Marksist Araştırmalar [MAR] | Komünizm tarihin çözülen bilmecesidir.

22 Temmuz 2025 Salı

KOMÜNİZM VE AİLE

Alexandra Kollantai

Çeviri: Alev Yılmaz

Komünist devlette aile korunacak mı? Aynen bugünkü gibi mi olacak? Bu, işçi sınıfının kadınlarını düşündüren ve erkek yoldaş­larının da ilgi gösterdiği bir sorun. Son günlerde özellikle bu so­run, işçi kadınların zihinlerini altüst etmekte, karıştırmakta ve bu bizi şaşırtmamalı: Kendi gözlerimizin önünde hayat değişiyor; es­ki gelenekler ve alışkanlıklar yavaş yavaş yok oluyor; proleter aile­si bütün varlığıyla, alışılmamış, acayip, önceden görülmesi müm­kün olmayan bir biçimde örgütlenmekte.

Bugün kadınları daha da çok şaşkına çeviren şey Sovyet Rusya’da boşanmanın kolaylaştırılmış olması gerçeğidir. Aslında, 18 Aralık 1917 tarihli Halk Komiserleri kararnamesiyle boşanma, yalnızca zenginlerin erişebildiği bir lüks olmaktan çıktı; bundan böyle işçi kadın aylarca, hatta yıllarca, onu dövme alışkanlığında olan kaba ve sarhoş bir kocadan kendini bağımsızlaştırmak için özel bir izin belgesi dilenmeyecek. Bundan böyle, boşanma, bir veya en fazla iki hafta içinde dostça elde edilebilecek. Fakat evlilik hayatlarında mutsuz olan kadınlar için böylesine bir umut kaynağı olan bu bo­şanma kolaylığı; diğer kadınları, özellikle, kocalarını, “evin ek­meğini getiren”, hayattaki tek destek olarak gören ve kadınların bu desteği başka yerlerde, erkeğin kendisinde değil de toplumun, devletin kendisinde aramaya ve bulmaya alışmaları gerektiğini he­nüz anlamayan kadınları korkutmuyor. 

GENERİK AİLEDEN GÜNÜMÜZE

Kendimizden gerçeği saklamak için hiçbir neden yok: Eski günle­rin normal ailesi, erkeğin her şey, kadınınsa hiçbir şey olduğu kendi iradesi, kendine zamanı olmadığı için günden güne değişmekte, neredeyse geçmişe ait bir şey haline gelmekte. Fakat bu durum bizi korkutmamalı. Ya yanılgıdan ya da cahillikten, her şey deği­şirken, bize ilişkin her şeyin değişmez olarak kalacağına inanmaya hazırız. Böyle gelmiş böyle gider. Bu atasözünden daha yanlış hiç­bir şey olamaz. Geçmişte insanların nasıl yaşadıklarını okumak yeter ve hemen, her şeyin değişime tabi olduğunu, değişmeden ve bo­zulmadan kalabilen ne bir gelenek ne bir politik örgüt ne de ah­lak kurallarının var olabildiğini öğreniriz.

Ve aile insanlık tarihinin çeşitli devirlerinde sık sık biçim değiştir­miştir; bir zamanlar, bugün görmeye alıştığımız biçimden çok baş­kaydı. Öyle bir zaman vardı ki, sadece bu tek aile biçimi, adıyla söylersek soy ailesi (generic) normal kabul ediliyordu; yani, başında yaşlı bir anne ve etrafında ortak yaşam ve ortak çalışma içinde kümelenmiş çocuklar, torunlar, torunların çocukları olduğu bir aile. Ataerkil aile de bir zamanlar tek biçim olarak kabul ediliyordu; iradesinin, ailenin diğer bütün üyeleri için yasa hükmünde olduğu bir efendi-babanın nezaretindeki aile; Rusya köylerinde böyle ai­leler hala var. Gerçekte oralardaki ahlak ve aile yasaları bir şehir işçisininkine benzemez; şehirli proleter ailede artık bulunmayan pek çok gelenek köylerde hala var. Ailenin biçimi, gelenekleri halktan halka değişir. Örneğin Türkler, Araplar, İranlılar gibi, bazı halk­larda, bir erkeğin birden fazla karısının olmasına yasalar izin verir. Eskiden ve hatta bugün de bazı kabileler, tersine bir geleneği hoş görerek, bir kadının birkaç kocası olmasına izin verirler. Bu­günün erkeğinin alıştığı ahlak, bir genç kızdan resmen evlenene kadar bakire kalmasını istemesine izin verir; fakat öyle kabileler vardır ki, tersine kadın için pek çok aşığı olması bir onur meselesiydi ve kollarına ve bacaklarına taktığı bileziklerle bunların sayıla­rını ilan ederdi.

