Marksist Araştırmalar [MAR] | Komünizm tarihin çözülen bilmecesidir.

2 Ağustos 2025 Cumartesi

MARKSİST İKTİSADA GİRİŞ: ÖZET

Mahmut Boyuneğmez

Bu özet notlar, Marksist ekonomi politiğin temel kavramlarını, kapitalizmin doğuşunu, gelişim aşamalarını, kriz mekanizmalarını ve emperyalizm teorisini detaylı bir şekilde ele almaktadır.

I. Ekonomi Politik ve Temel Kavramlar

Ekonomi politik (siyasal iktisat), toplum bilimlerinin bir dalı olup, toplumun iktisadi yaşamını ve maddi üretim alanını inceler. Temel olarak üretimin toplumsal yönü ve yapısı üzerinde durur, teknik yönünü ele almaz. Oykonomia (yönetim bilimi) ve Politikos (devlet yönetimi) kelimelerinden türeyen bu bilim dalı, toplumun varoluş koşulu olan üretimi merkezi bir yere koyar. "Üretim, toplumun varoluş koşuludur; toplumun var olma temelidir."

Üretimin ve emeğin (çalışma) üç temel öğesi vardır:

  1. Emek harcanması (çalışma): Fiziksel ve zihinsel efor.
  2. Emeğin konusu (nesnesi): Üzerinde emek harcanan doğal kaynaklar veya hammaddeler.
  3. Emek aracı: Doğayı dönüştüren ve emek nesnesini şekillendiren araçlar (örneğin, toprak, yollar, fabrika binaları, sulama boruları).

Bu üç öğenin bir araya gelmediği durumlarda (müzik dinlemek, satranç oynamak gibi) üretimden bahsedilemez. Üretim araçları, emek araçları ile emek nesnelerinin birleşimidir. Bir nesnenin üretim sürecindeki konumu (ürün, hammadde, emek aracı) değişebilir, örneğin kömür maden ocağında ürün iken termik santralde hammaddedir.

İnsan emeği, hayvanların içgüdüsel etkinliklerinden farklı olarak iki temel özelliğe sahiptir:

  1. Bilinçli olma: Önceden belirlenmiş bir amaca yönelik etkinlik.
  2. Emek aletleri üretiminden ayrılamaz oluşu: İnsan, alet üretebilen tek canlıdır ve bu yetenek, toplumsallaşmanın temelidir. "İnsanları hayvanlardan ayırt eden özellik, doğayı dönüştürebilmesidir. Bu emek etkinliğini anlatır."

"İnsanı insan yapan üretimdir. Tüm toplumsal-tarihsel etkinlikler, üretim zemini üzerinde var olur." Üretim insanlık tarihinde belirleyici role sahiptir. "Emek zenginliğin babası, toprak ise anasıdır." Bu, emeğin zenginlik yaratmadaki birincil rolüne dikkat çeker.

Emek üretkenliği (verimliliği), ürün niceliğinin birim zamanda artmasıyla yükselir. Bu durumda tekil ürüne katılan canlı emek azalır, birikmiş emek (üretim araçlarıyla katılan) artar.

İş bölümü, emek üretkenliğinin artmasıyla ortaya çıkmış toplumsal bir olgudur. Başlangıçta yaş ve cinsiyete dayalı iken, üretim geliştikçe sanayi ve tarımın ayrışması gibi toplumsal iş bölümü biçimlerini almıştır.

Üretici güçler, üretim araçları ile emek-gücünün/emekçilerin birleşimidir ve tarih boyunca gelişmiştir. Üretim ilişkileri ise, üretim sürecinde insanların sınıflar biçiminde sahip olduğu belirli ilişkilerdir. Kapitalizmde bu, burjuvazi ile proletarya arasındaki ilişkilerdir. "Her toplumda bir egemen üretim ilişkisi vardır ve bu o toplumun temelini oluşturur. Temel; hukuk, devlet, sanat, ideolojileri, kısacası üst-yapıyı koşullar."

Beş temel üretim tarzı vardır: İlkel komünizm, köleci, feodal, kapitalizm, sosyalist üretim biçimleri. Köleci, feodal ve kapitalist toplumlarda, üretim ilişkileri sömürü ilişkileridir.

Sömürü, "sömürülen sınıfın ürettiği artık-emeğin=artı-ürünün=artı-değerin sömürgen sınıf tarafından temellükü, mal edilmesidir." İlkel toplumda artık-ürün oluşmadığı için sömürü yoktur. Marksist ekonomi politik, toplumun gelişimini işçi sınıfının çıkarları doğrultusunda ele alarak sınıfsal bir tavır alır. Burjuva iktisatçılar para, kâr, sermaye gibi olguları nesneler arası ilişkiler olarak tanımlarken, Marksizm bunları sınıflara bölünmüş toplumsal yapıyı kuran insanlar arası ilişkiler olarak kavrar.

Ekonomi politiğin kavramları (para, sermaye, meta vb.) kendinden menkul değil, belirli üretim ilişkileri içinde anlam kazanır. "Sermaye, kendi başına bir para miktarı değil, oluşumu ve hareketiyle var olan, sömürü ilişkilerinden doğan bir gerçekliktir." Ekonomi politiğin yasaları, her tarihsel döneme özgüdür, evrensel değildir.

Toplumsal üretim süreci dört aşamadan oluşur: Üretim + Değişim + Bölüşüm + Tüketim. Bu bütünün belirleyici öğesi üretimdir. Üretimin toplumsal yasaları, değişim, bölüşüm ve tüketimin niteliğini belirler. Marksizm'in üretime atfettiği belirleyicilik, burjuva iktisadının değişime odaklanarak sömürü ilişkilerini göz ardı etmesinin aksine ideolojik sonuçlar taşır.

II. Kapitalizmin Doğuşu ve Gelişim Aşamaları

Kapitalizm, basit meta üretiminden doğmuştur. Basit meta üretiminde, küçük üreticiler üretim araçlarına özel mülkiyetle sahiptir ve ürünlerini kişisel emekleriyle üretip değişime sokarlar. Kapitalizm, küçük üreticilerin mülksüzleşerek ücretli duruma gelmesiyle ortaya çıkmıştır.

Kapitalizmin doğuşunda kritik rol oynayan faktörler:

  • İlksel Birikim: Yağma, fetih, sömürgecilik ve köylülerin/serflerin mülksüzleşmesiyle sermayenin belirli ellerde toplanması. "İlk birikimin temeli, köylülerin=serflerin mülksüzleşmesidir."
  • Ücretli İşçi Sınıfının Oluşumu: Toprak ve üretim araçlarından bağımsızlaşan köylü nüfusu, kentlerde "serseri" tabakayı oluşturmuş ve ücretli işçilere dönüşmüştür.
  • Coğrafi Keşifler ve Ticaret: 15. ve 16. yüzyıllardaki keşifler, yeni zenginlik kaynaklarının yağmalanmasına ve ticari sermayenin gelişimine yol açmıştır.

Feodal üretim tarzında köylü ve zanaatkâr üretimi varken, basit meta üretimi ilkel topluluk ile kapitalizm arasındaki dönemde var olmuştur. Bu dönemde M-P-M (satın almak için satmak) ve P-M-P' (satmak için satın almak) gibi ekonomik davranışlar gözlenir. Kapitalizmde sermaye, üretim sürecine dahil olarak P'>P (artı-değer) yaratır. Kapitalizm öncesi sermaye, daha çok tefeci ve tüccar sermayesi şeklindeydi.

Proletaryanın oluşumu, köylülüğün toprağından koparılması, loncaların erimesi ve modern sanayinin rekabetiyle zanaatkârların işçileşmesi süreçleriyle gerçekleşmiştir.

Kapitalist üretimin üç aşaması:

  1. Elbirliği (Kooperasyon): Zanaatkârların bir araya getirilmesiyle emek araçlarında tasarruf sağlanır, emek-güçlerinin sinerjik etkisi oluşur ve bireysel olarak yapılamayan işler mümkün hale gelir.
  2. Manifaktür: İş bölümünün özel bir nitelik kazanmasıyla emek-güçleri tek bir işlemde uzmanlaşır. Bu, işi öğrenmeyi kolaylaştırır, gerekli emek miktarını düşürür ve artı-değeri artırır. Ancak işçi, işyerinin bir parçası haline gelir ve yaptığı basit iş nedeniyle kavrayışı körelir.
  3. Fabrika-Makine: Makine, nispi artı-değeri artıran temel araçtır. Makineler, atölyeleri (manifaktürü) fabrikalara dönüştürür.
  • Makineler, değişmeyen sermayenin parçası olup, artı-değer yaratmaz ancak onu çoğaltır.
  • Çocuk ve kadın emeğinin kullanımını artırır, işçinin kendine ayırdığı zamanı azaltır.
  • Emek yoğunluğunu artırır, işçiyi vasıfsızlaştırır ve makinenin bir parçası haline getirir. "Makine, işçiyi hünersiz, vasıfsız kılar; işçi makinenin parçası olur; emek aracı olarak makineyi kullanmaz, makine onu kullanır."
  • Sosyalizmde makineler işgününü kısaltmak için kullanılacaktır, kapitalizmde ise sömürü aracıdır.

Kapitalizm, ürünlerin ağırlıklı çoğunluğunun meta olduğu ilk üretim tarzıdır. Metanın iki temel özelliği:

  1. Kullanım değeri: Faydalı olmalı ve bir gereksinimi karşılamalıdır.
  2. Değişim değeri: Bir metanın başka bir metayla belirli miktarlarda değişime girebilme yeteneği. Değişim değerinin temeli, metaların üretiminde harcanan toplumsal ortalama gerekli emek zamanıdır. "Değeri yaratan emektir."

Para evrensel eşdeğer olarak ortaya çıkmıştır ve birikim aracı haline gelmiştir. Metaların değerini bireysel harcanan emek değil, toplumsal ortalama gerekli emek zamanı belirler. Rekabet, her bir işletmeyi emek verimliliğini artırmaya iter, bu da toplumsal gerekli emekten daha azıyla üretim yapılmasını sağlar ve kâr oranlarının ortalamasını düşürür. Bu durum, kapitalist üretimin anarşik (plansız) yapısını gösterir ve krizlere yol açar.

III. Artı-Değer Teorisi ve Sömürü

Sermaye, "artı-değer üreten değerdir." Üretim araçları ve para kendi başlarına sermaye değildir; ancak sömürü ilişkilerine katıldıklarında sermaye olurlar. Kapitalizmin varlık koşulu, üretim araçlarına sahip bir sınıf ile bunlardan yoksun başka bir sınıfın olmasıdır. Bu sayede emek-gücü de kapitalizmde bir meta haline gelir. "İşçilerin sahip olduğu tek mülk emek-güçleridir. İşçilere emek-güçlerini satmayıp aç kalma ‘özgürlüğü’ tanınmıştır."

Emek-gücünün değeri, işçinin yaşamak için gerekli geçim metalarının, eğitim giderlerinin ve çocuk/eş bakımının değeriyle belirlenir. Artı-değer, "iş gününün kapitalist tarafından karşılığı ödenmeyen kesiminde üretilen, artı-emekle üretilen değerdir."

Kapitalizmde sömürü, köleci ve feodal üretim tarzlarına göre farklılık gösterir:

  • Kölecilikte ve Feodalizmde: Sömürü açıktır ve sömürgenlerin gereksinimleriyle sınırlıdır. Köle, efendisinin mülküdür. Feodalizmde köylü, toprağa ve beye kişisel olarak bağlıdır.
  • Kapitalizmde: Sömürü gizlenmiştir. İşçi "özgürdür" ancak ekonomik olarak kapitaliste bağımlıdır. Artı-emek susuzluğu sınırsızdır. "İşçi sınıfının durumu olması gerekene göreceli olarak sürekli kötüleşir."

İşçi sınıfı mücadeleleri, çalışma saatlerini düşürmüş ve sosyal devlet uygulamalarını kazanmıştır. "SSCB’nin varlığı, kapitalist ülkelerde sosyal devlet uygulamalarına geçişte önemli bir etkendir."

Artı-değer teorisini Marx'a borçluyuz. Artı-değer, toplumsal artı-ürünün para biçimidir ve üretimde oluşur, dolaşımda gerçekleşir.

Artı-değerin iki biçimi:

  1. Mutlak artı-değer: İşgününün uzatılmasıyla artırılır.
  2. Nispi artı-değer: Emek verimliliği artırılarak veya geçim metalarının değeri düşürülerek gerekli emek zamanı azaltılır ve fazla emek zamanı artırılır.

Sömürü oranı = artı-değer oranı = a/d (a: artı-değer, d: değişen sermaye). Kâr oranı = a/(d+s) (s: sabit sermaye).

