Marksist Araştırmalar [MAR] | Komünizm: Tarihin Çözülen Bilmecesi

6 Eylül 2025 Cumartesi

Adam Zeman-Bilinç Kullanım Kılavuzu: Özet

Yazar: Adam Zeman, Britanyalı nörolog ve yazar. Edinburgh Üniversitesi'nde klinik sinirbilimleri dersleri vermekte ve Western General Hastanesi'nde danışman nörolog olarak çalışmaktadır. Bilinç üzerine yaptığı çalışmalarla tanınmıştır.


Ana Temalar ve Önemli Fikirler:
Bilinç ve Önemi:
  • Bilinç, olayları aktarabilme yeteneğiyle ilişkilidir ve insan yaşamına verilen değerde temel öneme sahiptir.
  • Sokrates'in "incelenmemiş hayat yaşamaya değmez" sözü tartışılabilir olsa da, Zeman çoğu insanın bilinçsiz bir hayatın yaşanmaya değmez olduğu konusunda hemfikir olduğunu belirtir.
  • Diğer canlıların yaşamlarına verilen değer de onların bilinçli olup olmamalarıyla doğrudan ilişkilidir. Bu durum, hayvan hakları ve yapay zekâ tartışmalarının merkezini oluşturur.
  • Gelecekte uzaylı yaşam formlarıyla karşılaşıldığında, onların bilinçli olup olmadığı sorusunun hemen gündeme geleceği öngörülür.
Bilinç, Özbilinç ve Vicdanın Etimolojik ve Kavramsal Gelişimi:
  • "Bilinç", "özbilinç" ve "vicdan" kelimeleri yakın akrabadır ve yüzyıllar içinde anlam kaymalarına uğrayarak iç içe geçmiştir.
  • İngilizcedeki "conscience" (vicdan) kelimesi, "consciousness" (bilinç) kelimesinin atasıdır. Latince "conscio" kelimesi hem başkalarıyla hem de kendisiyle bilgi paylaşma anlamına gelmektedir.
  • John Locke 17. yüzyılda ruhun "kendi algılamalarının bilincinde olması gerektiği"ni yazarken, "conscious" kelimesindeki paylaşım anlamının canlı olduğunu belirtir.
  • "Özbilinç" (self-consciousness) 17. yüzyılda ortaya çıkmış ve kişinin kendi kimliğinin, eylemlerinin ve düşüncelerinin bilincinde olması anlamında kullanılmıştır. 19. yüzyılda ise başkalarının gözlem nesnesi olduğunu zannedecek kadar benmerkezci olma anlamını kazanmıştır.
  • William James'in tanımına göre, bilinç "algı deneyiminin halihazırdaki içeriği"dir. Bu anlamdaki bilinç kısa süreler için sabit olsa da zaman içinde değişir, sınırlı bir kapasitesi vardır ve seçicidir.
Ayna Testi ve Hayvanlarda Özbilinç:
  • Gordon Gallup'un 1970'teki çalışmaları, şempanzelerin aynadaki yansımalarını kendi görüntüleri olarak tanıdığını göstermiştir. Bu, onların belirli bir "kendilik" kavramına sahip olduklarına işaret eder.
  • Beyinleri şempanzelerinkinden küçük olan kuyruksuz maymunlar ise binlerce saat ayna önünde olmalarına rağmen kendi yansımalarını öğrenememişlerdir.
  • Bu durum, şempanzelerin kuyruksuz maymunlardan farklı olarak gerçeklik kavrayışlarına "kendi" (bedenini) dahil edecek kadar geniş bir zihin dünyasına sahip olduğunu gösterir. Orangutanlar da bu kapasiteye sahiptir, gorillerde ise muhtemeldir.
Otizm ve Zihin Teorisi:
  • Simon Baron-Cohen'in otistik çocuklar üzerindeki araştırmaları, bu çocukların genellikle "istemek", "görmek" gibi basit zihin durumlarıyla ilgili kavramlar geliştirdiğini, ancak inanç, taklit, görünüş ile gerçeklik arasındaki farklar gibi daha karmaşık kavramlarda zorlandığını ortaya koymuştur.
  • Temple Grandin gibi son derece yetenekli otistik bireyler bile toplumsal ilişkilerde kendilerini "Mars'taki bir antropolog gibi" hissettiklerini ifade etmişlerdir.
