İngar Solty, Junge Welt, 11 Nisan 2025
Çeviri:
Doğan Ağrı


Solda Ferdinand Lassalle. Sağda F. Lassalle'ın 50. ölüm yıldönümü anısına SPD'nin 1914'te çıkardığı bir afiş
Bundan
200 yıl önce 1825'te, Genel Alman İşçi Derneği ADAV'ın kurucusu Ferdinand
Lassalle dünyaya gelmişti. Onun "etaizm"inin (devletçiliğinin -çn)
etkisi, bugün bile halâ sürmektedir. Adeta Eski Ahit'in Musa'sı gibi, zenginlik
ve açgözlülüğün simgesi olan Altın Buzağıyı (Eski Ahit'te geçen bir put veya
kült efsanesi -çn) parça parça (yoksulluk ve sömürüyü -çn) dünyadan sileceği
mistifikasyonuyla 19. yüzyılın ünlü kişiliklerinden birisi olmuştur Lassalle.
Bu
sefer günlerden 12 Mart 1864'tür. (Protestan -çn) Prusya ve (Katolik -çn)
Avusturya, Schleswig ve Holstein düklükleri sebebiyle (Günümüzde Federal
Almanya Cumhuriyeti'nin en kuzey eyaleti. Kapitalizmin görece erken baş
gösterdiği Kuzey ve Baltık Denizi kıyısındaki şehir devletlerinden bazılarının
da bulunduğu bu bölge, zamanla idari, dini, etnik kültür ve hatta dil
bakımından da farklılaşarak neredeyse günümüze kadar, kimi zaman bağımsızlık
isteminin, kimi zamansa Avrupa'nın Protestan veya Katolik imparatorluklarının
egemenlik yarışının konusu olmuştur. Son olarak Prusya Şansölyesi Otto von
Bismarck'ın 1871'de bir dizi savaş ve değişken ittifaklar sonucu kurduğu Alman
ulusal birliğine ilhak edilen bu dükalıklar, II. Dünya Savaşı'ndan sonra
birleşerek yaptıkları referandumla, komşu Danimarka'ya değil, özerk bir eyalet
olarak Almanya'nın federal birliğine katılmışlardır -çn) Danimarka ile altı
haftadır savaş halindedir. "İtalyan Savaşı ve Prusya'nın Görevi" adlı
makalesinde Schleswig ve Holstein'ın Prusya'ya ilhak edilmesinden yana olduğunu
açıkça söylemesine rağmen, 38 yaşındaki bir adam, Berlin Devlet Mahkemesi'nde
vatana ihanetle suçlanarak yargılanmaktadır. İşte o gün yargılanmakta olan bu
genç adamın adı, Ferdinand Lasalle'dı.
"Lasalle'ın
Vatana İhanet Davası" olarak ünlenen bu dava, Ferdinand Lasalle'ın
anayasayı ilga etmek ve komploculuk/darbecilik ile suçlandığı ilk ceza davası
değildi. Daha 1848 Şubat'ında 23 yaşındayken, (hemen hemen tüm Avrupa'yı alt
üst eden bir dizi ayaklanmalar ve siyasi devrimler yılı -çn), okul
arkadaşlarınca aşırı derecede kendine güvenen biri olarak betimlenen genç
Lassalle, (1848 devriminin yenilgisinden sonra -çn) çıkarıldığı mahkemedeki jüriyi
belagatiyle etkilemiş, bunun üzerine beraatine karar verilmişti. 27 Haziran
1864'te Düsseldorf Temyiz Mahkemesi önünde ise, yine o günkü kadar büyük bir
özgüvenle, mahkemeye şöyle seslenmişti: "Eminim ki insanlar, ölümümden (en
geç -çn) elli yıl sonra, huzurunuzda gösterdiğim bu muazzam ve olağanüstü kültürel
tutuma minnettarlık duyacak (...) ve benim izimden yürüyerek, mahkemenizin bana
isnat ettiği iftira ve hakaretlerden tek bir iz dahi bırakmayacaktır!" Bu
sözlerin söylendiği anda, hiç kimse, hatta Lasalle'ın kendisi bile, tam iki ay
sonra onun öleceğini elbette düşünemezdi. Sonraki takipçilerinin de belirteceği
üzere, "kişisel olanı bazen örgütsel olandan üstün tuttuğunu"
gösterircesine, 31 Ağustos 1864'te Lassalle, İsviçre'nin Fransızca konuşulan
Cenevre Gölü yakınlarındaki Carouge kasabasında, ileride onun biyografisini
yazan Gösta von Uexküll'ün söylediğine göre, "kararsız bir kadın uğruna
anlamsız bir tabanca düellosu" sonucunda öldü.
