Marksist Araştırmalar [MAR] | Komünizm: Tarihin Çözülen Bilmecesi

20 Eylül 2025 Cumartesi

Ruhi Su'nun Hayatı, Sanatı ve Mirası

MAR


Giriş

Ruhi Su, Türkiye'nin müzik tarihinde yalnızca gür ve tok sesiyle Anadolu türkülerine yeni bir soluk getiren bir halk müziği sanatçısı değil, aynı zamanda Cumhuriyet'in çalkantılı siyasi ve kültürel ikliminde sanatsal duruşu ve ödünsüz kişiliğiyle iz bırakmış bir aydın figürüdür. Onun sanatı, Devlet Operası'nda edindiği Batılı şan tekniğinin disiplinini, Anadolu türkülerinin yalın ve derin ruhuyla birleştiren özgün bir sentezin ürünüdür. Bu biyografi, savaşın ortasında kimsesiz bir çocuk olarak başladığı hayat yolculuğunun, onu opera sahnesinden zindanlara, oradan da halkın gönlünde ölümsüz bir mirasa taşıyan sanatsal yaratıcılığını ve “halkı uyandırma” konusunda verdiği ödünsüz mücadeleyi derinlemesine incelemektedir. Yaşam öyküsü, mücadelesinin ve sanatının eşsiz sentezinin nasıl ilmek ilmek dokunduğunun da bir anlatısıdır.

1. Kökler ve Filizlenme: Bir Yetimin Sanatçıya Dönüşümü (1912-1936)

Ruhi Su'nun yaşamının bu ilk evresi, onun karakterini ve sanatını şekillendiren temel olayların bir mozaiğidir. Savaşın ve yoksulluğun getirdiği zorluklar, yengesinden gördüğü şiddet ve öksüzler yurdunda geçen yıllar, onun hem hayata karşı direncini bileyen hem de müziğe olan sarsılmaz bağlılığını perçinleyen bir zemin hazırlamıştır. Bu dönem, hayata tutunma mücadelesinin ve sanata olan adanmışlığının en saf kanıtıdır.

• 1.1. Savaşın Ortasında Bir Başlangıç: Ruhi Su, 1912 yılında Van'da Mehmet adıyla dünyaya geldi. Annesini ve babasını hiç tanımadı; kendi ifadesiyle o, "Birinci Dünya Savaşı'nın ortada bıraktığı çocuklardan biriydi". Savaşın kaosu içinde Van'dan Adana'ya getirildiğinde henüz çok küçüktü ve çocuğu olmayan yoksul bir ailenin yanına verildi. Bu aileyi amcası ve yengesi olarak bildi. Adana'nın I. Dünya Savaşı sonrası işgali sırasında halkın Toros Dağları'na sığındığı ve tarihe "kaç-kaç yılları" olarak geçen göçü yaşadı. Onun türkülerle olan derin bağı, bu canlı tarihsel deneyimin bir ürünü olarak pek çok Adana türküsünü bu dönemde öğrenmesiyle kök saldı.

• 1.2. Müzikle İlk Temas ve Dar-ül Eytam Yılları: Hayatının ilk yıllarında çobanlık yapan Mehmet'in en büyük yoldaşı söylediği türkülerdi. Ancak yengesinden gördüğü şiddet, hayatında bir dönüm noktası yarattı ve o dönemki adıyla Dar-ül Eytam'a, yani Öksüzler Yurdu'na verildi. Yurt yılları, onun için bir yeniden doğuş oldu. O günleri, "Oyun denen bir şeyin var olduğunu o zaman öğrendim, içim içime sığmıyordu, şaşkındım," sözleriyle anlatır. Bu, onun sosyal ve duygusal dünyasının kapılarını aralayan ilk deneyimdi.