Dil ve Bilinç Kavramları Arasındaki İlişki:
  • Dünya genelindeki ana dil grupları incelendiğinde, Hint-Avrupa kökenli dillerin "bilinç" kelimesini kendi dillerine çevirirken pek zorlanmadığı görülmüştür.
  • Rusçada "soznanie" kelimesi İngilizcedeki "bilinç"in üç anlamını da kapsarken, "sovest" kelimesi "vicdan"a tekabül eder. Rusçada İngilizcedeki "eli ayağına dolaşmak" anlamını taşıyan bir "özbilinç" karşılığı bulunmamaktadır.
  • Macarca gibi farklı dil ailelerinden gelen dillerde de "bilinç" kelimesinin çevirisi mükemmel bir şekilde yapılabilmektedir. Macarcadaki "tudatos" üç anlamdaki "bilinç"in karşılığıyken, "lelkiismeret" kelimesi kelimesine "ruh bilgisi" anlamına gelir ve vicdanı ifade eder.
Beynin Temel Yapısı ve İşleyişi:
  • Bilinç ile beyindeki olaylar arasındaki ilişkiyi anlamak için beynin yapısı ve işleyişi temeldir.
  • Sinir sisteminin hücreleri nöronlar ve onlara komşu glial hücrelerdir. Nöronların temel görevi sinyal iletimidir.
  • Camillo Golgi ve Ramon y Cajal'ın çalışmaları, nöronların birbirine sıkışık olsa da ayrı olduğunu ve aralarında "sinaps" adı verilen küçük boşluklar bulunduğunu göstermiştir.
  • Caenorhabditis elegans gibi basit sinir sistemine sahip organizmalar, nöral bağlantıların haritalanması ve genetik yapıları sayesinde sinirbiliminde önemli çalışma modelleridir. C. elegans'ın 302 nöronu ve yaklaşık 8000 bağlantısı vardır.
  • Aplysia californica gibi daha karmaşık sinir sistemine sahip deniz salyangozları (20.000 nöron), basit öğrenme biçimlerinin sinirsel temellerini anlamak için Eric Kandel tarafından incelenmiştir.
  • Beyindeki farklı bölgeler, farklı işlevler için özelleşmiştir (örn. V4 alanı renkli görüşten sorumludur, ancak tek başına yeterli değildir).
  • Sinapslar, nöronlar arasındaki kimyasal madde alışverişi yoluyla sinyal iletimini sağlayan temas noktalarıdır. Nörotransmitterler (örn. asetilkolin, glutamat, GABA) bu iletimde kilit rol oynar.
  • Asetilkolin, beyin sapından serebral kortekse salınır ve zihin karışıklığı ile amneziye neden olabilen ilaçlar asetilkolin faaliyetini engeller. Alzheimer hastalığının alametifarikalarından biri de asetilkolin kaybıdır.
  • Glutamat reseptörleri hücreyi uyarırken, GABA reseptörleri uyarıyı engeller.
Beynin Elektriksel Aktivitesi ve Bilinç Durumları (EEG):
  • İtalyan anatomist Galvani, 1791'de elektriğin hem sinirleri hem de kasları uyarabildiğini göstermiştir. Beyin tarafından salgılanan maddenin "hayvani ruh" değil, "hayvani elektrik" olduğunu iddia etmiştir.
  • Emil Du Bois-Reymond, 1848'de bir sinirden geçen elektrik uyarısını kaydederek sinir sistemiyle ilgili ilkeyi elektrikle tanımlamayı başarmıştır.
  • Paul Broca'nın 1861'de Mösyö Leborgne üzerindeki çalışmaları, konuşma kabiliyetinin sol alın lobunun dış yüzeyiyle (Broca alanı) ilişkili olduğunu göstermiştir.
  • Gustav Fritsch ve Eduard Hitzig, 1870'lerde köpek beyinlerine uygulanan zayıf elektrik akımlarının vücudun karşı tarafındaki kasları kastığını ve motor korteksin keşfine yol açtığını bulmuşlardır.
  • Richard Caton'ın 1875'teki çalışmaları, hayvan beyinlerinde kendiliğinden oluşan elektriksel faaliyetleri kaydederek "elektroensefalograf" (EEG) keşfini mümkün kılmıştır.
  • Hans Berger, 1920'lerde insan kafatasından ilk kez beyin dalgalarını kaydetmiş ve bu faaliyetlerin "beyinde meydana gelen daimî sinir süreçleriyle birlikte ortaya çıkan bir fenomen" olduğunu belirtmiştir.
