MAR
Giriş:
Paulo Freire ve Ezilenlerin Pedagojisinin Gerekçesi
Paulo
Freire’nin 'Ezilenlerin Pedagojisi', eğitim felsefesi tarihindeki yerini,
eğitimi salt bir bilgi aktarım süreci olmaktan çıkarıp onu radikal bir
özgürleşme pratiği olarak yeniden tanımlamasıyla almıştır. Bu eser, baskıcı
toplumsal yapıların eğitim yoluyla nasıl yeniden üretildiğini ve aynı şekilde
eğitimin, bu yapıları kırmak için nasıl devrimci bir araca dönüşebileceğini
sarsıcı bir netlikle ortaya koyar. Bu yazının amacı, Freire'nin pedagojik
modelinin temel taşlarını, eğitimciler, sosyal bilimciler ve devrimciler için
analitik ve eyleme dönük bir başvuru kaynağı olarak sunmaktır.
Freire,
eserinin merkezine tarihin en temel çatışmasını yerleştirir: insanlaşma
(humanization) ve insandışılaşma (dehumanization). Ona
göre, daha tam insan olmak, insanın en temel "yetisi" (vocation) ve
varoluşsal görevidir. Ancak bu yeti; adaletsizlik, sömürü ve baskı tarafından
sürekli olarak engellenir ve tahrif edilir. Bu tahrifat, insandışılaşma olarak
somutlaşır ve sadece insanlığı çalınmış olan ezilenleri değil, aynı zamanda
başkalarının insanlığını çalarak kendi insanlıklarını da yitiren ezenleri de
derinden etkiler. Freire için insandışılaşma, "verili bir akıbet değil,
adaletsiz bir düzenin sonucudur."
Bu
temel çelişki, Freire’nin pedagojisinin felsefi çıkış noktasını oluşturur. Onun
önerdiği pedagoji, bu çelişkiyi aşmayı ve hem ezenlerin hem de ezilenlerin
yitirilmiş insanlığını yeniden tesis etmeyi amaçlayan "acılı bir
doğum" sürecidir. Bu, sonucunda ne ezen ne de ezilen olan, sürekli bir
özgürleşme sürecindeki yeni insanın ortaya çıktığı bir praksistir.
1.
Temel Çelişki: Ezen-Ezilen İkilemi
Freire’nin
toplumsal analizinin temelini oluşturan ezen-ezilen çelişkisi, basit bir
ekonomik sömürü ilişkisinden çok daha fazlasıdır. Bu, derin psikolojik,
varoluşsal ve kültürel boyutları olan, her iki tarafın da bilincini ve
varoluşunu şekillendiren tarihsel bir yapıdır. Bu ikilemin diyalektik doğasını
anlamak, Freire’nin eğitim yoluyla bu yapıyı kırmayı hedefleyen pedagojik
modelini kavramak için mutlak bir zorunluluktur. Zira ezenlerin psikolojisi,
ezilenlerin varoluşsal ikilemini doğrudan yaratır ve bu çelişkinin çözümü,
ancak devrimci bir praksis ile mümkün olabilir.
1.1.
Ezenlerin Psikolojisi: Sahiplenme Bilinci ve Ölümseverlik
Ezen
bilincin temelini, her şeyi nesneleştiren bir "sahip olma" tutkusu
oluşturur. Ezenler için olmak, sahip olmaktır ve “sahipler” sınıfı
olmaktır. Dünya, üretim, zaman ve hatta diğer insanlar, onların
egemenliğinin ve tasarrufunun bir nesnesine indirgenir. Bu sahip olma bilinci,
katı bir “materyalizm” (felsefi materyalizmle karıştırılmasın) doğurur; para
her şeyin ölçüsü, kâr ise başlıca amaç haline gelir. Bu bilinç yapısı,
ezenlerin "yüce gönüllülüklerinin" neden "sahte" olduğunu
da açıklar. Onların yardımseverliği, adaletsizliğin devamına bağlıdır; çünkü bu
adaletsizlik, onlara sürekli olarak "yüce gönüllü" olma fırsatı
sunar. Bu nedenle, adaletsiz düzeni tehdit eden her türlü gelişme, ezenlerde
derin bir panik yaratır.
Erich
Fromm'un terminolojisinden yararlanan Freire, ezen bilincin "sadizm"
ve "ölümseverlik" (necrophily) eğilimlerini vurgular. Sadist sevgi
sapkın bir sevgidir; ölümün sevgisidir, hayatın değil. Bu, canlı
olanı kontrol altına alarak onu mekanik ve cansız bir nesneye dönüştürme
arzusudur. Ezenler, egemenlikleri uğruna hayatın yaratıcı gücünü, arayışını ve
tezcanlılığını bastırarak yaşamı öldürmeye çalışırlar.
