Sencer Divitçioğlu
Marx, 1853 yılında Engels’e yazdığı bir mektupta şöyle diyor:
“Bernier haklı olarak Türkiye, İran ve
Hindistan’dan bahsederken, Doğu’daki bütün olayların temelini toprakta özel
mülkiyetin yokluğunda aramalıdır diyor. Bu, Doğu cennetinin gerçek
anahtarıdır.”[1]
Bu
metnin ifade ettiği anlam açıktır: Türkiye, İran ve Hindistan gibi Batılı olmayan
toplumların üretim tarzları ancak toprakta özel mülkiyetin yokluğu olgusu ile
açıklanabilir. Engels’in hemen o ay içinde Marx’a verdiği cevap, konunun nasıl
geliştiğini anlamak bakımından önemlidir.
“Gerçekten toprak mülkiyetinin yokluğu
bütün Doğu’nun anahtarıdır. Doğu’nun siyasi ve dini bütün tarihi burada
gizlidir. Fakat Doğuluların feodalite şeklinde bile toprak mülkiyetine
gelemeyişlerinin sebebi nedir? Sanırım ki bunun esası, Sahra’dan Arabistan,
İran, Hindistan’a ve Tataristan’dan ta yüksek Asya yaylalarına kadar uzanan
çölün iklimi ve bununla ilişkin olarak toprağın cinsidir. Buralarda yapay
sulama tarımın ilk şartıdır ve (bu iş) ya köyün ya vilâyetin ya da merkezî
hükümetin görevidir.”[2]
Yukarıya
alman iki parça birlikte okununca, Asya üretim tarzının temel yapısı ortaya
çıkar. Marx’ın mektubu XVII. yüzyılda Hint-Moğol Sultanı Orancebe (metinde
Aurengzebe olarak geçiyor) yanında yaşamış olan Fransız gezgini Bernier’in
şahadetine dayanıyor. Bernier’in naklettiğine göre, Türkiye, İran ve
Hindistan’da toprakta özel mülkiyet yoktur. Toprakların mülk sahibi devlettir.
Öyle ise, bu ülkelerde klâsik feodal üretim tarzı söz konusu olamaz. Çünkü,
klâsik feodalitenin tanımında örneğin devletin toprağın mülk sahibi olması diye
bir şey yoktur. Şu hâlde, bu ülkelerde “başka” bir üretim tarzı olmalıdır.
Neden
bu toplumlarda özel mülkiyet ortaya çıkamamıştır? Öyle gözükmektedir ki, bu
ülkelerde iklim ve toprak şartları, aslî ve tek üretim aracı olan topraktan
ürün alınabilmesi için, geniş sulama tesislerini gerektirmektedir[3]. Bundan dolayı, toprağın
mülkiyeti özel ellerde olamaz. Toprak ya köyün (komün) müşterek mülkü ya da
devletin mülküdür.
Marx
ile Engels arasındaki 1853’teki bu yazışma, Asyal denilen üretim tarzı
kavramının ilk nüvesini oluşturmaktadır. Marx konuyu aynı yıl New York Daily
Tribune’e yazdığı bir makalede tekrar ele alıyor. Yukarıda adı geçen ülkelerde,
“İklim ve bölgesel şartlar, kanal ve
suyolları ile yapılan yapay sulama, Doğu tarımının temelidir. Mısır ve
Hindistan’da olduğu gibi, Mezopotamya ve İran’da sulama kanallarının yardımı
ile su baskınları toprağı bereketlendirsin diye kullanılır. Suyu iktisadi ve
ortaklaşa kullanmak ihtiyacı... uygarlığın geri ve arazinin çok geniş olduğu
Doğu’da iradî birleşmelerden ziyade, merkezî hükümetin müdahalesini
gerektirmektedir. Bütün Asya hükümetlerine düşen İktisadî görev kamu işleri
(public works) yapmaktır.”[4]
Toprağın
az ve kurak olduğu ülkelerde toprağı bereketlendirecek kemer ve suyollarının
yapımı ister istemez, suyu ortaklaşa kullanmak zorunluluğunu doğurmaktadır.
Böyle olunca, gerek suyollarının yapımında iradî ve müşterek çalışmalar, gerek
suyu ortaklaşa kullanma mecburiyeti toprakta müşterek mülk sahipliğini, ya da
devlet mülkiyetini gerektirmektedir. Fakat, Marx’ın Doğu’da toprak
mülkiyetsizliğini meydana getiren etkenler arasında sulama tesisleri gibi, doğa
şartlarının bir sonucu olan, iktisat-dışı etkenler ile tamamen tatmin olmadığı[5], yukarıda metnin son
cümlesinden bellidir. Kullandığı “kamu işleri” terimi de bunu göstermektedir.
Ona göre, Asyalı hükümetlere düşen İktisadî görev; kamu işlerini yerine getirme
görevi, toprak mülkiyetinin devlete ait olmasına sebep olmaktadır.
Marx’ta
kamu işleri ayrıntılarıyla tahlil edilip, tam olarak belirtilmemiştir. Bunların
kesinlikle hangi işleri kapsadığı bilinmemektedir. Bununla birlikte, Pre-Capitalist
Economic Formations[6] içinde, Doğu
hükümetlerinin üzerlerine almakla görevli olduğu kamu işlerine yer yer temas
edilmiştir. Örneğin, Devletin kamu işleri içinde sulama tesisleri olduğu gibi, “ulaştırma,
vs.”[7] gibi işler de vardır.
Kanımızca, bu “vesaireler” içinde “harbin gerektirdiği işler”[8] ile iç ve dış baskılara
karşı “hayalî ya da hakikî ortakçı karı”[9] ilgilendiren işleri de
saymak gerekir. Böylece, devletin başarmakla görevli olduğu kamu işlerinin
kapsamı oldukça genişlemiş olur. Marx’a göre, toprakları sulama zorunluğu nasıl
toprak mülkiyetsizliğini doğuran bir etkense, ordu beslemek ve ona bağlı olarak
ulaştırma şebekesini kurmak (?) da başka bir etken olabilir. Orduya silâh,
malzeme, erzak, insan temini ve nihayet ulaştırma şebekesinin kuruluşu
ekonominin tek elden güdümlü bir şekilde yönetimini gerektirdiğinden, topraklar
üzerinde özel mülkiyet ortaya çıkamaz. Bunun gibi, topluluğun hayalî ve hakiki
menfaatleri için girişilecek kamu yatırımlarında da aynı durum vardır. Örneğin,
tapmak, kale ve yol gibi müşterek çalışmanın ürünü olan muazzam inşaatlara
girişmek, basit bir üretim tekniği içinde, ancak mülkiyetsizlik ortamında
mümkündür. İşlerin birlikte yürütülmesini sağlayan yüksek otorite, toprak
mülkiyetine dayanan özel otorite ile çatışmamalıdır.
