Yalçın Küçük
FOURİER
François Marie Charles Fourier 1772 yılında Basonçon’da kumaş taciri bir baba ile zengin bir tüccar aileden gelen bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi; yazdıkları ve yaşadıklarıyla, asıl Fransız İhtilali’ni doğuran on sekizinci yüzyıl filozoflarının çocuğu olduğunu gösterdi, yine de Fransız i İhtilali’nden duyulan hayal kırıklığı ile buna karşı tepkiyi dile getirdi. Düzenli ve titiz yaşamında pratik başarı olarak bir tüccar kâtibi olmayı aşamadı, hep sevimli bir insan oldu, kendine güvendi, güvenini kurduğu hayal dünyasında denedi, insanlığa zengin bir ütopya kataloğu bırakarak kendisinden sonraki tüm sosyalizm akımını etkileyerek, 1837 yılında, barış içinde, Paris’te öldü. Saint – Simon ve Owen ile sosyalizmin gelişmesine katkıda bulunan üç büyük ütopyacıdan birisi sayıldı; ayrıca Engels, Fourier’yi kesinlikle tüm çağların en büyük mizahçılarından biri olarak adlandırdı.
Lyons,
1793 yılında Cumhuriyet’e karşı durunca, Charles Fourier de bunlar arasında
karşı devrimci bir savaşta yer aldı, darağacından kurtuldu, hapis yattı; daha
sonra Cumhuriyet Ordusu’na kaydolarak devrimin yayılmasında yer aldı. Fourier,
tarihin periodizasyonunu ilk kez açıklıkla formüle etti, insanlığın çeşitli
tarih aşamalarından geçtikten sonra mutluluğun doruğunu veren bir dönem
yaşayacağını ve bunu çöküşün izleyeceğini ileri sürdü. Böylece Karl Marx dahil,
insanlığın gelişimini dönemlere ayıran çözümleyicileri önceledi. Kadınların
özgürlüğünün ve bu arada cinsel özgürlüğünün inatçı bir savunucusu oldu;
kadının kurtuluşunun toplumun genel olarak kurtuluşunun bir ölçüsü olduğu
ilkesini ilk kez Fourier ileri sürdü. Bu ilkeye karşın tüm araştırıcılar, Fourier’in
somut yaşamında hiçbir kadın izi bulamadılar; bunu ya gel-geç ilişkiler
yaşamasına ya da cinsel iktidarsız olmasına bağladılar. (N. V. Riasonovsky, The
Teaching of Charles Fourier, University of Calfornia Press, 1969, s.15) Engels,
Eduard Bernstein’e yazdığı bir mektupta, çalışma hakkının il önce Fourier
tarafından ileri sürüldüğünü, “the right to work was first advanced by
Fourier”, belirtti. (K. Marx-F. Engels, Selected Correspondence, s.352) Fourier
ise ütopyalarını geliştirmek için tüm zamanını düşünmeye ayırdığı evinde, her
gün saat 12’de, projelerini finanse etmek için kendisine kredi getirecek zengin
adama sokak kapısını açmak üzere yerinden kalktı, harekete geçti. Finansör
hiçbir zaman gelmedi, Fourier, Owen kadar bile ütopyalarını uygulamaya koyma
şansından yoksun kaldığı için olmalı, zamanında ve sonra hep sevilmiş tek
ütopyacı olarak kaldı.
Fransız
İhtilali’nin Çalışanların Örgütlenmesini Yasaklaması
Fransız
İhtilali, eşitlik, kardeşlik ve özgürlük ilkelerinin bayraktarlığını yaparken,
bir araya gelme hakkını yasakladı; bunu bir araya gelme ve birlik kurmanın,
feodal dönemin loncalarını ve tekelci şirketlerini hatırlatmasına bağlamak,
bunda, geri ve özgürlüğü kısıtlayıcı bir öz bulmak mümkündür. Ancak Fransız
İhtilali’nin en ileriye atılmış zaman kesitinde bile çalışanlara, haklarını
aramak için, bir araya gelme hakkını tanınmamış olmasının, yalnızca tarihe
bakmakla açıklanması mümkün görünmüyor; bir hayal kırıklığını ve tepkiyi
doğuruyor. Saint–Simon ve Owen gibi, Fourier de, insanlığın kurtuluşunu, bir
araya gelmede ve örgütlü birlikler yaratmada görüyor. Bir gün ‘Aujourd
hui jour du Vendredi-Saint, J’ai trouve le secret de l’Association’ diye
yazıyor.
Babası
iflas etmiş, annesinin serveti dayılarının manevralarıyla kendisinden ayrılmış,
bir kez denediği ticarette gemileri denizde batmış Charles Fourier’in, tarih on
dokuzuncu yüzyıla dönerken kapitalizmin zenginlikle birlikte yoksulluğu da
beraberinde getirdiğini görmesi zor olmuyor. Tüm yazılarında kapitalizmi bitmez
tükenmez bir tiksinti ile mahkûm ediyor. On sekizinci yüzyıl aydınlanma
yazınının ve hayranı olduğu Newton’un etkisinden çıkmıyor, yurttaşları
fizyokratların doğadan bulup çıkardığı ve klasik siyasal iktisadın, tüm insan
düşüncesinin bir parçası haline getirdiği, doğal ahenk düşüncesini tümden
reddetmemekle birlikte, toplumsal düzende ahengin kendiliğinden ortaya
çıkmayacağına ve üstelik de kalıcı olmayacağına inandı, ahenkli toplumun insan
tarafından kurulmasını savundu.