Emek-değer teorisinin ispatları:

  1. Metanın tüm bileşenlerinin (makine, hammadde dahil) nihayetinde emekten oluştuğu.
  2. Metaları değişilebilir kılan ortak özelliğin soyut insan emeği olması.
  3. Olmayana ergi yöntemiyle (tam otomasyon durumunda yeni değer yaratılamayacağı tezi).

Değeri ve artı-değeri, emek-gücü olarak yatırılan sermaye (d) oluşturur. Sabit sermaye (s) artı-değer yaratmaz, ancak değerini ürüne aktarır.

İşgünü, gerekli emek zamanı ile artı-emek zamanının toplamıdır. İşgününün sınırları, burjuvazi ile proletarya arasındaki sınıf mücadelesiyle belirlenir. Artı-değer kitlesi, işçi nüfusunun artışı, işgünü süresinin uzatılması ve emek üretkenliğinin artırılmasıyla yükseltilebilir.

IV. Sermayenin Bileşenleri ve Kâr Oranının Düşme Eğilimi Yasası

Sermayenin organik bileşimi (s/(d+s)) zamanla artmaktadır. Yani değişmeyen sermaye (s) oransal olarak artarken, değişen sermaye (d) oransal olarak azalır. Artı-değeri d yarattığı için, s'nin oransal artışı, artı-değerin toplam sermayeye oranının (kâr oranı) düşmesine neden olur. Bu, ortalama kâr oranının düşme eğilimi yasasıdır.

Bu yasanın temel nedeni, s'nin büyümesinde sınır yokken, d'nin (gerekli emek zamanı) azalmasında bir sınır olmasıdır. Kapitalistler, kâr oranındaki düşüş eğilimine sömürü oranını artırarak karşılık verirler, ancak bu da toplumsal ortalama kar oranının düşüşünü daha da artırır.

Kârın farklı biçimleri:

  • Banka sermayesi: Faiz (artı-değerin bir payı).
  • Ticari sermaye: Ticari kâr (artı-değerin bir payı).
  • Toprak sahibi: Toprak rantı (artı-değerin bir payı).
  • Sanayi sermayesi: Sanayi kârı.
  • Devlet: Vergi geliri.

Tüm bu kâr ve gelir biçimlerinin kökeninde proletaryanın üretimde yarattığı artı-değer yatar.

V. Yeniden Üretim ve Krizler

Toplumsal üretim süreci, özerk işletmelerde gerçekleşse de, her işletmedeki yeniden üretim toplumsal yeniden üretime bağlıdır. Sosyal kapital, kişisel sermayelerin toplamıdır.

Basit yeniden üretim için, tüm metaların satılması ve üretimin değer ve kullanım değeri bakımından belirli bir miktarda ve şekilde olması gereklidir. Toplumsal üretim iki ana bölüme ayrılır: üretim araçları üretimi (I. Kesim) ve tüketim metaları üretimi (II. Kesim).

Genişletilmiş yeniden üretimde, artı-değerin bir kısmı kapitalistlerin tüketimine değil, yeniden yatırıma ayrılır. Bu, üretim araçları üretiminin tüketim metaları üretiminden daha hızlı artması, sermayenin organik bileşiminin yükselmesi ve üretim artışının tüketim artışının gerisinde kalması gibi yasaları ortaya çıkarır. Bu durum, krizlerin temel nedenidir.

Krizler:

  • Kapitalizm öncesi krizler kıtlık kaynaklı iken, kapitalist krizler aşırı-üretim sonucudur. "Kapitalizmde bunalımlarda aşırı-üretim görülür."
  • Krizler, üretim araçları üreten sanayi dallarında aşırı-üretim ve tüketim metalarının yığılmasıyla belirginleşir. Kredi ve ticaretteki düzensizlikler kriz nedeni değil, krizin tezahürleridir.
  • Krizde sermaye değer kaybeder (s düşer), organik bileşim düşer, ortalama kâr oranı yükselir ve bu sayede bunalımdan çıkış yolu bulunur. Ücretlerde de düşüş yaşanır.
  • Krizlerin politik yönü, sınıf hareketinin canlanma potansiyelini barındırmasıdır; ancak burjuvazi bu durumda sınıf üzerindeki baskıyı artırır. Tarihsel örnekler (1913, 1919-20, 1929-33, 1937-38 krizleri), krizlerin savaşlar ve faşizm gibi siyasi sonuçlarla ilişkisini gösterir.

VI. Emperyalizm

Emperyalizm, 19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren gözlemlenen tekelci kapitalizmdir. Tekeller, rekabetle yoğunlaşma sonucu oluşur ve pazara hükmederek ortak fiyat ve üretim politikaları geliştirirler. Karteller, konsorsiyumlar, tröstler, holdingler gibi farklı tekelci birlik biçimleri vardır. Tekeller, rekabeti yok etmez, şeklini değiştirir.

Mali sermaye (mali oligarşi), bankaların sanayi sermayesiyle entegre olması ve şirketlerin hisselerini ele geçirmesiyle oluşmuştur. Mali sermaye, sosyal yaşamın (medya, eğitim, sanat) finans kapitalin egemenliğine girmesine yol açar.

Emperyalizm döneminin temel özellikleri:

  • Sermaye ihracının meta ihracını aşması: Düşen kâr oranı, sermaye ihracını zorunlu kılar. Kredi ve yatırım sermayesi şeklinde sermaye, azgelişmiş ülkelere akar.
  • Ülkeler arası eşitsiz gelişim: Geri kalmış ülkelerde ucuz hammadde ve işgücü, düşük organik bileşim ve dolayısıyla yüksek kâr oranı, sermaye ihracını teşvik eder.
  • Dünyanın emperyalist güçler arasında paylaşımı ve yeniden paylaşım savaşları: Sömürgecilik emperyalizmden önce de vardı ancak emperyalizmle birlikte sömürgelerin paylaşımı tamamlandığından, yeniden paylaşım savaşları gündeme gelir (örn. I. Dünya Savaşı).
  • İşçi aristokrasisinin oluşumu: Emperyalist ülkelerde sömürgelerden gelen artık-değerle beslenen ayrıcalıklı bir işçi kesimi ortaya çıkar.
  • Silah sanayinin büyümesi ve asalak hale gelmesi.

Çok uluslu şirketlerin (ÇUŞ) varlığı ultra-emperyalizmi doğurmamıştır, siyaset ve ekonomi halâ ülke ölçeğinde işlemektedir.

VII. Neo-Kapitalizm

Neo-kapitalizm, 1929-32 bunalımının ardından kapitalizmin kendi başına işleyişine duyulan güvenin sarsılmasıyla devletin ekonomiye müdahale etmeye başlamasıyla ortaya çıkmıştır. Özellikle 1940-70 arası dönem, neo-kapitalist karakterli bir genişleme dalgasıdır. Bu dönemde:

  • Devlet, ekonomiye müdahale eder (Keynesyen politikalar).
  • Soğuk Savaş, askeri teknolojinin ilerlemesini ve bunun üretim tekniklerine aktarılmasını sağlar. Devresel krizlerin süresi kısalır.
  • Sosyalist bloğun varlığı pazar ve hammadde kaybıdır. Sömürgelerin bağımsızlıklarına kavuşması, kapitalizm için yeni pazarlar ve hammadde kaynakları oluşturur, genişleme dönemini tetikler.
  • Ulusal gelirin önemli bir bölümü silahlanma ve sosyal sigorta harcamalarına gider. Sosyal sigorta, işçi sınıfının taleplerini hafifletir, lümpen proletaryanın oluşumunu engeller ve bunalımları hafifleterek resesyonlara dönüştürür. "Özetle işsizlik sigortası, bunalımı hafifletir. Hafiflemiş bunalıma, resesyon denir."
  • Devlet harcamaları, özellikle askeri harcamalar ve sigorta sistemleri, sürekli enflasyon pahasına üretim araçları ve tüketim mallarına talebi artırarak bunalımları hafifletir.
  • Enflasyonist eğilim görülür. Tekellerin piyasaya hakimiyeti, aşırı üretime rağmen fiyat düşüşlerini engeller. Üretilen meta arzını aşan bir talep oluşarak enflasyon körüklenir.
  • Ekonomik programlama olgusu ortaya çıkar. Devlet, sermaye gruplarının yatırım hedeflerini ve pazar beklentilerini eşgüdümler. Ancak bu planlamanın gerçekleşmesi belirsizlikler içerir ve planlananı gerçekleştirmek için doğrudan bir araç yoktur.
  • Kâr, devlet tarafından teşvikler, vergi indirimleri, sübvansiyonlar ve silahlanma yoluyla garanti edilir. Genişleme dönemlerinde ücret artışları talebi artırarak kâr oranlarının yükselmesine katkı sağlar ve sendikalar burjuvazinin politikalarına yönlendirilir.

Ek Bilgiler ve Tartışmalar

  • Sanat Eserlerinin Fiyatları: Van Gogh’unkiler gibi özgün/biricik sanat eserlerinin yüksek fiyatları, arzın tek olması ve sermayedar talebinin çok yüksek olmasıyla açıklanır. Bu eserlerin fiyatı, değerlerinin çok üstündedir. Sıradan eserlerin fiyatı ise değerlerine yakın seyreder.
  • Hizmet Sektöründeki Emekçiler: Ulaşım, depolama gibi işlerde çalışanlar artı-değer yaratmasa da, toplumsal artı-değerin gerçekleşmesinde işlevleri vardır ve üretken olmayan emek-güçleri de işçi sınıfının kapsamındadır. Kamu emekçileri (devlet memurları) de işçidir.
  • Köylülük ve Ev İşi: Küçük üretim yapan köylüler ve kişisel tüketim için yapılan ev işleri, kapitalist üretim kapsamında değildir ve doğal ekonomi kurallarına tabidir.

VIII. Okurun üzerinde düşünmesi için bir soru: 1960-70’lerde yapılan “Türkiye yarı-feodal, yarı-kapitalist bir ülkedir” tespiti neyi göz ardı etmekteydi? Bunun siyasi sonuçları neler olmuştur?..

Cevap için ipucu: “Türkiye yarı-feodal, yarı-kapitalist bir ülkedir” tespiti 1970'lerde yapılmış ve o zaman da yanlışlığı açık olan bir saptamadır. Köylülerin kapitalist pazar için küçük meta üretimi yapmasına, "feodal ya da yarı-feodal üretim" denemez. Üretim, değişim, bölüşüm ve tüketim bir bütünlük oluşturur. Bu bütünün belirleyici öğesi üretimdir. Eğer üretim kapitalist değilse, üretimde kapitalist üretim ilişkileri yürürlükte değilse, ürünler kapitalist pazar yasalarına göre dolaşıma girmez. Sadece ve sadece bir toplumda kapitalist üretim ilişkileri egemense, köylülerin ürünleri kapitalist pazara girebilir. Değişim, bölüşüm ve tüketimin niteliğini belirleyen üretimin toplumsal yasalarıdır. Türkiye'de kapitalist üretim tarzı egemen üretim biçimi olup (1960-70’lerde de), buna eklemlenen köylülerin küçük meta üretimi bağımsız bir üretim ilişkisine sahip değildir. Köylülerin meta üretimini, "yarı-feodal" olarak nitelemek bilim-dışıdır.

Proleterlerin zincirleri üzerine

Erkin Özalp

İleri Haber, 9 Şubat 2016

taslak, çizim, resim, baskı resim içeren bir resimYapay zeka tarafından oluşturulmuş içerik yanlış olabilir.

Marksizmin kurucularının eserlerinde yer alan bazı sözlere abartılı ve/veya yanlış anlamların yüklenmesiyle sık karşılaşılır. “İşçilerin vatanı yoktur”, bunlardan biridir. “Ben Marksist değilim” sözünün gerçekte ne anlama geldiğini daha önce tartışmıştım.

Komünist Parti Manifestosu’nda işçi sınıfı için yapılan “zincirlerinden başka kaybedecek hiçbir şeyi olmama” vurgusu için durum biraz daha farklıymış. Bu kez, Türkiye’de bugüne kadar gelmesine benim de katkıda bulunduğum bir çeviri sorunuyla da karşı karşıyaymışız!

Manifesto’nun Samuel Moore tarafından yapılan ve Engels’in onayını taşıyan İngilizce çevirisinde, bugüne kadarki Türkçe çevirilerin büyük çoğunluğunda olduğu gibi, şunlar söyleniyor:

“Varsın egemen sınıflar bir komünist devrim korkusuyla titresin. Proleterlerin, zincirlerinden başka kaybedecekleri hiçbir şey yok. Kazanacakları bir dünya var.”[1]

Marx ile Engels’in eserlerinin başlıca İngilizce basımlarında ve bu arada İnternet’teki İngilizce kaynakların çoğunda bu çeviri yer aldığından, Manifesto’da, proleterlerin “zincirlerinden başka kaybedecekleri hiçbir şey”in bulunmadığının söylendiği düşüncesi dünya çapında bir yaygınlığa sahip.

