Marksist Araştırmalar [MAR] | Komünizm: Tarihin Çözülen Bilmecesi

13 Eylül 2025 Cumartesi

Kapital’i Anlamak: Marx’ın İktisat Teorisi | Duncan K. Foley: Özet

Giriş

Karl Marx'ın ekonomik teorisi, yazıldığı dönemin üzerinden bir asırdan fazla zaman geçmiş olmasına rağmen, modern toplumun ve kapitalist sistemin dinamiklerini anlamada merkezi önemini korumaktadır. Sadece bir ekonomik eleştiri olmanın ötesinde, toplumsal ilişkilerin, teknolojik değişimin ve tarihsel dönüşümün arkasındaki itici güçleri ortaya koyan kapsamlı bir analiz çerçevesi sunar. Bu incelemenin temel amacı, Marx'ın karmaşık ekonomik düşüncesinin temel direklerini sistematik bir şekilde aydınlatmaktır. İncelememiz, Marx'ın geleneksel iktisattan kökten ayrılan analitik yöntemiyle başlayacak, ardından teorisinin üzerine inşa edildiği temel kavramları—meta, değer, emek ve para—detaylandıracaktır. Bu temelden hareketle, kapitalist sistemin özünü oluşturan sermaye ve artık değerin kökenine inecek; sermaye birikiminin, üretim süreçlerini nasıl sürekli bir dönüşüme zorladığını analiz edeceğiz. Son olarak, sistemin daha karmaşık dinamiklerini, yani kârın farklı gelir biçimlerine (rant, faiz) nasıl dağıldığını ve sistemin kendi içsel çelişkilerinden doğan kriz eğilimlerini inceleyeceğiz. Bu yol haritası, okuyucuya Marx'ın kapitalizmi nasıl en temel biriminden başlayarak bütünsel ve dinamik bir sistem olarak modellediğini ve bu modelin günümüz dünyasını anlamak için neden hala geçerli bir araç olduğunu göstermeyi hedeflemektedir.

1. Marx'ın Analitik Yöntemi: Tarihsel ve Diyalektik Materyalizm

Marx'ın ekonomik analizini kavramanın ilk adımı, onun kendine özgü analitik yöntemini anlamaktır. Bu yöntem, onun ekonomik kategorilerini (meta, değer, sermaye vb.) nasıl oluşturduğunu ve bu kategorilerin neden statik tanımlar değil, tarihsel süreçlerin ifadeleri olduğunu açıklar. Geleneksel iktisadın evrensel ve değişmez ilkeler arayışının aksine, Marx'ın yöntemi toplumsal olguları kendi içsel çelişkileriyle sürekli evrilen tarihsel süreçler olarak ele alır. Bu nedenle, onun metodolojisini anlamak, teorisinin geri kalanını doğru bir zemine oturtmak için temel bir başlangıç noktasıdır.

1. Tarihsel ve Değişen Gerçeklik: Marx için toplumsal gerçeklik, donmuş bir yapı değil, kendi içsel dinamikleri ve çelişkileriyle sürekli bir değişim ve dönüşüm içinde olan bir süreçtir. Onun amacı, tüm toplumlar için geçerli evrensel yasalar bulmak değil, belirli bir tarihsel döneme özgü toplumsal oluşumların (örneğin kapitalizmin) değişimini yöneten özgül yasaları ve düzenlilikleri ortaya çıkarmaktır. Grundrisse'nin girişinde belirttiği gibi, tüm üretim biçimlerinde ortak olan bazı genel unsurlar bulunsa da, bir dönemi diğerinden ayıran "asli farkları" anlamak kritik öneme sahiptir. Marx'a göre modern iktisatçıların hatası, kapitalizme özgü ilişkileri (örneğin piyasa, kâr) evrensel ve ebedi kategoriler olarak sunarak bu tarihsel özgüllüğü göz ardı etmeleridir.

2. İnsan Ürünü Olan Bilgi: Marx'a göre, insanın toplumsal gerçeklik hakkındaki bilgisi, insana özgü bir üründür ve yaşayan insanların etkinliği dışında bir varlığı söz konusu değildir. Bilgi, bir şehir gibi, birikerek çoğalan toplumsal bir yaratıdır. Bu epistemolojik duruş, bilginin keşfedilmeyi bekleyen ebedi hakikatler kümesi olduğu fikrinden kökten ayrılır. İnsan çabası, nasıl sanatı ve diğer ürünleri yaratıyorsa bilgiyi de aynı şekilde yaratır. Bu anlayış, eleştiri yöntemini merkeze alır; zira mevcut bilgi sürekli sorgulanır, süzgeçten geçirilir ve dönüştürülür. Marx'ın amacı "özgün" olmak değil, kendisinden önceki düşünürlerin (Smith, Ricardo vb.) inşa ettiği bilgideki gerçeğin özünü eleştirel bir süzgeçten geçirerek bulmak ve onu daha tutarlı bir formülasyona kavuşturmaktır.

