Marksist Araştırmalar [MAR] | Komünizm: Tarihin Çözülen Bilmecesi

22 Eylül 2025 Pazartesi

Paulo Freire'nin Ezilenlerin Pedagojisi

 MAR

Giriş: Paulo Freire ve Ezilenlerin Pedagojisinin Gerekçesi

Paulo Freire’nin 'Ezilenlerin Pedagojisi', eğitim felsefesi tarihindeki yerini, eğitimi salt bir bilgi aktarım süreci olmaktan çıkarıp onu radikal bir özgürleşme pratiği olarak yeniden tanımlamasıyla almıştır. Bu eser, baskıcı toplumsal yapıların eğitim yoluyla nasıl yeniden üretildiğini ve aynı şekilde eğitimin, bu yapıları kırmak için nasıl devrimci bir araca dönüşebileceğini sarsıcı bir netlikle ortaya koyar. Bu yazının amacı, Freire'nin pedagojik modelinin temel taşlarını, eğitimciler, sosyal bilimciler ve devrimciler için analitik ve eyleme dönük bir başvuru kaynağı olarak sunmaktır.

Freire, eserinin merkezine tarihin en temel çatışmasını yerleştirir: insanlaşma (humanization) ve insandışılaşma (dehumanization). Ona göre, daha tam insan olmak, insanın en temel "yetisi" (vocation) ve varoluşsal görevidir. Ancak bu yeti; adaletsizlik, sömürü ve baskı tarafından sürekli olarak engellenir ve tahrif edilir. Bu tahrifat, insandışılaşma olarak somutlaşır ve sadece insanlığı çalınmış olan ezilenleri değil, aynı zamanda başkalarının insanlığını çalarak kendi insanlıklarını da yitiren ezenleri de derinden etkiler. Freire için insandışılaşma, "verili bir akıbet değil, adaletsiz bir düzenin sonucudur."

Bu temel çelişki, Freire’nin pedagojisinin felsefi çıkış noktasını oluşturur. Onun önerdiği pedagoji, bu çelişkiyi aşmayı ve hem ezenlerin hem de ezilenlerin yitirilmiş insanlığını yeniden tesis etmeyi amaçlayan "acılı bir doğum" sürecidir. Bu, sonucunda ne ezen ne de ezilen olan, sürekli bir özgürleşme sürecindeki yeni insanın ortaya çıktığı bir praksistir.

1. Temel Çelişki: Ezen-Ezilen İkilemi

Freire’nin toplumsal analizinin temelini oluşturan ezen-ezilen çelişkisi, basit bir ekonomik sömürü ilişkisinden çok daha fazlasıdır. Bu, derin psikolojik, varoluşsal ve kültürel boyutları olan, her iki tarafın da bilincini ve varoluşunu şekillendiren tarihsel bir yapıdır. Bu ikilemin diyalektik doğasını anlamak, Freire’nin eğitim yoluyla bu yapıyı kırmayı hedefleyen pedagojik modelini kavramak için mutlak bir zorunluluktur. Zira ezenlerin psikolojisi, ezilenlerin varoluşsal ikilemini doğrudan yaratır ve bu çelişkinin çözümü, ancak devrimci bir praksis ile mümkün olabilir.

1.1. Ezenlerin Psikolojisi: Sahiplenme Bilinci ve Ölümseverlik

Ezen bilincin temelini, her şeyi nesneleştiren bir "sahip olma" tutkusu oluşturur. Ezenler için olmak, sahip olmaktır ve “sahipler” sınıfı olmaktır. Dünya, üretim, zaman ve hatta diğer insanlar, onların egemenliğinin ve tasarrufunun bir nesnesine indirgenir. Bu sahip olma bilinci, katı bir “materyalizm” (felsefi materyalizmle karıştırılmasın) doğurur; para her şeyin ölçüsü, kâr ise başlıca amaç haline gelir. Bu bilinç yapısı, ezenlerin "yüce gönüllülüklerinin" neden "sahte" olduğunu da açıklar. Onların yardımseverliği, adaletsizliğin devamına bağlıdır; çünkü bu adaletsizlik, onlara sürekli olarak "yüce gönüllü" olma fırsatı sunar. Bu nedenle, adaletsiz düzeni tehdit eden her türlü gelişme, ezenlerde derin bir panik yaratır.

