Mahmut Boyuneğmez
“Genel
olarak söylersek, devrimci bir durumun belirtileri nelerdir? Üç büyük belirtiyi
gösterirken kesinlikle hata yapmamış oluruz: 1) Egemen sınıflar için hiçbir
değişiklik olmaksızın kendi egemenliklerini korumalarının olanaksız olduğu
zaman; şu ya da bu biçimde ‘üstteki sınıflar’ arasında bir kriz, egemen sınıfın
siyasetinde, ezilen sınıfların hoşnutsuzluk ve öfkelerinin had safhaya
ulaşmasıyla ortaya çıkan bir çatlağa yol açan bir kriz olduğu zaman. Devrimin
olması için, genellikle ‘alttaki sınıfların’ eskisi gibi yaşamak istememesi
yeterli değildir; aynı zamanda ‘üstteki sınıfların’ eskisi gibi ‘yaşayamaması’
da gerekir. 2) Ezilen sınıfların sıkıntılarının ve gereksinimlerinin her
zamankinden çok daha fazla ağırlaştığı zaman. 3) Yukardaki nedenlerin bir
sonucu olarak, ‘barış zamanı’nda soyulmalarına şikâyet etmeden izin veren, ama
çalkantılı dönemlerde hem bunalımın koşulları tarafından hem de ‘üstteki
sınıflar’ın kendileri tarafından bağımsız tarihsel eyleme itilen
kitlelerin faaliyetinde oldukça büyük artış olduğu zaman. Sadece tekil grup ve
partilerin değil, ama tekil sınıfların da iradesinden bağımsız olan bu nesnel
değişiklikler olmaksızın, genel kural olarak, bir devrim olanaksızdır.” (Lenin)
İktisadi
kriz + siyasi kriz + kitlelerin eskisi gibi yaşamak istememesi olarak görünüm
kazanan hegemonya krizi + kitlelerin eylemlerinde ve örgütlenmelerinde artış;
işte bunlar sosyalist devrim için “nesnel koşulları” oluşturmaktadır. Biz
bunlara sosyalist devrimin “gerek koşulları”, eş deyişle “olmazsa olmaz koşulları”
diyoruz. Peki yeter mi?.. Sosyalist bir devrimin oluşması için bütün bunların
bir arada ve eş zamanlı olarak gerçekleşmesi dışında başka koşullara ihtiyaç
var mıdır?..
Hegemonya
kriziyle özdeşleşen bir devrimci durumda öncü partinin varlığı ve kitleler
içinde kökleşmiş olması, net ve bilimsel bir teorik-stratejik perspektif
geliştirmiş olması, demokratik merkeziyetçi ilkeyle işleyen disiplinli bir
örgütlenmeye, eş deyişle yapıya haiz olması. İşte bunlar ise, sosyalist
devrimin ya da işçi sınıfının iktidarı almasının “öznel koşulları”dır. Biz
bunlara sosyalist devrimin “yeter koşulları” diyoruz.
Koşullar
doğrudan nedenler olmayıp nedenlerin sonuç(lar) oluşturmasına yardım ederler. Devrimlerde
kitlelerin hareketliliği için iktisadi nedenler, savaş gibi katalizör işlevi
gören nedenler, kıtlıklar, karşı-devrimci tehdit ve işgal gibi doğrudan nedensel
faktörler iş başındadır ve çoğu durumda bunlar birlikte ve sinerjistik etkiyerek/etkileşerek
sonuçlar doğururlar, eş deyişle konjonktüreldirler.
İşçi
sınıfının toplumsal ve siyasal iktidarı kapitalist sınıftan devralması için “gerek
ve yeter koşullar”ın birlikte var olması şarttır. Eski iktidar yapısının zayıflayıp
çatırdaması ve hoşnutsuz kitlelerin mücadelesinde ve hareketliliğinde artış
gerek koşulken, teorik-stratejik ve örgütsel açıdan gelişkin bir öncü
örgütlenmenin varlığı ve yeni iktidar nüvelerinin filizlenmiş olması yeter
koşulu oluşturmaktadır. Yeter koşulların gelişmemiş olduğu durumlarda, devrimci
durum bir devrime evrilmez.
İşçi
sınıfının iktidarı alması, 1848 Avrupa Devrimlerinden beri devrimci
mücadelelerin temel hedefidir. Tarihsel örnekler, iktisadi, siyasi ve hegemonya
krizlerinin bir arada oluşturduğu devrimci durumların sosyalist devrim, eş deyişle
proleter devrim için yalnızca gerekli koşullar (olmazsa olmaz koşullar) olduğunu,
devrimin başarısı için yeterli koşulların ise teorik ve stratejik netliğe
sahip, işçi sınıfı içinde kökleşmiş ve örgütsel olarak disiplinli bir öncü
sosyalist partinin varlığı olduğunu göstermektedir.