3. Belirlenimlerin Katmanları ve Soyutlamanın Rolü: Marx'ın teorik inşası, karmaşık ve somut gerçekliği anlama sürecini "soyuttan somuta yükseliş" olarak tanımlar. Bu yöntem, analize en basit ve en temel soyutlamalardan başlamayı gerektirir. Kapital'de bu başlangıç noktası "meta"dır. Marx, Grundrisse'de bu süreci şöyle açıklar: Analiz, "bütünün kaotik bir kavramsallaştırılması" olan somut gerçeklikten (örneğin nüfus) yola çıkarak, analitik olarak daha basit kavramlara ve "daha da ince soyutlamalara" doğru ilerler. Bu soyut belirlenimlere (meta, değer, para) ulaşıldıktan sonra, teorik yolculuk tersine döner ve bu basit unsurları birleştirerek somut gerçekliği "birçok belirlenim ve bağlantının zengin bir bütünlüğü" olarak düşüncede yeniden inşa eder. Bu katmanlı yapı nedeniyle, üst seviyedeki belirlenimler (örneğin kâr oranının eşitlenmesi), daha temel belirlenimlerle (örneğin değerin emek tarafından yaratılması) çelişiyor gibi görünebilir. Ancak bu çelişki yalnızca yüzeyseldir. Temel ilkeler, daha karmaşık durumlarda dahi geçerliliklerini korur. Bu durumu bir analojiyle açıklamak mümkündür: "Binaların yıkılmamasını yer çekimi yasasının bir çelişkisi olarak görmeyiz çünkü kirişlerin fiziksel özelliklerinin bir binayı nasıl ayakta tuttuğunu anlamamızı sağlayan şey yer çekimi yasasının ta kendisidir ve çünkü bu fiziksel özellikler değişime uğradığında, aynı yer çekimi yasası bu sefer binanın yıkılmasını sağlayacak yönde işler." Benzer şekilde, üretim fiyatları gibi üst düzey olgular, emek değer teorisini ihlal etmez; aksine, teorinin koyduğu temel ilkeler çerçevesinde işleyen daha karmaşık mekanizmalar olarak açıklanırlar.

4. Diyalektik Yaklaşım: Marx'ın düşüncesindeki diyalektik unsurun iki temel yönü vardır. Birincisi, bir sunum üslubu olarak diyalektik, düşüncelerin eleştirel bir dönüşüm sürecini okuyucunun gözleri önüne serer. Marx, teorik sonuçlarını hazır bir şekilde sunmak yerine, okuyucuyu bir kavramdan diğerine (örneğin metadan paraya) taşıyan diyalektik düşünce hareketini yeniden üretmeye çalışır. İkinci ve daha derin olan yönü ise, diyalektiğin gerçekliğin ve bilginin doğasını kavrama biçimiyle ilgilidir. Marx, gerçekliği statik bir düzenlemeden ziyade, "çelişkili bir değişim süreci" olarak görür. Bilginin kendisi de bu sürecin bir parçasıdır; insan ürünüdür, sürekli değişir ve eleştiri yoluyla gelişir. Bu yaklaşım, bilginin keşfedilmeyi bekleyen değişmez doğrulardan oluştuğunu varsayan anlayışlardan kökten ayrılır.

Bu metodolojik çerçeve, Marx'ın ekonomik kategorilerinin neden sadece ekonomik olguları değil, aynı zamanda bu olguları doğuran toplumsal ve tarihsel ilişkileri de ifade ettiğini gösterir. Bu yöntemle donanmış olarak, Marx'ın analizinin temel taşı olan meta kavramını incelemeye geçebiliriz.

2. Değer Teorisinin Temel Taşları: Meta, Emek ve Para

Marx'ın ekonomik sistem analizinin tamamı, en temel birim olan "meta"nın incelenmesi üzerine kuruludur. Kapitalist üretimin hâkim olduğu bir toplumda, ürünlerin büyük çoğunluğunun meta biçimini alması, bu analizi zorunlu bir başlangıç noktası kılar. Metanın ikili doğasının çözümlenmesi, bizi doğrudan değerin kaynağına ve bu değerin nihai ifadesi olan paranın ortaya çıkışına götürür. Bu bölüm, Marx'ın tüm teorik yapısının temelini oluşturan bu kilit kavramları adım adım aydınlatacaktır.