Ve bu düşünceden hareketle, işçi sınıfının içinde görece yüksek ücretler alan, daha güvenceli işlerde çalışan kesimlerin varlığına ya da işçilerin pek çoğunun buzdolabı, çamaşır makinesi, televizyon vb. satın alabilmesine işaret ederek, “gördünüz mü, zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri var artık” diyenler çıkabiliyor.

Oysa, Almanca özgün metnin ikinci cümlesinde, ilk baskısı 1998 yılında yapılan Komünist Parti Manifestosu çevirimde benim de atladığım ve yakın geçmişteki bir düzeltme okuması sırasında dikkatimi çeken şu sözcükler yer alıyor: “in ihr” (İngilizcesi: “in it”; Türkçesi: “onda”, yani “komünist devrimde” ya da “bu devrimde”).[2]

Bir başka deyişle, ilgili cümlede, proleterlerin ellerinde kaybedebilecekleri hiçbir şeyin bulunmadığı iddia edilmiyor. Sadece, “komünist devrim” gerçekleştiğinde kaybedecekleri tek şeyin zincirleri olacağı söyleniyor:

“Proleterlerin, bu devrimde, zincirlerinden başka kaybedecekleri hiçbir şey yok.”[3]

Marx, Kapital’de de, “zincir” benzetmesine başvuruyor. Ama farklı bir anlam yükleyerek...

Sermaye birikiminin hızlandığı dönemlerde işçilerin gelir düzeylerinin ve yaşam standartlarının yükselebildiğini (hatta küçük birikimler oluşturabildiklerini) saptadıktan sonra şunları söylüyor: “Sermaye birikiminin sonucu olarak emek fiyatının yükselmesi, gerçekte, yalnızca, ücretli işçinin kendisinin yapıp boynuna geçirmiş bulunduğu altın zincirin uzunluk ve ağırlığının, onun daha gevşek bağlanmasını mümkün kılması demektir.”[4]

Ne var ki, sermaye birikiminin hızlandığı dönemleri, işsizliğin arttığı, ücretlerin düşürüldüğü (ve günümüzde sosyal devlet harcamalarının azaltıldığı, göçmenlerin kölelik koşullarında çalıştırıldığı, üretimin en düşük ücretlerle ve en ağır koşullar altında işçi çalıştırılan ülkelere kaydırıldığı) durgunluk ve bunalım dönemleri izler. Ve değişmeyen tek şey, sermaye sahiplerinin servetleri ile emekçilerin varlıkları arasındaki uçurumun giderek büyümesidir.

Ocak ayında açıklanan bir rapora göre, servetlerinin toplamı dünya nüfusunun düşük gelirli yarısının toplam servetine eşit olan en zengin bireylerin sayısı, 2010 ile 2015 yılları arasında 388’den 62’ye düşmüş, yani en zenginler çok daha zenginleşmiş.

Thomas Piketty gibi akademisyenler ve Ali Koç gibi zenginler, eşitsizlikleri durmadan derinleştiren sermaye ilişkilerine (özellikle de üretim araçlarının özel mülkiyetine) dokunulmadan, işçilere kaybetmekten korkacakları birtakım kırıntıların bırakılması gerektiğini savunuyor.

Oysa onların kazanmaları gereken bir dünya var!

  1. “Let the ruling classes tremble at a Communistic revolution. The proletarians have nothing to lose but their chains. They have a world to win.” (Bkz. Karl Marx-Frederick Engels, Collected Works, Volume 6, Lawrence & Wishart, 2010, Electric Book, s. 519; ya da: marxists.org’da yer alan metin.)
  2. “Mögen die herrschenden Klassen vor einer kommunistischen Revolution zittern. Die Proletarier haben nichts in ihr zu verlieren als ihre Ketten. Sie haben eine Welt zu gewinnen.” (Bkz. Karl Marx-Friedrich Engels, Werke, Band 4, Dietz Verlag Berlin, s. 493; ya da: mlwerke.de’de yer alan metin.)
  3. Şefik Hüsnü, 1923 yılında yayımlanan “Komünist Beyannamesi” başlıklı çevirisinde, söz konusu sözcükleri atlamamış: “Bir komünist inkılâbı ihtimali karşısında titremek hâkim sınıflara düşer. Bu işte zincirlerinden başka, proleterlerin kaybedecek bir şeyleri yoktur ve bu suretle bütün bir âlem kazanmış olacaklardır.” (Karl Marx-Friedrich Engels, Komünist Manifesto ve Hakkında Yazılar, çev: Nail Satlıgan vd., Yordam Kitap, İstanbul, 2008, s. 114.)
  4. Karl Marx, Kapital, I. Cilt, çev: Mehmet Selik-Nail Satlıgan, Yordam Kitap, İstanbul, Altıncı Basım, 2014, s. 598.

MARKSİST İKTİSAT EL KİTABI (Temel Tanımlar): ÖZET

Ana Temalar ve Önemli Fikirler:

1. Meta ve Değer Teorisi:

  • Meta: İnsanın ihtiyacını karşılayan ve satış amacıyla üretilen emek ürünüdür. Marx, kapitalizmi genelleşmiş meta üretimi olarak ele alır.
  • Kullanım Değeri: Bir nesnenin insan ihtiyaçlarını giderme özelliği. Her kullanım değeri olan şey meta değildir; meta olması için satılmak üzere üretilmesi gerekir.
  • Değer: Metaların ortak özelliği olan "emek ürünü oluşu"ndan türeyen, onları üretmek için harcanan toplumsal emeğin dolaylı ölçüsüdür. "Demek ki değer metaları üretmek için gerekli olan toplumsal emeğin dolaylı bir ölçüsüdür." Mübadele değeri, değerin ifade biçimidir.
  • Somut Emek ve Soyut Emek: Meta'nın ikili karakteri (kullanım değeri ve değer), ona katılan emeğin ikili karakterinden (somut ve soyut emek) kaynaklanır. Somut emek, belirli bir kullanım değeri yaratırken (kunduracılık ayakkabıya, çiftçilik patatese tekabül eder), soyut emek, "genel olarak insanların emek gücünün harcanması olarak ele alındığında" metanın değerini belirler. Soyut emek, piyasa ekonomisinin ve özel mülkiyetin egemen olduğu toplumların tarihsel bir kategorisidir.
  • Basit Emek ve Karmaşık Emek: Karmaşık emek, toplumsal yetiştirme gerektiren ve basit emeğin katları olarak ifade edilebilen emektir. "Böylece karmaşık emek, birkaç katına çıkarılmış basit emek anlamını kazanır."
  • Toplumsal Olarak Gerekli Emek: Metanın değeri, onu üretmek için harcanan bireysel emekle değil, "toplumsal olarak gerekli emek" ile belirlenir. Bu, o metaların üreticileri tarafından harcanan emeğin ortalama/normal koşulları ile belirlenen bir toplumsal ortalamadır.

2. Mübadele, Para ve Değer Yasası:

  • Metaların değeri ancak bir başka metayla karşılaştırma ve mübadele süreci aracılığıyla ifadesini bulur. Bu durum, "Değer, böylece mübadele değeri biçiminde kendini ortaya koyar" ifadesiyle özetlenir.
  • Genel Eş Değer ve Para: Metalar arası karşılaştırmalar sonucunda, tüm metaların değerini dile getirmede kullanılan tek bir meta "genel eş değer" haline gelir ve "paraya dönüşmüştür."
  • Paranın İşlevleri: Değer ölçüsü, dolaşım aracı ve değer saklama aracı (gömüleme, ödeme aracı, evrensel ödeme aracı). "Para, sınıflı toplum çerçevesi içinde başkalarının emeğini mülk edinmenin bir aracı olduğu ölçüde bir sınıf doğasına sahiptir."
  • Değer Yasası: Piyasa ekonomisi çerçevesinde, toplumsal emeğin ve ihtiyaçların dengede olmasını sağlayan nesnel bir mekanizmadır. Fiyat dalgalanmaları bu yasanın işleyişini gösterir.

3. Sermaye ve Artık Değer:

  • Sermaye: Marx için para, "başkalarının emeğini sömürmek amacıyla kullanıldığında" sermaye haline gelir (P-M-P'). Amaç, değer artışıdır (P').
  • Artık Değer ve Mübadele: Burjuva iktisatçıların aksine Marx, artık değerin meta dolaşımının sonucu olmadığını iddia eder. Mübadele, eş değerli değerler arasında gerçekleşirse değer artışı olmaz. Artık değerin kaynağı, piyasada "kendi değerinden üstün değer yaratacak bir meta" bulmaktır: emek gücü.
  • Emek Gücü ve Değeri: Emek gücü, bireyin maddi mal üretirken işe koşabildiği yeteneklerdir. Kapitalist toplumda emek gücü bir meta haline gelir. Emek gücünün değeri, işçinin ve ailesinin geçimini sağlamak için gerekli geçim araçlarının değerine eşittir.
  • Yeni Yaratılmış Değer: İşçinin emek gücünün özgül kullanım değeri, kendiliğinden sahip olduğundan daha büyük bir değer kaynağı olmasını sağlar. İşçinin emek gücünün değerini ödemek için gereken zamandan (gerekli emek-zaman) daha fazla çalıştırılması (artık emek-zaman) "artık değer" yaratır. "Demek ki artık değer emek gücü değeri ile işçi tarafından yaratılmış değer arasındaki farktır." Bu, işçinin karşılığı ödenmemiş emeğinin ürünüdür.
  • Kapitalist Sömürü: Kapitalist sistemde artık değer üretimi, emeğin iki özelliğine dayanır: İşçinin sermayedarın denetiminde çalışması ve sermayedarın emeğin ürününe sahip olması. "Artı-değer üretimi, bu üretim tarzının mutlak yasasıdır."
  • Sermaye Bir Toplumsal İlişkidir: Burjuva iktisatçıların sermayeyi bir üretim aracı olarak tanımlamasının aksine Marx, sermayeyi ücretli emeğin sömürüsünün bir aracı olarak görür. "Sermaye, ölü emektir ve ancak vampir gibi canlı emeği emmekle yaşayabilir, ve ne kadar çok emek emerse, o kadar çok yaşar." Sermaye, sermayeciler sınıfı ile işçiler sınıfı arasında bir üretim ilişkisini temsil eder.
  • Değişmez Sermaye ve Değişir Sermaye: Değişmez sermaye (c), makine, bina, hammadde gibi üretim araçlarına harcanan ve değeri üretim sürecinde değişmeden metaya aktarılan sermayedir. Değişir sermaye (v), emek gücü satın almaya ayrılan ve artık değer üreterek değeri artan sermayedir. Artık değerin kaynağı değişir sermaye olan emek güçlerinin sömürülmesidir.
  • Mutlak, Göreli ve Ekstra Artık Değer:

Mutlak Artık Değer: İş gününü uzatarak elde edilen artık değerdir.

Göreli Artık Değer: İş gününü uzatmadan, gerekli emek-zamanını azaltarak (emek üretkenliğini artırarak) elde edilen artık değerdir.

Ekstra Artık Değer: Kapitalist bir işletmenin makinelerini ve üretim yöntemlerini iyileştirerek sanayi ortalamasının üzerinde üretkenlik sağlaması ve böylece ortalama artık değer oranından daha büyük bir oran elde etmesidir. Bu geçicidir, çünkü zamanla diğer fabrikalar da aynı gelişmeleri benimser.

4. Ücret ve Yeniden Üretim:

  • Ücret: Emek gücü değeri, emek gücü fiyatı ve reel ücret olarak üç ögesi vardır. Emek gücü değeri, emek üretkenliğindeki artış ve işçi örgütlerinin gücü gibi faktörlerden etkilenir.
  • Üretim ve Yeniden Üretim: Toplumun maddi malları sürekli üretmesi ve tüketmesi gerekir. Üretimin kesintisiz yinelenmesine yeniden üretim denir. "Bunun için birbiriyle ilişkili bir bütün, devamlı yenilemelerle akıp giden bir olay olarak görüldüğünde, her toplumsal üretim süreci, aynı zamanda, bir yeniden-üretim sürecidir." Kapitalist üretim biçimi altında, yeniden üretim de kapitalist bir biçim alır, yani kapitalist sömürü ilişkileri sürekli yenilenir.
  • Basit Kapitalist Yeniden Üretim: Artık değerin tamamen sermayeciler tarafından kendi tüketimleri için kullanıldığı, üretim hacminde değişme olmayan yeniden üretimdir. Bu süreçte hem emek ürünleri hem de kapitalist sömürü ilişkileri yenilenir. İşçiler sürekli olarak emek güçlerini satmak zorunda kalırlar. Marx'a göre sermayeciler ücretleri kendi ceplerinden değil, "önceki üretim dönemi sırasında işçilerin emeğiyle yaratılmış değerden öderler."
  • Genişletilmiş Yeniden Üretim-Sermaye Birikimi: Artık değerin bir bölümünün ek üretim araçları alımı veya fazladan işçi alma biçiminde üretime yönlendirilmesidir. "Sermaye birikimi, artık değerin bir bölümünün sermayeye eklenmesi ya da sermayeye çevrilmesidir." Rekabet, sermaye birikimini ve artık değer kütlesinin sürekli artırılması baskısını körükler.

