29 Eylül 2024 Pazar

Karl Marx | Lenin

Viladimir İliç Lenin, Karl Marx, Marksizmin Bir Açıklaması ve Kısa Bir Biyografik Özeti, Lenin tarafından Granat Ansiklopedik-Sözlük için Temmuz-Kasım 1914'de yazıldı.

1915 yılında Granat Ansiklopedik-Sözlük'de V. İ. Lenin imzasıyla yayınlandı. 1918 yılında Priobi Yarnevi tarafından, Lenin'in önsözüyle birlikte ayrı bir kitapçık olarak yayınlandı.

[“Marx-Engels-Marksizm”; Mayıs 1990, İkinci Baskı, s: 7-57, Sol Yayınları. Çeviri: Vahap Erdoğdu.]

MARX, Karl, (yeni takvime göre) 5 Mayıs 1818'de Trier kentinde (Prusya Renanyası) doğmuştur. Babası, 1824 yılında protestanlığı kabul etmiş bir Yahudi avukattır. Ailesi zengin ve kültürlü idi, ama devrimci değildi. Trier'deki gimnazyumdan mezun olduktan sonra Marx, önce Bonn'da üniversiteye girdi, daha sonra Berlin Üniversitesine geçerek, hukuk öğrenimi gördü, tarih ve felsefeye daha çok ağırlık verdi. Üniversite öğrenimini, Epiküros felsefesi üstüne bir doktora tezi sunarak 1841 yılında tamamladı.

Bu dönemde Marx, kendi görüşleri yönünden Hegelci bir idealist idi. Berlin'deyken Hegel felsefesinden tanrıtanımaz ve devrimci sonuçlar çıkarma çabasında olan (aralirında Bruno Bauer'in de bulunduğu) “sol-Hegelciler” çevresine katılmıştı.

Öğrenimini tamamladıktan sonra Marx, profesör olmak umuduyla Bonn'a geçti. Ne var ki, 1832 yılında Ludwig Feuerbach'ı kürsüsünden uzaklaştıran, 1836'da üniversiteye dönmesine izin vermeyen, ve 1841'de genç profesör Bruno Bauer'in Bonn'da ders vermesini yasaklayan hükümetin gerici politikası, Marx'ın akademik kariyer yapma düşüncesini terk etmesine yol açtı. Bu sıralarda, Almanya'da sol-Hegelci görüşler hızla yayılıyordu. Ludwig Feuerbach özellikle 1816'dan sonra, tanrıbilimi eleştirmeye, 1841'de kendi felsefesinde egemen duruma geçen materyalizme dönmeye başladı (Hıristiyanlığın Özü).

1843 yılı onun “Geleceğin Felsefesinin ilkeleri” adlı yapıtının yayınlandığı yıl oldu. Engels, daha sonraları Feuerbach'ın bu yapıtları için, bu kitapların “kurtarıcı etkisini bir kimsenin bizzat tatması gerek” diye yazıyordu. “Biz (yani Marx dâhil, sol-Hegelciler) hepimiz, birden bire foyerbahçı olduk.” Bu sırada, sol-Hegelciler ile ilişkisi bulunan Renanya'daki bir kısım radikal burjuvalar, Köln'de Rheinische Zeitung (ilk sayısı 1 Ocak 1842'de yayınlandı) adıyla bir muhalefet gazetesi kurdular. Marx ve Bruno Bauer, başyazarlar olarak çağrıldılar ve 1842 Ekiminde, Marx, başyazar oldu ve Bonn'dan Köln'e gitti. Marx'ın yönetimi altında, gazetenin devrimci-demokratik eğilimi giderek ağırlık kazandı ve gazete üzerinde hükümet ikili ve üçlü sansür koydu ve daha sonra da 1 Ocak 1843'te yayınını durdurma kararı aldı. Marx, bu tarihten önce, yöneticilikten çekilmek zorunda kaldı, ama onun çekilmesi de gazeteyi kurtarmadı, Mart 1843'te gazete kapandı. Marx'ın Rheinische Zeitung'a yazdığı aşağıda belirtilen (Bibliyografya'ya bakınız) başlıca makalelerden başka, Engels Moselle vadisindeki[1] bağa köylülerin durumları üzerine yazılmış bir makaleyi kaydetmektedir. Marx'ın gazetecilik çalışmaları ona, ekonomi politiği yeterince bilmediğini gösterdi ve tutkuyla bu konuyu incelemeye girdi.

1843'te, Marx, daha öğrenci iken nişanlanmış olduğu, çocukluk arkadaşı Jenny von Westphalen ile Kreuznach'ta evlendi. Karısı, Prusya soyluluğunun gerici bir ailesinden gelmekteydi; karısının ağabeyi, en gerici bir dönemin -1850-58- Prusya içişleri bakanlığını yapmıştı. 1843 sonbaharında, Marx, Arnold Ruge ile birlikte (Arnold Ruge, 1802-1880 - sol-Hegelci; 1825-30'da hapis; 1848'den sonra siyasal sürgün; 1866-70'ten sonra da Bismarkçı), yurt dışında radikal bir dergi çıkarmak üzere, Paris'e gitti. Bu derginin, yani Deutsch-Französische Jahrbücher’in yalnızca bir sayısı yayınlandı; Almanya'da gizlice dağıtılma güçlüğü ve Ruge ile anlaşmazlık yüzünden yayın kesildi. Marx'ın bu dergideki yazıları onun daha o zamandan “var olan her şeyin amansız eleştirisini” ve özellikle “silahla eleştiriyi”[2] savunan ve yığınlara ve proletaryaya çağrıda bulunan bir devrimci olduğunu göstermektedir.

Eylül 1844'te, Friedrich Engels, birkaç günlüğüne Paris'e geldi ve bu tarihten sonra Marx'ın en yakın arkadaşı oldu. Her ikisi de, o dönemin Paris'teki devrimci grupların kaynaşma içindeki yaşantısında en etkin yerlerini aldılar, (o zamanlar Proudhon'un öğretisi özel bir önem taşıyordu. Marx, 1847de yayınladığı “Felsefenin Sefaleti” adlı yapıtı ile bu öğretiyi paramparça etti); küçük-burjuva sosyalizminin değişik öğretilerine karşı zorlu bir savaşım vererek, devrimci proleter sosyalizmi ya da komünizmin (Marksizm’in) teorisini ve taktiklerini geliştirdiler. Prusya hükümetinin ısrarlı isteği üzerine Marx, tehlikeli bir devrimci olarak, 1845 tarihinde, Paris'ten sürüldü. Brüksel'e gitti. 1847 ilkyazında Marks ve Engels, Komünist Birlik[3] adlı gizli propaganda derneğine katıldılar; Birliğin İkinci Kongresinde (Londra, Kasım 1847) önemli rol oynadılar ve kongrenin isteği üzerine, 1848 Şubatında yayınlanan ünlü Komünist Manifesto'yu kaleme aldılar. Bu yapıt, duru ve parlak bir deha ile yeni bir dünya anlayışın', toplumsal yaşamı da kucaklayan tutarlı bir materyalizmi; en geniş ve en derin gelişim öğretisi olarak diyalektiği; sınıf savaşımının kuramını ve proletaryanın -yeni, komünist toplumun yaratıcısının- dünya tarihindeki devrimci rolünü açıklar.

1848 Şubat Devriminin[4] patlak vermesi üzerine Marx Belçika'dan sürüldü. Paris'e döndü, Mart Devriminden[5] sonra buradan da ayrılarak, Almanya'ya, Köln'e geçti ve burada 1 Haziran 1848'den 19 Mayıs 1849'a kadar yayınlanan Neue Rheinische Zeitung'un başyazarlığını yaptı. Yeni teori, 1848- 49 devrimci olayları sırasında ve daha sonra da dünyanın bütün ülkelerindeki tüm proleter ve demokratik hareketler tarafından parlak bir biçimde doğrulandı. Karşı-devrimcilerin başarısı, Marx hakkında önce adli kovuşturma açılmasına (9 Şubat 1849'da beraat etti) ve sonra da Almanya'dan sürülmesine (16 Mayıs 1849) yol açtı. Marx, ilkönce Paris'e gitti, 13 Haziran 1849[6] gösterisinden sonra yeniden sürüldü ve bunun üzerine, ömrünün sonuna kadar yaşadığı Londra'ya gitti.

Marx ile Engels arasındaki mektuplaşmalardan da (bunlar 1913'te yayınlandı) açıkça anlaşılacağı gibi siyasal bir sürgün olarak son derece sıkıntılı bir yaşam içindeydi. Yoksulluk, Marx ve ailesinin sırtına çökmüştü; Engels'in kesintisiz ve özverili mali yardımı olmasa idi, Marx, sadece Kapital’i tamamlayamamakla kalmayacak, aynı zamanda yoksulluk altında ezilip gitmesi kaçınılmaz olacaktı. Üstelik küçük-burjuva sosyalizmin ve genel olarak proleter olmayan sosyalizmin yaygınlık kazanmış olan öğreti ve eğilimleri, Mann, sürekli ve amansız bir savaşıma zorluyor ve kimi zaman da onu en kudurgan ve en müthiş kişisel saldırılara karşı koymak zorunda bırakıyordu (Herr Vogt).[7] Siyasal sürgün çevrelerinden uzak duran Marx, esas olarak ekonomi politiğin incelenmesine kendini vererek, bir kaç tarihsel çalışmasında materyalist teorisini geliştirdi. Marx, bu bilimi, “Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı” (1859) ve “Kapital” (Birinci Cilt, 1867)'de devrimcileştirdi.

Ellilerin sonları ve altmışlarda, demokratik hareketlerin yeniden canlılık kazanması, Marx’ı pratik eyleme itti. 1864 (Eylül 28)’te, Uluslararası İşçi Birliği -ünlü Birinci Enternasyonal- Londra'da kuruldu. Marx, bu örgütün kalbi ve ruhu idi, örgütün ilk Çağrı’sının,[8] bir dizi kararın, bildiri ve tebliğin yazarı idi. Çeşitli ülkelerin işçi hareketlerinin birleştirilmesinde, [proleter olmayan, Marksizm-öncesi sosyalizmin farklı biçimlerinin (Mazzini, Proudhon, Bakunin, İngiltere'deki liberal-sendikacılık, Almanya'daki Lasalcıların sağa kaymaları) ortak harekete yöneltilmesi çabalarında ve bütün bu mezhep ve akımların teorileriyle savaşta, Marx, değişik ülkelerin işçi sınıflarının proleter savaşımı için ortak bir taktik oluşturdu. Paris Komünü nün düşüşünden (1871) -Marx, bunun son derece derin, sade, parlak, etkin ve devrimci bir değerlendirmesini (Fransa'da İç Savaş, 1971) yapmıştır- ve Bakunincilerin Enternasyonalin bölünmesine yol açmalarından sonra, örgütün Avrupa'da varlığını sürdürmesi olanağı kalmamıştı. Enternasyonalin Lahey Kongresi'nden (1872) sonra, Marx, Enternasyonalin Genel Konseyinin New-York’a taşınmasını sağladı. Birinci Enternasyonal, tarihsel görevini yerine getirmişti ve yerini bütün dünya ülkelerindeki işçi hareketlerinin büyük boyutlarda geliştiği bir döneme bırakıyordu. Bu dönemde ayrı ayrı ulusal devletlerde işçi sınıfının sosyalist yığın partileri kuruluyor ve hareketin kapsamı genişliyordu.

Enternasyonal içindeki yoğun çabası ve bundan da daha yoğun olan teorik çalışmaları, Marx'ın sağlığını bozmuştu. Ekonomi politiği yeniden biçimlendirme ve Kapital’in tamamlanması işini sürdürdü, bunun için bir yığın yeni malzeme topladı ve birkaç dil üzerinde (örneğin Rusça) çalıştı. Ne var ki, sağlığının bozulması Kapital’i tamamlamasını önledi.

2 Aralık 1881'de karısı öldü ve 14 Mart 1883'te Marx, koltuğunda otururken sessiz sedasız göçtü. Eşi ile birlikte, Londra'da Highgate mezarlığında yatmaktadır. Marks'ın çocuklarından birkaçı, aile Londra'da sefalet içinde yaşadığı sırada, çocukken öldüler. Üç kızı, İngiliz ve Fransız sosyalistleri ile evlendiler: Eleanor Aveling, Laura Lafargue ve Jeny Longuet. Sonuncusunun oğlu, Fransız Sosyalist Partisinin üyesidir.