• 1.3. Kemanla Gelen Dönüşüm ve Askeri Okul Engeli: Müziğe olan yeteneği, yurttaki müzik öğretmeni Mehmet Tahir tarafından keşfedildi. Öğretmeninin yurda bir keman aldırmasıyla 10 yaşında keman çalmaya başlayan Mehmet, böylece klasik müziğe ilk adımını attı. Onun müzik yolculuğu, fedakârlık ve engellerle dolu bir patikada ilerleyecekti:

    1. 1925'te Ankara'da kurulan Müzik Öğretmen Okulu'nun sınavını kazandı. Ancak okul müdürünün ricasıyla, kendisinden bir sınıf büyük olan ve açıkta kalma riski taşıyan arkadaşı Şaban'ın yerine kaydedilmesini kabul etti. Bu, onun genç yaştaki fedakarlığının bir göstergesiydi.

    2. Bir sonraki yıl sınavı tekrar kazandı fakat bu kez öksüz yurdu öğrencilerinin askeri okullara gönderilmesi zorunluluğu getirildi. Müzik hayallerine rağmen İstanbul Halıcıoğlu Askeri Lisesi'ne gitmek zorunda kaldı.

    3. Askeri lisede, isminden dolayı küçümsenmemek için adını "Mehmet Ruhi" olarak değiştirdi.

    4. Bir gün okul komutanının, "Bu ne rezalet?" diyerek kemanını ayaklarının altında kırması, hayatının en travmatik anılarından biri oldu. Ancak bu olay, onun müziğe olan tutkusunu söndürmek yerine daha da alevlendirdi.

• 1.4. Müzik Uğruna Bir Kaçış ve Kararlılık: Aklı fikri Müzik Öğretmen Okulu'nda olan Mehmet Ruhi, askeri okuldan kaçarak Ankara'ya gitti. Ancak yetkililer onu okuluna geri gönderdi. Bu deneyimden yılmayan Ruhi, müziğe ulaşmak için daha kararlı bir yol buldu. Sağlık kontrolü sırasında bir doktora durumunu anlatarak kendisine "iltihabı yüzünden mektebe devam edemez" raporu vermesi için yalvardı. Bu rapor, onun müzik tutkusunun bir simgesiydi.

• 1.5. Ankara'ya Uzanan Yol ve İlk Evlilik: Askeri okuldan ilişiği kesilince Adana'ya döndü. Burada, sinemada sessiz filmlere müzik yapan orkestradaki Avusturyalı Ervix'ten aldığı derslerle Klasik Batı Müziği ile derinlemesine tanıştı. Adana Öğretmen Okulu'ndayken evlendi ve Güngör adında bir oğlu oldu. Hayatının akışını değiştiren fırsat, eşinin tayininin Ankara'ya çıkmasıyla geldi. Ankara Müzik Öğretmen Okulu'nun sınavına girdiğinde, jürinin "Bir konçerto çal" demesiyle hayatında ilk kez "konçerto" kelimesini duydu. Bu anekdot, onun o dönemdeki bilgi eksikliğine rağmen sahip olduğu azmi ve öğrenme tutkusunu gözler önüne serer. Sınavı başarıyla geçti ve okula başladı. O yıl, tek hece olduğu için "Su" soyadını alarak adı Mehmet Ruhi Su oldu.

Bu zorluklarla dolu erken dönem, Ruhi Su'nun hem sanatsal kimliğinin hem de toplumsal duyarlılığının temellerini atmış, onu opera sahnesine taşıyarak sanatının en belirgin özelliğini yaratacak olan sentez sürecini başlatmıştır.

2. İki Dünyanın Sentezi: Opera Sahnesinden Halk Türkülerine (1936-1952)

Bu dönem, Ruhi Su'nun sanatının en karakteristik özelliği olan Doğu ve Batı müzik gelenekleri arasında kurduğu köprünün en net görüldüğü yıllardır. Devlet Operası'nda bir basbariton olarak sergilediği teknik ustalığı, Anadolu türkülerinin ruhuyla birleştirerek Türkiye müzik tarihinde eşi benzeri olmayan bir janr inşa etmiştir. Opera sanatçılığını ve türkü yorumculuğunu bir arada yürütmesi, onun sanatsal vizyonunun merkezinde yer alan bu sentez arayışının bir yansımasıdır.