1. Metanın İki Yönlü Doğası: Bir meta, her şeyden önce belirli bir insan ihtiyacını karşılayan faydalı bir nesne veya hizmettir. Marx, bu doğrudan fayda sağlama özelliğini kullanım değeri olarak adlandırır. Ancak bir ürünün meta olabilmesi için sadece faydalı olması yetmez; aynı zamanda piyasada başka bir ürünle mübadele edilebilir olması gerekir. Bu mübadele edilebilirlik özelliği, metanın ikinci yönünü, yani değerini oluşturur. Değer, metanın fiziksel özelliklerinden kaynaklanmaz; aksine, onu üreten toplumsal ilişkilerden doğan soyut bir özdür. Marx'a göre değer, metaların üretiminde harcanan insan emeğinden kaynaklanan toplumsal bir tözdür ve tüm metaların ortak paydasıdır.

2. Emek Değer Teorisi: Marx, değerin kaynağının "toplumsal olarak gerekli, soyut emek" olduğunu belirterek klasik emek değer teorisini rafine eder. Bu tanım, değeri yaratan emeğin niteliğini anlamak için dört kritik unsuru içerir:

    ◦ Soyut Emek: Değeri yaratan, iplik eğirmek veya dokuma yapmak gibi belirli bir somut emek türü değil, genel anlamda insan emeğinin harcanmasıdır. Meta üreticisi bir toplumda, tüm farklı somut emek biçimleri, değer yaratma kapasitesine sahip soyut emek olarak eşitlenir.

    ◦ Basit Emek: Farklı vasıflardaki emeklerin değer yaratma kapasiteleri farklılık gösterebilir. Marx, bu sorunu çözmek için vasıflı emeği, temel birim olan "basit emeğin" (belirli bir yetenek avantajı olmayan işçinin emeği) bir katı olarak ele alır.

    ◦ Toplumsal Emek: Değer yaratan emek, piyasada mübadele edilmek üzere üretilen metalara harcanan emektir. Hane içinde tüketilen veya kişisel kullanım için yapılan üretim (örneğin bir aile yemeği), bir kullanım değeri yaratsa da meta üretimine dahil olmadığı için değer yaratmaz.

    ◦ Gerekli Emek: Bir metanın değeri, o metayı üretmek için harcanan fiili emek süresiyle değil, mevcut teknolojik koşullar altında "toplumsal olarak gerekli" olan ortalama emek süresiyle belirlenir. Verimsiz bir üreticinin aynı mal için daha fazla zaman harcaması, o mala daha fazla değer katmaz.

3. Artık değerin kaynağını anlamak için kritik olan bir ayrım, paranın değeri ile ücret oranı arasındaki farktır. Paranın değeri, bir para biriminin (örneğin bir doların) ne kadar toplumsal emek süresini temsil ettiğidir. Ücret oranı ise, aynı para biriminin ne kadar emek gücü satın alabildiğidir. Örneğin, bir saatlik toplumsal emeğin 15 dolarlık değer yarattığını varsayalım. Bu durumda paranın değeri, 1 dolar başına 1/15 saatlik toplumsal emektir. Ancak, eğer ortalama ücret oranı saatte 5 dolar ise, aynı 1 dolar ile 1/5 saatlik emek gücü satın alınabilir. Görüldüğü gibi, 1 dolar hem 1/15 saatlik toplumsal emeği temsil eder hem de 1/5 saatlik emek gücü satın alır. Bu iki oran arasındaki fark, artık değerin temelini oluşturur.

4. Değerin Para Biçimine Dönüşümü: Değer, metaların içinde var olan soyut bir öz olduğu için, doğrudan gözlemlenemez. Ancak mübadele ilişkileri aracılığıyla kendini ifade eder. Marx, paranın kökenini diyalektik bir süreçle açıklar:

    ◦ Yalın Değer Biçimi: Değerin en basit ifadesi, iki metanın birbirine eşitlenmesidir: 20 yarda keten kumaş = 1 ceket. Bu ifadede ceket, keten kumaşın değerini ifade eden bir "eşdeğer" konumundadır.

    ◦ Genişlemiş ve Genel Değer Biçimi: Bir metanın (keten) diğer tüm metalarla (ceket, çay, demir vb.) eşitlendiği "genişlemiş" değer biçimi, istikrarsızdır ve mantıksal olarak tersine dönme eğilimindedir. Bu tersine dönüşle birlikte, tek bir meta (örneğin altın) diğer tüm metaların değerini ifade eden "genel eşdeğer" haline gelir.

