Marksist Araştırmalar [MAR] | Komünizm: Tarihin Çözülen Bilmecesi

28 Eylül 2025 Pazar

Avrupa'da Sosyalist Hareketin Evrimi: Paris Komünü'nden II. Enternasyonal'in Çöküşüne

 MAR

1.0 Giriş: Paris Komünü ve Modern İşçi Hareketinin Doğuşu

19. yüzyılın ikinci yarısı, Avrupa sosyalist hareketinin tarihinde bir dönüm noktasıdır. 1871 Paris Komünü, işçi sınıfının kendi iktidarını kurmaya yönelik ilk tarihsel deneyimi olarak, hem takipçileri hem de karşıtları için silinmez bir iz bırakmıştır. Komün'ün yenilgisi, devrimci stratejiler üzerine derin bir muhasebe dönemini başlatırken, aynı zamanda Avrupa genelinde kapitalizmin endüstriyel gelişiminin hızlanması, işçi sınıfının sayısal ve örgütsel olarak güçlenmesine zemin hazırladı. Bu dönem, Komün'ün derslerinden yola çıkarak kitlesel siyasi partilerin ve sendikaların kurulduğu, sosyalist düşüncenin Marksizm'in artan hegemonyası altında yeniden şekillendiği bir evreye işaret eder. Ulusal düzeyde örgütlenen bu partiler, II. Enternasyonal çatısı altında bir araya gelerek uluslararası bir güç haline geldiler.

Bu tarihsel zemin, Blanqui'nin devrimci komploculuğundan Proudhon'un kooperatifçi çözümlerine, Marksizm'in sınıf mücadelesi teorisinden anarko-sendikalizmin doğrudan eylem anlayışına kadar uzanan çeşitli ideolojik akımların çatışmasına ve sentezine sahne olmuştur. Paris Komünü'nün trajik mirası, bu ideolojik mücadelenin merkezinde yer alarak, devletin doğası, reform ve devrim arasındaki ilişki ve proletarya diktatörlüğü gibi temel kavramların yeniden tanımlanmasını zorunlu kılmıştır. Bu süreç, nihayetinde I. Dünya Savaşı'nın patlak vermesiyle II. Enternasyonal'in trajik çöküşüne ve sosyalist hareketin devrimci ve reformist kanatlar olarak kesin bir şekilde bölünmesine yol açacaktır.

2.0 İdeolojik Kökenler ve İlk Büyük Prova: Paris Komünü

1870'ler Fransası, modern sosyalist hareketin ilk büyük tarihsel deneyimi olan Paris Komünü'ne zemin hazırlayan derin ideolojik ve siyasi çalkantıların merkezindeydi. Henüz homojen bir yapıdan uzak olan Fransız proletaryası, farklı devrimci geleneklerden beslenen ve birbiriyle çelişen akımların etkisi altındaydı. Blanquicilerin komplocu geleneği, Proudhoncuların devleti reddeden kooperatifçi çözümleri ve I. Enternasyonal aracılığıyla yeni yeni zemin kazanan Marksist sosyalizm, Komün'ü oluşturan ideolojik bileşimi şekillendirdi. Bu ideolojik çeşitlilik, Fransa-Prusya Savaşı'nın yol açtığı ulusal kriz ve imparatorluğun çöküşüyle birleştiğinde, tarihin ilk işçi iktidarı denemesinin fitilini ateşledi.

2.1 İşçi Hareketinin İdeolojik Bileşimi

Komün öncesi Fransız işçi hareketi, başlıca üç ideolojik akımın etkisi altındaydı:

• Blanquiciler: Babeufçülükten miras kalan devrimci gelenek ve gizli dernekler deneyiminden esinleniyorlardı. Devlet sorununu merkeze alan Blanqui, toplumsal çürümeye karşı bir süre için "devrimci bir iktidar" kurulmasını, yani bir diktatörlüğü zorunlu görüyordu. Kapitalizmin "vurguncu, faizci" görünümüne tepki duyan Blanqui, kooperatifçiliği ise "proletaryanın düşebileceği en kötü tuzak" olarak nitelendiriyordu.

