Mahmut Boyuneğmez
Bu
özet notlar, Marksist ekonomi politiğin temel kavramlarını, kapitalizmin
doğuşunu, gelişim aşamalarını, kriz mekanizmalarını ve emperyalizm teorisini
detaylı bir şekilde ele almaktadır.
Ekonomi
politik (siyasal iktisat),
toplum bilimlerinin bir dalı olup, toplumun iktisadi yaşamını ve maddi üretim
alanını inceler. Temel olarak üretimin toplumsal yönü ve yapısı üzerinde durur,
teknik yönünü ele almaz. Oykonomia (yönetim bilimi) ve Politikos (devlet
yönetimi) kelimelerinden türeyen bu bilim dalı, toplumun varoluş koşulu olan
üretimi merkezi bir yere koyar. "Üretim, toplumun varoluş koşuludur;
toplumun var olma temelidir."
Üretimin
ve emeğin (çalışma) üç temel öğesi
vardır:
- Emek
harcanması (çalışma):
Fiziksel ve zihinsel efor.
- Emeğin
konusu (nesnesi):
Üzerinde emek harcanan doğal kaynaklar veya hammaddeler.
- Emek
aracı: Doğayı
dönüştüren ve emek nesnesini şekillendiren araçlar (örneğin, toprak,
yollar, fabrika binaları, sulama boruları).
Bu
üç öğenin bir araya gelmediği durumlarda (müzik dinlemek, satranç oynamak gibi)
üretimden bahsedilemez. Üretim araçları, emek araçları ile emek
nesnelerinin birleşimidir. Bir nesnenin üretim sürecindeki konumu (ürün,
hammadde, emek aracı) değişebilir, örneğin kömür maden ocağında ürün iken
termik santralde hammaddedir.
İnsan
emeği, hayvanların
içgüdüsel etkinliklerinden farklı olarak iki temel özelliğe sahiptir:
- Bilinçli
olma: Önceden
belirlenmiş bir amaca yönelik etkinlik.
- Emek
aletleri üretiminden ayrılamaz oluşu: İnsan, alet üretebilen tek canlıdır ve bu yetenek,
toplumsallaşmanın temelidir. "İnsanları hayvanlardan ayırt eden
özellik, doğayı dönüştürebilmesidir. Bu emek etkinliğini anlatır."
"İnsanı
insan yapan üretimdir. Tüm toplumsal-tarihsel etkinlikler, üretim zemini
üzerinde var olur." Üretim insanlık tarihinde belirleyici role sahiptir. "Emek
zenginliğin babası, toprak ise anasıdır." Bu, emeğin zenginlik
yaratmadaki birincil rolüne dikkat çeker.
Emek
üretkenliği (verimliliği),
ürün niceliğinin birim zamanda artmasıyla yükselir. Bu durumda tekil ürüne
katılan canlı emek azalır, birikmiş emek (üretim araçlarıyla katılan) artar.
İş
bölümü, emek
üretkenliğinin artmasıyla ortaya çıkmış toplumsal bir olgudur. Başlangıçta yaş
ve cinsiyete dayalı iken, üretim geliştikçe sanayi ve tarımın ayrışması gibi
toplumsal iş bölümü biçimlerini almıştır.
Üretici
güçler, üretim araçları
ile emek-gücünün/emekçilerin birleşimidir ve tarih boyunca gelişmiştir. Üretim
ilişkileri ise, üretim sürecinde insanların sınıflar biçiminde sahip olduğu
belirli ilişkilerdir. Kapitalizmde bu, burjuvazi ile proletarya arasındaki
ilişkilerdir. "Her toplumda bir egemen üretim ilişkisi vardır ve bu o
toplumun temelini oluşturur. Temel; hukuk, devlet, sanat, ideolojileri,
kısacası üst-yapıyı koşullar."
Beş
temel üretim tarzı vardır: İlkel komünizm, köleci, feodal, kapitalizm,
sosyalist üretim biçimleri. Köleci, feodal ve kapitalist toplumlarda, üretim
ilişkileri sömürü ilişkileridir.
