Mahmut
Boyuneğmez
Yazıda tarikatlara yaklaşımda
ve sosyalizm mücadelesinde laiklik ilkesinin savunulması konusunda, “Marksist
sınıf tutumu”nun benimsenmesi gerektiği yazılıp, Türkiye sosyalist solunda ve
muhalif kitlelerde Kemalist ve burjuva aydınlanmacı tutumların ağırlık
oluşturduğu belirtiliyor. Bu kesimlerin “devletçi laiklik” anlayışına sahip
olduğu ve bu yüzden “tarikatlar kapatılsın” sloganını attıkları yazılıyor.
Toplumsal bir olgu olan tarikatların, tepeden emirlerle, yasaklarla ortadan
kalkamayacağını, Cumhuriyet tarihi göstermiştir deniyor.
Bize göre sosyalizmde, toplumsal
organizasyonların işleyiş ve düzenlenişine, devletin yapısına, planlamalara,
üretim süreçlerine katılım yollarının açılmasıyla bireylerin dışında olan ve
denetim altına alamadıkları toplumsal mekanizmaların kalmamasına bağlı olarak
yabancılaşmalar aşılacak, metafizik inançlar yeniden üretilecekleri zeminleri
yitirecektir. Sosyalist bir iktidar ve toplumda, dinin siyasal ilişkileri ve
devletin yapılanmasını düzenlemesine dönük “emir ve yasaklar” anlamına gelen
hukuksal düzenlemeler yanı sıra, sosyalist devletin farklı inanç ve dinlere
inananlara dönük aydınlatıcı eylemleri, yeni kuşakların bilimsel eğitim
sistemiyle yetiştirilmesi, toplumsal aydınlanma seferberliği kapsamında
toplumsal organizasyonların aydınlanmacı faaliyetleri de olacaktır. Tarikatların
bugünkü ekonomik örgütlenmeleri olan holdinglerin, şirketlerin, vakıfların
kamulaştırılması sağlanacak, devlet bürokrasisinde ve düzen partilerinde
örgütlü tarikat kadrolarının siyasal alandan tasfiyesi gerçekleştirilecektir. Ülke
çapındaki tüm okullar ve yurtlar devletleştirilecektir. Bunlar olmadan ne
sosyalist devletin laikliği ne de toplumsal aydınlanma süreçleri güvence altına
alınabilir.
Laiklik ve aydınlanma
mücadelesi, sosyalizm mücadelesinin temel bir bileşenidir. Bu mücadele,
demokrasi mücadelesinin bir parçası değildir. Kitlelerde var olan seküler ve
aydınlanmacı ideolojik motiflere bir bütünlük ve doğrultu verme politikası,
demokrasi mücadelesi ya da demokrasiyi geliştirme mücadelesi kapsamında sayılamaz.
Laik bir devlet ve toplumsal aydınlanma, sosyalist devletin ve toplumun nitelikleridir.
Bu hedeflere ulaşmak için işçi sınıfının iktidarı alması gerekir. Öyleyse laiklik
ve aydınlanma için verilen mücadele, sosyalizmi hedefleyen mücadelelerin bir
bileşenidir. Yazar, laikliğin olmadığı bir toplumda demokrasiden bahsedilemez
şeklinde yazarken hatalıdır. Çünkü bugün var olan burjuva demokrasisinde,
kapitalist devletin laik olduğu söylenememektedir.
İbadethaneler sosyalist bir
toplumda kapatılmayacaktır. Fakat dinsel örgütlenmelere, bunların ekonomik ve
siyasi faaliyetlerine sosyalist bir iktidarın izin vermeyeceği açıktır. Sosyalizmde
din, bireylerin özelinde yaşadığı vicdani bir meseledir ve inanç özgürlüğü ile dinsel
inançlara inanmamayı seçme özgürlüğü bulunur. Dini siyasete ve iktisadi
faaliyetlere taşıyan örgütlenmeler olan tarikatlar, emekçiler üzerinde mikro-iktidar
ilişkileri oluşmasını sağlamakta, üyeleri için çıkar örgütleri olarak var
olmaktadır. Sosyalist bir toplumda bu tür mikro-iktidar ilişkilerine ve çıkar
örgütlerine yer ve ihtiyaç yoktur. Sosyalist demokraside, bireylerin
inançlarını seçmeleri ve inançlarının gereklerini pratikte yerine getirmeleri
önünde hiçbir engel bulunmaz.
Evet, din toplumsal bir
olgudur. Sosyalistler ateizm propagandası yapmazlar. İşçi sınıfını içinden
geçilen somut süreçlerde bilinçlendirir ve işçilerin sınıfsal çıkarları için oluşturduğu
hareketlenmelere doğrultu verirler. Sosyalistler bilimsel düşünceleri savunur
ve toplumda yaygınlaşmasına çalışırken, emekçilere din karşıtlığıyla yaklaşmazlar.