• Proudhoncular: Üretimden çok mübadele sorunlarıyla ilgilenen Proudhon, faize son verecek bir "Halk Bankası" ve devletçi dernekler yerine özgür "işçi şirketleri" kurulmasını öneriyordu. Kadın-erkek eşitliğine karşı çıkan ve aileyi temel ekonomik birim olarak gören Proudhoncu düşünce, devlete karşı özerkliği ve özgürlüğü yüceltiyordu.

• Marksistler: İşçi sınıfının bağımsız bir siyasi örgüt kurarak devrimci bir sınıf mücadelesi yürütmesini savunan Marksist siyaset, Fransa'da I. Enternasyonal aracılığıyla etkili olmaya başladı. Enternasyonal'in ilk kongrelerinde Proudhonculuk egemenken, Marksist sosyalizm ancak 1868'deki Basel Kongresi'nden itibaren bir ilerleme gösterdi.

2.2 Savaş, Yenilgi ve İmparatorluğun Çöküşü

1870'te Fransa-Prusya Savaşı patlak verdiğinde, Parisli Enternasyonalciler savaşa karşı net bir tutum aldılar. 12 Temmuz'da yayımladıkları bildiride, "Fransız, Alman ve İspanyol işçiler, seslerimiz savaşa karşı bir kınama çığlığı halinde birleşsin!" diyerek hanedan çıkarları uğruna savaşı "canice bir saçmalık" olarak nitelediler.

Ancak savaş, Fransa için tam bir felaketle sonuçlandı. General Mac-Mahon'un ordusu Sedan'da kuşatıldı ve 2 Eylül 1870'te III. Napolyon 106 bin askeriyle birlikte Almanlara teslim oldu. Bu yenilgi, Paris'te imparatorluğun sonunu getirdi. General Trochu başkanlığında, ılımlı sol burjuvalardan oluşan bir "Ulusal Savunma Hükümeti" kuruldu. Savaş artık bir savunma savaşına dönüşmüş, 19 Eylül'den itibaren Paris Alman orduları tarafından kuşatılmıştı. Ancak Marx'ın daha sonra belirttiği gibi, bu hükümetin savaşmakta pek de kararlı olmadığı kısa sürede anlaşıldı.

2.3 18 Mart 1871: Paris Komünü'nün İlanı

Ulusal Savunma Hükümeti'nin Almanlarla imzaladığı teslimiyetçi ateşkes antlaşması (28 Ocak 1871) ve Ulusal Meclis'in monarşist çoğunluğu, Paris halkı ve Ulusal Muhafızlar arasında büyük bir tepkiye yol açtı. Hükümet başkanı Thiers'in, Paris'i silahsızlandırmak amacıyla 18 Mart 1871 sabahı Ulusal Muhafızların toplarını ele geçirme girişimi, devrimin fitilini ateşledi. Montmartre'daki kadınların öncülük ettiği direniş, askerlerin halkın saflarına geçmesiyle büyüdü ve Thiers hükümeti Versailles'a kaçmak zorunda kaldı. İktidar, Ulusal Muhafız Merkez Komitesi'nin eline geçti ve 26 Mart'ta yapılan seçimlerin ardından 28 Mart'ta Paris Komünü resmen ilan edildi. Komün, devrimin üç renkli bayrağının karşısına kızıl bayrakla çıkarak yeni bir dönemi başlatıyordu.

Komün, tarihin ilk işçi devleti deneyimiydi. Marx'ın ifadesiyle, "parlamenter bir örgüt değil, aynı zamanda hem yürütme ve hem de yasama gücüne sahip, etkin bir örgüt"tü. Temel icraatları arasında şunlar yer alıyordu:

• Sürekli ordunun kaldırılması ve yerine halkın silahlandırıldığı Ulusal Muhafızların geçirilmesi.

• Polis ve yargıçların, Komün'e karşı sorumlu ve her an görevden alınabilir memurlar haline getirilmesi.

• Kilise ile devletin ayrılması.