Bibliyografya

MARX'ın yapıtları ve mektupları, henüz tümüyle bir araya getirilip yayınlanmamıştır. Marx'ın yapıtlarından, Rusçaya çevrilenler, diğer dillere çevrilenlerden daha fazladır. Marx'ın yapıtlarının aşağıdaki listesi tarih sırasına göre düzenlenmiştir.

1841'de Marx, Epiküros'un felsefesi üzerine tezini yazdı. (Bu, ilerde daha çok sözünü edeceğimiz, Literarischer Nachlass'ın kapsamına alınmıştır.) Bu tezinde, Marx, hâlâ, hegelci idealist bakış açısına sıkı sıkıya bağlıdır.

1842'de, Marx, Rheinische Zeitung'a (Köln) makaleler yazdı, bunların arasında, altıncı Ren Diyetindeki özgür basın tartışmalarının bir eleştirisi, odun kaçakçılığına ilişkin yasa konusunda bir makale, siyasetin, ilâhiyattan ayrılmasını savunan bir diğer makale (kısmen Literarischer Nachlass'ın kapsamına alınmıştır) vb. bulunmaktadır. Burada, Marx'ın, idealizmden materyalizme ve devrimci demokrasiden komünizme geçişinin belirtilerini görürüz.

1844'te, Paris'te Marx ve Arnold Ruge'un yönetiminde, Deutshe-Französische Jahrbücher yayına başladı. Burada, bu geçişin en sonu gerçekleştirildiği görülür. Marx'ın, bu dergide yayınlanan makaleleri arasında, en dikkate değer olanları şunlardır: Hegelci Hukuk Felsefesinin Bir Eleştirisi (Literarischer Nachlass'ın yanı sıra, ayrı bir broşür olarak da yayınlanmıştır.) ve Yahudi Sorunu Üzerine, (gene Literarischer Nachlass'da; Znaniye Yayınevi tarafından Ucuz Kitaplık serisinden 210 numaralı broşür olarak çıkarılmıştır).

1845'te, Marx ve Engels, birlikte Main'deki Frankfurt'da, Kutsal Aile, Bruno Bauer ve Ortaklarına Karşı başlıklı bir broşür yayınladılar. (Literarischer Nachlass yanısıra, broşür olarak iki Rus baskısı vardır: biri, 1906'da, St. Petersburg'da Novy Golos tarafından öteki, 1907'de, St. Petersburg'da, Vestnik Znaniya tarafından yayınlandı.)

1845 ilkyazında, Marx, Feuerbach üzerine tezlerini yazdı. (Friedrich Engels, Ludwig Feuerbach başlıklı broşüründe ek olarak yayınlanmıştır. Rusça bir çevirisi bulunmaktadır.)

1845-1847'de, Marx, Vorwarts, Deutsche-Brüsseler-Zeitung, (1847); Westphalisches Dampfboot (Bielefeld, 1845-48); Der Gesell-schaftsspiegel (Elberfeld, 1846) gazetelerine, birçok makaleler yazdı. (Bunların çoğu, bir araya getirilmemiş, yeniden basılmamış ya da Rusçaya çevrilmemiştir.)

1847'de Marx, Proudhon'a karşı temel yapıtını, Proudhon'un Sefaletin Felsefesi'ne yanıt olarak, Felsefenin Sefaleti'ni yazdı. Kitap, Brüksel ve Paris'te yayınlandı. (Rusçada, Novy Minn çıkardığı, biri G. Lvoviç, diğeri Alekseyeva, sonuncusu da Prosveşçeniye tarafından çevrilmiş ve hepsi de 1905- 1906'da yayınlanmış olan üç baskı vardır.)

1848'de, Brüksel'de, Serbest Ticaret Üzerine Konuşma yayınlandı (Rusça çevirisi mevcuttur, bunu, Londra'da, Engels'in işbirliği ile yayınlanan ve sanırım, Avrupa'nın bütün dillerine ve diğer birkaç dile çevrilmiş olan ünlü Komünist Partisi Manifestosu izledi. (Bu yapıtın, 1905 ve 1906 yıllarına ait, Molot, Kolokol, Alekseyeva vb. tarafından çevrilmiş hemen hemen sekiz Rusça baskısı vardır, çoğuna el konulmuştur. Bunlar çeşitli başlıklar altında çıktılar: Komünist Manifesto, Sosyal Sınıflar ve Komünizm, Kapitalizm ve Komünizm, Tarih Felsefesi. Hem bunun, hem de Marx'ın diğer yapıtlarının tam ve en doğru çevirileri, Emeğin Kurtuluşu Grubunun dışarıda yayınlanmış basımları arasında bulunabilir.)

1 Haziran 1848'den, 19 Mayıs 1849'a kadar, Köln'de, Marx'ın gerçekte baş yöneticiliğini yaptığı Neue Rheinische Zeitung yayınlandı. Marx'ın, günümüze kadar devrimci proletaryanın en iyi ve hâlâ aşılmamış organı olarak kalan bu gazetede yayınlanmış olan makaleleri, tümüyle bir araya getirilmemiş ve yeniden basılmamıştır. Bunların en önemlileri, Literarischer Nachlass'ın kapsamına alınmıştır. Bu gazetede basılmış olan Ücretli Emek ve Sermaye (1905 ve 1906'da, Kozman, Molot, Myagkov ve Voviç tarafından, dört Rusça basımı yapılmıştır) ve gene aynı gazeteden Yönetimdeki Liberaller (1906'da St. Petersburg'da Znaniye Yayınevi tarafından, ucuz kitaplar serisinden, 272 numaralı broşür olarak basılmıştır) tekrar tekrar broşür halinde çıkartılmıştır.

1849'da, Marx, Köln'de, İki Siyasal Duruşma'yı (Marx'ın basın yasasına aykırı davranmak ve hükümete karşı silahlı direniş çağrısında bulunmak suçlamasıyla yargılandığı ve bir jüri tarafından beraat ettirildiği duruşmada kendini savunurken yaptığı iki konuşma 1905 ve 1906'da çıkartılan ve Alekseyeva, Molot, Myagkov, Znaniye ve Novy Mir'e ait, beş basım halinde Rusça çevirileri mevcuttur),

1850'de, Hamburg'da, Marx, Neue Rheinische Zeitung dergisini, altı sayı çıkardı. Burada basılan en önemli makaleler, daha sonra, Literarischer Nachlass'ın kapsamına alınmıştır. Bunların içinde özellikle dikkate değer olanlar, 1895'te, Engels tarafından, Fransa'da Sınıf Savaşımları, 1848-1850 başlıklı bir broşür halinde tekrar basılan, makalelerdir. (Rusça çevirisi, M. Malih Kitaplığınca, 5960 numara ile basılmıştır; ayrıca, Bazarov ve Stepanov'un çevirdiği ve 1906'da, St. Petersburg'da Skirmunt tarafından yayınlanan Toplu Tarihsel Çalışmalarda ve bir de Yirminci Yüzyılın Düşünceleri ve Görüşleri St. Petersburg, 19121de de mevcuttur.)

1852'de, New York’ta, Marx'ın, Louis Bonaparte'ın 18 Brumaire'i başlıklı bir broşürü yayınlandı. (Yukarda adı geçen yayınlarda Rusça çevirisi mevcuttur).

Aynı yıl, Londra'da, Enthüllungen über den Communistenproress in Köln, (Rusça çevirinin başlığı, Komanyardların Köln Duruşması, Halk Bilimi Kitaplığı, n° 43, St. Petersburg, 28 Ekim 1906) yayınlandı.

Ağustos 1851'den 1862'ye kadar,[9] Marx, New York Tribune'e düzenli olarak yazı verdi, buradaki makalelerin çoğu, imzasız, başyazı olarak çıktı. Bunların arasında en göze çarpanı, Marx ve Engels'in ölümünden sonra, Almanca olarak tekrar basılan bir dizi makaledir: Almanya'da Devrim ve Karşı-Devrim (Bazarov ve Stepanov'un çevirdiği toplu yapıtlarda, bir Rusça çevirisi mevcuttur ve sonra, 1905-06'da, Alekseyeva, Obşçestvennaya Polza, Novy Mir, Vseobçkaya Bilioteka ve Molot tarafından çıkartılan, beş basım halinde, broşür biçiminde çıkmıştır). Marx'ın Tribune'deki makalelerinin bazıları, daha sonra, Londra'da, ayrı broşürler halinde yayınlandı; örneğin, 1856'da yayınlanan Palmerston üzerine makale: 18. Yüzyılın diplomatik Tarihinin Açıklanması (Liberal İngiliz Bakanlarının, sürekli olarak Rusya'ya rüşvet karşılığı bağlılıkları konusunda), ve diğerleri. Marx'ın ölümünden sonra, kızı Eleanor Aveling, onun Doğu sorunuyla ilgili Tribune makalesinden bir kaçını Doğu Sorunu başlığı altında, 1897'de Londra'da yayınladı. Bir kısmı Rusçaya çevrilmiştir: Savaş ve Devrim, Sayı I, Marx ve Engels: Yayınlanmamış Makaleler (1852, 1853, 1854), Harkov 1919 (Düşüncemiz kitaplığı).

1854'ün sonlarından itibaren ve 1855 yılı boyunca Marx, Neue Oder-Zeitung'a ve 1861-62'de Viyana gazetesi Presse'e katkıda bulundu. Marx'ın sayısız mektupları gibi, bu makaleler de toplanmıştır ve ancak birkaçı Die Neue Zeit'ta yeniden basılmıştır. Aynı durum, Marx'ın 1859 İtalya Savaşının diplomatik tarihi üzerine yazdığı Das Volk (Londra 1859) makaleleri için de geçerlidir.

1859'da, Marx'ın Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’sı Berlin'de yayınlandı (Rusça çevirileri: Moskova 1896, Manuilov tarafından hazırlanmıştır; St. Petersburg 1907, Rumyantsev tarafından çevrilmiştir).

1860'ta Marx'ın Herr Vogt başlıklı bir kitapçığı Londra'da yayınlandı.

1864'te, Marx tarafından yazılan Uluslararası işçi Birliğinin Çağrısı Londra'da çıktı (Rusça çevirisi mevcuttur). Marx, Enternasyonal Genel Konseyinin sayısız manifestolarının, çağrılarının ve kararlarının yazarı idi. Bu malzeme tahlil edilmiş ya da hatta derlenmiş olmaktan çok uzaktır. Bu çalışmaya ilk yaklaşım, Gustav Jaevkh'in Marx'ın birkaç mektubunu ve karar taslaklarını içeren Die Internationale başlıklı kitabıdır (Rusça çevirisi: St. Petersburg 1906, Znaniye Yayınevi). Genel Konseyin Paris Komünü Üzerine Söylevi, Marx tarafından yazılmış olan Enternasyonale ait belgelerdendir. Bu belge, 1871'de, Londra'da Fransa’da İç Savaş başlıklı bir kitapçık halinde çıktı (Rusça çeviriler: Lenin tarafından hazırlanmış olan bir çeviri Molot Yayınevi ve diğerleri).

1862 ve 1874 arasında Marx, Enternasyonalin bir üyesi olan Kugelmann'la mektuplaştı (iki Rusça çeviri: biri Goihbarg adlı birine ait, öteki Lenin tarafından hazırlanmış).

1867'de Marx'ın temel yapıtı Kapital: Ekonomi Politiğin Eleştirisi, Birinci Cilt, Hamburg'da çıktı. İkinci Cilt 1885'te ve Üçüncü Cilt 1894'te, Marx'ın ölümünden sonra Engels tarafından yayınlandı. Rusça çevirileri: Birinci Cilt, beş baskı halinde (ikisi Danielson'un çevirisi olarak, 1872 ve 1898; diğer ikisi E. A. Gurvich ve L. M. Zak'ın çevirisi olarak ve Struve'nin basıma hazırlamasıyla; 1. baskı - 1899, 2. baskı - 1905; bir diğeri ise Bazarov ve Stepanov'un basıma hazırlamasıyla). İkinci ve Üçüncü ciltler Danielson'un çevirisi olarak, (pek yeterli değildir) ve bir de Bazarov ve Stepanov'un basıma hazırlamasıyla (bu daha iyidir) çıktı.

1876'da Marx, Engels'in Herrn Eugen Dührings Umwalzung der Wissenschaft (Anti-Dühring) adlı yapıtının yazılmasına katkıda bulundu; tüm çalışmanın elyazmasını gözden geçirdi ve ekonomi politiğin tarihi üzerine bütün bir bölüm yazdı.