Oysa,
düellodaki ölümünden bir yıl önce Lassalle, Leipzig Pantheon'unda "Genel
Alman İşçi Derneği" ADAV'ı kurmuştu. Böylece, ilk defa, Alman
proletaryasının 1848/49 devrimiyle bağımsız bir siyasal güç olarak ortaya
çıkmasından on altı yıl sonra, bir işçi kitle partisinin ilk tohumu atılmış,
tarihteki ilk siyasal işçi birliği kurulmuş oluyordu. Bu açıdan, şair Georg
Herwegh'in (1817-1875) ADAV'ın kurucusu "Ferdinand Lassalle'ın Mezarı
Başında" adlı kasidesi (bir şiir yazım türü -çn) daha anlaşılır hale gelir:
"Onun mezarı başında ağıtlar yakılacak. / Dünyada, tek kişilik bir ordunun
kahramanca yenilgisinden / daha derin yaralar olabileceğini sanıyorsa, /
çağımıza yazıklar olsun! / Gelecek yüzyıl, onu erkenden unutur giderse, /
mutlaka çok pişman olacak!"
Sınıfının
Haini
Bir
devrimci Fransız generalinin ismine atıfla, (sanırım, sonuna 'l' ve 'e'
harflerini ekleyerek -çn) 1847'de soyadını değiştiren Ferdinand Lassal, 11
Nisan 1825'te Breslau'da (daha önce Alman Silezya'sında olan bu şehir, bugün
Polonya'dadır -çn), sonradan zengin olmuş yenilikçi bir Yahudi tüccarın oğlu
olarak dünyaya geldi. Çok geçmeden de "sınıfının haini" olacaktı.
Zira, daha ilk gençlik yaşlarındayken onun ruhunda, sosyal devrimci bir
özgürlük ateşi tutuşmuştu. 1 Ocak 1840'tan beri günlük tutan, ergenliğinin
başlarında 15 yaşındaki bu genç adam, günlüğünde sadece şehvetli arzulardan
değil, "zalimler tarafından bütün hakları ayaklar altına alınmış
insanların yaşadığı büyük bir hapishane" dediği Almanya'dan da
bahsediyordu. Lassalle, babasına, kendini tamamen "tarih
araştırmalarına" adayacağını söylediği "geri dönülmez kararını"
ilettiğinde ise, henüz 16 yaşındaydı. Ona göre, "insanlığın kutsal
çıkarlarıyla en yakından bağlantılı olan bu çalışma", "dünyanın en
büyük çalışması" idi. Yıllar sonra Şubat 1860'ta 34 yaşından geriye
bakarak, Karl Marx'a gönderdiği bir mektubunda, "1840'tan beri devrimci,
1843'ten beri ise, kararlı bir sosyalist" olduğunu yazmıştı.
Memleketi
Breslau'daki liseyi bitirdikten sonra, 1840/41'de şimdilik Leipzig'deki ticaret
ve işletme fakültesine kaydolur, ama bunu, babasının izinden giderek tüccar
olmak için değil, yazar ve özgürlük savaşçısı olmak için yapar. Kaydolduğu
üniversitedeki dersleri baştan itibaren asar ve annesi ile kız kardeşinin
marifetiyle babasından saklanarak, Breslau'daki evlerinin çatı katında gizlice
yaşamaya başlar. Bu arada, 1843-1846 yılları arasında, Breslau, Leipzig ve
Berlin'de, tarih, klasik filoloji ve felsefe dersleri alır, aynı yıllarda,
Georg Wilhelm Friedrich Hegel ile erken (ütopik -çn) sosyalistlerin fikirlerine
büyük bir ilgi duyar. Kısa süre sonra, "Neue Rheinische Zeitung"
gazetesine (19. yüzyıl ortalarında Köln şehrinde yayınlanan aydınlanmacı bir
devrimci liberal gazete -çn) yazılarıyla katkıda bulunur ve böylelikle,
gazetenin editörü Karl Marx ve Friedrich Engels ile tanışmış olur.
Bu
sırada Marx ve Engels'in 1848 Devrimi'nin hemen öngünlerinde yayınladıkları
"Komünist Manifesto", onda büyülü bir etki bırakır. Hatta, ileride
kendisinin söylediği üzere, "Manifesto’yu kelimesi kelimesine"
ezberler. 1848 devrimi sırasında 23 yaşında olan Lassalle, vergi ödememe ve
devrim için silahlanma çağrısı yaptığı gerekçesiyle tutuklanarak, hakkında
mahkeme soruşturması açılır ve 1850'lerin başına kadar hapiste kalır. Bu soruşturma,
Lassale için, şansızlık içinde şans olacaktır, zira böylece, az sonra
1851/52'deki "Köln Komünistler Davası" dosyasına eklenmekten kıl payı
kurtulur. Tarihte, "Köln Komünistler Davası" olarak bilinen bu dava,
Marx dahil Lassalle'ın dava boyunca desteklediği pek çok devrimciyi yurtdışında
sürgüne zorlayacak, kendi tabiriyle Lassalle, devrimin "Son Mohikanı"
olarak Prusya'da tek başına kalacaktı.
