Marksist Araştırmalar (MAR) | Komünizm tarihin çözülen bilmecesidir.

13 Nisan 2025 Pazar

Devrimci durum ve hegemonya krizi

Mahmut Boyuneğmez

Lenin “devrimci durumu” şu şekilde tanımlamaktadır:

Yönetenlerin eskisi gibi yönetemediği, yönetilenlerin de eskisi gibi yönetilmek istemediği bir tarihsel kesit ve bunlara eşlik eden iktisadi bir bunalım var olduğunda devrimci durumdan bahsedilir.

Bu tanımda iktisadi kriz + siyasi kriz + “hegemonya” krizi bir arada bulunmaktadır. Yönetenler eskisi gibi yönetemediğinde bir “yönetim krizi” ya da siyasi iktidarın krizinden bahsedilir. Bu durum gerçekleştiğinde, kitlelerin ideolojik angajmanı liberalizm şemsiyesi altındaki çeşitli görüşlere olan düzen/sistem partileri tarafından yönlendirilmesi, etkilenmesi, heyecanlandırılması, bu partilerin kitlelerce otorite sayılması belirgin olarak azalır ya da kaybolur. Yönetilen sınıfın ve ara tabakaların eskisi gibi yönetilmek istemediği bir dönem dendiğinde, kitleler arasında egemen ideolojinin bileşenlerinin uzlaşı sağlayıcı etkisinin kaybolduğu, belirli ölçülerde hareketlenmiş kitlelerde siyasi iktidarı onaylayıcı ve sermaye sınıfının egemen olduğu kapitalist sisteme/düzene katlanma/rıza gösterme kapasitesinin zayıfladığı ya da sıfırlandığı anlaşılır. Bu durum, toplumun aktif olarak harekete geçmiş kesimlerinde hegemonyanın parçalanması/dağılması ile karakterize bir “hegemonya” krizidir. Devrimci durum tarihsel kesitinde siyasal krizin ve “hegemonya” krizinin zemininde ise iktisadi kriz bulunur. Emekçiler ve ara tabakalarda dayanılamayacak bir yoksullaşma, hayatlarını günlük olarak yeniden üretememe hali, hayırseverlik pratiklerine muhtaç duruma gelme, “de klase” olmanın/lümpenleşmenin/çürümenin belirtilerinin yaygınlık kazandığı gözlenir.

İktisadi kriz koşullarında sınıf savaşımı/mücadelesi otomatik olarak keskinleşmez. Kapitalist sistem, emekçilerde ve ara tabakalarda iktisadi kriz süreçlerinde oluşan tepkileri soğurabilecek mekanizmalara ve yapılara/öğelere/organizasyonlara sahiptir. Başka bir deyişle, her iktisadi kriz, devrimci durum doğurmaz. Nesnel veya öznel faktörlerin bileşik etkisiyle iktisadi kriz zemininde oluşacak bir siyasal/yönetim krizinin var olması, devrimci durumun oluşabilmesi için gereklidir. Bu da yetmez, bahsedilen gerek koşullara ya da olmazsa olmaz koşullara bir üçüncü koşul olan “hegemonya” krizi de eklenmelidir.

Devrimci durumun, iki olanaklı sonucu vardır. Kapitalist sistemi koruyan/muhafaza eden vektörler/süreçler ile dönüşüme zorlayan vektörler/süreçler arasındaki dinamik denge devrimci durumda bozulur. Devrimci durumun, devrimle ya da karşı-devrimle sonlanması, eski dinamik dengeye dönüş ya da sosyalist sistemin kurulmaya başlamasıyla, toplumsal devrimi ilerletici süreçlerin başat olduğu, fakat sistemin kazanımlarını koruyan statükoyu güçlendirici süreçlerin de var olduğu bir tarihsel kesite geçiş anlamına gelir.

