Marksist Araştırmalar [MAR] | Komünizm: Tarihin Çözülen Bilmecesi

16 Ekim 2025 Perşembe

Davranışlarımızın Kökeni | Serol Teber

Özet

Bu yazı, Dr. Serol Teber'in "Davranışlarımızın Kökeni" adlı eserinden alınan kesitleri sentezleyerek, insan davranışının kökenlerine dair temel argümanları ve bilimsel kanıtları özetlemektedir. Eser, davranışları diyalektik materyalist bir çerçevede ele alarak, konuyu metafizik ve idealist yorumlardan arındırmayı ve doğa bilimlerinin bütünlüğü içinde açıklamayı amaçlamaktadır. Temel çıkarımlar dört ana eksende toplanabilir:

1. Materyalist ve Evrimsel Temel: Davranış, soyut bir "ruh"un ürünü değil, evrenin ve canlılığın evrimsel sürecinin bir sonucudur. İnsanın evrimi, jeolojik zamanlardan modern insana uzanan fosil kayıtları ve anatomik özelleşmelerle (iki ayak üzerinde durma, elin gelişimi, beyin hacminin artması) kanıtlanan somut bir süreçtir. Davranış bilimleri, bu maddi temelden koparılarak anlaşılamaz.

2. Dinamik ve Öğrenen Beyin: İnsan beyni ve sinir sistemi statik bir yapı değildir. Pawlow'un şartlı refleksler ve iki sinyal sistemi (doğrudan duyusal algıyı içeren 1. Sinyal Sistemi ve dili/soyut düşünceyi içeren 2. Sinyal Sistemi) kuramı, öğrenmenin ve bilincin fizyolojik temelini oluşturur. Bellek, RNA gibi moleküler mekanizmalarla kodlanan ve sinaptik bağlantıların değişimiyle pekişen dinamik bir süreçtir. Son araştırmalar, beynin yaşam boyu yeni sinir hücreleri üretebildiğini ve yapısının çevresel uyaranlara göre şekillendiğini göstermektedir.

3. Toplumsal Belirleyicilik ve Üretim: Hayvan topluluklarında dahi "kültür" olarak nitelendirilebilecek öğrenilmiş davranışlar (örneğin, Koshima adası maymunlarının patates yıkaması) mevcuttur ve bu davranışlar çevre koşullarına sıkı sıkıya bağlıdır. İnsanlaşma sürecindeki niteliksel sıçrama, hayvanlardaki "toplama" eyleminden insanın "üretim" eylemine geçişidir. Modern insan davranışını ve onun patolojilerini anlamak için üretim, üleşim ve tüketim ilişkileri dikkate alınmalıdır.

4. Yabancılaşma ve Davranış Bozuklukları: Kapitalist üretim ilişkileri altında emek, ürününe ve kendine "yabancılaşır". Bu süreç, insanın doğa ve toplumla sağlıklı bütünleşmesini engeller, duyularını köreltir ve onu nesnelerin egemenliği altına sokar. Teber'e göre, nevroz ve şizofreni gibi modern psikiyatrik bozuklukların temelinde bu yabancılaşma sürecinin yarattığı yoğun korku ve çatışma yatar. Bu durum, Pawlow'un "deneysel nevroz" modelinde gözlemlenen, beynin uyarım ve inhibisyon süreçleri arasındaki dengenin bozulmasıyla fizyolojik olarak açıklanabilir.

1. Felsefi ve Bilimsel Çerçeve: Diyalektik Materyalist Yaklaşım

Teber, insan davranışını incelerken temel bir felsefi duruşu benimser. Bu duruş, metafizik ve idealist açıklamaları reddederek, olguları doğa bilimlerinin bütünlüğü ve diyalektik materyalist perspektifle açıklamayı hedefler.

a) Bilimin Sınıfsal Niteliği ve Bilimsel Yöntemin Önemi

• Bilimin Kökeni: Bilim, insanın doğayı tanıma, kavrama ve kendi gereksinimleri doğrultusunda değiştirme zorunluluğundan doğmuştur.

• Sınıfsal Dönüşüm: Başlangıçta tüm insanlığın ortak malı olan bilim, sınıfların ortaya çıkışıyla egemen sınıfların emrine girmiş ve geniş halk kitlelerinin yeterince yararlanamadığı, hatta bazı durumlarda onlara karşı kullanılan bir araç haline gelmiştir.