Fourier’in
hayal kırıklığı ile tepkisi bir üçüncü eksende de kendisini belirtti: Sanayinin
yarattığı zenginlikle yoksulluk ikileminin, çalışanları giderek zenginleşenler
ile yoksul işçilere ayırdığını görünce, hayalindeki dünyayı, sanayi üzerine
değil tarıma dayalı kurdu.
Falans:
Ortak Yaşam Birlikleri
Ancak
Fourier, tüm büyük ütopyacılara özgü genel çizgilerin dışına çıkmadı; yalnızca
yoksulları ve bu arada işçileri değil tüm insanlığı kurtaracak formüller
geliştirmeye çalıştı. Buna ek olarak ütopyacılar türünden ve Engels’in
sözleriyle, ‘eğer saf akıl ve adalet şimdiye kadar dünyaya egemen olmadıysa,
insanların bunları doğrulukla anlamamış olmasından ileri geldiğine’ inanıyordu;
(F. Engels, Anti-Dühring, s.28) insanlığın inanması için bir yandan, bunları
anlatabilecek dâhilerin çıkması ve insanlığa örneklerle göstermesi gerekiyordu.
Charles
Fourier’in modelinde temel birim, Falans, Felange’dır; Falans, insanları bir
araya getiren birlikler, association, oluyor. Falans’ların içinde yer aldığı
yapıya ise, Fourier, Falanster, Phalanstére, adını veriyor. Gide ve Ch. Rist,
falanster’i, İsviçre, veya Nice’deki Palac Hotel ya da Londra ya da Milano’daki
l’Hotel Populaire türünden bir büyük otele, un grande hotel, benzetiyorlar.
(Ch. Gide- Ch. Rist, Historie des Doctrines Economiques, 1959, s.274)
Ancak bu otelde hem tüketim ve hem de üretim oluyor.
Falans’lar,
zengin, orta, yoksul üç tabakadan insanı da barındıracaklar, Fourier, insanlar
arasında ayrılıkların yararlı olduğunu düşünüyor. Ayrıca kuşkusuz kadın, erkek
ve çocuklar bir arada yaşayacaklar. Yalnız Falans yönetiminde, ekonomik
uğraşlarda, ağırlık ve öncelik, tarıma veriliyor. Sanayi, yardımcı bir role
sahip oluyor; bütün ayrıntıları önceden düşünen ve yazan Fourier, tarım ile
sanayi arasındaki oranın her Falans’ta ancak üç imalat kurumu ve sanayinin
tarıma oranının da dörtte bir, beşte bir, ya da altıda bir olacak biçimde
düzenlenmesine karar veriyor.
Falans’ın
başkanına, Duargue nitelemesini uygun görüyor, iki ya da üç falans’ın başkanı
Duargues adını alıyor. Falans’lar bir araya gelerek birlikler büyüdükçe
başkanın adı değişiyor, en büyük başkan Omniargue adını alıyor; Fourier,
Omniarque’a oturacak yer olarak Constantinople, İstanbul’u uygun buluyor.
Fourier’nin
ütopyasında Falans ve Falanster’in ayrı bir yeri var; bu görüşlerini çeşitli
baskıları yapılan ve en son Theorie de l’Unité Universille adıyla yayınladığı
çalışmasında açıklıyor. Uygulamaya konmadan kalmasına karşın, taraftarlarının
Fourier’nin düşüncelerini yaymak için çıkardıkları derginin adı 1832- 34
yılları arasında Le Phalenstére ve 1835-1843 yıllarında da La Phlange adını
alıyor. Dergi, Fourier’nin ölümünden sonra adını, La Democratice Pacifique
olarak değiştiriyor.
Evrenin
Ahenginden Toplumun Ahengine
Charles
Fourier’nin ilk yayınlandığı kitap ise, 1808 yılında Theoirie des Quatre
Mouvements et des Destinées Generales’dir; tarihin periodizasyon denemesi, bu
çalışmada yer alıyor. Zamanın bütün aydınları gibi, burada, Newton’a büyük bir
hayranlık ve bağlılık gösteriyor; Newton’dan evrende yasaların varlığını, bir
çekim yasası bulunduğunu ve bu çekim yasasının bir ahenk, harmonie, sağladığını
alıyor, bu ahenk’in Tanrı’ya ait olduğunu, insanların toplumdaki yasaları
bularak Tanrı’ya ortak olabileceklerini ve yeryüzünde ahenkli
çevreler yaratabileceklerine inanan Fourier, Newton’a borcunu tarihin bir
döneminden diğerine geçişin yasalarını açıklayarak ödemeye çalışıyor
Tarihi,
sanayi öncesi, sanayi kapitalizmini içerecek biçimde, hilekâr ve iğrenç sanayi
dönemi ve üçüncü olarak da toplumcu, gerçek ve çekici sanayi dönemi olmak üzere
üç büyük döneme ayırdı. Bunlar da kendi içlerinde alt dönemlere ayrılıyor. İlk
büyük dönem, kapitalizm öncesi feodal döneme denk düşüyor; ikinci dönem,
Fourier’nin kapitalizmden bitmez tükenmez tiksintisini yansıtan terminolojisi
bir yana, manifaktürden başlayarak kapitalizmin gelişmesini işaret eden alt
dönemlere dayanıyor. İzleyicilerinin üstün bilgisini övmelerine karşın, parlak
olsa da sınırlı bir eğitime sahip Charles Fourier’nin daha on dokuzuncu
yüzyılın ilk yıllarında, tekel sözcüğünü kullanmamakla birlikte, kapitalizmde
‘yeni feodal lordlar’ olacağını haber vermiş olması, dikkat çekiyor. Fourier,
kapitalizm sonrası dönemi, yarı-birlik, basit birlik ve gelişmiş adlarını
verdiği üç alt döneme ayırıyor; bu sonuncusu tüm ahengi sağlıyor.