Bizi şaşırtmaktan başka bir şey yapmayan, hatta ahlaksızlık olarak niteleyebileceğimiz bu uygulamalar, başka halklar arasında kut­sal addedilirler ve onlara göre, bizim yasa ve göreneklerimiz “günah” kabul edilir. Bu nedenle, ailenin bir değişim geçirmekte olması, gününü doldurmuş geçmişin izlerinin yavaş yavaş atıldığı ve kadınla erkek arasında yeni ilişkilerin yeşermekte olduğu gerçeği karşısında dehşete kapılmamız için hiçbir sebep yok. Sadece şunu sormalıyız: “Aile düzenimizde zamanı dolan nedir ve işçi ka­dın ve işçi erkeğin ve köylü kadın ve erkeğin karşılıklı ilişkilerinde her birinin hakları ve görevleri nelerdir ki, yeni işçilerin Rusya’sı olan bizim Sovyet Rusya’mızdaki hayat koşulları ile en iyi uyumu göstersinler? Bu yeni duruma uyan her şey sürdürülecek; geri kalan işe yaramaz, günü geçmiş her şey, toprak sahipleri ve ka­pitalistlere özgü olan kölelik ve tahakkümün lanetli çağından bize miras kalan her şey, bunların hepsi, sömüren sınıfla, proletaryanın ve yoksulların düşmanları ile birlikte bir kenara itileceklerdir.

ESKİ AİLE YAŞANTISINI KAPİTALİZM TAHRİF ETTİ

Bugünkü şekliyle aile de geçmişin miraslarından yalnızca biridir. Sağlam biçimli, kendi içinde bir bütün ve çözülmez -çünkü papazın kutsadığı evliliğin karakterinin bu olduğu sanılıyordu- olan ai­le bütün üyeleri için aynı oranda gerekliydi. Aile olmasaydı çocuk­ları kim besler, giydirir ve eğitir, kim onlara yaşam içinde yol gös­terirdi? O günlerde öksüzlerin akıbeti birinin başına gelebilecek en büyük faciaydı. Alışmış olduğumuz ailede erkek, çalışıp kazanan ve karısı ile çocuklarına bakan kişidir. Kadının, kendi payı­na, anladığı, evi yönetmek ve çocukları yetiştirmek işidir. Fakat bir yüzyıldan beri, bu alışılmış aile biçimi, kapitalizmin egemen olduğu, fabrikaların sayısındaki artışın yanı sıra kadın işçi çalıştı­ran kapitalist işletmelerin sayısının da hızla arttığı bütün ülkeler­de giderek ilerici bir yıkıma uğramakta. Çevresindeki hayatın ge­nel koşulları ailenin gelenek ve ahlakını eşit zamanlı bir şekilde oluş­turur. Aile geleneklerinin köklü bir biçimde değişimine en büyük katkı, hiç şüphesiz, ücretli emeğin kadınlar arasında evrensel ya­yılması olmuştur. Eskiden yalnızca erkek, aileyi geçindirmekle yü­kümlü kabul ediliyordu. Fakat geçen 50-60 yılda, Rusya’da (baş­ka ülkelerde daha da önce) kapitalist rejimin, kadınları aile dışın­da ev dışında para kazanmaya zorladığını gördük.

30 MİLYON KADIN İKİLİ YÜK ALTINDA

“Ekmeği kazanan” erkeğin ücreti ailenin gereksinmelerine yetmediğinden, karısı da ücret karşılığı iş aramak; anne de fabrika bü­rolarının kapısını çalmak zorunda kaldı. Ve yıldan yıla, fabrikada safları doldurmak, gündüz işçisi, satıcı, büroda yardımcı, çama­şırcı, hizmetçi olarak işe başlamak üzere evlerini terk eden işçi sı­nıfı kadınlarının sayısı günbegün arttı. Dünya savaşının başlama­sından önce yapılan bir sayıma göre Avrupa ve Amerika ülkele­rinde çalışarak hayatını kazanan yaklaşık 60 milyon kadın vardı. Savaş sırasında bu sayı oldukça arttı.

Bu kadınların neredeyse yarısı evliydi fakat aile yaşantılarının na­sıl olduğunu anlamak kolaydır: Ana ve eşin günde 8 saat, gidiş dö­nüş için harcanan zamanı da katınca 10 saat, evin dışında çalıştık­ları bir hayat! Ev zorunlu olarak ihmal edilir, çocuklar anne ihti­mamından uzak, kendi başlarına ve zamanlarının çoğunu geçirdik­leri sokakların bütün tehlikelerine terkedilmiş olarak büyürler.

İşçi olan eş, ana üç görevi de aynı anda yerine getirebilmek için kan ter içinde kalır: Kocası gibi bir sanayi veya ticari işletmede zorunlu çalışma saatlerini doldurmak, sonra yapabildiğince kendini ev işlerine adamak ve aynı zamanda çocuklarına bakmak. Kapita­lizm, kadının omuzlarına onu ezen bir yük oturtmuştur: Ana ve ev kadını olarak gailesini azaltmadan onu ücretli işçi yaptı. Bu ne­denle kadını, ezen, inleten, pek çok kez ağlatan, dayanılmaz, üç kat yükün altında ezilmiş buluruz. Dert her zaman kadınların ka­deri olmuştur, ama hiçbir zaman kadınların kaderi, sanayinin bu en büyük gelişme devrinde kapitalizmin boyunduruğu altında ça­lışan milyonlarca kadınınkinden daha şansız, daha umutsuz olmamıştır.

