Giriş
Karl
Marx'ın ekonomik teorisi, yazıldığı dönemin üzerinden bir asırdan fazla zaman
geçmiş olmasına rağmen, modern toplumun ve kapitalist sistemin dinamiklerini
anlamada merkezi önemini korumaktadır. Sadece bir ekonomik eleştiri olmanın
ötesinde, toplumsal ilişkilerin, teknolojik değişimin ve tarihsel dönüşümün
arkasındaki itici güçleri ortaya koyan kapsamlı bir analiz çerçevesi sunar. Bu
incelemenin temel amacı, Marx'ın karmaşık ekonomik düşüncesinin temel
direklerini sistematik bir şekilde aydınlatmaktır. İncelememiz, Marx'ın
geleneksel iktisattan kökten ayrılan analitik yöntemiyle başlayacak, ardından
teorisinin üzerine inşa edildiği temel kavramları—meta, değer, emek ve
para—detaylandıracaktır. Bu temelden hareketle, kapitalist sistemin özünü
oluşturan sermaye ve artık değerin kökenine inecek; sermaye birikiminin, üretim
süreçlerini nasıl sürekli bir dönüşüme zorladığını analiz edeceğiz. Son olarak,
sistemin daha karmaşık dinamiklerini, yani kârın farklı gelir biçimlerine
(rant, faiz) nasıl dağıldığını ve sistemin kendi içsel çelişkilerinden doğan
kriz eğilimlerini inceleyeceğiz. Bu yol haritası, okuyucuya Marx'ın kapitalizmi
nasıl en temel biriminden başlayarak bütünsel ve dinamik bir sistem olarak
modellediğini ve bu modelin günümüz dünyasını anlamak için neden hala geçerli
bir araç olduğunu göstermeyi hedeflemektedir.
1.
Marx'ın Analitik Yöntemi: Tarihsel ve Diyalektik Materyalizm
Marx'ın
ekonomik analizini kavramanın ilk adımı, onun kendine özgü analitik yöntemini
anlamaktır. Bu yöntem, onun ekonomik kategorilerini (meta, değer, sermaye vb.)
nasıl oluşturduğunu ve bu kategorilerin neden statik tanımlar değil, tarihsel
süreçlerin ifadeleri olduğunu açıklar. Geleneksel iktisadın evrensel ve
değişmez ilkeler arayışının aksine, Marx'ın yöntemi toplumsal olguları kendi
içsel çelişkileriyle sürekli evrilen tarihsel süreçler olarak ele alır. Bu
nedenle, onun metodolojisini anlamak, teorisinin geri kalanını doğru bir zemine
oturtmak için temel bir başlangıç noktasıdır.
1. Tarihsel
ve Değişen Gerçeklik: Marx için toplumsal gerçeklik, donmuş bir yapı
değil, kendi içsel dinamikleri ve çelişkileriyle sürekli bir değişim ve dönüşüm
içinde olan bir süreçtir. Onun amacı, tüm toplumlar için geçerli evrensel
yasalar bulmak değil, belirli bir tarihsel döneme özgü toplumsal oluşumların
(örneğin kapitalizmin) değişimini yöneten özgül yasaları ve düzenlilikleri
ortaya çıkarmaktır. Grundrisse'nin girişinde belirttiği gibi, tüm
üretim biçimlerinde ortak olan bazı genel unsurlar bulunsa da, bir dönemi
diğerinden ayıran "asli farkları" anlamak kritik öneme sahiptir.
Marx'a göre modern iktisatçıların hatası, kapitalizme özgü ilişkileri (örneğin
piyasa, kâr) evrensel ve ebedi kategoriler olarak sunarak bu tarihsel özgüllüğü
göz ardı etmeleridir.
2. İnsan
Ürünü Olan Bilgi: Marx'a göre, insanın toplumsal gerçeklik hakkındaki
bilgisi, insana özgü bir üründür ve yaşayan insanların etkinliği dışında bir
varlığı söz konusu değildir. Bilgi, bir şehir gibi, birikerek çoğalan toplumsal
bir yaratıdır. Bu epistemolojik duruş, bilginin keşfedilmeyi bekleyen ebedi
hakikatler kümesi olduğu fikrinden kökten ayrılır. İnsan çabası, nasıl sanatı
ve diğer ürünleri yaratıyorsa bilgiyi de aynı şekilde yaratır. Bu anlayış,
eleştiri yöntemini merkeze alır; zira mevcut bilgi sürekli sorgulanır,
süzgeçten geçirilir ve dönüştürülür. Marx'ın amacı "özgün" olmak
değil, kendisinden önceki düşünürlerin (Smith, Ricardo vb.) inşa ettiği
bilgideki gerçeğin özünü eleştirel bir süzgeçten geçirerek bulmak ve onu daha
tutarlı bir formülasyona kavuşturmaktır.