1.2.
Ezilenlerin Varoluşsal İkilemi ve Özgürlük Korkusu
Ezenlerin
bu sahip olma ve nesneleştirme bilinci, ezilenlerin en derin trajedisini,
Freire'nin "varoluşsal ikilik" (existential duality) olarak
tanımladığı durumu yaratır. Ezilenler, bir ve aynı zamanda hem kendileridir hem
de bilinçlerini içselleştirmiş oldukları ezenlerdir. Onların ideali "insan
olmak"tır, ancak bu ideal için model olarak ezenleri görürler. Bu
bölünmüşlük, onların özgün olmayan, çelişkili ve güvensiz varlıklar olmasına
yol açar.
Bu
ikiliğin en çarpıcı sonuçlarından biri "özgürlük korkusu"dur
(fear of freedom). Özgürlük, içlerindeki ezen imajını reddetmeyi, onun
yerine özerkliği ve sorumluluğu koymayı gerektirir. Bu, ezilenler için
korkutucu bir adımdır, çünkü onlar için güvenlik, ezenin kurallarına uymakla eş
anlamlıdır. Bu nedenle, özgürleşmeye çalışmak yerine "ezenlerin rolünü
arzulama" eğilimi gösterirler. Bu durum, onların kaderciliğini, kendine
güvensizliğini ve ezenlerin kendileri hakkındaki olumsuz görüşünü
içselleştirmelerinden kaynaklanan "kendini aşağılama"
(self-deprecation) özelliklerini besler.
1.3.
Özgürleşme Praksisi
Bu
derin çelişkinin çözümü, ancak ve ancak praksis yoluyla mümkündür. Freire için
özgürleşme, ezenlerin ezilenlere verdiği bir armağan ya da ezilenlerin tek
başına kazandığı bir zafer değildir. O, "ne bir armağan, ne kendi
kazanacağınız bir şeydir, karşılıklı bir süreçtir." Bu süreç, praksis kavramıyla
hayat bulur. Freire, praksisi "dönüştürmek amacıyla dünya üzerinde
düşünmek ve eylemde bulunmak" olarak tanımlar; yani praksis, eylem ve
düşüncenin birbirinden ayrılmaz diyalektik birliğidir.
Bu
çerçevede, ezilenlerin büyük tarihsel görevi, sadece kendilerini değil, aynı
zamanda kendilerini ezenleri de özgürleştirmektir. Bu süreç, "acılı bir
doğum"dur ve bu doğumun sonucunda "ne ezen ne de ezilen olan,
özgürlüğe ulaşma sürecindeki insan" ortaya çıkar. Bu yeni insan,
çelişkinin kutuplarını tersine çevirerek eski ezenin yerine geçen yeni bir ezen
değil, çelişkinin kendisini aşan ve herkes için insanlaşmanın yolunu açan bir
varlıktır.
Peki,
bu derin toplumsal çelişki, eğitim sistemleri tarafından nasıl ya körüklenerek
sürdürülür ya da bilinçli bir pedagojik eylemle kırılarak aşılır?
2.
Bir İktidar Aracı Olarak Eğitim: İki Karşıt Model
Paulo
Freire için eğitim asla tarafsız bir süreç değildir. O, ya mevcut sistemin
mantığına entegrasyonu sağlayan, yani ezen-ezilen yapısını yeniden üreten bir
araçtır; ya da insanların dünyayı eleştirel ve yaratıcı bir şekilde ele alarak
onu dönüştürmeyi öğrendikleri bir "özgürlük pratiği" haline gelir.
Freire, bu iki zıt amaca hizmet eden iki temel eğitim modelini, ezenlerin
bilincinin pedagojik mekanizması ile özgürleşme praksisinin pedagojisi
arasındaki keskin bir karşıtlık içinde analiz eder.
2.1.
"Bankacı" Eğitim Modeli: Bir Tutsaklaştırma Aracı
"Bankacı"
model, eğitimin bir "anlatım hastalığı"ndan mustarip olduğu
tespitiyle tanımlanır. Bu modelde öğretmen anlatan bir özne, öğrenciler ise
sabırla dinleyen, ezberleyen ve tekrarlayan nesnelerdir. Freire, bu ilişkiyi
bir "mevduat yatırma" (depositing) metaforuyla
açıklar: Öğretmen, öğrencileri kendisi tarafından doldurulması gereken boş
"kaplar" veya "bidonlar" olarak görür. Bilgi, gerçeklikten
koparılmış, cansız ve paketlenmiş halde öğrencilerin zihnine yatırılan bir
mevduattır.