İŞÇİLER AİLE HAYATI OLMADAN VAROLMAYI ÖĞRENİYOR

Kadının ücretli emeği giderek yaygınlık kazandıkça çözülme daha da ileri gider. Karı ve kocanın fabrikanın farklı bölümlerinde ça­lıştıkları, kadının çocuklarına doğru dürüst bir öğün yemek bile hazırlayamadığı bir aile hayatı! Anne ve babanın 24 saatin çoğunu ağır emek harcayarak geçirdikleri, çocuklarıyla birkaç dakika bile geçiremedikleri bir aile hayatı! Eskiden oldukça başkaydı: Anne evin yöneticisi olarak evde kalıyor, ev işleri ve gözünü üzerlerin­den ayırmadan çocuklarıyla meşgul oluyordu; bugün, sabahın kö­ründe fabrikanın düdüğü çalana dek koşuşturur çalışan kadın ve akşam olduğunda da gene düdük sesiyle aceleyle eve döner ve ai­lenin çorbasını hazırlamak ve ev işlerinin en acil olanını yapmak için; yetersiz bir uykudan sonra ertesi gün başlar gündelik cefası­nı çekmeye. Evli, çalışan kadının bu hayatı gerçek bir çalışma ka­mpıdır. Bu nedenle, bu koşullarda aile bağlarının gevşemesi ve ai­lenin kendisinin giderek çözülmesi gerçeğinde şaşırtıcı hiçbir şey yok. Eskiden aileyi sağlam bir bütün yapan her şey sarsılmaz kurumlarıyla birlikte azar azar yok oluyor. Aile, üyeleri için olduğu kadar devlet için de gerekli olmaktan çıkıyor. Ailenin eskiden kal­ma biçimleri yalnızca birer ayak bağı halini almakta.

Eski günlerde aileyi güçlü kılan neydi? Bir kere aileye bakan koca ve babaydı; sonra ev ailenin bütün üyeleri için eşit gereklilikteydi ve son olarak da çocuklar ana babaları tarafından büyütülüyorlar­dı. Bütün bunlardan bugün ne kaldı? Koca, az önce gördük ki ai­leyi tek geçindiren olmaktan çıkmıştır. İşe giden kadın bu anlam­da kocasının eşiti olmuştur. Kendi hayatını ve sık sık ta çocukları­nın ve kocasınınkini de kazanmayı öğrenmiştir. Fakat görüyoruz ki, küçük çocukların bakımı ve büyütülmesi işleri hala ailenin iş­leri olarak kalıyor. Ailenin şimdi bahsettiğimiz bu görevden de kur­tulmak üzere olup olmadığını görelim.

EV İŞİ BİR GEREKLİLİK OLMAKTAN ÇIKIYOR

Şehirde olduğu kadar köyde de yoksul sınıfın kadınlarının bütün ömrünün, ailenin bağrında geçtiği zamanlar vardı. Kendi evinin eşiğinin ötesindekilerden haberi yoktu ve şüphesiz pek öğrenmek de istemiyordu. Buna karşılık olarak evinin içinde çok çeşitli, yal­nızca ailenin kendisi için değil, devletin bütünü için de gerekli ve yararlı bir yığın uğraşısı vardı. Bugün herhangi bir işçi veya köylü kadınca yapılan her şeyi o kadın da yapardı. Pişirdi, yıkadı, evi te­mizledi, ailenin giysilerini elden geçirip tamir etti; fakat bu kadar­la kalmadı.

Bugünün kadının artık yapmadığı pek çok sayıda görevi de yerine getirmek zorundaydı: Yünü ve keteni eğirirdi, kumaş ve giysi dokurdu, çorap örerdi, dantel dokurdu, elindeki malzemelere göre de saklanmak üzere turşu kurar, tütsü yapardı; ev halkı için içe­cek yapardı, kendi mumunu kendi imal ederdi. Eski zaman kadı­nının görevleri ne kadar da çeşitliydi! Annelerimizin ve büyükan­nelerimizin hayatı işte böyle geçti.

Hatta günümüzde bile demiryolları ve büyük nehirlerden uzak, memleketin ücra köşelerindeki bazı köylerde evin kadınının aşırı emek yükü altında ezildiği ve kalabalık sanayi bölgeleri ve büyük şehirlerin çalışan kadınlarının uzun zamandır hiçbir fikrinin olma­dığı, eski güzel günlerin hayat biçiminin değişmeden kalmış oldu­ğuna rastlayabilirsiniz.