Bir
süre sonra polis gözetiminde kalmak şartıyla hapisten serbest bırakılan
Lassalle, kendisinden yirmi yaş büyük, Hatzfeld topraklarının Kontesi Sophie
von Hatzfeld'in avukatlığını üstlenerek ekonomik açıdan rahatlayacak ve
kendisini bir süre sadece yazı işlerine adayacaktır. Böylece, 1850'de,
yayınlanmasının ardından 1862'de çok ünlenecek "İşçi Programı" için
bir ön çalışma sayılan "Toplumsal Gelişim Tarihi" adlı ilk kitabını
yazar. Bu eserinde Lassalle, Hegel'e, "Komünist Manifesto"ya, Marx ve
Engels'in "sınıflar mücadelesi" kavramını ve hatta Manifesto'nun
başındaki "komünizm hayaleti" metaforunu esinlendikleri sağ-Hegelci
Lorenz von Stein'ın bazı eserlerine olduğu kadar, erken dönem Fransız ütopik
sosyalistleri Pierre-Joseph Proudhon, Joseph Fourier ve Louis Blanc'a da
atıflar yapar.
1858
yılında ise Lassalle nihayet, Berlin şehri için süresiz ikamet izni hakkı
edinir. Aynı yıl, Georg Lukács'ın, 1948'de bile "modern dramanın
gelişiminde eşsiz bir yere sahip" sözleriyle övdüğü Lassalle'ın siyasi
drama türündeki eseri "Franz von Sickingen" adlı kitabını yazar
(1481-1523 yılları arasında yaşamış bir Alman Şövalyesi. 16. yüzyıl
Avrupa'sında başlayan dini/siyasi reformasyon sırasında Katolik kilisesinin
mülki ve idari egemenliğine karşı savaşan "Son Şövalye" olarak ün
kazanmış Franz von Sickingen, tarihsel bir "devrimci" protagonist
olarak, ressam ve heykeltraş Albert Dürer, şair ve yazar Goethe dahil, pek çok
yazar ve sanatçı tarafından yüceltilerek sayısız eserle ele alınmıştır.
Asilzade bir kadının ataerkiye karşı duruşunu yücelten Goethe'nin "Franz
von Sickingen" adlı dramasına karşılık, Lassalle'ın aynı adla yazdığı
drama, geçmişte olanlarla değil, gelecekte olacaklarla yeni bir tarih
perspektifi kurmuş, bu yüzden bilim ve sanatın pek çok alanında tartışmalara
yol açmıştır -çn). Yine de Lassalle, diğer Genç Hegelciler'in aksine, sadece
yazar olma çabasında değildir.
1861
yılında Marx, on bir günlüğüne (Prusya devletinin siyasi kovuşturmaları
sebebiyle gizlice -çn) Berlin'e gelir ve Tiergarten semtinin güneydoğu ucunda
bulunan Bellevues Caddesi 13 numaralı apartman dairesinde oturan Lassalle'a
konuk olur. Bu görüşmenin dolaysız etki ve sonucu, Lassalle'ın, bundan böyle
doğrudan pratik politikaya geçmek istemesi olacaktır. Lassalle bu görüşmeden
sonra iki yıl boyunca işçiler arasında bir ajitatör olarak çalışmaya başlar. 37’nci
yaş gününden bir gün sonra, 12 Nisan günü, şimdi Mitte ve Wedding semtlerinin
sınırında bulunan Oranienburg banliyösündeki Zanaatkarlar Derneği'nde,
Lassalle'ın makina işçilerine yaptığı konuşma, aynı yıl, “İşçi Programı” adıyla
kitap olarak yayınlanır. 1862 yazında bu sefer Lassalle, kendi "Program"ının
projesine kazanmak amacıyla, Londra'ya Marx'ı ziyarete gider, ama ne yapsa
etse, onu ikna edemez. Marx daha sonra Engels'e yazdığı bir mektupta,
Lassalle'ın “İşçi Programı”na neden ikna olmadığını, bu programın,
"Manifesto'nun kötü bir bayağılaştırılması" olduğu sözleriyle
açıklayacaktır. Çok daha sonra 1919'da kendi Revizyonizm'ini büyük ölçüde
Lassalle'a dayandıran Eduard Bernstein ise, "İşçi Programı" için,
"sosyalist düşünce dünyasına mükemmel bir giriş" ve "Komünist
Manifesto'nun zamana ve koşullara (...) uyarlanmış bir yorumu" olduğunu
söyleyecektir.
