Yazar: Adam Zeman, Britanyalı nörolog ve yazar. Edinburgh Üniversitesi'nde klinik sinirbilimleri dersleri vermekte ve Western General Hastanesi'nde danışman nörolog olarak çalışmaktadır. Bilinç üzerine yaptığı çalışmalarla tanınmıştır.
- Bilinç,
olayları aktarabilme yeteneğiyle ilişkilidir ve insan yaşamına verilen
değerde temel öneme sahiptir.
- Sokrates'in
"incelenmemiş hayat yaşamaya değmez" sözü tartışılabilir olsa
da, Zeman çoğu insanın bilinçsiz bir hayatın yaşanmaya değmez olduğu
konusunda hemfikir olduğunu belirtir.
- Diğer
canlıların yaşamlarına verilen değer de onların bilinçli olup
olmamalarıyla doğrudan ilişkilidir. Bu durum, hayvan hakları ve yapay zekâ
tartışmalarının merkezini oluşturur.
- Gelecekte uzaylı yaşam formlarıyla karşılaşıldığında, onların bilinçli olup olmadığı sorusunun hemen gündeme geleceği öngörülür.
- "Bilinç",
"özbilinç" ve "vicdan" kelimeleri yakın akrabadır ve
yüzyıllar içinde anlam kaymalarına uğrayarak iç içe geçmiştir.
- İngilizcedeki
"conscience" (vicdan) kelimesi, "consciousness"
(bilinç) kelimesinin atasıdır. Latince "conscio" kelimesi hem
başkalarıyla hem de kendisiyle bilgi paylaşma anlamına gelmektedir.
- John
Locke 17. yüzyılda ruhun "kendi algılamalarının bilincinde olması
gerektiği"ni yazarken, "conscious" kelimesindeki paylaşım
anlamının canlı olduğunu belirtir.
- "Özbilinç"
(self-consciousness) 17. yüzyılda ortaya çıkmış ve kişinin kendi
kimliğinin, eylemlerinin ve düşüncelerinin bilincinde olması anlamında
kullanılmıştır. 19. yüzyılda ise başkalarının gözlem nesnesi olduğunu
zannedecek kadar benmerkezci olma anlamını kazanmıştır.
- William James'in tanımına göre, bilinç "algı deneyiminin halihazırdaki içeriği"dir. Bu anlamdaki bilinç kısa süreler için sabit olsa da zaman içinde değişir, sınırlı bir kapasitesi vardır ve seçicidir.
- Gordon
Gallup'un 1970'teki çalışmaları, şempanzelerin aynadaki yansımalarını
kendi görüntüleri olarak tanıdığını göstermiştir. Bu, onların belirli bir
"kendilik" kavramına sahip olduklarına işaret eder.
- Beyinleri
şempanzelerinkinden küçük olan kuyruksuz maymunlar ise binlerce saat ayna
önünde olmalarına rağmen kendi yansımalarını öğrenememişlerdir.
- Bu durum, şempanzelerin kuyruksuz maymunlardan farklı olarak gerçeklik kavrayışlarına "kendi" (bedenini) dahil edecek kadar geniş bir zihin dünyasına sahip olduğunu gösterir. Orangutanlar da bu kapasiteye sahiptir, gorillerde ise muhtemeldir.
- Simon
Baron-Cohen'in otistik çocuklar üzerindeki araştırmaları, bu çocukların
genellikle "istemek", "görmek" gibi basit zihin
durumlarıyla ilgili kavramlar geliştirdiğini, ancak inanç, taklit, görünüş
ile gerçeklik arasındaki farklar gibi daha karmaşık kavramlarda
zorlandığını ortaya koymuştur.
- Temple Grandin gibi son derece yetenekli otistik bireyler bile toplumsal ilişkilerde kendilerini "Mars'taki bir antropolog gibi" hissettiklerini ifade etmişlerdir.
- Dünya
genelindeki ana dil grupları incelendiğinde, Hint-Avrupa kökenli dillerin
"bilinç" kelimesini kendi dillerine çevirirken pek zorlanmadığı
görülmüştür.
- Rusçada
"soznanie" kelimesi İngilizcedeki "bilinç"in üç
anlamını da kapsarken, "sovest" kelimesi "vicdan"a
tekabül eder. Rusçada İngilizcedeki "eli ayağına dolaşmak"
anlamını taşıyan bir "özbilinç" karşılığı bulunmamaktadır.