• Adaletin parasız hale getirilmesi, noterlik ve mübaşirlik gibi görevlerin satışına son verilmesi.

• İşçilerin terk edilmiş fabrikaları kooperatifler halinde işletmesi yönünde kararnameler çıkarılması.

Komün hareketinde Louise Michel gibi anarşist kadınlar ön saflarda yer aldı. Kadınlar, kulüplerde, savunma komitelerinde ve "Kadınlar Birliği" gibi örgütlerde aktif rol oynadılar. Komün, savaşta ölen Ulusal Muhafızların evli olmayan eşlerine ve çocuklarına maaş bağlayarak, resmi evlilikle fiili birlikteliği eşdeğer sayan devrimci bir adım attı.

2.4 "Kanlı Hafta" ve Komün'ün Mirası

Komün'ün ömrü sadece 72 gün sürdü. Versailles'daki Thiers hükümeti, Almanların serbest bıraktığı savaş esirleriyle ordusunu yeniden kurarak Paris'e saldırdı. 21 Mayıs'ta başlayan ve tarihe "Kanlı Hafta" olarak geçen bastırma operasyonu, eşi görülmemiş bir katliama dönüştü. Savaşlar ve ardından kurulan askeri mahkemelerin kararlarıyla öldürülen Parisli erkek, kadın ve çocuk sayısının 30 bin dolaylarında olduğu tahmin edilmektedir. Makineli tüfeklerin kullanıldığı toplu infazlar gerçekleştirildi, binlerce Komüncü Yeni Kaledonya gibi sömürgelere sürüldü.

Yenilgiye uğramasına rağmen Komün, uluslararası sosyalist hareket için hem bir ilham kaynağı hem de paha biçilmez bir dersler bütünü oldu. Marx ve Engels için Komün, proletaryanın devlet olarak örgütlenmesinin, yani "proletarya diktatörlüğü"nün ilk somut örneğiydi. Anarşistler içinse, Bakunin'in ifadesiyle, "devletin gözüpek ve belirgin bir yadsınması" ve halkın kendiliğinden eyleminin bir zaferiydi. Komün'ün en büyük hatalarından biri olarak ise, maliye sorumlusu Jourde'un "Fransa'nın servetine dokunmak" istemeyerek Fransa Bankası'nı kamulaştırmaktan kaçınması gösterildi. Bu trajik deneyim, takip eden on yıllarda kurulacak olan kitlesel sosyalist partilerin stratejilerini ve devlet hakkındaki teorik tartışmalarını derinden etkiledi.

3.0 Marksizm'in Yükselişi ve Kitlesel Partilerin Örgütlenmesi

Paris Komünü'nün bastırılmasının ardından gelen gericilik dönemi, Avrupa işçi hareketinin yeniden toparlanması ve kitlesel ölçekte örgütlenmesiyle aşıldı. 19. yüzyılın son çeyreği, Marksist düşüncenin artan etkisi altında, modern sosyal demokrat partilerin doğuşuna ve güçlenmesine tanıklık etti. Almanya'da, Prusya devlet geleneğinin yarattığı keskin sınıf karşıtlıkları zemininde birleşen ve hızla ülkenin en büyük partisi haline gelen Sosyal Demokrat Parti (SPD), bu dönemin model örgütlenmesi oldu. Fransa'da ise Komün'ün mirası, hareketin daha parçalı bir yapı sergilemesine, Marksistler, reformistler ve anarko-sendikalistler arasında sürekli bir rekabet yaşanmasına yol açtı. Bu ulusal partiler, 1889'da II. Enternasyonal'in kurulmasıyla uluslararası bir güç olarak sahneye çıktılar.

