Alaattin Bilgi
1.0
Giriş: "Kapital"in Tarihsel ve Entelektüel Önemi
Karl
Marx'ın Kapital eseri, 1867 yılında ilk cildinin
yayımlanmasıyla birlikte, yalnızca ekonomi-politiğin tarihinde değil, bütün
dünyada bilimsel ve entelektüel hayatın gelişiminde bir dönüm noktası teşkil
eder. Eser, alt başlığı olan Kapitalist Üretimin Eleştirel Bir Tahlili’nde
de belirtildiği gibi, modern toplumun iç işleyişini ve çelişkilerini bilimsel
bir titizlikle deşifre etmeyi hedefler. Marx, bu çalışmadaki nihai amacının
"modern toplumun ekonomik hareket yasasını ortaya çıkarma" olduğunu
ifade ederek, kapitalizmin temel dinamiklerini açıklama yönündeki devrimci
iddiasını ortaya koymuştur.
Bu
anıtsal yapıtın ardında yatan kişisel özveri, eserin entelektüel derinliği
kadar dikkat çekicidir. Marx'ın kendi ifadesiyle, Kapital'i
tamamlamak uğruna "sağlığını, mutluluğunu ve ailesini feda ettiği"
bir süreç yaşanmıştır. Bu adanmışlık, eserin bilimsel ciddiyetinin ve devrimci
tutkusunun bir yansımasıdır. Nitekim yayımlandığı dönemde Alman burjuvazisi
tarafından adeta bir "sükût suikastı" ile karşılanması, yani
görmezden gelinerek etkisizleştirilmeye çalışılması, eserin egemen sınıflar
için ne denli sarsıcı bir nitelik taşıdığının erken bir kanıtı olmuştur.
Bu
analizin temel amacı, Kapital'in teorik çerçevesini, felsefi
kaynaklarını ve kapitalizmin tarihsel gelişimine dair temel argümanlarını
derinlemesine incelemektir. Marx'ın temel kavramlarını ve yaklaşımını adım adım
çözümleyerek, kapitalist üretim biçiminin özünde yatan sömürü mekanizmasını ve
bu sistemin kendisini nasıl yeniden ürettiğini ortaya koymayı hedeflemekteyiz.
2.0
Marksizmin Teorik Kaynakları ve Felsefi Temelleri
Marksist
düşünce, boşlukta doğmuş eklektik bir sistem değildir. Aksine, 19. yüzyıl
Avrupası'nın en ileri düşünce akımları olan Klasik Alman Felsefesi, Klasik
İngiliz Ekonomi-Politiği ve Ütopik Sosyalizmin eleştirel bir sentezi ve
aşılmasıyla ortaya çıkmıştır. Marx ve Engels, bu entelektüel mirası devralarak,
onu diyalektik materyalist bir temelde yeniden işlemiş ve doğa bilimlerindeki
devrimci gelişmelerle de destekleyerek kapitalizm analizlerinin bilimsel
zeminini oluşturmuşlardır.
2.1
Klasik Alman Felsefesi: Diyalektiğin Materyalist Dönüşümü
Klasik
Alman felsefesinin doruk noktasını temsil eden G.W.F. Hegel, tarihin ve
düşüncenin zıt kuvvetler arasındaki çelişkilerle ilerlediği diyalektik mantığı
felsefeye kazandırmıştır. Ancak Hegel'in diyalektiği, her şeyin özünü
"Mutlak Fikir" olarak gören idealist bir temele dayanıyordu. Ona göre
maddi dünya, fikrin dışsal bir tezahüründen ibaretti.
Marx,
Hegel'in mantığındaki devrimci öze sahip çıkarken, onu idealist kabuğundan
arındırmıştır. Kendi ifadesiyle, Hegel'de "baş aşağı duran"
diyalektiği, "mistik kabuk içerisindeki rasyonel özü bulmak" için
yeniden "ayakları üzerine oturtmuştur". Bu materyalist dönüşümün
dünyayı sarsan önemi şudur: Tarihin motoru artık Fikirlerin (Hegel) gelişimi
değil, maddi üretim koşulları ve bu koşulların doğurduğu sınıf mücadeleleridir.