Asya
üretim tarzında toprak üzerinde bireysel mülkiyet yoksa, mülkiyet kime aittir?
Marx ve Engels’e göre, mülk sahibi kamu hizmetlerini yerine getiren üstün
otoritedir dedik. Nitekim, “temel Asya şekillerinin birçoğunda, küçük
topluluklar üzerindeki birleştirici birim, üstün ve biricik mülk sahibi”[10] olmaktadır. Anlaşılacağı
gibi, birleştirici birim deyimi ile kastedilen üstün ve biricik otorite
devlettir. Bu topluluklarda “ceberrut (despot) bir sürü toplulukların babası
gibi gözükür ve hepsinin birliğini sağlar”[11]. Bununla beraber, hemen
işaret edelim ki, burada kullanılan ceberrut terimi tesadüfidir. Çünkü Marx’a
göre, birleştirici birim, yani devlet, ceberrut olabileceği gibi, demokrat da
olabilir[12].
Asya
toplumlarında devlet toprağın mülkiyetine sahip olsa bile, “gerçek topluluklar
(toprağın) tasarruf hakkına sahiptirler”[13]. Fakat yine de “aslında
birey tek başına mülksüzdür”[14]. Böyle olunca, Asya
üretim tarzında mülk sahibi olan sadece devlettir. Mülkiyetin devlete ait
oluşu,
“... Devlete tâbi olmak dışında siyasi
ve İktisadî hiçbir (baskıyı gerektirmez). Devlet en ulu varlıktır. Hükümdarlık,
millî ölçüde, toprağın mülkiyetinin temerküzüdür. Bununla birlikte, (toprakta)
özel mülkiyetin olmamasına rağmen, toprağın özel ya da müşterek tasarrufu
ve kullanılışı söz konusudur.”[15]
Öyle
ise, Asya üretim tarzında devlet mülkiyetinde olan toprakların tasarrufu özel
kişilerin ya da topluluğun elindedir. Bu üretim tarzında mülkiyet ilişkilerinin
aldığı ikili şekil sistemin özelliğidir. Aşağıdaki basit şema, Asya üretim
tarzında toprak, birey (ya da topluluk) ve devlet arasındaki mülkiyet
ilişkilerinin niteliğini göstermektedir (Şema-I).
Şimdilik
kısaca temas edilen bu ilişkiler üzerinde daha fazla durmadan, Asya üretim
tarzının diğer öğelerinin incelenmesine geçelim. Konuya giriş olarak Kapital’den
aşağıdaki parçayı aktarıyoruz.
“Bugüne kadar halâ süregelen bazı küçük
ve eski Hint toplulukları, toprağın müşterek sahipliği, tarım ve el
sanatlarının birlikte yapılması ve değişmeyen bir iş bölümü üzerine
kurulmuşlardır. Yeni bir topluluk doğunca bu değişmez plân ve şema örnek alınır.
Binlerce dönümlük araziyi kaplayan topluluklar bütün gerekli olanları
üretebilecek topak (compact) bir bütün oluşturur. Ürünün büyük bir kısmı
(doğrudan doğruya) topluluğun ihtiyaçlarına tahsis edilir ve meta şeklini
almaz. Bütün Hint topluluklarında üretim, metaların mübadelesi sonucunda ortaya
çıkan bir iş bölümünden bağımsızdır. Sadece artık, onun da ancak bir kısmı,
devlet eline geçtikten sonra meta olur. Zira, bir miktarı hâlâ eski devirlerin
kalıntısı olarak aynî rant şeklindedir. Bu toplulukların biçimi Hindistan’ın
farklı bölgelerine göre değişmektedir. (Bununla birlikte) en basit yapıdaki
(şekildeki) toplulukların hepsinde toprak müştereken sürülür ve ürün aralarında
bölüşülür. Yün eğirmek ve kumaş dokumak her ailede yardımcı bir sanayidir.”[16]
Yukarıdaki
metinden bazı önemli çıkarsamalar yapılabilir:
i) Bu
topluluklarda tarım ile el sanatları (Marx buna bazen manifaktür de diyor)
arasındaki iş bölümü oldukça gelişmiştir. Bu bakımdan topluluk topak bir
İktisadî birim teşkil eder.
ii) Ekonomide
üretilen ürünün büyük bir kısmı ailenin tüketimine ayrılır. Geriye kalan
artık-ürün toprağın biricik mülk sahibi olan devlete geçer.
iii) Bundan
dolayı ekonomide meta üretimi gelişememiştir. Köy topluluklarında üretim,
kullanma-değeri sağlamak için yapılır. Hele devlete verilen vergiler muhakkak
aynî vergi niteliğinde ise, bu olay, mübadele-değeri için meta üretimini
büsbütün kısıtlar.
Şimdi
sırasıyla Asya üretim tarzını meydana getiren bu öğeleri inceleyelim:
Asya
üretim tarzında toprak üzerindeki mülkiyetsizlik ya da genellikle kabul
edildiği şekliyle devlet mülkiyeti, temellerini tarım ile küçük sanatlar
arasındaki iş birliğinden doğan topak iktisadi köy birimlerinde bulmaktadır.
“Doğu ceberrutluğu meşru bir mülkiyet
yokluğuna yol açmaktadır. Gerçekten, kabile mülkiyeti ya da müşterek mülkiyet
temellerini küçük toplulukların tamamen kendini-destekleyen (self-sustaining)
ve içinde üretim ile artık üretimin şartlarını hazırlayan, tarım ve
manifaktürün birleşiminde bulmaktadır.”[17]
Gerçekten,
Asya üretim tarzında toprak mülkiyetinin hukuki esasları köy topluluklarının
kendini-destekler İktisadî özelliğinden doğmuştur. Bu husus, Hindistan ve Çin
gibi toplumlarda açıkça gözükmektedir.