Örgütleyici
Öncü
Marx'la
yaptığı başarısız görüşmeden sonra Lassalle, bundan sonraki yolunu tek başına
yürümeyi göze alır. Kendisinden devrimin ruhuna dayanan bir program
hazırlamasını isteyen "Leipzig İşçi Merkezi"ne yazdığı "Açık
Cevabi Mektup"tan esinlenerek, 23 Mayıs 1863'te Lassalle, Genel Alman İşçi
Derneği'ni (Allgemeiner Deutscher Arbeiter Verein-ADAV) kurar. Derneğin kuruluş
kongresinde, beş yıllığına, "neredeyse diktatörce yetkilere sahip"
ilk başkan seçilir. Ana talepleri, "genel, eşit ve dolaysız oy
hakkı"nın yanında, "devlet destekli üretim kooperatifleri" (devletin
kredi ve sübvansiyonlarıyla desteklenen işçilerin yönettiği fabrika ve üretim
kooperatifleri) olan ADAV, bundan altı yıl sonra, Marksist esinlerle kurulmuş
Sosyal Demokrat İşçi Partisi (SDAP) ile birlikte, ileride SPD’nin (günümüzün
"Almanya Sosyaldemokrat Partisi" -çn) çıkacağı iki örgütten biridir.
Kendi
tarihini ele alırken SPD, başlarda Lassalle'ı, “Alman proletaryasını uykudan
uyandıran” efsanevi bir figür haline getirir. Eduard Bernstein, 1919'da yazdığı
"Ferdinand Lassalle: Bir Öğretmen ve Kavgacının Onuruna" adlı
kitabında açıkça kabul ettiği gibi, "kişi kültü"nün yararlılığının
bilincinde olarak, Lassalle'ın yazılarını ve yazışmalarını peş peşe yayınlar.
"Kızıl Viyana"nın (1848 ayaklanma ve devrimlerinden beri Viyana'nın,
işçilerin ve sosyalist partilerin yönetiminde olmasına atıf yapan politik
söylemlere yerleşmiş bir tabir -çn) belediye konut projelerine, Lassalle’in
100. doğum yılı vesilesiyle, bir de “Lassallehof” (Lassalle Avlusu -çn) dahil
edilir. Lassalle'ın seçme eserlerinin editörlüğünü yapan tarihçi Helmut Hirsch,
birçok SPD'li adına, onun 100. ölüm yıldönümünde şöyle yazmıştır: "Bir
meteor gibi," "kırk yıldan bile az parladı ve söndü."
Lasalcılık, kendi kahramanını ve Lassalle'ın gerçekte yetkinsiz siyasi ve
teorik çalışmalarını oldukça aşarak hızla yayılan gerçek bir politik güç haline
böyle gelecek, özellikle, Lassalle'ın devlet (Prusya) mefhumuna yönelik temel
tutumu, günümüze dek etkisini sürdürecek kadar, kendi başına yükselen bir
dinamizme sahip olacaktır.
İdealist
Hayaller
Peki
ama, işçi hareketinde baş gösteren birbirine zıt iki akımı temsil eden Marx ve
Lassalle arasındaki gerçek fark nedir? Marksizm’de "devlet", mülk
sahibi sınıfların egemenlik aracı olarak görülür. Yunan-Fransız Marksist Nicos
Poulantzas, kapitalizmde devleti, “sınıflar arası güç ilişkilerinin
yoğunlaşması” olarak tanımlar. Lassalle ise, en azından devlet konusu
açısından, bu türden materyalist tarih anlayışlarını hiçbir zaman esas almamış,
tam aksine, Hegel'in, "ahlaklı düşüncenin gerçeğe" dönüşmüş hali olarak
gördüğü devlet anlayışını benimsemiştir. Onun devlet ile ilgili bu tutumu,
Lassalle'ın (işçi sınıfının çalışma ve yaşama şartları -çn) lehine yaptığı
tutarlı çıkışlara da tamamen uymaktaydı. Zira Hegel, "Hukuk
Felsefesi" adlı eserinde, devletin yoksullara bakmakla yükümlü olacağı bir
düşünce geliştirmişti. Bu bakımdan Lassalle, Marx'tan kesin olarak farklı bir
zeminde durmaktadır. Belki bu yüzden, Paul Vogel (sanırım yazar burada,
1845-1930 arasında yaşamış sanayici ve Almanya Ulusal Liberal Parti'nin
teorisyen başkanından bahsediyor -çn), Lassalle’ın devlet ve toplum anlayışına
gönderme yaparak, “Lasalcı Marksist Hegelcilik”ten söz eder.
Dikkat
edilirse, Vogel'ın burada yaptığı vurgunun ağırlığı, Marx'ta değil,
Hegel'dedir. Marx'a kıyasla Lassalle, sosyalizme çok daha az bilimsel yaklaşmış
ve "toplumdaki temel sorunu", daha az bir bilimsellikle ele almıştır.
