olarak, bu topluluklar “eşitlikçi” olarak nitelendirilir, çünkü artık-ürün
olmadığından sınıflaşma mümkün değildi.
“Komünal”
Kavramındaki Sorun
“Komünal”
terimi, ilkel topluluklarda ortaklaşa avlanma ve yiyecek toplama pratiklerini
ifade eder. Ancak bu ortaklaşmacılık, geleceğin komünist toplumuyla yalnızca
özsel düzeyde benzerlik taşır. İlkel topluluklardaki ortaklaşmacılık,
bireylerin hayatta kalmak için birbirine bağımlı olmasından kaynaklanan bir
zorunluluktur. Örneğin, bir avcı-toplayıcı toplulukta, bireylerin avcılık veya
toplayıcılık faaliyetlerine katılmaması durumunda topluluğun hayatta kalma
şansı azalırdı. Bu nedenle, ortaklaşmacılık, özgür bir tercih değil, maddi
koşulların dayattığı bir zorunluluktu. Komünizmde ise iş birliği, bireylerin
özgür iradesine dayalıdır. Komünizmde üretici güçler ileri düzeyde gelişmiş olsa bile, bireylerin
birbirine toplumsal bağımlılığı devam eder (herkes birbiri için üretim yapar). Aralarındaki bu fark, “ilkel komünizm” kavramının
kullanımını sorunlu hale getirir; çünkü bu terim, ilkel toplulukların zorunlu
ortaklaşmacılığını, komünist toplumun özgür ve gönüllü iş birliğiyle karıştırma
riski taşır.
İlkel
Topluluklar ile Komünizm Arasındaki Farklar
Komünizm,
üretici güçlerin kapitalizm altında ulaştığı düzeyin ötesine geçen muazzam bir
gelişmişlik, zorunlu çalışmanın en aza inmesi, bireylerin çok yönlü
gelişimi ve gönüllü iş birliği ile tanımlanır. İlkel topluluklar ise bu
özelliklerden yoksundur. Komünizm ile ilk eşitlikçi topluluklar arasındaki farklar
şunlardır:
- Üretici
Güçler ve İş bölümü: İlkel topluluklarda üretici güçler son derece
sınırlıdır. Avcılık ve toplayıcılık, temel geçim kaynaklarıdır ve toplumsal iş
bölümü henüz gelişmemiştir. Örneğin, cinsiyete dayalı bir iş bölümü
gözlense de (erkekler avcılık, kadınlar toplayıcılık yapardı), bu iş
bölümü toplumsal sınıflara yol açmaz [3]. Komünizmde ise iş bölümü tamamen
aşılır. Marx ve Engels, Alman İdeolojisi’nde, komünist toplumda
bireylerin “sabah avcı, öğleden sonra balıkçı, akşam eleştirmen”
olabileceğini, yani çok yönlü faaliyetlerde bulunabileceğini belirtir [4].
Bu, ilkel topluluklardaki sınırlı üretici güçlerle mümkün olmayan bir
durumdur.
- Bağımlılık
ve İş birliği: İlkel topluluklarda bireyler, hayatta kalmak için birbirine
muhtaçtır. Örneğin, antropolojik çalışmalarda, çalışamayacak durumda olan
bireylerin (yaşlılar, engelliler) veya yetim çocukların ilkel
topluluklarda hayatta kalma şansının düşük olduğu belirtilir [5]. Bunun
nedeni, topluluğun üretim kapasitesinin yalnızca aktif bireylerin
ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde olmasıdır. Komünizmde ise üretim
kapasitesi, tüm bireylerin ihtiyaçlarını karşılayacak kadar yüksektir ve iş
birliği, zorunluluk değil, özgür irade temellidir. Bu, komünist toplumun
bireylerin özgür gelişimini destekleyen bir yapıya sahip olduğunu
gösterir.
- Bireylerin
Zenginliği ve Yaratıcı Potansiyel: İlkel topluluklarda bireylerin yaratıcı
potansiyelleri, maddi koşulların sınırlılığı nedeniyle oldukça kısıtlıdır.
Örneğin, bir avcı-toplayıcı, tüm enerjisini hayatta kalmaya harcar ve
sanatsal, bilimsel veya kültürel üretim için çok az zamanı kalır.
Komünizmde ise tarih boyunca biriken zenginlikler (bilim, sanat,
teknoloji) toplumsallaştırılır ve bireyler, bu zenginliklerden
yararlanarak çok yönlü bir gelişim gösterir. Marx, komünist toplumda
bireyin “çok yönlü insan” olarak gelişeceğini vurgular [6].
- Artık-Ürün
ve Eşitsizlik: İlkel topluluklarda artık-ürün olmadığından sınıfsal
eşitsizlikler ortaya çıkmaz. Ancak bu durum, üretici güçlerin
yetersizliğinden kaynaklanır. Komünizmde ise artık-ürün, toplumsal
ihtiyaçları karşılayacak şekilde toplumsallaştırılır ve bireylerin özgür
gelişimi için kullanılır. Bu durum, ilkel topluluklardaki eşitlikçiliğin
maddi temelleriyle komünist toplumun eşitlikçiliğinin temelleri arasında
temel bir fark olduğunu gösterir.
· Antropolojik
çalışmalar, ilkel toplulukların eşitlikçi yapısının, yalnızca maddi koşullarla
değil, aynı zamanda kültürel normlarla da şekillendiğini gösterir. Örneğin,
Hadza topluluklarında, bireylerin birikim yapmasını engelleyen sosyal normlar,
eşitlikçi paylaşımı destekler [7]. Ancak bu normlar, zorunlu bir
ortaklaşmacılığa dayanır ve bireylerin özgür iradesinden çok, hayatta kalma
gereklilikleriyle şekillenir. Komünizmde ise eşitlik, bireylerin özgürce
katıldığı bir toplumsal düzenle sağlanır.