“Bu (ülkelerde) üretimin kabataslak
temeli küçük-çaplı tarım ile sanayiin birleşmesidir. Hindistan için ayrıca şunu
da ilâve etmemiz gerekir. Köy toplulukları toprağa müştereken sahiptirler. Bu
ayrıca Çin’in de orijinal tarafıdır”[18].
Mamafih,
Asya toplamlarında toprak mülkiyetinin devlete ait oluşunun sadece köy
ekonomisinin kendini-destekler karakteri ile açıklamak hatalıdır. Yukarıda da
işaret edildiği gibi, devletin kamu işlerini üzerine alması, toprak
mülkiyetsizliğini doğuran diğer bir etken olabilir.
“İki ayrı durum: Bir yandan, diğer Doğu
halkları gibi Hintli de tarım ve ticaret için gerekli büyük kamu işlerini
merkezi hükümete devretmiştir. Öte yandan, (iktisadi) faaliyetlerini, ülke
üzerinde tarım ve manifaktürün birleşmesiyle toplanmış küçük merkezler arasında
dağıtmıştır”[19].
Öyle
ise, Asya üretim tarzında toprak mülkiyetinin devlete ait oluşunun iki temel
sebebi vardır: i) Köy topluluklarının kendini-destekler karakteri ve ii)
Devletin üzerine almış olduğu kamu işleri.
Asya
üretim tarzının bu özgül yapısı, Asya toplumlarının millet olarak kalımının da
şartıdır. Kendini-destekler köy ekonomilerinin varlığından dolayı topluluklar
arasında İktisadî bağlantılar kuvvetli değilse, bu bünye ile uyuşan bir
devletin ortaya çıkışı, sömürme olayını gerçekleştirdiği halde, topluluklar arasında
herhangi bir çatışmayı ortadan kaldırmakta ve topluluk için gerekli olan kamu
işlerini yürütmektir. Bu, milletin hayatının devamlılığını sağlayabilir:
“Böylece halk, küçük köy toplulukları
birliği halinde bölünmüştür. Aralarında hemen hemen ya da hiçbir İktisadî bağ
yok tur. Çünkü her piyasa kendine yeter, kendi ihtiyacı olanı üretir. Değişik
komşu piyasalarının ürünleri birbirinin aynıdır. Bundan dolayı, aralarında
mübadele olanağı azdır. Küçük topluluklar halinde birleşen halkın aynı iktisadi
menfaatleri olsa bile, müşterek menfaatleri olamaz. Sadece onlarla ilgisi
olmayan bir yabancı gibi karşılarına çıkan devlet gücü sürgit onları sömürür.
Bu (olay) milletin kalımının bir şartıdır”[20].
Asya
toplumlarında, kendini-destekler köy topluluklarından elde edilen artık-ürün
devlete aktarılmakta, devlet ise kendine geçen bu artık-ürünü kamu işlerini
yerine getirmek için kullanmaktadır. Köy ekonomileri ile devlet arasındaki bu
ilişki, Asya toplumlarının dayanıklılık ve devamlılık şartlarını hazırlar.
Asya
üretim tarzının işleyişi Marx’ta şöyle ifade edilmektedir:
“Bu küçük topluluklar, tamamen
kendini-destekler olmakta ve yeniden-üretim ile artık-üretimin şartlarını
kapsamaktadırlar. Artık-ürünün bir kısmı kişide cisimleşen üstün topluluğa
aittir. Bu artık-emek, haraç vs. ya da birliği yücelten müşterek çalışma
şeklinde ortaya çıkar”[21].
Fakat,
Asya üretim tarzında, üstün otorite, yani devlet tarafından gasp edilen
artık-ürünün ancak bir kısmı kamu hizmetlerine tahsis edilir.
“Herhangi bir toplumsal üretim şeklinin
mevcut olduğunu kabul edelim (ilkel Hint topluluğu, Peru’da fevkalâde gelişmiş
olan komünizm). Burada emeğin bir kısmının yarattığı ürün, üreticiler ve
aileleri tarafından doğrudan doğruya tüketilir (üretken tüketimin dışında kalan
kısım). Emeğin artık-emek halindeki diğer kısmı, bu artık-ürünün nasıl
dağıtıldığına ve toplumsal ihtiyaçları temsil eden fonksiyonun kimin olduğuna
bakılmadan, genel toplum sal ihtiyaçlara tahsis edilir”[22].
Kanımızca
Kapital’den alınan yukarıdaki parça oldukça önemlidir. Çünkü, Marxgil yazında
ilk defa bir toplumsal refah fonksiyonundan söz edilmektedir. Marx’a göre, bu
refah fonksiyonu şu şekilde açıklana bilir: Devlet, köy topluluklarında
yaratılan artık-ürünü kendisine geçirmektedir. Bu olayın meşruluğu ise ancak
devletin üzerine aldığı kamu işlerini başarması ile mümkündür. Fakat, devlet
karar almada serbest olduğundan artık-ürünün bir kısmını kamu yatırımlarına
tahsis ederken, diğer bir kısmını kendi tüketimi için alıkoyacaktır. Nitekim, “devlet...
tüketilen zenginliği ve lüksü”[23] temsil eder.
Köy
toplulukları tarafından yaratılan artık-ürün devlete nasıl geçer? Marx, değişik
yerlerde vergi, haraç ve toplu çalışma (angarya) gibi vasıtalardan
bahsetmektedir. Bu konuyu biraz daha yakından inceleyelim:
Engels’in
Marx’a yazdığı 6 Haziran 1853 tarihli mektubunda[24] belirttiği bir husus,
Marx’ın 10 Haziran 1853’te The British Rule in India adlı makalesinde
aynen yer alıyor. “Genel olarak Asya’da hükümetin üç bölümü (department) vardır:
İç talan yani maliye, dış talan yani harp ve nihayet, kamu işleri”[25]. Öyle ise devletin
artık-ürünü gasp ediş yolları aslında iki türlüdür: İç ve dış talan. İç talan,
yağma şeklinde ganimet olacağı gibi, aslen vergi şeklindedir.
“Asya’da olduğu gibi, üreticilerin özel
toprak sahipleri ile karşı karşıya gelmedikleri, toprak sahibi ve hükümdar olan
devlete tâbi oldukları vakit, rant vergi ile aynıdır ya da başka bir deyişle,
toprak rantı şeklinden farklı bir vergi yoktur”[26].
Asya
üretim tarzında vergi şeklinde devlete aktarılan rantlar çoklukla aynen[27] tahsil edilir. İç talan
ve vergi, Asyal devletin harplerle sağlanan dış talan ganimetleriyle birlikte,
tek gelir kaynağıdır.