• Yöntemin Rolü: Beynin üretici olabilmesi için bilgiden daha önemli olan şey "bilimsel yöntem"dir. Yöntem olmadan beyin, bilgileri sadece depolayan bir "ayaklı kütüphane" olur, üretemez.

b) Materyalizm ve Metafizik Arasındaki Temel Ayrım

Davranışı açıklama çabaları, varlığın doğasına verilen cevaba göre iki ana kampa ayrılır:

Düşünce Sistemi

Temel Argümanlar

Materyalizm

- Doğanın ve maddenin öncelikli olduğunu savunur.

- Düşünce ve kavramlar, dış dünyanın canlı beyne yansımasıyla oluşur.

- Nesneler, bilincimizden bağımsız olarak mevcuttur.

- Karl Marx'tan alıntı: "İnsanların varlığını tayin eden şey, bilinçleri değildir; tam tersine, onların bilincini tayin eden sosyal varlıklarıdır."

Metafizik

- Doğayı tanrısal bir gücün yarattığını savunur.

- Düşüncelerimiz ve kavramlarımız bu gücün eseridir.

- Maddi dünya, sadece duyularımızda şekillenir.

İlk insanlar, doğa karşısındaki çaresizlikleri ve pratik bilgilerinin kısıtlılığı nedeniyle dinsel-metafizik inançlar geliştirmiştir. Örneğin, Trobriand adası yerlileri, tehlikeli açık deniz avcılığında büyü ve ayinlere başvururken, güvenli göl balıkçılığında bunlara ihtiyaç duymazlar. Bu, metafiziğin ussal şaşkınlığın "sonucu" olduğunu, "nedeni" olmadığını gösterir.

c) Doğa Bilimlerinden Doğan Yeni Mantık: Diyalektik

Orta Çağ’da kilise tarafından baskılanan bilim, burjuvazinin devrimci döneminde yeniden yükselmiş, ancak bu ilerleme formel metafizik düşünceyle çelişkiye düşmüştür. Buharlı makine, canlı hücre ve enerjinin dönüşüm yasaları gibi buluşlar, yeni bir düşünce tarzını zorunlu kılmıştır: Diyalektik Materyalizm.

• Modern Fiziğin Katkısı: Modern fizik, diyalektik materyalizmi zenginleştirmiş ve doğrulamıştır.

    ◦ Max Planck: Kuantum teorisi ile enerjinin kesintisiz bir dalga değil, "paketçikler" (kuantumlar) halinde sıçrayarak yayıldığını göstermiştir. Bu, "niceliksel birikimlerin niteliksel sıçramalara" dönüşmesi ilkesinin bir örneğidir.

    ◦ Albert Einstein: Madde ve enerjinin birliğini (E=mc²), zaman ve uzayın göreliliğini ve hareket halindeki madde ile durgun madde arasındaki farkları ortaya koymuştur. "Sıcak bir demir parçası soğuk bir demir parçasından daha ağırdır."

• Çelişkinin Rolü: Doğadaki hareketin kökenini uyum değil, "karşıtlık ve çelişki" oluşturur. Süreçler, karşıtlıklar ve çelişki barındırır ve evrim, bu çelişkilerin bir üst düzeyde çözülmesiyle gerçekleşir.

• Felsefeden Psikolojiye: Psikoloji de felsefe gibi, beyni "ana sevgisi", "dua etme" gibi ayrı merkezlerin bir yığını olarak gören metafizik yaklaşımlardan, bütüncül ve diyalektik materyalist görüşlere doğru evrilmiştir.

2. İnsanın Evrimsel Kökeni

Davranışın kökenini anlamak için jeolojik zamanlara uzanan bir evrimsel yolculuk gereklidir.

a) Jeolojik Zaman ve Fosil Kayıtları

• Zaman Çizelgesi: İnsanın atalarının evrimi, Üçüncü ve Dördüncü jeolojik zamanlarda gerçekleşmiştir.

