Marksist Araştırmalar [MAR] | Komünizm: Tarihin Çözülen Bilmecesi

22 Ağustos 2025 Cuma

Tarih Nedir? | Edward Hallett Carr: Özet

1. Giriş: Carr'ın Akademik Kimliği ve Çalışmalarına Genel Bakış

Edward Hallett Carr (1892-1982), çağdaş anlamda profesyonel bir tarihçi olmaktan ziyade, diplomatik geçmişi ve gazetecilik deneyimiyle tanınan bir düşünürdür. Richard J. Evans'ın giriş yazısında belirtildiği üzere, Carr'ın tarih alanında ne lisans eğitimi ne de üniversitelerin tarih bölümlerinde ders verme deneyimi bulunmaktaydı. İlk eğitimini Klasik Çağ üzerine Cambridge'de almış, ardından 20 yıl Dışişleri Bakanlığı'nda çalışmıştır. Bu süre zarfında Rus yazarlar ve düşünürler üzerine biyografiler kaleme almıştır. 1936'da bakanlıktan ayrılarak Aberystwyth Üniversitesi'nde Uluslararası İlişkiler profesörü olarak görev yapmış, 1941-1946 yılları arasında ise The Times gazetesinde yayın yönetmen yardımcılığı yapmıştır.

Carr'ın tarihe olan ilgisi, 1917 Rus Devrimi'nden sonra başlamış ve özellikle İkinci Dünya Savaşı yıllarında Sovyet Rusya üzerine yaptığı kapsamlı çalışmalarla derinleşmiştir. "Sovyet Rusya Tarihi" başlıklı 14 ciltlik anıtsal eseri, ellili yaşlarında başladığı bir projedir. Evans'ın belirttiği gibi, bu çalışma onu "Nedensellik ve Rastlantı, Özgür İrade ve Determinizm, Birey ve Toplum, Öznellik ve Nesnellik" gibi temel meselelerle yüzleştirmiştir. "Tarih Nedir?" adlı eseri ise emeklilik yaşını geçmişken, 1961 yılında Cambridge Üniversitesi'nde verdiği George Macaulay Trevelyan Konferansları'nın metinlerinden oluşmaktadır. Bu eser, Carr'ın uzun yıllara yayılan düşüncelerinin bir derlemesi niteliğindedir ve özellikle Karl Popper ve Isaiah Berlin gibi filozofların tarih hakkındaki "aptalca sözlerine yanıt vermek" amacıyla yazılmıştır.

2. Tarihçi ve Olgular: Olguların İnşası ve Yorumun Rolü

Carr, "Tarih Nedir?" adlı eserinin ilk bölümünde, tarihçinin olgulara yaklaşımını sorgulayarak, 19. yüzyılın "olgular fetişizmi" anlayışına karşı çıkar. Dönemin hâkim görüşüne göre, tarihçinin görevi "gerçekte olduğu gibi" olayları sunmaktır. Lord Acton'ın Cambridge Modern History projesindeki "hiç kimse yazarlar listesine bakmadan, Oxford piskoposunun yazısının nerede bittiğini ve yazıya Fairbairn'in mi yoksa Gasquet'nin mi, Liebermann'ın mı yoksa Harrison'un mu devam ettiğini anlayamamalı" şeklindeki talimatı, olguların tarafsız ve değişmez olduğu inancını yansıtır. Ancak Carr, bu görüşü reddeder: "Bugün her gazeteci bilir ki, kamuoyunu etkilemenin en etkin yolu, uygun olguların seçilmesi ve düzenlenmesidir. Olguların doğrudan doğruya kendilerinin konuştukları söylenirdi. Bu, elbette, doğru değildir. Olgular yalnızca tarihçi onlara başvurunca konuşurlar; hangi olgulara, hangi sıra ya da bağlam içinde söz hakkı verileceğini kararlaştıran tarihçidir."