- Macarca gibi farklı dil ailelerinden gelen dillerde de "bilinç" kelimesinin çevirisi mükemmel bir şekilde yapılabilmektedir. Macarcadaki "tudatos" üç anlamdaki "bilinç"in karşılığıyken, "lelkiismeret" kelimesi kelimesine "ruh bilgisi" anlamına gelir ve vicdanı ifade eder.
- Bilinç
ile beyindeki olaylar arasındaki ilişkiyi anlamak için beynin yapısı ve
işleyişi temeldir.
- Sinir
sisteminin hücreleri nöronlar ve onlara komşu glial hücrelerdir.
Nöronların temel görevi sinyal iletimidir.
- Camillo
Golgi ve Ramon y Cajal'ın çalışmaları, nöronların birbirine sıkışık olsa
da ayrı olduğunu ve aralarında "sinaps" adı verilen küçük
boşluklar bulunduğunu göstermiştir.
- Caenorhabditis
elegans gibi basit sinir sistemine sahip organizmalar, nöral bağlantıların
haritalanması ve genetik yapıları sayesinde sinirbiliminde önemli çalışma
modelleridir. C. elegans'ın 302 nöronu ve yaklaşık 8000 bağlantısı vardır.
- Aplysia
californica gibi daha karmaşık sinir sistemine sahip deniz salyangozları
(20.000 nöron), basit öğrenme biçimlerinin sinirsel temellerini anlamak
için Eric Kandel tarafından incelenmiştir.
- Beyindeki
farklı bölgeler, farklı işlevler için özelleşmiştir (örn. V4 alanı renkli
görüşten sorumludur, ancak tek başına yeterli değildir).
- Sinapslar,
nöronlar arasındaki kimyasal madde alışverişi yoluyla sinyal iletimini
sağlayan temas noktalarıdır. Nörotransmitterler (örn. asetilkolin,
glutamat, GABA) bu iletimde kilit rol oynar.
- Asetilkolin,
beyin sapından serebral kortekse salınır ve zihin karışıklığı ile amneziye
neden olabilen ilaçlar asetilkolin faaliyetini engeller. Alzheimer
hastalığının alametifarikalarından biri de asetilkolin kaybıdır.
- Glutamat reseptörleri hücreyi uyarırken, GABA reseptörleri uyarıyı engeller.
- İtalyan
anatomist Galvani, 1791'de elektriğin hem sinirleri hem de kasları
uyarabildiğini göstermiştir. Beyin tarafından salgılanan maddenin
"hayvani ruh" değil, "hayvani elektrik" olduğunu iddia
etmiştir.
- Emil
Du Bois-Reymond, 1848'de bir sinirden geçen elektrik uyarısını kaydederek
sinir sistemiyle ilgili ilkeyi elektrikle tanımlamayı başarmıştır.
- Paul
Broca'nın 1861'de Mösyö Leborgne üzerindeki çalışmaları, konuşma
kabiliyetinin sol alın lobunun dış yüzeyiyle (Broca alanı) ilişkili
olduğunu göstermiştir.
- Gustav
Fritsch ve Eduard Hitzig, 1870'lerde köpek beyinlerine uygulanan zayıf
elektrik akımlarının vücudun karşı tarafındaki kasları kastığını ve motor
korteksin keşfine yol açtığını bulmuşlardır.
- Richard
Caton'ın 1875'teki çalışmaları, hayvan beyinlerinde kendiliğinden oluşan
elektriksel faaliyetleri kaydederek "elektroensefalograf" (EEG)
keşfini mümkün kılmıştır.
- Hans
Berger, 1920'lerde insan kafatasından ilk kez beyin dalgalarını kaydetmiş
ve bu faaliyetlerin "beyinde meydana gelen daimî sinir süreçleriyle
birlikte ortaya çıkan bir fenomen" olduğunu belirtmiştir.
- EEG,
özellikle epilepsi gibi farkındalık bozukluklarının teşhisinde ve
anlaşılmasında önemli bir araçtır. Ayrıca uyku ve uyanıklık durumlarındaki
bilinçle ilgili teorik anlayışımıza katkıda bulunmuştur.