Hegel'e göre, devlet yönetme sanatı, toplumda ortaya çıkan çelişkileri,
ahlaksal mükemmelliğe giden yollara kanalize etmekten ibarettir. Sanayi
kapitalizmin gelişmesiyle sermaye ile emek arasındaki karşıtlığı, dolayısıyla
proletaryanın potansiyel olarak düzeni havaya uçuracak bir güç olduğunu fark
eden sağ-Hegelci Lorenz von Stein, bu anlayışa uygun biçimde, yukarıdan
kapsamlı toplumsal reformlarla, devrimin sivri uçlarını kıracak bir
"sosyal devlet"ten bahseder. Ona göre, üst sınıflara dayanan yerleşik
monarşist devletin yerini, sosyal demokrat ayak takımının yönetiminin alması,
böyle önlenebilirdi.
Lassalle'ın
kendisi de devlet konusunda bu anlayışa bağlı olduğunu şöyle temellendirir:
"Tarihin hayati ilkesi, özgürlüğün gelişmesinden başka bir şey değildir.”
Lassalle'ın devrim kavramına yaklaşımı da buna uyacak biçimde ikirciklidir.
Onda devrim, hem mevcut devlet düzeninin yıkılması anlamına gelebilir, hem de
devletin evrimci yollara yönlendireceği diyalektik tarihi süreçleri ifade
edebilir haldedir. Lassalle, "Bilim ve İşçiler" adlı eserinde,
"Devrim, esas olarak dönüşüm demektir. O halde, esas konu şiddetli veya
şiddetsiz araç meselesi değildir. Bir devrimin gerçekleştiğini gösteren esas
nokta, toplumda şimdiye kadar var olan ilkenin yerine, tamamen yenisinin
konmasıdır." Böyle bir "yeni ilke", yukarıdan getirilen (işçi
güvenliği ve sağlığını düzenleyen -çn) iş ve fabrika mevzuatı, işgününün
sınırlandırılması (o sıralar, 10, 12, hatta 16 saati bulan işgününün 8 saate
indirilmesi -çn) veya Lassalle'ın umduğu üzere, sermaye ile emek arasındaki
karşıtlığın devlet destekli kooperatifler aracılığıyla ortadan kaldırılması da
olabilirdi. Reform ve devrim arasında salınan ikircikli bir devrim kavrayışıyla
Lassalle, sanki kapitalizmin aşılmasında nötr/edilgen bir araçmış gibi, yurttaş
(burjuva -çn) devleti konusunda kaçınılmaz olarak idealist bir anlayışa düşer.
Sosyal
demokrat hukuk teorisyeni Hans Kelsen, “Marx mı, Lassalle mı?” (1967) adlı
eserinde, Lassalle’ın bu devletçi eğilimine dikkat çekmiş ve sorduğu soruyu,
Lassalle'ın lehine şöyle çözmüştür: Marx ve Engels'in "devletsiz,
dayanışma ve gönüllülük esaslı bir gelecek toplum varsayımına" dayanan
"politik teorisi", safi biçimde anarşizmdir" ve sadece
"eleştirel duruşla" hareket eden Marksist sosyalizm, devletin,
"mülksüz tabakaları her yerde aşırı sömürüden korumak" için nasıl
"yararlı bir araç" olabileceğini hiçbir zaman kavramamıştır. Oysa
Lassalle, her yerde "sadece sınıf çelişkileri gören" böyle bir
teorinin ötesinde, belki de sınıf ayrımlarına karşı "en güçlü kuvvet olan
devletin, ulusal düşüncenin temsilcisi olarak anlaşılması" gerektiğini
savunmaktadır.
İşte
bu nedenle Lassalle, 1864'ün Berlin Prusya'sında yargılandığı vatana ihanet
davası sırasında, savunması namına yargıçlara aslında, bir ulusal (devlet -çn)
proje(si) olarak sosyalizm bağlamıyla seslenerek, onların, "devletten
nefret eden modern barbar Manchesterlılardan" olmadıklarını
hatırlamalarını, aksine, esas olarak çok iyi şeyler yapabilecek olan
"devlet"in kendisi olduklarını söylemeye çalışıyordu. Bu etaist
(devletçi -çn) savunmasıyla Lassalle, devlet yönetimini toplumun çoğunluğu
olarak işçilerin üstlenmesinin ve bu devlet yoluyla kooperatif sosyalizmini
getirmenin esas aracını, genel oy hakkında ve bağımsız bir işçi partisinin
kurulmasında gördüğünü ortaya koyuyordu. Bu yüzden, Leipzig İşçi Komitesi'ne
yazdığı "Açık Cevabi Mektup"ta, "sizin derneğiniz, yoksul
sınıfların bu büyük birliği- işte devlet budur." demişti.
