MAR
I.
Alman İdeolojisi’nin Teorik Önemi
Giriş
Karl
Marx ve Friedrich Engels'in entelektüel serüveninde bir atılım niteliği
taşıyan Alman İdeolojisi, sadece bir felsefi polemik metni olmanın
çok ötesinde, Marksist düşüncenin temel taşı olan tarihsel materyalizmin ilk
sistemli ve kapsamlı formülasyonunu sunan kurucu bir eserdir. 1845-46
yıllarında kaleme alınan ancak yazarlarının yaşamı boyunca yayımlanmayan bu
başyapıt, onların Genç Hegelci felsefeden kopuşunu simgelerken, aynı zamanda
dünyayı yalnızca "yorumlamakla" yetinmeyip onu
"değiştirmeyi" hedefleyen devrimci bir dünya görüşünün teorik
zeminini inşa eder. Bu analiz, Alman İdeolojisi’ni tarihsel ve
entelektüel bağlamına oturtarak, eserin materyalist tarih anlayışı, ideoloji
eleştirisi ve komünizm vizyonu gibi temel direklerini derinlemesine incelemeyi
amaçlamaktadır.
1.0
Tarihsel ve Entelektüel Bağlam: Bir Kopuşun Anatomisi
Alman
İdeolojisi’ni layıkıyla
kavrayabilmek için, eserin doğduğu 1840'lar Almanyası'nın siyasi, ekonomik ve
felsefi atmosferini anlamak zorunludur. Bu dönem, çok parçalı ve ekonomik
olarak geri kalmış Almanya'da, aydınların ülkenin kurtuluşunu felsefi bir sorun
olarak ele aldığı, Hegel ve takipçileri olan Genç Hegelcilerin entelektüel bir
hegemonya kurduğu bir zaman dilimidir. Marx ve Engels, tam da bu geleneğin
içinden gelmelerine rağmen, ondan keskin bir kopuş gerçekleştirmişlerdir. Bu
bölüm, söz konusu kopuşun anatomisini, yani Marx ve Engels'i yeni bir
materyalist dünya görüşü inşa etmeye iten eleştirel süreci analiz etmektedir.
1.2
Hegel Sonrası Alman Felsefesi Eleştirisi
Marx
ve Engels Alman İdeolojisi’ni, Ludwig Feuerbach, Bruno Bauer ve Max
Stirner gibi düşünürlerin temsil ettiği Hegel sonrası Alman felsefesinin
kapsamlı bir eleştirisi olarak konumlandırmışlardır. Ancak onların hedefi,
felsefenin kendisi değil, "gerçek tarihten koparılmış felsefi
soyutlamalar"dı. Onlara göre bu felsefe, gerçek dünyadaki maddi karşıtlıkları
ve toplumsal sorunları çözmek yerine, zihinsel kategorilerle uğraşarak bir
yanılsama üretiyordu. Eserin radikalliğini çarpıcı bir şekilde özetleyen şu pasaj,
bu entelektüel kopuşun derinliğini gözler önüne sermektedir:
Felsefe
ile gerçek dünyanın incelenmesi arasındaki ilişki, kendi kendini tatmin ile
cinsel aşk arasındaki ilişkiyle aynıdır.
Bu
metafor, soyut felsefenin kendi içine kapalı ve verimsiz doğasını, gerçekliğin
incelenmesinin ise pratik ve dönüştürücü gücünü vurgular. Marx ve Engels için
yaşamsal sorunların yanıtı artık felsefede değil, hayatın kendisinde, yani
pratikte aranmalıydı.