Erich Fromm'un terminolojisinden yararlanan Freire, ezen bilincin "sadizm" ve "ölümseverlik" (necrophily) eğilimlerini vurgular. Sadist sevgi sapkın bir sevgidir; ölümün sevgisidir, hayatın değil. Bu, canlı olanı kontrol altına alarak onu mekanik ve cansız bir nesneye dönüştürme arzusudur. Ezenler, egemenlikleri uğruna hayatın yaratıcı gücünü, arayışını ve tezcanlılığını bastırarak yaşamı öldürmeye çalışırlar.

1.2. Ezilenlerin Varoluşsal İkilemi ve Özgürlük Korkusu

Ezenlerin bu sahip olma ve nesneleştirme bilinci, ezilenlerin en derin trajedisini, Freire'nin "varoluşsal ikilik" (existential duality) olarak tanımladığı durumu yaratır. Ezilenler, bir ve aynı zamanda hem kendileridir hem de bilinçlerini içselleştirmiş oldukları ezenlerdir. Onların ideali "insan olmak"tır, ancak bu ideal için model olarak ezenleri görürler. Bu bölünmüşlük, onların özgün olmayan, çelişkili ve güvensiz varlıklar olmasına yol açar.

Bu ikiliğin en çarpıcı sonuçlarından biri "özgürlük korkusu"dur (fear of freedom). Özgürlük, içlerindeki ezen imajını reddetmeyi, onun yerine özerkliği ve sorumluluğu koymayı gerektirir. Bu, ezilenler için korkutucu bir adımdır, çünkü onlar için güvenlik, ezenin kurallarına uymakla eş anlamlıdır. Bu nedenle, özgürleşmeye çalışmak yerine "ezenlerin rolünü arzulama" eğilimi gösterirler. Bu durum, onların kaderciliğini, kendine güvensizliğini ve ezenlerin kendileri hakkındaki olumsuz görüşünü içselleştirmelerinden kaynaklanan "kendini aşağılama" (self-deprecation) özelliklerini besler.

1.3. Özgürleşme Praksisi

Bu derin çelişkinin çözümü, ancak ve ancak praksis yoluyla mümkündür. Freire için özgürleşme, ezenlerin ezilenlere verdiği bir armağan ya da ezilenlerin tek başına kazandığı bir zafer değildir. O, "ne bir armağan, ne kendi kazanacağınız bir şeydir, karşılıklı bir süreçtir." Bu süreç, praksis kavramıyla hayat bulur. Freire, praksisi "dönüştürmek amacıyla dünya üzerinde düşünmek ve eylemde bulunmak" olarak tanımlar; yani praksis, eylem ve düşüncenin birbirinden ayrılmaz diyalektik birliğidir.

Bu çerçevede, ezilenlerin büyük tarihsel görevi, sadece kendilerini değil, aynı zamanda kendilerini ezenleri de özgürleştirmektir. Bu süreç, "acılı bir doğum"dur ve bu doğumun sonucunda "ne ezen ne de ezilen olan, özgürlüğe ulaşma sürecindeki insan" ortaya çıkar. Bu yeni insan, çelişkinin kutuplarını tersine çevirerek eski ezenin yerine geçen yeni bir ezen değil, çelişkinin kendisini aşan ve herkes için insanlaşmanın yolunu açan bir varlıktır.

Peki, bu derin toplumsal çelişki, eğitim sistemleri tarafından nasıl ya körüklenerek sürdürülür ya da bilinçli bir pedagojik eylemle kırılarak aşılır?

2. Bir İktidar Aracı Olarak Eğitim: İki Karşıt Model

Paulo Freire için eğitim asla tarafsız bir süreç değildir. O, ya mevcut sistemin mantığına entegrasyonu sağlayan, yani ezen-ezilen yapısını yeniden üreten bir araçtır; ya da insanların dünyayı eleştirel ve yaratıcı bir şekilde ele alarak onu dönüştürmeyi öğrendikleri bir "özgürlük pratiği" haline gelir. Freire, bu iki zıt amaca hizmet eden iki temel eğitim modelini, ezenlerin bilincinin pedagojik mekanizması ile özgürleşme praksisinin pedagojisi arasındaki keskin bir karşıtlık içinde analiz eder.