    ◦ İlk Memeliler: ~70-60 milyon yıl önce

    ◦ İlk Maymunlar: ~50 milyon yıl önce

    ◦ İnsan ve Maymun Soylarının Ayrılması: ~20-30 milyon yıl önce

    ◦ Homo Sapiens'in Ataları: ~10-12 milyon yıl önce

• Anahtar Fosiller:

    ◦ Australopithecus Africanus (Güney Maymunu): Maymun ile insan arasındaki kayıp halka olarak kabul edilir. Beyin hacmi şempanzeden farklı olmasa da, diş-çene yapısı insana benzer ve iki ayak üzerinde yürüyebilmektedir. Alet yapıp kullandığı ve bir "Kemik-Boynuz-Diş" kültürü oluşturduğu saptanmıştır.

    ◦ Pitekantropus Erectus (Java Adamı): 900 cm³ beyin hacmiyle özelleşmiş bir insan türüdür. Ateşi bulup eti pişirerek yediği bilinir.

    ◦ Pekin Adamı: Java Adamı'ndan daha gelişmiş (1100 cm³ beyin hacmi) ve Homo Sapiens'in atası olduğu düşünülen türdür.

b) Evrimsel Süreçteki Temel Organsal Özelleşmeler

İklim değişikliğiyle tropikal ormanların azalması, maymun atalarımızı ağaçlardan inerek savanlarda yaşamaya zorlamıştır. Bu yeni koşullar, bir dizi yapısal özelleşmeyi tetiklemiştir:

• Hareket Sistemi: İki ayak üzerinde durma (bipedalizm), omurganın, leğen kemiğinin ve kasların bu duruşa göre yeniden şekillenmesini gerektirmiştir. Ön ayaklar yürüme işlevinden kurtularak alet kullanmak için özelleşmiş ve "maymun pençesi, bilinçli insan eline" dönüşmüştür. Başparmağın gelişimi bu süreçte kritik bir rol oynamıştır.

• Çene ve Diş Yapısı: Avcılık ve etoburlukla birlikte proteinli beslenmeye geçiş ve ateşin bulunmasıyla besinlerin pişirilmesi, çiğneme organlarına olan ihtiyacı azaltmış, çenenin küçülmesine yol açmıştır.

• Beyin Gelişimi: Dik duruşla birlikte ense kaslarının yapısının değişmesi, arka kafa (beyincik) bölgesinin gelişmesine olanak tanımıştır. Küçülen çene kasları, beynin daha serbestçe şekillenmesine imkân vermiştir.

• Görme ve Koku Duyuları: Avlanma ve savunma ihtiyacı, gözlerin yüzün önüne kayarak üç boyutlu (hacimli) görmeyi sağlamasını gerektirmiştir. Buna karşılık, koku duyusu gerilemiştir.

• Toplumsallaşma: Savunması zor savanlarda yaşamak, toplumsallaşma gereksinimini yoğunlaştırmıştır. Toplumdan yalıtılan bir canlı ("Kurt Çocuk" örnekleri gibi), konuşma ve yürüme gibi en temel insani yeteneklerini yitirir.

c) Beynin Evrimi ve Nöroplastisite

Beynin gelişimi statik bir program değil, dinamik bir süreçtir.

• Gelişimsel Dinamikler: Embriyonik gelişim sırasında sinir sistemini oluşturan hücrelerin göçü, iç (beyin dokusu, beyin sıvısı) ve dış (çevre dokular) dirençlerin etkileşimiyle şekillenir.

• Yaşam Boyu Gelişim: Yakın yıllara kadar sinir hücrelerinin sayısının doğumdan sonra sabit kaldığı sanılıyordu. Ancak Altman'ın araştırmaları, yaşam boyunca merkez sinir sistemindeki santral kanal duvarlarından yeni sinir hücrelerinin çoğalabildiğini ve beyin yarımkürelerine göç ettiğini kanıtlamıştır.

• Çevresel Etkinin Kanıtı: Krech-Ronzweig'ın deneyi, bu tezi destekler niteliktedir. Yeterli besin ve toplumsal ilişki içinde yaşayan (zenginleştirilmiş ortam) tavşanların beyin kabuğunun, yalıtılmış bir kafeste yaşayanlara oranla çok daha kalın ve iyi geliştiği saptanmıştır. Bu, "dış dünya ve toplumsal uyarımlar olmadan, Sinir Sisteminin ve Beynin gelişmesinin olası olmadığı" gerçeğini ortaya koyar.

