1. Feodalizm ve Osmanlı Düzeni
Feodalizm, Marksist teoride,
üretim ilişkilerinin toprak mülkiyetine dayalı olduğu, köylülerin toprağa bağlı
olarak feodal beyler (aristokrasi) için çalıştığı ve artı-ürünün (üretim
fazlasının) bu beyler tarafından alındığı bir üretim tarzıdır. Batı Avrupa’da
feodalizm, serfler (toprağa bağlı köylüler) ve toprak ağalarının (lordlar)
egemen olduğu bir sistem olarak 9.-15. yüzyıllarda gelişmiştir. Osmanlı
düzeninde ise bazı feodal özellikler bulunsa da sistem Batı’daki feodalizmden
önemli ölçüde farklıdır:
- Tımar Sistemi: Osmanlı’da temel üretim
birimi, devletin askerlere veya idari yöneticilere (tımarlı sipahilere)
hizmet karşılığı tahsis ettiği topraklardı. Tımarlı sipahi, köylülerden
vergi (öşür) toplar, ancak bu toprakların mülkiyeti devlete aitti. Bu,
Batı’daki gibi özel mülkiyete dayalı bir feodal aristokrasinin oluşmasını
engelledi.
- Merkeziyetçilik: Osmanlı’da tüm güç
padişahta toplanıyordu. Toprakların mülkiyeti devlete ait olduğu için,
tımarlı sipahiler veya ayanlar (taşradaki yerel liderler) Batı’daki feodal
lordlar gibi bağımsız bir güç oluşturamıyordu. Bu, “yönetmenlik
devletçiliği” olarak adlandırılan bir sistemdi; devlet, üretimi düzenler
ve artı-ürüne (üretim fazlasına) el koyardı.
- Köylülük: Osmanlı köylüleri, Batı’daki
serfler gibi toprağa tamamen bağlı değildi. Köylüler, tımarlı sipahilere
vergi öderdi, ancak teorik olarak hareket özgürlüğüne sahipti. Ancak
pratikte, ağır vergiler ve devlet kontrolü köylüleri bağımlı kılıyordu.
Marksist açıdan, Osmanlı düzeni
feodal özellikler taşır (toprak temelli üretim, köylülerin artı-ürün üzerinden
sömürülmesi), ancak Batı’daki feodalizmden farklı olarak, özel mülkiyetin
sınırlı olması ve devletin artı-ürüne doğrudan el koyması, sistemi klasik
feodalizmden ayırır. Örneğin, 16. yüzyılda Osmanlı’da devlet gelirlerinin %80’ı
tarımsal vergilerden (öşür, cizye vd.) sağlanıyordu, bu da köylülüğün
sömürüsüne dayalı bir altyapıyı (üretim ilişkilerini) gösterir.
2. Asya Tipi Üretim Tarzı
(ATÜT) ve Haraççı Üretim Tarzı
Asya Tipi Üretim Tarzı (ATÜT), Marx’ın
özellikle Asya toplumlarını (örneğin, Hindistan, Çin) analiz ederken kullandığı
bir kavramdır. ATÜT, merkezi bir devletin üretimi düzenlediği, toprak
mülkiyetinin devlete ait olduğu ve artı-ürünün haraç (vergi) yoluyla toplandığı
bir sistemi tanımlar. Bu sistemde, bağımsız bir feodal aristokrasi yerine
devlet, ekonomik ve siyasi gücü elinde tutar. Haraççı üretim tarzı, ATÜT ile
benzerlik gösterir, ancak artı-ürünün haraç (doğrudan vergi) olarak alınmasına
vurgu yapar.
Osmanlı düzeninin ATÜT veya
haraççı üretim tarzına uygun yönleri şunlardır:
- Devletin Toprak Mülkiyeti: Osmanlı’da
toprakların büyük kısmı “miri arazi” (devlet arazisi) olarak devlete
aitti. Tımarlı sipahiler, toprağın sahibi değil, sadece kullanım hakkına
sahipti. Bu, ATÜT’ün temel bir özelliğidir.
- Haraç ve Vergi: Köylülerden alınan öşür ve
diğer vergiler, artı-ürünün devlet tarafından toplanmasını sağlıyordu. Bu,
haraççı üretim tarzının bir göstergesidir.