Böylece fikir, maddi dünyayı yaratan bir güç olmaktan çıkarılıp, "maddi
dünyanın insan aklında yansımasından ve düşünce biçimlerine dönüşmesinden başka
bir şey olmadığı" tezine ulaşılmıştır. Bu, tarihsel materyalizmin temelini
oluşturmuştur.
2.2
Klasik İngiliz Ekonomi-Politiği: Emek-Değer Teorisinin Mirası
Adam
Smith ve David Ricardo gibi düşünürlerin öncülük ettiği Klasik İngiliz
Ekonomi-Politiği, toplumsal servetin gerçek kaynağının metalarda somutlaşan
emek olduğu fikrine dayanan Emek-Değer Teorisini kurmuştur. Bu
teoriye göre, bir metanın değeri, onun üretimi için harcanan "toplumsal
bakımdan gerekli emek miktarı" ile belirlenir. Bu, ekonomi-politik
tarihinde devrimci bir adımdı.
Ancak
bu okul, kendi teorisinin mantıksal sonuçlarına ulaşamamıştır. Değer yasasını,
her şeyin değeri üzerinden alınıp satıldığı kapitalist sistemin adaletinin bir
kanıtı olarak görmelerine rağmen, artı-değerin (kâr, rant ve faiz) kaynağını
açıklamada aciz kalmışlardır. Marx, bu teoriyi bir miras olarak devralmış,
ancak onu aşarak artı-değerin kökeninin, işçinin karşılığı ödenmemiş emeği
olduğunu bilimsel olarak ortaya koymuştur. Böylece, sömürü mekanizmasını açığa
çıkarmıştır.
2.3
Ütopik Sosyalizm: Bilimsel Sosyalizme Geçiş
Saint-Simon,
Charles Fourier ve Robert Owen gibi düşünürler, 1789 Fransız Devrimi'nin
"özgürlük, eşitlik, kardeşlik" vaatlerinin yarattığı hayal kırıklığı
zemininde kapitalizmi sert bir şekilde eleştirmişlerdir. Bu düşünürler, özel
mülkiyeti, sömürüyü ve toplumsal sefaleti lanetlemiş, daha adil ve insancıl bir
toplum düzeni hayal etmişlerdir.
Ne
var ki, bu eleştiriler ve çözümler, kapitalizmin henüz olgunlaşmadığı bir
tarihsel evreye karşılık gelen "olgunlaşmamış teoriler" olmaktan
öteye gidememiştir. Ütopik sosyalistlerin temel zayıflığı, toplumsal dönüşümün
motorunu sınıf mücadelesinde değil, egemen sınıfları aydınlatmada, eğitimde ve
sınıflar arası iş birliğinde görmeleriydi. Marx ve Engels, bu düşünürlerin
akılcı fikirlerini özümsemekle birlikte, sosyalizmi bir "ütopya"
olmaktan çıkarıp, tarihin ve ekonominin nesnel yasalarına dayanan bir bilimsel
perspektif haline getirmişlerdir.
2.4
Doğa Bilimlerindeki Gelişmelerin Etkisi
19. yüzyılda
doğa bilimlerinde yaşanan büyük devrimler, Marksizmin felsefi temeli olan
diyalektik ve tarihsel materyalizmin bilimsel zeminini güçlendirmiştir.
Enerjinin dönüşümü yasası, maddenin ve hareketin birliğini kanıtlarken; hücre
teorisi, tüm canlı organizmaların gelişiminin diyalektik bir süreç olduğunu
göstermiştir. Charles Darwin'in evrim teorisi ise, türlerin sabit ve değişmez
olmadığını, sürekli bir var olma mücadelesi ve doğal ayıklanma süreci içinde
evrimleştiğini ortaya koyarak, doğanın ve toplumun statik değil, sürekli bir
değişim ve gelişim içinde olduğu fikrini desteklemiştir. Bu buluşlar, Hegel'in
idealist diyalektiğinin materyalist bir temelde yeniden formüle edilmesine
bilimsel kanıtlar sunmuştur.
Bu
entelektüel ve bilimsel mirası diyalektik bir potada eriten Marx, yalnızca
Hegel'in idealizmini materyalist bir temele oturtmakla, Smith ve Ricardo'nun
emek-değer teorisindeki açmazı çözmekle veya Ütopik Sosyalistlerin ahlaki
eleştirilerine bilimsel bir zemin kazandırmakla kalmadı; bu kaynakların
eleştirel sentezinden, kapitalist toplumun en temel hücresi olan
"meta"yı çözümleyerek sistemin bütününü deşifre edeceği özgün bir
yöntem inşa etti.
