Mahmut
Boyuneğmez
Sosyal demokrasi, yoksulluk,
işsizlik, eşitsizlikler, adaletsizlikler gibi kapitalist toplumsal
formasyonlarda birer sonuç olan görüngülerin, siyasal ve ekonomik reformlarla
tedricen ortadan kaldırılacağı görüşüyle karakterizedir. Bazı ülkelerdeyse,
eşitsiz ve geç gelişen burjuva demokratik ilke ve kurumların geliştirilmesini
savunur. Günümüzde Türkiye’de sosyal demokratik liberalizm, hem kapitalist
toplumsal ilişkilerin tahripkâr sonuçlarının reformlarla yumuşatılmasını, hem
de kapitalist demokrasinin ilke ve kurumlarının revizyonunu savunmaktadır.
Geçmişte sosyal devlet,
piyasanın devlet eliyle düzenlenmesi ve karma ekonomi, 1929 bunalımından sonra,
krizden çıkışın bir formülü olmuştur. Ayrıca bunlar, özellikle 2. Dünya Savaşı
sonrası Soğuk Savaş yıllarında, reel sosyalizme ve Avrupa’nın bazı ülkelerinde
yeniden kitleselleşme eğilimi gösteren komünist partilere karşıtlıkla, işçi
sınıfının burjuva demokrasisine rızasını inşa etmek üzere oluşturulan bir hegemonya
projesinin bileşenleridir.
Sosyal demokrasinin altın çağı
olan 2. Savaş-1980 arası dönemi karakterize eden Keynesçi sermaye birikim
biçimi, uluslararası bir krizle birlikte yerini, 1980’lerden itibaren neo-liberalizme
bırakmıştır. Kapitalistler ile proletarya arasındaki kısmi uzlaşmanın ürünü
olan burjuva demokratik üstyapılar, böylelikle yeniden düzenlenmeye
başlanmıştır. 1990’larda reel sosyalizmin çözülmesiyle beraber, sosyal
demokrasinin komünizme karşı koruma sağlayıcı işlevi de ortadan kalkınca,
kapitalist sınıfın gözünde bu akım, demode olmuştur. “Kuyruklu yıldız” dünyadan
uzaklaşmıştır.
Yaklaşık 40 yıllık neoliberal
sermaye birikim sürecinin Türkiye ekonomisinde ve toplumsal ilişkilerde
oluşturduğu tahribatın bazı sonuçları şunlardır: Toplumsal haklar emekçilerin
ellerinden alınmış, piyasa ilişkilerinin kapsama alanı genişletilmiştir. Eğitim,
sağlık ve sosyal güvenlik, piyasa ilişkilerine açılıp, alınır-satılır meta
haline getirilmiştir. Reel ücretler geriletilmiş,
emekçilerin ücretleri genel olarak asgari ücret düzeyine doğru aşağıya
çekilmiştir. Esnek çalışma yaygınlaştırılmıştır. Sendikasızlık genel bir kural
haline getirilip, mevcut sendikal alanda sarı/yandaş sendikacılığın hegemonyası
kurulmuştur. Devlet örgütlenmesi, açık şekilde sermayeye kaynak transfer mekanizmalarıyla
çalışır hale getirilmiş ve şirketleşmiştir. Sosyal devlet tasfiye edilirken,
güvenlik devleti ve otoriterizm tesis edilmiştir.
Artık neo-liberal politikalar
uygulanmış, sermaye sınıfı adına “kestaneler ateşten alınmıştır.” Türkiye’de bu
“kestaneler”in çoğunu ateşten alan AKP’dir. Şimdi sermaye sınıfına ideolojisi
ve vizyonu üzerinden bağlı olan sosyal demokrasinin, emekçi kesimlerde neo-liberal
politikaların ve iktisadi krizin oluşturduğu huzursuzluğu ve rahatsızlığı
soğurmaya dönük bir işlevle donanmış olarak, siyasal arenada yıldızı
parlamaktadır. Yörüngesini tamamlayan “kuyruklu yıldız” Türkiye’den görülecek
şekilde uzayın/tarihin derinliklerinden geri gelmektedir.