Fourier’nin
ütopyasında özel mülkiyet reddedilmiyor, kamu yararına ve çıkarlarına göre
denetim altına alınıyor. Falans sistemi içinde tüm yaşayanlara yaşamlarını
sürdürmeleri garanti ediliyor.
Charles
Fourier, diğer büyük ütopyacılar türünden, geçici gördükleri yaşadıkları düzeni
mahkûm etmekle kalmıyor; aynı zamanda değiştirmeye çalışıyor. Fourier türünden
bir ütopist için değiştirmek için, göstermek yeterli oluyor. Bu nedenle sürekli
proje yapıyor ve rapor hazırlıyor. Projelerini ve raporlarını, iktidardakilere
ve iktidara kim gelirse sunmaktan bıkmıyor.
Görüşlerini
ilk kez oluştururken iktidarda Napoleon var; Napoleon, Fourier’nin umudu
oluyor. Umudunu Napoleon’un yerine geçenlere proje ve rapor hazırlayarak
sürdürüyor. Fransız Devrimi’nden hayal kırıklığına uğramış olmakla birlikte
insanlığı kurtaracak projelerinin karşıtlığı ilgisizlik, Fourier’nin
hülyalarını etkilemiyor. Restorasyon döneminde Bourbon’ların Bayındırlık Bakanı
Baron Guillaume-Antoine Capelle’den çok umutlanıyor, projelerinin uygulamaya
konmasını beklerken ihtilal çıkıyor ve Bourbon’lar iktidardan uzaklaştırılıyor.
Bu kez Fourier, İmparator Louis-Philippe için proje ve rapor hazırlamaya
başlıyor.
İnce,
kısa boylu, büyük alınlı, yırtıcı mavi gözlere sahip temiz ve özenli,
genellikle siyah, ‘bir yargıç gibi’ giyinen Charles Fourier, yaşadığı sürece,
iktidardakiler bir yana, hiç kimseden bir destek almıyor. Hep yalnız kalıyor ve
yalnız yaşıyor; yeni bir toplum düşlerken kendisine bir aile ya da ev bile
kuramıyor, hiçbir aşk yaşamadığı biliniyor, projelerini gerçekleştirecek parayı
beklerken ölüyor.
OWEN
Büyük Britanya Adası’nda Galler Bölgesi’nde 1771 yılında, saraç ve aynı zamanda kasabanın posta işlerini üstlenmiş bir babanın oğlu olarak dünyaya gelen Robert Owen yedi yaşında okuduğu okulda öğretmeninden öğreneceğinin kalmadığına karar vererek öğretmeninin yardımcılığını üstlendi. 10 yaşında ise doğduğu Newton kasabasında yapacağının kalmadığını anlayan Owen, ailesini ikna ederek evini bıraktı, Londra’da iş aramaya çıktı. 87 yıllık yaşamının bundan sonraki 77 yılını hep arayarak ve mücadele ederek geçirdi, 20 yaşına gelmeden önce zamanın en modern ve 500 işçi çalıştıran fabrikasına yönetici oldu, hem işçilere kendisini sevdirdi ve hem de fabrikanın kârını arttırdı. Sosyalizmin kurucuları arasında sayılan ütopyacılar içinde zenginliğe ve dünya ölçüsünde üne yalnızca Robert Owen ulaştı. Aklını ve enerjisini, kapitalizmi reforme etmeye ve böylece daha insani bir yüze kavuşturmaya ayırdığı sürece, prenslerin ve devlet adamlarının ziyareti ve övgüsüyle karşılaştı; ancak burada durmayarak, özel mülkiyetin olmadığı planlı insan çevreleri önermeye ve yaratmaya kalkınca, yalnız kaldı, hücumlarla karşılaştı ve alay konusu oldu.
Karl
Marx ve Frederich Engels, Owen’ı diğer ütopyacılardan ayrı bir yere koydular.
Marx, Artık Değer Kuramları’nda, Ricardo iktisadına muhalefet ile ilgili bölümü
‘siyasal iktisadın Ricardo’cu döneminde, antitez, komünizm (Owen) ve sosyalizm
(Fourier, Saint-Simon, sonuncusu yalnızca başlangıçtadır)’de ortaya çıkar’
değerlendirmesiyle başlatıyor. (Theories of Surplus Value, C.III, s.238) Marx,
Owen’ın ütopyasının komünist olduğunu belirtirken, Engels de Owen’ın
komünizminin iş temeline, business foundation, dayandığını ve bir tür ticari
hesaptan, commercial calculation, çıktığını vurgulamak gereğini duyuyor.