Marx'ın aşağıdaki yapıtları ölümünden sonra yayınlanmıştır:

Gotha Programının Eleştirisi (St. Petersburg 1906 ve Die Neue Zeit’ta Almanca olarak, 1890-1891, sayı 18);

Değer, Fiyat ve Kâr[10] (26 Haziran 1865'te verilen bir konferans;

Die Neue Zeit, XVI, 1897-1898; Rusça çevirileri, Molot, 1906 ve Lvoviç 1905, tarafından çıkarılmıştır);

Aus dem literarischen Nachlass Von Karl Marx Friedrich Engels und Ferdinand Lassalle, üç cilt, Stuttgart 1962 (Rusça çevirisi, Akselrod ve diğerleri tarafından basıma hazırlanmıştır, 2 cilt, St. Petersburg 1908:

Birinci Cilt, ayrıca E. Gurviç tarafından da basıma hazırlanmıştır, Moskova 1907. Ayrı olarak yayınlanan, Lassalle'ın Marx'a yazdığı mektuplar Literarischer Nachlass'a dâhil edilmiştir);

K. Marx'ın F. Engels'in ve Başkalarının F.A. Sorge'ye ve Başkalarına Mektupları (Rusçada iki basım, biri Akselrod tarafından hazırlanmış, öteki Lenin'in önsözü ile Dauge tarafından yayınlanmıştır);

Kapitalin dördüncü cildinin elyazması olan ve Kautsky tarafından yayınlanan Theorien über den Mehrwert [Artı-Değer Teorileri], dört bölümlü üç cilt, Stuttgart 1905-10. (Yalnızca birinci cilt Rusçaya çevrilmiştir; üç basım; St. Petersburg 1906; Plehanov tarafından basıma hazırlanmıştır; Kiev 1906, Jeleznot tarafından basıma hazırlanmıştır ve Kiev, 1907, Tuçapski tarafından basıma hazırlanmıştır.) 19131te Marx-Engels Yazışmaları'nın dört büyük cildi Stutgart'ta yayınlandı, bunlardan I, Eylül 1844 ve 10 Ocak 1883 arasında yazılmış olan 386 mektubu içeriyor ve Marx'ın biyografisinin ve görüşlerinin incelenmesi için çok değerli bir malzeme yığını sağlıyordu.

1917'de, Marx ve Engelsin yapıtlarının iki cildi çıktı, bunlar 1852-62 dönemine ait makalelerini içeriyordu (Almanca).

Marx'ın yapıtlarının bu listesini bitirirken, çoğunlukla Die Neue Zeit Vorwarts ve öteki Almanca sosyal-demokrat yayınlarda çıkan daha kısa makalelerinin ve mektuplarının sayılmadığını belirtmek gerek Marx’ın Rusça çevirilerinin listesi de, özellikle 1905-1906'da çıkan kitapçıklar açısından, kuşkusuz tamam değildir.

Marx ve Marksizm üzerine olan yazın çok geniştir. Yalnızca en önde gelenlerine değineceğiz ve yazarları üç ana gruba ayıracağız: önemli sorunlarda Marx'ın görüş açısına bağlı kalan Marksistler; özünde Marksizm’e düşman olan burjuva yazarları ve Marksizm’in bazı temellerini kabul ettiklerini öne sürerlerken, aslında onun yerine burjuva kavramlar koyan revizyonistler. Narodniklerin Marx'a karşı tutumu revizyonizmin özellikle bir Rus türü sayılmalıdır.

Werner Sombart Ein Beitrag zur Bibliographie des Marxismus (Archiv für Sozialwissenschaft und Sozialpolitik, XX, 2. Heft[11] 1905, s. 413-430), adlı yapıtında tamam olmaktan çok uzak bir liste halinde üç yüz kadar başlık verir. Gerek Die Neue Zeit -1883-1907 ve devamı- dizininde, gerekse Jozef Stammhammerin Bibliographie des Sozialismus und Kommunismus, Bd. I-111[13] Jena (1893-1909) başlıklı yapıtında daha fazlası bulunabilir. Marksizm üzerine ayrıntılı bir bibliyografya için ayrıca Bibliographie der Sozialwissenschaften'e bakınız. Berlin, Jahrgang I, 1905 u. ff..[14] Ayrıca da N. A. Rubakinin Kitaplar Arasında adlı yapıtına bakınız (cilt 2, 2. basım). Burada yalnızca en önemli bibliyografyalara değiniyoruz. Marx'ın biyografisi konusunda her şeyden önce, Friedrich Engels’in 1878'de Brunswick'te Bracke tarafından yayınlanan Volkskalenderdeki[15] ve Handwarterbuch der Staats-wissenschaften, Bd. 6,9.600-03teki[1 6] makalelerine dikkat çekilmelidir; W. Liebknecht, Karl Marx Zum Gedachtniss[16] Nuremberg 1896; Lafargue, Karl Marx Persönliche Erinnerungen;[17] W. Liebknecht, Karl Mark 2. Baskı, St. Petersburg 1906; P. Lafargue Karl Marx'a Ait Anılarım, Odessa 1905 (orijinali için bkz: Die Neu Zeit, IX, 1); Karl Marx: Anısına, St. Petersburg 1908, 410 sayfa, Y. Nevzoroj, N. Rojkov, V. Bozarov, Y. Steklov, A. Finn- Yenotayevsky, P. Rumyantsev, K. Renner, H. Roland-Holst, V. Ilyin, R. Luxemburg, G. Zinovyev, Y. Kamenev, P. Orlovski, M. Taganskiye ait makalelerin bir derlemesi; Franz Mehring, Karl Marx. Marx’ın, Amerikan sosyalisti Spargo tarafından İngilizce olarak yazılmış olan geniş biyografisi (John Spargo Karl Marx His Life and Work, London 1911) yeterli değildir. Marx'ın eylemlerinin genel bir gözden geçirmesi için ise Karl Kautsky'nin Die Historische Leistung von Karl Marx. Zum 25 Todestag des Meisters[18] başlıklı yapıtına bakınız,

Berlin 1908. Bu yapıtın Rusça çevirisi Karl Marx ve Tarihsel Önemi başlığını taşımaktadır, St. Petersburg 1908. Ayrıca Clara Zetkin'in Karl Marx und sein lebenswerk[19] başlıklı popüler broşürüne de bakınız (1913). Marx’a ait anılar: Vestnik Yevropi'de Annenkov'un anıları, 1880 n° 4 (ayrıca Anılar'ında Cilt 3, Olağanüstü Bir On yıl, St. Petersburg 1882); Ruskoye Bogalstvo, 1906, n° 12'de Karl Schurz'un anıları; Vestnik Yevropi, 1909, n° 6 ve devamında M. Kovalevski'nin anıları.

Marksist felsefe ve tarihsel materyalizm konusunda en iyi açıklamayı G. V. Plehanov vermiştir, Yirmi Yıl, St. Petersburg 1909, 3. baskı; Savunmadan Saldırıya, St. Petersburg 1910; Marksizm’in Temel Sorunları, St. Petersburg 1908; Eleştirmenlerimin Bir Eleştirisi, St. [13] [14] [15] [16] [17] [18] [19] Petersburg 1906; Birci Tarih Görüşünün Gelişmesi, St. Petersburg 1908 ve diğer yapıtları. Antonio Labriola, Materyalist Tarih Görüşü Üzerine [Rusça], St. Petersburg 1898; ayrıca Tarihsel Materyalizm ve Felsefe, St. Petersburg 1906; Franz Mehring, Tarihsel Materyalizm Üzerine [Rusça] (Prosveşçeniye ve Molot'a ait iki baskı), St. Petersburg 1906 ve Lessing Efsane [Rusça], St. Petersburg 1908 (Znaniye); ayrıca bakınız Charles Andler (Marksist değildir), Komünist Manifesto. Tarih, Giriş Yorumlar [Rusça], St. Petersburg 1906, ayrıca bakınız Tarihsel Materyalizm, St. Petersburg 1908, Engels, Kautsky, Lafargue ve daha birçoklarına ait makalelerden oluşan bir derleme; L. Akselrod, Felsefi Taslaklar, Tarihsel Materyalizmin Felsefi Eleştirmenlerine Bir Yanıt, St. Petersburg 1906. Dietzgen'in Marksizm’den başarısız sapmalarının özel bir savunması, E. Untermann'ın Die Logischen Mângel des engeren Marxismus[20] adlı yapıtında bulunabilir, Münih 1910, 753 sayfa (geniş ama pek ciddi olmayan bir çalışma). Hugo Riekes'in, Zeitschrift für die gesamte Staalswisenschaft, 62, Jahrgang, 1096, 3. Heft, s. 407-32'deki Die Philosophische Wurzel des Marxismus[21] başlıklı çalışması, Marksist görüşlerin bir muhalifi tarafından yazılmış, materyalizm açısından bu görüşleri felsefi bütünlüğünü gösteren ilginç bir çalışmadır. Benno Erdmann'ın Jahrbuch für Gesetzgebung, Verwaltung und Volkswirtschaft (Schmollers Jahrbuch), 1907, 3. Heft, s. 156'daki, Die Philosophischen Voraussetzungen der materialistischen Geschichtsauffassung[22] başlıklı çalışması Marx'ın felsefi materyalizmin bazı temel ilkelerinin çok yararlı bir formülasyonu ve bugünkü kantçılık ve genel olarak bilmesinlercilik açısından ona karşı ileri sürülen iddiaların bir özetidir. Rudolph Stammler (kantçı), Wirtschaft und Recht nach der materialistischen Geschichtsauffassung,[23] 2. baskı, Leipzig 1906; Woltman (gene bir kantçı), Tarihsel Materyalizm (Rusça çevirisi, 1901); Vorlander (gene bir kantçı) Kant ve Marx [Rusça], St. Petersburg 1909. Ayrıca bir yanda A. Bogdanov, V. Bazarov ve diğerleri öte yandan ise V. İlyin[24] arasındaki polemiğe de bakınız. (Birincilerin görüşleri Marksizm Felsefesinin Bir Özet', St. Petersburg 1908; A. Bogdanov, Büyük Bir Fetişizmin Çöküşü, Moskova 1909 ve diğer yapıtlarda, V. İlyin'in görüşleri ise Materyalizm ve Ampiryo- [20] [21] [22] [23] [24] kritisizm, Moskova 1909'da mevcuttur.) Tarihsel materyalizm ve ahlak üzerine: Karl Kautsky, Ahlak ve Materyalist Tarih Anlayışı, St. Petersburg 1906 ve Kautsky'nin birçok başka yapıtı; Louis Boudin, Bugünkü Eleştiriler Işığında Karl Marx'ın Teorik Sistemi, V. Zasuliç'in editörlüğü altında İngilizceden çevrilmiştir, St. Petersburg 1908; Hermann Gorter, Derhistorische Materialismus,[25] 1909. Marksizm’e karşı olanların yapıtlarından Jugan-Baronovski'nin Marksizm’in Teorik Temelleri'ni, St. Petersburg

1907; S. Prokopoviç'in Marx'ın Bir Eleş- tirisi'ni, St. Petersburg 1901; Hammacher'in Das Philosophisch-ökono- mische System des Marxismus[26] adlı yapıtını, Leipzig 1910 (730 sayfa, alıntılar derlemesi); Werner Sombart'ın Sosyalizm ve On dokuzuncu Yüzyılda Sosyal Hareketini [Rusça], St. Petersburg; Marx Adler'in (kantçı) Kausaitat und Teleologie, Viyana 1909; Marx Studien ve gene aynı yazarın Marx als Denker adlı yapıtlarını[27] sayabiliriz.