Carr, bir olgunun tarihi bir olgu haline gelmesinin, tarihçinin yorumuyla olan ilişkisine bağlı olduğunu savunur. Viktorya döneminde bir zencefilli çörek satıcısının öldürülmesi örneğini vererek, bu olayın Dr. Kitson Clark tarafından vurgulanmasıyla ancak "seçkin tarihi olgular kulübü üyeliğine aday" olduğunu belirtir. Olgunun tarihi statüsü, "Dr. Kitson Clark'ın kanıtlamak için bu olayı ileri sürdüğü tez ya da yorumun öbür tarihçilerce de geçerli ve anlamlı olarak kabul edilip edilmemesine bağlı olacaktır. Olayın bir tarihi olgu sıfatıyla durumu, bir yorum sorusuna yol açacaktır. Bu yorum ögesi her tarihi olgunun içinde vardır."

Carr, tarihçinin geçmişle kurduğu ilişkinin dinamik olduğunu vurgular: "Tarihçi ile olguları arasında kesintisiz bir karşılıklı etkileşim süreci, bugün ile geçmiş arasında bitmez bir diyalog." Tarihçinin, çalıştığı döneme kendi çağının gözüyle baktığını ve geçmişin sorunlarını bugünün sorunlarının anahtarı olarak incelediğini belirtir. Grote, Mommsen, Trevelyan ve Namier gibi tarihçilerin çalışmalarının, yaşadıkları dönemin toplumsal ve siyasal koşullarının bir yansıması olduğunu gösterir. Örneğin, Namier'in muhafazakâr bir bakış açısıyla 18. yüzyıl İngiltere'sini incelemesi, onun kendi dönemindeki değişim korkusunu yansıtır. Carr'a göre, "Bir toplumun niteliğinin, ne tür tarih yazdığı ya da yazmadığından daha güvenilir bir göstergesi yoktur."

3. Toplum ve Birey: Karşılıklı Etkileşim ve Büyük Adamlar

Carr, tarihsel süreçte birey ile toplum arasındaki ilişkiyi incelerken, bu ikilinin ayrılmaz ve birbirini tamamlayan unsurlar olduğunu savunur. "Toplum ve birey birbirlerinden ayrılamaz, karşıt değil birbirlerine gerekli ve tamamlayıcıdırlar." Robinson Crusoe efsanesini örnek göstererek, toplumdan bağımsız bir birey düşüncesinin imkansızlığını ortaya koyar. Bireycilik kültünün, kapitalizmin ve Protestanlığın yükselişiyle bağlantılı olarak 19. yüzyılın yaygın bir miti olduğunu belirtir.

Carr, tarihte "büyük adamlar"ın rolünü de ele alır. Kötü Kral John teorisi veya Miss Wedgwood'un "insanların birey olarak davranışları benim için gruplar ya da sınıflar olarak davranışlarından daha ilginçtir" şeklindeki görüşüne karşı çıkar. Bireysel eylemlerin genellikle niyetsiz sonuçları olduğunu ve toplumsal güçlerin bu sonuçları şekillendirdiğini belirtir. Carlyle ve Lenin'in "siyaset kitlelerin bulunduğu yerde başlar" şeklindeki sözlerine atıfta bulunarak, tarihte önemli olanın bireylerin kişilikleri değil, adsız milyonların oluşturduğu toplumsal güçler olduğunu savunur. "Tarihte önemli olan sayılardır."

Büyük adamların tarihteki rolüne ilişkin olarak, Carr, Hegel'in tanımını benimser: "Çağın büyük adamı, çağının istemini dile getirebilen, çağına isteminin ne olduğunu söyleyebilen ve bu istemi yerine getirebilen kişidir. Onun yaptığı, çağının yüreği ve özüdür; o çağını gerçek kılar." Büyük adamlar, ya var olan güçleri temsil eder ya da yeni güçlerin oluşumuna yardımcı olurlar. Tarih, bu anlamda, bireylerin toplumsal varlıklar olarak girdikleri toplumsal bir süreçtir.

