MAR
1.0 Giriş: Paris Komünü ve Modern İşçi Hareketinin Doğuşu
19. yüzyılın
ikinci yarısı, Avrupa sosyalist hareketinin tarihinde bir dönüm noktasıdır.
1871 Paris Komünü, işçi sınıfının kendi iktidarını kurmaya yönelik ilk tarihsel
deneyimi olarak, hem takipçileri hem de karşıtları için silinmez bir iz
bırakmıştır. Komün'ün yenilgisi, devrimci stratejiler üzerine derin bir
muhasebe dönemini başlatırken, aynı zamanda Avrupa genelinde kapitalizmin
endüstriyel gelişiminin hızlanması, işçi sınıfının sayısal ve örgütsel olarak
güçlenmesine zemin hazırladı. Bu dönem, Komün'ün derslerinden yola çıkarak
kitlesel siyasi partilerin ve sendikaların kurulduğu, sosyalist düşüncenin
Marksizm'in artan hegemonyası altında yeniden şekillendiği bir evreye işaret
eder. Ulusal düzeyde örgütlenen bu partiler, II. Enternasyonal çatısı altında
bir araya gelerek uluslararası bir güç haline geldiler.
Bu
tarihsel zemin, Blanqui'nin devrimci komploculuğundan Proudhon'un kooperatifçi
çözümlerine, Marksizm'in sınıf mücadelesi teorisinden anarko-sendikalizmin
doğrudan eylem anlayışına kadar uzanan çeşitli ideolojik akımların çatışmasına
ve sentezine sahne olmuştur. Paris Komünü'nün trajik mirası, bu ideolojik
mücadelenin merkezinde yer alarak, devletin doğası, reform ve devrim arasındaki
ilişki ve proletarya diktatörlüğü gibi temel kavramların yeniden tanımlanmasını
zorunlu kılmıştır. Bu süreç, nihayetinde I. Dünya Savaşı'nın patlak vermesiyle
II. Enternasyonal'in trajik çöküşüne ve sosyalist hareketin devrimci ve
reformist kanatlar olarak kesin bir şekilde bölünmesine yol açacaktır.
2.0
İdeolojik Kökenler ve İlk Büyük Prova: Paris Komünü
1870'ler
Fransası, modern sosyalist hareketin ilk büyük tarihsel deneyimi olan Paris
Komünü'ne zemin hazırlayan derin ideolojik ve siyasi çalkantıların
merkezindeydi. Henüz homojen bir yapıdan uzak olan Fransız proletaryası, farklı
devrimci geleneklerden beslenen ve birbiriyle çelişen akımların etkisi
altındaydı. Blanquicilerin komplocu geleneği, Proudhoncuların devleti reddeden
kooperatifçi çözümleri ve I. Enternasyonal aracılığıyla yeni yeni zemin kazanan
Marksist sosyalizm, Komün'ü oluşturan ideolojik bileşimi şekillendirdi. Bu
ideolojik çeşitlilik, Fransa-Prusya Savaşı'nın yol açtığı ulusal kriz ve
imparatorluğun çöküşüyle birleştiğinde, tarihin ilk işçi iktidarı denemesinin
fitilini ateşledi.
2.1
İşçi Hareketinin İdeolojik Bileşimi
Komün
öncesi Fransız işçi hareketi, başlıca üç ideolojik akımın etkisi altındaydı:
• Blanquiciler: Babeufçülükten
miras kalan devrimci gelenek ve gizli dernekler deneyiminden esinleniyorlardı.
Devlet sorununu merkeze alan Blanqui, toplumsal çürümeye karşı bir süre için
"devrimci bir iktidar" kurulmasını, yani bir diktatörlüğü zorunlu görüyordu.
Kapitalizmin "vurguncu, faizci" görünümüne tepki duyan Blanqui,
kooperatifçiliği ise "proletaryanın düşebileceği en kötü tuzak"
olarak nitelendiriyordu.