KADININ EVDEKİ ENDÜSTRİYEL ÇALIŞMASI

Büyükannelerimizin zamanındaki bu ev içi çalışması, ailenin refa­hının dayandığı, kesinlikle gerekli ve yararlı bir şeydi; evin kadını kendini bu görevlere adadığı oranda evdeki hayat daha iyi ve dü­zenli ve bolluk içinde geçiyordu. Devlet bile kadının bu ev idare­cisi olarak çalışmasından bir kâr sağlayabiliyordu. Çünkü, aslın­da, o günlerin kadını kendini veya ailesini patates çorbası hazırlamakla sınırlamıyordu fakat elleri pek çok zenginlikleri üretiyordu: kumaş, iplik, tereyağı, vb. hepsi pazarda meta olabiliyor ve böylece değer sahibi şeyler olarak ticareti yapılabiliyordu.

Büyükanne ve büyük büyükannelerimizin zamanında emeklerinin karşılığının para olarak hesaplanmadığı doğrudur. Fakat köylü ya da işçi her erkek, hala halk arasında bir atasözü olarak var olan “altın elli” bir kadını eş olarak arıyordu. Çünkü yalnızca erkeğin olanak­ları, ‘‘kadının ev içi çalışması olmadan”, gelecekteki ev halkını ge­çindirmek için yeterli olmayacaktı. Fakat bu noktada devletin, ulu­sun çıkarları kocanınkilerle çakışıyordu. Aile içinde kadın ne ka­dar hamarat olursa, o kadın daha çok çeşitli ürün yaratıyordu: ku­maş, deri, yün. Fazlası en yakın pazarda satılıyor ve böylece ülke­nin ekonomik zenginliği bir bütün olarak artmış oluyordu.

Fakat kapitalizm bu eski yaşantı biçimini değiştirdi. Eskiden aile içinde üretilen her şey artık büyük miktarlarda, atölyeler ve fabri­kalarda imal ediliyor. Kadının faal parmaklarının yerini makine aldı. Ev kadını ne diye mum yapmak, yün eğirmek, kumaş doku­makla uğraşsın? bütün bu ürünleri yandaki dükkândan satın al­mak mümkünken. Eskiden her genç kız çorap örmesini öğrenir­di. Bugün kendi çoraplarını ören, çalışan genç bir kadın görüyor musunuz hiç? Bir kere zamanı olmaz. Vakit nakittir ve hiç kimse üretken olmayan bir şekilde yani ondan bir yarar sağlamadan pa­rasını ziyan etmek istemez. Şimdi, aynı zamanda da çalışan bir ka­dın olan her ev kadını, kendisi yaparak vakit kaybetmektense ço­raplarım daha çok hazır olarak almaktadır. Çalışan kadınlar ara­sında salatalık turşusu kurmak veya konserve yapmakla vaktini ge­çiren nadirdir, yandaki bakkalda hazır turşu ve konservelerin sa­tılmakta olduğunu bilirken. Dükkânda satılan ürün daha düşük kaliteli bile olsa, fabrika konserveleri, bir ev kadınının ekonomik elleriyle yaptıkları kadar iyi olmasa da çalışan kadının gene de ken­di ev halkı için bu tür ayrıntılı ve zahmetli işlerin herhangi birini yapmak için gerekli ne zamanı ne de gücü vardır. Nasıl olursa ol­sun, çağdaş ailenin bütün ev işlerinden -büyükannelerimizin bir ai­leyi onlarsız düşünemeyecekleri- giderek kurtulmakta olduğu ger­çektir. Eskiden aile içinde üretilenler, artık fabrika ve atölyelerde erkek ve kadın işçilerin ortak emeğiyle üretilmekte.

BAĞIMSIZ AİLEDE EV İDARESİ

Bağımsız aile tüketiyor fakat artık üretmiyor. Şimdi evi idare ede­nin emek verdiği başlıca iş sayısı dört: Temizlik işleri (yerleri te­mizlemek, toz almak, ısıtmak, vs.), pişirme (öğünlerin hazırlanması), yıkama ve ailenin giyeceklerinin ve çamaşırlarının bakımı (tamir yapma).

Bunlar zor ve tüketici işlerdir. Bunlara ek olarak fabrikada çalışan kadının bütün zamanını ve bütün enerjisini emerler. Fakat her şeye karşın büyükannelerimizin görevlerinin çok daha kapsamlı iş gerektirdiği kesindir. Ve üstelik bugün çalışan kadının yaptığı ev işlerinde hiç bulunmayan bu niteliği vardı onların: Bugünkülerin ar­tık ulusal ekonomi açısından devlet için yararlı olma niteliği kal­mamıştır, çünkü bu emek yeni değerler yaratmamakta, ülkenin re­fahına katkıda bulunmamaktadır.