- 1950'lerde
Nathaniel Kleitman'ın öğrencileri, uykunun sabit bir durum olmadığını,
aksine "hızlı göz hareketli" (REM) uyku dönemleriyle rüyalar
arasında bir bağlantı olduğunu keşfetmişlerdir. REM uykusunda alınan EEG,
uyanıklık durumundaki EEG'ye benzer hızlı, düşük voltajlı örüntüler
gösterir.
- Rudolfo
Llinas, uyanık durumdaki deneklerde ve REM uykusunda gama frekansında
hızlı salınımlar kaydetmiştir. Bu salınımların bilinçle ilişkili olduğu
düşünülmektedir.
- "Uyarılmış potansiyeller" tekniği, duyusal uyaranlara verilen beyin tepkilerini ölçer. P300 adı verilen potansiyel, uyaranın kendisinden ziyade önemiyle ilişkilidir ve dikkatle bağlantılıdır.
- I.
Dünya Savaşı'nın sonlarında ortaya çıkan letarjik ensefalit salgını,
Constantin von Economo'nun beyin sapı ve diensefalonun bilinç durumlarını
düzenleyen merkezleri içerdiği fikrine yol açmıştır.
- Frederic
Bremer, beyin sapının duyusal bilgiyi ileterek yarıküreleri harekete
geçirdiğini savunmuştur. Giuseppe Moruzzi ve Horace Magoun, beyin sapında
bir "aktivasyon sistemi" keşfederek bu hipotezi
geliştirmişlerdir. Bu sistem, uyanıklık durumunun kimyasal olarak
düzenlenmesinde noradrenalin, dopamin, asetilkolin ve serotonin gibi
nörotransmitterleri kullanır.
- Uyku
bozuklukları, insomni (uykusuzluk), hipersomni (aşırı uyuma) ve parasomni
(uyurgezerlik gibi anormal davranışlar) olarak üçe ayrılır.
- "Ölümcül
ailevi insomni" gibi nadir görülen hastalıklar, talamustaki hasarlar
ve prion proteinlerinin birikimiyle ilişkilidir. Bu durum, talamusun
bilinç durumlarının denetimindeki önemini vurgular.
- Epileptik
nöbetler, beynin elektriksel faaliyetindeki ani bozulmalardır ve bilinç
kaybına neden olabilirler. John Hughlings-Jackson, epilepsi ve beyin
işlevlerinin lokalizasyonu üzerine önemli çalışmalar yapmıştır.
- Hipoglisemi
(kan şekeri düşüklüğü), aşırı doz insülin salgısı veya genetik hastalıklar
gibi çeşitli nedenlerle bilinç kaybına yol açabilir.
- Afyon
türevi uyuşturucular, beyindeki opioid reseptörleri üzerinden etki ederek
koma ve solunum durmasına neden olabilir. Vücudun kendi ürettiği
endorfinler de bu reseptörleri kullanır.
- Genel anestezi, cerrahi operasyonlar sırasında bilinci kapatmayı amaçlar. Ancak nadiren de olsa, anestezinin etkili olduğu sanılan durumlarda hastaların bilinci yerine gelebilir ve ağrı hissedebilirler. Bu durum, farkındalığı hastanın açık ifadelerine dayanmadan ölçmenin yollarını bulma ihtiyacını doğurmuştur. EEG'deki orta frekans ve düzgün frekans, anestezi derinliğini ölçmede umut vadeden göstergelerdir.
- Görmek,
yaşamımızda özel bir yere sahiptir ve insan beyninin neredeyse yarısı
görmeye ayrılmıştır.
- Işık,
yaşamın kökeninde ve evriminde üç büyük rol oynamıştır: kimyasal
bileşiklerin oluşumu, fotosentez ve görme duyusunun evrimi.
- Darwin,
göz gibi "son derece mükemmel organlar"ın doğal seçilimle
oluşmasını "saçmalığın daniskası" gibi görmüş, ancak basit bir
gözden karmaşık bir göze giden sayısız gelişim aşamasının mümkün olduğunu
savunmuştur.
- Gözün
evrimi, ışığa duyarlı proteinlerin basit hücrelerde şekil değiştirmesiyle
başlamış, zamanla pigment hücreleri ve sinir hücreleri arasındaki
ilişkilerle karmaşıklaşmıştır.