Owen’ın ütopyası olan Kooperatif Topluluklar için, ‘gelecek için kesinleşmiş
plan’ında, ayrıntıların teknik tasarımı öylesine bir pratik bilgiyle yapılmış
ki, -master planı, cephe ve yan ile kuş bakışı tasarımları, hepsi dahil-
toplumsal reformda Owen yöntemi bir kez kabul edilince, ayrıntıların
gerçekleştirilmiş düzenlemesine, pratik açıdan söylenecek pek az kalıyor diye
yazıyor. (F. Engels, Socialism: Utopian and Scientific, Selected Work, s. 408)
Ayrıca her ikisi de yazılarında geçerken değinirken, Owen’ın kişiliğini
övmekten geri kalmıyorlar. Engels, ‘harikulade denebilecek çocuksu basitlikle
bir karaktere sahip ve aynı zamanda, insanoğlunun pek az doğuştan liderlerinden
birisi’ olarak nitelediği Owen’ı, Marx’ın, 1851 yılında Owen’ın sekseninci yaş
gününü kutlamak için yapılan bin kişinin katıldığı toplantıda görmüş olduğu
anlaşılıyor. Marx, buradaki izlenimlerini 21 Mayıs 1851 tarihli mektubunda
Engels’e, sabit düşüncelerine karşın ‘şakacı ve sevimli bir ihtiyar’ olarak
aktarıyor.
Yöneticileri
İkna Etmek
Robert
Owen, Fourier ve Saint-Simon türünden aydınlanma çağının çocuğudur; aydınlanma
akımının belli çizgilerini net bir biçimde taşıyor: Toplumsal kurumlar, aklın
süzgecine dayanabildikleri ölçüde var olabiliyorlar. Owen’da bu çizgi mantıki
ucuna kadar uzanıyor; aklının peşine takılmış giden bir gövdeye benziyor.
Tarihi, sınıfları, birikimi, kalıtımı kabul etmiyor; mevcut düzenin
bozukluklarını anlatmaya ve yeni düzenin üstünlüklerini göstermeye önem
veriyor. Modern bilimin deneyciliğini de mantıki sonuçlarına vardırarak,
insanın kendisi değil çevresi tarafından yaratıldığını düşünerek, çevre
değiştikçe, insanın da değişeceğini bütün sosyal önerilerinin temeli yapıyor.
Sınıfların
varlığını ve sınıf kavgasını kabul etmeyen birisi için şu soru ortaya çıkıyor:
Mevcut düzenin kötülükleri ile gelecek dünyanın planı kimlere gösterilecek,
kimlere anlatılacak? Aklı rehber kabul eden Owen için, bu sorunun bir tek
cevabı var: Anlayabileceklere. Aydınlanma çağının bir çocuğu, birikimi,
sınıfları ve kalıtımın etkisini küçümseyen bir ütopyacı için, fakirlerin ve
işçilerin, ne içinde yaşadıkları günlerin kötülüklerini ne de Owen’ın geleceğe
ait planlarını anlamaları mümkün. Bu nedenle, Owen, diğer ütopyacıların tüm
toplumu kurtarma projelerine karşın ve ancak öneriler çağının sonlarına doğru
yalnızca işçi sınıfını kurtarmak öne çıkmasına karşın, hiçbir zaman bunu,
işçilerle beraber yapmayı düşünmüyor. Owen yaşadığı çağın kendisi türünden
aydınlar ve daha geniş bir anlamda orta tabakalar tarafından
kurtarılabileceğine inanıyor; çünkü onlar anlayabilecekler. Ancak aydınların ve
geniş orta tabakaların yardımıyla yöneticiler ikna edilebilecek. Dolayısıyla
Owen, sonunda, diğer ütopyacılardan ayrılmıyor: bir yandan, düşünceleri için
uygun bir kamuoyu yaratmaya çalışırken, hep yöneticileri ikna etmeye özen
gösteriyor.
Owen,
Fransa’ya gittiği zaman kısa zaman sonra imparator olabilecek prenslerle,
Amerika Birleşik Devletleri’ni ziyaret ettiğinde de görevde ya da ayrılmış
devlet başkanlarıyla görüşüyor. Ancak yaşamının ileri ve ütopyacı olarak
kariyerinin sonlarına doğru, 1830 yıllarına doğru, anlatmaya ve ikna etmeye
önem verdiği bütün çevreler Owen’ın projelerine sırt çevirince, Owen işçilere
dönmeye ve bütün çabasını işçileri uyandırmaya adıyor. Burada da işçilerin
yaptığı pratik eylemlere ve 1830 yıllarında İngiltere’yi etkisi altına alan ve
ilk büyük örgütlü işçi hareketi sayılan Chartist Hareketi’ne katılmıyor, uzak
duruyor.