Sömürü, "sömürülen sınıfın ürettiği
artık-emeğin=artı-ürünün=artı-değerin sömürgen sınıf tarafından temellükü, mal
edilmesidir." İlkel toplumda artık-ürün oluşmadığı için sömürü yoktur.
Marksist ekonomi politik, toplumun gelişimini işçi sınıfının çıkarları doğrultusunda
ele alarak sınıfsal bir tavır alır. Burjuva iktisatçılar para, kâr, sermaye
gibi olguları nesneler arası ilişkiler olarak tanımlarken, Marksizm bunları sınıflara
bölünmüş toplumsal yapıyı kuran insanlar arası ilişkiler olarak kavrar.
Ekonomi
politiğin kavramları (para, sermaye, meta vb.) kendinden menkul değil, belirli
üretim ilişkileri içinde anlam kazanır. "Sermaye, kendi başına bir para
miktarı değil, oluşumu ve hareketiyle var olan, sömürü ilişkilerinden doğan bir
gerçekliktir." Ekonomi politiğin yasaları, her tarihsel döneme özgüdür,
evrensel değildir.
Toplumsal
üretim süreci dört
aşamadan oluşur: Üretim + Değişim + Bölüşüm + Tüketim. Bu bütünün
belirleyici öğesi üretimdir. Üretimin toplumsal yasaları, değişim, bölüşüm ve
tüketimin niteliğini belirler. Marksizm'in üretime atfettiği belirleyicilik,
burjuva iktisadının değişime odaklanarak sömürü ilişkilerini göz ardı etmesinin
aksine ideolojik sonuçlar taşır.
II.
Kapitalizmin Doğuşu ve Gelişim Aşamaları
Kapitalizm,
basit meta üretiminden doğmuştur. Basit meta üretiminde, küçük
üreticiler üretim araçlarına özel mülkiyetle sahiptir ve ürünlerini kişisel
emekleriyle üretip değişime sokarlar. Kapitalizm, küçük üreticilerin
mülksüzleşerek ücretli duruma gelmesiyle ortaya çıkmıştır.
Kapitalizmin
doğuşunda kritik rol oynayan faktörler:
- İlksel
Birikim: Yağma,
fetih, sömürgecilik ve köylülerin/serflerin mülksüzleşmesiyle sermayenin
belirli ellerde toplanması. "İlk birikimin temeli,
köylülerin=serflerin mülksüzleşmesidir."
- Ücretli
İşçi Sınıfının Oluşumu:
Toprak ve üretim araçlarından bağımsızlaşan köylü nüfusu, kentlerde
"serseri" tabakayı oluşturmuş ve ücretli işçilere dönüşmüştür.
- Coğrafi
Keşifler ve Ticaret:
15. ve 16. yüzyıllardaki keşifler, yeni zenginlik kaynaklarının
yağmalanmasına ve ticari sermayenin gelişimine yol açmıştır.
Feodal
üretim tarzında köylü ve zanaatkâr üretimi varken, basit meta üretimi ilkel
topluluk ile kapitalizm arasındaki dönemde var olmuştur. Bu dönemde M-P-M
(satın almak için satmak) ve P-M-P' (satmak için satın almak) gibi
ekonomik davranışlar gözlenir. Kapitalizmde sermaye, üretim sürecine dahil
olarak P'>P (artı-değer) yaratır. Kapitalizm öncesi sermaye, daha çok tefeci
ve tüccar sermayesi şeklindeydi.
Proletaryanın
oluşumu, köylülüğün
toprağından koparılması, loncaların erimesi ve modern sanayinin rekabetiyle
zanaatkârların işçileşmesi süreçleriyle gerçekleşmiştir.
Kapitalist
üretimin üç aşaması:
- Elbirliği
(Kooperasyon):
Zanaatkârların bir araya getirilmesiyle emek araçlarında tasarruf
sağlanır, emek-güçlerinin sinerjik etkisi oluşur ve bireysel olarak
yapılamayan işler mümkün hale gelir.
- Manifaktür: İş bölümünün özel bir nitelik
kazanmasıyla emek-güçleri tek bir işlemde uzmanlaşır. Bu, işi öğrenmeyi
kolaylaştırır, gerekli emek miktarını düşürür ve artı-değeri artırır.