  • EEG, özellikle epilepsi gibi farkındalık bozukluklarının teşhisinde ve anlaşılmasında önemli bir araçtır. Ayrıca uyku ve uyanıklık durumlarındaki bilinçle ilgili teorik anlayışımıza katkıda bulunmuştur.
  • 1950'lerde Nathaniel Kleitman'ın öğrencileri, uykunun sabit bir durum olmadığını, aksine "hızlı göz hareketli" (REM) uyku dönemleriyle rüyalar arasında bir bağlantı olduğunu keşfetmişlerdir. REM uykusunda alınan EEG, uyanıklık durumundaki EEG'ye benzer hızlı, düşük voltajlı örüntüler gösterir.
  • Rudolfo Llinas, uyanık durumdaki deneklerde ve REM uykusunda gama frekansında hızlı salınımlar kaydetmiştir. Bu salınımların bilinçle ilişkili olduğu düşünülmektedir.
  • "Uyarılmış potansiyeller" tekniği, duyusal uyaranlara verilen beyin tepkilerini ölçer. P300 adı verilen potansiyel, uyaranın kendisinden ziyade önemiyle ilişkilidir ve dikkatle bağlantılıdır.
Bilinç Bozuklukları ve Patolojileri:
  • I. Dünya Savaşı'nın sonlarında ortaya çıkan letarjik ensefalit salgını, Constantin von Economo'nun beyin sapı ve diensefalonun bilinç durumlarını düzenleyen merkezleri içerdiği fikrine yol açmıştır.
  • Frederic Bremer, beyin sapının duyusal bilgiyi ileterek yarıküreleri harekete geçirdiğini savunmuştur. Giuseppe Moruzzi ve Horace Magoun, beyin sapında bir "aktivasyon sistemi" keşfederek bu hipotezi geliştirmişlerdir. Bu sistem, uyanıklık durumunun kimyasal olarak düzenlenmesinde noradrenalin, dopamin, asetilkolin ve serotonin gibi nörotransmitterleri kullanır.
  • Uyku bozuklukları, insomni (uykusuzluk), hipersomni (aşırı uyuma) ve parasomni (uyurgezerlik gibi anormal davranışlar) olarak üçe ayrılır.
  • "Ölümcül ailevi insomni" gibi nadir görülen hastalıklar, talamustaki hasarlar ve prion proteinlerinin birikimiyle ilişkilidir. Bu durum, talamusun bilinç durumlarının denetimindeki önemini vurgular.
  • Epileptik nöbetler, beynin elektriksel faaliyetindeki ani bozulmalardır ve bilinç kaybına neden olabilirler. John Hughlings-Jackson, epilepsi ve beyin işlevlerinin lokalizasyonu üzerine önemli çalışmalar yapmıştır.
  • Hipoglisemi (kan şekeri düşüklüğü), aşırı doz insülin salgısı veya genetik hastalıklar gibi çeşitli nedenlerle bilinç kaybına yol açabilir.
  • Afyon türevi uyuşturucular, beyindeki opioid reseptörleri üzerinden etki ederek koma ve solunum durmasına neden olabilir. Vücudun kendi ürettiği endorfinler de bu reseptörleri kullanır.
  • Genel anestezi, cerrahi operasyonlar sırasında bilinci kapatmayı amaçlar. Ancak nadiren de olsa, anestezinin etkili olduğu sanılan durumlarda hastaların bilinci yerine gelebilir ve ağrı hissedebilirler. Bu durum, farkındalığı hastanın açık ifadelerine dayanmadan ölçmenin yollarını bulma ihtiyacını doğurmuştur. EEG'deki orta frekans ve düzgün frekans, anestezi derinliğini ölçmede umut vadeden göstergelerdir.
Görmenin Evrimi ve Yapısal Temeli:
  • Görmek, yaşamımızda özel bir yere sahiptir ve insan beyninin neredeyse yarısı görmeye ayrılmıştır.
  • Işık, yaşamın kökeninde ve evriminde üç büyük rol oynamıştır: kimyasal bileşiklerin oluşumu, fotosentez ve görme duyusunun evrimi.
  • Darwin, göz gibi "son derece mükemmel organlar"ın doğal seçilimle oluşmasını "saçmalığın daniskası" gibi görmüş, ancak basit bir gözden karmaşık bir göze giden sayısız gelişim aşamasının mümkün olduğunu savunmuştur.