Burada
önemli bir noktaya değinmeden geçemeyeceğiz. Asya devletinin tamamen talan
ekonomisine bağlı olduğu zannedilmemelidir.
“Genel görüşe göre, bazı dönemlerde
sadece talan ile yaşanmıştır. Fakat talanla yaşamak için, talan edilecek şeyin,
yani üretimin yapılması gereklidir. Ve talan usulü, üretim tarzı ile belirlenir”[28].
Şimdi,
Asya üretim “genel model”i için çok önemli olan bir konuya geliyoruz. Bu, Asya
toplumlarındaki üretim şekillerinin araştırılmasıdır. Konunun önemi, özellikle,
sistemin içsel dinamiği bakımındandır.
Hemen
söyleyelim ki, Marx Pre-Capitalist içinde bu konuyu derinliğine
incelememiştir. Bununla birlikte sanıyoruz ki, Kapital’den bazı sonuçlar
çıkarmak mümkündür. Örneğin:
“Eski Hint topluluğunda olsun, Peru İnka
devletinde olsun, ilkel topluluk müşterek mülkiyet esasına dayandığından
(toplumu teşkil eden bireylerin) karşılıklı bağımsızlık durumu ortaya çıkamaz”[29].
Bu
parçanın ifade ettiği anlam açıktır. Eğer toplumda müşterek mülkiyet varsa,
üretici birey özel ve bağımsız olarak ürettiği maldan, kişisel tüketiminin
üstünde kalan kısmı, yabancılaşabilir nesne olarak kabul edemez. Birey üretimi
sadece kullanma-değeri yaratmak için yapar. Üretilen nesnelerin mübadelesi ve dolayısıyla
meta üretimi söz konusu değildir. Bu bakımından birey toplumun diğer
bireylerinden ayrılmamıştır. Birey ancak toplumla birlikte oluşur. Özel ve
bağımsız birey ortaya çıkamaz.
Bununla
birlikte, Marx, bu toplumlarda meta-para-meta şeklindeki basit dolaşımın var
olabileceğini söylemektedir. Nitekim, “meta üretiminin ilk aşamalarında, fazla kullanma-değeri
paraya dönüşür”[30].
Öyle
ise, Asya üretim tarzında temel üretim şekli kullanma-değerli mal üretimidir.
Bununla birlikte, arızî olarak mal piyasaya arz edilebilir. Fakat, ekonomi
içinde bu ikinci şeklin yeri önemli değildir. “Eski Asya ... üretim tarzlarında
ürünün meta ve insanın meta üreticisi haline gelmesinin ikincil bir önemi
vardır”[31].
Anlaşılacağı
üzere, asli ve hâkim üretim şekli olan kullanma-değeri, kısmen basit mübadele
şekli ile bütünleşebilir. Ama ne var ki,
“... mübadele, üretim kesimlerinde
farklılaşmayı yaratmaz, fakat halihazırda farklı olanları bir araya getirir.
Böylece bu, geniş bir toplumda ortak üretimin bağımsız dalları olur”[32].
Asya
üretim tarzında kullanma-değeri hâkim bir üretim şeklidir dedik. Böyle olmakla
beraber, üreticilerin fazla kullanma-değerlerini paraya çevirmesi olayı ve
devleti temsil eden sınıfın lüks tüketim harcamaları, toplumda mübadele-değeri
için meta üretimini de uyandırmıştır. Bunun sonucunda, ekonomide ticaret ve
tefecilik ile birlikte, kendini-destekler köy ekonomilerinin dışında kalan
faaliyet dalları ortaya çıkmıştır. Fakat, öyle gözükmektedir ki, ekonomide
ticaretin gelişmesi hiçbir zaman hâkim üretim şeklini değiştiremez. Çünkü,
ticaret ancak “farklılaşmış olanı” bir araya getirir. Yoksa ne ekonomide meta
üretiminin yayılmasına ne de kendini-destekler köy ekonomilerinin çözülmesine
sebep olur.
Asya
üretim tarzında ticaretin gelişmesi, vargısal olarak “sanayi”nin meydana
çıkmasına yol açar. Bu sanayi, küçük sanatlar ya da el sanayi halindedir ve
esnaf toplulukları, kastlar ve loncalar şeklinde örgütlenmiştir. Bununla
birlikte, küçük sanatların meydana gelişi ile genişlik kazanan mübadele ve
ticaretin, yeni üretim dallarının kurulmasına ve kurulmuş olanlar da var olan
sanayiin gelişmesine sebep olamaz. Ticaret ve mübadele ancak, verilmiş talebe
göre, yerleşmiş olan sanayi dallarını bir araya getirir. “Toplumun
kapitalizm-öncesi aşamasında ticaret sanayii gütmektedir”[33]. Ticaret, talebe göre
ayarlanmış sanayi dallarında üretim faaliyetlerini kamçılar. Üretim sürecinin
ticareti gütmesi söz konusu olamaz.
Bu
konuda, Asya üretim tarımda kent ve kır iş bölümünden bahsetmek yerinde olur.
Fakat Marx’ın işaret ettiği gibi aslında, “Asya’nın tarihi bir bakıma kasaba ve
kırın farklılaşmamış birliğidir. Büyük şehir ... sultanın sahasıdır ve gerçek
İktisadî bünyeye yamanmıştır”[34]. Asya üretim tarzında
sultanın sahası olan bazı büyük şehirlerin ve köyün (kır) farklılaşmasının
esasını, herhalde, ticarette aramak gerekir. Nitekim,
“Gerçek anlamı ile şehirler,
mevkilerinin özellikle dış ticarete elverişli olduğu ya da devlet başkanı ve
eyalet valilerinin gelirlerini (artık-ürün) emek ile mübadele ettikleri ...
köylerin yanı başında ortaya çıkar”[35].
Asya
üretim tarzında yaratılan artık-ürünün devleti temsil eden hâkim sınıf eline
geçişi ticareti, ticaret de sanayinin temerküz ettiği şehirlerin gelişmesi ne
sebep olur. Bununla birlikte, ticaretin verilmiş bir talebin işlevi olduğu
düşünülürse, ticaretin sanayiyi kamçılayıp, geliştiremeyeceği anlaşılır. Bundan
dolayı, Asya üretim tarzı (galiba) temelinde «ikili ekonomi» özelliği gösterir.
