MAR
Ruhi Su, Türkiye'nin müzik
tarihinde yalnızca gür ve tok sesiyle Anadolu türkülerine yeni bir soluk
getiren bir halk müziği sanatçısı değil, aynı zamanda Cumhuriyet'in çalkantılı
siyasi ve kültürel ikliminde sanatsal duruşu ve ödünsüz kişiliğiyle iz bırakmış
bir aydın figürüdür. Onun sanatı, Devlet Operası'nda edindiği Batılı şan
tekniğinin disiplinini, Anadolu türkülerinin yalın ve derin ruhuyla birleştiren
özgün bir sentezin ürünüdür. Bu biyografi, savaşın ortasında kimsesiz bir çocuk
olarak başladığı hayat yolculuğunun, onu opera sahnesinden zindanlara, oradan
da halkın gönlünde ölümsüz bir mirasa taşıyan sanatsal yaratıcılığını ve “halkı
uyandırma” konusunda verdiği ödünsüz mücadeleyi derinlemesine incelemektedir.
Yaşam öyküsü, mücadelesinin ve sanatının eşsiz sentezinin nasıl ilmek ilmek
dokunduğunun da bir anlatısıdır.
1. Kökler ve Filizlenme: Bir
Yetimin Sanatçıya Dönüşümü (1912-1936)
Ruhi Su'nun yaşamının bu ilk
evresi, onun karakterini ve sanatını şekillendiren temel olayların bir
mozaiğidir. Savaşın ve yoksulluğun getirdiği zorluklar, yengesinden gördüğü
şiddet ve öksüzler yurdunda geçen yıllar, onun hem hayata karşı direncini bileyen
hem de müziğe olan sarsılmaz bağlılığını perçinleyen bir zemin hazırlamıştır.
Bu dönem, hayata tutunma mücadelesinin ve sanata olan adanmışlığının en saf
kanıtıdır.
• 1.1. Savaşın Ortasında
Bir Başlangıç: Ruhi Su, 1912 yılında Van'da Mehmet adıyla dünyaya
geldi. Annesini ve babasını hiç tanımadı; kendi ifadesiyle o, "Birinci
Dünya Savaşı'nın ortada bıraktığı çocuklardan biriydi". Savaşın kaosu
içinde Van'dan Adana'ya getirildiğinde henüz çok küçüktü ve çocuğu olmayan
yoksul bir ailenin yanına verildi. Bu aileyi amcası ve yengesi olarak bildi.
Adana'nın I. Dünya Savaşı sonrası işgali sırasında halkın Toros Dağları'na
sığındığı ve tarihe "kaç-kaç yılları" olarak geçen göçü yaşadı. Onun
türkülerle olan derin bağı, bu canlı tarihsel deneyimin bir ürünü olarak pek
çok Adana türküsünü bu dönemde öğrenmesiyle kök saldı.
• 1.2. Müzikle İlk Temas
ve Dar-ül Eytam Yılları: Hayatının ilk yıllarında çobanlık yapan
Mehmet'in en büyük yoldaşı söylediği türkülerdi. Ancak yengesinden gördüğü
şiddet, hayatında bir dönüm noktası yarattı ve o dönemki adıyla Dar-ül Eytam'a,
yani Öksüzler Yurdu'na verildi. Yurt yılları, onun için bir yeniden doğuş oldu.
O günleri, "Oyun denen bir şeyin var olduğunu o zaman öğrendim, içim içime
sığmıyordu, şaşkındım," sözleriyle anlatır. Bu, onun sosyal ve duygusal
dünyasının kapılarını aralayan ilk deneyimdi.
• 1.3. Kemanla Gelen
Dönüşüm ve Askeri Okul Engeli: Müziğe olan yeteneği, yurttaki müzik
öğretmeni Mehmet Tahir tarafından keşfedildi. Öğretmeninin yurda bir keman
aldırmasıyla 10 yaşında keman çalmaya başlayan Mehmet, böylece klasik müziğe
ilk adımını attı. Onun müzik yolculuğu, fedakârlık ve engellerle dolu bir
patikada ilerleyecekti:
1. 1925'te
Ankara'da kurulan Müzik Öğretmen Okulu'nun sınavını kazandı. Ancak okul
müdürünün ricasıyla, kendisinden bir sınıf büyük olan ve açıkta kalma riski
taşıyan arkadaşı Şaban'ın yerine kaydedilmesini kabul etti. Bu, onun genç
yaştaki fedakarlığının bir göstergesiydi.