1.3
Feuerbach Üzerine Tezler: Yeni Bir Dünya Görüşünün Tohumları
Hegelci
idealizmden materyalizme geçişte önemli bir rol oynayan Ludwig Feuerbach, Marx
ve Engels için bir "ara halka" niteliğindeydi. Ancak Feuerbach'ın
materyalizmi, insanı ve toplumu pasif, edilgen bir konumda ele aldığı için
yetersizdi. Engels'in yıllar sonra "yeni dünya anlayışının dahiyane
tohumunun atılmış olduğu ilk belge" olarak tanımlayacağı Feuerbach
Üzerine Tezler, tam da bu noktada yeni bir felsefenin, praksise (eyleme) yönelen
felsefenin manifestosu olarak ortaya çıkar. 1845'te Marx tarafından kaleme
alınan bu on bir tez, eski materyalizmin eksiklerini ortaya koyarken, devrimci
pratiğin önemini vurgular. Tezler arasında en ünlüsü olan on birincisi, bu yeni
paradigmanın özünü oluşturur:
"Filozoflar,
dünyayı yalnızca çeşitli biçimleriyle yorumladılar; oysa önemli olan onu
değiştirmektir."
Bu
tez, felsefenin amacını spekülatif düşünceden devrimci eyleme kaydırarak, Marx
ve Engels'in entelektüel projesinin yönünü kesin olarak belirlemiştir.
Bu
bağlamda Alman İdeolojisi, yalnızca Hegel sonrası felsefeye yönelik
bir eleştiri metni olmakla kalmaz; aynı zamanda "Tezler"de tohumları
atılan yeni dünya görüşünün pozitif bir teori olarak, yani tarihsel materyalizm
olarak sistemli bir şekilde kurulduğu ilk metindir.
2.0
Kılavuz İlke: Materyalist Tarih Anlayışının Temelleri
Bu
bölüm, analizin teorik kalbini oluşturmaktadır. Marx'ın yıllar sonra tüm
çalışmalarının "kılavuz ilkesi" olarak tanımlayacağı
materyalist tarih anlayışı, ilk kez Alman İdeolojisi’nde derli toplu bir
biçimde ortaya konulmuştur. Felsefi soyutlamalardan kopuşu simgeleyen bu eser,
Genç Hegelcilerin görmezden geldiği "gerçek dünya" ve "gerçek
tarih"i analiz etmek için yeni teorik araçlar geliştirmiştir. İşte "üretici
güçler" ve "ekonomik ilişki biçimi" kavramları, tam da bu amaca
hizmet eder. Bu yeni tarih tezi, Hegelci idealizmin "tin'in tarihi"
anlayışını baş aşağı çevirerek, tarihin temelinin maddi yaşamın üretimi
olduğunu öne sürer. Bu yaklaşımın temel varsayımı nettir: İnsanların
düşüncelerini ve bilinçlerini onların maddi varoluş koşulları belirler; başka
bir deyişle, "toplumsal varlık, bilinci belirler."
2.2
Üretici Güçler ve Ekonomik İlişki Biçimi (Form of Intercourse)
Alman
İdeolojisi, tarihsel
analizin merkezine iki temel kavram yerleştirir:
• Üretici
Güçler (Productive Forces): Bu kavram; üretim araçlarını (aletler,
teknoloji), emeği ve üretim sürecinde kullanılan bilgi birikimini kapsar.
Toplumun doğa üzerindeki dönüştürücü gücünün ve üretim kapasitesinin düzeyini
ifade eder.
• Ekonomik
İlişki Biçimi (Form of Intercourse): Bu kavram, statik bir
mülkiyet ilişkileri veya iş bölümü tanımının ötesindedir. Esasen, belirli bir
tarihsel dönemde bireylerin birbirleriyle ilişki kurduğu ve maddi yaşamlarını
ürettiği dinamik koşullar bütünüdür. Önemli olan, bu koşulların bireylerin "öz-faaliyetlerinin
koşulları" olması ve bizzat "bu öz-faaliyet tarafından
oluşturulmaları"dır. Başlangıçta üretici güçlerin gelişimini sağlayan ve
kolaylaştıran bu ilişki biçimi, zamanla gelişimin önünde bir engele, yani "eğreti
bir pranga"ya (accidental fetter) dönüşür.
Marx
ve Engels'e göre, tarihin motoru bu iki unsur arasındaki diyalektik ilişkidir.
Belirli bir tarihsel dönemde, mevcut ekonomik ilişki biçimi, üretici güçlerin
belirli bir gelişim düzeyine tekabül eder ve onların gelişimini mümkün kılar.