3.1 Alman Modeli: Sosyal Demokrat Parti'nin (SPD) Yükselişi

Almanya'da işçi sınıfının siyasal atılganlığı, Marksist fikirlerin güçlü bir parti örgütlenmesiyle birleşmesine olanak tanıdı. Lassallecılar ve Marksistlerin 1875'te Gotha'da birleşerek kurdukları Sosyalist İşçi Partisi, Bismarck'ın 1878-1890 yılları arasında uyguladığı "Sosyalistlere Karşı Yasa"nın baskılarına rağmen büyümeye devam etti. Yasa dışı koşullar altında örgütlenen parti, 1890 seçimlerinde %19,7 oy oranına ulaşarak Almanya'nın en büyük partisi haline geldi. Bu başarı, Engels'in bütün dünya, Bismarck'ı devirenin bizler olduğunu biliyor" sözleriyle selamladığı bir zaferdi. Yasanın kalkmasının ardından 1891'de toplanan Erfurt Kongresi'nde parti, Marksist teoriyi temel alan ve hem devrimci nihai hedefleri hem de pratik reform taleplerini içeren yeni programını kabul etti.

3.2 Fransa'da Parçalanma ve Anarko-Sendikalizm

Fransa'da işçi hareketi, Komün yenilgisinin yaralarını daha yavaş sardı. 1879'daki genel aftan sonra sürgündeki Komün önderlerinin dönmesiyle hareket yeniden canlandı. Jules Guesde'in öncülüğünde, Marx ve Engels'in yardımıyla hazırlanan bir programla 1880'de Fransız İşçi Partisi kuruldu. Ancak parti kısa sürede bölündü; Guesde'in Marksist kanadına karşı, reformist bir çizgiyi savunan "Possibilistler" (Olanakçılar) kendi örgütlerini kurdular.

Fransız işçi hareketinin bir diğer belirleyici özelliği, anarko-sendikalist akımın gücüydü. Siyasal partileri "burjuva yutturmacaları" olarak gören ve devrimin aracını "genel grev" olarak tanımlayan anarko-sendikalistler için mücadele, "doğrudan eylem" yoluyla işçilerin kendileri tarafından yürütülmeliydi. Bu akım, özellikle 1895'te kurulan Genel İşçi Konfederasyonu (CGT) içinde egemen oldu. CGT'nin 1906'daki Amiens Kongresi'nde kabul edilen bildirge, sendikal hareketin siyasi partilerden tam bağımsızlığını ve nihai hedefinin kapitalizmi genel grev yoluyla yıkmak olduğunu ilan etti.

3.3 II. Enternasyonal'in Kuruluşu ve İlk Yılları

Avrupa'daki kitlesel işçi partilerinin yükselişi, yeni bir uluslararası örgütlenmeyi gündeme getirdi. Fransız Devrimi'nin yüzüncü yıldönümü olan 1889'da Paris'te iki ayrı uluslararası kongre toplandı: Biri Marksistlerin, diğeri ise Possibilistlerin düzenlediği. Temsil gücü daha yüksek olan Marksistlerin kongresi, II. Enternasyonal'in kuruluş kongresi olarak kabul edildi. Bu kongrede, ABD'deki 8 saatlik işgünü mücadelesini desteklemek amacıyla 1 Mayıs'ın uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günü olarak kutlanması kararlaştırıldı.

1891'deki Brüksel Kongresi ve 1893'teki Zürih Kongresi ile Enternasyonal yapısını sağlamlaştırdı. 1901'de Paris Kongresi kararıyla Brüksel'de daimî bir Uluslararası Sosyalist Büro kuruldu. Bu "altın çağda" Enternasyonal, uluslararası iş mevzuatı, sekiz saatlik işgünü ve barışın korunması gibi temel hedefler etrafında milyonlarca işçiyi harekete geçiren bir güç haline geldi. Ancak bu birliğin ardında, Enternasyonal'i nihai çöküşüne götürecek olan reformizm, revizyonizm ve milliyetçilik gibi derin teorik ve siyasi gerilimler birikmekteydi.