• 2.1. Devlet Operası'nda Bir Basbariton: 1936 yılında Devlet Konservatuvarı'nda opera sanatçısı olarak kariyerine başlayan Ruhi Su, hocalarının tavsiyesiyle ses tellerine zarar vermemek için kemanı bırakmak zorunda kaldı. 1952 yılına kadar Devlet Operası sahnesinde Bastien Bastienne, Madam Butterfly, Fidelio, Figaro’nun Düğünü, Rigoletto ve Aşk İksiri gibi birçok önemli eserde rol aldı. Bu yıllar, onun vokal tekniğini zirveye taşıdığı ve basbariton sesinin tüm tınılarını ustalıkla kullandığı bir dönem oldu. Ancak bu parlak kariyer, "Konsolos" operasının provası sırasında siyasi nedenlerle gözaltına alınmasıyla dramatik bir şekilde noktalandı.

• 2.2. Radyo Yılları ve "Basbariton Ruhi Su Türküler Söylüyor": Opera kariyerine rağmen türkü söylemekten asla vazgeçmedi. Konservatuvardaki hocalarından Markovich, onun türkü yorumundan o kadar etkilendi ki, dönemin Radyo Müdürü Vedat Nedim Tör'e kendisinden övgüyle bahsetti. Bu tavsiye, 1942-1945 yılları arasında pazar günleri yayınlanan ve büyük ilgi gören "Basbariton Ruhi Su Türküler Söylüyor" programının doğmasını sağladı. Bu program, Ruhi Su'nun adını opera çevrelerinin dışına taşıyarak onu geniş halk kitleleriyle buluşturdu ve tanınırlığını artırdı.

• 2.3. Alevi Nefesleri ve Siyasi Yankıları: Ruhi Su, Alevi deyişlerini ve nefeslerini radyoda seslendirerek geniş kitlelere duyuran ilk sanatçı olma özelliğini taşır. Bu, yalnızca bir repertuvar tercihi değil, 1940'lar Türkiye'sinde resmi kültür politikalarının dışında bırakılan bir geleneği kamusal alana taşıyan cesur ve radikal bir eylemdi. O, bu eserlerde halkların yüzyıllar süren başkaldırı mücadelesinin izlerini görüyordu. Pir Sultan Abdal'dan "Gelin Canlar Bir Olalım" ve Muhyi'den "Zahit Bizi Tan Eyleme" gibi eserleri yorumlaması, dönemin siyasi atmosferinde "komünizm propagandası yapıyor" suçlamalarına neden oldu. Bu suçlamalar sonucunda, Ankara Radyosu Müzik Yayınları Şefi Mesut Cemil tarafından radyodaki işine son verildi. Bu olay, sanat ve siyasetin onun hayatında ne kadar iç içe geçtiğinin ve aydın duruşunun ne kadar erken şekillendiğinin ilk büyük göstergesiydi.

Bu sanatsal zirve dönemi, opera sahnesindeki kariyerinin siyasi bir müdahaleyle aniden kesilmesiyle son bulmuş ve onu hayatının en zorlu sınavını vereceği zindanlara doğru sürüklemiştir.

3. Zindandaki Ses: Siyasi Baskı ve Mahpusluk Yılları (1952-1958)

Ruhi Su'nun hayatındaki bu dönem, en karanlık ve aynı zamanda sanatsal olarak en üretken evrelerden birini oluşturur. Siyasi baskı, işkence ve hapislik, onun sesini ve sanatını susturmak yerine, direncini daha da bilemiş ve "Mahsus Mahal" gibi başyapıtların doğumuna zemin hazırlamıştır. Zindan duvarları arasında geçen yıllar, onun müziğine acının, hasretin ve umudun en derin tonlarını katmıştır.

• 3.1. Sıdıka Umut ile Tanışma ve TKP Tevkifatı: Ankara Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi'nde kurduğu koroda, hayat arkadaşı ve yoldaşı olacak Sıdıka Umut ile tanıştı. Ortak dünya görüşleri ve türkülere olan sevgileri onları bir araya getirdi. Her ikisinin de Türkiye Komünist Partisi (TKP) ile ilişkisi vardı. İlişkileri derinleşirken, 1952'deki geniş kapsamlı TKP tevkifatı başladı. 11 Kasım 1952'de önce Sıdıka Umut, ardından Ruhi Su gözaltına alındı. Ruhi Su, Opera Binası'nda eşyalarını toplarken kendisini gören Mahir Canova'nın telefona sarılmasının ardından yakalanması üzerine, ihbar edilmiş olabileceğini düşünmüştür.