Bankacı
modelin temel varsayımları şunlardır:
• Öğretmen
öğretir, öğrenciler ders alır.
• Öğretmen
her şeyi bilir, öğrenciler hiçbir şey bilmez.
• Öğretmen
düşünür, öğrenciler hakkında düşünülür.
• Öğretmen
konuşur, öğrenciler uslu uslu dinler.
• Öğretmen
disipline eder, öğrenciler disipline sokulur.
Bu
model, öğrencilerin yaratıcı gücünü "mahveder", eleştirel
bilinçlerini "güdük bırakır" ve onları dünyaya uyumlu, edilgen
varlıklar haline getirir. Böylece, statükonun devamını isteyen ezenlerin
çıkarlarına hizmet eder. Doğası gereği, insanların yaratıcı ve dönüştürücü
potansiyelini öldürmeye yönelik olduğu için "ölümsever"
(necrophilic) bir pedagojidir; ezen bilincinin eğitimdeki
yansımasıdır.
2.2.
Problem Tanımlayıcı Eğitim Modeli: Bir Özgürleşme Pratiği
Problem
tanımlayıcı model, bankacı modelin temelindeki öğretmen-öğrenci çelişkisini
ortadan kaldırır. Bu modelde katı roller erir; öğretmen aynı zamanda öğrenci
olur ("öğretmen-öğrenciler"), öğrenciler de aynı zamanda öğretmen
olur ("öğrenci-öğretmen"). Bu, diyalog üzerine kurulu, karşılıklı bir
öğrenme sürecidir.
Bu
model, bilgi aktarımını değil, "idrak edimlerini" (acts of
cognition) temel alır. Öğrenme sürecinin merkezinde, öğretmen ve
öğrencilerin birlikte eleştirel olarak inceledikleri bir "idrak edilebilir
nesne" olarak gerçekliğin kendisi bulunur. Amaç, insanların dünyayla ve
birbirleriyle olan ilişkilerini bir problem olarak görmelerini sağlamaktır.
Problem tanımlayıcı eğitim, "gerçekliğin sürekli deşifresini"
başlatır ve "bilincin su yüzüne çıkması ve gerçekliğe eleştirel müdahalesi
için" çabalar. İnsanları, dünyayı durağan ve verili bir gerçeklik olarak
değil, "süreç içindeki, dönüşüm içindeki bir gerçeklik" olarak
anlamaya yöneltir. Bu model, yaratıcılığa ve dönüşüme dayandığı için doğası
gereği "yaşamsever" (biophilic) bir pratiktir.
Bu
iki model arasındaki en temel fark, birincisinin diyalogu bir tehdit olarak
görüp reddederken, ikincisinin diyalogu özgürleştirici eğitimin ve insani
varoluşun ta kendisi olarak kabul etmesidir.
3.
Diyalog: Özgürleştirici Eylemin Özü
Freire'nin
teorisinde "diyalog", basit bir iletişim tekniği ya da ikna yöntemi
değildir. O, insanın varoluşsal bir gerekliliği ve özgürleşme praksisinin
özüdür. Diyaloğun temel öğesi olan "söz", düşünce ve
eylemin ayrılmaz birliğidir. Sadece eylemden oluşan söz aktivizme, sadece
düşünceden oluşan söz ise boş lafazanlığa dönüşür. Gerçek bir söz söylemek,
dünyayı dönüştürmektir ve bu, bir avuç seçkinin değil, herkesin hakkıdır.
3.1.
Gerçek Diyaloğun Kurucu Unsurları
Gerçek
bir diyalog, belirli varoluşsal tutumları gerektirir. Freire, bunlar olmadan
diyaloğun bir manipülasyon aracına dönüşeceğini belirtir. Bu tutumlar,
özgürleştirici pedagojinin ahlaki ve felsefi temelini oluşturur. Beş temel ön
koşul şunlardır:
• Sevgi: İnsanlara,
hayata ve dünyaya duyulan derin bir bağlılıktır. Sevgi, bir egemenlik edimi
değil, özgürlük için adanmışlık ve cesaret edimidir.
• Alçakgönüllülük: Kimsenin
her şeyi bilmediğini ve kimsenin hiçbir şey bilmediğini kabul etmektir.