Devrimci durumun sosyalist bir devrime ilerlemesi için sosyalist/komünist partinin devrimci durum öncesi süreçlerde belirli bir ön hazırlığının olması, işçiler arasında öncü işçileri az çok örgütleyebilmiş olması, işyerlerinde ve mahallelerde azımsanmayacak bir güç oluşturmuş olması gerekir. Devrimci duruma örgütsel açıdan ve teorik olarak gelişkin, toplum içerisinde mevziler oluşturmuş veya bunların oluşumuna katılmış (=karşı-hegemonya organizasyonları, alternatif iktidar nüveleri) bir öncü partiyle girilmesi, sosyalist devrimin oluşması için yeter koşuldur.

Bu yeter koşulun olmaması durumunda tarih göstermiştir ki, Fransa’da sermaye sınıfının pasif onayıyla Bonapartizm’in (Gramsci’ye göre “gerici bir Sezarizm” türü), Almanya ve İtalya’da sermaye sınıfının aktif desteği ve ara tabakalar ile işçilerin terörize edilip demagojik söylemlere inanmasıyla faşist partilerin güçlenmesi sonucunda faşist diktatörlüklerin/faşizmin kurulması ve “hegemonya” krizinin kapitalist sınıf lehine aşılması mümkündür. Ekim sosyalist devrimine giden süreçler toplamına bakıldığındaysa, RSDİP’in komünist öncü parti işlevini yerine getirmede başarılı olduğu ve toplumsal sistemin iktisadi, siyasal ve “hegemonya” krizinin (=eskisi gibi yaşamak ve yönetilmek istememe) proletarya lehine aşıldığı görülmektedir.

Türkiye’de 1970-80’lerdeki tarihsel kesit ise, gelişen bir devrimci durumun, askeri bir darbe ve görece kısa süreli bir askeri diktatörlük sonrası kapitalist devletin yeniden yapılandırılması ve tahkim edilmesi, siyasal partilerin neo-liberal stratejiyi/programı benimseme ve uygulama kararlılığında aralarındaki farkların silinerek benzeşmeleri, toplumdaki ideolojik ve kültürel yapılar ile mekanizmaların dinsel/milliyetçi/liberal değerleri yeniden üretecek şekilde düzenlenişi gibi yollarla kapitalist demokrasiye evrilmesini anlatmaktadır. 12 Eylül askeri darbesi toplumsal devrimci güç ve eğilimlere bir sıfat olarak faşist/totaliter karakterde bir müdahale olsa da “faşizm” adındaki bir siyasal rejimi belirtmez.

Gramsci’ye göre “hegemonya” krizi, savaşlarda oluşabilecek bir durumken, devrimci durumda ise vardır. Bu yaklaşım Lenin’in devrimci durum kavrayışıyla uyumludur.

Kanımızca “hegemonya krizi”, siyasi/yönetim krizinin varlığı yanı sıra sermaye sınıfının toplumsal iktidarının oluşumunu sağlayan hegemonya aygıtlarının, hegemonya mekanizmaları ve pratiklerinin işlevlerini yeterince yerine getirmediği, böylelikle yönetilenlerin kapitalist sisteme/siyasal rejime/düzene dönük rıza gösterme/onay verme/kabullenme kapasitelerinin aşındığı/erozyona uğradığı ve iyiden iyiye azaldığı tarihsel kesit olan devrimci durumun karakteristik niteliğidir. Hegemonya salt rıza/onay/kabul üretimiyle ilişkili olmadığından, şiddet, baskı, zor, yıldırma, cezalandırma, konsensus, oyalama, meşgale oluşturma, hayatı anlamlandırma, keyif alma, kayıtsızlık ve pasifizasyon, cahil bırakma, sorunlarla boğuşmaktan ve aşırı çalışmaktan başını kaldıramama, kontrol/denetimle ve bunların çeşitli oranlarda bileşiminin bulunduğu mekanizmalarla, pratiklerle ve insanlar arası ilişkilerle oluştuğundan, “hegemonya krizi” denildiğinde Leninist devrimci durumun oluştuğu, bahsedilen bu pratiklerin ve mekanizmaların etkilerini yitirdiği söylenmektedir.