New Lanark’da İnsancıl Çalışma Düzeni
Robert
Owen’ın bütün ütopyacılardan daha çok etkili olması, hepsinden daha çok bir
pratisyen yanı olmasından ve radikalizmi ile zenginliğinin aynı yönde artması
sonucunda edindiği serveti ve ünü, giderek komünizme kayan ütopyalarını
gerçekleştirmek için kullanmasından ileri geliyor. Henüz 19 yaşında 560 işçi
çalıştıran Drinkwater tesisinin başına geçmeyi büyük bir cüretle istemesi,
patronun kabul etmesi, kısa zamanda edindiği başarı ve anlaşmazlığa düşerek
ayrıldığı patrona zarar vermemeye özen göstermesi, Robert’e kısa zamanda ve
Büyük Britanya ölçeğinde ün getiriyor. Bir iş gezisi için İskoçya’ya giderken
zamanın en büyük zenginlerinden David Dale’in kızıyla tanışıyor; David Dale’i
büyük New Lanark tesislerini, kendisine satmaya ve ayrıca kendisini damatlığa
kabul etmeye ikna ediyor. New Lanark’ta uygulamaya koyduğu sistem, Owen’a dünya
ölçüsünde ün sağlıyor; burası, daha sonra çar olacak Arşidük Nikola dahil
zamanın ünlü-ünsüz yeniliğe ve başarıya eğilimli herkesin ziyaret ettiği bir
yer oluyor.
Robert
Owen, içinde yetiştiği İngiltere’de on dokuzuncu yüzyılda da bütün şiddetiyle
işleyen Fakir Yasaları’na ve bundan kaynaklanan işlik, workhouse, sistemine ve
bu sistemin insan onuruna aykırı işleyişine tepki duyuyor. New Lanark
yönetimini eline alır almaz, ilk önce daha insancıl bir ‘işlik’ kurmaya
çalışıyor. İşliklerde en çok, çocuk işçiler sömürüldüğü için, New Lanark’a
işliklerden çocuk işçi almayı, on yaşından küçük çocukları çalıştırmayı
yasaklıyor ve bütün İngiltere’de 14 saatin üstünde olan çalışma süresini,
kuşkusuz büyükler için, 10 saat 30 dakikaya indiriyor. Owen, deneyci yapısının
gereği, işçilerini, sarhoş ve sabıkalılardan seçiyor, işçi evlerinin
temizliğini denetleyecek ekipler kuruyor. Cezalandırmayı ve ödüllendirmeyi
sevmeyen yapısı gereği, fabrikalarda çalışan ve okuma-yazma bilmeyen işçilerin,
çalışmalarını ayarlayabilmeleri için, yanlarına yavaş ya da hızlı
çalıştıklarını gösteren renkli tahtalar koyuyor. Bunun dışında, İngiltere’de ve
dünyada ilk kez, ana okulu, New Lanark’ta açılıyor. Önce iki yaşındaki çocuklar
ve daha sonra ailelerin isteği üzerine bir yaşındaki işçi çocukları, anne ve
babaları işte iken ana okullarında eğitiliyorlar. Owen, oyuna ve dansa önem
veriyor, çocuklar evlerine dönmek istemiyor.
Owen
sisteminin çalıştığı çabuk ortaya çıkıyor. New Lanark’ta meyhaneler kapanıyor,
kavga ve sürtüşme olmuyor ve daha önemlisi tesisler kâr getiriyor. Owen, New
Lanark tesislerini satın almak için para yatırmaya ikna ettiği
sermayedarlarına, temettülerini aksatmadan ödüyor.
“Yeni
Bir Toplum Görüşü”
Fakat
Owen burada durmuyor; aklının izinde yürüyor. Verimliliğinin artmasıyla, New
Lanark’ta çalışanlarla, elli yıl öncesine göre daha fazla insanın iş bulup
beslenme olanağı varken, bütün başarılara rağmen, sistemini geliştirmeyi,
dağıttığı kârda buluyor ve buradan özel mülkiyete karşı cephe almaya başlıyor.
New Lanark’taki reformlarından sonra, Owen Yeni Bir Toplum Görüş’üne ulaşıyor
ve 1813 yılında bu adla ilk kitabını, A New View of Society, çıkarıyor. Bundan
sonra Owen, hızla komünizme kayarken, servetini ve ününü kaybetmeye başlıyor;
önce İngiltere’de, şimdiye kadar kendisine açık olan kapılar, bir bir
kapanıyor.
Bütün ütopyacılar ve bu arada Owen da yenilginin ve hayal kırıklığının ürünüdür; Napoleon ablukasının sona ermesinden sonra 1815 yılında İngiltere’nin içine düştüğü ekonomik bunalım, bütün iktisatçıları ve aydınları etkiliyor. Owen, karşılaşılan satış bunalımını, artık gözle görülen sanayi devriminin verimliliğin artmasına karşın bir yandan üretilenin satılmamasını ve diğer yandan da işsizliğin ve dolayısıyla fakirliğin artmasını mevcut sisteme ve bu arada İngiltere’de fakirlerin kullanılmamasına, yeteri kadar iş verilmemesine bağlıyor. Owen bu görüşlerini, Cantenbury Piskoposu’nun başkanlığında kurulan, Commitee for the Relief of Manufacturing Poor, İmalat Kesimindeki Fakirlere Yardım Komitesi’ne sunuyor. Fakat ayrıntıyı, proje ve plan yapmayı hiç ihmal etmeyen Owen, Komite’nin önüne bir ‘Plan’ ile geliyor. Bu ‘Plan’ önce bu Komiteyi, daha sonra havale edildiği Fakir Yasaları üzerinde çalışan özel komisyonu şaşırtıyor; bu özel komisyon, bütün ününe karşın, Owen’ı dinlemiyor, atlatıyor. Owen, fakirlerin, şimdiki ilişkilerde değil, yeni bir plana göre yaratılacak Cooperative Community’lerde, Kooperatif Toplumlar olarak örgütlenmesini öneriyor.