2. Bir
sonraki yıl sınavı tekrar kazandı fakat bu kez öksüz yurdu öğrencilerinin
askeri okullara gönderilmesi zorunluluğu getirildi. Müzik hayallerine rağmen
İstanbul Halıcıoğlu Askeri Lisesi'ne gitmek zorunda kaldı.
3. Askeri
lisede, isminden dolayı küçümsenmemek için adını "Mehmet Ruhi" olarak
değiştirdi.
4. Bir
gün okul komutanının, "Bu ne rezalet?" diyerek kemanını ayaklarının
altında kırması, hayatının en travmatik anılarından biri oldu. Ancak bu olay,
onun müziğe olan tutkusunu söndürmek yerine daha da alevlendirdi.
• 1.4. Müzik Uğruna Bir
Kaçış ve Kararlılık: Aklı fikri Müzik Öğretmen Okulu'nda olan Mehmet
Ruhi, askeri okuldan kaçarak Ankara'ya gitti. Ancak yetkililer onu okuluna geri
gönderdi. Bu deneyimden yılmayan Ruhi, müziğe ulaşmak için daha kararlı bir yol
buldu. Sağlık kontrolü sırasında bir doktora durumunu anlatarak kendisine
"iltihabı yüzünden mektebe devam edemez" raporu vermesi için
yalvardı. Bu rapor, onun müzik tutkusunun bir simgesiydi.
• 1.5. Ankara'ya Uzanan
Yol ve İlk Evlilik: Askeri okuldan ilişiği kesilince Adana'ya döndü.
Burada, sinemada sessiz filmlere müzik yapan orkestradaki Avusturyalı Ervix'ten
aldığı derslerle Klasik Batı Müziği ile derinlemesine tanıştı. Adana Öğretmen
Okulu'ndayken evlendi ve Güngör adında bir oğlu oldu. Hayatının akışını
değiştiren fırsat, eşinin tayininin Ankara'ya çıkmasıyla geldi. Ankara Müzik
Öğretmen Okulu'nun sınavına girdiğinde, jürinin "Bir konçerto çal"
demesiyle hayatında ilk kez "konçerto" kelimesini duydu. Bu anekdot,
onun o dönemdeki bilgi eksikliğine rağmen sahip olduğu azmi ve öğrenme
tutkusunu gözler önüne serer. Sınavı başarıyla geçti ve okula başladı. O yıl,
tek hece olduğu için "Su" soyadını alarak adı Mehmet Ruhi Su oldu.
Bu zorluklarla dolu erken dönem,
Ruhi Su'nun hem sanatsal kimliğinin hem de toplumsal duyarlılığının temellerini
atmış, onu opera sahnesine taşıyarak sanatının en belirgin özelliğini yaratacak
olan sentez sürecini başlatmıştır.
2. İki Dünyanın Sentezi: Opera
Sahnesinden Halk Türkülerine (1936-1952)
Bu dönem, Ruhi Su'nun sanatının
en karakteristik özelliği olan Doğu ve Batı müzik gelenekleri arasında kurduğu
köprünün en net görüldüğü yıllardır. Devlet Operası'nda bir basbariton olarak
sergilediği teknik ustalığı, Anadolu türkülerinin ruhuyla birleştirerek Türkiye
müzik tarihinde eşi benzeri olmayan bir janr inşa etmiştir. Opera sanatçılığını
ve türkü yorumculuğunu bir arada yürütmesi, onun sanatsal vizyonunun merkezinde
yer alan bu sentez arayışının bir yansımasıdır.