Hegelci bir idealist olan Ciovanni Gentilein La filosofia di Marx[28] Pisa 1899, başlıklı kitabı da dikkate değer. Yazar, genellikle kantçıların, pozitivistlerin vb. dikkatinden kaçan Marx’ın materyalist diyalektiğinin bazı önemli yönleri üzerinde durmaktadır. Gene bunun gibi: Levy’nin Feuerbach’ı, Marx'ın esas felsefi öncellerinden biri hakkında bir çalışmadır. Marx’ın bazı yapıtlarından alıntılardan oluşan yararlı bir derleme de Çernişevski'nin Bir Marksistin Not Defteri'nde bulunabilir, St. Petersburg (Dyelo), 1908. Marx'ın ekonomik öğretisi üzerine aşağıdaki kitaplar dikkate değer: Karl Kautsky, Karl Marx'ın Ekonomik Öğretileri (Rusça pek çok basımı vardır), Tarım Sorunu, Erfurt Programı ve pek çok broşür. Ayrıca bkz: Edvard Bernstein, Marx’ın Ekonomik Öğretisi, Kapital’in Üçüncü Cildi (Rusça çeviri, 1905); Gabriel Deville, Kapital (Kapital’in birinci cildinin açıklaması, Rusça çeviri 1907). Tarım sorunu konusunda, Marksistler arasındaki, revizyonizm denen şeyin bir temsilcisi Edvard David’tir, Sosyalizm ve Tarım (Rusça çeviri, St. Petersburg 1902). Revizyonizmin bir eleştirisi için ise, V. İlyin, Tarım Sorunu, I. Kısma bakınız, St. Petersburg 1908. Ayrıca V. İlyin aşağıdaki kitaplarına bakınız: Rusya'da Kapitalizmin Gelişmesi, 2. baskı, St. Petersburg 1908; Ekonomik Denemeler ve Makaleler, St. Petersburg 1899; Tarımda Kapitalizmin Gelişme Yasaları Üzerine Yeni Veriler, Kitap 1, 1917. Fransa'daki tarımsal ilişkilere ait en son verilere Marx'ın görüşlerinin bazı sapmalarla [25] [26] [27] [28] uygulanması Compere-Morenn La question agraire et le socialisme en France'ında[29] bulunabilir, Paris 1912, 455 sayfa. Marx’ın ekonomik görüşlerinin, ekonomik yaşamın son görüngülerine uygulanarak daha da gelişmiş hali için Hilferding’in Finans Kapital ne [Rusça], St. Petersburg 1911, bakınız (Yazarın değer teorisine ilişkin görüşlerindeki önemli hatalar Kautsky’nin “Gold, Papier und Ware” -”Altın, Kâğıt Para ve Metalar”- başlıklı makalesinde düzeltilmiştir, Die Neue Zeit, XXX, 1; 1912, s. 837 ve 866) ve ayrıca V. İlyin'in Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, 1917; başlıklı yapıtına bakınız. Pyotr Maslov, Tarım Sorunu'nda (iki cilt) ve Ekonomik Gelişmenin Teorisi'nde bulunabilir, Die Neu Zeit, XXIX, 1, 1911.

Burjuva profesörler arasında pek yaygın olan marjinal fayda teorisi denen teori açısından Marx’ın ekonomik öğretisinin bir eleştirisi aşağıdaki yapıtlarda bulunmaktadır: Böhm-Bawerk, Zum Abschluss des Marxschen Systems[30] (Berlin 1896, Staatswiss. Arbeiten, Festgabe für K. Knies'de), Rusça çevirisi, St. Petersburg 1897. Marx’ın Teorisi ve Eleştirisi ve ayrıca Kapital und Kapitalzins, 2. baskı, iki cilt Innsbruck, 1900-1902 (Rusça çevirisi, Kapital ve Karlar, St. Petersburg 1909). Ayrıca bkz: Riekes, Wert und Tauschwert (1899),[31] von Bortkiewicz, Wert- rechnun und Proisrechnung im Marxschen System (Archiv für Sozial-wissenschaft, 1906-1907);[32] Leo von Buch, Über Die Elemente der politischen Ökonomie. 1. Th. Die Intensitat d. Arbeit, Wert u. Preis69 (Rusça da yayınlanmıştır). Marxist açıdan Böhm-Bawerkin eleştirisinin bir tahlili için Hilferding’in Böhm Bawerks Marx Kritik’ine[33] (Marx-Studien, 1. Band, Vıenna, 1904) ve Die Neue Zeit’ta yayınlanmış olan daha kısa makalelere bakınız.

Marksizmin yorumunda ve gelişmesinde iki temel akım -”revizyonist” ve radikal (“ortodoks”)- ile ilgili olarak bkz: Edvard Bernstein'in Voraussetzungen des Sozialismus und die Aufgaben der Sozialdemokratie (Almanca orijinali, Stuttgard 1899; Rusça çevirisi: Tarihsel Materyalizm, St. Petersburg 1901 ve Toplumsal Sorunlar, Moskova 1901); ayrıca bkz: Tarihten ve Sosyalizmin Teorisinden başlıklı yapıtı, St. Petersburg 1902. Bernstein'a bir yanıt, Karl Kautsky'nin [29] [30] [31] [32] [33] [34] Bernstein und des sozialdemokratische Programım'ında (Almanca orijinali, Stuttgart 1899, dört baskı halinde Rusça çevirisi; 19051906). Fransız Marksist yazını için bkz. Jules Guesde, Quatre ans de lutte des classes, En garde; ve Questions d'hier et d'aujourd'huil (Paris 1911);[35] Paul Lafargue, Le determinisme economique de K. Marx (Paris 1909);[36] Anton Pannekoek, Zwei Tendenzen in der Arbeiterbewegung.[37]

Marksist sermaye birikimi teorisi üzerine Rosa Luxemburg'un yeni bir yapıtı vardır, Die Akkumulation des Kapitals (Berlin 1913),[38] ve onun Marx'ın teorisini yanlış yorumlamamasına ilişkin bir tahlili de Otto Bauer yapmıştır. Die Akkumulation des Kapitals (Die Neue Zeit, XXX, 1, 1913, s. 831 und 862). [39] Ayrıca bkz: Vorwarts'de Eckstein ve 1913 yılında Bremer Bürger-Zeitung'da Pannekoek.

Marksizm üzerine eski Rus yazınından şu aşağıdakileri belirtmek gerek: B. Çiçerin, “Alman Sosyalistleri”, Bezobrazov'un Siyasal Bilim Derlemesi'nde, St. Petersburg 1888 ve Siyasal Doktrinler Tarihi, Kısım 5, Moskova 1902,156 sayfa; yukarıdakine Zieber tarafından verilen bir yanıt, “Bay Çicerin'in Gözlükleriyle Alman İktisatçıları”, Toplu Yapıtlar'ında, c. 11, St. Petersburg 1900; L. Slonimski, Karl Marx'ın Ekonomik Öğretisi, St. Petersburg 1898; N. Zieber, Sosyal Ekonomik Araştırmalarında David Ricardo ve Karl Marx, St. Petersburg 1885 ve iki ciltlik Toplu Yapıtlarında St. Petersburg 1900. Ayrıca J. Kaufmann'ın (J.K.-n) 1872 Vestnik Yevropi, 1872, n° 5Ite Kapital üzerine bir gözden geçirmesi - bu makale, Marx'ın Kapital'in ikinci baskısına ekinde J. K.’nın savlarını diyalektik­ materyalist yönteminin doğru bir açıklaması olarak kabul etmiş ve aktarmış olması gerçeğiyle dikkati çekmektedir.

Marksizm konusunda Rus Narodnikleri -N. K. Mihavlovski- Russkoye Bogatsitvo'da, 1894, n° 10 ve 1895, n° 1 ve 2; ayrıca Toplu Yapıtlarında yeniden basılmış olan P. Struve'nin Eleştirel Notları (St. Petersburg 1894) üzerine görüşler. Mihaylovski'nin görüşleri Marksist bir açıdan, K. Tulin (V. İlyin) tarafından Ekonomik Gelişmemizi Niteleyen Veriler’inde tahlil edilmiştir (St. Petersburg 1895, sansür tarafından yok edilmiştir), sonradan V. İlyin'in On iki Yıl Boyunca'sında yeniden basılmıştır, St. Petersburg 1908. Diğer narodnik yapıtlar: V. V., Siyaset Çizgilerimiz, St. Petersburg 1892 ve Yetmişlerden Yirminci Yüzyıla, St. Petersburg 1907; Nikolay’ın, Reform Sonrası Toplumsal Ekonomimizin Özeti, St. Petersburg 1893; V. Çernov, Marksizm ve Tarım Sorunu, St. Petersburg 1906 ve Felsefi ve Sosyolojik Denemeler, St. Petersburg 1907.

Narodniklerin yanı sıra şu aşağıdakilere de değinebiliriz: N. Karayev, Tarihsel Materyalizmin Üzerine Eski ve Yeni Denemeler, St. Petersburg 1896, 1913te Ekonomik Materyalizmin Bir Eleştirisi başlığı altında 2. baskı; Masarik, Marksizm’in Felsefi ve Sosyolojik Temelleri [Rusça], Moskova 1900; Croce, Tarihsel Materyalizm ve Marksçı iktisat [Rusça], St. Petersburg 1902.

Marx’ın görüşlerinin doğru bir değerlendirmesi için, onun en yakın düşünce ve çalışma arkadaşı Friedrich Engels'in yapıtlarını tanımak gerekir. Engels'in tüm yapıtlarını hesaba katmadan Marksizm’i anlamak ve sunmak olanaksızdır.

Anarşizm açısından Marx’ın bir eleştirisi için bkz: V. Çerkezov, Marksizmin Öğretileri, iki bölüm, St. Petersburg 1905; V. Tucker, Bir Kitabın Bedeli [Rusça], Moskova 1907; Sovel (sendikalist), Modern Ekonominin Toplumsal incelemeleri, Moskova 1908.

Notlar

[1] Marx'ın “Moselle Muhabirinin Doğrulanması” adlı yazısı söz konusudur. -Ed.

[2] Karl Marx, “Hegel'in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Giriş”, Din Üzerine, Sol Yayınları, Ankara 1976, s. 37 vd.. -Ed

[3] Komünist Birlik -1847 yazında Londra'da kurulan devrimci proletaryanın birinci uluslararası örgütü. Birliğin örgütleyicileri ve liderleri Birliğin talimatıyla, Komünist Partisi Manifestosu'nun yazarları, Marx ve Engels’di. Birlik, burjuvaziyi alaşağı etmeyi, eski burjuva toplumunu sınıf karşıtlıklarıyla birlikte ortadan kaldırmayı ve sınıfsız ve özel mülkiyeti olmayan yeni bir toplumu kurmayı amaçlıyordu.

1852 Kasımına kadar süren varlığı sırasında, proleter devrimcilerin eğitim merkezi olarak, proletarya partisinin çekirdeği olarak ve Uluslararası işçi Birliğinin (Birinci Enternasyonalin) öncüsü olarak önemli bir rol oynadı. Onun tarihi, Engels'in “Komünist Birliğin Tarihi Üzerine” adlı makalesinde ele alınmıştır (Bkz: Marx and Engels, Collected Works, Moskova 1962, c. 11, s. (338- 57)).

[4] Şubat 1848'deki Fransız burjuva devrimi.

[5] Mart 1848'de başlayan Almanya ve Avusturya'daki burjuva devrimi.

[6] Küçük-burjuva partisi (“La Montagne”) tarafından, Cumhurbaşkanının ve Yasama Meclisi çoğunluğunun 1848 [7] Anayasasını çiğnemesini protesto etmek üzere Paris'te düzenlediği bir halk gösterisi. Göstericiler dağıtılmıştı.

Marx'ın bonapartçı ajan K. Vogt tarafından yazılan iftira dolu uydurması “Allgemeine Zeitung'a Karşı Davam”a yanıt olarak yazdığı Herr Vogt kitapçığı.

[8] Uluslararası işçi Birliği Açılış Söylevi.

[9] Engels, Handwarterbuch der Staalswissenschaften Band VI, s. 603'teki Marx üzerine makalesinde ve Bernstein, Encyclopaedia Britannica, 1911, On beşinci Baskısına yazdığı Marx konusundaki makalesinde yanlışlıkla tarihleri 1853-60 olarak vermektedirler. Bkz: Marx ve Engels, Briefwechsel, 1913 baskısı.

[10] Daha sonra Ücret, Fiyat ve Kâr olarak yayınlandı. -Sol Yayınları.

[11] “Marksizm Bibliyografyasına Bir Katkı”, Toplumsal Bilim ve Toplumsal Politika Arşivi, c. 20, kitap 2'de yayınlandı. -Ed.

[12] Sosyalizm ve Komünizm Bibliyografyası, c. 1-3. –Ed.

[13] Toplumsal Bilimler Bibliyografyası, Berlin, yayının ilk yılı, 1905 ve onu izleyen yıllar. –Ed.

[14] Halk Günlüğü. -Ed.

[15] Politik Bilimler Sözlüğü, c. 6, s. 600-603. –Ed.

[16] W. Liebknecht, Karl Marx Bibliyografik Anılar. –Ed.

[17] Paul Lafargue, Marx'ın Kişisel Anıları. –Ed.