İnsanlar, mutlak cahiller ve mutlak bilgeler olarak bölünemezler; birlikte
öğrenirler.
• İnanç: İnsanların
yaratma, yeniden yaratma ve daha tam insan olma gücüne duyulan derin bir
inançtır. Halka güvenmek, devrimci değişimin vazgeçilmez bir koşuludur.
• Umut: Statik
bir beklenti değil, sürekli bir arayış ve mücadele içinde olmayı gerektiren
dinamik bir tutumdur. Umutsuzluk, bir suskunluk ve dünyayı yadsıma biçimidir.
• Eleştirel
Düşünme: Gerçekliği statik bir veri olarak değil, sürekli bir dönüşüm
süreci olarak kavrayan ve eylemden kopmayan bir düşünme biçimidir.
3.2.
Diyalog Karşıtı ve Diyalogcu Eylem Arasındaki Gerilim
Ezenlerin
egemenliği sürdürmek için kullandığı diyalog karşıtı eylem, özgürleşmeyi
hedefleyen diyalogcu eylemin her bir niteliğine karşıt bir pratik sunar. Bu iki
eylem kuramı arasındaki diyalektik gerilim, Freire'nin devrimci teorisinin
kalbini oluşturur.
• Diyalog
karşıtı eylem, başkalarını nesneleştirerek kendi hedeflerini onlara dayatmak
için Boyun Eğdirme (Fetih) yöntemini kullanırken; diyalogcu
eylem, öznelerin dünyayı birlikte dönüştürmek için bir araya geldiği İş
birliği ilkesini esas alır.
• Diyalog
karşıtı eylem, ezilenlerin birliğini engellemek ve onları tecrit edilmiş halde
tutmak için Böl ve Yönet stratejisini kullanırken; diyalogcu
eylem, buna doğrudan, sınıf bilinci yoluyla ezilenlerin birliğini sağlamayı
amaçlayan Özgürleşme için Birlik ilkesiyle karşı koyar.
• Diyalog
karşıtı eylem, kitleleri mitler ve sahte vaatler yoluyla ezenlerin hedeflerine
uyumlu kılmak için Manipülasyon taktiğini kullanırken;
diyalogcu eylem, otorite ve özgürlüğü dengeleyen, halkın ortaklaşa katıldığı
güçlendirici bir süreç olan Örgütlenme pratiğini geliştirir.
• Diyalog
karşıtı eylem, istilacıların kendi dünya görüşlerini ve değerlerini dayatarak
başkalarının yaratıcılığını felç ettiği Kültürel İstila aracını
kullanırken; diyalogcu eylem, önderlerin ve halkın dünya görüşlerini
birleştirerek yeni bir kültür ve praksis yarattığı Kültürel Sentez eylemini
önerir.
Peki,
bu diyalogcu eylem teoriden pratiğe nasıl geçer ve özgürleştirici eğitimin
içeriği nasıl belirlenir?
4.
Özgürleştirici Pedagojinin Metodolojisi: Konusal Araştırma
Problem
tanımlayıcı eğitimin içeriği, eğitimciler tarafından "yukarıdan"
hazırlanıp halka sunulamaz. Program içeriği, bizzat halkın kendi varoluşsal
gerçekliğinden, sorunlarından, özlemlerinden ve dünyayla kurdukları
ilişkilerden türetilmelidir. Freire'nin bu içeriği keşfetmek için önerdiği
metodoloji olan "konusal araştırma", sürecin kendisinin
de diyalogcu, bilinçlendirici ve özgürleştirici bir eylem olmasını sağlar.
4.1.
Üretken Konular ve Sınır-Durumlar
Halkın
yaşadığı somut gerçeklik, Freire'nin "konusal evren"
(thematic universe) olarak adlandırdığı bir dizi temel çelişki ve
sorundan oluşur. Bu evreni oluşturan temel sorunlara "üretken
konular" (generative themes) denir. Bunlar, insanların dünyayla
ve birbirleriyle ilişkilerinde karşılaştıkları merkezi çelişkileri (örneğin,
egemenlik-özgürleşme, bağımlılık-bağımsızlık) ifade eder.
Bu
üretken konular, "sınır-durumlar" (limit-situations) içinde
yer alır. Sınır-durumlar, insanların özgürleşmesinin önündeki engellerdir.