- Merkezi Devlet Kontrolü: Osmanlı’da ayanlar
(yerel liderler) veya tımarlı sipahiler, Batı’daki feodal lordlar gibi
özerk değildi. Devlet, taşradaki güçleri sıkı bir şekilde denetlerdi.
Yalçın Küçük, Türkiye Üzerine
Tezler’de, Osmanlı düzenini “devşirme rejimi” olarak tanımlar ve ATÜT’ün
bir varyantı olarak görür. Küçük’e göre, devşirme elitler (kapıkulu, ulema),
artı-ürüne el koyarak bir “devlet sınıfı” oluşturmuş ve bağımsız bir
burjuvazinin (ticaretle zenginleşen tüccarlar) veya feodal aristokrasinin
gelişmesini engellemiştir. Bu, Osmanlı’yı klasik feodalizmden ayırır ve haraççı
bir yapıya yaklaştırır.
Feroz Ahmad, Modern Türkiye’nin
Oluşumu’nda, Osmanlı düzeninin feodal bazı özellikler taşıdığını, ancak
merkezi devletin ekonomik kontrolünün, Batı’daki feodalizmden farklı bir yapı
oluşturduğunu belirtir. Ahmad, tımar sisteminin, devletin askeri ve idari
ihtiyaçlarını karşılamak için tasarlandığını ve köylülerin sömürüsüne
dayandığını vurgular.
Marksist açıdan, Osmanlı düzeni,
ATÜT’ün özelliklerini taşır, çünkü devlet, üretim ilişkilerini (altyapıyı)
düzenler ve artı-ürüne haraç yoluyla el koyar. Ancak, tımar sisteminin
köylülüğü sömürmesi ve taşradaki ayanların (yerel liderler) zamanla güç kazanması,
feodal özelliktedir. Örneğin, 17. yüzyılda ayanların vergi toplama yetkisi,
feodal özerkliğe benzer bir yapı oluşturmuştur, ancak bu özerklik devlet
tarafından sınırlandırılmıştır.
3. Osmanlı Düzeninin Hibrit
Yapısı
Osmanlı düzeni ne tam anlamıyla
Batı feodalizmi ne de saf bir ATÜT/haraççı üretim tarzıdır; daha çok hibrit bir
yapıdır. Bu hibrit yapının özellikleri:
- Feodal Özellikler: Tımar sistemi, köylülerin
artı-ürün üzerinden sömürülmesi ve taşradaki ayanların (yerel liderler)
güç kazanması, feodalizme benzerdir.
- ATÜT/Haraççı Özellikler: Devletin toprak
mülkiyetine sahip olması, artı-ürünün haraç yoluyla toplanması ve merkezi
otoritenin taşra üzerindeki denetimi, ATÜT’ü anımsatır.
- Merkeziyetçi Devlet Sınıfı: Devşirme elitler
(kapıkulu, ulema), Batı’daki feodal aristokrasi yerine bir “devlet sınıfı”
oluşturmuş ve bağımsız sınıfların (burjuvazi veya feodal lordlar)
gelişimini engellemiştir.
Marksist perspektifle Osmanlı
düzeni, altyapıda (üretim ilişkileri) feodal ve haraççı unsurları
birleştirirken, üstyapıda (devlet ve ideoloji) merkeziyetçi bir karakter
sergiler. Örneğin, 17-19. yüzyılda devlet gelirlerinin yaklaşık %60’ı tarımsal
vergilerden geliyordu, bu da haraççı bir yapıyı gösterir. Ancak, 17.-18.
yüzyılda ayanların güç kazanması, feodal özerkliğe doğru bir kaymaya işaret
eder.
4. Osmanlı Düzeninin Burjuva
Devrimine Etkisi
Osmanlı’nın hibrit yapısı,
burjuva devriminin (toplumun feodal-haraççı yapıdan kapitalist bir düzene geçiş
süreci) özgün karakterini şekillendirmiştir:
- Toplumsal Devrim (Üretim İlişkilerinin
Dönüşümü): Osmanlı’da bağımsız bir burjuva sınıfının zayıflığı,
toplumsal devrim’in devlet öncülüğünde ve yarı-sömürge koşullarda (Batı’ya
ekonomik bağımlılık) gerçekleşmesine neden olmuştur. Gayrimüslim tüccarlar
(Rum ve Ermeni burjuvazisi), 19. yüzyılda dış ticarette %60’lık bir paya
sahipti ve Müslüman burjuvazi zayıf kalmıştır.