• Proudhoncular: Üretimden
çok mübadele sorunlarıyla ilgilenen Proudhon, faize son verecek bir "Halk
Bankası" ve devletçi dernekler yerine özgür "işçi şirketleri"
kurulmasını öneriyordu. Kadın-erkek eşitliğine karşı çıkan ve aileyi temel
ekonomik birim olarak gören Proudhoncu düşünce, devlete karşı özerkliği ve
özgürlüğü yüceltiyordu.
• Marksistler: İşçi
sınıfının bağımsız bir siyasi örgüt kurarak devrimci bir sınıf mücadelesi
yürütmesini savunan Marksist siyaset, Fransa'da I. Enternasyonal aracılığıyla
etkili olmaya başladı. Enternasyonal'in ilk kongrelerinde Proudhonculuk
egemenken, Marksist sosyalizm ancak 1868'deki Basel Kongresi'nden itibaren bir
ilerleme gösterdi.
2.2
Savaş, Yenilgi ve İmparatorluğun Çöküşü
1870'te
Fransa-Prusya Savaşı patlak verdiğinde, Parisli Enternasyonalciler savaşa karşı
net bir tutum aldılar. 12 Temmuz'da yayımladıkları bildiride, "Fransız,
Alman ve İspanyol işçiler, seslerimiz savaşa karşı bir kınama çığlığı halinde
birleşsin!" diyerek hanedan çıkarları uğruna savaşı "canice bir
saçmalık" olarak nitelediler.
Ancak
savaş, Fransa için tam bir felaketle sonuçlandı. General Mac-Mahon'un ordusu
Sedan'da kuşatıldı ve 2 Eylül 1870'te III. Napolyon 106 bin askeriyle birlikte
Almanlara teslim oldu. Bu yenilgi, Paris'te imparatorluğun sonunu getirdi.
General Trochu başkanlığında, ılımlı sol burjuvalardan oluşan bir "Ulusal
Savunma Hükümeti" kuruldu. Savaş artık bir savunma savaşına dönüşmüş, 19
Eylül'den itibaren Paris Alman orduları tarafından kuşatılmıştı. Ancak Marx'ın
daha sonra belirttiği gibi, bu hükümetin savaşmakta pek de kararlı olmadığı
kısa sürede anlaşıldı.
2.3
18 Mart 1871: Paris Komünü'nün İlanı
Ulusal
Savunma Hükümeti'nin Almanlarla imzaladığı teslimiyetçi ateşkes antlaşması (28
Ocak 1871) ve Ulusal Meclis'in monarşist çoğunluğu, Paris halkı ve Ulusal
Muhafızlar arasında büyük bir tepkiye yol açtı. Hükümet başkanı Thiers'in,
Paris'i silahsızlandırmak amacıyla 18 Mart 1871 sabahı Ulusal Muhafızların
toplarını ele geçirme girişimi, devrimin fitilini ateşledi. Montmartre'daki
kadınların öncülük ettiği direniş, askerlerin halkın saflarına geçmesiyle
büyüdü ve Thiers hükümeti Versailles'a kaçmak zorunda kaldı. İktidar, Ulusal
Muhafız Merkez Komitesi'nin eline geçti ve 26 Mart'ta yapılan seçimlerin
ardından 28 Mart'ta Paris Komünü resmen ilan edildi. Komün, devrimin üç renkli
bayrağının karşısına kızıl bayrakla çıkarak yeni bir dönemi başlatıyordu.
Komün,
tarihin ilk işçi devleti deneyimiydi. Marx'ın ifadesiyle, "parlamenter bir
örgüt değil, aynı zamanda hem yürütme ve hem de yasama gücüne sahip, etkin bir
örgüt"tü. Temel icraatları arasında şunlar yer alıyordu:
• Sürekli
ordunun kaldırılması ve yerine halkın silahlandırıldığı Ulusal Muhafızların
geçirilmesi.
• Polis
ve yargıçların, Komün'e karşı sorumlu ve her an görevden alınabilir memurlar
haline getirilmesi.
• Kilise
ile devletin ayrılması.
• Adaletin
parasız hale getirilmesi, noterlik ve mübaşirlik gibi görevlerin satışına son
verilmesi.
• İşçilerin
terk edilmiş fabrikaları kooperatifler halinde işletmesi yönünde kararnameler
çıkarılması.