• 2.1. Devlet Operası'nda
Bir Basbariton: 1936 yılında Devlet Konservatuvarı'nda opera sanatçısı
olarak kariyerine başlayan Ruhi Su, hocalarının tavsiyesiyle ses tellerine
zarar vermemek için kemanı bırakmak zorunda kaldı. 1952 yılına kadar Devlet
Operası sahnesinde Bastien Bastienne, Madam
Butterfly, Fidelio, Figaro’nun
Düğünü, Rigoletto ve Aşk İksiri gibi birçok önemli eserde
rol aldı. Bu yıllar, onun vokal tekniğini zirveye taşıdığı ve basbariton
sesinin tüm tınılarını ustalıkla kullandığı bir dönem oldu. Ancak bu parlak
kariyer, "Konsolos" operasının provası sırasında siyasi nedenlerle
gözaltına alınmasıyla dramatik bir şekilde noktalandı.
• 2.2. Radyo Yılları ve
"Basbariton Ruhi Su Türküler Söylüyor": Opera kariyerine
rağmen türkü söylemekten asla vazgeçmedi. Konservatuvardaki hocalarından
Markovich, onun türkü yorumundan o kadar etkilendi ki, dönemin Radyo Müdürü
Vedat Nedim Tör'e kendisinden övgüyle bahsetti. Bu tavsiye, 1942-1945 yılları
arasında pazar günleri yayınlanan ve büyük ilgi gören "Basbariton Ruhi Su
Türküler Söylüyor" programının doğmasını sağladı. Bu program, Ruhi Su'nun
adını opera çevrelerinin dışına taşıyarak onu geniş halk kitleleriyle
buluşturdu ve tanınırlığını artırdı.
• 2.3. Alevi Nefesleri ve
Siyasi Yankıları: Ruhi Su, Alevi deyişlerini ve nefeslerini radyoda
seslendirerek geniş kitlelere duyuran ilk sanatçı olma özelliğini taşır. Bu,
yalnızca bir repertuvar tercihi değil, 1940'lar Türkiye'sinde resmi kültür
politikalarının dışında bırakılan bir geleneği kamusal alana taşıyan cesur ve
radikal bir eylemdi. O, bu eserlerde halkların yüzyıllar süren başkaldırı
mücadelesinin izlerini görüyordu. Pir Sultan Abdal'dan "Gelin Canlar Bir
Olalım" ve Muhyi'den "Zahit Bizi Tan Eyleme" gibi eserleri
yorumlaması, dönemin siyasi atmosferinde "komünizm propagandası
yapıyor" suçlamalarına neden oldu. Bu suçlamalar sonucunda, Ankara Radyosu
Müzik Yayınları Şefi Mesut Cemil tarafından radyodaki işine son verildi. Bu
olay, sanat ve siyasetin onun hayatında ne kadar iç içe geçtiğinin ve aydın
duruşunun ne kadar erken şekillendiğinin ilk büyük göstergesiydi.
Bu sanatsal zirve dönemi, opera
sahnesindeki kariyerinin siyasi bir müdahaleyle aniden kesilmesiyle son bulmuş
ve onu hayatının en zorlu sınavını vereceği zindanlara doğru sürüklemiştir.
3. Zindandaki Ses: Siyasi
Baskı ve Mahpusluk Yılları (1952-1958)
Ruhi Su'nun hayatındaki bu dönem,
en karanlık ve aynı zamanda sanatsal olarak en üretken evrelerden birini
oluşturur. Siyasi baskı, işkence ve hapislik, onun sesini ve sanatını susturmak
yerine, direncini daha da bilemiş ve "Mahsus Mahal" gibi başyapıtların
doğumuna zemin hazırlamıştır. Zindan duvarları arasında geçen yıllar, onun
müziğine acının, hasretin ve umudun en derin tonlarını katmıştır.
• 3.1. Sıdıka Umut ile
Tanışma ve TKP Tevkifatı: Ankara Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi'nde
kurduğu koroda, hayat arkadaşı ve yoldaşı olacak Sıdıka Umut ile tanıştı. Ortak
dünya görüşleri ve türkülere olan sevgileri onları bir araya getirdi. Her
ikisinin de Türkiye Komünist Partisi (TKP) ile ilişkisi vardı. İlişkileri
derinleşirken, 1952'deki geniş kapsamlı TKP tevkifatı başladı. 11 Kasım 1952'de
önce Sıdıka Umut, ardından Ruhi Su gözaltına alındı. Ruhi Su, Opera Binası'nda
eşyalarını toplarken kendisini gören Mahir Canova'nın telefona sarılmasının
ardından yakalanması üzerine, ihbar edilmiş olabileceğini düşünmüştür.