• 3.2. Sansaryan Han ve "Tabutluk" Gerçeği: Gözaltına alındıktan sonra İstanbul'daki Sansaryan Han'a götürülen Ruhi Su, burada ağır işkenceler gördü. İnsanın ancak ayakta durabildiği, çömelemediği daracık hücreler olan "tabutluk"larda tutuldu. Beş ay sonra, bir doktor muayenesi için tabutlukların önüne getirilen Sıdıka'nın mırıldanarak konuşan sesini kendi hücresinden duydu. O an, sevdiği kadının da aynı işkencehanede ve hasta olduğunu anlamanın çaresizliğini yaşadı. Bu trajik an, onun en bilinen eserlerinden "Mahsus Mahal" türküsünün doğuşuna ilham verdi. O anki acısı ilk dörtlüğe şöyle kazındı:

Mahsus Mahal derler, kaldım zindanda

Kalırım kalırım, dostlar yandadır

İki elleri kızıl kandadır kanda

Ölürüm ölürüm kardeş, aklım sendedir

• 3.3. Harbiye Cezaevi: Paspastan Bağlama ve Evlilik: Sansaryan Han'dan sonra getirildikleri Harbiye Cezaevi'nde birbirlerini ilk kez görebildiler. Ruhi Su, gördüğü işkenceden tanınmaz haldeydi. Görüşmelerini resmileştirmek için nişanlandılar ve daha sonra Behice Boran'ın şahitliğinde cezaevinde evlendiler. Hapishane hayatı, direniş ve yaratıcılıkla geçti:

Hayatta Kalma ve İletişim Yöntemleri

Sanatsal Üretim ve Direniş

Su oluklarına saklanan mektuplar

Paspastan yapılmış bir sazla türkü söylemek

Işık ve vücut hareketleriyle haberleşme

Mahkumlar arasında bir koro kurmak

Türkülerle birbirlerine seslenmeleri

Her gün ses egzersizleri yapmak

Birbirleri için yaptıkları el işleri (boncuk çanta, nakış vb.)

Yeni türküler bestelemek ("Bu Nasıl İstanbul Zindan İçinde", "Hasan Dağı")

• 3.4. Mahkûmiyet ve Sürgün: Yargılama sonucunda Ruhi Su ve Sıdıka Su, beşer yıl hapse mahkûm edildiler. Sıdıka Su Sultanahmet Cezaevi'ne, Ruhi Su ise Adana Cezaevi'ne gönderildi. İstanbul'dan Adana'ya mahkumlarla birlikte götürülürken bileklerinden zincire vurulmuştu. Bu zorlu yolculuk, "Hasan Dağı" türküsüne ilham kaynağı oldu. Hapishane, onun sanatsal üretiminin zirveye ulaştığı bir dönem oldu; Nâzım Hikmet'in Kuvayi Milliye Destanı ve Şeyh Bedrettin Destanı gibi başyapıtlarını bestelemeye dair ilk çalışmalarını bu yıllarda başlattı. Bu, onun mücadelesinin anlık bestelerle değil, büyük ve kapsamlı projelerle de sürdüğünün kanıtıydı.

Hapishane duvarları, Ruhi Su'nun sesini boğmak yerine onu damıtmış; acıyı, isyanı ve umudu sanatının ham maddesi haline getirerek, özgürlüğe kavuştuğunda halkın vicdanını daha da gür bir tınıyla seslendirecek bir sanatçı yaratmıştır.

4. Yeniden İnşa Edilen Bir Hayat: Özgürlük Sonrası Mücadele ve Başarılar (1958-1980)

Ruhi Su'nun özgürlüğüne kavuştuğu bu dönem, toplumsal dışlanma ve ekonomik zorluklarla dolu bir mücadeleyle başladı. Ancak tüm engellere rağmen sanatını yeniden inşa etme kararlılığı, onun direncini ve sanata olan adanmışlığını en net şekilde gözler önüne serdi. Siyasi kimliği nedeniyle dışlandığı sanat camiasına, halkın içinden yükselen bir ses olarak geri döndü ve Türkiye'nin kültürel hayatında silinmez izler bıraktı.