  • Gözün evrimi, ışığa duyarlı proteinlerin basit hücrelerde şekil değiştirmesiyle başlamış, zamanla pigment hücreleri ve sinir hücreleri arasındaki ilişkilerle karmaşıklaşmıştır.
  • Modern genetik araştırmalar, sineklerin gözleriyle memelilerin gözleri arasında evrimsel bir bağlantı olduğuna işaret eder (Pax-6 geni gibi).
  • Retina, ışığı emen pigmentlere sahip çomak ve koni hücreleri sayesinde dünyanın bir görüntüsünü beyne iletilen elektrik sinyallerine dönüştürür.
  • Çomak hücreleri loş ışıkta gri tonlu görüş sağlarken, koni hücreleri renkli ışığı tespit eder. İnsan retinasında farklı dalga boylarına duyarlı üç tür koni bulunur.
  • Görsel korteks (V1 alanı), görsel mekânın bir haritasını çıkarır. Hubel ve Wiesel'in Nobel ödüllü çalışmaları, korteks hücrelerinin belirli bir yönde bulunan hatlara tepki verdiğini ve "hipersütun" adı verilen görsel analiz birimlerini oluşturduğunu göstermiştir.
  • Görsel bilgi beyinde "ne" (nesne tanıma, ventral yol) ve "nerede" (mekân ve hareket, dorsal yol) olmak üzere iki ana akım halinde işlenir. V4 alanı renk algısından, V5 (MT bölgesi) ise hareket algısından sorumludur.
  • Gestalt psikologları, nesneleri zeminden ayırt etmemize yardımcı olan "gruplama ilkeleri"ni tanımlamışlardır. Bela Julesz'in rasgele noktalı stereogramları, görme sisteminin ipucu olmadan üç boyutlu şekilleri nasıl işleyebildiğini gösterir.
  • Renkli görüş, nesnelerin yansıttığı ışığın görme alanındaki diğer renkli nesnelerin yansıttığı ışıkla karşılaştırılmasına dayanır.
  • Hayal gücü, görme korteksini aktive edebilir. Roger Shepard'ın deneyleri, zihinsel imgelerin tıpkı gerçekleri gibi döndürülebildiğini göstermiştir.
  • Göz hareketleri, görmenin önemli bir parçasıdır. Retinaya sabit bir görüntü çabucak kaybolur, bu da hareketin görme ediminde bir ön kabul olduğunu gösterir.
  • "Ayna nöronları", hem belirli bir hareketin icrası hem de aynı hareketi icra eden başka bir maymunun görünüşü tarafından uyarılır. Bu nöronlar jestlerin tanınmasında rol oynayabilir.
  • Dikkat, görsel algıyı etkiler. Bir yere, renge veya hareket yönüne yöneltilen dikkat, ilgili beyin bölgelerindeki nöronların faaliyetini artırır.
  • Görmek "gibi görmeden" ibarettir; beyin, algılarımızı geçmiş deneyimlerle yorumlar ve beklentilerimizden yararlanarak çevremizi anlamlandırmaya çalışır. Sanat, bu anlamlandırma sürecine yapay anahtarlar sunarak görmeyi eğitebilir.
Körlük, Kör görü ve Algısal Agnozi:
  • Doğuştan kör olan kişilerin görme yeteneği sonradan kazandığında bile, dokunma kadar doğal veya etkili olmayabilir.
  • Görme duyusundan mahrum bırakılma, beynin görsel korteksindeki oryantasyon seçici hücrelerin tercihlerini etkileyebilir.
  • Renkli görme yeteneğinin diğer görsel yeteneklere zarar vermeden kaybolması (akromatopsi) nadir görülen bir durumdur ve V4 alanının hasarıyla ilişkilidir.
  • Objektif agnozi, nesneleri tanımlama yeteneği kaybıdır. Oliver Sacks'ın "Karısını Şapka Sanan Adam" vakası, bu hastalığın çarpıcı bir örneğidir.
  • Prosopagnozi, yüzleri tanıma yeteneği kaybıdır. Bu durumun, beyindeki amigdala bölgesinin hasarıyla ilişkili olduğu düşünülmektedir, özellikle de korku ifadelerinin tanınmasında.