İşçiler
Değil
Lassalle’ın
etaizmine, onun ileri sürdüğü "ücretlerin tunç yasası" tezi de
dahildir. Kulağa ilk anda radikal gelen bu tez, aslında, "ortalama bir
işçi ücretinin, her zaman, bir ulusun varlığını koruması ve sürdürmesi için
alıştığı ihtiyaçlarının zorunlu maliyetine indirgendiğini" varsayar.
Kapitalizmde işçilerin ancak en asgari geçim seviyesini elde edebilecekleri
görüşü, Marx'ın sınıflar mücadelesi teorisine olduğu kadar, sendikaların da
toplu sözleşme özerkliğine karşı temelden yönelen bir görüştür. Eğer sendikal
sınıf mücadeleleri, Lassalle'ın tunç yasasına göre, işçilerin yaşam
standartlarını yükseltemez, sendikal örgütlenme ve toplu sözleşme mücadeleleri
bunun için etkin şeyler olamazsa ve böylece işçiler, kural olarak kendi
güçlerini kendileri bile tanıyamayacak durumdalarsa, o zaman, bir asgari ücret
belirleyerek, "ücretlerin tunç yasasını" kırmak, devlete düşer.
Dolayısıyla
bu "tunçtan" yasa, kaçınılmaz olarak, devlet mefhumunu, sınıf
ilişkilerini sadece gözeten araç olarak gören bir anlayış ve politikaya, belki
her şeyi işçiler için ve işçiler adına yapan, ama bizzat işçilerce yürütülmeyen
bir devletçi geleneğe yol açmıştır. Lassalle'ın devlet konusu üzerine idealist
görüşleri, Prusya devletiyle iş birliğine yönelik oportünist bir istekliliğe de
yol vermiştir. Marx, Engels ve onların ardılları için temel amaç, işçi
sınıfının siyasal iktidarı ele geçirmesi iken, Lassalle, Prusya tipi
reformculuktan, sonunda bir kooperatif sosyalizminin çıkmasını umar. Daha sonra
Eduard Bernstein, Lassalle'ın kooperasyon sosyalizmi anlayışını ve reformist
devlet umudunu devralıp sürdürecektir. Lassalle gibi Bernstein'ın da ahlaksal
mükemmelliğe erişmiş bir ulus-devlet fikri ile uygarlığın basamaklı ilerleme
modeli arasında kurduğu bağ, az sonra, ulusal devletin emperyalist (sömürgeci)
politikalarını hoş görmeye, hatta onu bu yönde teşvik etmeye açık kapı
bırakmıştır.
Lassalle'ın
Prusya devletiyle iş birliğine hazır olması, o dönemdeki ADAV işçi birliğinin
içinde de tartışmasız değildir. Yaklaşık 100 yıl sonra, DDR (1989'a kadar Doğu
Almanya olarak bilinen sosyalist Demokratik Alman Cumhuriyeti -çn) tarihçisi
Heinz Hümmler ve onun kaynaklara dayanan araştırmaları, Lassalle'ın henüz
hayatta olduğu sırada bile ADAV'da, bir "devrimci proleter
muhalefet"in oluştuğunu gösteren ilk çalışmalar olarak haklı yere
övülecektir. Bundan önce, Lassalle'ın devlet ile iş birliğine ne kadar istekli
olduğu henüz tam olarak bilinmiyordu. Onun devlet ile girdiği iş birliği,
Lassalle'ın ölümünden sonra Prusya şansölyesi Otto von Bismarck'ın, Marksist
sosyal demokrasiye karşı 1878'den 1890'a kadar yürürlükte kalan
"Sosyalistlere Karşı Yasa"nın hazırlıkları sırasında, Lassalle'ın
onunla yaptığı temasları, bu araştırmalar sonucu kamuoyuna yansıyınca
anlaşıldı.
Kendisi
de aristokrat bir toprak sahibi olan Prusya Başbakanı Bismarck o sırada,
sonradan onun sosyal politikalar gizli danışmanı olacak Hermann Wagener'in
yönlendirmesiyle kurduğu siyasi iktidar taktiklerinden ötürü, liberal sanayi
burjuvazisine karşı, muhafazakâr büyük toprak sahipleri ile işçi sınıfı
arasında geçici bir ittifaka açıktı. Sonuçta, "Sosyalistlere Karşı
Yasa"nın çıkartılmasıyla bu ittifakın neden gerçekleşmediğini Bismarck
şöyle açıklayacaktı: Lassalle'ın "arkasında hiçbir güç yoktu" ve dolayısıyla
"do ut des (Latince: aldım verdim, denkleşme, anlaşma -çn) yapılacak bir
kişi de yoktu".