Çalışan kadın boş yere bütün günü sabahtan akşama dek evi te­mizleyerek, çamaşırları yıkayıp ütüleyerek, bitmez tükenmez ça­balarla yıpranmış giysilerini düzgün tutmak için kendini harcaya­rak sınırlı olanaklarıyla kendini memnun edecek yiyecekleri ha­zırlamak için kendini öldürerek geçirebilir ama gene de gece oldu­ğunda bütün günün çalışmasının ardından maddi hiçbir şey kal­maz; yorulmaz elleriyle hazırladığı ve pazarda meta olabilecek hiçbir şey yaratmamıştır. Çalışan bir kadın bin yıl da yaşasa onun için değişen hiçbir şey olamaz. Her zaman, eşyaların üstünde alınması gereken yeni bir toz tabakası olacak ve kocası akşam eve hep aç gelecek ve küçükler ayaklarıyla içeriye çamur taşıyacaklar. Ev ida­re eden kadının işi her geçen gün daha da yararsız, daha az üretken olmakta.

KOLEKTİF EV İDARESİNİN DOĞUŞU

Bağımsız ev halkı yokuş aşağı iniyor. Kolektif ev idaresiyle gide­rek yer değiştiriyor. Çalışan kadın er ya da geç, evinin derdiyle uğ­raşmak zorunda kalmayacak artık; yarının komünist toplumunda bu iş, işi bu olan işçi kadınlar grubu tarafından yürütülecektir. Zen­ginlerin karıları çoktandır bu sıkıcı ve yorucu görevlerden kurtuldular. Niçin işçi kadınları bu zahmetli görevleri sürdürsünler? Sov­yet Rusya’da işçi kadının hayatını, şimdiye kadar yalnızca zengin sınıfların kadınlarınınkini çevrelemiş olan aynı rahatlık, aynı ay­dınlık, aynı sağlıklı temizlik, güzellikler saracak. Komünist bir top­lumda çalışan kadın, ne yazık ki az olan dinlenme saatlerini ye­mek pişirmekle geçirmek zorunda kalmayacak, çünkü komünist toplumda herkesin gelip yemeğini yiyebileceği kamu lokantaları ve merkezi mutfakları olacak.

Bu tür kuruluşlar zaten bütün ülkelerde, kapitalist rejimde bile artmakta. Aslında, Avrupa'nın büyük şehirlerinde yarım yüzyıl­dır, sonbahar yağmurunun ardından fışkıran mantar gibi, lokanta ve kahvelerin sayısı artıyor. Fakat kapitalist düzende yalnızca cüzdanı şişkinlerin yemeklerini lokantada yemeğe güçleri yeterken, komünist şehirde isteyen herkes gelip merkezi mutfak ve lokantalarda yiyebilecek. Aynı şey yıkama ve diğer işler içinde geçerli ola­cak: Çalışan kadın artık pislik deryasının içine gömülmek veya ço­rapları veya çamaşırları tamir ederken gözlerini mahvetmek zo­runda kalmayacak; sadece her hafta bunları merkezi çamaşırhane­lere taşıyacak ve her hafta bunları yıkanmış ve ütülenmiş olarak geri alacak. Çalışan kadının bir yükü daha hafifleyecek. Ayrıca özel giysi tamir atölyeleri çalışan kadınlara akşamlarını, şimdiki gibi tü­ketici bir bedeni çalışma yerine, eğitici yayınlara, sağlık faaliyetlerine ayırmaları olanağını verecek. Bu yüzden hala kadına yük olan dört görev de yakında, muzaffer komünist rejim altında yok olacak. Ve şüphesiz işçi kadınlar bundan pişmanlık duymayacaklar. Komünist toplum, yalnızca, yaşamını daha zengin, mutlu, özgür ve daha tamam kılabilmek için kadının evdeki boyunduruğunu kıracak.

KAPİTALİZMDE ÇOCUK YETİŞTİRME

Fakat, bütün bu müstakil ev idaresine harcanan emekler ortadan kalktığında aileden geriye ne kalacak? Daha hala çocuklarımız var ilgilenecek. Burada da çalışan yoldaşların devleti ailenin yardımı­na, ailenin yerine kendini koyarak koşacak, giderek, eskiden ana-babaların üstünde olan her şeyin sorumluluğunu toplum eline ala­cak. Kapitalist rejimde, çocuğun eğitilmesi artık ana-babaların gö­revi olmaktan çıkmıştır. Çocukları okullarda eğitiliyorlardı. O an­dan başlayarak çocuklarının zihinsel gelişmesi onların işi olmak­tan çıkmıştır. Fakat ailenin çocuğa olan bütün yükümlülükleri böy­lece bitmez. Hala çocuğu beslemek, ayakkabılarını almak, giydir­mek, zamanı gelince kendi başlarına yaşayabilecek ve ana-babalarına yaşlılıklarında bakıp besleyecek usta ve dürüst işçiler haline ge­tirmekle yükümlüdürler. Halbuki çocuklarına karşı bütün bu yükümlülüklerini yerine getirebilmek bir işçi ailesi için çok uzak ih­timaldir: Düşük ücretleri çocukların yeterince beslemelerine bile izin vermezken, boş zamanlarının olmaması da ana-babaların, yeni yetişen neslin eğitimine bu işin gerektirdiği bütün özeni gösterme­lerini engelliyordu. Çocukları yetiştirmek aileden bekleniyordu.