Komün
hareketinde Louise Michel gibi anarşist kadınlar ön saflarda yer aldı.
Kadınlar, kulüplerde, savunma komitelerinde ve "Kadınlar Birliği"
gibi örgütlerde aktif rol oynadılar. Komün, savaşta ölen Ulusal Muhafızların
evli olmayan eşlerine ve çocuklarına maaş bağlayarak, resmi evlilikle fiili
birlikteliği eşdeğer sayan devrimci bir adım attı.
2.4
"Kanlı Hafta" ve Komün'ün Mirası
Komün'ün
ömrü sadece 72 gün sürdü. Versailles'daki Thiers hükümeti, Almanların serbest
bıraktığı savaş esirleriyle ordusunu yeniden kurarak Paris'e saldırdı. 21
Mayıs'ta başlayan ve tarihe "Kanlı Hafta" olarak geçen bastırma
operasyonu, eşi görülmemiş bir katliama dönüştü. Savaşlar ve ardından kurulan
askeri mahkemelerin kararlarıyla öldürülen Parisli erkek, kadın ve çocuk
sayısının 30 bin dolaylarında olduğu tahmin edilmektedir. Makineli tüfeklerin
kullanıldığı toplu infazlar gerçekleştirildi, binlerce Komüncü Yeni Kaledonya
gibi sömürgelere sürüldü.
Yenilgiye
uğramasına rağmen Komün, uluslararası sosyalist hareket için hem bir ilham
kaynağı hem de paha biçilmez bir dersler bütünü oldu. Marx ve Engels için
Komün, proletaryanın devlet olarak örgütlenmesinin, yani "proletarya
diktatörlüğü"nün ilk somut örneğiydi. Anarşistler içinse, Bakunin'in
ifadesiyle, "devletin gözüpek ve belirgin bir yadsınması" ve halkın
kendiliğinden eyleminin bir zaferiydi. Komün'ün en büyük hatalarından biri
olarak ise, maliye sorumlusu Jourde'un "Fransa'nın servetine
dokunmak" istemeyerek Fransa Bankası'nı kamulaştırmaktan kaçınması
gösterildi. Bu trajik deneyim, takip eden on yıllarda kurulacak olan kitlesel
sosyalist partilerin stratejilerini ve devlet hakkındaki teorik tartışmalarını
derinden etkiledi.
3.0
Marksizm'in Yükselişi ve Kitlesel Partilerin Örgütlenmesi
Paris
Komünü'nün bastırılmasının ardından gelen gericilik dönemi, Avrupa işçi
hareketinin yeniden toparlanması ve kitlesel ölçekte örgütlenmesiyle aşıldı.
19. yüzyılın son çeyreği, Marksist düşüncenin artan etkisi altında, modern
sosyal demokrat partilerin doğuşuna ve güçlenmesine tanıklık etti. Almanya'da,
Prusya devlet geleneğinin yarattığı keskin sınıf karşıtlıkları zemininde
birleşen ve hızla ülkenin en büyük partisi haline gelen Sosyal Demokrat Parti
(SPD), bu dönemin model örgütlenmesi oldu. Fransa'da ise Komün'ün mirası,
hareketin daha parçalı bir yapı sergilemesine, Marksistler, reformistler ve
anarko-sendikalistler arasında sürekli bir rekabet yaşanmasına yol açtı. Bu
ulusal partiler, 1889'da II. Enternasyonal'in kurulmasıyla uluslararası bir güç
olarak sahneye çıktılar.