Buna
rağmen Lassalle, III. Napolyon'a karşı Schleswig ve Holstein dükalıklarının
ilhakı uğruna Fransa İmparatorluğu'yla yürütülen savaşta gösterdiği Alman
ulusalcı tutumundan da anlaşılacağı üzere, ulusal konularda açıkça (Alman -çn)
tarafını tutmuştur. Lassalle'ın bu tutumunu, SPD tarihçisi Hirsch,
"Lassalle'ın ihtirası, (...) vatana ihanet alanında değildi" diye
över. Tam olarak bu gerekçeyle Wagener etrafındaki sosyal muhafazakârlar, Marksist
düşüncelere karşı Lasalcılık'ı on yıllarca tahkim etmeye çalıştılar. Aslında bu
tahkimat, esas olarak, Lassalle'ın ardından ADAV başkanlığına onun halefi
olarak gelen Johann Baptist von Schweitzer tarafından başlatılmıştı. O sıralar
Lassalle'a karşı, "su manyağı polak Yahudi" (polak: Katolik lehleri
aşağılayan Protestan bir sözcük -çn) ve "Yahudi zencisi" şeklinde ve
sıklıkla ırkçı veya anti-semitik olduğuna yorumlanan Marx'ın çıkışlarının arka
planına, Lassalle'ın tutumlarını oportünist bir boyun eğicilik olarak görmesini
ve onun fikirlerini ise, devlet lehine sosyal demokrasiyi satma olarak
nitelemesini koyarak Marx'ı okumak gerekir.
Lassalle'ın
Öğrencileri
O
dönemde kendilerine Eisenach'çılar (Eisenach, ilk marksist SDAP'nin kurulduğu
bugünkü Almanya'nın doğusunda bir şehir. Bugün de süren bu gelenekte, bir
partinin kongre toplantısı adını, gerçekleştiği şehirden alır -çn) adını veren
Marx’ın takipçileri ile Lassalle'ın takipçileri arasındaki çatışma, erken Alman
işçi hareketinin tüm tarihini şekillendirecektir. Birleşik tek bir parti olmak
için ADAV ve SDAP, 1875 yılında Gotha şehrinde birlikte toplandıklarında,
birleşik örgütün temel yönelimi konusunda şiddetli tartışma ve anlaşmazlıklar
yaşanacaktır.
Burada,
sosyal muhafazakârlardan Schweitzer'ın girişimiyle, sosyal demokrat işçi
hareketini sadık bir ulusalcı istikamete sokma çabaları başarısızlığa uğramış
olsa da ve ileride, Engels'in 1892'de ölümünden sonra 20. yüzyıl dönümünde,
Rosa Luxemburg, Clara Zetkin ve Franz Mehring etrafındaki partinin sol kanadı,
bu sefer Bernstein'ın parti içindeki revizyonizmini yendiklerini düşünseler de
en sonunda galip gelen, Bernstein olacaktı. İleriki yıllarda, partinin sağ
kanadı aracılığıyla SPD'nin, parlamentoda, Birinci Dünya Savaşı için devlet
borçlanma kredilerine onay vermesine yol açacak Lasalcılık'ın nihai
başarısında, elbette, partinin devrim teorisindeki zayıflığın önemli bir payı
olmuştur. Zira, SPD'nin 1914'teki ihanetinden önce Bernstein, Bernstein'dan
önce de Lassalle, bu partidendi.
Başlarda
Marx'ın düşüncelerinin takipçisi ve Lassalle reformizminin karşıtı olan
Bernstein, daha sonraları ADAV'ın kurucusuna duyduğu hayranlığı hiç
gizlemeyecekti. Daha sonra tamamlayıcı bir cilt daha ekleyeceği on iki ciltlik
Lassalle'ın "Toplu Konuşmalar ve Yazılar"ının 1919/1920'de yayıncısı
olacak Bernstein, bu on iki cildin ön hali olan Lassalle'a ait üç ciltlik
"Konuşmalar ve Yazılar"ı da bundan önce 1892/1893'te yayınlamıştı.
SPD'nin "Der Sozial-Demokrat" gazetesinin redaktörlüğünü yaptığı
sırada dahi Bernstein, Lassalle'ın "Devlet Kredileriyle Üretici
Çağrışımlar" adını koyduğu fikrine olumlu atıflarda bulunuyordu.
Lassalle'ın fikirlerinden esinle isim verdiği bu kitabını da Bernstein,
"Leo" mahlasıyla daha 1884'te yayınlamıştı. 1904'e gelindiğinde,
parti yayınevi "Vorwärts" için, "ölümünün kırkıncı
yıldönümü" vesilesiyle Lassalle'ın "işçi sınıfı için önemini"
öven bir monografi yayınlayacak, bunun arkasından, "Ferdinand Lassalle'dan
Ebeveynlerine ve Kız Kardeşine İçten Mektuplar" adlı cilt gelecekti.