  • "Kör görü" (blindsight), primer görsel korteksi hasar görmüş bazı hastaların, bilinçli olarak görmedikleri halde görsel uyaranlara tepki verme yeteneğidir. Bu durum, görsel bilincin oluşumunda V1 dışındaki kortikal ve subkortikal yapıların rolünü gündeme getirir.
  • Görsel halüsinasyonlar, beynin görsel alanlarındaki anormal aktivitelerden kaynaklanabilir.
Bilinçle İlgili Bilimsel Teoriler:
  • Bellek araştırmaları, epizodik (bilinçli) belleğin ve işlemsel (bilinçdışı) belleğin farklı nöral mekanizmalara sahip olduğunu göstermiştir.
  • Edelman'ın teorisine göre, bilincin nöral bağıntıları "dinamik öz" adı verilen, birbiriyle güçlü etkileşim halinde olan beyin bölgelerinden oluşur.
  • Francis Crick ve Christof Koch, bilincin nöral bağıntılarının, nöral ateşleme arka planının üzerinde kendini gösteren yaygın bir nöron ağını kapsadığını öne sürmüştür. Ayrıca, görsel farkındalık için V1'den ziyade daha yüksek görme alanlarının (V4 gibi) ve alın loblarıyla olan bağlantıların önemli olduğunu belirtmişlerdir.
  • Milner'ın araştırmaları, görme işleminin "dorsal" akımının bilinçdışı davranış denetimiyle, "ventral" akımın ise bilinçli görme dünyamızdan sorumlu olduğunu öne sürer.
  • Larry Weiskrantz, Jeffrey Gray ve Antonio Damasio gibi araştırmacılar, salt duyumun bilinç için yeterli olmadığını, duyusal verilerin geçmiş deneyimler ve beklentilerle karşılaştırıldığı ikincil işleme süreçlerinin gerekli olduğunu savunur.
  • Gray'e göre bilinç, talamusun limbik bölgeleriyle bazal ganglionlarda meydana gelen ve bilinçsiz duyumun beklentilerle karşılaştırıldığı "ikinci geçiş"in sonucudur.
  • Damasio, bilincin ancak beynin duyusal verilerin organizma üzerindeki etkilerini temsil ettiği "ikincil haritalama" süreci sayesinde ortaya çıktığını belirtir.
  • Yavaş dalga uykusu ve büyük epilepsi nöbetleri gibi bilinçsiz durumlar, beynin genelindeki nöronların eşzamanlı ve toplu faaliyetleriyle ilişkilidir. Bu durum, bilincin karmaşık, senkronize olmayan nöral aktivite gerektirdiğini düşündürür.
  • Roy John ve Rudolfo Llinas gibi bazı nörofizyologlar, bilincin "elektronik bir alan" veya "alan teorisi" şeklinde anlaşılabileceğini savunurlar. John Searle de bu yaklaşıma destek vererek "bazal bilincin" varlığını farkındalık biliminin temel zorluğu olarak görür.
Bilinçle İlgili Felsefi Tartışmalar (Zihin-Beden Sorunu):
  • Zeman, bilimsel bilginin daima geçici olduğunu ve sürekli gözden geçirme sürecinde olduğunu vurgular: "Öğrendiğiniz şeylerin yarısı yanlış ve o yarının hangisi olduğunu bilmiyoruz." (Sir William Osler'dan alıntı).
  • Bilinçle ilgili felsefi tartışmalar genellikle "düşünce deneyleri" veya "sezgi pompaları" etrafında döner.
  • İkicilik: Descartes, zihni ve bedeni ayrı tözler olarak görmüş (madde ikiciliği). Zihinsel ve fiziksel dünyaların epifiz bezinde etkileştiğini iddia etmiştir.
  • Chalmers, deneyim özelliklerinin indirgenemez olduğunu savunarak "doğalcı özellik ikiciliği" teorisini ortaya atmıştır. Ona göre, fiziksel olaylarla zihinsel olaylar arasında bir "açıklama boşluğu" vardır ve bilinç, fiziksel özelliklerle yasalara dayalı bir ilişki içinde olan zihinsel özelliklere sahiptir, ancak fiziksel neden-sonuç zincirini etkilemez.
  • McGinn, bilincin o kadar özel olduğunu kabul eder ki açıklanamayacağından şüphe duyar ("kötümser doğalcılık").