3. Belirlenimlerin
Katmanları ve Soyutlamanın Rolü: Marx'ın teorik inşası, karmaşık ve
somut gerçekliği anlama sürecini "soyuttan somuta yükseliş" olarak
tanımlar. Bu yöntem, analize en basit ve en temel soyutlamalardan başlamayı
gerektirir. Kapital'de bu başlangıç noktası "meta"dır.
Marx, Grundrisse'de bu süreci şöyle açıklar: Analiz, "bütünün
kaotik bir kavramsallaştırılması" olan somut gerçeklikten (örneğin nüfus)
yola çıkarak, analitik olarak daha basit kavramlara ve "daha da ince
soyutlamalara" doğru ilerler. Bu soyut belirlenimlere (meta, değer, para)
ulaşıldıktan sonra, teorik yolculuk tersine döner ve bu basit unsurları
birleştirerek somut gerçekliği "birçok belirlenim ve bağlantının zengin
bir bütünlüğü" olarak düşüncede yeniden inşa eder. Bu katmanlı yapı
nedeniyle, üst seviyedeki belirlenimler (örneğin kâr oranının eşitlenmesi),
daha temel belirlenimlerle (örneğin değerin emek tarafından yaratılması)
çelişiyor gibi görünebilir. Ancak bu çelişki yalnızca yüzeyseldir. Temel
ilkeler, daha karmaşık durumlarda dahi geçerliliklerini korur. Bu durumu bir
analojiyle açıklamak mümkündür: "Binaların yıkılmamasını yer çekimi
yasasının bir çelişkisi olarak görmeyiz çünkü kirişlerin fiziksel
özelliklerinin bir binayı nasıl ayakta tuttuğunu anlamamızı sağlayan şey yer
çekimi yasasının ta kendisidir ve çünkü bu fiziksel özellikler değişime
uğradığında, aynı yer çekimi yasası bu sefer binanın yıkılmasını sağlayacak
yönde işler." Benzer şekilde, üretim fiyatları gibi üst düzey olgular,
emek değer teorisini ihlal etmez; aksine, teorinin koyduğu temel ilkeler
çerçevesinde işleyen daha karmaşık mekanizmalar olarak açıklanırlar.
4. Diyalektik
Yaklaşım: Marx'ın düşüncesindeki diyalektik unsurun iki temel yönü
vardır. Birincisi, bir sunum üslubu olarak diyalektik, düşüncelerin eleştirel
bir dönüşüm sürecini okuyucunun gözleri önüne serer. Marx, teorik sonuçlarını
hazır bir şekilde sunmak yerine, okuyucuyu bir kavramdan diğerine (örneğin
metadan paraya) taşıyan diyalektik düşünce hareketini yeniden üretmeye çalışır.
İkinci ve daha derin olan yönü ise, diyalektiğin gerçekliğin ve bilginin
doğasını kavrama biçimiyle ilgilidir. Marx, gerçekliği statik bir düzenlemeden
ziyade, "çelişkili bir değişim süreci" olarak görür. Bilginin kendisi
de bu sürecin bir parçasıdır; insan ürünüdür, sürekli değişir ve eleştiri
yoluyla gelişir. Bu yaklaşım, bilginin keşfedilmeyi bekleyen değişmez
doğrulardan oluştuğunu varsayan anlayışlardan kökten ayrılır.
Bu
metodolojik çerçeve, Marx'ın ekonomik kategorilerinin neden sadece ekonomik
olguları değil, aynı zamanda bu olguları doğuran toplumsal ve tarihsel
ilişkileri de ifade ettiğini gösterir. Bu yöntemle donanmış olarak, Marx'ın
analizinin temel taşı olan meta kavramını incelemeye geçebiliriz.
2.
Değer Teorisinin Temel Taşları: Meta, Emek ve Para
Marx'ın
ekonomik sistem analizinin tamamı, en temel birim olan "meta"nın
incelenmesi üzerine kuruludur. Kapitalist üretimin hâkim olduğu bir toplumda,
ürünlerin büyük çoğunluğunun meta biçimini alması, bu analizi zorunlu bir
başlangıç noktası kılar. Metanın ikili doğasının çözümlenmesi, bizi doğrudan
değerin kaynağına ve bu değerin nihai ifadesi olan paranın ortaya çıkışına
götürür. Bu bölüm, Marx'ın tüm teorik yapısının temelini oluşturan bu kilit
kavramları adım adım aydınlatacaktır.