Bir yandan kendini-destekler köy topluluklarının hâkim olduğu kır kesimi, öte
yandan, devleti temsil edenlerin talepleri ile beslenen ticaret ve dolayısıyla
kalıplaşmış bir kent kesimi. Sanıyoruz ki bu özellik, bütün Asya üretim
şekilleri için geçerli olmalıdır.
Ticaret
konusunu bitirmeden önce Marx’ın Asya ülkelerinde yaygın olan gömüleme
hakkındaki düşüncelerini zikredelim. Marx’a göre bu ülkelerde,
“...fazla kullanma-değeri paraya
çevrilir. Böylece altın ve gümüş gösteriş ve zenginliğin toplumsal bir ifadesi
olur. Gömülemenin ilkel şekli, geleneksel üretim tarzının sabit ve sınırlı ev
ihtiyaçlarını karşıladığı topluluklarda, sürüp gider”[36].
Asya
toplumlarında gözüken aşırı gömüleme hastalığı aslında, Asya halklarının
psikolojik tutumu ile ilgili değildir. Ekonomide ihtiyaçlar belli ve sınırlı
ise, yani ekonomi kendini-destekler bir evrede ise eldeki altın ve gümüş meta
satın almak için kullanılmadığından, dolaşıma katılmaz. Para dolaşımının
gelişmesi; gömülemenin çözülmesi için, ekonominin tümünün kendini-destekler
evreden kurtulması ve piyasa ekonomisi evresine girmesi gerekir.
Ana
hatlarıyla belirtilmeye çalışılan Asya ekonomileri neden durağan hal içindedir?
Daha
1853’te Engels’in Marx’a yazdığı mektupta, Asya ülkelerinin İktisadî durağanlık
sebepleri şöyle açıklanmakta idi:
“Siyasî alandaki bütün maksatsız
hareketlere rağmen Asya’nın bu kısmında duraklama birbirine bağlı iki durum ile
açıklanabilir: 1) Kamu işleri merkezî hükümetin görevidir; 2) Bütün koca
imparatorluk içinde birkaç büyük şehri hesaba katmazsak, tamamen aynı örgüte
sahip ve kendi başlarına birer dünya kurmuş köyler vardır”[37].
Engels’e
göre, devletin kamu işlerini üzerine alması (neden?) ve kendini-destekler köy
ekonomilerinin varlığı Asya toplumlarını duraklamaya götürmektir. Engels’in
ileri sürdüğü sebep herhalde kısaca şudur: Köy birimlerinin kendini-destekler
karakteri köy ekonomisinin durağan halde kalmasına yol açtığı gibi, yaratılan
artık-ürünün devlet ricalinin tüketimlerine tahsis edilmesi ekonominin
gelişmesini önlemektedir. Ve hatta, Engels’e göre, sebebi pek belli olmamakla
beraber, bu durağan hal “Asya ceberrutluğu için en sağlam temelleri”[38] vermektedir. Herhalde,
devleti temsil eden, ceberrutun sınırsız tüketim harcamaları nakdî birikimini
engellediğinden duraklama kaçınılmaz olmaktadır.
Durağanlık
hakkında Marx’ın fikirleri değişik değildir:
“Kendilerini sürekli olarak aynı şekilde
yeniden-üreten bu toplulukların üretim örgütlerinin basitliği, tesadüfen
yıkıldıkları vakit tekrar su üstüne çıkışları, Asya topluluklarının esrarının
anahtarıdır. Asya devletlerinin devamlı yıkılış ve kuruluşları, hanedan
değiştirmeleri (söylenilenlerle) tezat halinde gözükebilir. Bu toplumların
iktisadi yapısı, siyasî havadaki fırtına bulutları ile sarsılmamaktadır”[39].
Bu
konuyu Pre-Capitalist içindeki tanınmış cümle ile tamamlıyoruz:
“Kendi yapısından dolayı Asya şekli
hayat daha dayanıklı ve daha uzun ömürlüdür. Birey topluluktan bağımsız
değildir. (Toplum) kendini-destekler. Tarım ile el sanayii arasında birlik
vardır”[40].
Asya
üretim tarzının bu durağan hali özellikle Hindistan ve Çin[41] toplumları için söz
konusudur.
“(Hindistan’da) köy topluluğunun
İktisadî temelleri ... bozulmuş olsa bile, en kötü tarafları, yani toplumun
tekbiçim ve birbirinden ayrılmış hücreler halinde çözülüşü, onların yaşarlığını
devam ettirir”[42].
Asya
üretim tarzının dayanıklığı ve yaşarlığı onun iç bünyesinden doğmaktadır. Mamafih,
Marx’a göre, bu durağan hal sonsuza dek sürüp gitmez. Çünkü sistem; i) kendi
içsel dinamiği ve ii) dışsal dinamiği ile evrilmekte ve dolayısıyla
değişmektedir.
Yukarıda,
Asya üretim tarzında ticaret ve tefeciliğin ortaya çıkabileceğine işaret
etmiştik. Şimdi, bu konu ile ilgili diğer metinlerin yardımıyla sistemin içsel
dinamiğini kurmaya çalışalım.
Marx’a
göre ticaret, “eski ilişkileri bozar ... ve bozucu etkisi üretici topluluğun
durumuna (capacity) göre değişir”[43]. Bu cümleden anlaşılacağı
gibi, ticaret Asya üretim tarzının salt halini bozan bir etken olabilir. Fakat,
bu etkenin toplumsal bünye üzerindeki değiştirici etkisi önceden kestirilemez. Çünkü:
“Ticaretin, eski üretim tarzının ne
dereceye kadar çözücü olduğu, onun iç bünyesine ve sağlamlığına bağlıdır. Bu
çözülüş sürecinin onu nereye götüreceği, hangi tarzın eskisinin yerini alacağı,
eski üretim tarzının özelliğine bağlıdır”[44].
Eğer,
Asya üretim tarzı bünyesinin gereği olarak; kendini-destekler karakterinden ve
devletin kamu işlerini yapmasından ötürü, sağlam ve dayanıklı ise, ticaretin
kendi başına bu bünyeyi bozma olasılığı oldukça zayıftır. Her şey sistemin
bünyesine bağlıdır. Bu bünyenin uygun ya da uygun olmayışı ticaretin, bir etken
olarak, etkileme derecesini belirler. Doğallıkla, ticaret Asya üretim tarzını
meydana getiren kurucu öğelerden birini, yani mülkiyet ilişkilerini
değiştirdiği sürece, etkili olabilir.