2.1. "Bankacı" Eğitim Modeli: Bir Tutsaklaştırma Aracı

"Bankacı" model, eğitimin bir "anlatım hastalığı"ndan mustarip olduğu tespitiyle tanımlanır. Bu modelde öğretmen anlatan bir özne, öğrenciler ise sabırla dinleyen, ezberleyen ve tekrarlayan nesnelerdir. Freire, bu ilişkiyi bir "mevduat yatırma" (depositing) metaforuyla açıklar: Öğretmen, öğrencileri kendisi tarafından doldurulması gereken boş "kaplar" veya "bidonlar" olarak görür. Bilgi, gerçeklikten koparılmış, cansız ve paketlenmiş halde öğrencilerin zihnine yatırılan bir mevduattır.

Bankacı modelin temel varsayımları şunlardır:

• Öğretmen öğretir, öğrenciler ders alır.

• Öğretmen her şeyi bilir, öğrenciler hiçbir şey bilmez.

• Öğretmen düşünür, öğrenciler hakkında düşünülür.

• Öğretmen konuşur, öğrenciler uslu uslu dinler.

• Öğretmen disipline eder, öğrenciler disipline sokulur.

Bu model, öğrencilerin yaratıcı gücünü "mahveder", eleştirel bilinçlerini "güdük bırakır" ve onları dünyaya uyumlu, edilgen varlıklar haline getirir. Böylece, statükonun devamını isteyen ezenlerin çıkarlarına hizmet eder. Doğası gereği, insanların yaratıcı ve dönüştürücü potansiyelini öldürmeye yönelik olduğu için "ölümsever" (necrophilic) bir pedagojidir; ezen bilincinin eğitimdeki yansımasıdır.

2.2. Problem Tanımlayıcı Eğitim Modeli: Bir Özgürleşme Pratiği

Problem tanımlayıcı model, bankacı modelin temelindeki öğretmen-öğrenci çelişkisini ortadan kaldırır. Bu modelde katı roller erir; öğretmen aynı zamanda öğrenci olur ("öğretmen-öğrenciler"), öğrenciler de aynı zamanda öğretmen olur ("öğrenci-öğretmen"). Bu, diyalog üzerine kurulu, karşılıklı bir öğrenme sürecidir.

Bu model, bilgi aktarımını değil, "idrak edimlerini" (acts of cognition) temel alır. Öğrenme sürecinin merkezinde, öğretmen ve öğrencilerin birlikte eleştirel olarak inceledikleri bir "idrak edilebilir nesne" olarak gerçekliğin kendisi bulunur. Amaç, insanların dünyayla ve birbirleriyle olan ilişkilerini bir problem olarak görmelerini sağlamaktır. Problem tanımlayıcı eğitim, "gerçekliğin sürekli deşifresini" başlatır ve "bilincin su yüzüne çıkması ve gerçekliğe eleştirel müdahalesi için" çabalar. İnsanları, dünyayı durağan ve verili bir gerçeklik olarak değil, "süreç içindeki, dönüşüm içindeki bir gerçeklik" olarak anlamaya yöneltir. Bu model, yaratıcılığa ve dönüşüme dayandığı için doğası gereği "yaşamsever" (biophilic) bir pratiktir.

Bu iki model arasındaki en temel fark, birincisinin diyalogu bir tehdit olarak görüp reddederken, ikincisinin diyalogu özgürleştirici eğitimin ve insani varoluşun ta kendisi olarak kabul etmesidir.

3. Diyalog: Özgürleştirici Eylemin Özü

Freire'nin teorisinde "diyalog", basit bir iletişim tekniği ya da ikna yöntemi değildir. O, insanın varoluşsal bir gerekliliği ve özgürleşme praksisinin özüdür. Diyaloğun temel öğesi olan "söz", düşünce ve eylemin ayrılmaz birliğidir. Sadece eylemden oluşan söz aktivizme, sadece düşünceden oluşan söz ise boş lafazanlığa dönüşür. Gerçek bir söz söylemek, dünyayı dönüştürmektir ve bu, bir avuç seçkinin değil, herkesin hakkıdır.

3.1. Gerçek Diyaloğun Kurucu Unsurları

Gerçek bir diyalog, belirli varoluşsal tutumları gerektirir. Freire, bunlar olmadan diyaloğun bir manipülasyon aracına dönüşeceğini belirtir. Bu tutumlar, özgürleştirici pedagojinin ahlaki ve felsefi temelini oluşturur. Beş temel ön koşul şunlardır:

• Sevgi: İnsanlara, hayata ve dünyaya duyulan derin bir bağlılıktır. Sevgi, bir egemenlik edimi değil, özgürlük için adanmışlık ve cesaret edimidir.