2.3
Tarihsel Gelişimin Motoru: Çelişki ve Devrim
Tarihsel
materyalizme göre toplumsal dönüşümlerin ve devrimlerin temeli, "üretici
güçler ile ekonomik ilişki biçimi arasındaki çelişki"de yatar. Üretici
güçler (teknoloji, bilgi, emek organizasyonu) sürekli bir gelişim
eğilimindedir. Ancak bir noktadan sonra, bu gelişmiş üretici güçler,
kendilerini doğuran eski ekonomik ilişki biçiminin (mülkiyet ilişkileri, sınıf
yapısı) sınırlarına sığmaz hale gelir. Alman İdeolojisi’nin ifadesiyle,
bir zamanlar gelişimi sağlayan bu koşullar, artık gelişimin önünde bir "pranga"
(fetter) haline gelir.
Bu
süreç şöyle açıklanır:
Üretici
güçler ile ekonomik ilişki biçimi arasındaki çelişki ... her seferinde
zorunlulukla bir devrim olarak patlak vermiş, aynı zamanda bütün kapsamıyla
çatışmalar, çeşitli sınıfların çatışmaları, bilincin çelişmesi, fikir çatışması
vb., politik çekişme vb. gibi çeşitli ikincil biçimler almıştır.
Bu
temel çelişki, sınıflar arası mücadelelerden siyasi ve felsefi çatışmalara
kadar tarihteki tüm çarpışmaların nihai kaynağı olarak görülür. Devrim, bu
çelişkinin bir sonucu olarak, eski "pranga"ları kırar ve üretici
güçlerin daha da gelişmesine olanak tanıyan yeni bir ekonomik ilişki biçimini
hayata geçirir.
Materyalist
tarih anlayışının bu temel direkleri, yani üretici güçler ve üretim ilişkileri,
toplumun "altyapısını" oluşturur. Marx ve Engels, bu
maddi temelden yola çıkarak, düşünceler, hukuk, siyaset, din ve kültür
gibi "üstyapı" unsurlarının nasıl bu altyapı
tarafından şekillendirildiğini açıklamaya yönelirler.
3.0
Egemen Düşünceler ve İdeoloji Eleştirisi
Bu
bölümde, Alman İdeolojisi’nin en kalıcı ve etkili katkılarından biri
olan ideoloji teorisi incelenecektir. Eser, maddi üretim ilişkileri ile
düşünsel üretim arasındaki kaçınılmaz bağı kurarak, egemen fikirlerin nasıl ve
neden belirli bir sınıfın çıkarlarını yansıttığını ortaya koyar. Bu analiz,
toplumsal iktidar ilişkilerinin anlaşılmasında merkezi bir öneme sahiptir.
3.2
"Egemen Sınıfın Düşünceleri Egemen Düşüncelerdir"
Alman
İdeolojisi’nin bu
meşhur formülasyonu, ideoloji eleştirisinin temelini oluşturur. Bu tezin
ardında iki adımlı bir mantık yatar:
1. Maddi
ve Zihinsel Üretim Araçlarının Kontrolü: Toplumun maddi üretim
araçlarını (toprak, fabrikalar, sermaye) elinde bulunduran sınıf, aynı zamanda
zihinsel üretim araçlarını da (eğitim kurumları, basın, entelektüel çevreler)
kontrol eder. Bu durum, egemen sınıfın kendi dünya görüşünü, değerlerini ve
fikirlerini toplumun genel fikirleri olarak yaymasını ve meşrulaştırmasını
sağlar. "Kendilerine zihinsel üretim araçları verilmeyenlerin düşünceleri
de aynı zamanda bu egemen sınıfa bağımlıdır."
2. Tikel
Çıkarın Evrensel Olarak Sunulması: Devrimci bir sınıf, iktidara
yürürken kendi tikel çıkarını, sanki "toplumun bütün üyelerinin ortak
çıkarı"ymış gibi sunmak zorundadır. Kendi düşüncelerine evrensel bir
geçerlilik atfeder ve onları "tek mantıklı, evrensel olarak geçerli
düşünceler" olarak gösterir. Bu, kendi sınıf egemenliğini toplumun genel
yararı kisvesi altında gizleyen ideolojik bir manevradır.