1. Metanın
İki Yönlü Doğası: Bir meta, her şeyden önce belirli bir insan
ihtiyacını karşılayan faydalı bir nesne veya hizmettir. Marx, bu doğrudan fayda
sağlama özelliğini kullanım değeri olarak adlandırır. Ancak bir
ürünün meta olabilmesi için sadece faydalı olması yetmez; aynı zamanda piyasada
başka bir ürünle mübadele edilebilir olması gerekir. Bu mübadele edilebilirlik
özelliği, metanın ikinci yönünü, yani değerini oluşturur. Değer, metanın
fiziksel özelliklerinden kaynaklanmaz; aksine, onu üreten toplumsal
ilişkilerden doğan soyut bir özdür. Marx'a göre değer, metaların üretiminde
harcanan insan emeğinden kaynaklanan toplumsal bir tözdür ve tüm metaların
ortak paydasıdır.
2. Emek
Değer Teorisi: Marx, değerin kaynağının "toplumsal olarak gerekli,
soyut emek" olduğunu belirterek klasik emek değer teorisini rafine eder.
Bu tanım, değeri yaratan emeğin niteliğini anlamak için dört kritik unsuru
içerir:
◦ Soyut
Emek: Değeri yaratan, iplik eğirmek veya dokuma yapmak gibi belirli
bir somut emek türü değil, genel anlamda insan emeğinin
harcanmasıdır. Meta üreticisi bir toplumda, tüm farklı somut emek biçimleri,
değer yaratma kapasitesine sahip soyut emek olarak eşitlenir.
◦ Basit
Emek: Farklı vasıflardaki emeklerin değer yaratma kapasiteleri
farklılık gösterebilir. Marx, bu sorunu çözmek için vasıflı emeği, temel birim
olan "basit emeğin" (belirli bir yetenek avantajı olmayan işçinin
emeği) bir katı olarak ele alır.
◦ Toplumsal
Emek: Değer yaratan emek, piyasada mübadele edilmek üzere üretilen
metalara harcanan emektir. Hane içinde tüketilen veya kişisel kullanım için
yapılan üretim (örneğin bir aile yemeği), bir kullanım değeri yaratsa da meta
üretimine dahil olmadığı için değer yaratmaz.
◦ Gerekli
Emek: Bir metanın değeri, o metayı üretmek için harcanan fiili emek
süresiyle değil, mevcut teknolojik koşullar altında "toplumsal olarak
gerekli" olan ortalama emek süresiyle belirlenir. Verimsiz bir üreticinin
aynı mal için daha fazla zaman harcaması, o mala daha fazla değer katmaz.
3. Artık
değerin kaynağını anlamak için kritik olan bir ayrım, paranın değeri ile ücret
oranı arasındaki farktır. Paranın değeri, bir para biriminin (örneğin
bir doların) ne kadar toplumsal emek süresini temsil ettiğidir. Ücret oranı
ise, aynı para biriminin ne kadar emek gücü satın
alabildiğidir. Örneğin, bir saatlik toplumsal emeğin 15 dolarlık değer
yarattığını varsayalım. Bu durumda paranın değeri, 1 dolar başına 1/15 saatlik
toplumsal emektir. Ancak, eğer ortalama ücret oranı saatte 5 dolar ise, aynı 1
dolar ile 1/5 saatlik emek gücü satın alınabilir. Görüldüğü gibi, 1 dolar hem
1/15 saatlik toplumsal emeği temsil eder hem de 1/5 saatlik emek gücü satın
alır. Bu iki oran arasındaki fark, artık değerin temelini oluşturur.
4. Değerin
Para Biçimine Dönüşümü: Değer, metaların içinde var olan soyut bir öz
olduğu için, doğrudan gözlemlenemez. Ancak mübadele ilişkileri aracılığıyla
kendini ifade eder. Marx, paranın kökenini diyalektik bir süreçle açıklar:
◦ Yalın
Değer Biçimi: Değerin en basit ifadesi, iki metanın birbirine
eşitlenmesidir: 20 yarda keten kumaş = 1 ceket. Bu ifadede ceket, keten
kumaşın değerini ifade eden bir "eşdeğer" konumundadır.
◦ Genişlemiş
ve Genel Değer Biçimi: Bir metanın (keten) diğer tüm metalarla (ceket,
çay, demir vb.) eşitlendiği "genişlemiş" değer biçimi, istikrarsızdır
ve mantıksal olarak tersine dönme eğilimindedir. Bu tersine dönüşle birlikte,
tek bir meta (örneğin altın) diğer tüm metaların değerini ifade eden
"genel eşdeğer" haline gelir.