• 4.1. Özgürlük ve Yalnızlık: Haziran 1958'de tahliye olduktan sonra önce sürgün yeri olan Çumra'ya, ardından Ankara'ya döndü. Ancak başkentte onu soğuk bir karşılama bekliyordu. Opera'daki eski arkadaşları selam vermekten kaçınıyor, bir zamanlar sahneyi paylaştığı Cüneyt Gökçer gibi isimlerin mesafeli tavırları onu derinden yaralıyordu. Bu sosyal tecrite rağmen, ailesiyle birlikte Etimesgut'ta elektriği ve suyu olmayan bir işçi lojmanında mütevazı ama özgür bir hayat kurdu.

• 4.2. Sanata Yeniden Tutunma: Geçimini sağlamak için bir nakliye şirketinde eşya taşırken, yönetmen Atıf Yılmaz'dan gelen teklif hayatında bir dönüm noktası oldu. Yılmaz'ın çekeceği "Karacaoğlan'ın Kara Sevdası" filminin müziklerini yapması istendi. Bu proje için derlediği ve kurduğu koroyla seslendirdiği türküler, yürüyüşünü yeniden canlandırdı. Filmin başarısı, onu İstanbul'a taşıdı ve 1960'tan itibaren gazino sahnelerinde türkülerini söylemeye başladı.

• 4.3. Yapı Kredi Bankası ve Emeğin Gasp Edilmesi: Yapı Kredi Bankası'nın kurucusu Kazım Taşkent'in teklifiyle, bankanın düzenlediği halk oyunları şenliklerine katılan ekiplerin müziklerini notaya aktarıp bir arşiv oluşturma projesini üstlendi. Beş yıl boyunca büyük bir emekle bu arşivi hazırladı. Ancak tam kitap basılacakken, Dünya gazetesinde yazar Bedii Faik'in "İş adamlarımız uyuyor mu?" başlığıyla başlattığı siyasi kampanya ve yeni Demirel hükümetinin baskısı sonucu beş yıllık emeği gasp edildi. Kitap, Sadi Yaver Ataman adıyla yayımlanarak entelektüel emeğe yönelik büyük bir saygısızlık örneği sergilendi. Ruhi Su, bu büyük haksızlığa karşı açtığı davayı kazandıysa da kitabın kendi adıyla basılması ancak ölümünden sonra Kültür Bakanlığı'nın katkılarıyla gerçekleşebildi.

• 4.4. Bir Ekolün Doğuşu: Dostlar Korosu: Ruhi Su'nun koro çalışmalarına olan tutkusu 1936'daki ilk denemesinden DTCF ve hapishane korolarına kadar uzanıyordu. Bu tutkusunu 1975'te Dostlar Tiyatrosu bünyesinde kurduğu "Dostlar Korosu" ile zirveye taşıdı. Bu girişim, Türkiye'deki amatör koroculuk geleneği üzerinde kurucu bir rol oynamıştır. Sümeyra Çakır gibi önemli isimleri de barındıran bu koro, çoksesli türkü çalışmalarının ilk ve en önemli örneklerini verdi. Koro, 12 Eylül öncesi dönemde, ortak bir sanat etrafında bir araya gelen insanlar için bir kolektif dayanışma alanı yarattı. Koro ile El Kapıları ve Sabahın Sahibi Var gibi albümlere imza attılar. Ancak bu verimli dönem, 12 Eylül 1980 darbesinin baskıcı yönetimi altında çalışmalara ara vermek zorunda kalmalarıyla son buldu.

Tüm engellemelere ve haksızlıklara rağmen sanatsal üretimine ve mücadelesine ara vermeyen Ruhi Su, Dostlar Korosu ile Türkiye müzik tarihinde yeni bir çığır açarak mirasını gelecek nesillere aktaracak bir ekolün temellerini attı.