- Modern
genetik araştırmalar, sineklerin gözleriyle memelilerin gözleri arasında
evrimsel bir bağlantı olduğuna işaret eder (Pax-6 geni gibi).
- Retina,
ışığı emen pigmentlere sahip çomak ve koni hücreleri sayesinde dünyanın
bir görüntüsünü beyne iletilen elektrik sinyallerine dönüştürür.
- Çomak
hücreleri loş ışıkta gri tonlu görüş sağlarken, koni hücreleri renkli
ışığı tespit eder. İnsan retinasında farklı dalga boylarına duyarlı üç tür
koni bulunur.
- Görsel
korteks (V1 alanı), görsel mekânın bir haritasını çıkarır. Hubel ve
Wiesel'in Nobel ödüllü çalışmaları, korteks hücrelerinin belirli bir yönde
bulunan hatlara tepki verdiğini ve "hipersütun" adı verilen
görsel analiz birimlerini oluşturduğunu göstermiştir.
- Görsel
bilgi beyinde "ne" (nesne tanıma, ventral yol) ve
"nerede" (mekân ve hareket, dorsal yol) olmak üzere iki ana akım
halinde işlenir. V4 alanı renk algısından, V5 (MT bölgesi) ise hareket
algısından sorumludur.
- Gestalt
psikologları, nesneleri zeminden ayırt etmemize yardımcı olan
"gruplama ilkeleri"ni tanımlamışlardır. Bela Julesz'in rasgele
noktalı stereogramları, görme sisteminin ipucu olmadan üç boyutlu
şekilleri nasıl işleyebildiğini gösterir.
- Renkli
görüş, nesnelerin yansıttığı ışığın görme alanındaki diğer renkli
nesnelerin yansıttığı ışıkla karşılaştırılmasına dayanır.
- Hayal
gücü, görme korteksini aktive edebilir. Roger Shepard'ın deneyleri,
zihinsel imgelerin tıpkı gerçekleri gibi döndürülebildiğini göstermiştir.
- Göz
hareketleri, görmenin önemli bir parçasıdır. Retinaya sabit bir görüntü
çabucak kaybolur, bu da hareketin görme ediminde bir ön kabul olduğunu
gösterir.
- "Ayna
nöronları", hem belirli bir hareketin icrası hem de aynı hareketi
icra eden başka bir maymunun görünüşü tarafından uyarılır. Bu nöronlar
jestlerin tanınmasında rol oynayabilir.
- Dikkat,
görsel algıyı etkiler. Bir yere, renge veya hareket yönüne yöneltilen
dikkat, ilgili beyin bölgelerindeki nöronların faaliyetini artırır.
- Görmek "gibi görmeden" ibarettir; beyin, algılarımızı geçmiş deneyimlerle yorumlar ve beklentilerimizden yararlanarak çevremizi anlamlandırmaya çalışır. Sanat, bu anlamlandırma sürecine yapay anahtarlar sunarak görmeyi eğitebilir.
- Doğuştan
kör olan kişilerin görme yeteneği sonradan kazandığında bile, dokunma
kadar doğal veya etkili olmayabilir.
- Görme
duyusundan mahrum bırakılma, beynin görsel korteksindeki oryantasyon
seçici hücrelerin tercihlerini etkileyebilir.
- Renkli
görme yeteneğinin diğer görsel yeteneklere zarar vermeden kaybolması
(akromatopsi) nadir görülen bir durumdur ve V4 alanının hasarıyla
ilişkilidir.
- Objektif
agnozi, nesneleri tanımlama yeteneği kaybıdır. Oliver Sacks'ın
"Karısını Şapka Sanan Adam" vakası, bu hastalığın çarpıcı bir
örneğidir.
- Prosopagnozi,
yüzleri tanıma yeteneği kaybıdır. Bu durumun, beyindeki amigdala
bölgesinin hasarıyla ilişkili olduğu düşünülmektedir, özellikle de korku
ifadelerinin tanınmasında.
- "Kör
görü" (blindsight), primer görsel korteksi hasar görmüş bazı
hastaların, bilinçli olarak görmedikleri halde görsel uyaranlara tepki
verme yeteneğidir. Bu durum, görsel bilincin oluşumunda V1 dışındaki
kortikal ve subkortikal yapıların rolünü gündeme getirir.