◦ Para
Biçimi: Son adımda, genel eşdeğerlik rolü toplumsal bir uzlaşmayla
belirli bir metaya (tarihsel olarak altın) veya soyut bir hesap birimine
(günümüzde "dolar" gibi) sabitlendiğinde, para ortaya
çıkar. Para, metalar arası ilişkiden doğan ve değerin bağımsız bir ifadesi
haline gelen toplumsal bir olgudur.
Meta,
emek, değer ve para arasındaki bu temel ilişkilerin anlaşılması, kapitalist
üretimin ayırt edici özelliğini, yani kârın kaynağı olan sermaye ve artık
değerin analizine geçiş için sağlam bir zemin oluşturur.
3.
Sermaye ve Artık Değerin Kökeni
Bu
bölüm, Marx'ın teorisinin kalbine, yani kapitalist üretimin ayırt edici
özelliğini oluşturan kârın (artık değerin) kaynağını açıklamaya
odaklanmaktadır. Basit meta dolaşımında amaç, bir kullanım değerini bir
başkasıyla değiştirmektir (M-P-M': Meta - Para - Meta). Ancak sermaye
dolaşımının formülü farklıdır: P-M-P' (Para - Meta - Daha Fazla Para).
Kapitalist, sürece parayla başlar ve süreç sonunda başlangıçtakinden daha fazla
paraya sahip olmayı hedefler (P' > P). Peki, bu "fazla değer" ya
da artık değer nereden gelmektedir? Eğer tüm metalar kendi
değerlerinde alınıp satılıyorsa, değerin sistematik olarak artması nasıl mümkün
olabilir? Bu bilmece, kapitalizmin sırrını barındırır.
1. Bir
Meta Olarak Emek Gücü: Artık değerin kaynağı, piyasada alınıp satılan
sıradan bir meta değil, emek gücü adı verilen çok özel bir metadır.
Emek gücü, bir işçinin yararlı iş yapma potansiyeli veya kapasitesidir. Bu
metanın ayırt edici özelliği, kullanımının (yani emeğin kendisinin) değer
yaratması ve kendi değerinden daha fazla değer yaratabilmesidir. Emek
gücünün bir meta olarak piyasada ortaya çıkabilmesi için iki temel tarihsel
koşul gereklidir:
◦ İşçi,
yasal olarak "özgür" olmalı ve kendi emek gücünü satma hakkına sahip
olmalıdır (serf veya köle gibi birine bağlı olmamalıdır).
◦ İşçi,
kendi üretim araçlarından (toprak, alet vb.) koparılmış olmalı ve geçimini
sağlamak için emek gücünü satmaktan başka seçeneği kalmamalıdır.
2. Bu
koşullar altında emek gücünün satışı, basit bir ticari işlem gibi görünse de,
aslında iki aşamalı bir mücadele başlatır. İlk pazarlık, ücret seviyesi üzerine
yapılır. Ancak anlaşma sağlandıktan sonra, "kapitalist ve işçi yeni bir
pazarlıkta daha karşı karşıya gelirler." Bu ikinci ve sürekli mücadele,
emeğin fiilen sarf edileceği koşullar (çalışma temposu, yoğunluğu, iş güvenliği
vb.) üzerinedir. Kapitalistin emek gücünden en fazla değeri elde etme çabası,
bu ikinci mücadele alanında, yani üretim sürecinin kendisinde gerçekleşir.
3. Emek
Gücünün Değeri ve Artık Değer: Diğer tüm metalar gibi, emek gücünün
değeri de onun yeniden üretimi için toplumsal olarak gerekli emek süresiyle
belirlenir. Bu, pratikte işçinin kendisini ve ailesini hayatta tutmak ve ertesi
gün çalışmaya hazır hale getirmek için ihtiyaç duyduğu geçim araçlarının (gıda,
barınma, giyim vb.) değerine eşittir. Marx, iş gününü metaforik olarak iki
kısma ayırır:
◦ Gerekli
Emek Süresi: İşçinin, kendi ücretinin (emek gücünün değerinin)
eşdeğerini ürettiği zamandır. Bu, "karşılığı ödenmiş" emektir.
◦ Artık
Emek Süresi: İşçinin, gerekli emek süresinin ötesinde çalıştığı ve
karşılığında ücret almadığı zamandır. Bu, kapitalist için artık
değer yaratan "karşılığı ödenmemiş" emektir. Dolayısıyla
artık değer, işçinin sömürülmesinin bir ürünüdür. İşçi, emek gücünün her saati
için ücret alıyor gibi görünse de, aldığı toplam ücret, harcadığı toplam emeğin
yarattığı değerden daha azdır.