5. Sanatsal Felsefesi ve "Düşünülmüş Yorum" Yaklaşımı

Ruhi Su'nun sanatının teorik altyapısı, onu Türk halk müziği geleneği içinde neden apayrı bir yere koyduğumuzu açıklar. O, yalnızca bir icracı değil, aynı zamanda türküleri Batı müziği form bilgisiyle analiz eden, yeniden yapılandıran ve bu sayede onlara yeni bir anlatım gücü katan bir "kompozitör-yorumcu" kimliğine sahipti. Bu entelektüel yaklaşım, onun sanatını basit bir tekrarın ötesine taşıyarak kalıcı kılmıştır.

• 5.1. Doğu-Batı Sentezi: "Arioso alla turca": Ruhi Su'nun sanatsal yaklaşımı, araştırmacı İsmet Karadeniz tarafından "Arioso alla turca" (türkü stilinde dramatik söyleyiş) olarak teorize edilmiştir. Bu yaklaşımın temelini, Ruhi Su'nun şu sözleri özetler:

"Halk şarkılarımızı, bir saz şairinin yayık ve disiplinsiz sesiyle değil, fakat bir şehirli muganninin ağzıyla da değil; halk şarkılarımızı, Garp tekniği içinde halk gibi, fakat halktan ayrı olarak söylemeliyiz."

Bu felsefe, Batı'dan aldığı şan tekniğinin gücünü ve disiplinini, Anadolu'nun "yayık" ve doğal ses tınısıyla birleştirerek özgün bir vokal estetiği yaratma amacını taşır.

• 5.2. Yorumdan Kompozisyona: Form Bilinci: Ruhi Su, türküleri analiz ederken onları "lied", "arya" veya "resitatif" gibi klasik Batı müziği formlarıyla ilişkilendirirdi. Onun temel ilkesi şuydu:

"Bir türkünün ne söylediğine bakmak o türkünün nasıl söyleneceğini çözümleyebilir."

Bu felsefe, "Mahsus Mahal" veya "Hasan Dağı" gibi, bizzat yaşadığı trajedilerden doğan eserlerinin sadece anlık duygusal patlamalar değil, aynı zamanda yaşanmışlığın bilinçli bir sanatsal forma döküldüğü "düşünülmüş yorumlar" olduğunun altını çizer. Bağlamayı sadece bir eşlik enstrümanı olarak değil, esere "prelüd" gibi giriş bölümleri ekleyerek ona form kazandıran bir araç olarak kullanırdı. Bu devrimci bir yaklaşımdı; çünkü bir halk türküsünü, Batı müziği form bilinciyle ele alarak onu geleneksel bir ezgi olmaktan çıkarıp, bestelenmiş ve yapılandırılmış bir sanat eseri statüsüne yükseltiyordu. "Erzurum Dağları" ve "Göç" türkülerinin farklı yıllardaki kayıtları arasındaki yapısal benzerlikler, bu yaklaşımının tesadüfi olmadığını kanıtlar.

• 5.3. Sanat ve Entelektüel Faaliyet: Ruhi Su, "yorum ve üslûbun sadece sanat müziğine has olduğu" yönündeki elitist anlayışa şiddetle karşı çıkardı. Kendi ifadeleriyle, bu düşüncenin "bir kuruntudan ve bir kendini beğenmişlikten geldiğini" savunurdu. Ona göre türkü söylemek de, tıpkı bir opera aryası veya bir lied yorumlamak gibi, derin bir analiz ve bilgi birikimi gerektiren entelektüel bir faaliyetti. Bu duruşuyla, halk müziğine akademik ve sanatsal çevrelerde hak ettiği itibarı iade etmek için öncü bir rol oynamıştır.

Onun bu entelektüel ve yenilikçi yaklaşımı, türküye bakışı kökten değiştirmiş, kendisinden sonra gelen kuşakları derinden etkilemiş ve mirasının en önemli parçasını oluşturmuştur.