4.0 II. Enternasyonal'in Altın Çağı ve Çelişkileri: Reform mu, Devrim mi?

19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başı, II. Enternasyonal'in en parlak dönemiydi. Üye partiler seçimlerde güçleniyor, sendikalar kitleselleşiyor ve kapitalizmin görece istikrarlı bir büyüme dönemine girmesiyle işçi ücretlerinde artışlar yaşanıyordu. Bu "altın çağ", sosyalist hareketin stratejisi üzerine en temel tartışmaları da beraberinde getirdi. Kapitalizmin "kaçınılmaz çöküşü" teorisi sorgulanmaya başlanırken, reformlar yoluyla sosyalizme tedrici geçiş fikri güç kazandı. Bu durum, Eduard Bernstein'ın başlattığı "revizyonizm" tartışmasıyla Enternasyonal'i sarstı. Buna karşılık, Karl Kautsky'nin savunduğu "ortodoks" merkez çizgisi ve Rosa Luxemburg gibi devrimci sol kanadın "kitle grevi" tezi, hareket içindeki derin stratejik ayrılıkları ortaya koydu.

4.1 Revizyonizm Tartışması: Eduard Bernstein ve Fabianizm

Enternasyonal içindeki reformist eğilimleri teorik bir temele oturtma çabası, SPD'nin önde gelen teorisyenlerinden Eduard Bernstein'dan geldi. İngiltere'deki sürgün yıllarında, devrim yerine tedrici evrimi savunan Fabian Derneği'nden etkilenen Bernstein, 1890'ların sonunda Marksizmin temel öngörülerini sorgulamaya başladı. Bernstein'a göre, kapitalizmin yaşadığı refah dönemi, Marx'ın öngördüğü "çöküş teorisi"ni geçersiz kılıyordu. Üretimin yoğunlaşması tekellerin değil, küçük ve orta işletmelerin de varlığını sürdürmesine olanak tanıyor, proletaryanın sefaleti artmıyor, aksine yaşam koşulları iyileşiyordu. Bu nedenle sosyalist hareketin görevi, devrimci bir altüst oluş beklemek değil, parlamenter ve sendikal mücadeleler yoluyla kapitalizm içinde demokratik ve sosyal reformları derinleştirmekti. Bernstein için "nihai amaç bir hiç, hareket ise her şeydi".

4.2 Ortodoks Merkez ve Devrimci Sol: Kautsky ve Luxemburg

Bernstein'ın revizyonist tezlerine karşı Marksizmin "ortodoks" savunusu, Alman Sosyal Demokrat Partisi'nin baş teorisyeni Karl Kautsky'den geldi. Ancak Kautsky'nin Marksizm yorumu, toplumsal dönüşümü Darwinci bir doğal-evrimci süreç olarak kavrıyordu. Ona göre, kapitalizmin içsel çelişkileri ("aşırı üretim" ve "eksik tüketim" bunalımları) sistemi zorunlu bir çöküşe götürecekti. Partiye düşen görev ise, devrimi yapmak değil, bu çöküş anı için hazır olmaktı. Bu "beklemeci" ve determinist anlayış, sonradan "Vulger Marksizm" olarak eleştirilecekti.

Bu iki ana akıma karşı devrimci sol kanadın en önemli temsilcisi Rosa Luxemburg'du. Özellikle 1905 Rus Devrimi'nin deneyimlerinden etkilenen Luxemburg, devrimin kendiliğinden ve doğal bir süreç olmadığını, işçi kitlelerinin "kitle grevi" gibi doğrudan eylemleriyle hazırlanması gerektiğini savundu. Kitle grevi, hem ekonomik hem de siyasi talepleri birleştiren, kitlelerin bilincini ve örgütlülüğünü artıran, nihayetinde devrimci bir ayaklanmaya dönüşebilecek bir mücadele aracıydı. Bu görüş, hem Alman sendikalarının grevi sadece ekonomik bir araç olarak gören dar bakışına hem de Kautsky'nin pasif bekleyişine bir meydan okumaydı.