Ama yapabiliyor muydu gerçekten? Aslında proletaryanın çocuk­larını yetiştiren sokaktır. Proleterlerin çocukları aile hayatının zevk­lerinden, bizim hala kendi anne ve babalarımızla paylaştığımız zevk­lerden habersizdirler.

Üstelik, ana-babaların düşük ücretleri, güvencesizlik, hatta açlık yüzünden 10 yaşını bulur bulmaz proleterin oğlu da kendini bağım­sız bir işçi olarak bulur. Ve çocuk (kız veya oğlan) para kazanmaya başlar başlamaz, ana-babasının öğüt ve sözlerinin üzerinde hiçbir etki yapmadığı, ana-baba otoritesinin zayıfladığı ve itaatin kalma­dığı bir şekilde kendi kendisinin efendisi olur. Ailenin ev içi faali­yetleri birer birer öldükçe ana-babaların yerine toplum, bakım ve eğitim görevlerini yerine getirecek. Kapitalist rejimde çocuklar, ço­ğunlukla ve hatta her zaman, proleter ailesi için ağır ve taşınamaz bir yüktürler.

ÇOCUK VE KOMÜNİST DEVLET

Bu konuda da komünist toplum ana-babaların yardımına koşacak. Sovyet Rusya’da Kamu Eğitimi ve Toplumsal Refah Komiserlik­lerinin gösterdiği özenle büyük ilerlemeler kaydedilmekte ve şim­diden ailenin, çocuklara bakıp yetiştirmesi görevini kolaylaştırıcı pek çok şey yapıldı. Çok küçük bebekler için evler, gündüz kreş­leri, çocuk yuvaları, çocuk grupları ve yuvaları, sağlık evleri ve hasta çocuklar için sağlık yurtları, lokantalar, okulda bedava yemekler, ders kitaplarının, sıcak giyeceklerin, ayakkabıların eğitim kurumlarının öğrencilerine parsız dağıtımı, bütün bunlar, çocuğun, aile­nin dört duvarının dışına çıktığını ve ana-babaların omuzlarından kolektiviteninkilere geçtiğini yeterince göstermiyor mu?

Ana-babalarca çocuğun bakımı üç ayrı kısımdan oluşuyordu: 1. Çok küçük bebeklerin gerekli bakımı, 2. Büyütülmeleri, 3. Eğiti­mi. İlkokullarda, daha sonra da lise ve üniversitelerde çocukların eğitimi kapitalist toplumlarda bile devletin görevi haline gelmiş­tir. İşçi sınıfının diğer meşguliyetleri, yaşam koşulları, kapitalist topluma bile gençler için oyun alanları, anaokulları, evleri vb, vb’ni yaratmayı zorunlu olarak yaptırır. İşçiler haklarının da­ha çok bilincine vardıkça, her toplumda daha iyi örgütlendikçe, toplum çocukların bakımında aileleri rahatlatmakta daha çok ilgi­lenecektir. Fakat burjuva toplum, bu konuda işçi sınıfının gerek­sinmelerini karşılamada çok ileri gitmekten, ailenin çözülmesine neden olabileceği için korkmuştur. Kapitalistlerin kendileri eski ailenin, kadının köle, erkeğin ise ailenin bakımı ve refahından so­rumlu olduğu bu tip ailenin proletaryanın özgürlük çabalarını boğ­mak için, işçi kadının ve işçi erkeğin devrimci ruhunu zayıflatmak için en iyi silah olduğunu bilmiyor değillerdir. Ailesi için endişe işçinin belini büker, sermaye ile uzlaşmaya zorunlu kılar. Ana ve baba, çocukları açsa, ne yapmazlar ki? Gençliğin eğitimini gerçek­ten toplumsal bir iş, devlet işi haline getirmeyi becerememiş olan kapitalist uygulamanın aksine, komünist toplum, yetişen neslin top­lumsal eğitimini, yasalarının ve kurallarının temeli, yeni yapının köşe taşı olarak görecektir. Sığ ve basitliği ile, ana ve babalar arasın­daki kavgalarıyla, kendi evlatlarına olan kıskanç düşkünlüğü ile geçmişin ailesi bize yarının toplumunun insanını yoğuramaz. Bi­zim yeni insanımız, yeni toplumumuzda, oyun alanları, bahçeler, yuvalar gibi sosyalist örgütlenmelerde şekillenecek ve çocuğun gü­nün büyük kısmını geçirdiği diğer pek çok benzer kurumda, zeki, bilgili eğiticiler onları şu kutsal sözlerin büyüklüğünün bilincinde komünistler olarak yetiştirecek: Dayanışma, yoldaşlık, yardımlaş­ma, kolektif yaşama bağlılık.