3. İçgüdüden Davranışa: Sosyal Yaşam ve İletişim

İçgüdüler sabit ve değişmez değildir, sosyal öğrenme ve çevre koşullarıyla şekillenen dinamik yapılar olduğunu hayvan topluluklarından örneklerle görelim.

a) Hayvan Topluluklarında Sosyal Öğrenme ve "Kültür"

• Koshima Adası Maymunları: Japonya'daki Kırmızı Yüzlü maymunlar üzerinde yapılan uzun süreli gözlemler, "kültür"ün hayvanlarda da var olabildiğini göstermiştir.

    1. Patates Yıkama: 1953'te "İmo" adlı genç bir dişi maymun, kumlu patatesleri derede yıkayarak yeme davranışını icat etmiştir.

    2. Yayılım: Bu yeni davranış, önce İmo'nun oyun arkadaşlarına, sonra annesine ve kolonideki diğer genç maymunlara yayılmıştır. Yaşlı erkekler ise bu yeniliğe direnç göstermiştir.

    3. Gelişim: Davranış zamanla dere suyundan deniz suyuna geçmiş, hatta bazı maymunlar patatesleri tuza batırır gibi yiyerek davranışı geliştirmiştir.

    4. Yeni İcat: Daha sonra aynı grup, kumla karışık buğday tanelerini suya atarak kumu ayıklamayı öğrenmiştir. Bu eylem, iki elleri dolu olduğu için onları iki ayak üzerinde yürümeye zorlamıştır.

• Şempanzelerde Alet Kullanımı ve Ritüel:

    ◦ Avcılık ve Aletler: Lawick-Goodall'ın Tanzanya'daki gözlemleri, şempanzelerin kurak mevsimde avcılaştığını, aletler kullandığını (karıncalar için sopa, su içmek için yapraktan sünger) ve avlarını paylaştığını ortaya koymuştur.

    ◦ "Yağmur Dansı": Kurak mevsimin bitip yağmurların başlamasıyla şempanzeler, "yağmur dansı" adı verilen ritüelistik kutlama törenleri düzenlerler. Bu, insanın mevsimsel ve dinsel törenlerinin (Paskalya, hasat şenlikleri) evrimsel kökenlerine işaret eder.

b) Canlılar Arası İletişim Yöntemleri

Toplumsallaşma, üyeler arasında bir haberleşme sistemi gerektirir. Bu sistem, insan öncesi canlılarda üç ana grupta incelenir:

İletişim Türü

Açıklama ve Örnekler

Cinsel İşaretler

Vücudun belirli bölgelerindeki renklenmeler (örneğin, babunların kırmızı arka kısımları, Meerkatze maymunlarının mavi/kırmızı cinsel organları), duruşlar ve hareketlerle cinsel isteği veya sosyal hiyerarşideki konumu belirtir. Bu işaretler, insan kültüründe güç, bereket ve koruma simgelerine (fallik semboller, muskalar, korkuluklar) dönüşmüştür.

Mimik ve Yüz İfadeleri

Maymunlar, karmaşık duygusal durumları (tehdit, korku, sevinç, dikkat çekme) yüz ifadeleriyle aktarırlar. Örneğin, dudakların şapırdatılması bir dostluk ve sevinç belirtisidir. Harlow'un toplumdan yalıtılmış maymun yavruları üzerine yaptığı deneyler, bu mimiksel yeteneklerin gelişimi için sosyal etkileşimin mutlak zorunluluğunu göstermiştir. Yalıtılmış yavrular, otizmli çocuklara benzer şekilde anormal, tekrarlayıcı davranışlar sergilerler.

Sesli İşaretler

Maymunlar, tehlike, sosyal çağrı gibi durumlar için farklı frekanslarda sesler çıkarırlar. Bu ses repertuvarı, içinde yaşanılan sosyal gruba ve çevreye ("diyalekt" farklılıkları) göre değişir. Ploog'un beyin stimülasyonu deneyleri, beynin belirli bölgelerinin (özellikle limbik sistem) uyarılmasıyla spesifik seslerin üretilebildiğini göstermiştir.

Bu iletişim biçimleri, Pawlow'un 1. Sinyal Sistemi'ne (doğrudan, somut işaretler) karşılık gelir. İnsan dilini ve soyut düşünceyi içeren 2. Sinyal Sistemi ise niteliksel bir sıçramayı temsil eder.