- Görsel halüsinasyonlar, beynin görsel alanlarındaki anormal aktivitelerden kaynaklanabilir.
- Bellek
araştırmaları, epizodik (bilinçli) belleğin ve işlemsel (bilinçdışı)
belleğin farklı nöral mekanizmalara sahip olduğunu göstermiştir.
- Edelman'ın
teorisine göre, bilincin nöral bağıntıları "dinamik öz" adı
verilen, birbiriyle güçlü etkileşim halinde olan beyin bölgelerinden
oluşur.
- Francis
Crick ve Christof Koch, bilincin nöral bağıntılarının, nöral ateşleme arka
planının üzerinde kendini gösteren yaygın bir nöron ağını kapsadığını öne
sürmüştür. Ayrıca, görsel farkındalık için V1'den ziyade daha yüksek görme
alanlarının (V4 gibi) ve alın loblarıyla olan bağlantıların önemli
olduğunu belirtmişlerdir.
- Milner'ın
araştırmaları, görme işleminin "dorsal" akımının bilinçdışı
davranış denetimiyle, "ventral" akımın ise bilinçli görme
dünyamızdan sorumlu olduğunu öne sürer.
- Larry
Weiskrantz, Jeffrey Gray ve Antonio Damasio gibi araştırmacılar, salt
duyumun bilinç için yeterli olmadığını, duyusal verilerin geçmiş
deneyimler ve beklentilerle karşılaştırıldığı ikincil işleme süreçlerinin
gerekli olduğunu savunur.
- Gray'e
göre bilinç, talamusun limbik bölgeleriyle bazal ganglionlarda meydana
gelen ve bilinçsiz duyumun beklentilerle karşılaştırıldığı "ikinci
geçiş"in sonucudur.
- Damasio,
bilincin ancak beynin duyusal verilerin organizma üzerindeki etkilerini
temsil ettiği "ikincil haritalama" süreci sayesinde ortaya
çıktığını belirtir.
- Yavaş
dalga uykusu ve büyük epilepsi nöbetleri gibi bilinçsiz durumlar, beynin
genelindeki nöronların eşzamanlı ve toplu faaliyetleriyle ilişkilidir. Bu
durum, bilincin karmaşık, senkronize olmayan nöral aktivite gerektirdiğini
düşündürür.
- Roy John ve Rudolfo Llinas gibi bazı nörofizyologlar, bilincin "elektronik bir alan" veya "alan teorisi" şeklinde anlaşılabileceğini savunurlar. John Searle de bu yaklaşıma destek vererek "bazal bilincin" varlığını farkındalık biliminin temel zorluğu olarak görür.
- Zeman,
bilimsel bilginin daima geçici olduğunu ve sürekli gözden geçirme
sürecinde olduğunu vurgular: "Öğrendiğiniz şeylerin yarısı yanlış ve
o yarının hangisi olduğunu bilmiyoruz." (Sir William Osler'dan
alıntı).
- Bilinçle
ilgili felsefi tartışmalar genellikle "düşünce deneyleri" veya
"sezgi pompaları" etrafında döner.
- İkicilik: Descartes, zihni ve bedeni ayrı
tözler olarak görmüş (madde ikiciliği). Zihinsel ve fiziksel dünyaların
epifiz bezinde etkileştiğini iddia etmiştir.
- Chalmers,
deneyim özelliklerinin indirgenemez olduğunu savunarak "doğalcı
özellik ikiciliği" teorisini ortaya atmıştır. Ona göre, fiziksel
olaylarla zihinsel olaylar arasında bir "açıklama boşluğu"
vardır ve bilinç, fiziksel özelliklerle yasalara dayalı bir ilişki içinde
olan zihinsel özelliklere sahiptir, ancak fiziksel neden-sonuç zincirini
etkilemez.
- McGinn,
bilincin o kadar özel olduğunu kabul eder ki açıklanamayacağından şüphe
duyar ("kötümser doğalcılık").