• Alçakgönüllülük: Kimsenin her şeyi bilmediğini ve kimsenin hiçbir şey bilmediğini kabul etmektir. İnsanlar, mutlak cahiller ve mutlak bilgeler olarak bölünemezler; birlikte öğrenirler.

• İnanç: İnsanların yaratma, yeniden yaratma ve daha tam insan olma gücüne duyulan derin bir inançtır. Halka güvenmek, devrimci değişimin vazgeçilmez bir koşuludur.

• Umut: Statik bir beklenti değil, sürekli bir arayış ve mücadele içinde olmayı gerektiren dinamik bir tutumdur. Umutsuzluk, bir suskunluk ve dünyayı yadsıma biçimidir.

• Eleştirel Düşünme: Gerçekliği statik bir veri olarak değil, sürekli bir dönüşüm süreci olarak kavrayan ve eylemden kopmayan bir düşünme biçimidir.

3.2. Diyalog Karşıtı ve Diyalogcu Eylem Arasındaki Gerilim

Ezenlerin egemenliği sürdürmek için kullandığı diyalog karşıtı eylem, özgürleşmeyi hedefleyen diyalogcu eylemin her bir niteliğine karşıt bir pratik sunar. Bu iki eylem kuramı arasındaki diyalektik gerilim, Freire'nin devrimci teorisinin kalbini oluşturur.

• Diyalog karşıtı eylem, başkalarını nesneleştirerek kendi hedeflerini onlara dayatmak için Boyun Eğdirme (Fetih) yöntemini kullanırken; diyalogcu eylem, öznelerin dünyayı birlikte dönüştürmek için bir araya geldiği İş birliği ilkesini esas alır.

• Diyalog karşıtı eylem, ezilenlerin birliğini engellemek ve onları tecrit edilmiş halde tutmak için Böl ve Yönet stratejisini kullanırken; diyalogcu eylem, buna doğrudan, sınıf bilinci yoluyla ezilenlerin birliğini sağlamayı amaçlayan Özgürleşme için Birlik ilkesiyle karşı koyar.

• Diyalog karşıtı eylem, kitleleri mitler ve sahte vaatler yoluyla ezenlerin hedeflerine uyumlu kılmak için Manipülasyon taktiğini kullanırken; diyalogcu eylem, otorite ve özgürlüğü dengeleyen, halkın ortaklaşa katıldığı güçlendirici bir süreç olan Örgütlenme pratiğini geliştirir.

• Diyalog karşıtı eylem, istilacıların kendi dünya görüşlerini ve değerlerini dayatarak başkalarının yaratıcılığını felç ettiği Kültürel İstila aracını kullanırken; diyalogcu eylem, önderlerin ve halkın dünya görüşlerini birleştirerek yeni bir kültür ve praksis yarattığı Kültürel Sentez eylemini önerir.

Peki, bu diyalogcu eylem teoriden pratiğe nasıl geçer ve özgürleştirici eğitimin içeriği nasıl belirlenir?

4. Özgürleştirici Pedagojinin Metodolojisi: Konusal Araştırma

Problem tanımlayıcı eğitimin içeriği, eğitimciler tarafından "yukarıdan" hazırlanıp halka sunulamaz. Program içeriği, bizzat halkın kendi varoluşsal gerçekliğinden, sorunlarından, özlemlerinden ve dünyayla kurdukları ilişkilerden türetilmelidir. Freire'nin bu içeriği keşfetmek için önerdiği metodoloji olan "konusal araştırma", sürecin kendisinin de diyalogcu, bilinçlendirici ve özgürleştirici bir eylem olmasını sağlar.

4.1. Üretken Konular ve Sınır-Durumlar

Halkın yaşadığı somut gerçeklik, Freire'nin "konusal evren" (thematic universe) olarak adlandırdığı bir dizi temel çelişki ve sorundan oluşur. Bu evreni oluşturan temel sorunlara "üretken konular" (generative themes) denir. Bunlar, insanların dünyayla ve birbirleriyle ilişkilerinde karşılaştıkları merkezi çelişkileri (örneğin, egemenlik-özgürleşme, bağımlılık-bağımsızlık) ifade eder.

Bu üretken konular, "sınır-durumlar" (limit-situations) içinde yer alır. Sınır-durumlar, insanların özgürleşmesinin önündeki engellerdir. Ancak bunlar, aşılmaz kaderler değil, tam da praksis yoluyla aşılması ve dönüştürülmesi gereken tarihsel ve somut engellerdir. Üretken konuları ve içlerinde barındırdıkları görevleri anlamak, bu sınır-durumları aşmanın ilk adımıdır.