5. Sermayenin Organik Bileşimi, Yoğunlaşma ve Merkezileşme:

  • Sermayenin Organik Bileşimi: Değişmez sermaye ile değişir sermaye arasındaki değer ilişkisini ifade eder. Kapitalist birikim sürecinde, teknik iyileşmelerle birlikte sermayenin organik bileşimi artma eğilimi gösterir.
  • Merkezileşme ve Yoğunlaşma

Merkezileşme: Farklı sermayelerin tek bir karar organı altında birleşmesi, yani birkaç sermayenin daha güçlü bir sermaye halinde birleşmesidir.

Yoğunlaşma: Birikim sonucunda her önemli sınai firmada meydana gelen değer artışıdır.

  • Bu süreçler, muazzam miktarda serveti sınırlı sayıda kişinin elinde toplar ve toplumu mülk sahibi olanlar ile olmayanlar arasında kutuplaştırma eğilimi gösterir.

6. Yedek Sanayi Ordusu ve Göreli Yoksullaşma:

  • Yedek Sanayi Ordusu: Kapitalist gelişme (canlı emek yerine ölü emek ikamesi) yoluyla sürekli olarak yaratılan işsiz üreticiler kitlesidir. Bu kitle, ücretler üzerinde aşağı yönlü bir baskı oluşturur.
  • Göreli Yoksullaşma: İşçilerin üretkenlik artışlarından yararlanmalarına rağmen, bu yararlanmanın sermayecilerden çok daha küçük ölçüde kalmasıdır.

7. Kapitalist Üretim Tarzının Temel Çelişkisi:

  • Kapitalizm, emeğin ve üretimin toplumsallaşmasına yol açar; ancak üretim araçlarının mülkiyet biçimi (az sayıda sermayecinin çıkarına ilerlemesi) üretimin toplumsal karakteriyle bağdaşmaz. "Üretimin toplumsal karakteri ile üretimin sonuçlarının özel kapitalist mülk edinilme biçimi arasındaki çelişki kapitalist üretim tarzının temel çelişkisidir." Bu çelişki kapitalizmin gelişmesiyle keskinleşir.

8. Sermaye Çevrimi ve Devri:

  • Sermaye Çevrimi: Sermayenin P - M (EG+ÜA) ... Ü...M' - P' biçimindeki art arda dönüşmesidir. Üç aşaması vardır: para-sermayeden üretken sermayeye, üretken sermayeden meta-sermayeye ve meta-sermayeden para-sermayeye dönüşüm. Artık değer sadece ikinci aşamada (üretim süreci) üretilir.
  • Sermaye Devri: Çevrimin durmadan yinelenmesidir. Devir zamanı, üretim zamanı ile dolaşım zamanının toplamıdır. Sermayeciler devir zamanını kısaltarak kârlılıklarını artırma eğilimindedirler.
  • Sabit Sermaye ve Dolaşır Sermaye:

Sabit Sermaye: Bina, makine gibi değeri birden fazla ürün işleme süresi boyunca ürüne aktarılan sermayedir. Maddi ve manevi aşınmaya uğrar.

Dolaşır Sermaye: Emek gücü, hammadde gibi değeri tek bir ürün işleme süresinde bütünüyle metaya aktarılan sermayedir.

  • Marksistler, bu ayrımı değişmez ve değişir sermaye ayrımından farklı tutar. Değişmez/değişir sermaye sömürü sürecindeki role göre, sabit/dolaşır sermaye ise döngünün karakterine göre ayrılır. Burjuva iktisatçıları bu ayrımı maskeleyerek emek gücünün artık değer üretimindeki rolünü göz ardı ederler.

9. Kârlılık ve Ortalama Kâr Oranı:

  • Kapitalist Üretim Maliyetleri ve Kâr: Bir metanın değeri değişmez sermaye, değişir sermaye ve artık değerden oluşur. Kapitalist üretim maliyeti (c+v) gerçek değerden (c+v+m) küçüktür; aradaki fark artık değerdir (m), ki bu sermayecinin kârını oluşturur.
  • Kâr Oranı: Artık değer kütlesi ile yatırılan toplam sermaye (c+v) arasındaki ilişkidir. İşçi sınıfının sömürülme derecesi (artık değer oranı), sermayenin organik bileşimi ve sermaye döngüsünün hızı kâr oranını etkiler.
  • Ortalama Kâr Oranının Biçimlenmesi ve Üretim Fiyatı: Kapitalist rejimde, sanayi dalları arasındaki rekabet, kâr oranlarını eşitleme eğilimi gösterir ve genel bir ortalama kâr oranı oluşur. Bu eşitleme, sermaye akışı yoluyla sağlanır. Metalar artık değerleri üzerinden değil, "üretim fiyatı" üzerinden (ortalama kâr eklenmiş üretim genel giderleri) satılır.

10. Kâr Oranının Azalma Eğilimi:

  • Sermayenin organik bileşiminin artması (canlı emek yerine ölü emek ikamesi) ve hammadde/enerji değerindeki artışlar nedeniyle kâr oranı uzun dönemde azalma eğilimi gösterir. Bu, kapitalist gelişmenin bizatihi mantığına yazılmıştır. Bu eğilim, ekonomik çevrimler (7-10 yıl) içinde de doğrulanır ve bunalımlarla bağlantılıdır.

11. Ticari Sermaye ve Bankacılık Sermayesi:

  • Ticari Sermaye: Meta dolaşım alanına yatırılmış sermayedir. Artık değer yaratmaz, ancak sanayi sermayesinin artık değerinin bir bölümünü tacir kârı olarak alır. Ticari sermayenin varlığı, sanayicinin dolaşım süresini ve ilgili harcamaları azaltmasını sağlar.
  • Bankacılık Sermayesi (İkraz Sermayesi): Faiz karşılığında ödünç verilen paradır. Faizin kaynağı artık değerdir. Bankalar, toplumun parasını toplayıp sanayicilerin kullanımına sunar. Kredi, sermaye mülkiyeti ile sermayenin üretimde kullanılması arasında bir ayrılma yaratır.

12. Dönemsel Aşırı Üretim Bunalımları:

  • Kapitalist krizler, fiziksel kıtlıktan (kullanım değerleri eksik üretimi) değil, mübadele değerleri (metalar) aşırı üretiminden kaynaklanır.
  • Sermayenin organik bileşimindeki artış ve kâr oranının azalma eğilimi, genel aşırı üretim bunalımlarına yol açar. Patlama dönemlerinde başlayan "yatırım patlaması" (özellikle üretim araçları sektöründe), orantısız gelişmeye yol açar.
  • Yeni üretim araçlarının kitlesel girişi ve emek tasarruf edici teknolojilerin kullanımı, kâr oranını düşürür ve "aşırı birikim" eğilimi ortaya çıkar. Kredi genişlemesi krizi sadece geciktirir.
  • Krizin sonucunda üretim ve istihdam geriler, meta fiyatları çöker ve sermaye genel olarak değer yitirir. Bu çöküş, piyasa fiyatlarının ve üretim fiyatlarının (daha düşük ortalama kâr oranıyla) metanın değerindeki genel düşüşe uyarlanmasından ibarettir.
  • Bunalım, sistemin bütünü için "sağlıklıdır" çünkü kâr oranındaki gerilemeyi geçici olarak durdurur veya tersine çevirir. Yedek işçi ordusunun yeniden kurulması ve reel ücretlerdeki kesinti, artık değer oranında güçlü bir artışa ve dolayısıyla kâr oranının yükselmesine yol açar.
  • Dönemsel aşırı üretim bunalımlarının temel nedenleri, "ortalama kâr oranının dönem dönem azalmasının kaçınılmazlığı, kapitalist üretim anarşisi ve kapitalizm döneminde kitle tüketimini üretici güçlerin büyümesiyle ilgileşimli olarak geliştirmenin olanaksızlığıdır."

Komünizmin İlkeleri | Friedrich Engels

Frederick Engels

Komünizmin İlkeleri

Yazım Tarihi: Ekim-Kasım 1847

Kaynak: Seçilmiş Eserler, Cilt Bir, s. 81-97, Progress Publishers, Moskova, 1969

İlk Yayın: 1914, Eduard Bernstein tarafından Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin Vorwärts! Gazetesinde

İngilizceye Çeviren: Paul Sweezy


— 1 —

Komünizm nedir?

Komünizm, proletaryanın kurtuluşunun koşullarıyla ilgili öğretidir.

— 2 —

Proletarya nedir?

Proletarya, toplumda tamamen emeğinin satışından yaşayan ve herhangi bir sermayeden kâr elde etmeyen sınıftır; refahı ve felaketi, yaşamı ve ölümü, tüm varlığı emeğe olan talebe – dolayısıyla, iş dünyasının değişen durumuna, dizginsiz rekabetin kaprislerine – bağlıdır. Proletarya, ya da proleterler sınıfı, kısacası, 19. yüzyılın işçi sınıfıdır.[1]

— 3 —

O halde proleterler her zaman var olmadı mı?

Hayır. Her zaman yoksul ve işçi sınıflar olmuştur; ve işçi sınıfı çoğunlukla yoksul olmuştur. Ancak bugünkü koşullarda yaşayan işçiler ve yoksullar her zaman var olmadı; başka bir deyişle, proleterler her zaman var olmadığı gibi, dizginsiz serbest rekabet de her zaman var olmadı.

— 4 —

Proletarya nasıl ortaya çıktı?

Proletarya, geçen (18.) yüzyılın ikinci yarısında İngiltere’de gerçekleşen ve o zamandan beri dünyanın tüm medeni ülkelerinde tekrarlanan sanayi devriminde ortaya çıktı.

Bu sanayi devrimi, buhar makinesinin keşfi, çeşitli iplik eğirme makineleri, mekanik dokuma tezgâhı ve bir dizi başka mekanik aletle hızlandı. Çok pahalı olan ve bu nedenle yalnızca büyük kapitalistler tarafından satın alınabilen bu makineler, üretim biçimini tamamen değiştirdi ve eski işçileri yerinden etti, çünkü makineler, işçilerin verimsiz iplik eğirme çarkları ve el tezgahlarıyla üretebildiklerinden daha ucuz ve daha iyi mallar üretti. Makineler, endüstriyi tamamen büyük kapitalistlerin ellerine teslim etti ve işçilerin sahip olduğu az miktardaki mülkü (aletler, tezgahlar vb.) tamamen değersiz kıldı. Sonuç olarak, kapitalistler kısa sürede her şeyi ellerine aldılar ve işçilere hiçbir şey kalmadı. Bu, tekstil endüstrisine fabrika sisteminin girişiydi.

Makine ve fabrika sisteminin tanıtılmasına yönelik bu ivme bir kez sağlandığında, bu sistem hızla diğer tüm endüstri dallarına, özellikle kumaş ve kitap basımı, çömlekçilik ve metal endüstrilerine yayıldı.

Emek, bireysel işçiler arasında giderek daha fazla bölündü, böylece daha önce tam bir iş parçası yapan işçi artık sadece o parçanın bir kısmını yapıyordu. Bu iş bölümü, şeyleri daha hızlı ve ucuz üretmeyi mümkün kıldı. Bireysel işçinin faaliyetini, basit, sonsuzca tekrarlanan mekanik hareketlere indirgedi; bu hareketler yalnızca bir makine tarafından değil, aynı zamanda bir makine tarafından çok daha iyi şekilde gerçekleştirilebilirdi. Böylece, iplik eğirme ve dokuma gibi, tüm bu endüstriler birbiri ardı sıra buhar, makine ve fabrika sisteminin egemenliği altına girdi.