3.0
Kapitalist Üretimin Temel Kavramları
Marx,
kapitalist toplumu analiz ederken, işe bu toplumun en temel ekonomik birimi,
yani "meta"dan başlar. Bu metodolojik yaklaşım, kapitalist
zenginliğin en küçük hücresinin içinde, sistemin bütün karmaşık işleyişini ve
iç çelişkilerini barındıran tohumları bulma amacını taşır. Meta analizinden
yola çıkarak, paranın, sermayenin ve nihayetinde artı-değerin sırrını adım adım
ortaya koyar.
3.1
Meta, Değer ve Emek: Kapitalizmin Hücresel Yapısı
Meta,
ilk bakışta basit bir nesne gibi görünse de, ikili bir doğaya sahiptir: Bir
yandan belirli bir insan ihtiyacını karşılayan kullanım-değeri,
diğer yandan başka metalarla değiştirilebilmesini sağlayan bir değeri vardır.
Kullanım-Değeri
(Use-Value) |
Değer
(Value) |
Bir nesnenin insan ihtiyacını
karşılama özelliğidir. |
Bir nesnenin başka nesnelerle
değiştirilebilmesini sağlayan ortak özdür. |
Nitelikseldir; bir ceket ısıtır, bir ekmek doyurur. |
Nicelikseldir; metaların hangi oranda
değiştirileceğini belirler. |
Metanın doğal, fiziki gövdesinde
somutlaşır. |
Metanın toplumsal bir
özelliğidir; tek başına bir metada görünmez. |
Metada
somutlaşan emeğin de bu ikili doğaya karşılık gelen ikili bir niteliği
vardır: somut emek ve soyut emek.
• Somut
Emek: Belirli bir amaca yönelik, yararlı emektir (terzilik,
dokumacılık, marangozluk vb.). Kullanım-değerini yaratan emektir.
• Soyut
Emek: Her türlü somut biçiminden arındırılmış, fizyolojik anlamda
insan emek-gücü harcamasıdır. Değeri yaratan emektir ve büyüklüğü,
"toplumsal bakımdan gerekli emek zamanı" ile ölçülür. Bu, bir malı
normal üretim koşulları altında, o sıradaki ortalama hüner ve yoğunluk
derecesiyle üretmek için gereken zamandır.
Metaların
Fetişizmi
Meta
üretimi egemen hale geldiğinde, üreticiler arasındaki toplumsal ilişkiler,
sanki metaların kendileri arasında var olan nesnel bir ilişkiymiş gibi
görünmeye başlar. Emek ürünleri, üreticilerinden bağımsız, kendi gizemli
güçlerine sahip varlıklar gibi algılanır. Marx, bu olguyu Metaların
Fetişizmi olarak kavramsallaştırır; bu, metaların toplumsal bir
ilişkiyi değil, kendi içkin bir özelliğini taşıyormuş gibi görünerek kapitalist
gerçekliği gizemlileştiren temel bir ideolojik mekanizmadır. Bu fetişizm, tıpkı
din aleminde "insan beyninin ürünlerinin insandan bağımsız varlıklar gibi
görünmesine" benzer. Değer ilişkisi, aslında insanlar arasındaki bir
toplumsal ilişki olmasına rağmen, metaların doğal bir özelliği gibi algılanarak
bu ilişkinin temelindeki sömürüyü normalleştirir ve görünmez kılar.
3.2
Paranın Sermayeye Dönüşümü: Artı-Değerin Sırrı
Marx,
paranın sermayeye nasıl dönüştüğünü deşifre etmek için iki farklı dolaşım
formülünü karşılaştırır:
1. Basit
Meta Dolaşımı (M-P-M): Bu formül, satın almak için satmak anlamına
gelir. Bir meta (M) sahibi, onu parayla (P) satar ve elde ettiği parayla
kendisine gerekli olan başka bir metayı (M) satın alır. Buradaki nihai amaç,
bir kullanım-değeri elde etmektir.
2. Sermaye
Dolaşımı (P-M-P'): Bu formül ise satmak için satın almak demektir.