İdeoloji
eleştirisi, materyalist tarih anlayışının doğal bir sonucudur. Eğer düşünceler
maddi koşulların bir yansımasıysa, o halde egemen düşünceler de egemen maddi
ilişkilerin yansıması olmak zorundadır. Bu teorik çerçeveden hareketle Marx ve
Engels, mevcut düzenin aşılmasına ve komünist bir toplumun kurulmasına dair
devrimci vizyonlarını temellendirir.
4.0
Devrim, Komünizm ve "Yeni İnsan"
Bu
bölüm, Alman İdeolojisi’nde geliştirilen teorinin/tarihsel materyalizmin
pratik sonuçlarına, yani devrim ve komünizm vizyonuna odaklanmaktadır. Eser,
komünizmi kurulacak bir "ideal" ya da ütopyacı bir tasarım olarak
değil, tarihsel materyalizmin zorunlu bir sonucu olarak görür. Marx ve
Engels'in ünlü tanımıyla komünizm, "mevcut durumu ortadan kaldıran gerçek
bir hareket"tir.
4.2
Komünizmin Maddi Koşulları
Alman
İdeolojisi komünizmin
gerçekleşmesi için iki temel maddi koşulun altını çizer:
• Üretici
Güçlerin Yüksek Düzeyde Gelişimi: Komünizm, kıtlık üzerine kurulamaz.
Eğer üretici güçler yeterince gelişmemişse, yoksulluk ve kıtlık genelleşir ve
bu durum eski toplumsal mücadeleleri yeniden üretir. Bu koşul olmadan komünizm
"ancak yerel bir görüngü olarak" var olabilir ve yaşayamaz. Evrensel
bir topluma geçiş, bolluğu mümkün kılan bir üretim kapasitesini gerektirir.
• Dünya-Tarihsel
Nitelik: Komünizm, tek bir ülkede yalıtılmış bir şekilde kurulamaz.
Büyük sanayinin yarattığı dünya pazarı ve küresel karşılıklı bağımlılık,
komünizmi dünya-tarihsel bir olgu haline getirir. Bu nedenle, komünist devrim
"ancak egemen halkların hep birden ve eş zamanlı hareketi olarak
olanaklı"dır.
4.3
Devrimin İkili İşlevi: Koşulları ve İnsanları Değiştirmek
Alman
İdeolojisi’nde devrim,
sadece siyasi iktidarın el değiştirmesi olarak görülmez; aynı zamanda derin bir
toplumsal ve insani dönüşüm aracı olarak kavranır. Devrimin bu çifte rolü şu
şekilde anlatılır:
...bu
devrim, demek ki, yalnızca egemen sınıfı devirmenin tek yolu olduğu için
zorunlu kılınmamıştır, ötekini deviren sınıfa, eski sistemin kendisine
bulaştırdığı pislikleri süpürmek ve toplumu yeni temeller üzerine kurmaya
elverişli bir hale gelmek olanağını ancak bir devrim vereceği için de
zorunlu olmuştur.
Bu
perspektife göre devrimin iki temel işlevi vardır:
1. Nesnel
Koşulları Değiştirmek: Egemen sınıfı devirerek üretim araçları
üzerindeki özel mülkiyete son vermek.
2. Öznel
Koşulları Değiştirmek: Devrimci sınıfın (proletaryanın) kendisini
egemen ideolojinin, alışkanlıkların ve yüzyılların birikmiş
"pisliklerinin" etkisinden arındırmasını sağlamak.
Marx
ve Engels'e göre, "komünist bilincin" bireysel aydınlanmalarla değil,
ancak kitlesel bir pratik hareketle, yani devrimin ateşi içinde üretilmesi
mümkündür. İnsanlar hem dış dünyayı hem de kendi doğalarını ancak devrimci
pratik yoluyla değiştirebilirler.
Alman
İdeolojisi’nin devrimci
vizyonu, sonraki tüm Marksist düşünceyi derinden etkilemiştir. Eser,
yazarlarının hayatında yayımlanmamış olsa da onların kendi entelektüel ve
politik yol haritasını çizmiş, Kapital gibi sonraki
başyapıtlarının teorik temelini oluşturmuştur.