• 3.2. Sansaryan Han ve
"Tabutluk" Gerçeği: Gözaltına alındıktan sonra İstanbul'daki
Sansaryan Han'a götürülen Ruhi Su, burada ağır işkenceler gördü. İnsanın ancak
ayakta durabildiği, çömelemediği daracık hücreler olan
"tabutluk"larda tutuldu. Beş ay sonra, bir doktor muayenesi için
tabutlukların önüne getirilen Sıdıka'nın mırıldanarak konuşan sesini kendi
hücresinden duydu. O an, sevdiği kadının da aynı işkencehanede ve hasta
olduğunu anlamanın çaresizliğini yaşadı. Bu trajik an, onun en bilinen
eserlerinden "Mahsus Mahal" türküsünün doğuşuna ilham verdi. O anki
acısı ilk dörtlüğe şöyle kazındı:
Mahsus Mahal derler, kaldım
zindanda
Kalırım kalırım, dostlar
yandadır
İki elleri kızıl kandadır
kanda
Ölürüm ölürüm kardeş, aklım
sendedir
• 3.3. Harbiye Cezaevi:
Paspastan Bağlama ve Evlilik: Sansaryan Han'dan sonra getirildikleri
Harbiye Cezaevi'nde birbirlerini ilk kez görebildiler. Ruhi Su, gördüğü
işkenceden tanınmaz haldeydi. Görüşmelerini resmileştirmek için nişanlandılar
ve daha sonra Behice Boran'ın şahitliğinde cezaevinde evlendiler. Hapishane
hayatı, direniş ve yaratıcılıkla geçti:
Hayatta Kalma ve İletişim
Yöntemleri |
Sanatsal Üretim ve Direniş |
Su oluklarına
saklanan mektuplar |
Paspastan yapılmış
bir sazla türkü söylemek |
Işık ve vücut
hareketleriyle haberleşme |
Mahkumlar arasında
bir koro kurmak |
Türkülerle
birbirlerine seslenmeleri |
Her gün ses
egzersizleri yapmak |
Birbirleri için
yaptıkları el işleri (boncuk çanta, nakış vb.) |
Yeni türküler
bestelemek ("Bu Nasıl İstanbul Zindan İçinde", "Hasan
Dağı") |
• 3.4. Mahkûmiyet ve
Sürgün: Yargılama sonucunda Ruhi Su ve Sıdıka Su, beşer yıl hapse mahkûm
edildiler. Sıdıka Su Sultanahmet Cezaevi'ne, Ruhi Su ise Adana Cezaevi'ne
gönderildi. İstanbul'dan Adana'ya mahkumlarla birlikte götürülürken
bileklerinden zincire vurulmuştu. Bu zorlu yolculuk, "Hasan Dağı"
türküsüne ilham kaynağı oldu. Hapishane, onun sanatsal üretiminin zirveye
ulaştığı bir dönem oldu; Nâzım Hikmet'in Kuvayi Milliye Destanı ve Şeyh
Bedrettin Destanı gibi başyapıtlarını bestelemeye dair ilk çalışmalarını
bu yıllarda başlattı. Bu, onun mücadelesinin anlık bestelerle değil, büyük ve
kapsamlı projelerle de sürdüğünün kanıtıydı.
Hapishane duvarları, Ruhi Su'nun
sesini boğmak yerine onu damıtmış; acıyı, isyanı ve umudu sanatının ham maddesi
haline getirerek, özgürlüğe kavuştuğunda halkın vicdanını daha da gür bir
tınıyla seslendirecek bir sanatçı yaratmıştır.
4. Yeniden İnşa Edilen Bir
Hayat: Özgürlük Sonrası Mücadele ve Başarılar (1958-1980)
Ruhi Su'nun özgürlüğüne kavuştuğu
bu dönem, toplumsal dışlanma ve ekonomik zorluklarla dolu bir mücadeleyle
başladı. Ancak tüm engellere rağmen sanatını yeniden inşa etme kararlılığı,
onun direncini ve sanata olan adanmışlığını en net şekilde gözler önüne serdi.