[18] Karl Kautsky, Karl Marx'ın Tarihsel Katkısı, Ustanın Ölümünün Yirmi beşinci Yıldönümü Üzerine. –Ed.

[19] Clara Zetkin, Karl Marx ve Mesleği, -Ed.

[20] E. Untermann, Dar Marksizm’in Mantıksal Kusurları. -Ed.

[21] Hugo Riekes, “Marksizm’in Felsefi Kökleri”, Bütün Siyasal Bilimler Dergisi, 62'nci yayın yılı, 1906, s. 407-37 -Ed.

[22] Benno Erdmann, “Tarihin Materyalist Anlayışının Felsefi Varsayımlar” Yasama, Yönetim ve Ulusal Ekonomi Yıllığı’nda (Schmoller Yıllığı), 1907, Kitap 3, s. 1-56. -Ed.

[23] Rudolph Stammler, Tarihin Materyalist Anlayışına Göre İktisat ve Yasa -Ed.

[24] V. İlyin, V. İ. Lenin'in yazınsal takma adlarından biri. -Ed.

[25] Hermann Gorter, Tarihsel Materyalizm. -Ed.

[26] Hammacher, Marksizm’in Felsefi-iktisadi Sistemi. -Ed.

[27] Max Adler, Nedensellik ve Erekbilim ve Düşünür Olarak Marx, -Ed.

[28] Giovani Gentile, Marx'ın Felsefesi. -Ed.

[29] Compere-Morel, Fransa'da Tarım Sorunu ve Sosyalizm. -Ed.

[30] Böhrn-Bawerk, Karl Marx ve Sisteminin Sonucu. -Ed.

[31] Riekes, Değer ve Değişim Değeri, (1895). -Ed.

[32] Von Bortkiewicz, Marksçı Sistemde Değerin Hesaplanması ve Fiyatın Hesaplanması (Toplumsal Bilimler Arşivi 1906-07). -Ed.

[33] Leo von Buch, Ekonomi Politiğin Öğeleri Üzerine, Emeğin Yeğinliği, Değer ve Fiyat. -Ed.

[34] Hilferding. Böhm-Bawerk'in Marx’ı Eleştirisi. -Ed.

[35] Jules Guesde, Sınıf Mücadelesinin Dört Yılı, Dikkat! Günün Sorunları, Paris 1911. - Ed.

[36] Paul Lafargue, İktisadi Belirlenimcilik. Karl Marx'ın Tarihsel Yöntemi, Paris 1909.- Ed.

[37] Anton Pannekoek, Emek Hareketinde İki Eğilim. -Ed.

[38] Rosa Luxemburg, Sermayenin Birikimi, Berlin 1913.-Ed.

[39] Otto Bauer, Sermayenin Birikimi, (Die Neue Zeit, XXX, 1, 1913, s. 831 ve 862). -Ed.

28 Eylül 2024 Cumartesi

Diyalektiğin Anlamı | Bertell Ollman

1

Siz hiç hareket halindeki bir arabaya binmeye çalıştınız mı? Böyle bir arabaya binmek duran bir arabaya binmekten ne kadar da farklıdır değil mi? Peki, gözünüz bağlıyken hareket halindeki bu arabaya binebilir miydiniz? Diyelim gözünüz bağlı değil ama bu arabanın nereye, hangi süratle gittiğini bilmiyorsunuz; binmek mümkün olur muydu?

"Bu saçma sorular da nereden çıktı" diye düşünebilirsiniz. Şurası kesin ki bu sorulara hepimiz aynı yanıtları verirdik; herhalde aramızdan kimse nereye, hangi süratle gittiğinden emin olmadan hareket halindeki bir araca rastgele atlamaya kalkmazdı. Peki ya toplum? Toplum da herkesin bir iş, bir ev bulmak, çeşitli toplumsal ilişkilere dâhil olmak, ihtiyaç ve zevklerini doyurmak için, yani bir bütün olarak yaşamı kat etmek için bir yerinde "seyahat etmek" istediği hareket halindeki bir araca benzemiyor mu? Toplum değişiyor, hareket ediyor; bunu kimse yadsıyamaz. Yirminci yüzyılı bir düşünelim: herhalde bu kadar fazla toplumsal değişimin yaşandığı başka bir yüzyıl almamıştır ve İkinci Dünya Savaşı'ndan bugüne uzanan tarihsel kesitte yaşananları aklımıza getirelim: herhalde tarihin hiçbir döneminde toplum bu kadar hızlı değişmemiştir. Peki, ama bu değişim ne hızla ve daha da önemlisi ne yöne doğru gerçekleşiyor?

Bugün Amerikan, İngiliz veya Japon toplumundan belirli istekleriniz, beklentileriniz olabilir; hazırlıklarınızı bu beklentilere göre yapıyor olabilirsiniz. Peki, önümüzdeki birkaç yıl içinde bu isteklerinizin, beklentilerinizin karşılanacağından emin misiniz? İyimser biriyseniz bu soruya rahatlıkla "evet" yanıtını verebilirsiniz; fakat bu olumlu yanıt sizin, toplumun sadece verili bir andaki haline baktığınızı, bunu da son derece üstünkörü bir şekilde yaptığınızı gösterir. Ancak takdir edersiniz ki toplum değişiyor; hem de büyük bir hızla. Siz hiç içinde yaşadığınız demokratik kapitalist toplumun ne yönde değiştiğini sorguladınız mı? Yoksa ne yöne, hangi hızla gittiğini bilmedikleri araca atlamaya çalışan şu gözü bağlı insanlar gibi misiniz?

Peki, içinde yaşadığımız bu karmaşık örgütlenmeyi, yani modern toplumu, sürekli bir değişim ve evrim içerisindeyken nasıl incelemeliyiz? Marksizm, değişim halindeki toplumu incelemeye yönelik sistemli (fakat hâlâ tamamlanmayı bekleyen) bir arayış olarak, işte bu noktada devreye giriyor. Metaların nasıl üretildiğine, mübadele edildiğine ve dağıtıldığına odaklanmak suretiyle Marksizm, toplumsal sistemin bütününün hem yapısını hem de değişim dinamiklerini ve böylelikle de bu sistemin kökenlerini ve gelecekte alacağı olası biçimleri açıklamaya çalışır. Marksizm bunu yaparken aynı zamanda bize kapitalizmin sürüp gitmesinden kazançlı çıkan küçük bir azınlığın, bu sistemin köklü bir değişimle yıkılmasından kazançlı çıkacak büyük çoğunluğun yaşam ve düşünüş biçimlerini cebren veya hile ile nasıl denetlediğini de öğretir ve son olarak Marksizm bizi yöntemle (diyalektik) ve pratikle (sınıf mücadelesi) donatarak sürekli değişen topluma dair çıkarımlarımızı güncellememizi sağlar ve böylelikle de toplumun en arzu edilir noktaya taşınması çabasına yardımcı olur. Kısacası kimse diyalektik olmadan bu hızla ilerleyen arabaya (yani hızla değişen günümüz toplumuna) atlayıp, ilerlemeyi göze alamaz.

2

İçinde yaşadığımız dünyayı nasıl kavradığımızı belirleyen üç şey vardır: dünyanın nasıl bir yer olduğu, bizim kim olduğumuz ve dünyayı nasıl incelediğimiz. Üçüncü nokta yani dünyayı nasıl incelediğimiz konusunda şunu belirtmek gerekiyor: Günümüzde gerçekliği kavrama etkinliğinin olağan zorluklarına bir de şeyleri durağan ve birbirinden bağımsızmış gibi algılamamıza yol açan şeylere odaklanıp olguların dinamik yapısını ve sistemik özelliklerini göz ardı eden yaklaşımların yarattığı sorunlar ekleniyor. Kopernik’in aslında kendi çağındaki gökbilimciler üzerine söylediği şu sözler günümüz akademi dünyasının durumunu pek güzel tasvir ediyor: "Bunların yaptıkları şey sanki bir sanatçının hepsi de mükemmel bir şekilde çizilmiş ama her biri farklı modellere ait el, ayak, kafa ve diğer uzuvları bir araya getirip de tek bir vücudu oluşturacak şekilde ilişkilendirmemesine benziyor. Bu parçalar hiçbir şekilde birbirlerine uymadığından ortaya çıkan şey bir insan değil canavar heykeli oluyor” (Kuhn, 1962, 83). Gerçekten de bilgiyi, her biri yalnızca kendisine ait bir dizi sorunsal ve yönteme sahip, birbirleriyle alakasız ve hatta birbirine karşı husumet içinde olan disiplinlerin dar alanlarına hapsederek parçalara ayıran günümüz akademisi bizi, vaat ettiği gibi "hidayete erdirmektense", birbiriyle uyumsuz notaların çıkardığı kulak tırmalayıcı seslerin boğukluğuna terk ediyor. Böyle bir karmaşa içerisinde de bilgi ile eylem arasındaki kadim bağlantı ortadan kayboluyor ve olabildiğince az şey hakkında olabildiğince çok şey bilmeyi marifet sayan akademisyenler ve aydınlar bilmekten gelen sorumluluklarından rahatlıkla feragat edebiliyorlar. İşte bu mevcut durumu eleştirmek ve bütünleşmiş bir bilgi gövdesi geliştirmek adına bugün artan sayıda araştırmacı yüzünü Marksist diyalektiğe dönüyor.

Diyalektiğin ne olduğuna dair pek çok yanılgının hüküm sürdüğü bir durumda onun aslında ne olmadığını söyleyerek başlamak faydalı olacak. Öncelikle, diyalektik her şeyi açıklamaya gücü yeten katılaşmış bir tez-antitez-sentez üçlemesi değildir. Bir şeyi kanıtlamanın veya önceden tahmin etmenin formülünü sunan kılavuz olarak da görülemez. Onun tarihin motoru olduğunu düşünmek de yanlıştır. Diyalektik sanılanın aksine hiçbir şeyi açıklamaz, hiçbir şeyi kanıtlamaz, hiçbir şeyi önceden bildirmez ve hiçbir şeyin ortaya çıkmasına neden olmaz. Diyalektik daha ziyade hayatımızda ortaya çıkabilecek olası bütün önemli değişim ve etkileşimleri gözümüzün önüne seren bir düşünme biçimidir. İncelemeye çalıştığımız gerçekliğe ait öğeleri nasıl düzene sokacağımızı, bu gerçekliğe ilişkin elde edilen çıkarımları genellikle diyalektik bir şekilde düşünmeyen diğer insanlara nasıl aktaracağımızı gösteren bir kılavuzdur.

Diyalektiğin işaret ettiği temel sorunu Marx çok net bir şekilde Roma mitolojisindeki Cacus'tan örnek vererek anlatır. Yarı insan, yarı canavar olan Cacus hayatını mağarada sürdürür, sadece geceleri o da öküz çalmak için dışarı çıkardı. Öküzleri çaldığını kimse anlamasın diye de onları başlarından itip geriye doğru sürükleyerek mağarasına götürürdü ki herkes öküzlerin ayak izlerine bakıp onların aslında mağaradan dışarıya doğru kaçtıklarını sansın. Köylüler her sabah kalkıp da öküzlerini yerlerinde bulamadıklarında Cacus'u suçlamaz, ayak izlerinin gittiği yöne bakarak öküzlerin Cacus'un mağarasından çıkıp kırda kaybolduklarını sanırlardı.

Eğer öküzlerini kaybeden bu köylüler bugün herhangi bir Amerikan üniversitesinde metodoloji dersi alsalardı ne olup bittiğini anlamak için önce ayak izlerini dikkatli bir şekilde sayar, sonra her birinin boyunu ölçer ve elde edilen sonuçları bilgisayara yüklerlerdi. Ulaştıkları sonuç tüm bu meşakkatli sürecin ardından yine değişmeyecekti ama: öküzler kırda kayboldu. Buradaki temel sorun gerçekliğin aslında kendi görüntüsünden daha fazla bir şey olması ve bu bakımdan da sadece ve sadece görüntülere, gözümüze çarpan anlık ve dolaysız verilere odaklanılmasının son derece yanıltıcı sonuçlar vermesidir. Peki, bu şekilde örneklediğimiz yanılgı toplumumuzda ne kadar yaygın? Marx bunun bir istisna olmadığını tersine pek çok insanın dünyayı bu şekilde algıladığını söylüyor. Marx'a göre pek çok insan, pek çok durumda, hemen yakınında gördüğü, duyduğu ve rastladığı şeylere -çeşitli ayak izlerine- bakarak gerçekle taban tabana zıt sonuçlara ulaşıyor. İşte burjuva ideolojisine özgü pek çok çarpıtma da böyle ortaya çıkıyor.