Ticaret
için söylenenler tefecilik hakkında da söylenebilir. “Bütün kapitalizm-öncesi
üretim tarzlarında tefecilik (mevcut) mülkiyet şekillerini yıkıp çözdüğü sürece
devrimci etkisini gösterir”[45].
Özet
olarak: Asya üretim tarzının içsel dinamiğine göre ticaret ve tefecilik
faaliyetleri kendi başlarına kaldıkları sürece sistemi değiştirecek etkinlikte
değildir. Bununla, ticaret ve tefeciliğin mülkiyet ilişkilerini değiştirebilen,
dolaylı etkileri örtük ret mi edilmiş oluyor? Bu belli değildir. Fakat Marx
herhalde, Asya üretim tarzının asli öğesi olan devlet mülkiyetinin
değişebileceğini kabul etmektedir.
“Asya ve hele Hint müşterek mülkiyetinin
incelenmesi, bu doğal mülkiyet şeklinin nasıl olup da parçalanarak çeşitli
şekiller yarattığını gösterir”[46].
Asya
üretim tarzının içsel dinamiği hakkında öne sürülen fikirler bu kadar. Şimdi de
Marx’ın asıl üzerinde durduğu dışsal dinamiğe geçelim. Önce, genel olarak,
kapitalizmin Asya üretim tarzı üzerindeki darbesi incelenecektir.
“Kapitalist üretim önceleri üretim
tarzını etkilemeden ürünün satışı ile ilgilenir. Örneğin, kapitalist dünya
ticaretinin ilk dönemlerinde, Çin Hint ve Arap ülkelerinde olduğu gibi. Fakat,
sonraları kapitalist üretim kökleştikçe ister üreticilerin kendi çalışmalarına
ister fazla ürünün meta olarak satışına dayansın, (kapitalizm) her türlü meta
üretimini değiştirir. Kapitalist üretim, meta üretimini genel yapar, sonra da
tedricen bütün meta üretimini kapitalist meta üretimine dönüştürür”[47].
Yukarıdaki
metnin kuramsal çatısı önemlidir. Asya üretim tarzının içsel dinamiği hakkında
fazla bir şey söylemeyen Marx, dışsal dinamik konusunda oldukça ayrıntılı bir
tahlil yapmaktadır. Özellikle kapitalist sistemin darbesi altında Asya
ekonomilerinin nasıl değişeceği araştırılmıştır. Marx’a göre bu ekonomiler,
kapitalist meta üretiminin darbesi altında önce meta üretimli bir ekonomi,
sonra kapitalist meta üretimli bir ekonomi halini almaya mahkûmdurlar. Örneğin
Hindistan için:
“İngiltere Hindistan’da iki işi birden
başardı: Birisi yıkıcı, öteki yapıcı; eski Asya toplumunun tahribi ve Asya’da
Batı toplumunun maddi temellerinin atılışı”[48].
Bu
bozuluş süreci şöyle özetlenebilir:
“Bu küçük tek biçim toplumsal örgüt
şekli, büyük ölçüde çözülmüş (tür) ve çözülmektedir. Sebebi ne İngiliz vergi
sistemindeki şiddet ne de İngiliz askeridir. Bunun sebebi, İngiliz buharı ve
serbest mübadeledir. (Hindistan’da) aile toplulukları kendilerine has yerli
sanayii (el tezgâhları) ile tarım (çift sürme) arasındaki birliğe
dayanmaktaydılar. Bu onlara kendilerine-yeter bir özellik vermekteydi. İngiliz
müdahalesi küçük yarı-barbar, uygar-olmayan toplulukları çözüp İktisadî
temellerini yıktı ve doğrusunu söylemek gerekirse, Asya’da ilk defa işitilen
toplumsal devrime neden oldu”[49].
Öyle
gözükmektedir ki, Hindistan üzerinde İngiliz kapitalist sisteminin etkileri bir
zorlamanın sonucu değildir. İngiliz üretim güçlerinin Hindistan’a aktarılması
ve kapitalist mübadele şekillerinin benimsenmesi kendini-destekler köy
ekonomilerinin üretim güçleri ile üretim ilişkilerini, yani Asyal denilen bu
üretim tarzını bozmaya yetmiştir.
“İngilizler, Hindistan’da hükümdar ve
toprak sahibi olarak küçük toplulukları yıkmak için siyasi ve iktisadi
güçlerini kullanmakta gecikmediler. İngiliz ticareti bu topluluklar üzerinde
devrimci bir etki yaptı ve mallarının ucuz fiyatı (Hintlilerin) eğirme ve
dokuma sanayilerini —ki bunlar tarım ve sanayi üretiminin birleştirdiği
etkenlerdi— paramparça etti”[50].
Böylece,
Marx’ın tahliline göre, kapitalizmin darbesi altında (dışsal dinamik) Asya
üretim tarzının bozulduğu ve yavaş yavaş ortadan kalkmaya mahkûm olduğu
anlaşılmaktadır. Bozulma süreci içinde topraklar üzerindeki devlet mülkiyeti
yerini özel mülkiyete bırakmaktadır. Asya toplumlarında öncelikle bu yöndeki
bir gelişmeyi inceleyen Marx, diğer almaşığı, yani bu toplumların kolektif
mülkiyete doğru evrimini de ihmal etmiş değildir. Vera Zasuliç’e yazdığı ünlü
mektupta:
“Her durumda, tarihî komünün (özel
mülkiyete) doğru gelişeceği söylenebilir mi? Kendi yapıcı şekli şu almaşığı da
kabul ettirebilir: Kapsadığı özel mülkiyet öğesi kolektif mülkiyet öğesine
baskın çıkabileceği gibi, aksi de olabilir. Her şey içinde bulunan tarihî
ortama bağlıdır. İki çözüm de a priori mümkündür. Ama bunlardan birinin
gerçekleşmesi için gerekli tarihî ortam öbürü için gerekli şartlardan tamamen
farklıdır”[51].
Özet
olarak, Asya üretim tarzının içerdiği tarihsel şartlar sistemin kapitalist
üretim tarzına doğru gelişmesini kolaylaştıracağı gibi, sosyalist üretim
tarzına doğru evrilmesini de sağlayabilir. Marx’a göre, her şey, içinde
yaşanılan toplumsal ortama bağlıdır.