Bugün
de Lassalle'ın hayaleti, işçi hareketinin ulus-devlete adapte edilmiş reformcu
politik çizgisinde yaşamaya devam ediyor. (Reformizm tarafından -çn) bir öncü
aziz olarak görülen Lassalle, daha en başta, ulusal kimliğin ve parti
kültürünün ayrılmaz bir parçası olmuş, onun fikirleri, Marx'ınkine alternatif
bir program olarak, belirli bir sistematik oluşturacak şekilde yeniden
yapılandırılmıştır. Marx'ın "intihalcisi" (başkasının yazı veya
görüşlerini kendisininmiş gibi gösterme -çn) olduğu ya da Vormärz döneminin
(Almanya'da genel olarak yazılı edebiyatın, I. Napolyon savaşlarının sonu 1815
ile 1848 Devrimleri arasında, dilde sade, estetikte realist dönemi. Aralarında
yazar Georg Büchner ve şair Heinrich Heine'nin de olduğu pek çok yazar ve
sanatçı bu dönemde ün kazanmıştır -çn) bir yığın Genç Hegelciler'inden sadece
biri olduğu yönündeki ona yöneltilen çifte suçlamaya karşı Lassalle sürekli
savunulmuştur. Bu suçlamaları adamakıllı cevaplamak yerine, Hans Mommsen'in de
söylediği üzere, Lassalle, "bağımsız ve özgün bir düşünür, hatta Marx'ın
yerine konacak biri" olarak öne çıkarıldı.
Yine
de 1964 yılında, ölümünün 100. yıldönümü geldiğinde, o zamanın Batı
Almanya'sında, ADAV kurucusu Lassalle'nın bıraktığı (politik ve teorik -çn)
miras hakkında hararetli bir tartışma yaşandı. Wolfgang Michalka, o yıllarda
Reclam Yayınevi'nin yeniden bastığı "İşçi Programı"nın önsözünde,
"Lassalle'a yönelik ilginin kökeninin, Almanya Sosyal Demokrat Partisi'nin
kendisini yeni koşullara bir kez daha adapte etme arayışından
kaynaklandığını" çok doğru bir şekilde tespit etmiştir. Zira, SPD'nin tüm
tarihi, "Lassalle'a yapılan atıfların belirleyici olacağı", sürekli
bir Marksizm’le hesaplaşmayla karakterizedir. Bu adaptasyonlar, kapitalist
piyasa ekonomisine ve ulusal savunmaya bağlılığın karar altına alındığı
1959'daki "Godesberg Programı" ile kendisini bir işçi partisinden bir
halk partisine dönüştüren SPD'deki değişim, (Marx'tan sonra -çn) şimdi de
Lassalle isminin neden solmaya bırakıldığını açıklar. Bugün SPD'de, (bırakın
Marx'ı -çn), Lassalle üzerine bile bir tartışmanın hayali dahi mümkün değildir.
Yine de partideki soyu tükenmiş son Sosyal Demokratlar halâ bazı (Lassalle'cı
-çn) retorikleri kullanıyorlar. Örneğin, Lassalle'ın düelloda ölmeden kısa bir
süre önce ADAV'ın Wuppertal şubesinin açılış festivalinde yaptığı programatik
konuşmasındaki sözleri, bir plaket üzerine kazınarak, Wuppertal yerel SPD
örgütünce 2004 yılında, onun ölümünün 140. yıl dönümü anısına duvara
çakılmıştır.
Hükümetin
otoriter bir dış tehdidin oluştuğunu ilan ettiği bugünlerde, yönetici
kadroları, geleneksel barışsever tutumundan yumuşakça sapmasına, Almanya'nın
ulusal savunmasında ve müttefik olduğu NATO ülkelerinin savunulmasında
(devletle -çn) "yapıcı" iş birliği yönünde dümen kırmasına
çalıştıkları bugünkü "Sol Parti" içinde, bu sıralar, bunlar üzerine
içeriksel bir tartışma aslında yerinde olurdu. Ancak, Sol Parti içinde bile,
partinin devralıp sürdürdüğü geçmişin teorik ve politik mirası hakkında neredeyse
hiçbir tartışma olmadığından ve geçmişte yapılandan farklı olarak, bugünün
parti liderleri, içinden parti stratejisinin çıkarılacağı kapitalizmin kapsamlı
bir analizini sunmaya mecbur olmadıklarından, Lassalle'ın 200. doğum
yıldönümünü yaşadığımız bugünlerde, canlı bir teori ve tarih tartışması
beklemek boşuna olur. Oysa bu, bir o kadar mantıklı ve gereklidir. SPD'nin
siyasal pratiğinde çoktandır bir Lassalle yok, ama Sol Parti'de şüphesiz halâ
var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.