Ancak işçi, işyerinin bir parçası haline gelir ve yaptığı basit iş
nedeniyle kavrayışı körelir.
- Fabrika-Makine: Makine, nispi artı-değeri artıran
temel araçtır. Makineler, atölyeleri (manifaktürü) fabrikalara dönüştürür.
- Makineler,
değişmeyen sermayenin parçası olup, artı-değer yaratmaz ancak onu
çoğaltır.
- Çocuk
ve kadın emeğinin kullanımını artırır, işçinin kendine ayırdığı zamanı
azaltır.
- Emek
yoğunluğunu artırır, işçiyi vasıfsızlaştırır ve makinenin bir parçası
haline getirir. "Makine, işçiyi hünersiz, vasıfsız kılar; işçi
makinenin parçası olur; emek aracı olarak makineyi kullanmaz, makine onu
kullanır."
- Sosyalizmde
makineler işgününü kısaltmak için kullanılacaktır, kapitalizmde ise sömürü
aracıdır.
Kapitalizm,
ürünlerin ağırlıklı çoğunluğunun meta olduğu ilk üretim tarzıdır. Metanın
iki temel özelliği:
- Kullanım
değeri: Faydalı
olmalı ve bir gereksinimi karşılamalıdır.
- Değişim
değeri: Bir
metanın başka bir metayla belirli miktarlarda değişime girebilme yeteneği.
Değişim değerinin temeli, metaların üretiminde harcanan toplumsal
ortalama gerekli emek zamanıdır. "Değeri yaratan emektir."
Para
evrensel eşdeğer olarak ortaya çıkmıştır ve birikim aracı haline gelmiştir. Metaların
değerini bireysel harcanan emek değil, toplumsal ortalama gerekli emek
zamanı belirler. Rekabet, her bir işletmeyi emek verimliliğini artırmaya
iter, bu da toplumsal gerekli emekten daha azıyla üretim yapılmasını sağlar ve
kâr oranlarının ortalamasını düşürür. Bu durum, kapitalist üretimin anarşik
(plansız) yapısını gösterir ve krizlere yol açar.
III.
Artı-Değer Teorisi ve Sömürü
Sermaye, "artı-değer üreten
değerdir." Üretim araçları ve para kendi başlarına sermaye değildir; ancak
sömürü ilişkilerine katıldıklarında sermaye olurlar. Kapitalizmin varlık
koşulu, üretim araçlarına sahip bir sınıf ile bunlardan yoksun başka bir sınıfın
olmasıdır. Bu sayede emek-gücü de kapitalizmde bir meta haline gelir.
"İşçilerin sahip olduğu tek mülk emek-güçleridir. İşçilere emek-güçlerini
satmayıp aç kalma ‘özgürlüğü’ tanınmıştır."
Emek-gücünün
değeri, işçinin yaşamak
için gerekli geçim metalarının, eğitim giderlerinin ve çocuk/eş bakımının
değeriyle belirlenir. Artı-değer, "iş gününün kapitalist tarafından
karşılığı ödenmeyen kesiminde üretilen, artı-emekle üretilen değerdir."
Kapitalizmde
sömürü, köleci ve
feodal üretim tarzlarına göre farklılık gösterir:
- Kölecilikte
ve Feodalizmde:
Sömürü açıktır ve sömürgenlerin gereksinimleriyle sınırlıdır. Köle,
efendisinin mülküdür. Feodalizmde köylü, toprağa ve beye kişisel olarak
bağlıdır.
- Kapitalizmde: Sömürü gizlenmiştir. İşçi
"özgürdür" ancak ekonomik olarak kapitaliste bağımlıdır.
Artı-emek susuzluğu sınırsızdır. "İşçi sınıfının durumu olması
gerekene göreceli olarak sürekli kötüleşir."
İşçi
sınıfı mücadeleleri, çalışma saatlerini düşürmüş ve sosyal devlet
uygulamalarını kazanmıştır. "SSCB’nin varlığı, kapitalist ülkelerde sosyal
devlet uygulamalarına geçişte önemli bir etkendir."
Artı-değer
teorisini Marx'a borçluyuz.