4.2. Konusal Araştırma Süreci

Konusal araştırma, halk hakkında yapılan nesneleştirici bir araştırma değil, halk ile birlikte yürütülen diyalogcu bir süreçtir. Araştırmacılar ve halk, bu süreçte ortak araştırmacılar haline gelirler. Sürecin temel adımları şunlardır:

1. Araştırmacılardan oluşan disiplinler arası bir ekip bölgeye giderek, halkla ilk teması kurar ve onların yaşamını, dilini, kaygılarını ve temel çelişkilerini gözlemler.

2. Gözlemlenen bu çelişkili durumlar, tartışmayı tetikleyecek görsel veya işitsel temsillere "kodlanır" (codification)—yani resim, fotoğraf veya kısa skeçlerle temsil edilir.

3. "Konusal araştırma grupları"nda halk, bu kodları "çözer" (decodification)—yani, kodda temsil edilen durumu kendi somut yaşam deneyimleriyle ilişkilendirerek kendi gerçeklikleri üzerine eleştirel bir diyalog yürütür.

4. Bu diyaloglardan ortaya çıkan üretken konular, disiplinler arası bir ekip tarafından analiz edilir ve problem tanımlayıcı eğitimin program içeriği olarak sistematik hale getirilir. Bu içerik, daha sonra halka bir problem olarak geri sunulur.

Bu metodolojinin amacı, yalnızca bir müfredat oluşturmak değildir. Daha da önemlisi, halkın kendi gerçekliğine dair sahip olduğu naif, büyülü veya kaderci anlayışı, eleştirel bir bilince, yani "conscientizaçao"ya dönüştürme sürecini başlatmaktır.

5. Sonuç: 'Ezilenlerin Pedagojisi'nin Kalıcı Mirası

Paulo Freire’nin 'Ezilenlerin Pedagojisi', eğitimi teknik bir beceri aktarımı veya mevcut düzene uyum sağlama sürecinden çıkararak, onu insani bir özgürleşme praksisi olarak yeniden konumlandırmıştır. Freire, eğitimin asla tarafsız olamayacağını, ya ezenlerin egemenlik araçlarına hizmet edeceğini ya da ezilenlerin özgürleşme mücadelesinin bir parçası olacağını radikal bir netlikle ortaya koymuştur. Bu eserin kalıcı mirası, eğitimi bir bilinçlendirme, diyalog ve dünyayı dönüştürme eylemi olarak gören devrimci bir vizyon sunmasıdır.

Günümüz eğitimcileri ve devrimciler için 'Ezilenlerin Pedagojisi'nin temel mesajları şu şekilde sentezlenebilir:

1. Toplumsal Analiz Zorunluluğu: Eğitim, toplumsal bağlamından soyutlanamaz. Ezen-ezilen ikilemi gibi temel çelişkileri anlamak, eğitimin kime ve neye hizmet ettiğini sorgulamanın ilk ve en temel adımıdır.

2. "Bankacı" Modelin Radikal Eleştirisi: Geleneksel, anlatıya dayalı ve ezberci eğitim modelleri, öğrencileri edilgen nesnelere indirgeyerek onların yaratıcılığını ve eleştirel bilincini yok eder. Bu modeller, doğaları gereği baskıcıdır ve ezenlerin ideolojisine hizmet eder.

3. Diyalogcu ve Problem Tanımlayıcı Alternatif: Gerçek öğrenme, ancak öğrencilerin kendi gerçekliklerini bir problem olarak ele aldıkları, öğretmenlerle eşit özneler olarak diyalog kurdukları ve bilgiyi birlikte ürettikleri bir özgürleşme sürecinde gerçekleşebilir.

'Ezilenlerin Pedagojisi'nin nihai mesajı, umut dolu bir çağrıdır. Bu, halka duyulan derin bir güven ile, Freire'nin kendi sözleriyle, "içinde sevmenin daha kolay olacağı bir dünyanın yaratılmasına duyulan inanç"tır. Bu inanç, eğitimi sadece bir meslek değil, aynı zamanda daha adil ve insani bir gelecek inşa etme yolunda temel bir ahlaki ve siyasi sorumluluk olarak gören herkes için bir ilham kaynağı olmaya devam etmektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.

[MAR] YOUTUBE KANALI

LİDER

Karl Marx - Kapital

Kısa Sovyet Film ve Belgeseller [Türkçe]