4. Değişmeyen
ve Değişen Sermaye: Artık değerin kaynağını daha net anlamak için Marx,
kapitalistin yaptığı yatırımı iki kategoriye ayırır:
◦ Değişmeyen
Sermaye (c): Üretim araçlarına (hammadde, makine, bina vb.) harcanan
sermayedir. Bu unsurlar, üretim sürecinde kendi değerlerini yeni ürüne aynen
aktarırlar, ancak yeni bir değer yaratmazlar. Değerleri "değişmeden"
kalır.
◦ Değişen
Sermaye (v): Emek gücünü satın almak için harcanan sermayedir
(ücretler). Bu kısım, üretim sürecinde genişleyerek kendi değerinden daha
fazlasını (artık değeri) yarattığı için "değişen" olarak
adlandırılır. Bu durumda, bir metanın toplam değeri şu formülle ifade
edilir: c + v + s (değişmeyen sermaye + değişen sermaye +
artık değer). Artık değer (s) yalnızca değişen sermayeden (v) doğar.
Artık
değerin kaynağının, yani sömürünün, nasıl işlediğinin anlaşılması,
kapitalistlerin bu artık değeri maksimize etme stratejilerini ve bu
stratejilerin sermaye birikim sürecini nasıl şekillendirdiğini incelemeye
olanak tanır.
4.
Sermaye Birikimi ve Üretimin Dönüşümü
Kapitalist
sistem durağan bir yapı değildir; aksine, temel dinamiği sürekli bir genişleme
ve birikim arayışıdır. Sermaye birikimi, elde edilen artık değerin bir kısmının
yeniden yatırıma dönüştürülerek sermayenin ölçeğinin büyütülmesi sürecidir.
Ancak bu süreç, sadece mevcut üretimin niceliksel olarak genişletilmesi
anlamına gelmez. Rekabetin zorladığı bu birikim dürtüsü, aynı zamanda üretim
yöntemlerini, teknolojiyi ve iş organizasyonunu kaçınılmaz olarak kökten
değiştirir. Bu bölüm, kapitalistlerin artık değeri artırma stratejilerini ve bu
sürecin toplumsal sonuçlarını analiz etmektedir.
1. Mutlak
ve Göreli Artık Değer: Kapitalistler, artık değeri (ve dolayısıyla
kârlarını) artırmak için temelde iki strateji izlerler:
◦ Mutlak
Artık Değer: Bu strateji, iş gününün toplam uzunluğunu veya emeğin
yoğunluğunu artırmaya odaklanır. Gerekli emek süresi sabitken, iş günü 8
saatten 10 saate çıkarıldığında, artık emek süresi doğrudan 2 saat artar. Kahve
molalarının kaldırılması veya çalışma temposunun hızlandırılması da aynı etkiyi
yaratır. Bu yöntem, kapitalizmin ilk evrelerinde yaygın olarak kullanılmıştır.
◦ Göreli
Artık Değer: Bu strateji, toplam iş günü sabitken, gerekli emek
süresini kısaltmayı hedefler. Bu, ancak emek verimliliğini artıran teknolojik
yeniliklerle mümkündür. Örneğin, gıda veya giyim gibi işçilerin geçimini
sağlayan metaların üretimini ucuzlatan yeni makineler, emek gücünün değerini
düşürür. Bu sayede, işçinin kendi ücretine denk değeri üretmesi için gereken
süre kısalır ve artık emek süresi artar. Göreli artık değer arayışı,
kapitalizmin sürekli teknik ilerlemesinin arkasındaki temel itici güçtür.
2. Sermayenin
Yeniden Üretimi ve Yedek Emekçi Ordusu: Sermaye birikim süreci, sadece
sermayeyi değil, aynı zamanda kapitalist sınıf ilişkilerini de sürekli olarak
yeniden üretir. İşçi, ücretiyle geçimini sağlar ve ertesi gün tekrar emek
gücünü satmak zorunda kalır. Kapitalist ise elde ettiği artık değerle
sermayesini büyütür ve tekrar emek gücü satın alacak konuma gelir. Bu
birikim sürecinin emek gücü talebi üzerinde çelişkili etkileri vardır:
◦ Bir
yandan, sermayenin genişlemesi yeni iş alanları yaratarak emek gücü talebini
artırır.