4.3 Sömürgecilik ve Milliyetçilik Sorunları

Enternasyonal içindeki bölünmeler, sömürgecilik (emperyalizm) sorununda da kendini gösterdi. 1904 Amsterdam ve 1907 Stuttgart Kongrelerinde yapılan tartışmalarda iki ana görüş çatıştı. Hollandalı delege Van Kol'un başını çektiği sağ kanat, sömürgeciliğin kapitalizm için bir zorunluluk olduğunu ve sosyalistlerin görevinin "ilerici" bir sömürge politikası izleyerek sömürge halklarının gelişimine katkıda bulunmak olduğunu savunuyordu. Kautsky'nin de desteklediği bu görüşe karşı sol kanat, sömürgeciliğin her türlüsünün sömürü ve baskı anlamına geldiğini ve kayıtsız şartsız reddedilmesi gerektiğini savundu. Kongreler, sömürgeciliği kınayan ancak net bir tutum almaktan kaçınan uzlaşmacı kararlar aldı. Bu belirsizlik, yaklaşan dünya savaşı karşısında milliyetçiliğin enternasyonalizme galip gelmesinin de habercisiydi.

5.0 Savaş ve Devrim: II. Enternasyonal'in Çöküşü

20. yüzyılın başı, kapitalizmin tekelci ve küresel bir sisteme dönüştüğü "emperyalizm çağı"nın başlangıcı oldu. Büyük güçler arasındaki hammadde kaynakları, pazar ve sermaye ihracı rekabeti, dünyayı topyekûn bir paylaşım mücadelesine sürükledi. II. Enternasyonal, Stuttgart (1907) ve Basel (1912) kongrelerinde savaş tehlikesine karşı kararlı bir tutum alarak, savaş çıkması halinde bunu devrim için bir fırsata çevirme kararı almıştı. Ancak Ağustos 1914'te savaş patlak verdiğinde, bu enternasyonalist kararlılık buharlaştı. Enternasyonal'in önde gelen partilerinin büyük çoğunluğu, "anavatan savunması" sloganı altında kendi burjuva hükümetlerinin savaş politikalarını destekleyerek tarihsel bir iflas yaşadı. Bu çöküş, sosyalist hareket içinde küçük ama kararlı bir enternasyonalist azınlığın doğuşuna ve yeni bir devrimci yol arayışına zemin hazırladı.

5.1 Emperyalizm Çağı

20. yüzyılın başında tekelci sanayi sermayesinin tekelci banka sermayesiyle iç içe geçmesi, Marksist literatürde "finans kapital" olarak adlandırılan yeni bir gücü doğurdu. Bu dönemde sermaye ihracı, meta ihracına ağır bastı. 1914'e gelindiğinde İngiltere, Fransa ve Almanya'nın yurt dışına ihraç ettiği sermaye miktarı devasa boyutlara ulaşmıştı. Bu, dünyanın ekonomik olarak paylaşılması anlamına geliyordu. Kaçınılmaz sonuç ise, dünyanın siyasal ve toprak bakımından yeniden paylaşılması uğruna mücadeleydi. 1914'te altı "büyük devlet" (İngiltere, Rusya, Fransa, Almanya, ABD ve Japonya), yerkürenin üçte ikisini doğrudan ya da dolaylı olarak boyundurukları altında tutuyordu. Lenin'in ifadesiyle emperyalizm, "kapitalizmin en yüksek aşaması", yani sosyalist devrimler çağıydı.

5.2 Ağustos 1914: Enternasyonal'in İflası

Saraybosna'da Avusturya veliahtına düzenlenen suikastın ardından savaş patlak verdiğinde, Avrupa'daki sosyal demokrat partilerin ezici çoğunluğu enternasyonalist ilkelerine ihanet etti. Almanya'da SPD, parlamentoda savaş kredilerine onay verdi. Fransa ve Belçika'da sosyalistler "kutsal birlik" hükümetlerinde yer aldılar. Enternasyonal'in Yürütme Bürosu başkanı Belçikalı Emile Vandervelde, kendi ülkesinin savaş kabinesinde bakan oldu. Sadece Rusya'daki Bolşevikler ve Menşeviklerin bir kısmı ile Sırp Sosyalist Partisi gibi küçük gruplar savaşa karşı net bir tutum aldı. İşçi sınıfının uluslararası birliği paramparça olmuş, II. Enternasyonal fiilen çökmüştü.