Artı-değer, toplumsal artı-ürünün para biçimidir ve üretimde oluşur, dolaşımda
gerçekleşir.
Artı-değerin
iki biçimi:
- Mutlak
artı-değer:
İşgününün uzatılmasıyla artırılır.
- Nispi
artı-değer: Emek
verimliliği artırılarak veya geçim metalarının değeri düşürülerek gerekli
emek zamanı azaltılır ve fazla emek zamanı artırılır.
Sömürü
oranı = artı-değer oranı = a/d
(a: artı-değer, d: değişen sermaye). Kâr oranı = a/(d+s) (s: sabit
sermaye).
Emek-değer
teorisinin ispatları:
- Metanın
tüm bileşenlerinin (makine, hammadde dahil) nihayetinde emekten oluştuğu.
- Metaları
değişilebilir kılan ortak özelliğin soyut insan emeği olması.
- Olmayana
ergi yöntemiyle (tam otomasyon durumunda yeni değer yaratılamayacağı
tezi).
Değeri
ve artı-değeri, emek-gücü olarak yatırılan sermaye (d) oluşturur. Sabit sermaye
(s) artı-değer yaratmaz, ancak değerini ürüne aktarır.
İşgünü, gerekli emek zamanı ile artı-emek
zamanının toplamıdır. İşgününün sınırları, burjuvazi ile proletarya arasındaki
sınıf mücadelesiyle belirlenir. Artı-değer kitlesi, işçi nüfusunun artışı,
işgünü süresinin uzatılması ve emek üretkenliğinin artırılmasıyla
yükseltilebilir.
IV.
Sermayenin Bileşenleri ve Kâr Oranının Düşme Eğilimi Yasası
Sermayenin
organik bileşimi (s/(d+s)) zamanla artmaktadır. Yani değişmeyen sermaye
(s) oransal olarak artarken, değişen sermaye (d) oransal olarak azalır.
Artı-değeri d yarattığı için, s'nin oransal artışı, artı-değerin toplam
sermayeye oranının (kâr oranı) düşmesine neden olur. Bu, ortalama kâr
oranının düşme eğilimi yasasıdır.
Bu
yasanın temel nedeni, s'nin büyümesinde sınır yokken, d'nin (gerekli emek
zamanı) azalmasında bir sınır olmasıdır. Kapitalistler, kâr oranındaki düşüş
eğilimine sömürü oranını artırarak karşılık verirler, ancak bu da toplumsal
ortalama kar oranının düşüşünü daha da artırır.
Kârın
farklı biçimleri:
- Banka
sermayesi: Faiz
(artı-değerin bir payı).
- Ticari
sermaye: Ticari kâr
(artı-değerin bir payı).
- Toprak
sahibi: Toprak
rantı (artı-değerin bir payı).
- Sanayi
sermayesi: Sanayi
kârı.
- Devlet: Vergi geliri.
Tüm
bu kâr ve gelir biçimlerinin kökeninde proletaryanın üretimde yarattığı
artı-değer yatar.
V.
Yeniden Üretim ve Krizler
Toplumsal
üretim süreci, özerk
işletmelerde gerçekleşse de, her işletmedeki yeniden üretim toplumsal yeniden
üretime bağlıdır. Sosyal kapital, kişisel sermayelerin toplamıdır.
Basit
yeniden üretim için,
tüm metaların satılması ve üretimin değer ve kullanım değeri bakımından belirli
bir miktarda ve şekilde olması gereklidir. Toplumsal üretim iki ana bölüme ayrılır:
üretim araçları üretimi (I. Kesim) ve tüketim metaları üretimi (II. Kesim).
Genişletilmiş
yeniden üretimde,
artı-değerin bir kısmı kapitalistlerin tüketimine değil, yeniden yatırıma
ayrılır. Bu, üretim araçları üretiminin tüketim metaları üretiminden daha hızlı
artması, sermayenin organik bileşiminin yükselmesi ve üretim artışının tüketim
artışının gerisinde kalması gibi yasaları ortaya çıkarır. Bu durum, krizlerin
temel nedenidir.