Kooperatif
adını kullanmakla birlikte Owen’ın önerdiği kare biçimindeki köy toplumlarında
özel mülkiyet bulunmuyor. Ortaklaşa çalışma ve herkesin köyün ortak deposundan
ihtiyacı için istediği ölçüde yararlanma ilkeleri, Owen’ın Planı’nın temelini
meydana getiriyor. Karenin ortasında komünal mutfak, yemekhane ve benzeri
yapılar, yer alıyor. Plan’da bu binaların yanında çocuklar için yerler ve bunun
dışında konuklar için ayrılan lojmanlar da dahil bütün kullanım alanları ve
ailelerin büyüklükleri, çocukların kaç yaşında ailelerinden alınacağı türünden
birlikte yaşamın tüm bölümleri titiz bir ayrıntıyla işleniyor. Owen, her köy
topluluğunun kaç kişiden oluşacağını da kararlaştırıyor; ayrıca bir fizibilite
çalışması yaparak gerekli finansmanı gösteriyor ve bunun Fakir Yasaları’nın
gerektirdiği harcamalardan daha fazla olmayacağını ekliyor.
Plan’ının
açıklanmasıyla birlikte kendisine sırt çevrilmesi, Owen’ı yolundan çevirmiyor.
Planı’nı açıklayacak toplantılar yapıyor ve buna zamanın en ünlü iktisatçısı
Ricardo’yu çağırıyor. Robert Owen, Plan’ına karşı ilgisizliği, yetkililer
üzerinde Robert Malthus’un etkisine bağlayarak hem Malthus’a karşı bir
kampanyayı başlatıyor ve hem de dine karşı tutumunu daha da serleştiriyor.
Kampanyasını gazeteler yoluyla da destekliyor. Owen’ın henüz tümden erimemiş
ünü ve daha önemlisi görüşlerini yazan gazetelerin her sayısından 30 bin kadar
alarak dağıtması nedeniyle, bir süre gazetelerde sesini duyurabiliyor. Fakat
sonunda Plan’ını Hükümet’in uygulamayacağını anlamakta gecikmiyor.
ABD’de
Yeni Ahenk Arayışı
Bu
durumda Plan’ını gerçekleştirmek Owen’a düşüyor; 1825 yılında Amerika Birleşik
Devletleri’nde İndiana Eyaleti’nde bir tarikata ait bir köyü satın alıyor.
Adını, beklenebileceği gibi, New Harmony, Yeni Ahenk’e çevirerek, ortak
mülkiyete dayalı Cooperative Community’sini uygulamaya başlıyor. Kısa bir süre
başarılı oluyor; 1826 yılında, Amerika Birleşik Devletleri’nin bağımsızlığının
elli birinci yıl dönümü 4 Temmuz gününde, Declaration of Mental Independence’i,
Akli Bağımsızlık Bildirgesi’ni ilan ediyor. Başarılarından güven ve coşku duyan
Fransız ihtilalcileri türünden, artık kurduğu yeni dünyada, takvimi de bu
tarihten başlatıyor ve 1826 yılına Akli Bağımsızlığın İlk Yılı adını veriyor.
Owen,
ütopya ile gerçekliği, hiçbir zaman birbirinden ayırmıyor. New Harmony’de
yaşayanlara tek tip elbise çizerken, başında bulunmadığı sürece bu projesinin
de sonunun geldiğini anlamakta gecikmiyor. İngiltere’ye dönünce artık yalnızca
işçileri ikna edebileceğini düşünüyor. 1830 yıllarına doğru ve bundan sonra
Owen’ın tek muhatabı işçiler oluyor. Owen, 1830 yılında emek-değer kuramını
pratiğe geçirmeyi deniyor; Labor Exchanges, Emek Piyasaları’nı kuruyor. Robert
Owen’ın kurduğu piyasalarda değişim yalnızca mallar içindeki işgücü miktarı ve
saat cinsinden hesaplanarak yapılıyor. Önce Londra, daha sonra Liverpool ve
Birmingham’da kurulan ve Owen’ın emekçiler arasında yaratmış olduğu güvenden
destek alan bu proje de bir süre başarıyla çalıştıktan sonra, Emek
Piyasaları’na kaliteli mal gelmediği gerekçesiyle dağılıyor.
Fakat
Owen’ın işçileri ikna etmek için, yöneticilere ayırdığı kadar zaman ayırmadığı
anlaşılıyor. Bunda, M. Beer’in şu değerlendirmesi etkin olmalıdır: ‘Emekçi
kitleler içindeki tüm propaganda çabalarına karşın bir demokrat değildi. Hep
onlarla beraberdi, hiçbir zaman onların bir parçası olmadı. Emekçilerin,
kendisini feda eden babası ve öğretmeni, son sözü söyleyen danışmanı ve lideri
olabilirdi fakat hiçbir zaman, primus inter pares, eşitler arasında birinci
olamazdı’. (M. Beer, A History of British Socialism, C.I, London, 1919-1953,
s.162) 1834 yılında tüm kitle hareketlerinden çekildi. Ölümünden bir yıl önce,
1857 yılında, otobiyografisini yayınladı.