    ◦ Para Biçimi: Son adımda, genel eşdeğerlik rolü toplumsal bir uzlaşmayla belirli bir metaya (tarihsel olarak altın) veya soyut bir hesap birimine (günümüzde "dolar" gibi) sabitlendiğinde, para ortaya çıkar. Para, metalar arası ilişkiden doğan ve değerin bağımsız bir ifadesi haline gelen toplumsal bir olgudur.

Meta, emek, değer ve para arasındaki bu temel ilişkilerin anlaşılması, kapitalist üretimin ayırt edici özelliğini, yani kârın kaynağı olan sermaye ve artık değerin analizine geçiş için sağlam bir zemin oluşturur.

3. Sermaye ve Artık Değerin Kökeni

Bu bölüm, Marx'ın teorisinin kalbine, yani kapitalist üretimin ayırt edici özelliğini oluşturan kârın (artık değerin) kaynağını açıklamaya odaklanmaktadır. Basit meta dolaşımında amaç, bir kullanım değerini bir başkasıyla değiştirmektir (M-P-M': Meta - Para - Meta). Ancak sermaye dolaşımının formülü farklıdır: P-M-P' (Para - Meta - Daha Fazla Para). Kapitalist, sürece parayla başlar ve süreç sonunda başlangıçtakinden daha fazla paraya sahip olmayı hedefler (P' > P). Peki, bu "fazla değer" ya da artık değer nereden gelmektedir? Eğer tüm metalar kendi değerlerinde alınıp satılıyorsa, değerin sistematik olarak artması nasıl mümkün olabilir? Bu bilmece, kapitalizmin sırrını barındırır.

1. Bir Meta Olarak Emek Gücü: Artık değerin kaynağı, piyasada alınıp satılan sıradan bir meta değil, emek gücü adı verilen çok özel bir metadır. Emek gücü, bir işçinin yararlı iş yapma potansiyeli veya kapasitesidir. Bu metanın ayırt edici özelliği, kullanımının (yani emeğin kendisinin) değer yaratması ve kendi değerinden daha fazla değer yaratabilmesidir. Emek gücünün bir meta olarak piyasada ortaya çıkabilmesi için iki temel tarihsel koşul gereklidir:

    ◦ İşçi, yasal olarak "özgür" olmalı ve kendi emek gücünü satma hakkına sahip olmalıdır (serf veya köle gibi birine bağlı olmamalıdır).

    ◦ İşçi, kendi üretim araçlarından (toprak, alet vb.) koparılmış olmalı ve geçimini sağlamak için emek gücünü satmaktan başka seçeneği kalmamalıdır.

2. Bu koşullar altında emek gücünün satışı, basit bir ticari işlem gibi görünse de, aslında iki aşamalı bir mücadele başlatır. İlk pazarlık, ücret seviyesi üzerine yapılır. Ancak anlaşma sağlandıktan sonra, "kapitalist ve işçi yeni bir pazarlıkta daha karşı karşıya gelirler." Bu ikinci ve sürekli mücadele, emeğin fiilen sarf edileceği koşullar (çalışma temposu, yoğunluğu, iş güvenliği vb.) üzerinedir. Kapitalistin emek gücünden en fazla değeri elde etme çabası, bu ikinci mücadele alanında, yani üretim sürecinin kendisinde gerçekleşir.

3. Emek Gücünün Değeri ve Artık Değer: Diğer tüm metalar gibi, emek gücünün değeri de onun yeniden üretimi için toplumsal olarak gerekli emek süresiyle belirlenir. Bu, pratikte işçinin kendisini ve ailesini hayatta tutmak ve ertesi gün çalışmaya hazır hale getirmek için ihtiyaç duyduğu geçim araçlarının (gıda, barınma, giyim vb.) değerine eşittir. Marx, iş gününü metaforik olarak iki kısma ayırır:

    ◦ Gerekli Emek Süresi: İşçinin, kendi ücretinin (emek gücünün değerinin) eşdeğerini ürettiği zamandır. Bu, "karşılığı ödenmiş" emektir.

    ◦ Artık Emek Süresi: İşçinin, gerekli emek süresinin ötesinde çalıştığı ve karşılığında ücret almadığı zamandır. Bu, kapitalist için artık değer yaratan "karşılığı ödenmemiş" emektir. Dolayısıyla artık değer, işçinin sömürülmesinin bir ürünüdür. İşçi, emek gücünün her saati için ücret alıyor gibi görünse de, aldığı toplam ücret, harcadığı toplam emeğin yarattığı değerden daha azdır.