5.0
Sonuç: Alman İdeolojisi’nin Mirası
Alman
İdeolojisi’nin Marksist
düşünce tarihindeki kalıcı önemi, eserin tamamlanmamış ve yazarlarının yaşamı
boyunca yayımlanmamış olmasına rağmen, bir düşünsel devrimin habercisi
olmasından ve 20. yüzyıl tarihini şekillendiren bir akımın temelini atmasından
kaynaklanır. Bu kurucu metin, sadece felsefi bir polemik değil, aynı zamanda
yeni bir dünya görüşünün manifestosudur.
5.1
Yayımlanmamış Bir Başyapıtın Etkisi
Eserin
Marx ve Engels hayattayken yayımlanmaması ve ilk tam baskısının ancak 1932'de
Sovyetler Birliği'nde yapılması, onun doğrudan etkisini geciktirmiştir. Ancak
bu durum, entelektüel mirasının önemini azaltmaz. Alman İdeolojisi’nde
geliştirilen tarihsel materyalist "kılavuz ilke", Marx' ve Engels’in
daha sonraki tüm ekonomi-politik ve politik çalışmalarına paradigmatik referans
çerçevesi olmuştur. Dolayısıyla, Alman İdeolojisi yayımlanmamış
olsa bile, formüle ettiği temel teorik çerçeve, Marksizmin sonraki tüm
gelişimini temelden şekillendirmiştir.
5.2
Genel Değerlendirme
Alman
İdeolojisi, Marksist
teoriye üç temel ve devrimci katkı sunmuştur:
1. Tarihsel
Materyalizm: Tarihin motorunun maddi üretim güçleri ile üretim
ilişkileri arasındaki çelişki olduğunu ortaya koyarak, tarihe realist (bilimsel
ve materyalist) bir açıklama getirmiştir.
2. İdeoloji
Eleştirisi: Egemen fikirlerin, egemen sınıfın maddi iktidarının bir
yansıması olduğunu göstererek, düşüncelerin sınıfsal doğasını ortaya
çıkarmıştır.
3. Devrim
Teorisi: Devrimi, yalnızca bir iktidar değişikliği olarak değil, aynı
zamanda insanı ve toplumu dönüştüren tarihsel bir zorunluluk olarak
tanımlamıştır.
Sonuç
olarak, Alman İdeolojisi, felsefi düşünceyi gökyüzünden yeryüzüne
indiren, insanlık tarihini "yorumlamaktan" onu bilinçli bir şekilde
"değiştirmeye" yönelten bir paradigma kaymasının manifestosudur. Bu
özellikleriyle, sadece Marksist kanonun değil, tüm düşünce tarihinin en önemli
metinlerinden biri olma niteliğini korumaktadır.
II.
Alman İdeolojisi: İçerik Analizi
1.
Ana Temalar
A.
Tarihsel-Diyalektik Materyalizm ve Tarihsel Gelişim
Marx
ve Engels, Alman İdeolojisi’nde tarihsel perspektif, diyalektik ve
materyalizmi birbirinden ayrılmaz tek bir bütün halinde sentesleyerek nitelik
bakımından yeni bir materyalizmin, tarihsel-diyalektik materyalizmin
temelini atmışlardır.
• Ekonomik
Yasaların ve Kategorilerin Nesnel Karakteri: Burjuva ekonomistlerinin
aksine, Marx ve Engels burjuva toplumunun ekonomik yasalarını ve kategorilerini
ebedi ve değişmez olarak kabul etmezler. Onlar bunları, tarihsel olarak
sınırlı ve geçici toplumsal koşulların teorik yansıması olarak görürler.
Alıntı:
"Toprak rantı, kâr vb. özel mülkiyetin fiili varoluş biçimleri, belirli
bir üretim aşamasına karşılık gelen toplumsal ilişkilerdir."