4. Tarih, Bilim ve Ahlak: Nesnellik, Nedensellik ve Değer Yargıları

Carr, tarihin bir bilim olup olmadığı tartışmasına da girer. İngilizce dışındaki çoğu dilde tarihin bilim kategorisinde yer aldığını belirterek, İngilizcedeki bu ayrımın kültürel bir önyargıdan kaynaklandığını savunur. 19. yüzyıl bilim anlayışının "önce olgularınızı toplayın, sonra bunları yorumlayın" şeklindeki tümevarımcı yöntemine karşın, modern bilimin hipotez ve gerçeklik arasındaki etkileşimle ilerlediğini belirtir. "Tarihçinin, bugün kendini bilim dünyasının içinde hissetmek için, 100 yıl önce olduğundan daha çok nedeni vardır."

Carr, tarihin benzersiz olaylarla ilgilendiği, dolayısıyla genellemelerin mümkün olmadığı görüşünü eleştirir. "Tarihçi gerçekte biriciklerle değil, biricikler içindeki genel olanla ilgilenir." Tarihçiler, Peloponnesos Savaşı ile İkinci Dünya Savaşı'nı "savaş" olarak adlandırarak genelleme yaparlar. Tarih, genellemelerle beslenir ve bu genellemeler, geçmişi anlama ve gelecekteki eylemlere rehberlik etme amacı güder.

Nedensellik konusunda Carr, tarihçinin görevinin olayların nedenlerini araştırmak olduğunu vurgular. Tek bir nedene bağlı kalmak yerine, olayların birden çok nedenini, bu nedenler arasında bir hiyerarşi kurarak açıklamaya çalışır. Gibbon'un Roma İmparatorluğu'nun çöküşünü barbarlığa ve dine bağlaması veya 19. yüzyıl Whig tarihçilerinin İngiliz gücünü anayasal özgürlüğe atfetmesi gibi örnekler üzerinden, her tarih tezinin nedenlerin önceliği sorunu etrafında döndüğünü gösterir.

Carr, tarihte determinizm (gerekircilik) ve rastlantı sorunlarına da değinir. Popper ve Berlin'in determinizme karşı eleştirilerini ele alarak, gündelik hayatta bile her olayın bir nedeni olduğuna inandığımızı belirtir. Smith'in garip davranışları örneği üzerinden, neden arayışının insan davranışlarını anlamak için temel bir varsayım olduğunu gösterir. "Günlük hayat insan davranışlarının ilkece doğruluğu araştırılabilir nedenler tarafından belirlendiği varsayılmadıkça imkânsız olurdu." Rastlantının ise, tarihçinin anlamlı bulduğu neden-sonuç dizilerinin arasına giren, ancak genel yorumun içine dahil edilemeyen ilgisiz olaylar olduğunu savunur. Kleopatra'nın burnu ya da Lenin'in erken ölümü gibi olaylar, tarihin akışını etkilese de, tarihsel anlamda bir genellemeye yol açmadıkları sürece "rastlantısal" kabul edilirler.

Ahlaki yargılar konusunda Carr, tarihçinin kişisel ahlak yargılarında bulunmaması gerektiğini belirtir. Ancak, olaylar, kurumlar veya siyasetler hakkında ahlaki yargılarda bulunmanın tarihçinin görevinin bir parçası olduğunu ifade eder. "Tarihi yorumlarsa her zaman ahlak yargılarıdır - isterseniz daha tarafsız görünen bir terimle söyleyelim, değer yargılarını işin içine katarlar." Carr, soyut kavramların (özgürlük, eşitlik, adalet) tarihsel bağlam içinde anlam kazandığını ve değerlerin olgulardan ayrılmaz olduğunu vurgular. "Değerler olguların içine girerler ve onların vazgeçilmez bir parçasıdırlar."

5. İlerleme Olarak Tarih: Geleceğe Yöneliş ve Genişleyen Ufuklar

Carr, tarihin "gizemin" veya "kinikliğin" ötesinde, "geçmiş üstüne yapıcı bir bakış açısı" sunması gerektiğini savunur. Klasik uygarlıkların tarihsizliğine karşılık, Yahudi-Hıristiyan geleneğinin tarihe bir anlam ve amaç (teleolojik görüş) kazandırdığını belirtir. Aydınlanma Çağı'yla birlikte bu teleolojik görüş laikleşmiş ve tarih, insanlığın yeryüzündeki konumunu mükemmelleştirme hedefine doğru ilerleyen bir süreç olarak görülmüştür.