- Searle,
zihin-beden sorununun basit bir çözümü olduğuna inanır ("iyimser
doğalcılık"). Ona göre deneyimler "içsel olarak öznel"dir
ancak bilimsel anlamda gizemli değildir. Bilinç, beynin mikroskopik
özelliklerinden ortaya çıkan "beliren" bir özelliktir. Ancak
Searle'ın açıklaması, akışkanlık gibi özelliklerin tam olarak
açıklanabilmesinin aksine, bilincin mikroskopik niteliklerle tam olarak
açıklanamaması sorununu çözemez.
- Fizikalizm: Zihnin maddeyle aynı şekilde
açıklanabileceği görüşüdür. İkiciliğin zihin ile maddenin etkileşimini
açıklamadaki zorluklarından kaynaklanır.
- Davranışçılık: Zihni, gözlemlenebilir
davranışlara indirger. John B. Watson ve B. F. Skinner bu akımın
temsilcileridir.
- Zihin-Beyin
Özdeşliği Teorisi:
Zihinsel durumların beyin durumlarıyla aynı olduğu, örneğin
"acı"nın "C liflerinin ateşlenmesi" olduğu görüşüdür.
- İşlevselcilik: Zihin durumlarının özünün, hizmet ettikleri işlevlerde yattığı görüşüdür. Bilinci, bir beynin paralel mimarisine yerleştirilmiş sanal bir makinenin işleyişi olarak görür. Yapay zekâ çalışmalarıyla yakından ilişkilidir. Daniel Dennett, insan bilincinin, beynin "girdi-çıktı" işlevinden kaynaklandığını ve bunun yapay olarak da gerçekleştirilebileceğini savunur.
- Büyük
Patlama'nın 10-15 milyar yıl önce gerçekleştiği düşünülmektedir. İlk yaşam
formları (ilkel bakteriler) yaklaşık 3,5 milyar yıl önce ortaya çıkmıştır.
- Ökaryot
hücreler (karmaşık iç yapıya sahip hücreler) yaklaşık 1,4 milyar yıl önce
prokaryotlarla (bakteriler) bir arada yaşamaya başlamıştır. Mitokondri
gibi organellerin bağımsız organizmalardan türediği düşünülmektedir.
- Amfibilerden
sürüngenlere (300 milyon yıl önce) ve oradan sıcakkanlı kuşlarla
memelilere (150 milyon yıl önce) evrimleşen omurgalılar, beyin büyüklüğü
ve gücünde artış göstermiştir.
- İlk
primatlar (lemurlar, kuyruklu ve kuyruksuz maymunların ataları) 60 milyon
yıl önce, ilk hominidler (kuyruksuz maymunlarla insanın ortak atası) ise 5
milyon yıl önce evrimleşmiştir.
- "Lucy"
olarak bilinen Australopithecus afarensis (yaklaşık 3 milyon yıl önce),
dik yürüme alışkanlığına sahip ilk hominidlerdendir ve beyin ağırlığı
şempanzeye göre insana daha yakındır.
- Homo
habilis (2,4 milyon yıl önce), taş aletleri şekillendirme yeteneğine uygun
olarak daha büyük bir beyne sahipti.
- Homo
erectus (1,8 milyon yıl önce) daha karmaşık aletler ve giderek artan bir
beyin kapasitesiyle karakterizedir. Gırtlak yapısındaki değişimler
sayesinde insan sesine benzer sesler çıkarmaya başlamıştır.
- Neandertal
adamı (200.000 ila 35.000 yıl önce), Homo erectus'un torunlarıydı ve
bizimki kadar büyük beyinleri ve kültürel kazanımları vardı.
- İnsan
beyninin evrimi, dünyanın simgesel tasvirini ve karmaşık toplumsal
etkileşimleri mümkün kılmıştır.
- Sorun çözme genellikle bilinçli hazırlık ile bilinçdışı "işlem" arasındaki dengeyi kapsar. Kekule'nin benzen halkası yapısını ve Otto Loewi'nin nörotransmisyonun kimyasal temelini rüyalarında keşfetmesi, bilinçdışı süreçlerin önemini gösterir.
- Zeman,
"pirelerin, çekirgelerin, yengeçlerin veya sümüklüböceklerin bilinçli
olup olmadığı konusunda hiçbir fikrim yok... Şimdilik bilincin evrim
ölçeğinde ne kadar aşağılara uzandığını bilmiyoruz." diyerek bilincin
evrimsel sınırlarının belirsizliğine dikkat çeker.