◦ Diğer
yandan, verimliliği artırmaya yönelik teknik değişim (otomasyon, yeni
makineler), mevcut işçileri işlerinden ederek onları
"yedekler". Bu iki eğilimin birleşimi, Marx'ın yedek emekçi
ordusu olarak adlandırdığı, sürekli olarak var olan bir işsizler kitlesi
yaratır. Bu ordu, üç ana bileşenden oluşur: geçici olarak işsiz kalan
"akıcı" yedekler, tarım gibi geleneksel sektörlerden koparılan
"saklı" yedekler ve sürekli marjinal işlerde çalışan
"durgun" yedekler. Yedek emekçi ordusunun varlığı, çalışan işçiler
üzerinde sürekli bir rekabet baskısı oluşturarak ücretlerin belirli bir
seviyede tutulmasında kilit bir rol oynar.
Sermaye
birikiminin bu dinamik ve çelişkili doğası, sistemin bütününü etkileyen kâr
oranları, değerin dağılımı ve nihayetinde kriz eğilimleri gibi daha karmaşık
olguları anlamak için bir sonraki mantıksal adımı oluşturur.
5.
Kâr, Dağılım ve Sistemin Dinamikleri
Bu
bölümde, emek değer teorisinin bireysel firmalar düzeyindeki analizden çıkarak,
sistemin bütününü yöneten daha karmaşık piyasa olgularını ve uzun vadeli
hareket yasalarını nasıl açıkladığı incelenmektedir. Farklı sektörlerdeki kâr
oranlarının eşitlenmesi, artık değerin farklı sömürücü olmayan sınıflar
arasında dağılımı (rant, faiz) ve sistemin uzun vadedeki temel çelişkisi olan
kâr oranının düşme eğilimi, kapitalizmin yüzeydeki görünümünün ardındaki derin
mekanizmaları ortaya koyar.
1. Kâr
Oranının Eşitlenmesi ve Üretim Fiyatları: Marx, farklı üretim
sektörlerinin farklı sermaye bileşimlerine (yani değişmeyen ve değişen sermaye
oranlarına) sahip olduğunu belirtir. Eğer metalar doğrudan emek değerlerinden
satılsaydı, emek-yoğun (daha fazla değişen sermaye kullanan) sektörler,
sermaye-yoğun sektörlere göre daha yüksek kâr oranlarına sahip olurdu. Ancak
kapitalistler arasındaki rekabet, sermayenin düşük kârlı alanlardan yüksek
kârlı alanlara akmasına neden olur. Bu sermaye hareketi, fiyatları ayarlayarak
sektörler arası kâr oranlarını tek bir ortalama kâr oranı etrafında eşitleme
eğilimi yaratır. Bu süreç sonucunda metaların piyasa fiyatları, emek
değerlerinden sistematik olarak sapar. Marx bu denge fiyatlarına üretim
fiyatları adını verir. Bu sapma, emek değer teorisinin geçersiz olduğu
anlamına gelmez. Aksine, bu süreç, toplam artık değerin tek tek kapitalistler
arasında sermayelerinin büyüklüğüne göre yeniden dağıtılmasıdır. Marx'ın bu
dönüşümü açıklama yöntemi, üç temel büyüklüğün sistem genelinde sabit kaldığını
varsayar: (1) toplam artık değer (s), (2) toplam değişen sermaye (v) ve (3)
toplam değişmeyen sermaye (c). Bu yaklaşım literatürde dönüşüm
sorunu olarak bilinir. Marx'ın kendi prosedüründe, girdileri emek
değerleriyle, çıktıları ise üretim fiyatlarıyla değerlendirmesi gibi meşhur bir
içsel tutarsızlık bulunsa da, modern ve düzeltilmiş formülasyonlarda değerin
sektörler arası yeniden dağıtımı ilkesi geçerliliğini korumaktadır.
2. Artık
Değerin Bölüşümü: Üretim sürecinde yaratılan toplam artık değer,
yalnızca onu doğrudan sömüren endüstriyel kapitalistin kârı olarak kalmaz. Bu
toplam havuz, farklı mülkiyet biçimlerine sahip diğer sınıflar arasında da
bölüşülür. Bu dağılımın ana biçimleri şunlardır:
◦ Ticari
Kâr: Tüccarlar, metaları üreticilerden üretim fiyatlarının altında
alıp tam değerinde satarak, artık değerin bir kısmına el koyarlar.
◦ Faiz: Borç
veren kapitalistler (bankalar, finansörler), paralarını üretken kapitalistlere
ödünç vererek, onların elde ettiği artık değerin bir
kısmını faiz olarak alırlar.
◦ Rant: Toprak
sahipleri, arazilerinin kullanımı karşılığında, tarım veya madencilik gibi
sektörlerde yaratılan artık değerin bir kısmını rant olarak
alırlar. Bu gelir biçimlerinin her biri (kâr, faiz, rant), üretken
sektörlerde yaratılan toplam artık değer üzerindeki farklı hak iddialarını
temsil eder ve bu değerin nasıl farklı sömürücü gruplar arasında paylaşıldığını
gösterir.