Ana
Okullarından başka kooperatif hareketinin de kurucusu olarak biliniyor. Bunun
dışında ‘sosyalist’ sözcüğünün bugünkü anlamda kullanılması, Owen’a bağlıdır;
Fransızların, bu sözcüğün ilk kez 1830 yıllarında Pierre Leroux tarafından
kullanıldığını ileri sürmelerine karşın ilk kullanılışının Owen’cı Cooperative
–Magazin’in Kasım 1827 sayısında ve dipnotta olduğu kesindir.
Owen’ın
dört oğlu da Amerikan yurttaşı oldular. En büyük oğlu, 1844-47 yıllarında
Kongre üyeliği yaptı ve 1871 yılında doların devalüasyonu kararlarının alındığı
Smithsonian Institution’un kurulması için yasa çıkmasına ön ayak olmasının
yanında, ücretsiz okullar ve boşanmanın kolaylaşması yönünde çalıştı.
SAİNT-SİMON
“Karlmanj’ın soyundan geliyorum”, babam Saint-Simon Kontu’ydu, diyen Claude Henry Douvroy, 1760 yılında Paris’te doğduktan sonra 13 yaşında Şato’sunda kutsal kitapları reddetti. Amerika Bağımsızlık Savaşında, İngilizlere karşı savaştı, coşkuyla karşıladığı Fransız İhtilali’nde asalet unvanını ve mülkiyetini reddettiğini açıkladı. Çocukken oda hizmetçisine, kendisini “Efendimiz, kalkınız, büyük işler sizi bekliyor” sözleriyle uyandırmasını emreden Claude Henry, 1805 yılından sonra bir süre, eski hizmetçilerinden birisinin kendisini evine almasıyla açlıktan ölmekten kurtuldu. 1791 yılında Fransız İhtilali’nin coşkusunu ve mülkiyeti reddedişini çabukça unutarak, Baron Redern’le birlikte emlak spekülasyonuna başladı, çok büyük paralar kazandı. 1794 yılında, Terör Saltanatı sırasında giyotine gönderilmekten, gerici Thermidor darbesiyle kurtuldu. 1823 yılında ise ekmek ve suyla yaşamanın, ısınmak için yakıt, yazmak için de mum bulamamanın acısına dayanamayarak intihara teşebbüs etti. Bir gözünü yitirerek ölümden döndü. 1825 yılında Le Nouveau Christianisme’ı yayınladıktan birkaç hafta sonra öldü.
Yaşamak,
bir insanın düşüncelerinin gelişmesiyse ve yaşamak, etkilemekse, Saint-Simon,
en çok öldükten sonra yaşadı. 1830 sonrası kuşakta ve Fransa’da önde
gelen politikacı, tarihçi, bilim adamı, müzikçi ve diğerlerinde bir parça
Saint-Simon vardı; ancak öldükten sonra canlılığını sürdürmesi asıl tilmizleri
Saint Armand Bazard ve Barthelmy Enfantin aracılığıyla oldu. Tilmizleri,
yayınladıkları Doctrine de Saint-Simon: Exposition başlıklı temel
çalışmalarında ve Le Producteur dergisiyle, Saint-Simon’un düşüncelerinden
hareketle ve ustalarının adını kullanarak bir sosyalizm kurmaya çalıştılar.
Fakat
K. Marx’ın “gerçekte Saint-Simon’un yalnızca son çalışmalarından Le Nouveau
Christianisme, doğrudan işçi sınıfı için konuşur ve onların kurtuluşunun
çabalarının amacı olduğunu açıklar” (Capital, C.III, s.605) diyerek diğer
çalışmalarından ayırdığı “Yeni Hıristiyanlık” kitabının da etkisiyle,
tilmizleri Saint–Simonizmi bir din olarak görmekten kaçınmadılar ve tam bir
tarikat türünden hareket ettiler. Toplu olarak ayrı çevrelerde yaşamaya ve
arkadan düğmeli yelekler giymeye özen gösterdiler; işçi sınıfının çoğalmasıyla
birlikte sosyalist kuramın gelişmesiyle de tarikat içi kavgalar arasında
parçalanarak etkisizleştiler.
Eylemsel
Kumarbaz
Saint-Simon’un
kendisi ise işçi sınıfına hiç güvenmedi. Bunda, kendisini giyotine yaklaştıran
Terör Saltanatı’nın mülksüzlere dayandığını bilmesinin rolü var; ancak
işçilerin yönetimine güvenmeyişini, Jacobin yönetimi sırasında ekonomik düzende
kıtlık baş göstermesiyle açıkladı. Bunun yanında, emlak spekülasyonunda
birlikte milyonlar kazandığı Baron Redern’in bütün işin kendi adına tescil
edilmiş olduğunu gerekçe göstererek, Saint–Simon’u ortaklıktan atarak
yoksulluğa mahkûm etmesinin de Saint-Simon’un düşüncelerini etkilemiş
olmasını kabul etmek gerekiyor. Macerayı, sürekli riski ve eylemi seven bir tür
eylemsel kumarbaz olan Saint-Simon, bütün yaşamı boyunca emlak sahiplerine
karşı tutumundan vazgeçmedi.