5.3 Savaş Karşıtı Muhalefet: Zimmerwald ve Kienthal

Savaşın yarattığı şok ve yıkım ortamında, enternasyonalist ilkelere bağlı kalan sosyalistler yeniden bir araya gelme arayışına girdiler. Eylül 1915'te İsviçre'nin Zimmerwald kasabasında ve Nisan 1916'da Kienthal'de savaş karşıtı konferanslar düzenlendi. Bu konferanslar, savaş karşıtı hareketi iki ana kanada böldü:

• Merkezci-Pasifist Kanat: Savaşın sorumluluğunu tüm hükümetlere yükleyerek ilhaksız ve tazminatsız bir barış çağrısı yapan, ancak devrimci bir eylemden kaçınan çoğunluk.

• Devrimci Sol Kanat ("Zimmerwald Solu"): Lenin'in önderliğindeki bu küçük grup, barışın ancak devrimle mümkün olacağını savundu. Lenin'in formüle ettiği "devrimci bozgunculuk" tezi, her ülkedeki sosyalistlerin öncelikli görevinin "kendi" hükümetlerinin yenilgisi için mücadele etmek ve "emperyalist savaşı iç savaşa dönüştürmek" olduğunu ilan ediyordu.

Zimmerwald ve Kienthal konferansları, II. Enternasyonal'in reformist ve şovenist liderliğinden kesin bir kopuşu temsil ediyordu. Bu kopuş, savaşın yarattığı devrimci krizin derinleşmesiyle birlikte, 1919'da kurulacak olan III. (Komünist) Enternasyonal'in temellerini attı.

6.0 Devrimler Çağı ve Yeni Enternasyonal'in Doğuşu

Birinci Dünya Savaşı'nın sonu, Avrupa'yı bir devrimler dalgasıyla sarstı. Rusya'da Ekim 1917'de Bolşeviklerin iktidarı alması, devrimci umutları ateşlerken, savaşın mağlupları Almanya ve Avusturya-Macaristan'da monarşiler yıkıldı ve işçi-asker konseylerine dayalı cumhuriyetler kuruldu. Bu devrimci altüst oluş, II. Enternasyonal'in enkazı üzerinde yeni bir uluslararası örgütlenmenin kurulmasını acil bir görev haline getirdi. Almanya ve Macaristan'daki devrim denemelerinin kanlı bir şekilde bastırılmasına rağmen, Mart 1919'da Moskova'da toplanan III. (Komünist) Enternasyonal, dünya devrimini örgütleme iddiasıyla yola çıktı ve sosyalist hareketteki tarihsel bölünmeyi kalıcı hale getirdi.

6.1 Alman Devrimi (1918-1919)

Savaşın sonlarına doğru Almanya'da yenilginin kesinleşmesi, kitlesel bir hoşnutsuzluk dalgası yarattı. Ekim 1918'de Kiel'deki denizcilerin isyanı, devrimin fitilini ateşledi. Ülkenin dört bir yanında işçi ve asker konseyleri (Arbeiterrat) kuruldu. 9 Kasım 1918'de Berlin'de genel grev ilan edildi, İmparator II. Wilhelm Hollanda'ya kaçtı ve cumhuriyet ilan edildi.

İktidar, SPD ve ondan ayrılan daha soldaki Bağımsız Sosyal Demokrat Parti'nin (USPD) oluşturduğu "Halk Temsilcileri Konseyi"ne geçti. Ancak ülkede fiili bir "ikili iktidar" durumu vardı: Bir yanda parlamenter bir demokrasi kurmayı hedefleyen SPD hükümeti, diğer yanda iktidarın konseylere devredilmesini isteyen devrimci konseyler. SPD yönetimi, eski devlet aygıtını ve ordu komuta kademesini koruyarak devrimi kontrol altına almaya çalıştı.