4. Belleğin Biyokimyasal Temelleri

Bellek, soyut bir "ruh"un özelliği değil, somut biyokimyasal süreçlere dayanan fizyolojik bir işlevdir.

• Bellek ve Limbik Sistem: Alkoliklerde görülen Korsakoff sendromu gibi bellek bozuklukları üzerine yapılan çalışmalar, hafıza işlevinin beyindeki limbik sistem ve özellikle hipokampus ile yakından ilişkili olduğunu göstermiştir. Bu bölgelerdeki hasarlar, özellikle yeni bilgileri öğrenme ve kısa süreli belleği uzun süreli belleğe aktarma (pekiştirme) yeteneğini bozar.

• Belleğin Moleküler Mekanizması: RNA'nın Rolü:

    ◦ Planarya Deneyleri: Yassı solucanlar (planarya) üzerinde yapılan deneyler, belleğin kimyasal olarak aktarılabileceğine dair kanıtlar sunmuştur. Şartlandırılmış (bir şey öğrenmiş) bir planarya, şartlandırılmamış bir yamyam planarya tarafından yendiğinde, yamyam planarya öğrenilmiş davranışı daha hızlı kazanır. Bu, bilginin bir molekül aracılığıyla aktarıldığını düşündürmüştür.

    ◦ RNA Enjeksiyonu: McConnell, şartlanmış planaryalardan izole ettiği RNA'yı, şartlanmamış planaryalara enjekte ederek öğrenilmiş davranışı aktarmayı başarmıştır.

• Hücresel Düzeyde Öğrenme:

    ◦ Hyden'in Araştırmaları: Hyden, belirli bir görevi (ince bir tele tırmanma) öğrenen farelerin, bu görevle ilgili sinir hücrelerinde (denge çekirdeklerindeki Deiters hücreleri) hem RNA miktarının arttığını hem de RNA'nın baz diziliminin (niteliksel olarak) değiştiğini göstermiştir.

    ◦ Nöron-Glia Birliği: Bu değişim sadece sinir hücresinde (nöron) değil, onu çevreleyen destek hücrelerinde de (glia) gözlemlenmiştir. Bu bulgu, nöron ve glianın öğrenme ve bellek süreçlerinde işlevsel bir bütün olarak çalıştığını ortaya koymuştur.

• Sinaptik Plastisite: Öğrenme, aynı zamanda sinir hücreleri arasındaki bağlantıların (sinapslar) güçlenmesini ve yeni bağlantıların kurulmasını içerir. Beyin, gereksinimlere yanıt olarak sürekli kendini yeniden yapılandırır.

5. Biyolojik Ritimler: Uyku ve Biyolojik Saat

Canlılar, evrenin ritmik döngüleriyle (gece-gündüz, ayın evreleri) uyum içinde çalışan içsel biyolojik saatlere sahiptir.

a) Biyolojik Saat

• Kökeni: Canlılığın ilk ortaya çıkışından beri fiziksel dünyanın ritimleri, hücrelerin moleküler belleğine (DNA/RNA) kazınmıştır.

• Örnekler:

    ◦ Ateş böceklerinin ayın belirli evrelerinde çiftleşmesi (Kolomb'un Amerika'yı keşfederken gördüğü ışıkların kaynağı).

    ◦ Bitkilerin 24 saatlik döngülerle yapraklarını açıp kapaması (Mimoza).

    ◦ İnsanlarda vücut ısısı, nabız, kan basıncı gibi fizyolojik işlevlerin günlük (sirkadiyen) ritimler göstermesi.

• Düzenleyici Mekanizmalar: Yüksek memelilerde bu ritimler hipotalamus, limbik sistem, pineal bez ve çeşitli hormonlar aracılığıyla düzenlenir. Temel dış uyaran ise ışıktır.

b) Uyku

Uyku, pasif bir dinlenme hali değil, aktif ve karmaşık fizyolojik süreçleri içeren temel bir biyolojik ritimdir.

• Uykunun Evreleri: Uyku, iki ana döneme ayrılır:

    1. Yavaş Uyku (Non-REM): Beyin dalgalarının yavaşladığı, kasların gevşediği ve bedenin onarıldığı derin uyku dönemidir.

    2. Paradoksal Uyku (REM - Rapid Eye Movement): Beyin aktivitesinin uyanıklığa benzediği, ancak kasların tamamen gevşek (atoni) olduğu dönemdir. Hızlı göz hareketleri bu dönemin en belirgin özelliğidir.