Yazdıklarımızın ışığında bir eleştiriyle bitirebiliriz:

“Uzun bir süredir hegemonyasını verimli biçimde işletemeyen iktidar, artık hegemonik olmaya çalışmaktan vazgeçmiş görünmektedir. Mecbur olduğu geçişi, yani iktidarda kalabilmek için yeni bir rejim ve devlet biçimine geçişi toparlayıcı bir hegemonik liderlikle değil hukuku askıya alan, muhalefeti kuralsızca ezen, sokağı şiddet ile disipline eden bir zor kullanımıyla sağlamaya yönelmiştir. Seçimi kazanamayacağını görünce seçimi anlamsızlaştırmış, hukukla ilerleyemeyeceğini anlayınca hukuku askıya almış, nihayetinde siyaset alanına hâkim olamayacağını fark edince siyaseti bir kenara bırakıp sadece yönetmekle yetinmiştir. En kaba tabiriyle zor ile rızanın özgül bileşiminden oluşan hegemonya yerine, baştan sonra zora dayanan bir darbe mekanizmasını devreye sokmuştur (…)

Esasında Türkiye’de iktidarın bir hegemonya krizi içerisinde olduğu uzun zamandır söyleniyor. Bu krizin en kolay ulaşılabilen göstergesi seçim sonuçları ve geri döndürülemeyen seçmen desteği (…)” (Can Soyer, “An Gelir, Abluka Dağılır”, 11.04.2025, https://www.ayrim.org/guncel/an-gelir-abluka-dagilir/)

Türkiye’de 18-19 Mart tarihinden bugüne uzanan süreçlere dair yazılan bu cümleler, siyaset bilimi terminolojisinde “darbe”nin kullanımıyla uyumsuzluk sergilemekte, faşizme geçiş yaşanmakta olduğunu belirtmekle içerisinde bulunduğumuz otoriter neoliberal kapitalist demokrasinin, biçimsel demokratik yanlarla birlikte faşizan özellikler (baskının dozunda artış, kontrol ve denetim mekanizmalarının güçlenmesi gibi) de taşıdığı gerçeğine karşın kültür, sanat, spor, eğlence, aile hayatı, günlük yaşamsal etkinliklerin çeşitli yanları, siyaset, sendika, okul/eğitim vd.’nın, ezcümle toplumsal dokunun, pratiklerin, ilişkilerin ve yapıların (toplumsal organizasyonların), siyasi iktidarın ve devlet ideolojisinin (resmî ideoloji) belirlenimine ve kontrolüne girmesini anlatan, faşizmin temel niteliği olan totalitarizmi barındırmadığından “faşizm” olmadığını görememektedir. “Hegemonya krizi” tanımlamaya çalıştığımız geniş anlamıyla, yani devrimci durumda kapitalist sınıfın toplumsal iktidarını yeniden üretemediği, hegemonya pratiklerinin ve mekanizmalarının etkisizleştiği tarihsel kesitlerde ortaya çıkan bir olgu olarak dikkate alındığında, bu konuda yazarın yazdıklarının hakikati temsil etmediği anlaşılır olmaktadır.

Bu konuda şu üç yazının okunması yararlı olacaktır:

i) https://marksistarastirmalar.blogspot.com/2025/03/iktidar.html

ii)https://marksistarastirmalar.blogspot.com/2025/04/toplumsal-iktidar-ve-hegemonya.html

iii)https://marksistarastirmalar.blogspot.com/2025/04/boyun-egme-itaat-ve-mucadele.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.

[Toplumbilim İçin Materyalist Kılavuz]

Mahmut Boyuneğmez Giriş Maddenin organizasyon düzeyleri ya da gelişim evreleri bulunmaktadır. Bunlara biz temel gerçeklik katmanları diyo...