İktisatta
bir katkısı olmadı; bütün katkısı özel mülkiyeti reddetmesinden kaynaklandı.
Büyük Fransız İhtilali’nin bu çalışmayı kutsayan oğlu, daha 1802 tarihli bir
mektubunda, Fransız İhtilali’ni asiller, burjuvazi ve mülksüzler arasında bir
sınıf kavgası olarak görmesine karşın, Engels, bunu “çok doğurgan bir buluş”
(F. Engels, Anti-Dühring, s.307) olarak niteliyor, geliştirdiği modelini iki
taraf temeline dayandırdı. Saint-Simon, endüstriyalizm adı verilen görüşlerini
açıklığa kavuşturduğu sorulu-cevaplı “Parabole de Saint-Simon” adını taşıyan
kitabında toprak sahipleriyle diğer tüm rantiyeleri, üretimin ve yönetimin
dışında tuttu.
Saint-Simon’un
sistemi, üretimi temel alarak Fransa’yı büyük bir manüfaktür olarak
düzenlemekten ibarettir. Manüfaktür, içinde imalat yapılan büyük atölye ve
fabrikalar, Fransız geleneğinden ve Colbert zamanında doruğuna ulaşan
merkantilist uygulamalar döneminden biliniyor. Saint-Simon’un yeniliği tüm ülke
yönetimini, manüfaktür tabanına oturtmayı önermek oluyor. Bu sistemle,
Saint-Simon’a göre politika yerini üretim bilimi, science de la production
demek olan pozitif bilime, science positive bırakıyor. Daha açık bir deyişle,
Saint-Simon, ülkenin tüm yönetimini, tüccar, sanayici ve tarımcıdan oluşan bir
meclise bırakmayı öneriyor.
On
dokuzuncu yüzyılın başında yaşamış önde gelen ütopyacılardan sayılan Saint-Simon’un
sistem dışına çıkardığı rantiyelerden sonra geriye bir tek temeli kalıyor.
Travailleur. Türkçesiyle çalışanlar demek olan Traveillaur, fizyokratların
sistemindeki cultivateur türünden kendi içinde ayrışmıyor ve tıpkı kültivatörün
toprağı işleyen ile işlemeden toprağa sahip olanı kapsaması gibi tüccarı,
sanayiciyi, tarımcıları ve kuşkusuz işçileri içine alıyor.
Çıkarları
Uzlaştıran Meclis
Ütopyacı,
çıkar çelişkilerinin akıllı yöntemlerle çözülebileceğine inanan kimsedir;
Saint-Simon, manüfaktür kurulduktan sonra ilk önemli işin üretim yönteminin
saptanmasıyla birlikte “combiner les interets des entrepreneurs avec
ceux des ouvriers d’une part et de l’autre avec ceux de consommateurs”,
yüklenicilerle işçilerin ve tüketicilerin çıkarlarını birleştirmek olduğunu
yazıyor. Önerdiği pozitif bilimi kullanan ve bilim adamı, sanatçı,
mühendislerden oluşan meclisin hazırladığı tasarıları inceleyip karara bağlayan
tüccar, sanayici ve tasarımcılardan meydana gelen meclisin, bu önemli işlerin
kolaylıkla üstesinden geleceğine inanıyor.
Kâr
ile ücreti bir sepete, rant ile faizi diğer sepete koyan Saint-Simon sisteminde
bankalar, üretimin gerektirdiği kredileri serbestçe sağlamakla yükümlü
tutuluyor. Aynı biçimde, saint-simonizm’de, planlama sözcüğü kullanılmamakla
birlikte, işçilerin hangisinin nerede çalışılacağının da belirtilmesi yer
alıyor.
Claude
Henri de Saint-Simon’un, 1803 yılında yayınladığı “Letters d’un habitant de
Geneve a’ Ses Contemporains”den sonra ikinci çalışması, kendisini evine
alarak açlıktan kurtaran eski oda hizmetçisinin parasıyla 1808 yılında
yayımlamış olduğu “İntroduction aux Travaux Scientifiques xıx-e Siécle” oluyor.
Burada, on sekizinci yüzyılın her alandaki bilimsel çalışmalarını, okuyucuları
için özetliyor.
Engels,
Saint-Simon için, Hegel ile birlikte zamanının en ansiklopedik bilgisine sahip
kimsedir, diye yazıyor. Saint-Simon’un bilim merakı, toplumsal reform
merakından önce başlıyor. Bununla birlikte, science positive’i bilimi
geliştirmeden yaşamı sona eriyor.
Saint-Simon’un
en ünlü öğrencileri ve bir ara yardımcılığını yapanlar arasında Auguste Comte
var; Saint-Simon’un eksik bıraktığını tamamlıyor ve positivizmi geliştiriyor.
Böylece Saint-Simon, özel mülkiyeti reddeden ve planlayan görüşleriyle, bir
yandan, sosyalizmin kurucuları arasında sayılırken, diğer yandan da çok daha
haklı olarak, materyalist dünya görüşüne karşıt bir tez olarak geliştirilmiş
olan pozitivizmin de kurucuları arasına girmiş oluyor.