Bu
yazıda, 1789 Büyük Fransız Devrimi’nden 1970-80 Türkiye’sine kadar uzanan
tarihsel örnekleri inceleyerek, öncü parti örgütlenmesinin devrimci
süreçlerdeki belirleyici rolünü analiz etmek istiyoruz. Her bir örnekte,
devrimci süreçlerin ya da durumların dinamiklerini, öncü parti eksikliğinin
sonuçlarını ve başarılı devrimlerdeki örgütsel faktörü ele alacağız.
1789
Büyük Fransız Devrimi ve Sans-Külotların Liderlikten Yoksun Kalması
1789
Büyük Fransız Devrimi, burjuva devriminin klasik bir örneği olarak tarih
sahnesine çıkarken, alt sınıfların, özellikle sans-külotların (baldırı
çıplaklar, “bras nus”/çıplak kollular) devrimci enerjisi, devrimin radikal evresinde
önemli bir rol oynamıştır. Sans-külotlar, Paris’in yoksul emekçi kesimleri
olup, eşitlikçi taleplerle devrimin itici gücünü oluşturmuştur. Jakobenler,
Robespierre liderliğinde, sans-külotların taleplerini kısmen benimseyerek
devrimi 1793-94’te radikalleştirmiştir. Ancak, Jakobenlerin 1794 Thermidor
Darbesi’yle düşmesi, sans-külotları liderlikten yoksun bırakmıştır. Thermidor gericiliği
döneminde Jakoben kulüpleri kapatılmış, Vendée isyancıları gibi karşı-devrimci
unsurlar için af çıkarılmış ve siyasi bir gevşeme ortamı yaratılmıştır. Bu siyasi
rahatlama, derin bir ekonomik krizi beraberinde getirmiştir. 1795 yılının
Germinal ve Prairial aylarında yoksul halk yeniden ayaklanmışsa da Convention
(Meclis), bu isyanları orduyu kullanarak bastırmıştır ve devrimin popüler
tabanını tamamen ezmiştir.
Jakoben
iktidarının düşüşünden sonra sans-külotların örgütsel birliği ve stratejik bir
programı olmaması, devrimci enerjilerinin dağılmasına ve burjuva
restorasyonunun zaferine yol açmıştır. Bu dönemde, sans-külotların taleplerini
birleştirip iktidarı alacak gelişkinlikte bir sosyalist veya proto-sosyalist
öncü parti bulunmuyordu.
Babeuf'ün
Eşitler Komplosu’nun programı, yalnızca siyasi eşitliği değil, aynı zamanda
özel mülkiyeti tamamen ortadan kaldıran komünist bir toplumsal düzeni
hedefliyordu. Hareketin temel talepleri arasında, tüm mülkiyetin
kamulaştırılacağı bir "mallar ortaklığı" kurulması ve toplumsal
eşitsizliğin kaynağı olarak görülen miras hakkının lağvedilmesi bulunuyordu. Fakat
bu hareket, kitlesel bir taban bulamadan hızla yenilgiye uğratılmış ve
liderleri idam edilmiştir.
1848
Haziran Ayaklanması ve Bonapartist Rejimin Kuruluşu
1848
Avrupa devrimleri, işçi sınıfının tarih sahnesine bağımsız bir güç olarak
çıktığı ilk büyük devrim yükselişidir. Fransa’da Şubat Devrimi, monarşinin
devrilmesiyle sonuçlanmıştır, ancak geçici hükümetin burjuva karakteri, işçi
sınıfının taleplerini karşılamaktan uzaktı. Haziran 1848’de Parisli işçilerin
ayaklanması, ulusal atölyelerin kapatılmasına karşı bir tepki olarak patlak vermiştir.
Marx, bu ayaklanmayı işçi sınıfının burjuvaziye karşı ilk açık sınıf mücadelesi
olarak tanımlamıştır. Ancak bu ayaklanmada işçi sınıfına önderlik edecek bir
sosyalist parti bulunmuyordu. Sosyalist hareketler, Proudhon’un reformist
fikirleri ve Blanqui’nin komplocu taktiklerinin etkisi altındaydı. Gelişmeleri
doğru okuyabilen ve örgütsel olarak sağlam ve güçlü bir sosyalist parti/örgütün
olmayışı, ayaklanmanın kanlı bir şekilde bastırılmasına engel olabilecek
faktörün yokluğu anlamına gelmektedir. Ayaklanmanın yenilgisi, siyasi boşluğu
dolduran Louis Napoleon’un 1851 darbesiyle Bonapartist rejimin kurulmasını
kolaylaştırmıştır. İşçi sınıfının örgütsüzlüğü burjuvazinin karşı-devrimci
hamlelerine zemin hazırlamıştır.
