Mahmut Boyuneğmez
Lenin “devrimci durumu” şu şekilde tanımlamaktadır:
Yönetenlerin
eskisi gibi yönetemediği, yönetilenlerin de eskisi gibi yönetilmek istemediği
bir tarihsel kesit ve bunlara eşlik eden iktisadi bir bunalım var olduğunda
devrimci durumdan bahsedilir.
Bu
tanımda iktisadi kriz + siyasi kriz + “hegemonya” krizi bir arada
bulunmaktadır. Yönetenler eskisi gibi yönetemediğinde bir “yönetim krizi” ya da
siyasi iktidarın krizinden bahsedilir. Bu durum gerçekleştiğinde, kitlelerin
ideolojik angajmanı liberalizm şemsiyesi altındaki çeşitli görüşlere olan
düzen/sistem partileri tarafından yönlendirilmesi, etkilenmesi, heyecanlandırılması,
bu partilerin kitlelerce otorite sayılması belirgin olarak azalır ya da kaybolur.
Yönetilen sınıfın ve ara tabakaların eskisi gibi yönetilmek istemediği bir
dönem dendiğinde, kitleler arasında egemen ideolojinin bileşenlerinin uzlaşı
sağlayıcı etkisinin kaybolduğu, belirli ölçülerde hareketlenmiş kitlelerde siyasi
iktidarı onaylayıcı ve sermaye sınıfının egemen olduğu kapitalist sisteme/düzene
katlanma/rıza gösterme kapasitesinin zayıfladığı ya da sıfırlandığı anlaşılır.
Bu durum, toplumun aktif olarak harekete geçmiş kesimlerinde hegemonyanın
parçalanması/dağılması ile karakterize bir “hegemonya” krizidir. Devrimci durum
tarihsel kesitinde siyasal krizin ve “hegemonya” krizinin zemininde ise
iktisadi kriz bulunur. Emekçiler ve ara tabakalarda dayanılamayacak bir
yoksullaşma, hayatlarını günlük olarak yeniden üretememe hali, hayırseverlik
pratiklerine muhtaç duruma gelme, “de klase” olmanın/lümpenleşmenin/çürümenin
belirtilerinin yaygınlık kazandığı gözlenir.
İktisadi
kriz koşullarında sınıf savaşımı/mücadelesi otomatik olarak keskinleşmez. Kapitalist
sistem, emekçilerde ve ara tabakalarda iktisadi kriz süreçlerinde oluşan
tepkileri soğurabilecek mekanizmalara ve yapılara/öğelere/organizasyonlara sahiptir.
Başka bir deyişle, her iktisadi kriz, devrimci durum doğurmaz. Nesnel veya
öznel faktörlerin bileşik etkisiyle iktisadi kriz zemininde oluşacak bir
siyasal/yönetim krizinin var olması, devrimci durumun oluşabilmesi için
gereklidir. Bu da yetmez, bahsedilen gerek koşullara ya da olmazsa olmaz
koşullara bir üçüncü koşul olan “hegemonya” krizi de eklenmelidir.
Devrimci
durumun, iki olanaklı sonucu vardır. Kapitalist sistemi koruyan/muhafaza eden
vektörler/süreçler ile dönüşüme zorlayan vektörler/süreçler arasındaki dinamik
denge devrimci durumda bozulur. Devrimci durumun, devrimle ya da karşı-devrimle
sonlanması, eski dinamik dengeye dönüş ya da sosyalist sistemin kurulmaya
başlamasıyla, toplumsal devrimi ilerletici süreçlerin başat olduğu, fakat
sistemin kazanımlarını koruyan statükoyu güçlendirici süreçlerin de var olduğu
bir tarihsel kesite geçiş anlamına gelir.
Devrimci
durumun sosyalist bir devrime ilerlemesi için sosyalist/komünist partinin
devrimci durum öncesi süreçlerde belirli bir ön hazırlığının olması, işçiler
arasında öncü işçileri az çok örgütleyebilmiş olması, işyerlerinde ve
mahallelerde azımsanmayacak bir güç oluşturmuş olması gerekir. Devrimci duruma
örgütsel açıdan ve teorik olarak gelişkin, toplum içerisinde mevziler
oluşturmuş veya bunların oluşumuna katılmış (=karşı-hegemonya organizasyonları, alternatif iktidar nüveleri) bir öncü partiyle girilmesi, sosyalist devrimin oluşması için yeter
koşuldur.
Bu
yeter koşulun olmaması durumunda tarih göstermiştir ki, Fransa’da sermaye
sınıfının pasif onayıyla Bonapartizm’in (Gramsci’ye göre “gerici bir Sezarizm”
türü), Almanya ve İtalya’da sermaye sınıfının aktif desteği ve ara tabakalar
ile işçilerin terörize edilip demagojik söylemlere inanmasıyla faşist partilerin
güçlenmesi sonucunda faşist diktatörlüklerin/faşizmin kurulması ve “hegemonya”
krizinin kapitalist sınıf lehine aşılması mümkündür. Ekim sosyalist devrimine
giden süreçler toplamına bakıldığındaysa, RSDİP’in komünist öncü parti işlevini
yerine getirmede başarılı olduğu ve toplumsal sistemin iktisadi, siyasal ve “hegemonya”
krizinin (=eskisi gibi yaşamak ve yönetilmek istememe) proletarya lehine
aşıldığı görülmektedir.