• Mülkiyetin
Tarihsel Biçimleri: Marx ve Engels, "emeğin maddesi,
araç-gereçleri ve ürünü bakımından bireylerin birbirleriyle olan
ilişkilerinin" tarihsel gelişimin farklı aşamalarında nasıl
değiştiğini gösterirler. Kabile mülkiyeti, antik, feodal ve burjuva mülkiyeti
gibi mülkiyet biçimlerinin birbirini takip ettiğini belirtirler. Her yeni
neslin önceki nesillerden miras kalan üretici güçleri devralmasıyla toplumsal
gelişimin sürekliliğini vurgularlar.
• Tarihin
Maddi Öncelleri: Tarih yapabilmek için insanların yaşamlarını
sürdürebilecek durumda olmaları gerektiği temel öncül olarak sunulur. Yaşamak
için yiyecek, içecek, barınak, giysi gibi temel ihtiyaçların üretimi, "ilk
tarihsel eylem" ve "tüm bir tarihin temel koşulu"
olarak tanımlanır.
Alıntı:
"Yaşamak içinse her şeyden önce yiyecek, içecek, barınak, giysi ve daha
başka şeyler gerekir. O halde, ilk tarihsel eylem, bu ihtiyaçları karşılayacak
araçların üretimidir; maddi yaşamın kendisinin üretimidir."
• Üretici
Güçler, Toplumun Durumu ve Bilinç Arasındaki Karşıtlık: Üretim gücü,
toplumun durumu ve bilinç birbirleriyle karşıtlık içine girer. İş bölümüyle
birlikte zihinsel ve maddi faaliyetin, eğlence ve çalışmanın farklı bireylere
düşmesi bu karşıtlığı doğurur.
B.
İdeoloji Eleştirisi
Marx
ve Engels, Hegel'in ve Genç Hegelcilerin idealist felsefelerine sert bir
eleştiri getirirler.
• Din
Eleştirisi: Marx, daha önceki eserlerinde dile getirdiği "din
halkın afyonudur" sözünü tekrarlar. Ona göre dine karşı savaşmak,
dinin "tinsel aromasını oluşturduğu dünyaya karşı savaşmak
demektir." Yanılgının bir yanında dinsel inancın muhtaç sahipleri,
diğerinde ise bu yığınların dinden kurtulmaları gerektiğini düşünen aydınlar
vardır.
• Feuerbach
ve Materyalizmin Sınırlılıkları: Marx ve Engels, Feuerbach'ın
felsefesinin materyalist özünü savunmakla birlikte, onun materyalizminin
tutarsızlığını, sınırlılığını ve skolastik/”geviş getirici” karakterini açığa
çıkarırlar. Feuerbach'ın dinsel kendine-yabancılaşma olgusundan hareketle
dünyayı seküler temeline indirgemesini eleştirirler; ancak seküler temelin
kendi iç çekişme ve çelişkileriyle açıklanabileceğini ve pratikte kökten
değiştirilmesi gerektiğini belirtirler.
• Genç
Hegelciler ve "Söylemler": Genç Hegelciler, düşünceleri,
kavramları ve bilincin ürünlerini insanın gerçek prangaları olarak
gördüklerinden, bu "illüzyonlara" karşı savaşırlar. Ancak Marx ve
Engels'e göre bu filozoflar, bilincin değiştirilmesi talebiyle mevcut olanın
farklı bir şekilde yorumlanmasını talep etmekten öteye geçemezler ve "en
koyu muhafazakarlardır." Onlar sadece "söylemlere" karşı
mücadele ederler, gerçek dünyaya karşı değil.
C.
Toplumsal Sınıflar ve Devlet
• İş
Bölümü ve Sınıf Çelişkileri: İş bölümüyle birlikte, özel ve ortak
çıkar arasında bir çelişki doğar. Ortak çıkar, devlet adı altında, gerçek
bireysel ve ortaklaşa çıkarlardan ayrı, bağımsız bir biçim alır. Devlet, kan
bağı, dil, iş bölümü ve diğer çıkarlar gibi mevcut bağlara dayanır ve sınıflara
ayrılır, bunlardan biri diğerleri üzerinde egemenlik kurar.
• Devletin
Rolü: Devlet içindeki mücadeleler (demokrasi, aristokrasi, monarşi
vb.) farklı sınıfların birbirlerine karşı yürüttüğü gerçek mücadelelerin
yanıltıcı biçimleridir. Egemen olmak gayretindeki her sınıf, kendi çıkarını
genelin çıkarı olarak sunmak için politik iktidarı ele geçirmek zorundadır.