Öküzlerini kaybeden köylüler kendi ufuklarını aşıp bir gece önce neler olup bittiğini ve mağaranın içinde nelerin döndüğünü çözselerdi ayak izlerinin gerçek anlamını kavrayabileceklerdi. Aynı şekilde günlük yaşantımızdaki herhangi bir şeyi anlamak da bu şeyin nasıl ortaya çıktığı, geliştiği ve parçası olduğu sistem veya bağlam içerisinde nerede konumlandığı hakkında bir şeyler bilmeyi gerektirir. Lâkin bu gerçeği kabul etmek tek başına yeterli değildir. Bunu kabul edip yine de şeylerin sadece görüntülerine sınırlı bir bakış açısıyla odaklanmaya devam etmekten daha kolay bir şey yoktur. Zaten, dünyada her şeyin belirli bir süratle değiştiğini, etkileştiğini, tarihin ve sistemsel bağlantıların gerçek yaşamın bir parçası olduğunu yadsıyan pek az insan vardır. Asıl zorluk hep, bu bağlantılar hakkında nasıl gerektiği gibi akıl yürütüleceği, bu bağlantıları çarpıtmaktan nasıl kaçınılacağı ve onlara gereken önemin ve ağırlığın nasıl verileceği noktasında başlamıştır. Diyalektik, bu sorunu, şeylerin son hallerine geliş süreçlerini ve içlerinde bulundukları etkileşimsel zemini onların ne olduklarının bir parçası olarak almak ve bu sayede de herhangi bir şeye dair nosyonumuzu genişletmek suretiyle aşmaya çalışır. Bir şeyi anlamaya çalışırken doğrudan onun tarihini ve içinde bulunduğu sistemi anlamaya yönelmemiz de ancak bu şekilde mümkün olabilir.

Diyalektik, "şeye" dair ortak-duyusal nosyonu (şeyin bir tarihe ve diğer şeylerle bağlantıya sahip olduğu nosyonunu) "süreç" nosyonları (şeyin kendi tarihini ve gelecekteki olası görünümlerini içeren bir şey olarak alan nosyonları) ve ilişki nosyonları (şeyin diğer şeylerle bağlarını o şeyin ne olduğunun bir parçası olarak ele alan nosyonlar) ile ikame ederek bizim gerçeklik hakkındaki düşüncemizi yeniden yapılandırır. Diyalektik, gerçekte olmayan bir şeyi düşünceye eklemez. Diyalektik, daha çok dünya üzerine düşünürken sınırların nasıl çizileceği ve birimlerin nasıl oluşturulacağı (ki diyalektikte buna "soyutlama" denir) meselesini gündeme alır. Varsayım şudur ki; bizim beş duyumuzla algıladığımız özellikler, doğanın bir parçası olarak, gerçekten var olurken hem zaman hem de mekân bağlamında bir şeyin nerede bitip öbür şeyin nerede başladığını bize gösteren kavramsal ayrımlar bir dizi toplumsal ve zihinsel inşadır. Dünyanın ne olduğunun bizim bu ayrımları, sınırları nasıl çizdiğimiz üzerindeki büyük etkisi nasıl olursa olsun, son tahlilde bu sınırları çizenlerin bizzat bizler olduğunu ve farklı kültürlerden ve felsefi geleneklerden gelen insanların bu sınırları farklı farklı çizebileceğini ve çizdiğini söyleyebiliriz.

Örneğin sermayeyi bir süreç olarak soyutlamakla Marx, ilkel birikimi, birikimi ve sermayenin yoğunlaşmasını yani bir bütün olarak onun gerçek tarihini, sermayenin ne olduğunun bir parçası olarak alır, onu bir İlişki (1) olarak soyutlarken de sermayenin emekle, kapitalistlerle ve işçilerle, ya da onun ortaya çıkışına ve işleyişine katkıda bulunan diğer bütün şeylerle olan gerçek bağlarını onun yapıcı unsurları başlığı altında inceler. Marx’ın kapitalizmi düşünürken ve incelerken kullandığı tüm birimler hem bir süreç hem de ilişki olarak soyutlanmıştır. Bu diyalektik anlayış temelinde Marx’ın arayışı, pek çok muhalifinden farklı olarak, asla bir şeyin, sanki daha önceden değişmemiş de neden şimdi değişmeye başladığını anlamaya çalışmak değil, bu değişimin aldığı farklı biçimleri ve neden bu şeyin artık değişmiyormuş, öyle kalıyormuş gibi gözükebileceğini anlamaya çalışmaktır. Aynı şekilde Marx, bir ilişkinin, sanki daha önce böyle bir ilişki yokmuş gibi, nasıl kurula geldiğini anlamaya çalışmak şeklinde bir arayış içinde de değildir. Onun anlamaya çalıştığı şey, yine daha çok bu ilişkinin aldığı farklı biçimler ve bu ilişkinin hâlihazırdaki öğelerinin nasıl birbirinden bağımsızmış gibi gözükebildiğidir. Marx’ın, sadece görünümlere ve olayların gerçek tarihinden, içinde bulunduğu genel sistemden soyutlanmış belirtilerine odaklanmaktan kaynaklı bir algılayış olarak ideolojiye yönelik eleştirisi de yine bu bakış açısının izlerini taşır.

3

Sadece dünyaya bakmanın bir biçimi olmak dışında Marx’ın diyalektik yöntemi aynı zamanda onun dünyayı nasıl incelediğini, çıkarımlarını nasıl düzenlediğini ve bu çıkarımları ulaşmak istediği kamuoyuna nasıl sunduğunu da içeren bir yöntemdir. Fakat karşılıklı bağımlı süreçler olarak soyutlanan bir dünya nasıl bir incelemeye tabi tutulabilir? Nereden başlanmalı ve neye bakmalı? Diyalektik olmayan bir araştırmadan beklenebileceği gibi küçük bir parçayla başlayıp, onun diğer parçalarla ilişkisine bakmak suretiyle daha genel olan bütünü yeniden inşa etmektense, diyalektik bir araştırma önce bütünle, sistemle veya bu bütünden ne anlaşılıyorsa onunla başlar. Daha sonra da yavaş yavaş parçayı, onun bütün içinde nasıl bir yer tuttuğunu, nasıl işlediğini araştırır ve sonunda buradan da başlangıç noktası olan bütüne ilişkin daha net bir kavrayışa ulaşır. Kapitalizm, Marx için, kapitalizmin bir parçası olan herhangi bir şeyi incelerken kullanılan bir sıçrama tahtasıdır. Bir başlangıç noktası olarak kapitalizm, kendi içinde Marx’ın zorunlu koşulları ve sonuçları ile birlikte irdelemeye koyulduğu etkileşen toplumsal süreçleri de içinde barındırır. Bunun tersine bütünden değil de birbirlerinden bağımsız olarak alınan parça veya parçalardan başlamaksa bir bağlantısızlık varsaymak anlamına gelir ki bu da daha sonra yapılacak bir ilişkilendirmenin asla onaramayacağı çarpık bir yorumu da beraberinde getirir. Böyle olunca bir şeyler eksik kalacak, yanlış konumlandırılacak ve tüm bu çarpıklığı fark etmeyi sağlayacak herhangi bir ölçütten de mahrum kalınacaktır. “Disiplinler arası çalışmalar” adı verilen okul basitçe tüm bu eksiklikleri, birbirinden bağımsızlaştırılmış farklı disiplinlerden kaynaklanıyormuş gibi görür. Duvardan düştükten sonra bir daha asla eski haline dönemeyen yumurta adam Humpty Dumpty misali, işleyen parçaları daha baştan birbirinden bağımsızmış gibi düşünülen bir sistemin bütünlüğünün daha sonra tekrardan kurulması mümkün değildir.

Diyalektik araştırmanın kendisi, kapitalizmde nelerin olup bittiğini somutlamayı, kapitalizmin işlemesini ve gelişmesini sağlayan araç ve biçimlerin izini sürmeyi ve sonra da onun ne yöne doğru ilerlediğini yansıtmayı amaçlar. Bir sorunun zaman içinde nereye doğru evrildiğini incelemeden önce bu sorunun mevcut halini oluşturan etkileşimlerin bir çözümlemesini yapmak genel bir kuraldır. Diğer bir deyişle araştırmanın akışı içinde sistem tarihten önce analiz edilir; zira açık veya örtük bir şekilde değişimi tikel bir alanda konumlu nedenlerden kaynaklı gören anlayışın vazettiğinin aksine tarih asla yalıtılmış bir veya birkaç öğenin bağımsız gelişiminden ibaret değildir. (Bu bakımdan, birbirinden ayrıymış gibi alınan din tarihi, kültür tarihi ve hatta iktisat tarihi gibi mefhumlar diyalektik olmayan bir düşünüş tarzının ürünüdür.) Marx’ın herhangi bir özel olaya veya kurumsal düzene yönelik çalışmasında bu iki tür araştırma biçimi birbiriyle iç içedir. Kapitalizme ilişkin böyle bir çalışmanın sonucunda erişilebilecek daha bütünlüklü bir kavrayış, bu aşamadan sonra yapılacak bir dizi araştırma için daha zengin ve böylelikle de daha yararlı bir başlangıç noktası oluşturacaktır.

4

Bütünden parçaya, sistemden içeriye ilerleyen bir yaklaşım olarak diyalektik araştırma öncelikle dört tür ilişkinin izini sürer ve açığa çıkmasını sağlar: özdeşlik/farklılık, zıtların iç içe geçmişliği, nitelik/nicelik ve çelişki. Marx'ın gerçekliğe yönelik diyalektik anlayışının temelinde yatan bu ilişkiler onun amaçladığı iki şeyi gerçekleştirmesini mümkün kılar: Bir yandan bir şeyin nasıl işlediğini veya ortaya çıktığını keşfederken aynı zamanda bu veya bu tür şeylerin ancak bu mevcut biçimiyle işleyip ortaya çıkabilmesini sağlayan sistemi daha iyi kavramak.

Marx’ın deyimiyle ortak duyusal yaklaşımda ve aynı zamanda formel mantıkta, şeyler birbiriyle ya aynı/özdeş ya da birbirinden farklıdır; iki şey aynı anda hem özdeş hem de farklı olamaz. Bu modelde herhangi iki kendiliğin hangi açılardan özdeş veya farklı olduğu tespit edilir edilmez karşılaştırmaya son verilir; hâlbuki Marx için bu sadece bir ilk adımdır. Örneğin kâr, rant ve faiz arasındaki açık farklılıkları ortaya serip, daha ileri gitmeyen ekonomi politikçilerden farklı olarak Marx bununla yetinmeyerek bunların artık-değer, yani işçiler tarafından üretilen fakat ücret sisteminde onlara geri dönmeyen zenginlik biçimleri olduğunda özdeş hale geldiğini gösterir. Hepsi de bir ilişki olarak, bu niteliği taşır ve bu nitelik aslında onların ortak kökenine işaret eder. Marx’ın, faizi, üretimin ve işçi sınıfının özel niteliklerini açımlamak üzere incelemesi, bunu yaparken de üretimin diğer ekonomik süreçlerle ve işçi sınıfının da diğer sınıflarla paylaştığı ortak özellikleri gözden kaçırmaması onun özdeşlik ve farklılığa özdeşlik bağlamında yaklaştığının güzel bir örneğidir. Marx’ın gerçekliğe yönelik diyalektik anlayışında şeyleri ikame eden ilişkiler, benzer bir şekilde inşa edilmiş başka ilişkilerle karşılaştırıldığında, hem özdeş gözüken özelliklere, hem de farklı gözüken özelliklere aynı anda sahip olacak kadar geniş ve gelişkindir. Marx’ın, bu özdeşlik ve farklılık gösteren özelliklerin neler olduğunu araştırması ve bu ikisinden hangisi daha çok gözden kaçırılmışsa ona özel bir dikkat göstermesi, araştırdığı özgül görüngülerin resmini asla tek yönlülüğe düşmeksizin ayrıntılı bir şekilde çizmeyi başarmasını sağlar.