Mülkiyet
İlişkileri
İlk
eşitlikçi topluluklarda bireysel mülkiyet (örneğin, kişisel eşyalar, aletler)
bulunabilir, ancak özel mülkiyet (toprak veya üretim araçları üzerindeki
mülkiyet) mevcut değildir. Bu durum, üretici güçlerin artık-ürün oluşturacak
kapasiteye sahip olmamasından kaynaklanır. Örneğin, !Kung San topluluklarında,
avcılık aletleri bireysel olarak kullanılabilir, ancak bu aletler özel mülkiyet
olarak birikime veya sömürüye yol açmaz [8]. Komünizmde ise özel mülkiyet,
üretim araçlarının ve toprağın toplumsallaştırılmasıyla aşılır. Bireysel
mülkiyet eşyaları (örneğin, giysiler, kişisel eşyalar) ise varlığını sürdürür.
Bu yönüyle, ilkel topluluklar ve komünizm arasında mülkiyet ilişkileri
açısından bir benzerlik bulunmaktadır; ancak bu benzerlik, farklı maddi koşullar
altında ortaya çıkar. İlkel topluluklarda özel mülkiyetin olmayışı, üretici
güçlerin yetersizliğinden kaynaklanırken; komünizmde özel mülkiyetin aşılması,
üretici güçlerin yüksek düzeyde gelişmişliği ve toplumsal ilişkilerin
dönüşümüyle mümkündür.
Devlet
ve Toplumsal Örgütlenme
İlkel
topluluklarda devlet bulunmaz, çünkü sınıfsal karşıtlıklar ve artık-ürün
yoktur. Toplumsal ilişkiler, kabile birimleri, gelenekler ve karşılıklı
bağımlılık aracılığıyla düzenlenir. Örneğin, Lewis Henry Morgan, Iroquois
kabilelerinde karar alma süreçlerinin topluluk temelli ve eşitlikçi olduğunu belirtir
[9]. Komünizmde ise devlet, toplumsal ilişkilerin organizasyonu olarak
varlığını sürdürür, ancak toplumla özdeşleşerek sönümlenir. Engels, Ailenin,
Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni’nde, devletin sınıfsal çelişkilerin bir
ürünü olduğunu ve komünist toplumda bu çelişkilerin ortadan kalkmasıyla
devletin sönümleneceğini savunur [10]. Bu, ilkel topluluklardaki
devletsizlikten farklı bir durumdur; ilkel topluluklarda devlet gelişmemişken,
komünizmde devlet, toplumsal ilişkilerin dönüşümüyle “sönümlenir”.
Sonuç
İlk
eşitlikçi topluluklar, insanlık tarihinin başlangıcındaki avcı-toplayıcı
topluluklar olarak, sınıfsal eşitsizliklerin bulunmaması nedeniyle “eşitlikçi”
olarak nitelendirilir. Ancak “ilkel komünizm” kavramı, bu toplulukların
zorunluluk temelli ortaklaşmacılığını, komünist toplumun özgür ve gönüllü iş
birliğiyle karıştırma riski taşır. İlkel topluluklar, üretici güçlerin
sınırlılığı nedeniyle özel mülkiyete ve devlete sahip değildir; komünizmde ise
bu unsurlar, tarihsel süreçte aşılır. İlkel topluluklarla komünizm
arasındaki benzerlikler özsel düzeyde kalır ve maddi koşullar açısından derin
farklılıklar içerir. Antropolojik bilgiler ve tarihsel materyalist perspektif,
bu toplulukların eşitlikçi yapısını anlamada önemlidir. Ancak komünist
toplumun, ilkel toplulukların maddi ve toplumsal sınırlılıklarını aşan bir
vizyon sunduğu açıktır.
Kaynaklar
- Engels,
F. (1884). Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni. (Çev. K.
Somer). Sol Yayınları.
- Marx,
K. & Engels, F. (1845-46). Alman İdeolojisi. (Çev. S. Belli).
Sol Yayınları.
- Morgan,
L. H. (1877). Ancient Society. University of Arizona Press.
- Lee,
R. B. (1984). The Dobe !Kung. Holt, Rinehart and Winston.
- Woodburn,
J. (1982). “Egalitarian Societies.” Man, 17(3), 431-451.
- Marlowe,
F. W. (2010). The Hadza: Hunter-Gatherers of Tanzania. University
of California Press.
Dipnotlar
- Lee
(1984), !Kung San topluluklarında et paylaşımının eşitlikçi normlarla
düzenlendiğini belirtir (s. 89-92).
- Woodburn
(1982), bazı topluluklarda kaynak dağıtımında sınırlı ayrıcalıkların
olduğunu tartışır (s. 435).
- Morgan
(1877), ilkel topluluklarda cinsiyete dayalı iş bölümünün eşitlikçi yapıyı
bozmadığını savunur (s. 120-125).
- Marx
& Engels (1845-46), komünist toplumda iş bölümünün aşılacağını
belirtir (s. 53).
- Lee
(1984), çalışamayan bireylerin hayatta kalma zorluklarını vurgular (s.
95).
- Marx
(1848), Komünist Manifesto’da bireylerin çok yönlü gelişimini
tartışır (s. 27).
- Marlowe
(2010), Hadza topluluklarında eşitlikçi normları detaylandırır (s.
145-150).
- Lee
(1984), bireysel mülkiyetin özel mülkiyete dönüşmediğini belirtir (s. 90).
- Morgan
(1877), Iroquois kabilelerinde topluluk temelli karar alma süreçlerini
inceler (s. 130-135).
- Engels
(1884), devletin sönümlenme sürecini açıklar (s. 167-170).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.