Sosyal adalet, yoksulluğu
azaltma, “sosyal devlet” gibi vaatlerle emekçilere seslenen sosyal demokrasi,
bir tür sosyal liberalizmi temsil etmektedir. Toplumsal eşitsizliklerin,
yoksulluğun, yoksunlukların, hak kayıplarının, adaletsizliklerin nedeni,
kapitalist toplumsal ilişkiler olduğundan, sosyal demokratik liberalizmin bu
sonuçları tolere edilebilir kılması, ılımlaştırması mümkünse de ortadan kaldırması
olanaksızdır. Sosyal demokrasinin önümüzdeki yıllarda kent lokantaları, ayni ve
nakdi yardımlar vb. tüm hayırseverlik uygulamaları, “denize düşen yılana
sarılır” örneğine benzer şekilde toplumumuzun yoksullaştırılan kesimleri
tarafından beğenilir özelliktedir. Sosyal demokrat belediyelerin sadaka
politikalarının, yoksunluklar ve yoksullukla boğuşan halkımız için palyatif
(günü kurtaran, kalıcı olmayan) tedbirler olduğu açıksa da toplumumuzda etkisi
yayılan bir sempati oluşturmaması mümkün değildir.
Sosyalist hareketin bu
topraklarda güçlenmesi ve belirli bir cüsseye ulaşmasıyla, sosyal demokratik
liberalizmin kapitalist devletin yürütme gücünü devralmaya yetecek kadar
toplumsal onay alması birbirleriyle korelasyon gösteren olgulardır. Başka bir
ifadeyle, sosyal demokrasinin toplumda hükümet olmaya yetecek kadar yaygın
kabul görmesi, emeğin sermaye sınıfına karşı siyasal mücadelede elinin
güçlenmesine bağlıdır ve bu güçlenme sosyalist hareketi de besler. Kapitalist
sistemin koruyucu/muhafaza edici bir eğilimi olarak sosyal demokrasi, emekçi ve
sosyalist harekette güçlenme süreçlerinin önünü almaya yönelik bir
geri-bildirim mekanizması olarak devreye girmektedir. Sosyalist hareketin böylesi
bir tarihsel kesitte, bağımsız siyasal varlığını koruması ve sosyal
demokrasinin kuyruğuna takılmaması, onunla ittifak/iş birliği yapmaması
yaşamsal önemdedir. Çünkü sosyalistlerin sosyal demokrasiye yakınlaşması,
eylemlerde ve söylemde dayanışmaya gitmesi, CHP’nin toplumsal gücünü ve
itibarını artırmaya yarayacaktır.
Öte yandan, bir parti-devlet
olan AKP’nin ittifak güçleriyle birlikte geleneksel dinsel, milliyetçi, muhafazakâr
ve liberal hegemonya oluşturucu mekanizmalarla ve popülist sağ politikalarla emekçilerin
sıkıntılarını soğurması ve sermayenin siyasal ve toplumsal iktidarını
sürdürmesi yakın-orta vadedeki ana eğilimdir. Hegemonyanın oluşturulmasında
baskı, zorlama ve yasaklama gibi kapitalist demokrasilerin mütemmim cüzü (vazgeçilmez
bileşeni) olan niteliklerin dozunda artışların olması olağandır. Çünkü
iktidarın doğasında bu vardır.
Aydınlanmacı ve laik
duyarlılıklara sahip emekçilerin, CHP'nin devletin ve toplumsal ilişkilerin dinselleştirilmesine
karşı kılının kıpırdamadığını görmeleri gerekmektedir. Ülkemizde emekçileri bu
partiye bağlanmaya sevk edecek, alışkanlıklar dışında, bir neden
bulunmamaktadır. Bu parti, aydınlanmayı, laikliği, emperyalizmden bağımsızlığı,
kamulaştırmayı, parasız, bilimsel ve laik eğitimi, emekçi halkların
kardeşleşmesi ve birlikte örgütlenmesini savunmamakta, bu nedenle emekçilerin
çıkarlarının politik temsilciliğini yapmamaktadır. Bu partinin adında
"halk" kelimesi vardır, fakat halkçı değildir.
CHP'nin sola, sosyalizme doğru
çekilmesi uğraşısı ise tamamen beyhude (anlamsız) bir çabadır. Bunun olmasının
sosyalist ve emekçi hareket güçlenmedikçe mümkünatı da yoktur. CHP'nin politik
ufku, has bir burjuva ideolojisi olan liberalizmle sınırlıdır.
Öyleyse, sosyalistler sosyal
demokrasiyle flört etmekten, “kuyruklu yıldız altında bir izdivaç”tan uzak
durmalıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.