3. Kâr
Oranının Azalma Eğilimi Yasası: Marx, kapitalist birikim sürecinin uzun
vadede kaçınılmaz bir çelişki yarattığını savunur: Ortalama kâr oranını düşürme
eğilimi. Bu yasanın temel nedeni, teknik ilerlemenin doğasıdır. Rekabet,
kapitalistleri sürekli olarak emek verimliliğini artırmaya zorlar. Bu
genellikle, daha fazla makine ve hammadde kullanarak (değişmeyen sermaye, c)
daha az emek gücü (değişen sermaye, v) ile üretim yapmak anlamına gelir. Sonuç
olarak, sermayenin organik bileşimi (c/v oranı) artar. Artık değer yalnızca
değişen sermayeden (v) kaynaklandığı için, toplam sermayeye oranla v'nin payı
azaldıkça, toplam sermaye üzerinden hesaplanan kâr oranı (s / (c+v)) düşme
eğilimi gösterir. Ancak bu bir "yasa" olduğu kadar bir
"eğilimdir" çünkü onu yavaşlatan veya tersine çeviren karşı
eğilimler de mevcuttur. Bu karşı eğilimler, yasanın istisnaları değil,
yasanın yarattığı baskıya verilen tepkilerdir. Bir analojiyle açıklamak
gerekirse: "Eğer bir araba, sürücü frene bastığında sağa doğru kayma
eğilimindeyse, bu eğilim sürücünün frene basarken direksiyonu sola çevirmesiyle
yok edilemez. Araba yavaşlarken düz gidiyormuş gibi görünse de kayma eğilimi,
onu gidermek için harcadığı çaba sayesinde sürücüye varlığını
hissettirmektedir." Benzer şekilde, sömürü oranının artırılması,
değişmeyen sermayeyi oluşturan unsurların ucuzlaması ve dış ticaret gibi karşı
eğilimler, kapitalistlerin kâr oranının düşme eğiliminin baskısına karşı
bilinçli veya bilinçsiz olarak aldıkları önlemlerdir.
Kâr
oranının düşme eğilimi gibi sistemin uzun vadeli çelişkileri, kapitalizmin
neden pürüzsüz bir büyüme süreci yaşayamadığını ve neden periyodik krizlere
yatkın olduğunu anlamak için kritik bir temel oluşturur.
6.
Kapitalist Sistemin Çelişkileri ve Kriz
Marx'ın
analizinde krizler, piyasa ekonomisine dışarıdan gelen tesadüfi şoklar veya
yanlış politikalardan kaynaklanan anormallikler değildir. Tam aksine, krizler
kapitalist sistemin kendi içsel, yapısal çelişkilerinden doğan kaçınılmaz ve
periyodik sonuçlardır. Sistem, bir yandan muazzam bir üretken kapasite
geliştirirken, diğer yandan bu kapasitenin tam olarak kullanılmasını engelleyen
bariyerler yaratır. Kriz anları, bu temel çelişkilerin en keskin şekilde yüzeye
çıktığı anlardır.
Marx'a
göre, bir krizin en temel ve soyut olasılığı, meta biçiminin kendisinde yatar.
Meta dolaşımında (M-P-M'), satış (M-P) ve satın alma (P-M') eylemleri zamansal
ve mekânsal olarak birbirinden ayrılır. Her satış, hemen bir satın almayı
gerektirmez. Paranın biriktirilmesi veya harcama kararlarının ertelenmesi,
dolaşım zincirini kırabilir ve bu da bir kriz potansiyeli yaratır.
Ancak
kapitalist krizin ayırt edici özelliği, kullanım değeri ile değer arasındaki
çelişkinin şiddetlenmesidir. Kriz anında ortaya çıkan paradoksal durum şudur:
Bir yanda, âtıl fabrikalar, satılamayan mal yığınları ve işsiz işçiler gibi
devasa bir kullanılmayan üretken potansiyel bulunur. Diğer yanda ise, bu
mallara ve hizmetlere şiddetle ihtiyaç duyan, ancak satın alma gücünden yoksun
geniş kitleler vardır. Bu durum, üretimin amacının insan ihtiyaçlarını
karşılamak (kullanım değeri) değil, kâr elde etmek (değer ve artık değer)
olmasından kaynaklanır. Kâr oranları düştüğünde veya metaların kârlı bir
şekilde satılması mümkün olmadığında, üretim durur; ihtiyaçların karşılanıp
karşılanmadığına bakılmaksızın.