Siyasi kimliği nedeniyle dışlandığı sanat camiasına, halkın içinden yükselen
bir ses olarak geri döndü ve Türkiye'nin kültürel hayatında silinmez izler
bıraktı.
• 4.1. Özgürlük ve
Yalnızlık: Haziran 1958'de tahliye olduktan sonra önce sürgün yeri
olan Çumra'ya, ardından Ankara'ya döndü. Ancak başkentte onu soğuk bir
karşılama bekliyordu. Opera'daki eski arkadaşları selam vermekten kaçınıyor,
bir zamanlar sahneyi paylaştığı Cüneyt Gökçer gibi isimlerin mesafeli tavırları
onu derinden yaralıyordu. Bu sosyal tecrite rağmen, ailesiyle birlikte
Etimesgut'ta elektriği ve suyu olmayan bir işçi lojmanında mütevazı ama özgür
bir hayat kurdu.
• 4.2. Sanata Yeniden
Tutunma: Geçimini sağlamak için bir nakliye şirketinde eşya taşırken,
yönetmen Atıf Yılmaz'dan gelen teklif hayatında bir dönüm noktası oldu.
Yılmaz'ın çekeceği "Karacaoğlan'ın Kara Sevdası" filminin müziklerini
yapması istendi. Bu proje için derlediği ve kurduğu koroyla seslendirdiği
türküler, yürüyüşünü yeniden canlandırdı. Filmin başarısı, onu İstanbul'a
taşıdı ve 1960'tan itibaren gazino sahnelerinde türkülerini söylemeye başladı.
• 4.3. Yapı Kredi Bankası
ve Emeğin Gasp Edilmesi: Yapı Kredi Bankası'nın kurucusu Kazım
Taşkent'in teklifiyle, bankanın düzenlediği halk oyunları şenliklerine katılan
ekiplerin müziklerini notaya aktarıp bir arşiv oluşturma projesini üstlendi.
Beş yıl boyunca büyük bir emekle bu arşivi hazırladı. Ancak tam kitap
basılacakken, Dünya gazetesinde yazar Bedii Faik'in "İş adamlarımız
uyuyor mu?" başlığıyla başlattığı siyasi kampanya ve yeni Demirel hükümetinin
baskısı sonucu beş yıllık emeği gasp edildi. Kitap, Sadi Yaver Ataman adıyla
yayımlanarak entelektüel emeğe yönelik büyük bir saygısızlık örneği sergilendi.
Ruhi Su, bu büyük haksızlığa karşı açtığı davayı kazandıysa da kitabın kendi
adıyla basılması ancak ölümünden sonra Kültür Bakanlığı'nın katkılarıyla
gerçekleşebildi.
• 4.4. Bir Ekolün Doğuşu:
Dostlar Korosu: Ruhi Su'nun koro çalışmalarına olan tutkusu 1936'daki
ilk denemesinden DTCF ve hapishane korolarına kadar uzanıyordu. Bu tutkusunu
1975'te Dostlar Tiyatrosu bünyesinde kurduğu "Dostlar Korosu" ile
zirveye taşıdı. Bu girişim, Türkiye'deki amatör koroculuk geleneği üzerinde
kurucu bir rol oynamıştır. Sümeyra Çakır gibi önemli isimleri de barındıran bu
koro, çoksesli türkü çalışmalarının ilk ve en önemli örneklerini verdi. Koro,
12 Eylül öncesi dönemde, ortak bir sanat etrafında bir araya gelen insanlar
için bir kolektif dayanışma alanı yarattı. Koro ile El
Kapıları ve Sabahın Sahibi Var gibi albümlere imza attılar.
Ancak bu verimli dönem, 12 Eylül 1980 darbesinin baskıcı yönetimi altında
çalışmalara ara vermek zorunda kalmalarıyla son buldu.
Tüm engellemelere ve
haksızlıklara rağmen sanatsal üretimine ve mücadelesine ara vermeyen Ruhi Su,
Dostlar Korosu ile Türkiye müzik tarihinde yeni bir çığır açarak mirasını
gelecek nesillere aktaracak bir ekolün temellerini attı.