  • Searle, zihin-beden sorununun basit bir çözümü olduğuna inanır ("iyimser doğalcılık"). Ona göre deneyimler "içsel olarak öznel"dir ancak bilimsel anlamda gizemli değildir. Bilinç, beynin mikroskopik özelliklerinden ortaya çıkan "beliren" bir özelliktir. Ancak Searle'ın açıklaması, akışkanlık gibi özelliklerin tam olarak açıklanabilmesinin aksine, bilincin mikroskopik niteliklerle tam olarak açıklanamaması sorununu çözemez.
  • Fizikalizm: Zihnin maddeyle aynı şekilde açıklanabileceği görüşüdür. İkiciliğin zihin ile maddenin etkileşimini açıklamadaki zorluklarından kaynaklanır.
  • Davranışçılık: Zihni, gözlemlenebilir davranışlara indirger. John B. Watson ve B. F. Skinner bu akımın temsilcileridir.
  • Zihin-Beyin Özdeşliği Teorisi: Zihinsel durumların beyin durumlarıyla aynı olduğu, örneğin "acı"nın "C liflerinin ateşlenmesi" olduğu görüşüdür.
  • İşlevselcilik: Zihin durumlarının özünün, hizmet ettikleri işlevlerde yattığı görüşüdür. Bilinci, bir beynin paralel mimarisine yerleştirilmiş sanal bir makinenin işleyişi olarak görür. Yapay zekâ çalışmalarıyla yakından ilişkilidir. Daniel Dennett, insan bilincinin, beynin "girdi-çıktı" işlevinden kaynaklandığını ve bunun yapay olarak da gerçekleştirilebileceğini savunur.
İnsan Evrimi ve Bilişsel Gelişim:
  • Büyük Patlama'nın 10-15 milyar yıl önce gerçekleştiği düşünülmektedir. İlk yaşam formları (ilkel bakteriler) yaklaşık 3,5 milyar yıl önce ortaya çıkmıştır.
  • Ökaryot hücreler (karmaşık iç yapıya sahip hücreler) yaklaşık 1,4 milyar yıl önce prokaryotlarla (bakteriler) bir arada yaşamaya başlamıştır. Mitokondri gibi organellerin bağımsız organizmalardan türediği düşünülmektedir.
  • Amfibilerden sürüngenlere (300 milyon yıl önce) ve oradan sıcakkanlı kuşlarla memelilere (150 milyon yıl önce) evrimleşen omurgalılar, beyin büyüklüğü ve gücünde artış göstermiştir.
  • İlk primatlar (lemurlar, kuyruklu ve kuyruksuz maymunların ataları) 60 milyon yıl önce, ilk hominidler (kuyruksuz maymunlarla insanın ortak atası) ise 5 milyon yıl önce evrimleşmiştir.
  • "Lucy" olarak bilinen Australopithecus afarensis (yaklaşık 3 milyon yıl önce), dik yürüme alışkanlığına sahip ilk hominidlerdendir ve beyin ağırlığı şempanzeye göre insana daha yakındır.
  • Homo habilis (2,4 milyon yıl önce), taş aletleri şekillendirme yeteneğine uygun olarak daha büyük bir beyne sahipti.
  • Homo erectus (1,8 milyon yıl önce) daha karmaşık aletler ve giderek artan bir beyin kapasitesiyle karakterizedir. Gırtlak yapısındaki değişimler sayesinde insan sesine benzer sesler çıkarmaya başlamıştır.
  • Neandertal adamı (200.000 ila 35.000 yıl önce), Homo erectus'un torunlarıydı ve bizimki kadar büyük beyinleri ve kültürel kazanımları vardı.
  • İnsan beyninin evrimi, dünyanın simgesel tasvirini ve karmaşık toplumsal etkileşimleri mümkün kılmıştır.
  • Sorun çözme genellikle bilinçli hazırlık ile bilinçdışı "işlem" arasındaki dengeyi kapsar. Kekule'nin benzen halkası yapısını ve Otto Loewi'nin nörotransmisyonun kimyasal temelini rüyalarında keşfetmesi, bilinçdışı süreçlerin önemini gösterir.
Bilinç ve Hayvanlar:
  • Zeman, "pirelerin, çekirgelerin, yengeçlerin veya sümüklüböceklerin bilinçli olup olmadığı konusunda hiçbir fikrim yok... Şimdilik bilincin evrim ölçeğinde ne kadar aşağılara uzandığını bilmiyoruz." diyerek bilincin evrimsel sınırlarının belirsizliğine dikkat çeker.