Ama aynı zamanda, bu endüstriler büyük kapitalistlerin ellerine geçti ve işçileri kalan bağımsızlıklarından yoksun bırakıldı. Giderek, yalnızca gerçek imalat değil, aynı zamanda el sanatları da fabrika sisteminin kapsamına girdi; büyük kapitalistler, küçük usta zanaatkârları büyük atölyeler kurarak yerinden etti; bu atölyeler birçok masrafı azalttı ve ayrıntılı bir iş bölümüne olanak sağladı.

Böylece, medeni ülkelerde şu anda neredeyse tüm iş türleri fabrikalarda gerçekleştiriliyor – ve neredeyse tüm çalışma dallarında el sanatları ve imalat konumunu kaybetti. Bu süreç, eski orta sınıfı, özellikle küçük zanaatkârları giderek daha fazla mahvetti; işçilerin durumunu tamamen dönüştürdü; ve diğer tüm sınıfları giderek yutan iki yeni sınıf yaratıldı. Bunlar:

(i) Tüm medeni ülkelerde tüm geçim araçlarına ve geçim araçlarının üretimi için gerekli aletlere (makineler, fabrikalar) ve malzemelere neredeyse tamamen sahip olan büyük kapitalistler sınıfı. Bu, burjuva sınıfı veya burjuvazidir.

(ii) Geçim araçlarını elde etmek için emeğini burjuvaziye satmak zorunda olan tamamen mülksüz sınıf. Bu, proleterler sınıfı veya proletarya olarak adlandırılır.

— 5 —

Proleterlerin emeğinin burjuvaziye satışı hangi koşullarda gerçekleşir?

Emek, diğer tüm mallar gibi bir metadır ve bu nedenle fiyatı, diğer mallara uygulanan aynı yasalarla belirlenir. Büyük endüstri veya serbest rekabet rejiminde – göreceğimiz gibi, ikisi aynı anlama gelir – bir malın fiyatı, ortalama olarak, her zaman üretim maliyetine eşittir. Dolayısıyla, emeğin fiyatı da emeğin üretim maliyetine eşittir.

Ancak emeğin üretim maliyeti, tam olarak işçinin çalışmaya devam etmesini ve işçi sınıfının yok olmasını önlemek için gerekli olan geçim araçlarının miktarıyla oluşur. Bu nedenle işçi, emeği için bu amaç için gerekenden fazlasını almaz; emeğin fiyatı veya ücret, başka bir deyişle, yaşamın sürdürülmesi için gereken en düşük, asgari miktardır.

Ancak, iş bazen daha iyi, bazen daha kötü olduğu için, işçi bazen malları için daha fazla, bazen daha az alır. Ancak, tıpkı sanayicinin, iyi ve kötü zamanların ortalamasında, malları için üretim maliyetinden ne daha fazla ne de daha az alması gibi, işçi de ortalama olarak asgari miktardan ne daha fazla ne de daha az alır.

Bu ücretlerin ekonomik yasası, büyük endüstri tüm üretim dallarını ne kadar çok ele geçirirse o kadar katı bir şekilde işler.

— 6 —

Sanayi devriminden önce hangi çalışan sınıflar vardı?

Çalışan sınıflar, toplumun gelişiminin farklı aşamalarına göre her zaman farklı koşullarda yaşamış ve sahip olan ve yöneten sınıflarla farklı ilişkiler içinde olmuştur.

Antik çağda, işçiler sahiplerin köleleriydi, tıpkı birçok geri kalmış ülkede ve hatta Amerika Birleşik Devletleri’nin güneyinde hâlâ oldukları gibi.

Orta Çağ’da, Macaristan, Polonya ve Rusya’da hâlâ olduğu gibi, toprak sahibi soyluların serfleriydiler. Orta Çağ’da ve hatta sanayi devrimine kadar, şehirlerde küçük burjuva ustaların hizmetinde çalışan kalfalar da vardı. Manifaktür geliştikçe, bu kalfalar yavaş yavaş daha büyük kapitalistler tarafından istihdam edilen manifaktür işçileri oldular.

— 7 —

Proleterler kölelerden nasıl farklıdır?

Köle bir kez ve tamamen satılır; proleter ise kendini günlük ve saatlik satmak zorundadır.

Bireysel köle, bir efendinin mülkü olarak, ne kadar sefil olsa da, efendinin çıkarı nedeniyle bir varoluş güvencesine sahiptir. Bireysel proleter, emeğini yalnızca birinin ihtiyacı olduğunda satın alan tüm burjuva sınıfının mülkü gibidir ve güvenli bir varoluşa sahip değildir. Bu varoluş yalnızca bütün bir sınıf olarak güvence altındadır.

Köle rekabetin dışındadır; proleter ise rekabetin içindedir ve onun tüm kaprislerini yaşar.

Köle bir şey olarak sayılır, toplumun bir üyesi olarak değil. Böylece, köle, proleterden daha iyi bir varoluşa sahip olabilir, ancak proleter daha yüksek bir toplumsal gelişim aşamasına aittir ve kendisi, köleden daha yüksek bir toplumsal düzeyde durur.

Köle, özel mülkiyet ilişkilerinin tümünden yalnızca kölelik ilişkisini kaldırarak kendini özgürleştirir ve böylece proleter olur; proleter ise ancak özel mülkiyeti genel olarak kaldırarak kendini özgürleştirebilir.

— 8 —

Proleterler serflerden nasıl farklıdır?

Serf, bir üretim aracı olan bir parça toprağa sahip olur ve kullanır, bunun karşılığında ürününün bir kısmını veya emeğinin hizmetlerinin bir kısmını verir.

Proleter, bir başkasının üretim araçlarıyla, bu başkasının hesabına çalışır ve ürünün bir kısmı karşılığında çalışır.

Serf verir, proleter alır. Serf güvenceli bir varoluşa sahiptir, proleter ise buna sahip değildir. Serf rekabetin dışındadır, proleter rekabetin içindedir.

Serf kendini üç yoldan biriyle özgürleştirir: ya şehre kaçar ve orada zanaatkâr olur; ya ürün ve hizmetler yerine efendisine para verir ve böylece özgür bir kiracı olur; ya da feodal efendisini devirir ve kendisi mülk sahibi olur. Kısacası, o ya da bu yolla/bir şekilde, sahip olan sınıfa girer ve rekabete katılır. Proleter ise rekabeti, özel mülkiyeti ve tüm sınıf farklarını kaldırarak kendini özgürleştirir.

— 9 —

Proleterler zanaatkârlardan nasıl farklıdır?

Proletere kıyasla, geçmişte (18.) yüzyılda neredeyse her yerde var olan ve şu anda hâlâ yer yer var olan zanaatkâr, en fazla geçici olarak proleterdir. Amacı, diğer işçileri sömürmek için kullanabileceği sermaye edinmektir. Loncalar hâlâ var olduğu yerlerde veya lonca kısıtlamalarından kurtulmanın henüz zanaatlara fabrika tarzı yöntemlerin getirilmesine ya da yoğun rekabete yol açmadığı yerlerde bu amacına sıklıkla ulaşabilir. Ancak fabrika sistemi zanaatların alanına girdiğinde ve rekabet tam anlamıyla geliştiğinde, bu perspektif körelir ve zanaatkâr giderek daha fazla proleter olur. Zanaatkâr bu nedenle ya burjuva ya da genel olarak orta sınıfa girerek ya da rekabet nedeniyle proleter haline gelerek (ki bu artık daha sık rastlanan durumdur) kendini özgürleştirir. Bu durumda, proleter hareketine, yani az çok komünist harekete katılarak kendini özgürleştirebilir.[2]

— 10 —

Proleterler manifaktür işçilerinden nasıl farklıdır?

16. yüzyıldan 18. yüzyıla kadar olan manifaktür işçisi, birkaç istisna dışında, hâlâ kendi üretim aracına sahipti – tezgâhı, aile iplik eğirme çarkı, boş zamanlarında işlediği küçük bir arazi parçası. Proleterde bunların hiçbiri yoktur.

Manifaktür işçisi neredeyse her zaman kırsalda yaşar ve ev sahibi veya işvereniyle daha çok veya daha az ataerkil bir ilişki içindedir; proleter ise çoğunlukla şehirde yaşar ve işvereniyle ilişkisi tamamen nakit ilişkisidir.

Manifaktür işçisi, büyük endüstri tarafından ataerkil ilişkisinden koparılır, hâlâ sahip olduğu mülkü kaybeder ve bu şekilde proleter olur.

— 11 —

Sanayi devrimi ve toplumun burjuvazi ve proletarya olarak bölünmesinin yakın erimli sonuçları nelerdi?

Birincisi, makine emeğinin yol açtığı giderek düşen endüstriyel ürün fiyatları, dünyanın tüm ülkelerinde el emeğine dayalı eski manifaktür veya endüstri sistemini tamamen yok etti.

Böylece, tarihsel gelişime az çok yabancı olan tüm yarı-barbar ülkeler, endüstrileri manifaktüre dayalı olanlar, izolasyonlarından zorla çıkarıldı. İngilizlerin daha ucuz mallarını satın aldılar ve kendi manifaktür işçilerinin mahvolmasına izin verdiler. Binlerce yıl boyunca ilerleme kaydetmemiş ülkeler – örneğin Hindistan – tamamen devrimcileşti ve hatta Çin şimdi bir devrim yolunda.

İngiltere’de icat edilen yeni bir makinenin, bir yıl içinde milyonlarca Çinli işçinin geçim kaynağını elinden aldığı bir noktaya geldik.

Böylece, büyük endüstri, yeryüzündeki tüm halkları birbirleriyle temasa geçirdi, tüm yerel pazarları tek bir dünya pazarında birleştirdi, her yere medeniyet ve ilerleme yaydı ve böylece medeni ülkelerde olanların diğer tüm ülkelerde yankı bulmasını sağladı.

Bu, eğer İngiltere veya Fransa’daki işçiler şimdi kendilerini özgürleştirirse, bu diğer tüm ülkelerde devrimleri tetiklemeli – er ya da geç kendi işçi sınıflarının kurtuluşunu gerçekleştirmesi gereken devrimler – anlamına gelir.

İkincisi, büyük endüstrilerin manifaktürün yerini aldığı her yerde, burjuvazi zenginlik ve güçte son derece gelişti ve kendini ülkenin birinci sınıfı yaptı. Bunun olduğu yerlerde sonuçta, burjuvazi siyasi gücü kendi ellerine aldı ve o zamana kadar yöneten sınıfları, aristokrasiyi, lonca ustalarını ve onların temsilcisi olan mutlak monarşiyi yerinden etti.

Burjuvazi, aristokrasinin, soyluların gücünü, mülklerin miras yoluyla devredilmesini kaldırarak – başka bir deyişle, arazi mülkiyetini satın alma ve satmaya tabi kılarak ve soyluların özel ayrıcalıklarını ortadan kaldırarak yok etti. Lonca ustalarının gücünü, loncaları ve el sanatı ayrıcalıklarını kaldırarak yok etti. Bunların yerine rekabeti koydu – yani, herkesin herhangi bir endüstri dalına girme hakkına sahip olduğu, tek engelin gerekli sermaye eksikliği olduğu bir toplum durumunu.

Serbest rekabetin gelişmesi, böylece, toplumun üyelerinin yalnızca sermayeleri eşit olmadığı ölçüde eşit olmadıklarını, sermayenin belirleyici güç olduğunu ve bu nedenle kapitalistlerin, burjuvazinin, toplumun birinci sınıfı haline geldiğini açıkça ilan eder.

Serbest rekabet, büyük endüstrinin kurulması için gereklidir, çünkü büyük endüstrinin kendi yolunu açabileceği tek toplumsal koşuldur.

Soylu ve lonca ustalarının toplumsal gücünü yok eden burjuvazi, onların siyasi gücünü de yok etti. Toplumda fiilen birinci sınıf konumuna yükselen burjuvazi, kendini aynı zamanda egemen siyasi sınıf olarak ilan eder. Bunu, yasalar önünde burjuva eşitliğe ve serbest rekabetin tanınmasına dayanan temsili sistemi oluşturarak yapar ve Avrupa ülkelerinde bu, anayasal monarşi şeklinde ortaya çıkar. Bu anayasal monarşilerde, yalnızca belirli bir sermayeye sahip olanlar seçmendir – yani yalnızca burjuvazi üyeleri. Bu burjuva seçmenler milletvekillerini seçer ve bu burjuva milletvekilleri, vergi oylamayı reddetme haklarını kullanarak bir burjuva hükümeti seçer.

Üçüncüsü, proletarya her yerde burjuvazi ile birlikte adım adım gelişir. Burjuvazi zenginlikte büyüdükçe, proletarya sayısal olarak büyür. Çünkü proleterler yalnızca sermaye tarafından istihdam edilebilir ve sermaye yalnızca emek kullanarak genişler, bu nedenle proletaryanın büyümesi sermayenin büyümesiyle tam olarak aynı hızda ilerler.