Marx'ın
yazılarında, bu genel çerçeveyi somutlaştıran farklı kriz mekanizmalarına
işaret edilir. Bu yaklaşımlar birbirini dışlamaktan ziyade, krizin farklı
yönlerini vurgular:
• Orantısızlık
Teorileri: Kapitalist üretimin anarşik doğası nedeniyle, farklı üretim
sektörleri (örneğin, üretim araçları üreten Kesim I ile tüketim malları üreten
Kesim II) arasında orantısızlıklar ortaya çıkabilir. Bir sektörde aşırı üretim,
diğerinde ise yetersiz üretim olması, sistem genelinde bir dengesizliğe ve
krize yol açabilir.
• Eksik
Tüketim Teorileri: Bu yaklaşıma göre, sistemin ücretleri baskı altında
tutma eğilimi, işçi sınıfının toplam talebini, üretilen toplam ürünün değerine
kıyasla yetersiz bırakır. Kapitalistlerin tüketimi ve yatırımları bu açığı
kapatmaya yetmediğinde, genel bir talep yetersizliği ve aşırı üretim krizi
ortaya çıkar.
• Kâr
Oranının Düşmesi Teorisi: En temel kriz mekanizması olarak görülen bu
teori, sermaye birikiminin uzun vadede kâr oranlarını düşürme eğilimine
odaklanır. Kâr oranındaki düşüş, yatırım motivasyonunu kırar ve sermaye
birikimini yavaşlatır veya durdurur. Bu durum, birikim sürecinde keskin bir
daralmaya ve genel bir ekonomik krize neden olur.
Bu
farklı yaklaşımların ortak noktası, hepsinin klasik iktisadın "her arz
kendi talebini yaratır" şeklindeki Say Yasası'nı
reddetmesidir. Marx için, arz ve talep arasındaki denge kapitalizmde otomatik
değil, tesadüfi ve geçicidir; temel eğilim ise dengesizlik ve krizdir.
Sonuç
Bu
inceleme, Karl Marx'ın ekonomik teorisinin temel kavramlarını ve analitik
çerçevesini sistematik bir bakış açısıyla ortaya koymuştur. Gördüğümüz gibi
Marx, kapitalizmi en basit hücresi olan metanın ikili doğasından (kullanım
değeri ve değer) yola çıkarak analiz eder. Bu analiz, değerin kaynağının
toplumsal olarak gerekli emek süresi olduğunu ve bu değerin nihai
ifadesinin para olduğunu gösterir. Kapitalist üretimin sırrı, kendi
değerinden daha fazlasını yaratabilen özel bir meta olan emek gücünün
alınıp satılmasında yatar. Bu süreç, iş gününü gerekli emek ve artık emek
olarak ikiye böler ve artık değerin, yani karşılığı ödenmemiş emeğin
sömürülmesine dayanan bir sistem yaratır.
Marx'ın
modeli, kapitalizmi durağan bir sistem olarak değil, artık değerin yeniden
yatırıma dönüştürülmesiyle sürekli bir sermaye birikimi döngüsü
içinde olan dinamik bir yapı olarak ele alır. Bu birikim süreci, bir yandan
teknik ilerlemeyi ve üretken güçlerin gelişimini teşvik ederken, diğer yandan
sistemin kendi içsel çelişkilerini derinleştirir. Kâr oranının düşme
eğilimi yasası, bu çelişkilerin en temel ifadesidir; zira sistem, kârın
kaynağı olan canlı emeği üretim sürecinden tasfiye etme eğilimi göstererek
kendi temelini aşındırır. Bu ve benzeri çelişkiler, sistemin pürüzsüz
işlemesini engelleyerek periyodik krizlere yol açar. Krizler, sistemin
tesadüfi bozulmaları değil, onun temel işleyiş yasalarının kaçınılmaz bir
sonucudur.
Nihayetinde,
Marx'ın ekonomik eleştirisi, kapitalizmin kendi yarattığı muazzam üretken
güçler tarafından tarihsel olarak aşılacağı öngörüsüne bağlanır. Sermayenin
merkezileşmesi, üretimin toplumsallaşması ve işçi sınıfının örgütlenmesiyle
birlikte, sistemin kendi iç çelişkileri, meta üretimine ve özel mülkiyete
dayanmayan yeni bir üretim biçiminin, yani sosyalizmin maddi
koşullarını hazırlar. Bu bütünsel ve eleştirel çerçeve, Marx'ın ekonomik
teorisini, günümüz dünyasının karmaşık dinamiklerini anlamak için hala güçlü ve
vazgeçilmez bir araç kılmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.