Özdeşlik/farklılık ilişkisinde bu ilişkiye dayanılarak incelemeye tabi tutulan değişik nitelikler verili olarak alınırken, zıtlıkların iç içeliği bir şeyin nasıl ortaya çıktığının ve işlediğinin büyük ölçüde onu çevreleyen koşulların bir sonucu olduğu düşüncesine dayanır. Bu koşullayıcı etkenler hem incelenecek nesneler hem de bunları algılayan insanlar üzerinde etkilidir. Koşulların nesneler üzerindeki etkisine örnek olsun; bir makine eğer işçileri sömürmekte kullanılıyorsa bunun yegâne nedeni bu makinenin kapitalistlerin mülkiyetinde olmasıdır. Bir tüketicinin ya da kendi kendini istihdam eden bir yöneticinin elinde, yani bir dizi başka etkenin koşullayıcılığı ve farklı zorunluluklar altında, bu makinenin böyle bir işleve sahip olması beklenemez. Koşulların insanlar üzerindeki etkisi bağlamında ise şöyle bir örnek verilebilir: Kapitalist olarak koşullanmış birisi için sahip olduğu makine pazarda satın aldığı bir meta, hatta onu satın almak için ödediği bedel ve belki de ona kâr getirecek bir şeydir. işçi olarak koşullanmış biri için ise aynı makine üretim sürecindeki hareketlerini belirleyecek olan bir araçtan başka bir şey değildir.

Perspektifsel öğe, yani şeylerin ona bakan kişilerin kim olduğuna göre farklı görünebileceğini kabul etmek diyalektik düşüncede çok önemli bir rol oynar. Bu demek değildir ki gerçekliği değişik konumlanma noktalarından görmenin bir sonucu olarak ortaya çıkan farklı kanaatlerin her biri eşit değere sahiptir. Doğayı dönüştürme sürecinin bizzat içinde olan işçiler, sistemin sürekli gelişim içinde olma özelliğini daha iyi görebilecekleri ve anlamlandıracakları bir konumda bulunmanın ayrıcalığını taşırlar. Kapitalizmin evrimiyle özel olarak ilgilenen Marx’ın da benimsemeye çalıştığı konum, konumlanma noktası budur.

Karşıtlıkların iç içe geçmişliği nosyonu, bir şeyin kendisinin -bir olayın, kurumun, kişinin veya sürecin- öyle sadece belirli bir zamanda ve yerde, bu yere ve zamana bağlı bir dizi koşullar altında gözüktüğü hali olmadığını anlamamıza yardımcı olur. Bu şeylere başka bir noktadan veya başka insanlar tarafından veya son derece farklı koşullar altında bakıldığında karşımıza bunlara ilişkin sadece farklı değil belki de taban tabana zıt sonuçlar ve etkiler çıkabilir. Yani bu karşıtların iç içe geçmişliğidir. Belirli bir bağlamda alınan öldürücü bir darbe başka bir bağlamda bir devrimin başlangıcının vesilesi olabilir. Tüm parayı elinde bulunduran, tek bir partiyle, yani cumhuriyakratlarla (Republicrats) beş kuruşsuz işçi sınıfı partilerinin yarıştığı bir seçim maskaralıktan ibaret olabilir ama bu maskaralık aynı zamanda mücadele edenlerin koşullarını ortaklaştırdığından onlar için daha demokratik bir seçeneğin gündeme gelmesini de sağlayabilir. Aynı şekilde, iyi bir işe sahip olduğunda kapitalizmin ideal bir sistem olduğunu düşünen işçiler işsiz kaldıklarında bunu sorgulamaya başlayabilirler. Bu tür değişikliklerin nerede ve nasıl ortaya çıktığını ve hangi gelişen koşullar altında ne tür yeni sonuçların ortaya çıkacağını araştırmak yoluyla Mark hem çözümlemeye çalıştığı parçanın karmaşıklığına hem de bu parçanın sistemin genel evrimine ne şekilde bağlı olduğuna vakıf olur.

Nitelik/nicelik adını verdiğimiz ilişki ise aynı süreç içerisinde zamansal olarak ayrışmış iki uğrak arasındaki ilişkidir. Her süreç önce ve sonra uğraklarını, yani sürecin hazırlandığı, geliştiği (ve gerilediği) ve sürecin sonuçlar verdiği uğrakları kendi içinde barındırır. Her süreç öncelikle niceliksel değişim yaratacak biçimde ilerler. Daha sonra belirli bir noktada -ki bu nokta süreçten sürece farklılık gösterir- sürecin görünümüne ve işleyişine sinen niteliksel bir değişim ortaya çıkar. Her ne kadar niteliksel değişim gerçekleştiğinde süreç onu oluşturan temel ilişkiler bakımından özünde aynı kaldıysa da aslında artık başka bir şey haline gelmiştir. Bu niteliksel değişim her zaman olmasa da çoğunlukla sürecin aldığı yeni biçimi nitelemede kullanılacak yeni bir kavramla ifade edilir.

Marx’ın da ifade ettiği gibi para ancak belirli bir miktara ulaştığında sermayeye dönüşür, emek gücünü satın alabilecek ve değer üretebilecek şekilde işler. (Marx, 1958, 307-308) Keza, pek çok insanın bir araya gelerek çalışması yeni bir üretken gücün ortaya çıkmasına neden olur ki bu güç, grubu oluşturan bireylerin tek başına sahip olduğu gücün toplamından yalnızca fazla değil aynı zamanda ondan nitelikçe de farklıdır. (Engels, 1934, 142).

Nitelik/nicelik değişimlerine bakarken Marx bir gelişim sürecinin önceki ve sonraki görünümlerini birlikte mercek altına almış olur. Diyalektik olmayan bakış açılarında ise bu görünümler birbirinden ayrı ve hatta birbiriyle nedensellik ilişkisi içinde ele alınır. Marx’ın diyalektiğinde benimsenen anlayış ise ilerleyen bir sürecin geçmişini ve gelecekte alabileceği biçimi, bunların genel sistem içindeki ilişkilerini (geçici olarak) göz ardı etmek pahasına, düşüncede birleştirmenin bir biçimidir ve bu aynı zamanda hem niteliksel hem de niceliksel anlamda gerçekleşebilecek değişimin kaçınılmazlığına karşı, daha araştırmayla bu değişimin ne olacağını keşfetmeden önce bile, bizi duyarlı hale getirmenin bir biçimidir. Her ne kadar nitelik/nicelik nosyonu asla geleceği tahmin etmenin bir formülü değilse de araştırmanın, muhtemel geleceği tahayyül etmemizi sağlayacak sürekliliklere ve eğilimlere yönelmesini teşvik eder ve aynı zamanda bizim bu tahayyüllerimizi geçmişe ve şimdiye ilişkin kavrayışımızla bütünleştirir.

Marx’ın kapitalist gerçeklikten diyalektik bir anlam çıkarma çabasında irdelediği bu dört ana ilişkiden en önemlisi şüphesiz çelişki ilişkisidir. Marx’a göre, “kapitalizmde her şey çelişkili gözükür ve gerçekten de öyledir.” (Marx, 1963, 218) Marx ayrıca “kapitalist üretim tarzının başat niteliği” olarak “onun öğelerinin toplumsal olarak belirlenmiş çelişkili özelliklerini” gösterir. (Marx, 1963, 218) Burada çelişkiden kasıt, aynı ilişkideki farklı öğelerin, yani aynı zamanda birbirine bağımlı öğelerin birbirine karşıt gelişimidir. Bahsettiğim öğeler arasındaki farklılıklar belirli koşullara dayanır ve bu koşullar sürekli değişmektedir. Bu bakımdan farklılıklar da sürekli olarak değişmektedir ve her bir farklılığın diğerlerinin görünümünün ve işleyişinin bir parçası olma rolünü oynadığı düşünüldüğünde birindeki değişim diğerlerinin tümünü etkiler. Sonuç olarak bu öğelerin farklı gelişim mecraları sadece birbirlerini besleyecek biçimde kesişmez, aynı zamanda birbirlerini zayıflatır, birbirlerine engel olur, bu olmadığında da birbirilerine müdahale eder ve süreç içinde birbirlerini dönüştürürler. Çelişki, bu değişimin ve etkileşimin bugüne ve geleceğe ilişkin görünümlerini tek bir başlık altında incelemenin en verimli aracını sunar. Gelecek, bugündeki birbirine karşıt eğilimlerin etkileşiminin mümkün ve muhtemel sonuçları, yani bu etkileşimin gerçek potansiyeli olmak bakımından bugünle aynı başlık altına girer. Marx'ın kapitalist üretim biçiminin organik ve tarihsel yönelimleri, bu yönelimlerin birbirini nasıl etkilediği ve bunların feodalizmdeki nüve halinden bizim ufkumuzun ötesindeki noktaya doğru birlikte nasıl geliştiği hakkında düşünürken durağanlıktan ve tek yönlülükten kaçınmasını sağlayan nosyon her şeyden önce çelişkidir.

Ortak duyusal kanaat, çelişkiyi şeylerin kendisine değil, şeyler hakkındaki fikirlere ilişkin bir şey olarak görür. Buna göre çelişki gerçek dünyada var olan bir ilişki değil önermeler arasındaki mantıksal ilişkiden ibarettir. (Eğer X'i iddia ediyorsam aynı anda X'in değilini iddia edemem.) Bu ortak duyusal görüş, daha önce de gördüğümüz gibi, birbirinden ayrı ve bağımsız parçalara bölünmüş bir gerçeklik anlayışına dayanır. “Bir kütle diğer bir kütle ona çarptığında hareket eder” düşüncesidir bu.

Herhangi bir alanda diyalektiği benimsememiş düşünürler, sürekli olarak bir “dış kışkırtıcının”, yani incelenen sorunun dışından gelen veya ortaya çıkan her neyse onun nedenini oluştuğu düşünülen bir şeyin veya bir kimsenin izini sürerlerken, diyalektik düşünceye sahip olanlar herhangi bir değişimin arkasında onun içinde bulunduğu sistemin veya sistemlerin iç çelişkilerini ararlar. Diğer bir ifadeyle kapitalizmin kaderini onun kendi içindeki sorunlar belirler. Bu sorunlar, kapitalizmin ne olduğunun, onun nasıl işlediğinin içsel tezahürleri ve çoğunlukla da onun bizzat kendi başarılarının bir parçasıdır ve bu başarılar büyüyüp yayıldıkça sorunlar da ağırlaşır. Örneğin kapitalizmin üretimi artırmadaki olağanüstü başarısı ile işçilerin bu ürünleri satın alma gücünün gitgide azalması birbiriyle çelişki içindedir. Kapitalist bölüşüm ilişkileri düşünüldüğünde işçilerin bizzat kendi ürettiklerinin toplamı içinden satın alabildikleri pay gitgide azalır (burada çelişki oluşturan şey satın alabilecekleri şeylerin gerçek miktarı değil toplam üretimden satın alabilecekleri paydır) ki bu da kapitalizmin aşırı üretim/yetersiz tüketim şeklinde ifade edilen dönemsel krizlerini doğurur. Marx’a göre çelişki, organik ve gelişen bir sistemin içindeki süreç olma özelliği taşıyan şeylerin içinde var olur. Yani çelişki bu süreçlerin içinden onların bizzat bir özelliği olarak ortaya çıkar (yani çelişki “süreçlere içkindir”) ve sistemin mevcut durumunun bir ifadesidir. (Marx, 1973, 137)

Şeyleri birer ilişki olarak kavramayan, diyalektiği benimsememiş düşünürler çelişkinin farklı taraflarına aynı anda odaklanmakta büyük zorluk çekerler. Sonuçta da çelişkinin bu farklı tarafları ancak sırayla, birbirinden kopuk incelenir ve bu yapılırken de her zaman bir tarafa diğerinden daha fazla ağırlık verilir ve bunların karşılıklı etkileşimi hatalı bir şekilde nedensellik olarak alınır. Marx, ekonomi politikçileri sık sık “çelişkileri korkuyla defetmekle (exorcise)” eleştirir (Marx, 1968, 519). Bu ekonomi politikçiler kapitalist üretim ilişkileriyle kapitalist bölüşüm ilişkilerini birbirinden ayrı görmek suretiyle çelişkileri gözden kaçırırlar. Burjuva ideolojisi mesaisinin büyük bir bölümünü çelişkileri yadsımaya, gizlemeye ve bunu yapamadığı durumlarda da çarpıtmaya harcar. Fakat kasıtlı bir umursamazlık veya sınıfsal çıkara dayalı siyaset bu pratiklerin ancak küçük bir bölümünü açıklayabilir. Ortak duyusal bir bakış açısı üzerinden ilerleyen diyalektiği benimsememiş düşünürler gerçek çelişkileri ancak bir farklılık, paradoks, karşıtlık, gerilim, gerginlik, dengesizlik, bozukluk, uyumsuzluk veya eğer bu çelişkiler açık bir sürtüşme şeklinde ortaya çıkmışsa çatışma olarak kavrarlar. Diyalektik bir çelişki nosyonuna sahip olmayanlar süreçlerin iç içe geçmişliğini nadiren idrak ederler, idrak etseler bile bu iç içe geçmişliği yeterli düzeyde anlayamazlar ve bu süreçler birbirlerine bağımlı bir şekilde nüve hallerinden bugüne, bugünden yarına evrilirken ortaya çıkan kuvvetleri asla öngöremezler. Öte yandan Marx içinse kapitalist çelişkilerin nasıl baş gösterdiğinin izini sürmek aynı zamanda yaklaşan rahatsızlıkların ve yaklaşan çatışmaların temel nedenlerini keşfetmenin bir yoludur.