Bir para sahibi (kapitalist), parasıyla (P) bir meta (M) satın alır ve bu
metayı daha fazla paraya (P') satar. Buradaki amaç, başlangıçtaki değerin bir
fazlalıkla (P' = P + a) geri dönmesidir.
Bu
fazlalık, yani artı-değer (a), dolaşım sürecinde yaratılamaz. Çünkü
metalar değerleri üzerinden alınıp satılıyorsa, kimse sattığından daha değerli
bir şeyi satın alamaz. Eğer aldatma varsa, birinin kazandığını diğeri kaybeder
ve toplumdaki toplam değer artmaz. Dolayısıyla, artı-değerin kaynağı dolaşımda
değil, üretim sürecinde aranmalıdır.
3.3
Emek-Gücü: Değer Yaratan Eşsiz Meta
Artı-değerin
sırrını çözen kilit keşif, Marx'ın işçinin sattığı şeyin "emek"
değil, "emek-gücü" (çalışma kapasitesi) olduğu tespitidir. Emek-gücü,
piyasada alınıp satılan özel bir metadır.
• Emek-gücü
metasının değeri, diğer metalar gibi, onun üretimi ve yeniden üretimi için
gerekli olan toplumsal emek zamanı ile belirlenir. Bu, işçinin ve ailesinin
varlığını sürdürmesi ve kendisini bir emekçi olarak yeniden üretmesi için
gerekli olan "geçim araçlarının değeri"dir. Kapitalist, işçiye ücret
olarak bu değeri öder.
• Emek-gücü
metasının kullanım-değeri ise onu diğer tüm metalardan ayıran eşsiz
bir özelliğe sahiptir: kendi değerinden daha fazla değer yaratma yeteneği.
Kapitalistin piyasada bulduğu ve artı-değerin kaynağını oluşturan bu "özel
meta", üretim sürecinde tüketildiğinde, maliyetinden (ücretinden) daha
büyük bir değer ortaya çıkarır.
4.0
Artı-Değer Üretim Süreci ve Sömürü Mekanizması
Kapitalist
üretim, ikili bir süreçtir. Bir yanda, belirli kullanım-değerleri (iplik,
ceket, makine vb.) yaratan somut bir emek süreci işler. Diğer
yanda ise, harcanan sermayenin değerini artırmayı hedefleyen bir değerlenme
süreci yürür. Kapitalist üretimin özü, bu iki sürecin birliğinde, yani
kullanım-değeri üretirken aynı zamanda artı-değer sızdırma mekanizmasında
yatar.
4.1
Değişmeyen Sermaye ve Değişen Sermaye
Artı-değerin
kaynağını bilimsel olarak saptayabilmek için Marx, kapitalistin yatırdığı
sermayeyi iki temel bileşene ayırır:
• Değişmeyen
Sermaye (s): Üretim araçlarına (hammadde, yardımcı malzemeler,
makineler) yatırılan sermaye kısmıdır. Bu bileşenler, üretim sürecinde yeni bir
değer yaratmazlar; yalnızca kendi değerlerini (aşınma ve tüketilme oranında)
ürüne aktarırlar. Değerleri değişmediği için "değişmeyen sermaye"
olarak adlandırılırlar.
• Değişen
Sermaye (d): Emek-gücünü satın almak için harcanan sermaye kısmıdır.
Bu kısım, üretim sürecinde yalnızca kendi değerini (ücreti) yeniden üretmekle
kalmaz, aynı zamanda bir de artı-değer yaratır. Değeri üretim sürecinde arttığı
için "değişen sermaye" denir.
Bu
analitik ayrım, sömürünün kaynağının üretim araçları değil, canlı emek olduğunu
ve artı-değerin yalnızca sermayenin değişen kısmından doğduğunu bilimsel olarak
kanıtlaması açısından merkezi bir öneme sahiptir.
4.2
Sömürü Oranı ve İşgünü Mücadelesi
Marx,
sömürünün derecesini ölçmek için Artı-Değer Oranı formülünü
geliştirir. Bu oran (a/d), yaratılan artı-değerin (a), emek-gücüne yatırılan
değişen sermayeye (d) bölünmesiyle bulunur ve "emeğin sermaye tarafından
sömürülme derecesinin tam ve kesin ifadesi"dir.