6.2 Spartakist Ayaklanması ve Devrimin Bastırılması

Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht'in önderliğindeki Spartakistler (daha sonra Alman Komünist Partisi - KPD), SPD'nin reformist çizgisine karşı çıkarak "tüm iktidarın konseylere" devredilmesi için mücadele ettiler. Ocak 1919'da Berlin'de, hükümetin solcu bir emniyet müdürünü görevden alması üzerine kitlesel gösteriler başladı ve bu durum, hazırlıksız bir silahlı ayaklanmaya dönüştü. SPD'li Savunma Bakanı Gustav Noske, "Freikorps" adı verilen karşı-devrimci gönüllü birliklerini kullanarak ayaklanmayı vahşice bastırdı. 15 Ocak'ta Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht yakalanarak dipçik darbeleriyle katledildi. Devrimci hareketin bastırılması, Bavyera'da kurulan kısa ömürlü Münih Konsey Cumhuriyeti'nin de Nisan-Mayıs 1919'da kanlı bir şekilde ezilmesiyle devam etti.

6.3 Macar Konseyler Cumhuriyeti (1919)

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun dağılmasıyla Macaristan'da da devrimci bir kriz yaşandı. Mart 1919'da Sosyal Demokratlar ve Bela Kun'un önderliğindeki Komünistler birleşerek Macar Konseyler Cumhuriyeti'ni ilan ettiler. Bankalar, fabrikalar ve büyük topraklar kamulaştırıldı, Macar Kızıl Ordusu kuruldu. Ancak Avrupa'nın ortasında yalıtılmış kalan bu işçi devleti, İtilaf devletlerinin desteğini alan Çekoslovakya ve özellikle Romanya ordularının saldırısı karşısında direnemedi. 133 gün süren devrim, Ağustos 1919'da Rumen ordusunun Budapeşte'ye girmesiyle sona erdi. Ardından Amiral Horthy liderliğinde kurulan karşı-devrimci rejim, "Beyaz Terör" olarak bilinen ve binlerce insanın hayatına mal olan bir katliam dönemi başlattı.

6.4 III. (Komünist) Enternasyonal'in Kuruluşu

Almanya ve Macaristan'daki yenilgilere rağmen, Bolşevik liderler dünya devriminin yakın olduğuna inanıyorlardı. Bu beklentiyle, Mart 1919'da Moskova'da III. Enternasyonal'in (Komintern) kuruluş kongresi toplandı. Kongre, II. Enternasyonal'in reformizm ve "sosyal-şovenizm"inden tam bir kopuşu ilan etti. Amacı, "proletarya diktatörlüğünün kurulması ve uluslararası bir Sovyet cumhuriyetinin yaratılması için değişik ülkeler proletaryasının ortak eylemini örgütlemek" olarak tanımlandı. Başlangıçta, Alman delegesi Eberlein gibi bazıları, Batı Avrupa'da henüz kitlesel komünist partiler olmadığı için Komintern'in kuruluşunun aceleye getirildiğini savundu. Ancak kongre, devrimci dalgayı bir an önce örgütlü bir güce dönüştürme iradesiyle Komintern'i kurdu. Bolşevik liderler, Komintern'in merkezinin kısa sürede muzaffer bir devrimin yaşanacağı Berlin veya Paris'e taşınacağını umuyorlardı.

Paris Komünü'nün kahramanca yenilgisiyle başlayan yaklaşık elli yıllık dönem, sosyalist hareketin kitlesel bir güce dönüşmesine, ancak I. Dünya Savaşı'nın milliyetçi ateşiyle trajik bir şekilde parçalanmasına tanıklık etmiştir. Bu enkazdan doğan devrimci dalga, Rusya dışında yenilgiye uğrasa da, Komintern'in kuruluşuyla dünya siyasetinde yeni ve geri dönülmez bir kutuplaşma yaratmıştır. Bu tarihsel miras, 20. yüzyılın geri kalanındaki tüm toplumsal mücadelelerin seyrini belirleyecek olan sosyalizm, komünizm ve sosyal demokrasi arasındaki derin ayrılığın temelini oluşturmuştur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.

[MAR] YOUTUBE KANALI

LİDER

Karl Marx - Kapital

Kısa Sovyet Film ve Belgeseller [Türkçe]