3.1
Alman Modeli: Sosyal Demokrat Parti'nin (SPD) Yükselişi
Almanya'da
işçi sınıfının siyasal atılganlığı, Marksist fikirlerin güçlü bir parti
örgütlenmesiyle birleşmesine olanak tanıdı. Lassallecılar ve Marksistlerin
1875'te Gotha'da birleşerek kurdukları Sosyalist İşçi Partisi, Bismarck'ın
1878-1890 yılları arasında uyguladığı "Sosyalistlere Karşı Yasa"nın
baskılarına rağmen büyümeye devam etti. Yasa dışı koşullar altında örgütlenen
parti, 1890 seçimlerinde %19,7 oy oranına ulaşarak Almanya'nın en büyük partisi
haline geldi. Bu başarı, Engels'in bütün dünya, Bismarck'ı devirenin bizler
olduğunu biliyor" sözleriyle selamladığı bir zaferdi. Yasanın kalkmasının
ardından 1891'de toplanan Erfurt Kongresi'nde parti, Marksist teoriyi temel
alan ve hem devrimci nihai hedefleri hem de pratik reform taleplerini içeren
yeni programını kabul etti.
3.2
Fransa'da Parçalanma ve Anarko-Sendikalizm
Fransa'da
işçi hareketi, Komün yenilgisinin yaralarını daha yavaş sardı. 1879'daki genel
aftan sonra sürgündeki Komün önderlerinin dönmesiyle hareket yeniden canlandı.
Jules Guesde'in öncülüğünde, Marx ve Engels'in yardımıyla hazırlanan bir
programla 1880'de Fransız İşçi Partisi kuruldu. Ancak parti kısa sürede
bölündü; Guesde'in Marksist kanadına karşı, reformist bir çizgiyi savunan
"Possibilistler" (Olanakçılar) kendi örgütlerini kurdular.
Fransız
işçi hareketinin bir diğer belirleyici özelliği, anarko-sendikalist akımın
gücüydü. Siyasal partileri "burjuva yutturmacaları" olarak gören ve
devrimin aracını "genel grev" olarak tanımlayan anarko-sendikalistler
için mücadele, "doğrudan eylem" yoluyla işçilerin kendileri
tarafından yürütülmeliydi. Bu akım, özellikle 1895'te kurulan Genel İşçi
Konfederasyonu (CGT) içinde egemen oldu. CGT'nin 1906'daki Amiens Kongresi'nde
kabul edilen bildirge, sendikal hareketin siyasi partilerden tam bağımsızlığını
ve nihai hedefinin kapitalizmi genel grev yoluyla yıkmak olduğunu ilan etti.
3.3
II. Enternasyonal'in Kuruluşu ve İlk Yılları
Avrupa'daki
kitlesel işçi partilerinin yükselişi, yeni bir uluslararası örgütlenmeyi
gündeme getirdi. Fransız Devrimi'nin yüzüncü yıldönümü olan 1889'da Paris'te
iki ayrı uluslararası kongre toplandı: Biri Marksistlerin, diğeri ise
Possibilistlerin düzenlediği. Temsil gücü daha yüksek olan Marksistlerin
kongresi, II. Enternasyonal'in kuruluş kongresi olarak kabul edildi. Bu
kongrede, ABD'deki 8 saatlik işgünü mücadelesini desteklemek amacıyla 1
Mayıs'ın uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günü olarak kutlanması
kararlaştırıldı.
1891'deki
Brüksel Kongresi ve 1893'teki Zürih Kongresi ile Enternasyonal yapısını
sağlamlaştırdı. 1901'de Paris Kongresi kararıyla Brüksel'de daimî bir
Uluslararası Sosyalist Büro kuruldu. Bu "altın çağda" Enternasyonal,
uluslararası iş mevzuatı, sekiz saatlik işgünü ve barışın korunması gibi temel
hedefler etrafında milyonlarca işçiyi harekete geçiren bir güç haline geldi.
Ancak bu birliğin ardında, Enternasyonal'i nihai çöküşüne götürecek olan
reformizm, revizyonizm ve milliyetçilik gibi derin teorik ve siyasi gerilimler
birikmekteydi.