Aynı zamanda, bu süreç burjuvazi ve proleterleri, endüstrinin en kârlı şekilde sürdürülebileceği büyük şehirlerde bir araya getirir ve böylece büyük kitleleri bir araya toplayarak proleterlere kendi güçlerinin bilincini verir.

Dahası, bu süreç ilerledikçe, yeni emek tasarrufu sağlayan makineler icat edildikçe, büyük endüstrinin ücretler üzerindeki baskısı artar, ki bu, gördüğümüz gibi, asgari düzeye iner ve böylece proletaryanın durumunu giderek daha dayanılmaz hale getirir. Proletaryanın artan hoşnutsuzluğu, bir proleter sosyal devrimini hazırlamak üzere, onun yükselen gücüyle birleşir.

— 12 —

Sanayi devriminin diğer sonuçları nelerdi?

Büyük endüstri, buhar makinesi ve diğer makinelerle, endüstriyel üretimi sınırsızca genişletme, hızlandırma ve maliyetlerini düşürme araçlarını yarattı. Üretimin bu şekilde kolaylaşmasıyla, büyük endüstriyle zorunlu olarak bağlantılı olan serbest rekabet, en aşırı biçimleri aldı; çok sayıda kapitalist endüstriye akın etti ve kısa sürede ihtiyaç duyulandan fazlası üretildi.

Sonuç olarak, tamamlanmış mallar satılamadı ve ticari bir kriz patlak verdi. Fabrikalar kapanmak zorunda kaldı, sahipleri iflas etti ve işçiler ekmeksiz kaldı. Her yerde en derin sefalet hüküm sürdü.

Bir süre sonra, fazla ürünler satıldı, fabrikalar yeniden çalışmaya başladı, ücretler yükseldi ve yavaş yavaş işler her zamankinden daha iyi hale geldi.

Ancak çok geçmeden yine çok fazla mal üretildi ve önceki krizin aynı seyrini izleyen yeni bir kriz patlak verdi.

Bu (19.) yüzyılın başından beri, endüstrinin durumu refah dönemleri ile kriz dönemleri arasında sürekli dalgalanmıştır; neredeyse her beş ila yedi yılda bir yeni bir kriz araya girmiştir, her zaman işçiler için en büyük zorluklarla, her zaman genel devrimci hareketlerle ve mevcut düzenin tümüne doğrudan tehlike ile birlikte.

— 13 —

Bu dönemsel ticari krizlerden neler çıkar?

Birincisi:

Büyük endüstri, ilk aşamasında serbest rekabeti yaratmış olsa da, artık serbest rekabeti aşmıştır;

rekabet ve genel olarak üretimin bireyselci organizasyonu, büyük endüstri için bir zincir haline gelmiştir ve bu zinciri kırmalıdır ve kıracaktır;

büyük endüstri mevcut temelinde kaldığı sürece, yalnızca her yedi yılda bir genel kaos pahasına sürdürülebilir, her seferinde tüm medeniyeti tehdit eder, yalnızca proleterleri sefalete sürüklemekle kalmaz, aynı zamanda burjuvazinin büyük kesimlerini de mahveder;

dolayısıyla, ya büyük endüstrinin kendisi terk edilmelidir, ki bu mutlak bir imkânsızlıktır, ya da üretimi artık birbirine rakip bireysel sanayiciler tarafından değil, tüm toplum tarafından, kesin bir plana göre ve herkesin ihtiyaçlarını dikkate alarak yönetilen tamamen yeni bir toplum organizasyonu kaçınılmaz olarak gereklidir.

İkincisi: Büyük endüstri ve onun mümkün kıldığı sınırsız üretim genişlemesi, toplumun her üyesinin tüm güçlerini ve yeteneklerini tam özgürlükle kullanabileceği ve geliştirebileceği bir sosyal düzeni uygulanabilir hale getirir.

Böylece, mevcut toplum düzeninde sefalet ve kriz üreten büyük endüstrinin niteliklerinin, farklı bir toplum biçiminde bu sefaleti ve bu felaketli çöküşleri ortadan kaldıracağı görülür.

Tam bir netlikle görmekteyiz ki:

(i) Bütün bu kötülükler artık yalnızca gerçek duruma uymayan bir sosyal düzene atfedilmelidir; ve

(ii) Yeni bir sosyal düzen yoluyla bu kötülüklerin tamamen ortadan kaldırılması mümkündür.

— 14 —

Bu yeni sosyal düzen nasıl olmalıdır?

Her şeyden önce, endüstrinin ve tüm üretim dallarının kontrolünü birbirine rakip bireylerin ellerinden alacak ve yerine bu üretim dallarının tüm toplum tarafından – yani ortak hesap için, ortak bir plana göre ve toplumun tüm üyelerinin katılımıyla – işletildiği bir sistem kuracaktır.

Başka bir deyişle, rekabeti kaldıracak ve onun yerine ortaklaşmayı getirecektir.

Dahası, bireyler tarafından endüstrinin yönetimi zorunlu olarak özel mülkiyeti ima ettiğinden ve rekabet aslında yalnızca özel mülk sahiplerinin endüstriyi kontrolünün ifade biçimi ve şekli olduğundan, özel mülkiyetin rekabetten ve endüstrinin bireysel yönetiminden ayrılamayacağı sonucu çıkar. Bu nedenle özel mülkiyet kaldırılmalı ve yerine tüm üretim araçlarının ortak kullanımı ve tüm ürünlerin ortak anlaşmaya göre dağıtımı gelmelidir – kısacası, malların ortak mülkiyeti olarak adlandırılan şey.

Aslında, özel mülkiyetin kaldırılması, endüstrinin gelişimiyle gerekli hale gelen tüm sosyal düzendeki devrimi karakterize etmenin en kısa ve en önemli yoludur – ve bu nedenle komünistler tarafından ana talep olarak haklı bir şekilde ileri sürülür.

— 15 —

Özel mülkiyetin kaldırılması daha önce mümkün müydü?

Hayır. Sosyal düzenin her değişikliği, mülkiyet ilişkilerindeki her devrim, eski mülkiyet ilişkilerine uymayan yeni üretim güçlerinin yaratılmasının zorunlu bir sonucudur.

Özel mülkiyet her zaman var olmadı.

Orta Çağ’ın sonlarına doğru, o zamanki feodal ve lonca mülkiyet biçimleri altında sürdürülemeyen yeni bir üretim biçimi ortaya çıktığında, eski mülkiyet ilişkilerini aşan bu manifaktür, yeni bir mülkiyet biçimini, özel mülkiyeti yarattı. Manifaktür ve büyük endüstrinin ilk gelişim aşaması için, özel mülkiyet tek mümkün mülkiyet biçimiydi; buna dayalı sosyal düzen tek mümkün sosyal düzendi.

Herkes için yeterli olacak kadar üretmek mümkün olmadığı sürece, sosyal sermayeyi genişletmek ve üretim güçlerini artırmak için daha fazlası kalmadığı sürece, toplumun üretken güçlerini yönlendiren bir yönetici sınıf ve yoksul, ezilen bir sınıf her zaman olacaktır. Bu sınıfların nasıl oluştuğu gelişim aşamasına bağlıdır.

Tarımcı Orta Çağ bize baron ve serfi verir; sonraki Orta Çağ şehirleri bize lonca ustasını, kalfayı ve gündelik işçiyi gösterir; 17. yüzyıl manifaktür işçilerine sahiptir; 19. yüzyıl büyük fabrika sahiplerine ve proleterlere sahiptir.

Şimdiye kadar, üretim güçlerinin herkes için yeterli olacak kadar geliştirildiği bir noktaya hiç ulaşılmadı ve özel mülkiyet, üretim güçlerinin daha fazla gelişimi için bir zincir ve engel haline geldi.

Ancak şimdi, büyük endüstrinin gelişimi yeni bir dönem başlattı. Sermaye ve üretim güçleri eşi görülmemiş bir ölçüde genişledi ve bunları yakın gelecekte sınırsızca çoğaltma araçları mevcut. Dahası, üretim güçleri birkaç burjuvanın ellerinde yoğunlaştı, halkın büyük çoğunluğu giderek proleterleşiyor, burjuvazinin zenginliği arttıkça durumları daha sefil ve dayanılmaz hale geliyor. Ve son olarak, bu güçlü ve kolayca genişletilebilir üretim güçleri, özel mülkiyeti ve burjuvaziyi öyle aştı ki, her an sosyal düzenin en şiddetli bozukluklarını tetikleme tehdidinde bulunuyor. Şimdi, bu koşullar altında, özel mülkiyetin kaldırılması yalnızca mümkün değil, aynı zamanda mutlak olarak gerekli hale geldi.

— 16 —

Özel mülkiyetin barışçıl bir şekilde kaldırılması mümkün olacak mı?

Bunun gerçekleşmesi arzu edilir ve komünistler buna karşı çıkan son kişiler olur. Komünistler, tüm komploların yalnızca işe yaramaz değil, aynı zamanda zararlı olduğunu çok iyi bilir. Devrimlerin niyetlerle ve keyfi bir şekilde yapılmadığını, her zaman ve her yerde bireysel partilerin ve tüm sınıfların iradesinden ve yönlendirmesinden tamamen bağımsız koşulların zorunlu sonucu olduğunu çok iyi bilir.

Ancak aynı zamanda, neredeyse tüm medeni ülkelerde proletaryanın gelişiminin şiddetle bastırıldığını ve bu şekilde komünizmin muhaliflerinin bir devrime karşı tüm güçleriyle çalıştığını da görürler. Eğer ezilen proletarya sonunda devrime sürüklenirse, biz komünistler, şimdi sözlerimizle savunduğumuz gibi, proleterlerin çıkarlarını eylemlerle savunacağız.

— 17 —

Özel mülkiyet bir hamlede kaldırılabilir mi?

Hayır, mevcut üretim güçleri tek hamlede komünist bir toplum yaratmak için gerektiği ölçüde çoğaltılamaz.

Büyük olasılıkla, proleter devrimi mevcut toplumu kademeli olarak dönüştürecek ve üretim araçları yeterli miktarda mevcut olduğunda özel mülkiyeti kaldırabilecektir.

— 18 —

Bu devrimin seyri ne olacak?

Her şeyden önce, demokratik bir anayasa kuracak ve bu sayede proletaryanın doğrudan veya dolaylı egemenliğini sağlayacaktır. İngiltere’de, proleterlerin zaten halkın çoğunluğunu oluşturduğu yerde doğrudan. Fransa ve Almanya’da, halkın çoğunluğunun yalnızca proleterlerden değil, aynı zamanda proleterleşme sürecinde olan küçük köylülerden ve küçük burjuvaziden oluştuğu yerlerde dolaylı; bu sınıflar, tüm siyasi çıkarlarında giderek daha fazla proletaryaya bağımlı hale gelir ve bu nedenle yakında proletaryanın taleplerine uyum sağlamak zorundadır. Bu belki ikinci bir mücadele gerektirebilir, ancak sonuç yalnızca proletaryanın zaferi olabilir.

Demokrasi, özel mülkiyete karşı önlemler alınması ve proletaryanın geçiminin sağlanması için bir araç olarak hemen kullanılmazsa, proletarya için tamamen değersiz olur. Mevcut ilişkilerin zorunlu sonucu olarak ortaya çıkan başlıca önlemler şunlardır:

(i) Aşamalı vergilendirme, ağır miras vergileri, yan hatlar (kardeşler, yeğenler vb.) yoluyla mirasın kaldırılması, zorla borçlar vb. yoluyla özel mülkiyetin sınırlandırılması.

(ii) Toprak sahiplerinin, sanayicilerin, demiryolu patronlarının ve gemi sahiplerinin mallarının kademeli olarak kamulaştırılması, kısmen devlet endüstrisiyle rekabet yoluyla, kısmen tahvillerle doğrudan tazminat yoluyla.

(iii) Halkın çoğunluğuna karşı çıkan tüm göçmenlerin ve isyancıların mallarına el konulması.

(iv) Proleterlerin kamu arazilerinde, fabrikalarda ve atölyelerde çalıştırılması veya istihdam edilmesi, işçiler arasındaki rekabetin kaldırılması ve hâlâ var olan fabrika sahiplerinin devlet tarafından ödenen aynı yüksek ücretleri ödemekle yükümlü kılınması.

(v) Özel mülkiyet tamamen kaldırılana kadar toplumun tüm üyeleri için eşit çalışma yükümlülüğü. Özellikle tarım için endüstriyel orduların oluşturulması.