5. Sanatsal Felsefesi ve
"Düşünülmüş Yorum" Yaklaşımı
Ruhi Su'nun sanatının teorik
altyapısı, onu Türk halk müziği geleneği içinde neden apayrı bir yere
koyduğumuzu açıklar. O, yalnızca bir icracı değil, aynı zamanda türküleri Batı
müziği form bilgisiyle analiz eden, yeniden yapılandıran ve bu sayede onlara
yeni bir anlatım gücü katan bir "kompozitör-yorumcu" kimliğine
sahipti. Bu entelektüel yaklaşım, onun sanatını basit bir tekrarın ötesine
taşıyarak kalıcı kılmıştır.
• 5.1. Doğu-Batı Sentezi:
"Arioso alla turca": Ruhi Su'nun sanatsal yaklaşımı,
araştırmacı İsmet Karadeniz tarafından "Arioso alla turca" (türkü
stilinde dramatik söyleyiş) olarak teorize edilmiştir. Bu yaklaşımın temelini,
Ruhi Su'nun şu sözleri özetler:
"Halk şarkılarımızı, bir
saz şairinin yayık ve disiplinsiz sesiyle değil, fakat bir şehirli muganninin
ağzıyla da değil; halk şarkılarımızı, Garp tekniği içinde halk gibi, fakat
halktan ayrı olarak söylemeliyiz."
Bu felsefe, Batı'dan aldığı şan
tekniğinin gücünü ve disiplinini, Anadolu'nun "yayık" ve doğal ses
tınısıyla birleştirerek özgün bir vokal estetiği yaratma amacını taşır.
• 5.2. Yorumdan
Kompozisyona: Form Bilinci: Ruhi Su, türküleri analiz ederken onları
"lied", "arya" veya "resitatif" gibi klasik Batı
müziği formlarıyla ilişkilendirirdi. Onun temel ilkesi şuydu:
"Bir türkünün ne
söylediğine bakmak o türkünün nasıl söyleneceğini çözümleyebilir."
Bu felsefe, "Mahsus
Mahal" veya "Hasan Dağı" gibi, bizzat yaşadığı trajedilerden
doğan eserlerinin sadece anlık duygusal patlamalar değil, aynı zamanda
yaşanmışlığın bilinçli bir sanatsal forma döküldüğü "düşünülmüş yorumlar"
olduğunun altını çizer. Bağlamayı sadece bir eşlik enstrümanı olarak değil,
esere "prelüd" gibi giriş bölümleri ekleyerek ona form kazandıran bir
araç olarak kullanırdı. Bu devrimci bir yaklaşımdı; çünkü bir halk türküsünü,
Batı müziği form bilinciyle ele alarak onu geleneksel bir ezgi olmaktan
çıkarıp, bestelenmiş ve yapılandırılmış bir sanat eseri statüsüne
yükseltiyordu. "Erzurum Dağları" ve "Göç" türkülerinin
farklı yıllardaki kayıtları arasındaki yapısal benzerlikler, bu yaklaşımının
tesadüfi olmadığını kanıtlar.
• 5.3. Sanat ve
Entelektüel Faaliyet: Ruhi Su, "yorum ve üslûbun sadece sanat
müziğine has olduğu" yönündeki elitist anlayışa şiddetle karşı çıkardı.
Kendi ifadeleriyle, bu düşüncenin "bir kuruntudan ve bir kendini
beğenmişlikten geldiğini" savunurdu. Ona göre türkü söylemek de, tıpkı bir
opera aryası veya bir lied yorumlamak gibi, derin bir analiz ve bilgi birikimi
gerektiren entelektüel bir faaliyetti. Bu duruşuyla, halk müziğine akademik ve
sanatsal çevrelerde hak ettiği itibarı iade etmek için öncü bir rol oynamıştır.
Onun bu entelektüel ve yenilikçi
yaklaşımı, türküye bakışı kökten değiştirmiş, kendisinden sonra gelen kuşakları
derinden etkilemiş ve mirasının en önemli parçasını oluşturmuştur.