4.0
II. Enternasyonal'in Altın Çağı ve Çelişkileri: Reform mu, Devrim mi?
19. yüzyılın
sonu ve 20. yüzyılın başı, II. Enternasyonal'in en parlak dönemiydi. Üye
partiler seçimlerde güçleniyor, sendikalar kitleselleşiyor ve kapitalizmin
görece istikrarlı bir büyüme dönemine girmesiyle işçi ücretlerinde artışlar
yaşanıyordu. Bu "altın çağ", sosyalist hareketin stratejisi üzerine
en temel tartışmaları da beraberinde getirdi. Kapitalizmin "kaçınılmaz
çöküşü" teorisi sorgulanmaya başlanırken, reformlar yoluyla sosyalizme
tedrici geçiş fikri güç kazandı. Bu durum, Eduard Bernstein'ın başlattığı
"revizyonizm" tartışmasıyla Enternasyonal'i sarstı. Buna karşılık,
Karl Kautsky'nin savunduğu "ortodoks" merkez çizgisi ve Rosa
Luxemburg gibi devrimci sol kanadın "kitle grevi" tezi, hareket
içindeki derin stratejik ayrılıkları ortaya koydu.
4.1
Revizyonizm Tartışması: Eduard Bernstein ve Fabianizm
Enternasyonal
içindeki reformist eğilimleri teorik bir temele oturtma çabası, SPD'nin önde
gelen teorisyenlerinden Eduard Bernstein'dan geldi. İngiltere'deki sürgün
yıllarında, devrim yerine tedrici evrimi savunan Fabian Derneği'nden etkilenen
Bernstein, 1890'ların sonunda Marksizmin temel öngörülerini sorgulamaya
başladı. Bernstein'a göre, kapitalizmin yaşadığı refah dönemi, Marx'ın
öngördüğü "çöküş teorisi"ni geçersiz kılıyordu. Üretimin yoğunlaşması
tekellerin değil, küçük ve orta işletmelerin de varlığını sürdürmesine olanak
tanıyor, proletaryanın sefaleti artmıyor, aksine yaşam koşulları iyileşiyordu.
Bu nedenle sosyalist hareketin görevi, devrimci bir altüst oluş beklemek değil,
parlamenter ve sendikal mücadeleler yoluyla kapitalizm içinde demokratik ve
sosyal reformları derinleştirmekti. Bernstein için "nihai amaç bir hiç,
hareket ise her şeydi".
4.2
Ortodoks Merkez ve Devrimci Sol: Kautsky ve Luxemburg
Bernstein'ın
revizyonist tezlerine karşı Marksizmin "ortodoks" savunusu, Alman
Sosyal Demokrat Partisi'nin baş teorisyeni Karl Kautsky'den geldi. Ancak
Kautsky'nin Marksizm yorumu, toplumsal dönüşümü Darwinci bir doğal-evrimci
süreç olarak kavrıyordu. Ona göre, kapitalizmin içsel çelişkileri ("aşırı
üretim" ve "eksik tüketim" bunalımları) sistemi zorunlu bir
çöküşe götürecekti. Partiye düşen görev ise, devrimi yapmak değil, bu çöküş anı
için hazır olmaktı. Bu "beklemeci" ve determinist anlayış, sonradan
"Vulger Marksizm" olarak eleştirilecekti.
Bu
iki ana akıma karşı devrimci sol kanadın en önemli temsilcisi Rosa
Luxemburg'du. Özellikle 1905 Rus Devrimi'nin deneyimlerinden etkilenen
Luxemburg, devrimin kendiliğinden ve doğal bir süreç olmadığını, işçi
kitlelerinin "kitle grevi" gibi doğrudan eylemleriyle hazırlanması
gerektiğini savundu. Kitle grevi, hem ekonomik hem de siyasi talepleri
birleştiren, kitlelerin bilincini ve örgütlülüğünü artıran, nihayetinde
devrimci bir ayaklanmaya dönüşebilecek bir mücadele aracıydı. Bu görüş, hem Alman
sendikalarının grevi sadece ekonomik bir araç olarak gören dar bakışına hem de
Kautsky'nin pasif bekleyişine bir meydan okumaydı.
4.3
Sömürgecilik ve Milliyetçilik Sorunları
Enternasyonal
içindeki bölünmeler, sömürgecilik (emperyalizm) sorununda da kendini gösterdi.