(vi) Devlet sermayeli bir ulusal banka aracılığıyla para ve kredinin devletin ellerinde merkezileştirilmesi ve tüm özel bankaların ve bankerlerin bastırılması.

(vii) Ulusal fabrikaların, atölyelerin, demiryollarının, gemilerin sayısında artış; yeni toprakların ekime açılması ve halihazırda ekili olan toprakların iyileştirilmesi – hepsi ulusun emrindeki sermaye ve işgücünün büyümesine orantılı olarak.

(viii) Annelerinin bakımından ayrılabilecekleri andan itibaren tüm çocukların ulusal kuruluşlarda ulusal maliyetle eğitimi. Eğitim ve üretim birlikte.

(ix) Kamu arazilerinde hem endüstri hem de tarımla uğraşan vatandaş gruplarının ortak konutları olarak büyük saraylar inşa edilmesi ve bu sarayların, şehir ile kırsal yaşamın avantajlarını birleştirirken her birinin tek taraflılığını ve dezavantajlarını ortadan kaldırması.

(x) Kentsel bölgelerdeki tüm sağlıksız ve kötü yapılmış konutların yıkılması.

(xi) Evlilik içi ve dışı doğan çocuklar için eşit miras hakları.

(xii) Tüm ulaşım araçlarının ulusun ellerinde toplanması.

Elbette, bu önlemlerin hepsini bir kerede gerçekleştirmek imkânsızdır. Ancak biri her zaman diğerlerini peşinden getirecektir. Özel mülkiyete karşı ilk radikal saldırı başlatıldığında, proletarya kendini daha da ileri gitmeye zorlanmış bulacak, tüm sermayeyi, tüm tarımı, tüm ulaşımı, tüm ticareti giderek daha fazla devletin ellerinde toplayacaktır. Tüm önceki önlemler bu amaca yöneliktir; ve bunlar uygulanabilir ve gerçekleştirilebilir hale gelecek, proletarya emek gücüyle ülkenin üretici güçlerini çoğalttığı ölçüde, merkezileştirici etkilerini tam olarak ortaya koyabileceklerdir.

Son olarak, tüm sermaye, tüm üretim, tüm değişim ulusun ellerinde bir araya getirildiğinde, özel mülkiyet kendiliğinden kaybolacak, para gereksiz hale gelecek ve üretim öyle genişleyecek ve insan öyle değişecek ki, toplum eski ekonomik alışkanlıklarından geriye kalan her ne varsa ondan kurtulabilecektir.

— 19 —

Bu devrim yalnızca bir ülkede mi gerçekleşebilir?

Hayır. Büyük endüstri, dünya pazarını yaratarak, yeryüzündeki tüm halkları, özellikle medeni halkları, birbirleriyle öyle yakın bir ilişkiye getirdi ki, hiçbiri diğerlerinde olanlardan bağımsız değildir.

Dahası, medeni ülkelerin sosyal gelişimini öyle bir ölçüde koordine etti ki, hepsinde burjuvazi ve proletarya belirleyici sınıflar haline geldi ve aralarındaki mücadele günün büyük mücadelesi oldu. Bu, komünist devrimin yalnızca ulusal bir fenomen olmayacağı, aynı zamanda tüm medeni ülkelerde – yani en azından İngiltere, Amerika, Fransa ve Almanya’da – eşzamanlı olarak gerçekleşmesi gerektiği anlamına gelir.

Bu devrim, her bir ülkede, o ülkenin daha gelişmiş bir endüstriye, daha büyük zenginliğe, daha önemli bir üretken güç kütlesine sahip olmasına bağlı olarak daha hızlı veya daha yavaş gelişecektir. Bu nedenle, Almanya’da en yavaş ve en fazla engelle karşılaşacak, İngiltere’de en hızlı ve en az zorlukla ilerleyecektir. Dünyanın diğer ülkelerinde güçlü bir etkisi olacak ve onların şimdiye kadar izledikleri gelişim seyrini kökten değiştirecek, aynı zamanda hızını büyük ölçüde artıracaktır.

Bu evrensel bir devrimdir ve buna uygun olarak evrensel bir kapsama sahip olacaktır.

— 20 —

Özel mülkiyetin nihai olarak ortadan kalkmasının sonuçları ne olacak?

Toplum, tüm üretim güçlerini ve ticaret araçlarını, ayrıca ürünlerin değişimini ve dağıtımını özel kapitalistlerin ellerinden alacak ve bunları kaynakların mevcudiyetine ve tüm toplumun ihtiyaçlarına dayalı bir plana göre yönetecektir. Bu şekilde, en önemlisi, büyük endüstrinin şu andaki işleyişiyle ilişkili kötü sonuçlar kaldırılacaktır.

Artık krizler olmayacak; mevcut toplum düzeni için aşırı üretim olan ve bu nedenle sefaletin başlıca nedeni olan genişletilmiş üretim, o zaman yetersiz olacak ve çok daha fazla genişletilmesi gerekecektir. Sefalet yaratmak yerine, aşırı üretim, toplumun temel gereksinimlerini aşarak herkesin ihtiyaçlarının tatminini sağlayacak; yeni ihtiyaçlar yaratacak ve aynı zamanda bunları tatmin etme araçlarını yaratacaktır. Yeni ilerlemenin koşulu ve teşvik edicisi haline gelecektir, geçmişte olduğu gibi tüm sosyal düzeni karışıklığa atmayacaktır. Özel mülkiyet baskısından kurtulan büyük sanayi, o kadar büyük bir genişleme yaşayacak ki, bugün gördüklerimiz, günümüzün büyük sanayisinin yanında manifaktürün göründüğü kadar önemsiz kalacaktır. Endüstrinin bu gelişimi, toplumun herkesin ihtiyaçlarını karşılayacak yeterli miktarda ürün sunmasını sağlayacaktır.

Aynı şey, özel mülkiyetin baskısından ve özel olarak sahip olunan toprağın küçük parsellere bölünmesinden muzdarip olan tarım için de geçerli olacaktır. Burada mevcut iyileştirmeler ve bilimsel prosedürler uygulanacak ve bu, toplumun ihtiyaç duyduğu tüm ürünleri sağlayacak bir sıçrama yaratacaktır.

Bu şekilde, malların bolluğu tüm toplum üyelerinin ihtiyaçlarını karşılayabilecektir.

Toplumun farklı, birbirine düşman sınıflara bölünmesi artık gereksiz olmaya başlayacaktır. Dahası, bu yalnızca gereksiz değil, aynı zamanda yeni sosyal düzende katlanılmaz olacaktır. Sınıfların varlığı iş bölümünden kaynaklandı ve şimdiye kadar bilinen iş bölümü tamamen kaybolacaktır. Çünkü endüstriyel ve tarımsal üretimi tarif ettiğimiz düzeye getirmek için mekanik ve kimyasal süreçler yeterli değildir; bu süreçleri kullanan insanların kapasiteleri buna uygun bir gelişim geçirmelidir.

Geçen yüzyılın köylüleri ve manifaktür işçileri, büyük endüstriye çekildiklerinde tüm yaşam tarzlarını değiştirdiler ve tamamen farklı insanlar oldular; aynı şekilde, tüm toplum tarafından üretimin ortak kontrolü ve bunun sonucunda ortaya çıkan yeni gelişim, tamamen farklı bir insan malzemesi gerektirecektir.

İnsanlar artık bugünkü gibi tek bir üretim dalına tabi olmayacak, ona bağlı kalmayacak, onun tarafından sömürülmeyecektir; artık sadece bir yeteneklerini diğerlerinin pahasına geliştirmeyecek; üretimin yalnızca bir dalını veya bir dalın bir parçasını bilmeyeceklerdir. Bugünkü endüstri bile bu tür insanları giderek daha az faydalı buluyor.

Tüm toplum tarafından kontrol edilen ve bir plana göre işletilen endüstri, dengeli bir şekilde gelişmiş yeteneklere sahip, üretimin bütününü görebilen çok yönlü insanları gerektirir.

Birini köylü, diğerini ayakkabıcı, üçüncüsünü fabrika işçisi, dördüncüsünü borsacı yapan iş bölümü biçimi, makineler tarafından zaten baltalanmıştır ve tamamen kaybolacaktır. Eğitim, genç insanların tüm üretim sistemini hızla tanımalarını ve toplumun ihtiyaçlarına veya kendi eğilimlerine yanıt olarak bir üretim dalından diğerine geçmelerini sağlayacaktır. Bu nedenle, bugünkü iş bölümünün her bireye empoze ettiği tek taraflı karakterden onları kurtaracaktır. Komünist toplum, bu şekilde, üyelerinin kapsamlı bir şekilde gelişmiş yeteneklerini tam anlamıyla kullanmalarını mümkün kılacaktır. Ancak bu olduğunda, sınıflar zorunlu olarak kaybolacaktır. Bundan, komünist temelde örgütlenmiş bir toplumun bir yandan sınıfların varlığıyla bağdaşmadığı, diğer yandan bu tür bir toplumun inşasının sınıf farklarını kaldırma araçlarını sağladığı sonucu çıkar.

Bunun bir sonucu olarak, şehir ile kır arasındaki fark da ortadan kalkmaya mahkûmdur. Tarım ve endüstrinin iki farklı insan sınıfı yerine aynı insanlar tarafından yönetilmesi, yalnızca maddi nedenlerle bile, komünist ortaklaşmanın gerekli bir koşuludur. Tarımsal nüfusun kırsalda dağılması, endüstriyel nüfusun büyük şehirlerde toplanması hem tarımın hem de endüstrinin gelişmemiş bir durumuna karşılık gelir ve daha fazla gelişim için bir engel olarak zaten hissedilmektedir.

Toplumun tüm üyelerinin, üretim güçlerinin planlı bir şekilde kullanılması, üretimin herkesin ihtiyaçlarını karşılayacak düzeye genişletilmesi amacıyla genel işbirliği; bazılarının ihtiyaçlarının diğerlerinin ihtiyaçları pahasına karşılanması durumunun ortadan kaldırılması, sınıfların ve sınıf çatışmalarının tamamen ortadan kaldırılması; mevcut işbölümünün ortadan kaldırılması, endüstriyel eğitim, çeşitli faaliyetlere katılım, herkesin herkesin ürettiği zevklerden yararlanması, şehir ve kırsalın birleştirilmesi yoluyla toplumun tüm üyelerinin yeteneklerinin çok yönlü gelişimi – bunlar özel mülkiyetin ortadan kaldırılmasının başlıca sonuçlarıdır.

— 21 —

Komünist toplumun aile üzerindeki etkisi ne olacak?

Cinsiyetler arasındaki ilişkileri yalnızca ilgili kişileri ilgilendiren ve toplumun müdahale etme gerekçesinin olmadığı tamamen özel bir meseleye dönüştürecektir. Bunu yapabilir, çünkü özel mülkiyeti kaldırır ve çocukları komünal bir temelde eğitir, böylece geleneksel evliliğin iki temelini – özel mülkiyete dayalı olarak kadının erkeğe ve çocukların ebeveynlerine bağımlılığını – kaldırır.

Ve işte, son derece ahlaki dar kafalıların “kadınların ortaklaşması”na (fuhuşa -MB) karşı çıkardığı yaygaraya yanıt. Kadınların ortaklaşması, tamamen burjuva toplumuna ait bir durumdur ve bugün fuhuşta tam ifadesini bulur. Ancak fuhuş özel mülkiyete dayanır ve onunla birlikte ortadan kalkar. Böylece, komünist toplum, kadınların ortaklaşmasını getirmek yerine, aslında onu kaldırır.

— 22 —

Komünizmin mevcut milliyetlere karşı tutumu ne olacak?

Topluluk ilkesine göre bir araya gelen halkların milliyetleri, bu birleşmenin bir sonucu olarak birbirleriyle karışmak ve böylece kendilerini feshetmek zorunda kalacaklardır, tıpkı çeşitli mülkiyet ve sınıf ayrımlarının, bunların temelini oluşturan özel mülkiyetin ortadan kaldırılmasıyla ortadan kalkması gibi. [3]

— 23 —

Mevcut dinlere karşı tutumu ne olacak?

Şimdiye kadarki tüm dinler, tekil halkların veya halk gruplarının tarihsel gelişim aşamalarının ifadeleri olmuştur. Ancak komünizm, mevcut tüm dinleri gereksiz kılan ve onların kaybolmasını sağlayan tarihsel gelişim aşamasıdır.[4]

— 24 —

Komünistler sosyalistlerden nasıl farklıdır?

Sosyalistler üç kategoriye ayrılır.