Carr, ilerleme kavramının evrimden farklı olduğunu vurgular: evrim biyolojik kalıtımla, ilerleme ise kazanılmış becerilerin kuşaktan kuşağa aktarılmasıyla ilgilidir. "Tarih, edinilmiş becerilerin kuşaktan kuşağa iletilmesi içinde bir ilerlemedir." İlerlemenin belirli bir başlangıcı ve sonu olduğu varsayımına karşı çıkar; ilerlemenin sonsuz ve sürekli değişen bir süreç olduğunu savunur.

Carr, 20. yüzyıldaki kötümserliğe rağmen, tarihte ilerlemeye olan inancını sürdürür. Ona göre, "ilerlemeye inanmak, otomatik ya da kaçınılmaz herhangi bir sürece değil, insan yeteneklerinin ilerleyen gelişmesine inanmak anlamındadır." Bu ilerleme, maddi kaynakların, bilimsel bilginin ve teknolojik egemenliğin birikimiyle birlikte, insanın çevresine ve kendisine olan egemenliğinin artmasını ifade eder.

Son olarak Carr, tarihin ufuklarının genişlemesi üzerine odaklanır. 15. ve 16. yüzyıllardaki yeni kıtaların keşfiyle başlayan coğrafi değişimlerin, 20. yüzyıldaki Asya ve Afrika devrimleriyle çok daha geniş bir kapsam kazandığını belirtir. Tarihin artık sadece Batı Avrupa veya İngilizce konuşulan dünyanın değil, tüm dünya halklarının ve kültürlerinin deneyimlerini kapsadığını vurgular. "Aklın yayılması özünde, şimdiye kadar tarihin dışında kalmış grupların ve sınıfların, halkların ve kıtaların tarihe girmeleri demektir."

Carr, modern toplumdaki bilgi birikimini ve bireyselleşmeyi ilerlemenin işaretleri olarak görür. Ekonomik yasaların nesnelliği inancından, ekonominin bilinçli planlanabilir olduğu inancına geçişin, aklın insan işlerine uygulanmasındaki bir ilerleme olduğunu ifade eder. Ancak, bu ilerlemenin getirdiği tehlikeleri de göz ardı etmez; özellikle kitleleri manipüle etme potansiyeli olan propaganda ve reklamcılık gibi yöntemlerin aklın kötüye kullanılmasına yol açabileceğini belirtir.

Carr, "Tarih Nedir?"in ikinci baskısı için aldığı notlarda, bilimin ve edebiyatın da sosyal ve kültürel bağlamdan etkilendiğini vurgular. Bilimsel bilginin göreceliğini ve hipotezlerin öngörü niteliğini sorgular. Tarihsel araştırmanın mevcut krizini, sığ ampirizm ve aşırı uzmanlaşma ile ilişkilendirir. "Tarih temel değişim süreçleriyle ilgilenir. Bu süreçlere alerjiniz varsa tarihi terk edip sosyal bilimlere sığınırsınız." Ancak, genel tarihin ve disiplinler arası bir yaklaşımın önemini vurgulayarak, tarihin sosyal bilimlere malzeme sağladığı kadar onlardan teori için de faydalandığını belirtir.

Carr'ın eserinin kalıcılığı, Evans'ın da belirttiği gibi, "Tarihçiyle olguları arasında kesintisiz bir karşılıklı etkileşim süreci, bugün ile geçmiş arasında bitmez bir diyalog" olduğu gerçeğini ısrarla vurgulamasından ve tarihçilerin kendi zamanlarının bireyleri olarak bakış açılarının kaçınılmaz olduğunu tekrar tekrar ispat etmesinden kaynaklanmaktadır. Bu görüşler, tarihçilik mesleğinin temel bir parçası haline gelmiştir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.

[MAR] YOUTUBE KANALI

LİDER

Karl Marx - Kapital

Kısa Sovyet Film ve Belgeseller [Türkçe]