1904 Amsterdam ve 1907 Stuttgart Kongrelerinde yapılan tartışmalarda iki ana
görüş çatıştı. Hollandalı delege Van Kol'un başını çektiği sağ kanat,
sömürgeciliğin kapitalizm için bir zorunluluk olduğunu ve sosyalistlerin
görevinin "ilerici" bir sömürge politikası izleyerek sömürge
halklarının gelişimine katkıda bulunmak olduğunu savunuyordu. Kautsky'nin de
desteklediği bu görüşe karşı sol kanat, sömürgeciliğin her türlüsünün sömürü ve
baskı anlamına geldiğini ve kayıtsız şartsız reddedilmesi gerektiğini savundu.
Kongreler, sömürgeciliği kınayan ancak net bir tutum almaktan kaçınan uzlaşmacı
kararlar aldı. Bu belirsizlik, yaklaşan dünya savaşı karşısında milliyetçiliğin
enternasyonalizme galip gelmesinin de habercisiydi.
5.0
Savaş ve Devrim: II. Enternasyonal'in Çöküşü
20. yüzyılın
başı, kapitalizmin tekelci ve küresel bir sisteme dönüştüğü "emperyalizm
çağı"nın başlangıcı oldu. Büyük güçler arasındaki hammadde kaynakları,
pazar ve sermaye ihracı rekabeti, dünyayı topyekûn bir paylaşım mücadelesine
sürükledi. II. Enternasyonal, Stuttgart (1907) ve Basel (1912) kongrelerinde
savaş tehlikesine karşı kararlı bir tutum alarak, savaş çıkması halinde bunu
devrim için bir fırsata çevirme kararı almıştı. Ancak Ağustos 1914'te savaş
patlak verdiğinde, bu enternasyonalist kararlılık buharlaştı. Enternasyonal'in
önde gelen partilerinin büyük çoğunluğu, "anavatan savunması" sloganı
altında kendi burjuva hükümetlerinin savaş politikalarını destekleyerek
tarihsel bir iflas yaşadı. Bu çöküş, sosyalist hareket içinde küçük ama kararlı
bir enternasyonalist azınlığın doğuşuna ve yeni bir devrimci yol arayışına
zemin hazırladı.
5.1
Emperyalizm Çağı
20. yüzyılın
başında tekelci sanayi sermayesinin tekelci banka sermayesiyle iç içe geçmesi,
Marksist literatürde "finans kapital" olarak adlandırılan yeni bir
gücü doğurdu. Bu dönemde sermaye ihracı, meta ihracına ağır bastı. 1914'e
gelindiğinde İngiltere, Fransa ve Almanya'nın yurt dışına ihraç ettiği sermaye
miktarı devasa boyutlara ulaşmıştı. Bu, dünyanın ekonomik olarak paylaşılması
anlamına geliyordu. Kaçınılmaz sonuç ise, dünyanın siyasal ve toprak bakımından
yeniden paylaşılması uğruna mücadeleydi. 1914'te altı "büyük devlet"
(İngiltere, Rusya, Fransa, Almanya, ABD ve Japonya), yerkürenin üçte ikisini
doğrudan ya da dolaylı olarak boyundurukları altında tutuyordu. Lenin'in
ifadesiyle emperyalizm, "kapitalizmin en yüksek aşaması", yani
sosyalist devrimler çağıydı.
5.2
Ağustos 1914: Enternasyonal'in İflası
Saraybosna'da
Avusturya veliahtına düzenlenen suikastın ardından savaş patlak verdiğinde,
Avrupa'daki sosyal demokrat partilerin ezici çoğunluğu enternasyonalist
ilkelerine ihanet etti. Almanya'da SPD, parlamentoda savaş kredilerine onay
verdi. Fransa ve Belçika'da sosyalistler "kutsal birlik"
hükümetlerinde yer aldılar. Enternasyonal'in Yürütme Bürosu başkanı Belçikalı
Emile Vandervelde, kendi ülkesinin savaş kabinesinde bakan oldu. Sadece
Rusya'daki Bolşevikler ve Menşeviklerin bir kısmı ile Sırp Sosyalist Partisi
gibi küçük gruplar savaşa karşı net bir tutum aldı. İşçi sınıfının uluslararası
birliği paramparça olmuş, II. Enternasyonal fiilen çökmüştü.