1871
Paris Komünü ve Öncü Parti Eksikliğinin Sonuçları
1871
Paris Komünü, işçi sınıfının iktidarı aldığı ilk proleter devrim olarak tarihe
geçmiştir. Fransa-Prusya Savaşı sonrası Fransa’daki siyasi kriz, Paris’te işçi
sınıfının ve küçük burjuvazinin birlikte Komün’ü kurmasını sağlamıştır. Ancak,
Komün liderliğinin vizyonu, Blanquistlerin komplocu taktikleri ve
Proudhoncuların kooperatifçi yaklaşımlarından ibaretti. Komün, işçi sınıfının
devleti ele geçirme ve dönüştürme kapasitesine sahip bir Marksist öncü partiden
yoksundu. Komün, demokratik ve eşitlikçi/sosyalist uygulamalarıyla ilham verici
olsa da stratejik hatalar (örneğin, Versailles’a karşı erken bir saldırı
düzenlememek, Versailles’ı finanse eden Fransız Bankası’nı kamulaştırmamak) ve
örgütsel dağınıklık, yenilgiyi kaçınılmaz kıldı. Komün’ün kanlı bir şekilde
bastırılması, 30.000’den fazla işçinin katledilmesiyle sonuçlandı ve burjuva
düzenin restorasyonunu sağladı. Bu deneyim, işçi sınıfının devrim öncesi ve
devrime giderken öncü partiye duyduğu ihtiyacı vurgulayan bir dönüm noktası
olmuştur.
1905
Rus Devrimi ve Bolşeviklerin Örgütsel Zayıflığı
1905
Rus Devrimi, Çarlık rejiminin hegemonya krizine girdiği bir dönemde, işçi
sınıfının Sovyetler aracılığıyla tarih sahnesine çıktığı ilk büyük deneyimdi.
St. Petersburg’da başlayan grevler, “Kanlı Pazar” katliamıyla birleşerek
devrimci bir yükselişe dönüştü. Ancak, Bolşevik Parti’nin o dönemde işçiler ve
askerler arasında yeterince kökleşmemiş olması, devrimin başarısızlığına yol açmıştır.
Lenin, 1905 devrimini değerlendirirken, Bolşeviklerin örgütsel zayıflığına ve
devrimci durumun gerektirdiği stratejik netlikten yoksun olduklarına dikkat çekmiştir.
Menşeviklerle ayrışan Bolşevikler, henüz işçi sınıfı içinde hegemonik bir güç
haline gelememişti. Bu dönemde Sovyetler, işçi sınıfının kendiliğinden
örgütlenmeleri olarak ortaya çıksa da bunları birleştirip iktidara yöneltecek
bir öncü parti eksikliği, devrimin sönümlenmesine ve Çarlık rejiminin geçici
bir restorasyonuna neden olmuştur.
1917
Ekim Devrimi ve Bolşeviklerin Başarısı
1917
Ekim Devrimi, işçi sınıfının tarihsel olarak ilk kez kalıcı bir şekilde
iktidarı aldığı sosyalist devrimdir. Birinci Dünya Savaşı’nın yarattığı siyasi
ve ekonomik kriz, Çarlık rejiminin çöküşünü hızlandırmış ve Şubat 1917’de
burjuva geçici hükümetin kurulmasına yol açmıştır. Ancak, geçici hükümetin
savaş politikaları ve ekonomik sorunlara çözüm üretememesi, hegemonya krizini
derinleştirmiştir. Bolşevik Parti, Lenin’in Nisan Tezleri’yle net bir strateji
ortaya koyarak, “Bütün İktidar Sovyetlere” sloganıyla işçi sınıfına ve yoksul köylülüğe
doğrultu kazandırmıştır. Nisan Tezleriyle birlikte Geçici Hükümet’in
emperyalist ve burjuva karakteri teşhir edilerek, bu hükümete hiçbir desteğin
verilmemesi; parlamenter bir cumhuriyetin geriye bir adım olarak
değerlendirilerek tek meşru devrimci hükümet biçiminin Sovyetler olduğu
kavrayışı; savaşa son verilmesinin ancak proletaryanın iktidarıyla mümkün
olduğu anlayışı ve bütün toprakların kamulaştırılarak yerel köylü Sovyetleri
denetimine verilmesi benimsenmiştir. Bolşevik parti kitlelerin “ekmek, barış ve
toprak” umuduna siyasal düzlemde karşılık vermiştir. Bolşeviklerin işçiler,
askerler ve köylüler arasında köklü bir örgütlenme ağı kurması, Sovyetlerde
hegemonik bir güç haline gelmelerini sağlamıştır. Bolşeviklerin başarısı, parti
disiplini, teorik-stratejik netlik ve kitlelerle bağ kurma yeteneğinde
yatmaktadır. Ekim Devrimi, öncü partinin devrimci süreçteki vazgeçilmez rolünü
kanıtlamıştır: Bolşevikler, devrimci durumu doğru okuyarak işçi sınıfını
iktidara taşımıştır.