4. Değişmeyen ve Değişen Sermaye: Artık değerin kaynağını daha net anlamak için Marx, kapitalistin yaptığı yatırımı iki kategoriye ayırır:

    ◦ Değişmeyen Sermaye (c): Üretim araçlarına (hammadde, makine, bina vb.) harcanan sermayedir. Bu unsurlar, üretim sürecinde kendi değerlerini yeni ürüne aynen aktarırlar, ancak yeni bir değer yaratmazlar. Değerleri "değişmeden" kalır.

    ◦ Değişen Sermaye (v): Emek gücünü satın almak için harcanan sermayedir (ücretler). Bu kısım, üretim sürecinde genişleyerek kendi değerinden daha fazlasını (artık değeri) yarattığı için "değişen" olarak adlandırılır. Bu durumda, bir metanın toplam değeri şu formülle ifade edilir: c + v + s (değişmeyen sermaye + değişen sermaye + artık değer). Artık değer (s) yalnızca değişen sermayeden (v) doğar.

Artık değerin kaynağının, yani sömürünün, nasıl işlediğinin anlaşılması, kapitalistlerin bu artık değeri maksimize etme stratejilerini ve bu stratejilerin sermaye birikim sürecini nasıl şekillendirdiğini incelemeye olanak tanır.

4. Sermaye Birikimi ve Üretimin Dönüşümü

Kapitalist sistem durağan bir yapı değildir; aksine, temel dinamiği sürekli bir genişleme ve birikim arayışıdır. Sermaye birikimi, elde edilen artık değerin bir kısmının yeniden yatırıma dönüştürülerek sermayenin ölçeğinin büyütülmesi sürecidir. Ancak bu süreç, sadece mevcut üretimin niceliksel olarak genişletilmesi anlamına gelmez. Rekabetin zorladığı bu birikim dürtüsü, aynı zamanda üretim yöntemlerini, teknolojiyi ve iş organizasyonunu kaçınılmaz olarak kökten değiştirir. Bu bölüm, kapitalistlerin artık değeri artırma stratejilerini ve bu sürecin toplumsal sonuçlarını analiz etmektedir.

1. Mutlak ve Göreli Artık Değer: Kapitalistler, artık değeri (ve dolayısıyla kârlarını) artırmak için temelde iki strateji izlerler:

    ◦ Mutlak Artık Değer: Bu strateji, iş gününün toplam uzunluğunu veya emeğin yoğunluğunu artırmaya odaklanır. Gerekli emek süresi sabitken, iş günü 8 saatten 10 saate çıkarıldığında, artık emek süresi doğrudan 2 saat artar. Kahve molalarının kaldırılması veya çalışma temposunun hızlandırılması da aynı etkiyi yaratır. Bu yöntem, kapitalizmin ilk evrelerinde yaygın olarak kullanılmıştır.

    ◦ Göreli Artık Değer: Bu strateji, toplam iş günü sabitken, gerekli emek süresini kısaltmayı hedefler. Bu, ancak emek verimliliğini artıran teknolojik yeniliklerle mümkündür. Örneğin, gıda veya giyim gibi işçilerin geçimini sağlayan metaların üretimini ucuzlatan yeni makineler, emek gücünün değerini düşürür. Bu sayede, işçinin kendi ücretine denk değeri üretmesi için gereken süre kısalır ve artık emek süresi artar. Göreli artık değer arayışı, kapitalizmin sürekli teknik ilerlemesinin arkasındaki temel itici güçtür.

2. Sermayenin Yeniden Üretimi ve Yedek Emekçi Ordusu: Sermaye birikim süreci, sadece sermayeyi değil, aynı zamanda kapitalist sınıf ilişkilerini de sürekli olarak yeniden üretir. İşçi, ücretiyle geçimini sağlar ve ertesi gün tekrar emek gücünü satmak zorunda kalır. Kapitalist ise elde ettiği artık değerle sermayesini büyütür ve tekrar emek gücü satın alacak konuma gelir. Bu birikim sürecinin emek gücü talebi üzerinde çelişkili etkileri vardır:

    ◦ Bir yandan, sermayenin genişlemesi yeni iş alanları yaratarak emek gücü talebini artırır.