5.3
Savaş Karşıtı Muhalefet: Zimmerwald ve Kienthal
Savaşın
yarattığı şok ve yıkım ortamında, enternasyonalist ilkelere bağlı kalan
sosyalistler yeniden bir araya gelme arayışına girdiler. Eylül 1915'te
İsviçre'nin Zimmerwald kasabasında ve Nisan 1916'da Kienthal'de savaş karşıtı
konferanslar düzenlendi. Bu konferanslar, savaş karşıtı hareketi iki ana kanada
böldü:
• Merkezci-Pasifist
Kanat: Savaşın sorumluluğunu tüm hükümetlere yükleyerek ilhaksız ve
tazminatsız bir barış çağrısı yapan, ancak devrimci bir eylemden kaçınan
çoğunluk.
• Devrimci
Sol Kanat ("Zimmerwald Solu"): Lenin'in önderliğindeki bu
küçük grup, barışın ancak devrimle mümkün olacağını savundu. Lenin'in formüle
ettiği "devrimci bozgunculuk" tezi, her ülkedeki sosyalistlerin
öncelikli görevinin "kendi" hükümetlerinin yenilgisi için mücadele
etmek ve "emperyalist savaşı iç savaşa dönüştürmek" olduğunu ilan
ediyordu.
Zimmerwald
ve Kienthal konferansları, II. Enternasyonal'in reformist ve şovenist
liderliğinden kesin bir kopuşu temsil ediyordu. Bu kopuş, savaşın yarattığı
devrimci krizin derinleşmesiyle birlikte, 1919'da kurulacak olan III.
(Komünist) Enternasyonal'in temellerini attı.
6.0
Devrimler Çağı ve Yeni Enternasyonal'in Doğuşu
Birinci
Dünya Savaşı'nın sonu, Avrupa'yı bir devrimler dalgasıyla sarstı. Rusya'da Ekim
1917'de Bolşeviklerin iktidarı alması, devrimci umutları ateşlerken, savaşın
mağlupları Almanya ve Avusturya-Macaristan'da monarşiler yıkıldı ve işçi-asker
konseylerine dayalı cumhuriyetler kuruldu. Bu devrimci altüst oluş, II.
Enternasyonal'in enkazı üzerinde yeni bir uluslararası örgütlenmenin
kurulmasını acil bir görev haline getirdi. Almanya ve Macaristan'daki devrim
denemelerinin kanlı bir şekilde bastırılmasına rağmen, Mart 1919'da Moskova'da
toplanan III. (Komünist) Enternasyonal, dünya devrimini örgütleme iddiasıyla
yola çıktı ve sosyalist hareketteki tarihsel bölünmeyi kalıcı hale getirdi.
6.1
Alman Devrimi (1918-1919)
Savaşın
sonlarına doğru Almanya'da yenilginin kesinleşmesi, kitlesel bir hoşnutsuzluk
dalgası yarattı. Ekim 1918'de Kiel'deki denizcilerin isyanı, devrimin fitilini
ateşledi. Ülkenin dört bir yanında işçi ve asker konseyleri (Arbeiterrat)
kuruldu. 9 Kasım 1918'de Berlin'de genel grev ilan edildi, İmparator II.
Wilhelm Hollanda'ya kaçtı ve cumhuriyet ilan edildi.
İktidar,
SPD ve ondan ayrılan daha soldaki Bağımsız Sosyal Demokrat Parti'nin (USPD)
oluşturduğu "Halk Temsilcileri Konseyi"ne geçti. Ancak ülkede fiili
bir "ikili iktidar" durumu vardı: Bir yanda parlamenter bir demokrasi
kurmayı hedefleyen SPD hükümeti, diğer yanda iktidarın konseylere
devredilmesini isteyen devrimci konseyler. SPD yönetimi, eski devlet aygıtını
ve ordu komuta kademesini koruyarak devrimi kontrol altına almaya çalıştı.