Emekçilerin yaşadıkları yoksunlukların, eşitsizliklerin, haksızlıkların,
adaletsizliklerin vd. kapitalist düzenin işleyiş mekanizmalarının ürünü olduğu
sezgisini bilince çıkarmaya çalışırlar. Bunların kader ya da alın yazısı olarak
görülemeyeceğini anlatırlar. Emekçilerin tarikat/cemaatlere katılarak birbirini
kayırma/kollama mekanizmasına dâhil olmasının, toplumsal sorunların nedenlerini
ortadan kaldırmadığını, bu yüzden dertlerine derman olamayacağını, bunun bencilce
sorunlardan bir kaçış yolu olduğunu düşünmelerini sağlamaya çalışırlar. Sosyalistlere
göre dindarlar, “örümcek kafalı” değildir, sadece nesnel ve toplumsal
gerçekleri realist fikirlerden daha çok metafizik değerlerle
anlamlandırmaktadırlar. Sosyalistler, işçiler arasında bilimsel ve eleştirel düşüncelerin,
hâlihazırda mevcut olan rasyonel veya realist, kimi yerde ilerici de olan
ideolojik motif ve değerlerin gelişmesi ve sistemleşmesine dönük
politik/ideolojik mücadele verirler.
Yazar, siyasi iktidarlarla
tarikatlar arasındaki ilişkiyi, tarikatların holdingleşmesini doğrulukla
kavrıyor ve yazıyor. Bunlara diyecek bir laf bulunmuyor. Emekçilerin,
tarikatlara bağlanmasının genel nedenlerine değinirken, neoliberal politikaların
sonucunda devletin sosyal işlevlerinin tasfiyesiyle ortaya çıkan boşluğun
tarikatlar tarafından doldurulduğunu yazarken, kitlelerde var olan olumsuz
koşullardan kaynaklanan hoşnutsuzlukların yatıştırılmasında ve sömürü ile
yoksullaşmaya katlanmada tarikatların işlevinin olduğundan bahsederken, ayrıca bireylerin
özel/dar çıkarları için tarikatlara yöneldiklerine değinirken de doğru şeyler
söylüyor.
Yazar iktidarın çeşitli
politika ve uygulamalar üzerinden tarikat ve cemaatlerin kitle tabanını
büyütmeye çalıştığını anlatıyor. Bu saptama gerçeği yansıtıyor. Kapitalist
devletin, bu uygulamalarla laik sayılamayacağını ima edip, bu uygulamalara son
verilmesi gerektiğini belirtiyor. Fakat “burada sorun, tarikatların gençleri
kazanmaya dönük faaliyetleri değildir” deyiveriyor. Oysa tarihte din ile
bilimsel düşünce arasındaki çatışma teorik düzlemde değil, toplumsal ilişkiler
içerisindeki güçlerin somut tutumları üzerinden cereyan ediyor. Bugün
sosyalistlerin, bilimsel düşünceyi savunanların ve ilericilerin aydınlanmacı
mücadeleleri, karşıt güç ve örgütlenmelerin, tarikatların etki alanlarını
genişletme çabalarıyla birlikte, zıt kutupları oluşturuyor.
Yazar, “bırakalım tarikatlar
topladıkları bağışlarla diledikleri dini faaliyetleri sürdürsünler” şeklinde
yazıyor. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kapatılmasından bahseden yazar, eğitim
sisteminin ihtiyaçları için “sermayenin ek vergilendirilmesinden” dem vuruyor.
Laikliği, “demokratik bir sorun” olarak kavrayan yazar, bu konuda demokrasi
mücadelesi verilmesi gerektiğini söylüyor. Şu şekilde düşüncelerini özetliyor: “O
halde, hedef tahtasına oturtulması gereken, din, cemaatler veya tarikatlar
değil, onları her gün yeniden ve farklı biçimlerde üreten kapitalist sömürü
sistemidir.”
Bu fikirlere karşı şunların
belirtilmesi gerekiyor:
Sosyalistler din karşıtı
propaganda yapmazlar. Dinsel fikirlerin toplumsal ilişkileri ve devletin
yapılanmasını belirlemesine karşı çıkarlar. Bilimsel düşünceleri savunan
güçlerle dinsel inançları savunan güçler ve iktidarlar arasındaki mücadeleleri kavradıklarından,
bilimsel düşüncelerin yaygınlaşmasına uğraşırlar.
Tarikatlar holdingleşmiş,
kurumsallaşmış, birçok örgütlenmeye kavuşmuş durumda olduğundan, “bırakılmış
durumdalar” zaten…
Günümüzde ilerici güçlerle/fikirlerle
iktidar ve desteklediği tarikat örgütlenmeleri arasında bir ideolojik/fikri ve
siyasal mücadele bulunuyor. Gerçeklikte etkin olarak var olan din-bilim
çatışması budur.
Sosyalist Türkiye’de Diyanet
İşleri Başkanlığı’nın kapatılması yerine, İnanç Başkanlığı’na dönüştürülmesi,
bütçesinin ve kadrosunun ihtiyaçlar doğrultusunda azaltılması, farklı inanç ve
dinlere dönük aydınlatıcı faaliyetleri organize edip yürütmesi sağlanabilir.
Sosyalistler “sermayeden
devletin ek vergiler alması” gibi bir talebe sahip olamaz. Bu talep ne
gerçekçidir ne de emekçiler arasında kabul görebilecek bir taleptir.
Sosyalistlerin işçi sınıfı
iktidarı için yürüttüğü mücadele, sosyalizm mücadelesidir ve “demokrasi
mücadelesi” vermek, sosyalistlerin işi değildir. Örneğin laiklik mücadelesi,
aydınlanma mücadelesi, demokrasi mücadelesinin değil, sosyalist mücadelenin
bileşenidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.