• Düşler ve REM Uykusu: Görülen düşlerin yaklaşık %95'i bu dönemde gerçekleşir. REM uykusu sırasında erkeklerde ve kadınlarda fizyolojik cinsel uyarılma (ereksiyon vb.) gözlemlenir, ancak bu durum düşlerin cinsel içeriğiyle doğrudan ilişkili olmak zorunda değildir.

• Pawlow'un İnhibisyon Kuramı: Pawlow'a göre uyku, beyin kabuğuna yayılan genel bir inhibisyon (bastırma) sürecidir. Düşler ise bu genel inhibisyon dalgası içinde aktif kalan "uyanık hücre adacıkları" tarafından oluşturulur.

6. Sentez: Toplumsal Varlık Olarak İnsan ve Yabancılaşma Sorunu

Tüm biyolojik ve evrimsel verileri toplumsal bir çerçevede sentezleyerek modern insanın davranış sorunlarına odaklanalım.

a) Pawlow'un Sinyal Sistemleri ve Bilincin Evrimi

• 1. Sinyal Sistemi: Hayvanlar ve insanlarda ortak olan, dış dünyadan gelen somut, duyusal sinyallere (görüntü, ses, koku) dayalı sistemdir.

• 2. Sinyal Sistemi: Sadece insana özgü olan, "sinyallerin sinyalleri" yani kelimeler, dil ve soyut düşünceye dayalı sistemdir. Bu sistem, insanın doğadan niteliksel olarak kopuşunu ve bilincin en üst düzeyini temsil eder.

Evrimsel olarak en son gelişen yapı 2. Sinyal Sistemi olduğu için, hastalık, yorgunluk, korku ve baskı durumlarında ilk bozulan da bu sistemdir. Bu durumda, daha ilkel olan 1. Sinyal Sistemi'nin (içgüdüsel eğilimler) kontrolü artar. Egemen sınıfın kitleleri kontrol altında tutmak için din gibi araçlarla yaydığı korku, bu fizyolojik mekanizma üzerinden özgür ve yaratıcı düşünceyi (2. Sinyal Sistemi) baskılar.

b) Toplama'dan Üretim'e: İnsanlaşmanın Başlangıcı

Hayvanlar doğadan toplarken, insan doğayı değiştirerek üretir. Bu niteliksel sıçrama, insanlaşma sürecinin başlangıcıdır. İnsan davranışını anlamak için üretim, üleşim ve tüketim ilişkileri dikkate alınmalıdır.

c) Yabancılaşma: Ürünün Üreticiye Egemenliği

• Tanım: Yabancılaşmış emek koşullarında (kapitalizm), insanın ürettiği ürünler kendi kontrolünden çıkar ve onun karşısına yabancı, egemen bir güç (sermaye, fetişleşmiş metalar) olarak dikilir.

• Sonuçları: Bu süreç, insanın kendine, emeğine, diğer insanlara ve doğaya yabancılaşmasına yol açar. Duyuları körelir; sahip olduğu, tükettiği şeyler kadar var olur.

• Yabancılaşma ve Akıl Hastalıkları: Yabancılaştığını ve "hiçleştiğini" sezen ancak kurtuluş yolunu bulamayan birey, yoğun bir korku ve güçsüzlük hisseder. Batı toplumlarında akıl hastalıkları, alkolizm ve uyuşturucu bağımlılığındaki artışta yabancılaşmanın payı vardır.

Sonuç olarak, insanın evrimsel mirası ve biyolojik yapısı inkâr edilmeden, davranışlarının eninde sonunda içinde yaşadığı toplumsal koşullar ve üretim ilişkileri tarafından şekillendirildiği anlaşılmaktadır. İnsanlığın bir sonraki evrimsel sıçraması, yabancılaşmanın aşılması ve insanın kendi ürettiği dünyaya yeniden egemen olmasıyla mümkün olacaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.

[MAR] YOUTUBE KANALI

LİDER

Karl Marx - Kapital

Kısa Sovyet Film ve Belgeseller [Türkçe]