    ◦ Diğer yandan, verimliliği artırmaya yönelik teknik değişim (otomasyon, yeni makineler), mevcut işçileri işlerinden ederek onları "yedekler". Bu iki eğilimin birleşimi, Marx'ın yedek emekçi ordusu olarak adlandırdığı, sürekli olarak var olan bir işsizler kitlesi yaratır. Bu ordu, üç ana bileşenden oluşur: geçici olarak işsiz kalan "akıcı" yedekler, tarım gibi geleneksel sektörlerden koparılan "saklı" yedekler ve sürekli marjinal işlerde çalışan "durgun" yedekler. Yedek emekçi ordusunun varlığı, çalışan işçiler üzerinde sürekli bir rekabet baskısı oluşturarak ücretlerin belirli bir seviyede tutulmasında kilit bir rol oynar.

Sermaye birikiminin bu dinamik ve çelişkili doğası, sistemin bütününü etkileyen kâr oranları, değerin dağılımı ve nihayetinde kriz eğilimleri gibi daha karmaşık olguları anlamak için bir sonraki mantıksal adımı oluşturur.

5. Kâr, Dağılım ve Sistemin Dinamikleri

Bu bölümde, emek değer teorisinin bireysel firmalar düzeyindeki analizden çıkarak, sistemin bütününü yöneten daha karmaşık piyasa olgularını ve uzun vadeli hareket yasalarını nasıl açıkladığı incelenmektedir. Farklı sektörlerdeki kâr oranlarının eşitlenmesi, artık değerin farklı sömürücü olmayan sınıflar arasında dağılımı (rant, faiz) ve sistemin uzun vadedeki temel çelişkisi olan kâr oranının düşme eğilimi, kapitalizmin yüzeydeki görünümünün ardındaki derin mekanizmaları ortaya koyar.

1. Kâr Oranının Eşitlenmesi ve Üretim Fiyatları: Marx, farklı üretim sektörlerinin farklı sermaye bileşimlerine (yani değişmeyen ve değişen sermaye oranlarına) sahip olduğunu belirtir. Eğer metalar doğrudan emek değerlerinden satılsaydı, emek-yoğun (daha fazla değişen sermaye kullanan) sektörler, sermaye-yoğun sektörlere göre daha yüksek kâr oranlarına sahip olurdu. Ancak kapitalistler arasındaki rekabet, sermayenin düşük kârlı alanlardan yüksek kârlı alanlara akmasına neden olur. Bu sermaye hareketi, fiyatları ayarlayarak sektörler arası kâr oranlarını tek bir ortalama kâr oranı etrafında eşitleme eğilimi yaratır. Bu süreç sonucunda metaların piyasa fiyatları, emek değerlerinden sistematik olarak sapar. Marx bu denge fiyatlarına üretim fiyatları adını verir. Bu sapma, emek değer teorisinin geçersiz olduğu anlamına gelmez. Aksine, bu süreç, toplam artık değerin tek tek kapitalistler arasında sermayelerinin büyüklüğüne göre yeniden dağıtılmasıdır. Marx'ın bu dönüşümü açıklama yöntemi, üç temel büyüklüğün sistem genelinde sabit kaldığını varsayar: (1) toplam artık değer (s), (2) toplam değişen sermaye (v) ve (3) toplam değişmeyen sermaye (c). Bu yaklaşım literatürde dönüşüm sorunu olarak bilinir. Marx'ın kendi prosedüründe, girdileri emek değerleriyle, çıktıları ise üretim fiyatlarıyla değerlendirmesi gibi meşhur bir içsel tutarsızlık bulunsa da, modern ve düzeltilmiş formülasyonlarda değerin sektörler arası yeniden dağıtımı ilkesi geçerliliğini korumaktadır.

2. Artık Değerin Bölüşümü: Üretim sürecinde yaratılan toplam artık değer, yalnızca onu doğrudan sömüren endüstriyel kapitalistin kârı olarak kalmaz. Bu toplam havuz, farklı mülkiyet biçimlerine sahip diğer sınıflar arasında da bölüşülür. Bu dağılımın ana biçimleri şunlardır:

    ◦ Ticari Kâr: Tüccarlar, metaları üreticilerden üretim fiyatlarının altında alıp tam değerinde satarak, artık değerin bir kısmına el koyarlar.

    ◦ Faiz: Borç veren kapitalistler (bankalar, finansörler), paralarını üretken kapitalistlere ödünç vererek, onların elde ettiği artık değerin bir kısmını faiz olarak alırlar.

    ◦ Rant: Toprak sahipleri, arazilerinin kullanımı karşılığında, tarım veya madencilik gibi sektörlerde yaratılan artık değerin bir kısmını rant olarak alırlar. Bu gelir biçimlerinin her biri (kâr, faiz, rant), üretken sektörlerde yaratılan toplam artık değer üzerindeki farklı hak iddialarını temsil eder ve bu değerin nasıl farklı sömürücü gruplar arasında paylaşıldığını gösterir.