ANNENİN GEÇİMİ SAĞLANMIŞTIR

Annesinin ilgisine gereksinimi olan, yürümeyi öğrenirken annesi­nin eteğine yapışan, çok küçük bebeğin bakımının dışında büyüt­me ve eğitim olmayınca ailenin çocuklarına karşı yükümlülükle­rinden geriye ne kalacak? Özellikle bir çocuğa sahip olmanın maddi dertlerinin büyük kısmından, kurtarıldıktan sonra? Burada da ko­münist devlet çalışan annenin yardımına koşar. Artık anne kolla­rında bebeği ile boyun eğmek zorunda olmayacak. İşçilerin devle­ti kendini, resmi nikahlı olsun olmasın her annenin çocuğunu em­zirdiği sürece geçimini sağlamakla, tam teşekküllü doğum evleri yap­mak, bütün şehir ve köylerde gündüz kreşleri ve diğer benzeri ku­rumları yaratmakla yükümlü kılmıştır; kadınlar devlete yararlı bir biçimde hizmet edebilsin ve yanı sıra anne de olabilsinler diye.

EVLİLİK ARTIK BİR ZİNCİR DEĞİL

Çalışan annelerin içleri rahat olsun. Komünist toplum ne çocukla­rı ana babalarından almak ne de bebeği anasının göğsünden ayır­mak niyetinde, ne de aileyi dağıtmak için zora başvurmak niyetin­de. Öyle şey yok! Bunlar komünist toplumun amaçları değil. Bu­gün ne görüyoruz? Yıpranmış aile parçalanıyor. Eskiden toplum­sal bir birim olarak aileyi ayakta tutan payandalardan, bütün ev içi işlerden giderek daha çok bağımsızlaşıyor. Ev idaresi? Yararlılığı­nı tüketmiş gibi görünüyor. Çocuklar? Proleter ana-babaları zaten onlara bakamıyorlar; ne geçimlerini ne de eğitimlerini sağlayabiliyorlar. Hem ana-babaların hem de çocukların eşit ölçüde zarar gör­dükleri durum budur. Bu nedenle komünist toplum işçi kadın ve erkeğe şöyle yaklaşır: “Gençsiniz, birbirinizi seviyorsunuz. Mut­lu olmak herkesin hakkı. Kapitalist toplumda çalışan kadına ve er­keğe gerçek bir zincir olmuş olsa da evlilikten korkmayın. Hepsinden çok, genç ve sağlıklı olduğunuza göre, ülkenize yeni işçi­ler, yeni yurttaş çocuklar vermekten korkmayın. İşçilerin toplumunun çalışacak yeni güçlere gereksinmesi var; dünyaya gelen her yeni çocuğu selamlıyor. Çocuğunuzun geleceği için endişelenme­nize de gerek yok. Çocuğunuz ne açlığı ne soğuğu tanımayacak. Ne mutsuz olacak ne de kapitalist toplumdaki gibi kaderine terkedilecek. Çocuk dünyaya gelir gelmez, çocuğun ve annenin geçi­mi ve özenle bakımı işçi devletince, komünist toplumca sağlanır. Çocuk komünist anavatanın özeniyle doyurulur, büyütülür, eğiti­lir; fakat bu anavatan hiçbir şekilde, çocuklarının eğitimine katıl­mak isteyen ana babalardan çocuklarını kopartıp almayacak. Ko­münist toplum çocuğun eğitilmesi görevlerini üstlenecek fakat ev­lat sahibi olmanın hazları, analık duygularının verdiği doyum, böylesi mutlulukları anlama ve takdir etme yeteneğini gösterenlerin elinden bunlar alınmayacaktır. Buna ailenin zorla yıkılması denebilir mi? Veya ana ve çocuğun zorla ayrılması?

AİLE: BİR SEVGİ VE YOLDAŞLIK BİRLİĞİ

Gerçeklerden kaçılamaz: Eski tip aile miadını doldurdu. Bu ko­münist devletin suçu değil, hayatın değişen koşullarının bir sonu­cu. Aile, devlet için eskiden olduğu gibi gerekli olmaktan çıkıyor, aksine yararsız olmaktan daha da beter bir hal almakta, çünkü kadın işçileri gereksiz yere daha üretken ve çok daha ciddi işlerden alıkoymaktadır. Zaten aile artık kendi üyeleri için de gerekli de­ğildir, çünkü eskiden aileye ait olan çocukları yetiştirme görevi her gün biraz daha kolektivitenin ellerine geçmekte. Ama bir önceki ailenin yıkıntılarının üzerinde pek yakında kadın ve erkek arasın­da tamamıyla başka ilişkiler içeren yeni bir biçimin yükseldiğini göreceğiz: Bu sevgi ve yoldaşlık birliği, komünist toplumun eşit iki bireyinin birliği, her ikisi de özgür, her ikisi de bağımsız, her ikisi de işçi. Kadınların ev “hizmetçiliğine” paydos! Aile içinde eşitsizliğe paydos. Kadın için kocası terk ederse, bebeği ile desteksiz, yardımsız kalma korkusu yok. Komünist şehirde kadın artık kocasına değil, işine güvenir. Geçimini sağlayacak olan kocası de­ğil kendi güçlü kollarıdır artık. Çocuklarının kaderi üzerine tasa­lanmayacak artık. İşçilerin devleti bunların sorumluluğunu üstle­necek. Evlilik, bugün aile hayatı üzerinde kötü bir leke olan bü­tün maddi unsurlarından, bütün para hesaplarından arındırılacak. Evlilik, bundan böyle yalnızca birbirine aşık, birbirine güvenen iki kişinin güzel beraberliğine dönüşecektir; bu birlik her işçi erkeğe ve her işçi kadına, en tam mutluluğu kendilerinin ve kendi­lerini çevreleyen hayatın bilincinde olan yaratıkların ancak edinebilecekleri en yüksek doyumu vadeder. Bu özgür birlik, esin kaynağı olan yoldaşlıkta güçlü, geçmişin evlilik köleliğinin yerine yarının komünist toplumunun hem kadınlara hem erkelere sunduğu işte budur.