Genel
hatları ile Asya üretim “model”ini bitirmiş oluyoruz. Asyal denilen bu üretim
tarzının diğer kapitalizm-öncesi üretim tarzlarından (örneğin: antik, kölelik
ve klâsik feodalite gibi) farklı olduğu apaçıktır. Öyle ise, özellikle,
mülkiyet ilişkileri açısından Asya üretim tarzının “başka” olan yanı nedir?
Herhangi
bir toplumun üretim tarzının belirlenmesinde kullanılacak ölçüt şudur: “Toplumun
değişik İktisadî şekilleri arasındaki esas fark, örneğin köle emeğine dayanan
bir toplum ile ücret-emeğine dayanan bir toplum arasındaki fark, her durumda
artık-emeğin üreticilerden, yani emekçiler den çekip almış şekline bağlıdır”[52].
Doğallıkla,
Asya toplumlarının üretim tarzı da aynı ölçüte göre değerlendirilmelidir. Asya
üretim tarzını belirleyen temel ölçüt, ürünü yaratan emekçiler ile emekçilerin
yarattığı artık-ürünü elde eden devlet arasındaki ilişkidir. Bu ilişkiler,
ister-istemez, toprak üzerindeki mülkiyet hakkının bir işlevidir.
Asya
üretim tarzında mülkiyet ilişkilerinin gerçeği nedir?
“Birey gerçekten mülksüzdür. Mülkiyet;
yani bireyin üretiminin doğal şartları ve yeniden-üretimi ile ilişkisi, bireyin
inorganik doğayı değiştirerek kendisine mal etmesi, kendi öznelliğini
nesnelleştirmesi, belli bir topluluk aracıyla üstün birimin, bireye bir
emanetidir”[53].
Bu
sistemde birey mülksüzdür. Bununla birlikte, bireyin yeniden-üretimini sağlayan
nesnel şartlar yani, toprak, toplumda üstün otorite olan devlet tarafından
bireye emanet edilmiştir. Bundan dolayı:
“Birey, emeğin nesnel şartlarını sanki
kendisininmiş; sanki bu şartlar aracılığı ile gerçekleşen öznelliğinin
inorganik doğasıymış gibi telâkki eder”[54].
Yukarıda
zikredilen her iki metne göre, Asya üretim tarzına has mülkiyet ilişkilerini
belirleyebilmek için, üretim tarzı kavramına yeniden bakmak yerinde olur. Marx
ve Engels üretim tarzını şöyle tanımlıyorlar: “Üretim tarzı bireylerin belli
bir faaliyet şeklidir... (Bireylerin) ne oldukları, üretimlerine, yani neyi ve
nasıl ürettiklerine bağlı olarak ifade edilir”[55]. Bu tanıma göre, üretim
tarzı, bireylerin neleri ve nasıl ürettiklerine bağlı olarak sürdürdükleri
iktisadi faaliyettir.
Üretim
tarzının öğeleri nelerdir? İlk öğe şüphesiz, emek ve üretim araçlarının
özellikleri ve bunların birleşme şekilleridir.
“Üretimin toplumsal şekli ne olursa
olsun, emekçiler ve üretim araçları daima birer etkendir. Birbirlerinden
ayrıldıkları vakit, bu iki etkenin her biri ancak tasarlı olarak vardır.
Üretimin yürümesi için bunların birleştirilmesi gerekir. Bu birleşmenin gerçekleştirdiği
özgül biçim toplum bünyesinin, farklı İktisadî çağlarını ayırt eder”[56].
Anlaşılacağı
gibi, üretim tarzının ilk öğesi emek ve üretim aracından oluşan, üretim
etkenleridir. Asya üretim tarzında bunlar, emek ve topraktır. Oysa, emek süreci
içinde, üretim araçları hem emeğin aracı hem de emeğin amacıdır. Çünkü, “sonuçları
açısından bütün süreci incelersek, ürün hem emeğin amacı hem de emeğin aracı
olduğundan”[57]
emek ile üretim aracını kesinlikle birbirinden ayırmağa imkân yoktur. Asya
üretim tarzında emeğin aracı ve amacı topraktır. Bu bakımdan, emeğin nesnel
şartları diye bileceğimiz bu öğe, Asyal mülkiyet ilişkisinde gördüğümüz
özellikten dolayı emeğe aittir.
Gerçekten,
Asya üretim tarzında birey toprağın mülk sahibi değildir. Fakat, toprağı
tasarruf etme hakkı olduğu için emek ile toprak arasındaki birleşme de
kendisinin yeniden-üretimi süreci içinde, üretim aracı olan toprağa; yani
emeğin aracı ve amacı olan toprağa, sanki kendisininmiş gibi bakar. Böyle
olunca, birey üretiminin nesnel şartlarından ayrılmamış tır.
Asya
üretim tarzında toprağı tasarruf eden birey, kölelik üretim tarzının kölesinden
farklı olduğu gibi, feodal üretim tarzının (senyör domaine’i üzerinde
çalışan) serfinden de farklıdır. Köle ve serf, dereceli olarak, üretimin nesnel
şartlarına tasarruf edemezler. Üçüncü kişiler için köle ve serf hem emeğin
aracı hem de amacıdır; yani üretim aracının kendisidir. Asya üretim tarzında
ise, birey üretim aracı değildir, emek hürdür.
Bununla
birlikte, Asya toplumlarında, şu husus asla unutulmamalıdır. “Birey hiçbir
zaman mülk sahibi olmayıp tasarruf eden olduğundan, topluluğun birliğini temsil
edenin kölesidir”[58]. Öyle ise, Asya
toplumunda köle ve serften farklı olan birey, hür olmakla beraber bir çeşit “genelleşmiş
köle”[59]dir. Birey, devlet ve
toprak arasındaki ilişkilerde, toprağın tasarruf hakkına sahip olduğundan
dolayı hür ise de toprağın mülkiyetine sahip olamayışından dolayı, genelleşmiş
köledir.
Asya
üretim tarzında bireyin toprak üzerindeki tasarruf hakkına karşılık, devletin
mülkiyet hakkı mutlaktır. Bu bakımdan, bireyin artık-emeği devlete aittir.