6. Son Perde: Hastalık, Pasaport Mücadelesi ve Ölümsüz Miras (1980-1985)

Ruhi Su'nun yaşamının son perdesi, hayatı boyunca mücadele ettiği sistemin ona son anlarında bile rahat vermediği bir direniş öyküsüdür. Hastalığıyla boğuşurken en temel insan hakkı olan tedavi özgürlüğü için mücadele etmiştir. Cenazesi, baskı rejimine karşı halkın sessiz çığlığı olmuştur.

• 6.1. Pasaport Engeli ve Uluslararası Dayanışma: 12 Eylül darbesi sonrası yakalandığı prostat kanserinin tedavisi için yurtdışına çıkma talebi, hiçbir gerekçe gösterilmeksizin reddedildi. Bu insanlık dışı engele karşı hem Türkiye'de hem de dünyada büyük bir dayanışma başladı. Heinrich Böll, Günter Grass, Wolf Bierman gibi dünyaca ünlü Alman sanatçılar Kültür Bakanlığı'na mektup yazarak Ruhi Su'ya pasaport verilmesini talep etti. Türkiye'deki aydınların da seferber olmasıyla yaratılan kamuoyu baskısı sonucunda, hükümet geri adım atmak zorunda kaldı. Ancak "tedavi" amaçlı ve "yalnız bir defaya mahsus olmak üzere" verilen pasaport izni çıktığında artık çok geçti.

• 6.2. Veda ve Bir Kitle Gösterisine Dönüşen Cenaze: Ruhi Su, 20 Eylül 1985 tarihinde Cerrahpaşa Onkoloji Kliniği'nde hayata veda etti. 22 Eylül 1985'te düzenlenen cenaze töreni, binlerce kişinin katılımıyla 12 Eylül rejiminin ilk büyük kitle gösterisine dönüştü. Ancak bu olay, basit bir protestodan daha fazlasıydı; yaşamı boyunca sesini kısmaya çalışan devletin, onun ölümünden sonra binlerce kişinin sesinde yeniden doğan mirası karşısındaki çaresizliğinin ve ironinin bir yansımasıydı. Bu cenaze, Ruhi Su'nun susturulduğunu zannedenlerin, onun aslında binlerce seste ölümsüzleştiği gerçeğiyle yüzleşmesiydi. Cenazeden sonra 163 kişinin gözaltına alınması, rejimin onun ölüsünden bile duyduğu korkuyu bir kez daha tescilledi.

• 6.3. Miras: Işık Olan Bir Duruş: Ruhi Su'dan geriye, yalnızca ölümsüz türküleri değil, aynı zamanda onurlu bir yaşamın manifestosu kaldı. O, "ana sütü gibi saf, dibi görünen denizler gibi temiz, türküler gibi; yalansız dolansız, onurlu, inançlı, ödünsüz kişiliği, yalın ve tok duruşuyla bize ışıktır." Ölümünden sonra, adını yaşatmak için yeniden bir araya gelen Dostlar Korosu, "Ruhi Su Dostlar Korosu" adıyla çalışmalarına devam etti. Bu koro, Türkiye'deki amatör koroculuk geleneğinin en önemli temsilcilerinden biri olarak onun sanatsal mirasını bugün de yaşatmaktadır.

Sonuç: Zamanı Aşan Bir Ses

Ruhi Su, sadece bir müzisyen değil, aynı zamanda zor zamanlarda yol gösteren ahlaki ve sanatsal bir pusulaydı. O, Anadolu'nun kadim topraklarından yükselen halkın sesini, evrensel bir sanat diline dönüştürmeyi başardı. Hayatı boyunca karşılaştığı siyasi baskılara, haksızlıklara ve dışlanmalara rağmen en güçlü silahı olan sanatıyla mücadele etti. Opera tekniği ile halk müziğini birleştirdiği özgün üslubu, türkülere getirdiği entelektüel derinlik ve en önemlisi, inandığı değerlerden asla taviz vermeyen onurlu duruşuyla Türkiye'nin kültürel belleğinde silinmez bir yer edindi. Ruhi Su'nun sesi, bugün hala yankılanmaya devam eden, zamanı ve sınırları aşan bir sestir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.

[MAR] YOUTUBE KANALI

LİDER

Karl Marx - Kapital

Kısa Sovyet Film ve Belgeseller [Türkçe]