Bir kez çalışma koşulları değiştirildikten ve çalışan kadının maddi güvenliği arttırıldıktan sonra, kilisede kıyılan nikah -sözüm ona çö­zülemez, aslında ise sahte olan- yerini, birbirini seven ve yoldaş olan kadın ve erkeğin özgür ve dürüst birliğine bıraktıktan sonra, insanlık için bir yüzkarası olan ve aç işçi kadının üzerine bütün ağırlığı ile çöken başka bir korkunç kötülüğün de ortadan kalktığı görülecektir: Fahişelik.

FAHİŞELİĞE PAYDOS

Bu belayı, şimdiki egemen ekonomik sisteme, özel mülkiyet kurumuna borçluyuz. O ortadan kaldırıldığında kadın ticareti de otomatikman yok olacaktır.

Bu nedenle, işçi sınıfının kadınları artık ailenin şimdi olduğu biçi­miyle yok olmaya mahkûm olmasına üzülmesinler. Kadınları ev köleliğinden kurtaracak, analık yükünü hafifletecek ve nihayet, ka­dınların üstünde asılı duran en korkunç laneti, fahişeliği ortadan kaldıracağını göreceğimiz yeni toplumun doğuşunu coşkuyla selamlayacaklardır.

KADIN VE ERKEĞİN TOPLUMSAL EŞİTLİĞİ

İşçilerin büyük kurtuluş davasında mücadele etmeye çağrılan ka­dın, böyle bir kadın bilmelidir ki, yeni devlette eskiden olduğu gi­bi şöyle bayağı ayırımlara yer yoktur: “Bunlar benim kendi ço­cuklarım, bütün analık ihtimamım, sevgim onlara aittir; onlar si­zin çocuklarınız, komşunun çocukları, beni ilgilendirmez. Benim­kiler bana yetiyor.” Bundan böyle toplumsal işlevinin bilincinde olan işçi ana, sizinki ve benimki arasında ayırım gözetmez bir nok­taya yükselecektir; bundan böyle yalnızca bizim çocuklarımız, ko­münist devletin, bütün işçilerin çocukları var.

İşçilerin devletinin cinsler arasında yeni bir ilişki biçimine gerek­sinmesi vardır. Ananın kendi çocuklarına olan dar ve kıskanç sev­gisi proletarya ailesinin bütün çocuklarını kucaklayacak kadar ge­nişlemek zorundadır. Kadının hizmetçiliğine dayanan çözülemez evlilik yerine işçi devletinin iki üyesinin karşılıklı sevgi ve saygıy­la güçlenmiş, haklarda ve yükümlülüklerde eşit iki üyesinin özgür birliğinin yükseldiğini göreceğiz. Müstakil ve bencil ailenin yeri­ne, büyük, evrensel, içindeki işçilerin her şeyden önce dost ve yoldaş olacakları bir işçi ailesi yükselecek. Yarının komünist toplumunda kadın ve erkek ilişkisi böyle olacak. Bu yeni ilişki, insanlığa, eşlerin gerçek toplumsal eşitliğince sağlanacak, özgür aş­kın bütün mutluluklarını sağlayacaktır, bu mutluluklar kapitalist rejimin ticari toplumunca asla bilinemezler.

Sağlıklı, serpilen çocuklara yolu açın; hayata, mutluluklara sarı­lan, hislerinde ve sevgilerinde özgür, hayat dolu gençliğe yol verin. Komünist toplumun parolası budur. Eşitlik, özgürlük, aşk adına işçi kadınları ve işçi erkekleri, köylü kadınları ve erkekleri, insan toplumunu daha mükemmel, daha adil ve bireye hakkettiği mut­luluğu sağlayacak hale getirmek amacıyla, onun yeniden inşası işi­ne cesaret ve güvenle sarılmaya çağırıyoruz. Rusya’dan sonra dün­yanın başka ülkelerini de koruması altına alacak olan sosyal devri­min kızıl bayrağı, bize şimdiden insanlığın yüzyıllardır özlediği yer­yüzü cennetinin yaklaştığını müjdeliyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.

[MAR] YOUTUBE KANALI

LİDER

Karl Marx - Kapital

Kısa Sovyet Film ve Belgeseller [Türkçe]