• Burjuva
Toplumu: Burjuva toplum, üretici güçlerin belirli bir gelişim aşaması
içinde bireylerin maddi temaslarının tamamını kapsar. Devlet ve ulus
çerçevesini aşar, ancak kendisini dışarıda milliyet olarak kabul ettirip
içeride devlet olarak örgütler.
2.
Önemli Fikirler ve Gerçekler
A.
Tarihsel Süreç ve Mülkiyet İlişkileri
• Orta
Çağ’dan Manifaktüre Geçiş: Serflerin topraklardan kaçarak kentlere
gelmesiyle lonca sistemine tabi olmaları veya gündelikçi olmaları, toplumsal
sınıfların oluşumunda önemli bir adımdır. Manifaktür, loncaların dışladığı
köylüler için bir sığınak haline gelir. Feodal sistemin çözülmesiyle birlikte
serserilik dönemi yaşanır.
• Taşınabilir
Sermayenin Birikimi: Ticaret ve manifaktürün gelişimi, taşınabilir
sermaye birikimini hızlandırır ve büyük burjuvaziyi yaratır. Loncalar ise küçük
burjuvazinin toplandığı, büyük tüccarlar ve manifaktür sahipleri karşısında
zayıflayan yapılar haline gelir.
• Büyük
Ölçekli Sanayi ve Dünya Pazarı: 17. yüzyılda ticaret ve manifaktürün
İngiltere'de yoğunlaşması, dünya pazarı yaratır ve üretici güçlerin
kapasitesini aşan talep, büyük ölçekli sanayiyi (makineleşme, kapsamlı iş
bölümü) doğurur. Bu, özel mülkiyetin üçüncü dönemine yol açar. Büyük ölçekli
sanayi, evrensel rekabeti teşvik eder, ulaşım araçlarını geliştirir ve ticareti
kendi hükmü altına alır.
• Medeni
Hukukun Gelişimi: Medeni hukuk, özel mülkiyetle eş zamanlı olarak,
doğal topluluğun dağılması sonucunda doğar. Modern halklarda sanayi ve
ticaretin topluluğun dağılmasına yol açmasıyla özel mülkiyet ve medeni hukukun
ortaya çıkması, yeni bir gelişme evresine işaret eder.
B.
Alman İdeologlarının Eleştirisi (Stirner, Bauer, Feuerbach, "Hakiki
Sosyalistler")
Marx
ve Engels, Alman ideologlarını çeşitli yönlerden eleştirirler:
• Stirner'in
"Biricik" ve "Özgülük" Kavramları: Stirner'in
kendi "Biricik"inin kurgulanmış Biricik'ten daha farklı bir şey
olduğunu, kanlı canlı bir birey olduğunu iddia etmesi eleştirilir. Stirner’de "özgülük",
bireylerin koşullar üzerindeki gücü olarak değil, soyut bir
"kurtulma" olarak sunulur.
• Stirner'in
Komünizm Anlayışı: Stirner'in komünizmi, işçilerin "işi durdurmak
ve emekleriyle ürettiklerini kendilerine ait kabul edip keyfini çıkarmak"
olarak tanımlaması, Marx ve Engels tarafından yüzeysel bulunur. Gerçek
komünistlerin bu mevcut olanı yıkmak amacında olduğu vurgulanır. Stirner'in
komünizmi, felsefi bir kategoriye indirgediği ve keyfi denklemlerle açıklamaya
çalıştığı belirtilir.
• "Hakiki
Sosyalistler" ve İnsan Özü: "Hakiki sosyalistler," tüm
suçun bireylerden alınıp "Toplum"a atıldığı bir anlayışa sahiptirler.
Onlar, insanların gerçek yaşam koşullarını "görüngüler" olarak, din
ve politikayı ise bunların "temeli ve kökü" olarak ilan ederler. Bu
durum, onların Alman felsefesinin ideolojik söylemlerini, Fransız
sosyalistlerinin çizdiği gerçek tablolara göre daha üstün bir hakikat olarak
kabul etmelerini gösterir.