- Hayvanların
bilinçli olup olmadığı, onlara verdiğimiz değeri ve hayvan hakları
tartışmalarını etkileyen bir sorudur.
- Harry
Jerison'a göre "biyolojik zekâ", bir türü temsil eden yetişkin
bireylerdeki rutin vücut işlevlerini denetleme kabiliyetine uyarlanmış
toplam nöral bilgi-işlem kabiliyetinin davranışsal sonucudur. Zekâ, yeni
duyum kiplikleri, algısal ayrımları keskinleştirme, belleği genişletme ve
geleceğe yönelik planlar yapma gibi birçok yolla artırılabilir.
- Jerison'a göre basit sinir sistemleri "makine dili"ni (nöral ateşleme ve sinaptik kimya) kullanır. Daha karmaşık sistemler (omurgalı beyinleri gibi), çevreyi farklı, bilinçli bir şifre halinde temsil ederek bir nesne dünyası, zaman ve mekân inşa eder. İnsan beyni ise "temsilleri temsil ederek" daha ileri gider.
- Zeman,
bilincin varoluşunun insan özgürlüğü üzerindeki etkilerine değinir.
"Her şeyi anladığımızda, her şeyi affederiz." sözü, kader ve
özgür irade tartışmalarıyla ilişkilidir.
- Beyindeki kontrol sistemini bir robotun beyniyle karşılaştırarak, "bilinçli" bilginin, sistem içinde otomatik modüller arasında geniş çapta yayınlanan veriye karşılık gelebileceğini ve bu bilginin geniş bir tepkisel davranış alanını denetlemeye hazır olduğunu öne sürer.
- Bilinç,
yaşamın merkezinde yer alan karmaşık bir fenomendir ve hem biyolojik hem
de felsefi açıdan derinlemesine incelenmesi gerekmektedir.
- Beyin,
nöronlar, sinapslar ve nörotransmitterler aracılığıyla işleyen karmaşık
bir elektrik ve kimya ağıdır. Bu ağın düzenli işleyişi bilincin temelini
oluşturur.
- EEG ve
modern görüntüleme teknikleri, beynin elektriksel faaliyetini ve bilinç
durumlarıyla ilişkisini anlamamızda kritik rol oynamıştır.
- Letarjik
ensefalit, epilepsi, insomni ve agnozi gibi bilinç bozuklukları, bilincin
nöral temelleri hakkında önemli ipuçları sunar.
- Görmenin
evrimi ve beynimizdeki görsel işleme yolları, dünyanın nasıl algılandığı
ve yorumlandığına dair detaylı bir çerçeve sağlar.
- Hayvanlarda
özbilinç ve dilin evrimi, insan bilincinin benzersizliğini ve diğer
türlerle olan bağlantısını anlamak için önemli bir bağlam sunar.
- Bilinçle
ilgili teoriler, ikicilikten fizikalizme kadar geniş bir yelpazeyi kapsar
ve bu konunun hala çözülmemiş büyük bir gizem olduğunu göstermektedir.
- Yapay zekâ
ve öğrenen makineler, insan bilincini anlamak ve potansiyel olarak yeniden
yaratmak için yeni yollar açmaktadır.
Yazarın
Vurgusu: Yazar,
kitabının eklektik olduğunu ve bilincin karmaşık doğasını tüm yönleriyle ele
almayı amaçladığını belirtir. Bilimin geçici ve sürekli gözden geçirilmesi
gereken bir süreç olduğunu vurgular.
MAR Notu: İnsanların bilinçleri, toplumsal ilişkiler tarafından koşullanır/belirlenir. İnsanların bilincinin, belirivermiş (emergent) olması, sinir sisteminin nöro-fizyolojik mekanizmaları zemininde, toplumsal ilişkiler katmanının belirleniminde işliyor olmasını anlatır. İnsanların zihinsel süreçleri, tamamıyla sinir sistemlerindeki nörofizyolojik süreçler tarafından oluşturulursa da inançların/düşüncelerin belirmesi (emergence) çevreyle etkileşimlerin, toplumsal ilişkilerin ürünüdür. Kanımızca, insanların bilincinin belirlenimi ve belirmesi, bu şekilde anlaşılmalıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.