Devlet yukarıda açıklandığı şekilde elde ettiği artık-ürünü kamu işlerine
tahsis etmekle görevlidir. Fakat her şey, devletin benimsediği tutuma bağlıdır
Devlette toplanan artık-ürününün bir kısmı devleti temsil edenlerin tüketimine
de ayrılır. Aşağıdaki şema Asya üretim tarzını mantığını vermektedir (Şema-II).
Asya
üretim tarzında toprakta özel mülkiyet ortaya çıkmadan, sadece mülkiyet ve
tasarruf arasındaki sapmadan dolayı sömürme olayı meydana gelebilir. Fakat bu
sömürme, yalnız mülkiyet ilişkilerine dayanan, kişinin kişiyi sömürmesi
değildir. Bu üretim tarzında doğrudan üreticinin toprak üzerindeki tasarruf
hakkı, sömürmenin dolaylı bir sömürme olmasına yol açar. Böyle olunca sömürme
bireysel olmayıp kolektiftir. Ve işte bundan dolayıdır ki, Asya toplumlarında “genelleşmiş
kölelikten” söz edilmektedir.
Açıkça
gözüktüğü gibi, Asya üretim tarzındaki bir toplum, sınıflı bir toplumdur. “Ödenmeyen
artık-emeğin üreticilerinden çekip alındığı iktisadi şekil metbu ile tabi
arasındaki ilişkileri belirler”[60]. Bundan dolayı, Asya
toplumlarında sınıflar devleti temsil eden metbu ile üreticileri temsil eden tabi
olmak üzere ikiye ayrılır. Bu toplumsal ilişkiler üzerine,
“İktisadî topluluğun bütün yapısı ve
aynı zamanda siyasî şekli oturur. Üreticiler ile üretim şartlarının sahipleri
arasındaki ilişkiler... toplumsal bünyenin temelini verip, hükümdarlık ve tabiiyet
ilişkilerinin siyasî şekillerini ve bununla uyuşan kendine has devlet şeklini
açıklar”[61].
Asya üretim tarzı hakkında genellikle söylenebilecek olanlar bu kadar. Bu genel ve soyut modeli tamamen Marx ve Engels’in yazdıklarına sadık kalarak kurmaya çalıştık. Tahlili yaparken ne çağdaş yazarların yorumlarından yararlandık ne de kendi düşüncelerimizi kattık. Bundan dolayı, kurmaya çalıştığımız Marx’ın Asya üretim modeli, sanıyoruz ki tarafsız bir modeldir.
[1] The Correspondance of
Marx and Engels, International Publishers, New York (Mektup: London, June 1853,
p. 66).
[2] İbid, (Mektup:
Manchester, June 1853, p. 16).
[3] Marx ve Engels'in
Doğuda toprak mülkiyetsizliğinin esasını oluşturan öğeleri tahlilinde ileri
sürdükleri sulama parametresi, zamanımızda K. Wittfogel (op. cit.) “Hidrolik
Toplumlar” kuramı ile tekrar karşımıza çıkıyor. Toprakta devlet mülkiyeti ile
Doğu ceberrutluğu arasında bir nedensellik ilişkisi bulan yazar, bu olgudan
hareket ederek bütün Doğu için genel bir tarih ve sosyoloji teorisi kurmaya
çalışmaktadır. Kitap tarihî belgelerin zenginliği ve doğrulardan yanlışlar
çıkarmaktaki mahareti bakımından muhakkak okunmalıdır.
[4] 11) K. Marx and F.
Engels, The First Indian Wor of Independence: 1857-1859, “The British Rule in
India”, June 1853. Foreign Language Publishing House, Moscovv. Siyah benimdir.
[5] Her ne kadar Marx
Kapital’de bu noktaya tekrar dönü yorsa da içeriği farklıdır. C. 1-514.
[6] Op. cit.
[7] Op. cit. p. 71. 15
[8] İbid, p. 74.
[9] İbid., p. 74.
[10] İbid., p. 69.
[11] İbid., p. 69.
[12] İbid., p. 70.
[13] Tercümede mülkiyet =
propriete, temellük = appropriation, tasarruf = possession karşılığında
kullanılmıştır.
[14] İbid, p. 69.
[15] C. 111-771. siyah
benimdir.
[16] C. 1-357.
[17] Pre-Capitalist., p.
70.
[18] C. III-328.
[19] First Indian...
(Makale: June 1853) p. 18.
[20] F. Engels, L'epoque
franque, L'origine de la famille, de la propriete et de l'Etat, Edîtions
Sociales, Paris, p. 224.
[21] Pre-Capitalist... p.
70.
[22] C. III-855. Siyah
benimdir.
[23] C. III-325.
[24] Correspondance... p.
67.
[25] First Indian... p. 16.
[26] C. III-771.
[27] “Asya'da devlet
vergileri başlıca aynen ödenebilir rantlar olarak tertip edildiğinden...” C.
I-141.
[28] K. Marx, Introduction
generale â la Crjtique de l'eco- nomie politique O'Euvres, Plöiade, Editeur: M.
Rubel. Vol. I. p. 252.
[29] C. I-87.
[30] C. 1-131.
[31] C. I-79.
[32] C. 1-351.
[33] C. III-325.
[34] Pre-Capitalist... p.
78.
[35] İbid., p. 71.
[36] C. I.-131.
[37] Correspondence...
(Mektup: June 1853). p. 70.
[38] İbid.
[39] C. I-358.
[40] Pre-Capitalist... p.
83.
[41] C. II-34.
[42] First Indian... “The
Future Results of the British Rue in India”, July 1853, p. 35.
[43] C. III-325.
[44] C. III-326.
[45] C. III-583.
[46] K. Marx, Contribution
â la critique de l'Economie politique, Costes Paris, p. 45, No. 1.
[47] C. II-34.
[48] First Indian... p. 33.
[49] İbid., p. 19.
[50] C. III-328.
[51] “Marx'tan V. Zasuliç'e
mektup, 8 Mars. 1881”, Zikreden: M. Godelier, (op. cit. p. 37. Pek önemli olan
bu mektubun içeriği için ayrıca bakınız: K. Marx, Pre-Capltallst...
“Supplementary Textes”. F. Engels, “L'origine..., Annexes”.
[52] C. I-27.
[53] Pre-Capitalist... p.
69.
[54] İbid, p. 81.
[55] The German Ideology,
Lawrence and Wishart, London. p. 7.
[56] C. I-34.
[57] C. 1-181.
[58] Pre-Capitalist... p.
92.
[59] İbid., p. 95.
[60] C. III-772.
[61] C. III-772.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.