Ancak bunlar, aşılmaz kaderler değil, tam da praksis yoluyla aşılması ve
dönüştürülmesi gereken tarihsel ve somut engellerdir. Üretken konuları ve
içlerinde barındırdıkları görevleri anlamak, bu sınır-durumları aşmanın ilk
adımıdır.
4.2.
Konusal Araştırma Süreci
Konusal
araştırma, halk hakkında yapılan nesneleştirici bir araştırma
değil, halk ile birlikte yürütülen diyalogcu bir süreçtir.
Araştırmacılar ve halk, bu süreçte ortak araştırmacılar haline gelirler.
Sürecin temel adımları şunlardır:
1. Araştırmacılardan
oluşan disiplinler arası bir ekip bölgeye giderek, halkla ilk teması kurar ve
onların yaşamını, dilini, kaygılarını ve temel çelişkilerini gözlemler.
2. Gözlemlenen
bu çelişkili durumlar, tartışmayı tetikleyecek görsel veya işitsel
temsillere "kodlanır" (codification)—yani resim, fotoğraf
veya kısa skeçlerle temsil edilir.
3. "Konusal
araştırma grupları"nda halk, bu kodları "çözer"
(decodification)—yani, kodda temsil edilen durumu kendi somut yaşam
deneyimleriyle ilişkilendirerek kendi gerçeklikleri üzerine eleştirel bir
diyalog yürütür.
4. Bu
diyaloglardan ortaya çıkan üretken konular, disiplinler arası bir ekip
tarafından analiz edilir ve problem tanımlayıcı eğitimin program içeriği olarak
sistematik hale getirilir. Bu içerik, daha sonra halka bir problem olarak geri
sunulur.
Bu
metodolojinin amacı, yalnızca bir müfredat oluşturmak değildir. Daha da
önemlisi, halkın kendi gerçekliğine dair sahip olduğu naif, büyülü veya kaderci
anlayışı, eleştirel bir bilince, yani "conscientizaçao"ya dönüştürme
sürecini başlatmaktır.
5.
Sonuç: 'Ezilenlerin Pedagojisi'nin Kalıcı Mirası
Paulo
Freire’nin 'Ezilenlerin Pedagojisi', eğitimi teknik bir beceri aktarımı veya
mevcut düzene uyum sağlama sürecinden çıkararak, onu insani bir özgürleşme
praksisi olarak yeniden konumlandırmıştır. Freire, eğitimin asla tarafsız
olamayacağını, ya ezenlerin egemenlik araçlarına hizmet edeceğini ya da
ezilenlerin özgürleşme mücadelesinin bir parçası olacağını radikal bir netlikle
ortaya koymuştur. Bu eserin kalıcı mirası, eğitimi bir bilinçlendirme, diyalog
ve dünyayı dönüştürme eylemi olarak gören devrimci bir vizyon sunmasıdır.
Günümüz
eğitimcileri ve devrimciler için 'Ezilenlerin Pedagojisi'nin temel mesajları şu
şekilde sentezlenebilir:
1. Toplumsal
Analiz Zorunluluğu: Eğitim, toplumsal bağlamından soyutlanamaz.
Ezen-ezilen ikilemi gibi temel çelişkileri anlamak, eğitimin kime ve neye
hizmet ettiğini sorgulamanın ilk ve en temel adımıdır.
2. "Bankacı"
Modelin Radikal Eleştirisi: Geleneksel, anlatıya dayalı ve ezberci
eğitim modelleri, öğrencileri edilgen nesnelere indirgeyerek onların
yaratıcılığını ve eleştirel bilincini yok eder. Bu modeller, doğaları gereği
baskıcıdır ve ezenlerin ideolojisine hizmet eder.
3. Diyalogcu
ve Problem Tanımlayıcı Alternatif: Gerçek öğrenme, ancak öğrencilerin
kendi gerçekliklerini bir problem olarak ele aldıkları, öğretmenlerle eşit
özneler olarak diyalog kurdukları ve bilgiyi birlikte ürettikleri bir
özgürleşme sürecinde gerçekleşebilir.
'Ezilenlerin
Pedagojisi'nin nihai mesajı, umut dolu bir çağrıdır. Bu, halka duyulan derin
bir güven ile, Freire'nin kendi sözleriyle, "içinde sevmenin daha kolay
olacağı bir dünyanın yaratılmasına duyulan inanç"tır. Bu inanç, eğitimi
sadece bir meslek değil, aynı zamanda daha adil ve insani bir gelecek inşa etme
yolunda temel bir ahlaki ve siyasi sorumluluk olarak gören herkes için bir
ilham kaynağı olmaya devam etmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.