[Gerici Sosyalistler:]

İlk kategori, büyük endüstri ve dünya ticareti ile onların yarattığı burjuva toplumu tarafından zaten yok edilmiş ve her gün yok edilmekte olan feodal ve ataerkil toplumun taraftarlarından oluşur. Bu kategori, mevcut toplumun kötülüklerinden, feodal ve ataerkil toplumun bu tür kötülüklerden uzak olduğu için yeniden kurulması gerektiği sonucuna varır. Şu veya bu şekilde, tüm önerileri bu amaca yöneliktir.

Bu gerici sosyalistler kategorisine, görünüşte partizanlıkları ve proletaryanın sefaleti için döktükleri acı gözyaşlarına rağmen, komünistler tarafından şu nedenlerle enerjik bir şekilde karşı çıkılır:

(i) Tamamen imkânsız olan bir şey için çaba gösterir.

(ii) Aristokrasinin, lonca ustalarının, küçük üreticilerin ve onların mutlak veya feodal monarklar, memurlar, askerler ve rahiplerden oluşan maiyetinin egemenliğini kurmayı amaçlar – bu toplum, mevcut toplumun kötülüklerinden arınmış olsa da en az onun kadar çok kötülük getirirdi ve ezilen işçilere komünist bir devrim yoluyla kurtuluş umudu sunmazdı bile.

(iii) Proletarya devrimci ve komünist hale gelir gelmez, bu gerici sosyalistler gerçek renklerini gösterir ve hemen burjuvaziyle birlikte proleterlere karşı ortak bir dava yürütür.

[Burjuva Sosyalistler:]

İkinci kategori, mevcut toplumun, kaçınılmaz olarak yol açtığı kötülüklerden korkan ve geleceği için endişelenen taraftarlarından oluşur. Bu nedenle istedikleri, bu toplumu sürdürmek ama onun ayrılmaz bir parçası olan kötülüklerden kurtulmaktır.

Bu amaçla, bazıları yalnızca refah önlemleri önerir – diğerleri ise toplumu yeniden düzenleme bahanesiyle aslında mevcut toplumun temellerini ve dolayısıyla hayatını korumayı amaçlayan büyük reform sistemleriyle öne çıkar.

Komünistler, bu burjuva sosyalistlere karşı amansızca mücadele etmelidir, çünkü onlar komünistlerin düşmanları için çalışır ve komünistlerin devirmeyi amaçladığı toplumu korur.

[Demokratik Sosyalistler:]

Son olarak, üçüncü kategori, Soru 18’de tarif edilen komünistlerin savunduğu bazı önlemleri destekleyen demokratik sosyalistlerden oluşur; ancak bunları, komünizme geçişin bir parçası olarak değil, mevcut toplumun sefaletini ve kötülüklerini kaldırmak için yeterli olduğuna inandıkları önlemler olarak desteklerler.

Bu demokratik sosyalistler, ya kendi sınıflarının kurtuluş koşulları konusunda henüz yeterince net olmayan proleterlerdir ya da demokrasi ve bunun getirdiği sosyalist önlemlerin gerçekleştirilmesinden önce proletarya ile birçok ortak çıkarı olan küçük burjuvazinin temsilcileridir.

Bundan da anlaşılacağı üzere, eylem zamanlarında, komünistler bu demokratik sosyalistlerle bir uzlaşmaya varmak ve genel olarak onlarla mümkün olduğunca ortak bir politika izlemek zorunda kalacaklardır – elbette bu sosyalistler yönetici burjuvazinin hizmetine girmediği ve komünistlere saldırmadığı sürece.

Bu iş birliği biçiminin, farklılıkların tartışılmasını dışlamadığı açıktır.

— 25 —

Komünistlerin zamanımızın diğer siyasi partilerine karşı tutumu nedir?

Bu tutum, farklı ülkelerde farklıdır.

Burjuvazinin yönettiği İngiltere, Fransa ve Belçika’da, komünistler hâlâ çeşitli demokratik partilerle ortak bir çıkara sahiptir, bu çıkar, savundukları sosyalist önlemler komünistlerin amaçlarına ne kadar yakınsa, yani proletaryanın çıkarlarını ne kadar açık ve kesin bir şekilde temsil ederse ve proletaryanın desteğine ne kadar bağımlıysa o kadar büyüktür. Örneğin İngiltere’de, işçi sınıfından gelen Chartistler, demokratik küçük burjuvaziye veya Radikallere kıyasla komünistlere çok daha yakındır.

Demokratik bir anayasanın zaten kurulmuş olduğu Amerika’da, komünistler bu anayasayı burjuvaziye karşı çevirip proletaryanın çıkarları için kullanacak partiyle ortak dava yürütmelidir – yani tarımcı Ulusal Reformcularla.

İsviçre’de, Radikaller, çok karışık bir parti olsalar da, komünistlerin iş birliği yapabileceği tek gruptur ve bu Radikaller arasında Vaudois ve Genevese en ilerici olanlardır.

Son olarak Almanya’da, şu anda gündemde olan belirleyici mücadele, burjuvazi ile mutlak monarşi arasındadır. Komünistler, burjuvazi ile kendi aralarındaki belirleyici mücadeleye burjuvazi iktidara gelene kadar girişemeyecekleri için, burjuvazinin iktidarı mümkün olan en kısa sürede ele geçirmesine yardım etmek komünistlerin çıkarınadır ki, onu daha çabuk devirebilsinler. Bu nedenle, hükümetlere karşı, komünistler radikal liberal partiyi sürekli desteklemeli, burjuvazinin kendini kandırmasına karşı dikkatli olmalı ve burjuvazinin zaferinin proletaryaya getireceği iddia edilen cazip vaatlere kanmamalıdır. Proletaryanın bir burjuva zaferinden elde edeceği avantajlar şunlardan ibaret olacaktır:

(i) Proletaryanın sıkı sıkıya bağlı, savaşmaya hazır ve organize bir sınıf haline gelmesini kolaylaştıracak çeşitli tavizler; ve

(ii) Mutlak monarşilerin düştüğü gün, burjuvazi ile proletarya arasındaki mücadele başlayacaktır. O günden itibaren, komünistlerin politikası, burjuvazinin halihazırda iktidarda olduğu ülkelerdekiyle aynı olacaktır.

Kongre adına ve yetkisiyle.

Dipnotlar

Aşağıdaki dipnotlar, Marx/Engels Seçilmiş Eserler’in Çin Baskısından, Pekin, Yabancı Diller Basımevi, 1977, marxists.org tarafından yapılan editoryal eklemelerle alınmıştır.

Giriş

1847’de Engels, Komünist Birlik için iki taslak program yazdı, biri Haziran’da, diğeri Ekim’de, bir soru-cevap formatında. Ekim’de yazılan, Komünizmin İlkeleri olarak bilinen metin, 1914’te ilk kez yayımlandı. Daha önceki belge, Komünist İnanç İkrarı Taslağı, 1968’de bulundu. Bu, 1969’da Hamburg’da, Komünist Birlik’in ilk kongresine ait dört başka belgeyle birlikte, Komünist Birlik’in Kurucu Belgeleri (Haziran-Eylül 1847) adlı bir kitapçıkta yayımlandı.

Adil İnsanlar Birliği’nin Haziran 1847 Kongresi’nde, aynı zamanda Komünist Birlik’in kurucu konferansı olan toplantıda, bir “inanç ikrarı” taslağının Birlik’in bölümlerine tartışılmak üzere sunulmasına karar verildi. Şimdi ortaya çıkan belge, büyük olasılıkla bu taslaktır. İki belgenin karşılaştırılması, Komünizmin İlkeleri’nin bu önceki taslağın gözden geçirilmiş bir versiyonu olduğunu gösterir. Komünizmin İlkeleri’nde, Engels üç soruyu cevapsız bıraktı, iki durumda “değişmedi” (bleibt) notuyla; bu açıkça önceki taslaktaki cevaplara işaret eder.

Program için yeni taslak, Engels’in, Paris çevresinin önde gelen organının talimatları üzerine, 22 Ekim 1847’deki komite toplantısında, “gerçek sosyalist” Moses Hess tarafından hazırlanan taslak programın keskin eleştirisinden sonra kararlaştırılan talimatlar üzerine Engels tarafından hazırlandı; bu taslak daha sonra reddedildi.

Hâlâ Komünizmin İlkeleri’ni bir ön taslak olarak gören Engels, 23-24 Kasım 1847’de Marx’a yazdığı bir mektupta, eski soru-cevap biçimini bırakmanın ve programı bir manifesto şeklinde hazırlamanın en iyisi olacağı görüşünü ifade etti.

“İnanç İkrarı üzerinde biraz düşün. Bence bu soru-cevap (kateşizm) biçimini bırakıp buna Komünist Manifesto demeliyiz. İçinde az çok tarih anlatılması gerektiği için, şimdiye kadarki biçimi hiç uygun değil. Buraya yaptığım şeyi getiriyorum; basit bir anlatım biçiminde, ama korkunç bir aceleyle, berbat bir şekilde yazılmış. ...”

Komünist Birlik’in ikinci kongresinde (29 Kasım-8 Aralık 1847) Marx ve Engels, komünizmin temel bilimsel ilkelerini savundular ve Komünist Partisi’nin bir manifestosu şeklinde bir program taslağı hazırlamakla görevlendirildiler. Manifestoyu yazarken, Marksizmin kurucuları, Komünizmin İlkeleri’nde ifade edilen önermeleri kullandılar.

Engels, “Manufaktur” terimini ve türevlerini kullanır, bu metinde “manifaktür” olarak çevrilmiştir. Engels bu kelimeyi kelimenin tam anlamıyla, el ile üretimi belirtmek için kullanmıştır, fabrika üretimini değil, ki bunun için Engels “büyük endüstri” terimini kullanır. Manufaktur, orta çağ kasabalarındaki lonca üretiminden farklıdır, çünkü lonca üretimi bağımsız zanaatkârlar tarafından gerçekleştirilirdi. Manufaktur, tüccar kapitalistler için çalışan ev işçileri veya büyük atölyelerde birlikte çalışan zanaatkâr grupları tarafından gerçekleştirilir. Bu nedenle, lonca (el sanatı) ve modern (kapitalist) üretim biçimleri arasında bir geçiş üretim biçimidir. (Son paragraf, Pluto Press, Londra, 1971’in Giriş’inden özetlenmiştir)

[1] Daha sonraki dönemlerde yazılmış eserlerinde, Marx ve Engels, burada kullanılan “emeğin satışı”, “emeğin değeri” ve “emeğin fiyatı” yerine, Marx tarafından ilk kez tanıtılan daha doğru kavramlar olan “emek gücünün satışı”, “emek gücünün değeri” ve “emek gücünün fiyatı”nı kullandılar.

[2] Engels burada el yazmasında yarım sayfa boşluk bıraktı. Komünist İnanç İkrarı Taslağı, aynı soru (soru 12) için gösterilen cevabı içerir.

[3] Engels burada “değişmedi” yazdı, Haziran taslağındaki 21 numaralı soruya verilen cevaba işaret eder.

[4] Benzer şekilde, bu, Haziran taslağındaki 23 numaralı sorunun cevabına işaret eder: “Şimdiye kadar var olan tüm dinler, tekil halkların veya halk gruplarının tarihsel gelişim aşamalarının ifadeleriydi. Ancak komünizm, mevcut tüm dinleri gereksiz kılan ve onların yerini alan tarihsel gelişim aşamasıdır.”

[5] Chartistler, 1830’lardan 1850’lerin ortalarına kadar süren ve sloganı olarak Halkın Şartı’nı benimseyen, tüm işçilere oy hakkı garanti eden bir dizi koşulun talep edildiği İngiliz işçilerinin siyasi hareketinin katılımcılarıydı. Lenin, Chartizmi dünyanın “ilk geniş, gerçekten kitlesel ve politik olarak organize proleter devrimci hareketi” olarak tanımladı (Toplu Eserler, İngilizce baskı, Progress Publishers, Moskova, 1965, Cilt 29, s. 309). Chartist hareketin gerilemesi, Britanya’nın endüstriyel ve ticari tekelinin güçlenmesine ve Britanya burjuvazisinin süper kârlarından işçi sınıfının üst tabakasını (“işçi aristokrasisi”) satın almasına bağlıydı. Her iki faktör de, özellikle sendika liderlerinin Chartizmi desteklemeyi reddetmesiyle ifade edilen, bu tabakadaki oportünist eğilimlerin güçlenmesine yol açtı.

[6] Muhtemelen, 1840’larda George H. Evans tarafından kurulan ve merkezi New York’ta bulunan Ulusal Reform Derneği’ne bir atıf. Bu derneğin sloganı “kendinize bir çiftlik oy verin”di.

[MAR] YOUTUBE KANALI

LİDER

Karl Marx - Kapital

Kısa Sovyet Film ve Belgeseller [Türkçe]