Krizler:
- Kapitalizm
öncesi krizler kıtlık kaynaklı iken, kapitalist krizler aşırı-üretim
sonucudur. "Kapitalizmde bunalımlarda aşırı-üretim görülür."
- Krizler,
üretim araçları üreten sanayi dallarında aşırı-üretim ve tüketim
metalarının yığılmasıyla belirginleşir. Kredi ve ticaretteki
düzensizlikler kriz nedeni değil, krizin tezahürleridir.
- Krizde
sermaye değer kaybeder (s düşer), organik bileşim düşer, ortalama kâr
oranı yükselir ve bu sayede bunalımdan çıkış yolu bulunur. Ücretlerde de
düşüş yaşanır.
- Krizlerin
politik yönü, sınıf hareketinin canlanma potansiyelini barındırmasıdır;
ancak burjuvazi bu durumda sınıf üzerindeki baskıyı artırır. Tarihsel
örnekler (1913, 1919-20, 1929-33, 1937-38 krizleri), krizlerin savaşlar ve
faşizm gibi siyasi sonuçlarla ilişkisini gösterir.
VI.
Emperyalizm
Emperyalizm, 19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren
gözlemlenen tekelci kapitalizmdir. Tekeller, rekabetle yoğunlaşma sonucu
oluşur ve pazara hükmederek ortak fiyat ve üretim politikaları geliştirirler.
Karteller, konsorsiyumlar, tröstler, holdingler gibi farklı tekelci birlik
biçimleri vardır. Tekeller, rekabeti yok etmez, şeklini değiştirir.
Mali
sermaye (mali oligarşi),
bankaların sanayi sermayesiyle entegre olması ve şirketlerin hisselerini ele
geçirmesiyle oluşmuştur. Mali sermaye, sosyal yaşamın (medya, eğitim, sanat)
finans kapitalin egemenliğine girmesine yol açar.
Emperyalizm
döneminin temel özellikleri:
- Sermaye
ihracının meta ihracını aşması:
Düşen kâr oranı, sermaye ihracını zorunlu kılar. Kredi ve yatırım
sermayesi şeklinde sermaye, azgelişmiş ülkelere akar.
- Ülkeler
arası eşitsiz gelişim:
Geri kalmış ülkelerde ucuz hammadde ve işgücü, düşük organik bileşim ve
dolayısıyla yüksek kâr oranı, sermaye ihracını teşvik eder.
- Dünyanın
emperyalist güçler arasında paylaşımı ve yeniden paylaşım savaşları: Sömürgecilik emperyalizmden önce
de vardı ancak emperyalizmle birlikte sömürgelerin paylaşımı
tamamlandığından, yeniden paylaşım savaşları gündeme gelir (örn. I. Dünya
Savaşı).
- İşçi
aristokrasisinin oluşumu:
Emperyalist ülkelerde sömürgelerden gelen artık-değerle beslenen
ayrıcalıklı bir işçi kesimi ortaya çıkar.
- Silah
sanayinin büyümesi ve asalak hale gelmesi.
Çok
uluslu şirketlerin (ÇUŞ) varlığı ultra-emperyalizmi doğurmamıştır, siyaset ve
ekonomi halâ ülke ölçeğinde işlemektedir.
VII.
Neo-Kapitalizm
Neo-kapitalizm, 1929-32 bunalımının ardından
kapitalizmin kendi başına işleyişine duyulan güvenin sarsılmasıyla devletin
ekonomiye müdahale etmeye başlamasıyla ortaya çıkmıştır. Özellikle 1940-70
arası dönem, neo-kapitalist karakterli bir genişleme dalgasıdır. Bu
dönemde:
- Devlet,
ekonomiye müdahale eder (Keynesyen politikalar).
- Soğuk
Savaş, askeri teknolojinin ilerlemesini ve bunun üretim tekniklerine
aktarılmasını sağlar. Devresel krizlerin süresi kısalır.
- Sosyalist
bloğun varlığı pazar ve hammadde kaybıdır. Sömürgelerin bağımsızlıklarına
kavuşması, kapitalizm için yeni pazarlar ve hammadde kaynakları oluşturur,
genişleme dönemini tetikler.