  • Hayvanların bilinçli olup olmadığı, onlara verdiğimiz değeri ve hayvan hakları tartışmalarını etkileyen bir sorudur.
  • Harry Jerison'a göre "biyolojik zekâ", bir türü temsil eden yetişkin bireylerdeki rutin vücut işlevlerini denetleme kabiliyetine uyarlanmış toplam nöral bilgi-işlem kabiliyetinin davranışsal sonucudur. Zekâ, yeni duyum kiplikleri, algısal ayrımları keskinleştirme, belleği genişletme ve geleceğe yönelik planlar yapma gibi birçok yolla artırılabilir.
  • Jerison'a göre basit sinir sistemleri "makine dili"ni (nöral ateşleme ve sinaptik kimya) kullanır. Daha karmaşık sistemler (omurgalı beyinleri gibi), çevreyi farklı, bilinçli bir şifre halinde temsil ederek bir nesne dünyası, zaman ve mekân inşa eder. İnsan beyni ise "temsilleri temsil ederek" daha ileri gider.
İnsan Özgürlüğü ve Bilinç:
  • Zeman, bilincin varoluşunun insan özgürlüğü üzerindeki etkilerine değinir. "Her şeyi anladığımızda, her şeyi affederiz." sözü, kader ve özgür irade tartışmalarıyla ilişkilidir.
  • Beyindeki kontrol sistemini bir robotun beyniyle karşılaştırarak, "bilinçli" bilginin, sistem içinde otomatik modüller arasında geniş çapta yayınlanan veriye karşılık gelebileceğini ve bu bilginin geniş bir tepkisel davranış alanını denetlemeye hazır olduğunu öne sürer.
Ana Sonuçlar:
  • Bilinç, yaşamın merkezinde yer alan karmaşık bir fenomendir ve hem biyolojik hem de felsefi açıdan derinlemesine incelenmesi gerekmektedir.
  • Beyin, nöronlar, sinapslar ve nörotransmitterler aracılığıyla işleyen karmaşık bir elektrik ve kimya ağıdır. Bu ağın düzenli işleyişi bilincin temelini oluşturur.
  • EEG ve modern görüntüleme teknikleri, beynin elektriksel faaliyetini ve bilinç durumlarıyla ilişkisini anlamamızda kritik rol oynamıştır.
  • Letarjik ensefalit, epilepsi, insomni ve agnozi gibi bilinç bozuklukları, bilincin nöral temelleri hakkında önemli ipuçları sunar.
  • Görmenin evrimi ve beynimizdeki görsel işleme yolları, dünyanın nasıl algılandığı ve yorumlandığına dair detaylı bir çerçeve sağlar.
  • Hayvanlarda özbilinç ve dilin evrimi, insan bilincinin benzersizliğini ve diğer türlerle olan bağlantısını anlamak için önemli bir bağlam sunar.
  • Bilinçle ilgili teoriler, ikicilikten fizikalizme kadar geniş bir yelpazeyi kapsar ve bu konunun hala çözülmemiş büyük bir gizem olduğunu göstermektedir.
  • Yapay zekâ ve öğrenen makineler, insan bilincini anlamak ve potansiyel olarak yeniden yaratmak için yeni yollar açmaktadır.

Yazarın Vurgusu: Yazar, kitabının eklektik olduğunu ve bilincin karmaşık doğasını tüm yönleriyle ele almayı amaçladığını belirtir. Bilimin geçici ve sürekli gözden geçirilmesi gereken bir süreç olduğunu vurgular.

MAR Notu: İnsanların bilinçleri, toplumsal ilişkiler tarafından koşullanır/belirlenir. İnsanların bilincinin, belirivermiş (emergent) olması, sinir sisteminin nöro-fizyolojik mekanizmaları zemininde, toplumsal ilişkiler katmanının belirleniminde işliyor olmasını anlatır. İnsanların zihinsel süreçleri, tamamıyla sinir sistemlerindeki nörofizyolojik süreçler tarafından oluşturulursa da inançların/düşüncelerin belirmesi (emergence) çevreyle etkileşimlerin, toplumsal ilişkilerin ürünüdür. Kanımızca, insanların bilincinin belirlenimi ve belirmesi, bu şekilde anlaşılmalıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.

[MAR] YOUTUBE KANALI

LİDER

Karl Marx - Kapital

Kısa Sovyet Film ve Belgeseller [Türkçe]