3. Kâr Oranının Azalma Eğilimi Yasası: Marx, kapitalist birikim sürecinin uzun vadede kaçınılmaz bir çelişki yarattığını savunur: Ortalama kâr oranını düşürme eğilimi. Bu yasanın temel nedeni, teknik ilerlemenin doğasıdır. Rekabet, kapitalistleri sürekli olarak emek verimliliğini artırmaya zorlar. Bu genellikle, daha fazla makine ve hammadde kullanarak (değişmeyen sermaye, c) daha az emek gücü (değişen sermaye, v) ile üretim yapmak anlamına gelir. Sonuç olarak, sermayenin organik bileşimi (c/v oranı) artar. Artık değer yalnızca değişen sermayeden (v) kaynaklandığı için, toplam sermayeye oranla v'nin payı azaldıkça, toplam sermaye üzerinden hesaplanan kâr oranı (s / (c+v)) düşme eğilimi gösterir. Ancak bu bir "yasa" olduğu kadar bir "eğilimdir" çünkü onu yavaşlatan veya tersine çeviren karşı eğilimler de mevcuttur. Bu karşı eğilimler, yasanın istisnaları değil, yasanın yarattığı baskıya verilen tepkilerdir. Bir analojiyle açıklamak gerekirse: "Eğer bir araba, sürücü frene bastığında sağa doğru kayma eğilimindeyse, bu eğilim sürücünün frene basarken direksiyonu sola çevirmesiyle yok edilemez. Araba yavaşlarken düz gidiyormuş gibi görünse de kayma eğilimi, onu gidermek için harcadığı çaba sayesinde sürücüye varlığını hissettirmektedir." Benzer şekilde, sömürü oranının artırılması, değişmeyen sermayeyi oluşturan unsurların ucuzlaması ve dış ticaret gibi karşı eğilimler, kapitalistlerin kâr oranının düşme eğiliminin baskısına karşı bilinçli veya bilinçsiz olarak aldıkları önlemlerdir.

Kâr oranının düşme eğilimi gibi sistemin uzun vadeli çelişkileri, kapitalizmin neden pürüzsüz bir büyüme süreci yaşayamadığını ve neden periyodik krizlere yatkın olduğunu anlamak için kritik bir temel oluşturur.

6. Kapitalist Sistemin Çelişkileri ve Kriz

Marx'ın analizinde krizler, piyasa ekonomisine dışarıdan gelen tesadüfi şoklar veya yanlış politikalardan kaynaklanan anormallikler değildir. Tam aksine, krizler kapitalist sistemin kendi içsel, yapısal çelişkilerinden doğan kaçınılmaz ve periyodik sonuçlardır. Sistem, bir yandan muazzam bir üretken kapasite geliştirirken, diğer yandan bu kapasitenin tam olarak kullanılmasını engelleyen bariyerler yaratır. Kriz anları, bu temel çelişkilerin en keskin şekilde yüzeye çıktığı anlardır.

Marx'a göre, bir krizin en temel ve soyut olasılığı, meta biçiminin kendisinde yatar. Meta dolaşımında (M-P-M'), satış (M-P) ve satın alma (P-M') eylemleri zamansal ve mekânsal olarak birbirinden ayrılır. Her satış, hemen bir satın almayı gerektirmez. Paranın biriktirilmesi veya harcama kararlarının ertelenmesi, dolaşım zincirini kırabilir ve bu da bir kriz potansiyeli yaratır.

Ancak kapitalist krizin ayırt edici özelliği, kullanım değeri ile değer arasındaki çelişkinin şiddetlenmesidir. Kriz anında ortaya çıkan paradoksal durum şudur: Bir yanda, âtıl fabrikalar, satılamayan mal yığınları ve işsiz işçiler gibi devasa bir kullanılmayan üretken potansiyel bulunur. Diğer yanda ise, bu mallara ve hizmetlere şiddetle ihtiyaç duyan, ancak satın alma gücünden yoksun geniş kitleler vardır. Bu durum, üretimin amacının insan ihtiyaçlarını karşılamak (kullanım değeri) değil, kâr elde etmek (değer ve artık değer) olmasından kaynaklanır. Kâr oranları düştüğünde veya metaların kârlı bir şekilde satılması mümkün olmadığında, üretim durur; ihtiyaçların karşılanıp karşılanmadığına bakılmaksızın.