Bu
oran, işgününün yapısında somut olarak görülebilir. İşgünü iki temel bölüme
ayrılır:
1. Gerekli-Emek
Zamanı: İşçinin, kendi emek-gücünün değerini, yani ücretinin
karşılığını ürettiği zaman dilimidir.
2. Artı-Emek
Zamanı: İşçinin, ücretinin ötesinde kapitalist için karşılıksız olarak
çalıştığı ve artı-değer ürettiği zaman dilimidir.
Artı-değer
oranı, aynı zamanda artı-emek zamanının gerekli-emek zamanına oranıdır.
Kapitalist, kârını artırmak için artı-emek zamanını sürekli uzatmaya çalışır.
Bu nedenle, işgününün uzunluğunun ne olacağı sorunu, kapitalist sınıf ile işçi
sınıfı arasında kesintisiz bir mücadelenin konusu olmuştur. İngiliz Fabrika
Yasaları'nın tarihsel gelişimi ve kapitalistlerin işçilerin "yemek
zamanlarını kemirmesi" gibi uygulamaları bu sınıf mücadelesinin somut
örnekleridir, zira sermaye için "an'lar kârın ögeleridir".
4.3
Mutlak ve Nispi Artı-Değer Üretim Yöntemleri
Kapitalistler,
artı-değer oranını yükseltmek için iki temel yöntem kullanır. Bu yöntemler
yalnızca farklı teknikler değil, aynı zamanda tarihsel bir mantık silsilesi
içinde birbirini takip eder:
• Mutlak
Artı-Değer: Gerekli-emek zamanı sabitken, işgününü fiziksel olarak
uzatarak artı-emek zamanını mutlak olarak artırmaktır. Bu, sömürünün en basit
ve en kaba biçimidir.
• Nispi
Artı-Değer: İşgününün uzunluğu sabitken, emeğin toplumsal
üretkenliğini artırarak gerekli-emek zamanını kısaltmaktır. Tüketim malları
daha az emek-zamanında üretilebildiği için emek-gücünün değeri (ücretler)
düşer. Böylece, işgünü içindeki artı-emek zamanının payı nispi olarak artmış
olur.
Tarihsel
olarak, işçi sınıfının işgününü kısaltmak için verdiği ve mutlak
artı-değer sömürüsünü hedef alan mücadele, sermayeyi teknolojik devrim
yoluyla emeğin üretkenliğini artırmaya ve böylece daha sofistike bir yöntem
olan nispi artı-değer üretimine yönelmeye zorlayan temel itici
güç olmuştur.
4.4
Elbirliği, Manüfaktür ve Modern Sanayi: Sömürünün Tarihsel Evrimi
Kapitalist
üretim, özellikle nispi artı-değeri artırmak için tarihsel olarak üç temel
aşamadan geçmiştir.
1. Elbirliği
(İş birliği): Çok sayıda işçinin aynı üretim sürecinde bir araya
getirilmesiyle, tek tek işçilerin güçlerinin toplamından daha büyük yeni bir
toplumsal üretken güç ortaya çıkar (buna “sinerji” denir). Bu kolektif güç,
sermayeye mal edilir.
2. Manüfaktür: Üretim
sürecinin karmaşık operasyonlara bölünmesi ve her bir operasyonda işçilerin
uzmanlaşmasıdır. Bu iş bölümü, işçiyi tek yönlü bir beceriye hapsederek
güdükleştirse de emeğin üretkenliğini muazzam ölçüde artırır.
3. Modern
Sanayi (Makineli Üretim): Makinenin üretim sürecine girmesiyle teknik
bir devrim yaşanır. Makine, artı-değer üretmenin en güçlü aracı haline gelir.
İşçinin becerisinin yerini makinenin hızı alır, "emeğin
yoğunlaştırılması" sağlanır ve işçi "bir parça makinenin bir kısmı
haline sokulur".