6.2
Spartakist Ayaklanması ve Devrimin Bastırılması
Rosa
Luxemburg ve Karl Liebknecht'in önderliğindeki Spartakistler (daha sonra Alman
Komünist Partisi - KPD), SPD'nin reformist çizgisine karşı çıkarak "tüm
iktidarın konseylere" devredilmesi için mücadele ettiler. Ocak 1919'da
Berlin'de, hükümetin solcu bir emniyet müdürünü görevden alması üzerine
kitlesel gösteriler başladı ve bu durum, hazırlıksız bir silahlı ayaklanmaya
dönüştü. SPD'li Savunma Bakanı Gustav Noske, "Freikorps" adı verilen
karşı-devrimci gönüllü birliklerini kullanarak ayaklanmayı vahşice bastırdı. 15
Ocak'ta Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht yakalanarak dipçik darbeleriyle
katledildi. Devrimci hareketin bastırılması, Bavyera'da kurulan kısa ömürlü
Münih Konsey Cumhuriyeti'nin de Nisan-Mayıs 1919'da kanlı bir şekilde
ezilmesiyle devam etti.
6.3
Macar Konseyler Cumhuriyeti (1919)
Avusturya-Macaristan
İmparatorluğu'nun dağılmasıyla Macaristan'da da devrimci bir kriz yaşandı. Mart
1919'da Sosyal Demokratlar ve Bela Kun'un önderliğindeki Komünistler birleşerek
Macar Konseyler Cumhuriyeti'ni ilan ettiler. Bankalar, fabrikalar ve büyük
topraklar kamulaştırıldı, Macar Kızıl Ordusu kuruldu. Ancak Avrupa'nın
ortasında yalıtılmış kalan bu işçi devleti, İtilaf devletlerinin desteğini alan
Çekoslovakya ve özellikle Romanya ordularının saldırısı karşısında direnemedi.
133 gün süren devrim, Ağustos 1919'da Rumen ordusunun Budapeşte'ye girmesiyle
sona erdi. Ardından Amiral Horthy liderliğinde kurulan karşı-devrimci rejim,
"Beyaz Terör" olarak bilinen ve binlerce insanın hayatına mal olan
bir katliam dönemi başlattı.
6.4
III. (Komünist) Enternasyonal'in Kuruluşu
Almanya
ve Macaristan'daki yenilgilere rağmen, Bolşevik liderler dünya devriminin yakın
olduğuna inanıyorlardı. Bu beklentiyle, Mart 1919'da Moskova'da III.
Enternasyonal'in (Komintern) kuruluş kongresi toplandı. Kongre, II.
Enternasyonal'in reformizm ve "sosyal-şovenizm"inden tam bir kopuşu
ilan etti. Amacı, "proletarya diktatörlüğünün kurulması ve uluslararası
bir Sovyet cumhuriyetinin yaratılması için değişik ülkeler proletaryasının
ortak eylemini örgütlemek" olarak tanımlandı. Başlangıçta, Alman delegesi
Eberlein gibi bazıları, Batı Avrupa'da henüz kitlesel komünist partiler
olmadığı için Komintern'in kuruluşunun aceleye getirildiğini savundu. Ancak
kongre, devrimci dalgayı bir an önce örgütlü bir güce dönüştürme iradesiyle
Komintern'i kurdu. Bolşevik liderler, Komintern'in merkezinin kısa sürede
muzaffer bir devrimin yaşanacağı Berlin veya Paris'e taşınacağını umuyorlardı.
Paris
Komünü'nün kahramanca yenilgisiyle başlayan yaklaşık elli yıllık dönem,
sosyalist hareketin kitlesel bir güce dönüşmesine, ancak I. Dünya Savaşı'nın
milliyetçi ateşiyle trajik bir şekilde parçalanmasına tanıklık etmiştir. Bu
enkazdan doğan devrimci dalga, Rusya dışında yenilgiye uğrasa da, Komintern'in
kuruluşuyla dünya siyasetinde yeni ve geri dönülmez bir kutuplaşma yaratmıştır.
Bu tarihsel miras, 20. yüzyılın geri kalanındaki tüm toplumsal mücadelelerin
seyrini belirleyecek olan sosyalizm, komünizm ve sosyal demokrasi arasındaki
derin ayrılığın temelini oluşturmuştur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.