- Siyasal Reformlar/Devrim (Devlet Yapısının
Modernleşmesi): Merkeziyetçi yapı, Tanzimat ve sonrası reformların
bürokrasi tarafından yönlendirilmesini sağlamıştır. Vaka-i Hayriye (1826)
ile yeniçerilerin tasfiyesi, eski üstyapının yıkılması ve modern bir
devlet aygıtının kurulması için bir dönüm noktası olmuştur.
Küçük, Osmanlı düzenini, ATÜT’ün
bir varyantı olarak görür ve devşirme rejiminin, toplumsal devrim’i (kapitalist
üretim ilişkilerine geçiş) engellediğini savunur. Tımar sisteminin çözülmesi ve
ayanların güç kazanması, feodal-haraççı hibrit üretim tarzının çözülüşünün
başlangıcıdır, ancak bu süreç devlet kontrolünde sınırlı kalmıştır.
Ahmad, Osmanlı düzeninin hibrit
karakterinin, modernleşme sürecini bürokrasiye bağımlı kıldığını belirtir.
Tımar sisteminin çöküşü, toplumsal devrim’in önünü açsa da bu süreç, Batı’daki
gibi bir burjuva sınıfının değil, bürokratik bir elitin önderliğinde
gerçekleşmiştir.
Osmanlı düzeni, feodalizm ve
ATÜT’ün bir sentezi olarak analiz edilebilir. Tımar sisteminin çözülmesi
(17.-18. yüzyıl), Celali İsyanları gibi köylü ayaklanmalarıyla hızlanmış, ancak
bu, Batı’daki gibi bir burjuva devrimine değil, devlet öncülüğünde bir modernleşmeye
yol açmıştır. Örneğin, 1838 Ticaret Anlaşması, Osmanlı’yı dünya kapitalist
sistemine hammadde sağlayıcısı olarak entegre etmiş ve yerel sanayiyi %30
oranında zayıflatmıştır.
5. Feodalizm mi, ATÜT mü?
Osmanlı düzeni, klasik
feodalizmden farklıdır, çünkü:
- Toprak mülkiyeti devlete aitti, feodal lordlar gibi
özerk bir aristokrasi yoktu.
- Artı-ürün, haraç (vergi) yoluyla devlet tarafından
toplanıyordu.
- Merkeziyetçi devlet, taşradaki güçleri (ayanlar)
sıkı bir şekilde denetliyordu.
Ancak, ATÜT de Osmanlı’yı tam
olarak açıklamaz, çünkü:
- Tımar sistemi, köylülerin sömürüsüne dayalıydı ve
feodal bir karakter taşıyordu.
- 17.-18. yüzyılda ayanların güç kazanması, feodal
özerkliğe benzer bir yapı oluşturdu.
Bu nedenle, Osmanlı düzeni,
feodal ve haraççı özelliklerin birleştiği hibrit bir üretim tarzı olarak
tanımlanabilir.
Samir Amin, Osmanlı’yı
“haraççı-feodal” bir sistem olarak tanımlar; bu, devletin haraç yoluyla
artı-ürüne el koymasını ve feodal sömürü unsurlarını birleştirir.
Sonuç
Osmanlı düzeni ne tam anlamıyla
Batı feodalizmi ne de saf bir ATÜT/haraççı üretim tarzıdır; her iki sistemin özelliklerini barındıran hibrit bir yapıdır. Tımar sistemi ve devletin merkezi
kontrolü, ATÜT’ü andırırken, köylülerin sömürüsü ve ayanların güç kazanması
feodal özellik içerir. Bu hibrit yapı, Türkiye’nin burjuva devrimini
(Tanzimat’tan Tek Parti rejimine uzanan süreç) devlet öncülüğünde ve
yarı-sömürge koşullarda şekillendirmiştir. Küçük, bu yapıyı “devşirme rejimi”
olarak adlandırır ve toplumsal devrim’in (kapitalist üretim ilişkilerine geçiş)
devlet sınıfı tarafından sınırlandırıldığını savunur. Ahmad, Osmanlı düzeninin
hibrit karakterinin, modernleşmenin bürokrasi ve ordu tarafından
yönlendirilmesine yol açtığını belirtir. Osmanlı’nın hibrit yapısı, siyasal reform/devrim’i
(modern devlet inşası) hızlandırmış, ancak toplumsal devrim’i (kapitalist
üretim ilişkilerine tam geçiş) sınırlamıştır.