• Alman
İdeologlarının Tarih ve Gerçeklikten Kopukluğu: Alman ideologları,
Alman felsefesi ile Alman gerçekliği arasındaki ilişkiyi sorgulamazlar. Onlar,
dünya tarihini Alman teoloji ve felsefe tarihi üzerine yetersiz ve çarpık
yorumlarla ele alır, diğer halkların eylem ve düşüncelerini "nihai amaçlarına"
Almanya'da ulaşıyor gibi gösterirler. Özellikle Berlin merkezli bir bakış
açısıyla dünyayı yorumlarlar.
C.
Emek, Mülkiyet ve Toplumsal İlişkiler
• Çalışmanın
Yabancılaşması: Mevcut sistemde çalışma, bireyler için öz-faaliyet
görünümünü tamamen kaybetmiştir ve bireylerin yaşamına, ancak onu dumura
uğratarak varlık hakkı tanımıştır.
• Paranın
Rolü: Para, evrensel değiş tokuş aracının hem bireyler hem de toplum
karşısında bağımsızlaşmasının en çarpıcı göstergesini oluşturur. Paranın gücü,
genel üretim ilişkileri ile ekonomik ilişkilerin bağımsızlaşmasını ifade eder.
Parasal krizler, "servetlerin" değiş tokuş aracı karşısında değerinin
düşmesiyle ortaya çıkar.
• Komünizm
ve Özgür Faaliyet: Gerçek komünistler ne egoizmi fedakarlığın ne de
fedakarlığı egoizmin karşısına çıkarırlar. Onlar bu karşıtlığın kendiliğinden
ortadan kalkacağı maddi kaynağı ortaya koyarlar. Komünistler, bireylerin tüm
yeteneklerinin özgür gelişiminden doğan yaratıcı dışavurumu olarak "özgür
faaliyeti" savunurlar, "sıkıcı çalışma" olarak değil.
• Rekabetin
Doğası: Rekabet, bireyleri birbirinden ayırır. Rekabetin kötü yanı,
rekabet araçlarının herkesin tasarrufunda olmamasıdır, çünkü bu araçları
sağlayan "kişilik değil rastlantıdır." Üretim ve ekonomik ilişki
koşulları, rekabet çerçevesinde kişilerin karşısına bağımsız bir güç olarak
çıkar.
3.
Yazarların Ses Tonu ve Yaklaşımı
Marx
ve Engels, eserde alaycı ve ironik bir dil kullanmaktadır. Özellikle Genç
Hegelcileri ve "hakiki sosyalistleri" eleştirirken, onların felsefi
kurgularını ve gerçeklikten kopukluklarını mizahi bir dille ortaya koyarlar.
Stirner'i "Jacques le bonhomme," "aziz Sanço" gibi
isimlerle anmaları, eleştirdikleri kişilerin iddialarını küçümseme amacı taşır.
Alıntı:
"Bu gözü kara adam, Almanya'daki yeni devrimci filozofların
prototipiydi."
4.
Özetleyici Değerlendirme
Alman
İdeolojisi, Marx ve
Engels'in materyalist tarih anlayışının, eş deyişle tarihsel-diyalektik
materyalizm felsefesinin temel taşlarından biridir. Eser, Alman idealist
felsefesine ve özellikle Genç Hegelcilerin düşüncelerine karşı kapsamlı bir
eleştiri sunar. Marx ve Engels, toplumsal yaşamın ve bilincin maddi üretim
ilişkileri tarafından belirlendiğini savunarak, soyut felsefi spekülasyonların
gerçek toplumsal değişimden uzak olduğunu vurgularlar. Mülkiyetin tarihsel
gelişimini, iş bölümünü, sınıfsal çelişkileri ve devletin rolünü analiz ederek,
komünist bir toplumun ancak bu maddi temellerin kökten değiştirilmesiyle
kurulabileceği sonucuna varırlar. Eser, sadece felsefi bir eleştiri değil, aynı
zamanda o dönemin Almanya'sının toplumsal ve politik gerçekliğine dair keskin
gözlemler ve tespitler içerir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.