Marx'ın yazılarında, bu genel çerçeveyi somutlaştıran farklı kriz mekanizmalarına işaret edilir. Bu yaklaşımlar birbirini dışlamaktan ziyade, krizin farklı yönlerini vurgular:

• Orantısızlık Teorileri: Kapitalist üretimin anarşik doğası nedeniyle, farklı üretim sektörleri (örneğin, üretim araçları üreten Kesim I ile tüketim malları üreten Kesim II) arasında orantısızlıklar ortaya çıkabilir. Bir sektörde aşırı üretim, diğerinde ise yetersiz üretim olması, sistem genelinde bir dengesizliğe ve krize yol açabilir.

• Eksik Tüketim Teorileri: Bu yaklaşıma göre, sistemin ücretleri baskı altında tutma eğilimi, işçi sınıfının toplam talebini, üretilen toplam ürünün değerine kıyasla yetersiz bırakır. Kapitalistlerin tüketimi ve yatırımları bu açığı kapatmaya yetmediğinde, genel bir talep yetersizliği ve aşırı üretim krizi ortaya çıkar.

• Kâr Oranının Düşmesi Teorisi: En temel kriz mekanizması olarak görülen bu teori, sermaye birikiminin uzun vadede kâr oranlarını düşürme eğilimine odaklanır. Kâr oranındaki düşüş, yatırım motivasyonunu kırar ve sermaye birikimini yavaşlatır veya durdurur. Bu durum, birikim sürecinde keskin bir daralmaya ve genel bir ekonomik krize neden olur.

Bu farklı yaklaşımların ortak noktası, hepsinin klasik iktisadın "her arz kendi talebini yaratır" şeklindeki Say Yasası'nı reddetmesidir. Marx için, arz ve talep arasındaki denge kapitalizmde otomatik değil, tesadüfi ve geçicidir; temel eğilim ise dengesizlik ve krizdir.

Sonuç

Bu inceleme, Karl Marx'ın ekonomik teorisinin temel kavramlarını ve analitik çerçevesini sistematik bir bakış açısıyla ortaya koymuştur. Gördüğümüz gibi Marx, kapitalizmi en basit hücresi olan metanın ikili doğasından (kullanım değeri ve değer) yola çıkarak analiz eder. Bu analiz, değerin kaynağının toplumsal olarak gerekli emek süresi olduğunu ve bu değerin nihai ifadesinin para olduğunu gösterir. Kapitalist üretimin sırrı, kendi değerinden daha fazlasını yaratabilen özel bir meta olan emek gücünün alınıp satılmasında yatar. Bu süreç, iş gününü gerekli emek ve artık emek olarak ikiye böler ve artık değerin, yani karşılığı ödenmemiş emeğin sömürülmesine dayanan bir sistem yaratır.

Marx'ın modeli, kapitalizmi durağan bir sistem olarak değil, artık değerin yeniden yatırıma dönüştürülmesiyle sürekli bir sermaye birikimi döngüsü içinde olan dinamik bir yapı olarak ele alır. Bu birikim süreci, bir yandan teknik ilerlemeyi ve üretken güçlerin gelişimini teşvik ederken, diğer yandan sistemin kendi içsel çelişkilerini derinleştirir. Kâr oranının düşme eğilimi yasası, bu çelişkilerin en temel ifadesidir; zira sistem, kârın kaynağı olan canlı emeği üretim sürecinden tasfiye etme eğilimi göstererek kendi temelini aşındırır. Bu ve benzeri çelişkiler, sistemin pürüzsüz işlemesini engelleyerek periyodik krizlere yol açar. Krizler, sistemin tesadüfi bozulmaları değil, onun temel işleyiş yasalarının kaçınılmaz bir sonucudur.

Nihayetinde, Marx'ın ekonomik eleştirisi, kapitalizmin kendi yarattığı muazzam üretken güçler tarafından tarihsel olarak aşılacağı öngörüsüne bağlanır. Sermayenin merkezileşmesi, üretimin toplumsallaşması ve işçi sınıfının örgütlenmesiyle birlikte, sistemin kendi iç çelişkileri, meta üretimine ve özel mülkiyete dayanmayan yeni bir üretim biçiminin, yani sosyalizmin maddi koşullarını hazırlar. Bu bütünsel ve eleştirel çerçeve, Marx'ın ekonomik teorisini, günümüz dünyasının karmaşık dinamiklerini anlamak için hala güçlü ve vazgeçilmez bir araç kılmaktadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.

[MAR] YOUTUBE KANALI

LİDER

Karl Marx - Kapital

Kısa Sovyet Film ve Belgeseller [Türkçe]