6. Son Perde: Hastalık,
Pasaport Mücadelesi ve Ölümsüz Miras (1980-1985)
Ruhi Su'nun yaşamının son
perdesi, hayatı boyunca mücadele ettiği sistemin ona son anlarında bile rahat
vermediği bir direniş öyküsüdür. Hastalığıyla boğuşurken en temel insan hakkı
olan tedavi özgürlüğü için mücadele etmiştir. Cenazesi, baskı rejimine karşı
halkın sessiz çığlığı olmuştur.
• 6.1. Pasaport Engeli ve
Uluslararası Dayanışma: 12 Eylül darbesi sonrası yakalandığı prostat
kanserinin tedavisi için yurtdışına çıkma talebi, hiçbir gerekçe
gösterilmeksizin reddedildi. Bu insanlık dışı engele karşı hem Türkiye'de hem
de dünyada büyük bir dayanışma başladı. Heinrich Böll, Günter Grass, Wolf
Bierman gibi dünyaca ünlü Alman sanatçılar Kültür Bakanlığı'na mektup yazarak
Ruhi Su'ya pasaport verilmesini talep etti. Türkiye'deki aydınların da seferber
olmasıyla yaratılan kamuoyu baskısı sonucunda, hükümet geri adım atmak zorunda
kaldı. Ancak "tedavi" amaçlı ve "yalnız bir defaya mahsus olmak
üzere" verilen pasaport izni çıktığında artık çok geçti.
• 6.2. Veda ve Bir Kitle Gösterisine
Dönüşen Cenaze: Ruhi Su, 20 Eylül 1985 tarihinde Cerrahpaşa Onkoloji
Kliniği'nde hayata veda etti. 22 Eylül 1985'te düzenlenen cenaze töreni,
binlerce kişinin katılımıyla 12 Eylül rejiminin ilk büyük kitle gösterisine
dönüştü. Ancak bu olay, basit bir protestodan daha fazlasıydı; yaşamı boyunca
sesini kısmaya çalışan devletin, onun ölümünden sonra binlerce kişinin sesinde
yeniden doğan mirası karşısındaki çaresizliğinin ve ironinin bir yansımasıydı.
Bu cenaze, Ruhi Su'nun susturulduğunu zannedenlerin, onun aslında binlerce
seste ölümsüzleştiği gerçeğiyle yüzleşmesiydi. Cenazeden sonra 163 kişinin
gözaltına alınması, rejimin onun ölüsünden bile duyduğu korkuyu bir kez daha
tescilledi.
• 6.3. Miras: Işık Olan
Bir Duruş: Ruhi Su'dan geriye, yalnızca ölümsüz türküleri değil, aynı
zamanda onurlu bir yaşamın manifestosu kaldı. O, "ana sütü gibi saf, dibi
görünen denizler gibi temiz, türküler gibi; yalansız dolansız, onurlu, inançlı,
ödünsüz kişiliği, yalın ve tok duruşuyla bize ışıktır." Ölümünden sonra,
adını yaşatmak için yeniden bir araya gelen Dostlar Korosu, "Ruhi Su
Dostlar Korosu" adıyla çalışmalarına devam etti. Bu koro, Türkiye'deki
amatör koroculuk geleneğinin en önemli temsilcilerinden biri olarak onun
sanatsal mirasını bugün de yaşatmaktadır.
Sonuç: Zamanı Aşan Bir Ses
Ruhi Su, sadece bir müzisyen
değil, aynı zamanda zor zamanlarda yol gösteren ahlaki ve sanatsal bir
pusulaydı. O, Anadolu'nun kadim topraklarından yükselen halkın sesini, evrensel
bir sanat diline dönüştürmeyi başardı. Hayatı boyunca karşılaştığı siyasi baskılara,
haksızlıklara ve dışlanmalara rağmen en güçlü silahı olan sanatıyla mücadele
etti. Opera tekniği ile halk müziğini birleştirdiği özgün üslubu, türkülere
getirdiği entelektüel derinlik ve en önemlisi, inandığı değerlerden asla taviz
vermeyen onurlu duruşuyla Türkiye'nin kültürel belleğinde silinmez bir yer
edindi. Ruhi Su'nun sesi, bugün hala yankılanmaya devam eden, zamanı ve
sınırları aşan bir sestir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.