Bu
tarihsel ilerleme, işçi sınıfı, özellikle de en savunmasız kesimler olan
kadınlar ve çocuklar üzerinde yıkıcı sonuçlar doğurmuştur. Şapkacı Mary Anne
Walkley'in soylu hanımların balo elbiselerini yetiştirmek için 26,5 saat
aralıksız çalıştıktan sonra ölmesi; kiremit ocaklarında 4-6 yaşlarındaki
çocukların insanlık dışı koşullarda günde 15 saat çalıştırılması; Quaker
dindarlığıyla tanınan fabrika sahiplerinin çocukları "süprüntü ini"
denilen yerlerde 30 saat aralıksız çalıştırıp sadece 20 sterlin cezayla kurtulmaları;
ya da bazı basımevlerine "mezbaha" adının takılması gibi örnekler, bu
sömürünün acımasız yüzünü ortaya koymaktadır. Sonuç olarak, sermaye, teknolojik
gelişmeyi emeğin yükünü hafifletmek ve refahı artırmak için değil, artı-değer
sızdırma kapasitesini en üst düzeye çıkarmak için kullanır.
5.0
Sermaye Birikimi: Kapitalist Sistemin Yeniden Üretimi
Kapitalist
üretim, tek seferlik bir süreç değildir; aksine, elde edilen artı-değerin
tekrar sermayeye dönüştürülmesiyle sürekli genişleyen dinamik bir döngüdür. Bu
döngü, yalnızca daha fazla zenginlik yaratmakla kalmaz, aynı zamanda kapitalist
sistemin kendisini ve temelindeki toplumsal ilişkileri de yeniden üretir.
5.1
Basit ve Genişletilmiş Yeniden-Üretim
• Basit
Yeniden-Üretim: Kapitalistin, elde ettiği tüm artı-değeri kişisel
tüketimi için harcadığı ve üretimin her dönemde aynı ölçekte devam ettiği
varsayımsal bir durumu ifade eder. Marx, bu basit modelin bile, sürecin
sürekliliği sayesinde "her sermayeyi, birikmiş sermayeye ya da
sermayeleştirilmiş artı-değere" dönüştürdüğünü gösterir. Çünkü başlangıçta
yatırılan sermaye, zamanla tüketilir ve yerini işçilerin karşılıksız emeğiyle
yaratılan artı-değer alır.
• Sermaye
Birikimi (Genişletilmiş Yeniden-Üretim): Kapitalist üretimin gerçek
doğası budur. Kapitalist, elde ettiği artı-değerin yalnızca bir kısmını
tüketir, kalan kısmını ise yeni (ek) değişmeyen sermaye (daha fazla makine,
hammadde) ve değişen sermaye (daha fazla işçi) satın almak için yeniden yatırıma
dönüştürür. Bu süreç, "sermayeden sermaye yaratmak" anlamına gelir ve
üretimin ölçeğinin sürekli olarak genişlemesini sağlar.
5.2
Kapitalist İlişkinin Yeniden Üretilmesi
Sermaye
birikimi sürecinin nihai ve en önemli sonucu, yalnızca daha fazla meta ve
artı-değer üretmek değil, aynı zamanda kapitalist toplumsal ilişkinin kendisini
sürekli olarak yeniden üretmesidir.
Bu
süreç, iki kutuplu bir sonuç doğurur: Bir uçta, el koyduğu artı-değeri yeniden
sermayeye dönüştürerek sürekli zenginleşen kapitalist vardır.
Diğer uçta ise, yaşamını sürdürmek için emek-gücünü satmaktan başka seçeneği
olmayan işçi bulunur. İşçi, üretim sürecinde yalnızca meta ve
artı-değer üretmekle kalmaz; aynı zamanda kendisini sömüren sermayeyi ve bir
sonraki dönemde tekrar sömürülmesini sağlayacak olan ücretli emekçi konumunu da
sürekli olarak yeniden üretir.
Böylece
birikim süreci, yalnızca sermayeyi ve ücretli emekçiyi değil, aynı zamanda bu
sömürü ilişkisini gizleyen ideolojik örtüyü de yeniden üretir. Analizimizin
başlangıcındaki Metaların Fetişizmi kavramına geri dönersek;
birikim, bu fetişist yanılsamayı sürekli olarak yeniden yaratarak, emek-gücünün
parayla "adil" bir şekilde değiş tokuş edildiği, sömürüye dayalı bu
toplumsal ilişkinin sanki şeyler arasında doğal ve nesnel bir ilişkiymiş gibi
görünmesini sağlar ve bu yolla kendi varlık koşullarını ebedileştirir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.