Türkiye’de
1970-80’lerdeki tarihsel kesit ise, gelişen bir devrimci durumun, askeri bir darbe
ve görece kısa süreli bir askeri diktatörlük sonrası kapitalist devletin
yeniden yapılandırılması ve tahkim edilmesi, siyasal partilerin neo-liberal
stratejiyi/programı benimseme ve uygulama kararlılığında aralarındaki farkların
silinerek benzeşmeleri, toplumdaki ideolojik ve kültürel yapılar ile
mekanizmaların dinsel/milliyetçi/liberal değerleri yeniden üretecek şekilde
düzenlenişi gibi yollarla kapitalist demokrasiye evrilmesini anlatmaktadır. 12
Eylül askeri darbesi toplumsal devrimci güç ve eğilimlere bir sıfat olarak
faşist/totaliter karakterde bir müdahale olsa da “faşizm” adındaki bir siyasal
rejimi belirtmez.
Gramsci’ye
göre “hegemonya” krizi, savaşlarda oluşabilecek bir durumken, devrimci durumda
ise vardır. Bu yaklaşım Lenin’in devrimci durum kavrayışıyla uyumludur.
Kanımızca
“hegemonya krizi”, siyasi/yönetim krizinin varlığı yanı sıra sermaye sınıfının
toplumsal iktidarının oluşumunu sağlayan hegemonya aygıtlarının, hegemonya
mekanizmaları ve pratiklerinin işlevlerini yeterince yerine getirmediği,
böylelikle yönetilenlerin kapitalist sisteme/siyasal rejime/düzene dönük rıza
gösterme/onay verme/kabullenme kapasitelerinin aşındığı/erozyona uğradığı ve
iyiden iyiye azaldığı tarihsel kesit olan devrimci durumun karakteristik
niteliğidir. Hegemonya salt rıza/onay/kabul üretimiyle ilişkili olmadığından, şiddet,
baskı, zor, yıldırma, cezalandırma, konsensus, oyalama, meşgale oluşturma,
hayatı anlamlandırma, keyif alma, kayıtsızlık ve pasifizasyon, cahil bırakma,
sorunlarla boğuşmaktan ve aşırı çalışmaktan başını kaldıramama,
kontrol/denetimle ve bunların çeşitli oranlarda bileşiminin bulunduğu mekanizmalarla,
pratiklerle ve insanlar arası ilişkilerle oluştuğundan, “hegemonya krizi” denildiğinde
Leninist devrimci durumun oluştuğu, bahsedilen bu pratiklerin ve mekanizmaların
etkilerini yitirdiği söylenmektedir.
Yazdıklarımızın
ışığında bir eleştiriyle bitirebiliriz:
“Uzun
bir süredir hegemonyasını verimli biçimde işletemeyen iktidar, artık hegemonik
olmaya çalışmaktan vazgeçmiş görünmektedir. Mecbur olduğu geçişi, yani
iktidarda kalabilmek için yeni bir rejim ve devlet biçimine geçişi toparlayıcı
bir hegemonik liderlikle değil hukuku askıya alan, muhalefeti kuralsızca ezen,
sokağı şiddet ile disipline eden bir zor kullanımıyla sağlamaya yönelmiştir.
Seçimi kazanamayacağını görünce seçimi anlamsızlaştırmış, hukukla
ilerleyemeyeceğini anlayınca hukuku askıya almış, nihayetinde siyaset alanına hâkim
olamayacağını fark edince siyaseti bir kenara bırakıp sadece yönetmekle
yetinmiştir. En kaba tabiriyle zor ile rızanın özgül bileşiminden oluşan
hegemonya yerine, baştan sonra zora dayanan bir darbe mekanizmasını devreye
sokmuştur (…)
Esasında
Türkiye’de iktidarın bir hegemonya krizi içerisinde olduğu uzun zamandır
söyleniyor. Bu krizin en kolay ulaşılabilen göstergesi seçim sonuçları ve geri
döndürülemeyen seçmen desteği (…)” (Can Soyer, “An Gelir, Abluka Dağılır”,
11.04.2025, https://www.ayrim.org/guncel/an-gelir-abluka-dagilir/)
Türkiye’de
18-19 Mart tarihinden bugüne uzanan süreçlere dair yazılan bu cümleler, siyaset
bilimi terminolojisinde “darbe”nin kullanımıyla uyumsuzluk sergilemekte, faşizme
geçiş yaşanmakta olduğunu belirtmekle içerisinde bulunduğumuz otoriter
neoliberal kapitalist demokrasinin, biçimsel demokratik yanlarla birlikte
faşizan özellikler (baskının dozunda artış, kontrol ve denetim mekanizmalarının
güçlenmesi gibi) de taşıdığı gerçeğine karşın kültür, sanat, spor, eğlence,
aile hayatı, günlük yaşamsal etkinliklerin çeşitli yanları, siyaset, sendika,
okul/eğitim vd.’nın, ezcümle toplumsal dokunun, pratiklerin, ilişkilerin ve
yapıların (toplumsal organizasyonların), siyasi iktidarın ve devlet
ideolojisinin (resmî ideoloji) belirlenimine ve kontrolüne girmesini anlatan,
faşizmin temel niteliği olan totalitarizmi barındırmadığından “faşizm” olmadığını
görememektedir. “Hegemonya krizi” tanımlamaya çalıştığımız geniş anlamıyla,
yani devrimci durumda kapitalist sınıfın toplumsal iktidarını yeniden
üretemediği, hegemonya pratiklerinin ve mekanizmalarının etkisizleştiği
tarihsel kesitlerde ortaya çıkan bir olgu olarak dikkate alındığında, bu konuda yazarın yazdıklarının hakikati temsil etmediği anlaşılır olmaktadır.
Bu konuda şu üç yazının okunması yararlı olacaktır:
i) https://marksistarastirmalar.blogspot.com/2025/03/iktidar.html
ii)https://marksistarastirmalar.blogspot.com/2025/04/toplumsal-iktidar-ve-hegemonya.html
iii)https://marksistarastirmalar.blogspot.com/2025/04/boyun-egme-itaat-ve-mucadele.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.