- Ulusal
gelirin önemli bir bölümü silahlanma ve sosyal sigorta harcamalarına
gider. Sosyal sigorta, işçi sınıfının taleplerini hafifletir, lümpen
proletaryanın oluşumunu engeller ve bunalımları hafifleterek resesyonlara
dönüştürür. "Özetle işsizlik sigortası, bunalımı hafifletir.
Hafiflemiş bunalıma, resesyon denir."
- Devlet
harcamaları, özellikle askeri harcamalar ve sigorta sistemleri, sürekli
enflasyon pahasına üretim araçları ve tüketim mallarına talebi artırarak
bunalımları hafifletir.
- Enflasyonist
eğilim görülür.
Tekellerin piyasaya hakimiyeti, aşırı üretime rağmen fiyat düşüşlerini
engeller. Üretilen meta arzını aşan bir talep oluşarak enflasyon körüklenir.
- Ekonomik
programlama olgusu
ortaya çıkar. Devlet, sermaye gruplarının yatırım hedeflerini ve pazar
beklentilerini eşgüdümler. Ancak bu planlamanın gerçekleşmesi
belirsizlikler içerir ve planlananı gerçekleştirmek için doğrudan bir araç
yoktur.
- Kâr,
devlet tarafından teşvikler, vergi indirimleri, sübvansiyonlar ve
silahlanma yoluyla garanti edilir. Genişleme dönemlerinde ücret artışları
talebi artırarak kâr oranlarının yükselmesine katkı sağlar ve sendikalar
burjuvazinin politikalarına yönlendirilir.
Ek
Bilgiler ve Tartışmalar
- Sanat
Eserlerinin Fiyatları:
Van Gogh’unkiler gibi özgün/biricik sanat eserlerinin yüksek fiyatları,
arzın tek olması ve sermayedar talebinin çok yüksek olmasıyla açıklanır. Bu
eserlerin fiyatı, değerlerinin çok üstündedir. Sıradan eserlerin fiyatı
ise değerlerine yakın seyreder.
- Hizmet
Sektöründeki Emekçiler:
Ulaşım, depolama gibi işlerde çalışanlar artı-değer yaratmasa da,
toplumsal artı-değerin gerçekleşmesinde işlevleri vardır ve üretken
olmayan emek-güçleri de işçi sınıfının kapsamındadır. Kamu emekçileri
(devlet memurları) de işçidir.
- Köylülük
ve Ev İşi: Küçük
üretim yapan köylüler ve kişisel tüketim için yapılan ev işleri,
kapitalist üretim kapsamında değildir ve doğal ekonomi kurallarına
tabidir.
VIII.
Okurun üzerinde düşünmesi için bir soru: 1960-70’lerde yapılan “Türkiye yarı-feodal,
yarı-kapitalist bir ülkedir” tespiti neyi göz ardı etmekteydi? Bunun siyasi
sonuçları neler olmuştur?..
Cevap
için ipucu: “Türkiye
yarı-feodal, yarı-kapitalist bir ülkedir” tespiti 1970'lerde yapılmış ve o
zaman da yanlışlığı açık olan bir saptamadır. Köylülerin kapitalist pazar
için küçük meta üretimi yapmasına, "feodal ya da yarı-feodal üretim"
denemez. Üretim, değişim, bölüşüm ve tüketim bir bütünlük oluşturur. Bu bütünün
belirleyici öğesi üretimdir. Eğer üretim kapitalist değilse, üretimde
kapitalist üretim ilişkileri yürürlükte değilse, ürünler kapitalist pazar
yasalarına göre dolaşıma girmez. Sadece ve sadece bir toplumda kapitalist
üretim ilişkileri egemense, köylülerin ürünleri kapitalist pazara girebilir.
Değişim, bölüşüm ve tüketimin niteliğini belirleyen üretimin
toplumsal yasalarıdır. Türkiye'de kapitalist üretim tarzı egemen üretim biçimi
olup (1960-70’lerde de), buna eklemlenen köylülerin küçük meta üretimi bağımsız
bir üretim ilişkisine sahip değildir. Köylülerin meta üretimini,
"yarı-feodal" olarak nitelemek bilim-dışıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.