1918-19
Alman Devrimi ve 1920-21 İtalya Konsey Deneyimi
Birinci
Dünya Savaşı sonrası Almanya’da, 1918-19 devrimi, savaşın yıkımı ve monarşinin
çöküşüyle ortaya çıkan bir devrimci durumdu. İşçi konseyleri, özellikle Berlin
ve Münih’te, iktidar organları olarak ortaya çıktı. Ancak, Spartakistler ve
liderleri Rosa Luxemburg ile Karl Liebknecht, devrimi ilerletecek güçlü bir
öncü partiye sahip değildi. Spartakistlerin örgütsel zayıflığı ve stratejik
kararsızlığı, devrimin burjuva cumhuriyet tarafından bastırılmasına yol açmıştır.
Benzer
şekilde, 1920-21 İtalya’da fabrika konseyleri hareketi, işçi sınıfının devrimci
potansiyelini göstermiştir. Bu yıllarda Gramsci’nin liderliğindeki komünist
hareket, henüz yeterince olgunlaşmamış ve işçi sınıfı içinde hegemonik bir güç
haline gelememişti. Bu nedenle, Mussolini’nin faşist hareketi, devrimci durumu
fırsat bilerek iktidarı almıştır.
Her
iki örnekte de öncü partinin zayıflığı, devrimci fırsatların kaçırılmasına ve
karşı-devrimin zaferine yol açmıştır.
1970-80
Türkiyesinde Devrimci Durumun Gelişimi ve 12 Eylül Darbesi
1970-80
arası Türkiye, işçi sınıfının grev dalgaları, öğrenci hareketleri ve köylü
mücadeleleriyle bir devrimci durumun eşiğindeydi. 15-16 Haziran 1970 işçi
ayaklanması, işçi sınıfının kendiliğinden gücünü gösterse de bu enerjiyi
birleştirip iktidar mücadelesine yöneltecek işçiler arasında hatırı sayılır
ölçüde örgütlü öncü bir sosyalist parti yoktu. Sosyalist-devrimci hareketler,
TİP, THKO, THKP-C ve diğer gruplar arasında bölünmüştü, ayrıca teorik-stratejik
ve örgütsel olarak yetersizdiler. 12 Eylül 1980 askeri darbesi, bu örgütsel
zayıflığı fırsat bilerek sistemi restore etti. Sosyalist ve devrimci
hareketlerin parçalı yapısı, devrimci durumun karşı-devrimci bir askeri
darbeyle sonuçlanmasına neden olmuştur. Bu dönem, öncü parti eksikliğinin,
devrimci potansiyelin heba olmasına nasıl yol açtığının açık bir örneğidir.
Sonuç
Tarihsel
örnekler, işçi sınıfının iktidarı alması için iktisadi, siyasi ve hegemonya
krizlerinin gerekli bir koşul olduğunu, ancak yeterli koşulun öncü bir
sosyalist partinin varlığı olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. 1789 Fransız
Devrimi’nde sans-külotların liderlikten yoksun kalması, 1848 Haziran
Ayaklanması’nda sosyalist bir partinin eksikliği, 1871 Paris Komünü’nde
Marksist bir öncü örgütün bulunmaması, 1905 Rus Devrimi’nde Bolşeviklerin
yetersiz kökleşmesi, 1918-19 Alman Devrimi ve 1920-21 İtalya konsey
deneyimlerinde komünist hareketlerin olgunlaşmamışlığı ve 1970-80 Türkiye’sinde
sosyalist hareketlerin parçalı yapısı ve faşist paramiliter güçlerin terörüyle
oyalanıp yıpratılması, devrimci durumların ya da devrimci yükselişlerin karşı-devrimle,
burjuva restorasyonla, karşı-devrimci güçlerin galebe çalmasıyla, darbeyle,
faşist ya da Bonapartist diktatörlüklerin kurulmasıyla sonuçlanmıştır. Buna
karşılık, 1917 Ekim Devrimi, Bolşevik Parti’nin teorik-stratejik netliği,
disiplinli örgütlenmesi ve işçi sınıfı içinde kökleşmesi sayesinde başarılı olmuştur.
Bu örnekler, öncü partinin, devrimci enerjiyi birleştiren, stratejik
yönlendirme sağlayan ve işçi sınıfını iktidara taşıyan bir araç olduğunu
kanıtlamaktadır. İşçi sınıfının gelecekteki mücadelelerinde, devrimin başarısı
için öncü partinin inşası ve gelişimi, stratejik bir zorunluluktur.
İşte
“bize bir devrimciler örgütü verin, dünyayı alt üst edelim” sözünün anlamı
budur!..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.