Marx, özdeşlik/farklılık, karşıtlıkların iç içe geçmişliği, nitelik/nicelik ve çelişki üzerine yaptığı akıl yürütmelerde ulaştığı sonuçlara dayanarak -ki bu akıl yürütme bütünden başlar parçaya doğru ilerler ve bütün parçaları karşılıklı bağımlılık ilişkisi içindeki süreçler olarak kavrar- aslında kapitalist toplumun işleyişini yeniden inşa eder. Gerçekliği bu şekilde düzene sokmakla Marx kapitalizmin organik ve tarihsel hareketlerine ve bu hareketler arasındaki bağlantılara vakıf olur. Bu yeniden inşanın hala geliştirilmeye muhtaç ürünleri Marksizm olarak bildiğimiz yasalar ve teoriler toplamıdır.

5

Marx’ın diyalektik olmadan kendi kapitalizm anlayışına erişmesinin ve bu yöntemi sağlam bir şekilde kavramaksızın bu anlayışı daha da geliştirmesinin imkânsız olduğu apaçık ortadadır. Bu bakımdan, diyalektiği kullanırken sık sık yapılan bazı ortak hatalar ve çarpıtmalara karşı bir ikazda bulunmadan diyalektiği herhangi bir şekilde ele almaya çalışmak eksik bir çaba olarak kalacaktır. Örneğin, diyalektiği benimsememiş düşünürler genelde ağaçlara bakarken ormanı gözden kaçırırlarken, diyalektik düşünürler de çoğunlukla tam tersini yapar yani bütün hakkında genellemelere ulaşmak uğruna parçaları, detayları önemsemezler veya görmezden gelirler. Hâlbuki kapitalist sistemi kavramak için onun özgül parçalarını karşılıklı bağlantıları içinde incelemek zorunludur. Diyalektik düşünürlerde bir de sonuca çabucak ulaşma, henüz nüve halindeki bir gelişmeye bakarak onun tamamlanmış biçimine ilişkin aceleci fikirler geliştirme eğilimi söz konusudur. Bu da daha çok herhangi bir toplumsal sorunun bileşenlerini oluşturan hem zaman hem de mekân bağlamındaki karmaşık dolayımlara yeterli özenin gösterilmemesinden kaynaklanır.

Bir de bununla ilişkili olacak biçimde değişimin hızını abartma ve buna koşut olarak değişimi sekteye uğratabilecek şeyleri azımsama eğilimi söz konudur. Böyle olunca da kapitalist gerçekliğin yüzeyindeki göreli küçük çatlakları, yaklaşan depremin habercisi olan kırılmalar olarak görmek gibi bir hataya kolayca düşülür. Bir yanda diyalektiği benimsememiş düşünürler, değişimle ilgilenmedikleri ve ona dair bir beklenti içinde olmadıkları için, daha doğrusu dünyanın o anki durumuna ilişkin kavrayışlarında değişimi hesaba katmadıkları için, büyük çaplı bir değişim ortaya çıktığında insanların afallamasına sebep olurlarken, diyalektik düşünürler tam tersi sebeplerden ötürü beklenen alt üst oluş geciktikçe insanları şaşkınlığa düşürmekten geri kalmazlar. Yani diyalektik düşüncede gerçeklik değişimi kavramak adına düzene sokulurken göreli istikrar faktörü genelde gereken düzeyde hesaba katılmaz. İşte tüm bunlar diyalektik yöntemin bizzat güçlü yönlerine içkin zayıflıklarıdır. Bu zayıflıklar kolay bir yol olarak görüldüğünden ve hızlı çıkarımlara ulaşmayı sağladıklarından hep cazip gelmiştir fakat bu kolaycılıktan dikkatli bir şekilde korunmak gerekir.

Şimdiye kadar söylediklerimiz hiçbir şekilde Marx’ın yönteminin ampirik yanını inkar ettiğimiz anlamına gelmiyor. Marx kapitalizmin işleyişine yönelik analizini sözcüklerin anlamlarından veya teorilerin gereklerinden çıkarsamaz; aksine her iyi sosyal bilimci gibi o da ne olup bittiğini keşfetmek için somut araştırmalar yapar ve bu araştırmalarda yaşadığı dönemde erişebileceği halihazırdaki her türlü materyali ve kaynağı kullanmaya çalışır. Zaten mevcut tek diyalektik düşünürün Marx olduğunu söylüyor da değiliz. Bilindiği gibi Marx diyalektik düşüncesindeki pek çok öğeyi, antik Yunana kadar uzanan gerçekliği incelemeye yönelik özgül bir düşünce ve yaklaşım biçimi geliştiren ve bu yaklaşımı sistemleştiren Hegel’den devralmıştır ve yine bugün Alfred North Whitehead ve F. H. Bradley gibi Marksist olmayan ama kendilerine özgü bir diyalektik yaklaşım geliştiren düşünürlere rastlamak mümkündür. Ağır bir ideolojik içeriğe sahip olmasına rağmen, ortak duyu bile “her şerde bir hayır vardır” veya “damlaya damlaya göl olur” gibi atasözleriyle de örneklenebileceği gibi (2), diyalektik unsurlardan bütünüyle yoksun değildir.

Diyalektiğin kimi öğelerini yapısal işlevselcilik, sistem teorisi ve etnometodoloji gibi sosyal bilimlerdeki diğer yaklaşımlarda da bulmak mümkündür ki bu yaklaşımlarda değer arz eden bir şey varsa o da çoğunlukla bu diyalektik öğelerdir.

Marx’ın diyalektik yöntemini farklı kılan şey ise Marx'ın bu yöntemi sistemli bir şekilde işlemesi, kapitalist toplumu (diyalektiğin gerektirdiği gibi onun kökenlerini ve muhtemel akıbetini) incelemekte kullanması, yine diyalektiğin gerektirdiği gibi (hala tamamlanmayı bekleyen Marksist teorilerde ortaya atıldığı şekliyle) birleşik bir bilgi kuramına dayanması, ideoloji üzerine söylediklerimizde ifade ettiğimiz gibi diyalektik olmayan yaklaşımları sürekli eleştirmesi ve belki de hepsinden daha çarpıcısı bizzat diyalektiğin kendisinin de özünde taşıdığı gibi bilgiyle eylem arasındaki zorunlu bağlantıyı vurgulamasıdır.

Bu son noktayla ilgili Marx, diyalektiğin “özünde eleştirel ve devrimci” olduğunu söyler (Marx 1958,20). Diyalektik devrimci bir yöntemdir çünkü bugünü, toplumumuzun içinden geçtiği bir uğrak olarak görmemize yardımcı olur, çünkü toplumun nereden gelip nereye gittiğini, toplumun ne olduğunun bir parçası olarak ele almaya bizi zorlar ve herkesin ve her şeyin birbiriyle bağlantılı olduğu bir sürecin hem özneleri hem de kurbanları olarak bu süreci etkileme gücüne sahip olduğumuzu fark etmemizi sağlar. Diyalektik her şeyin değiştiği gibi basit bir gerçeği sürekli vurgularken geleceği seçenekli olarak algılamamızı mümkün kılar ve seçemeyeceğimiz tek şeyin içinde bulunduğumuz mevcut durum olduğunu gösterir. Yaşamın herhangi bir alanında mevcut durumu korumaya yönelik bütün çabalar hüsranla sonuçlanmaya mahkûmdur. Dolapta uzun süre tutulan meyve er geç çürüyecektir; duygular ve insanlar da öyle. Bütün toplumlar da (ki burada çürüme yerine çözülme sözcüğü daha uygun olur) aynı akıbeti yaşayacaktır. Diyalektik bu noktada bizi hâlihazırda ne tür değişimlerin ortaya çıktığını, ileride ne tür değişimlerin ortaya çıkabileceğini sorgulamaya iter. Bertolt Brecht’in de belirttiği gibi diyalektik devrimcidir, çünkü bize etkin eylemi mümkün kılacak tarzda sorular sordurur (Brecht, 1968, 60).

Diyalektik aynı zamanda eleştireldir çünkü şu ana kadarki süreçte oynadığımız rolü eleştirmekte bize yardımcı olur. Marksist bir ifadeyle, sınıf mücadelesi sadece savunusu yapılacak ya da içinde yer alınması seçimimize bağlı olacak bir şey değildir. Bunlar çok yaygın yanlış burjuva kanaatleridir. Geniş tanımıyla işçiler ile kapitalistler arasındaki çelişkilerin toplamını ifade eden sınıf mücadelesi şu veya bu şekilde zaten içine dâhil olduğumuz ve çoğunlukla da yanlış tarafta dâhil olduğumuz bir şeydir. Sınıf mücadelesi ve bu mücadelede nerede durduğumuz hakkında aydınlandıktan sonra şimdiye kadar davrandığımız gibi davranmama kararı alırız (bu alınacak ilk karardır) ve daha sonra da bizzat kendi çıkarlarımıza daha iyi hizmet etmek için az veya çok neler yapılabileceği hakkında fikir yürütürüz. Sınıf mücadelesi söz konusu olduğunda seçimimize bağlı olan şey bu mücadelede ne tarafta yer alacağımız ve bu mücadeleyi nasıl yürüteceğimizdir. Toplumsal olarak koşullanmış rollerimize ve bugünümüze şekil veren zorunlu sınırlara ve olasılıklara yönelik diyalektik bir kavrayış bize bilinçli ve akılcı tercihler yapma fırsatını verir. Yani zorunluluğun bilgisidir gerçek özgürlüğün kapılarını açan.

Notlar

1. Ollman, burada olduğu gibi, zaman zaman "İlişki" sözcüğünü büyük harfle başlatıyor. Bu kullanımla "ilişki" kavramına daha tümel, kapsayıcı bir anlam yüklemiş oluyor, -çev.

2. Burada Ollman kimi diyalektik unsurların halk dilinde de mevcut olduğunu gösterebilmek amacıyla Anglosakson dünyasına ait ve Türkçe'ye çevrildiğinde herhangi bir anlam ifade etmeyen iki deyişi örnek olarak gösteriyordu. Bu deyişlerden birincisi zıtların iç içe geçmişliği. İkincisi ise niceliksel değişimin belirli bir noktadan sonra niteliksel değişime dönüştüğü nosyonlarını işlenmemiş biçimleriyle içeriyordu. Anglosakson dünyasına ait bu deyişler yerine ayni nosyonları içeren kültürümüze ait bu atasözlerini kullanmayı uygun buldum, -çev.

Kaynak: Bertell Ollman, “DİYALEKTİĞİN DANSI Marx’ın Yönteminde Adımlar” (Dance of the Dialectic: Steps in Marx’s Method), Çeviren: Cenk Saraçoğlu, Yordam Kitap Yay., 3. Baskı, Ekim 2011

23 Eylül 2024 Pazartesi

Politik Ekonominin Yöntemi | Karl Marx

Politik ekonominin bakış açısından belirli bir ülkeyi ele aldığımızda, önce o ülkenin nüfusuyla, sınıflara bölünüşüyle, şehirde, kırsal bölgede ve kıyılardaki konumuyla ve farklı üretim dallarındaki uğraşlarıyla yola koyuluruz; ardından o ülkenin ithalat ve ihracatını, yıllık üretim ve tüketimini, o ülkedeki meta fiyatlarını vb incelemeye geçeriz.

Gerçek ve somut olanla, fiili önkoşullarla, politik ekonomi açısından toplumun bütün üretici faaliyetinin temeli ve faili olan nüfusla yola çıkmak doğru yordammış gibi görünür. Ancak daha yakından bakıldığında bunun yanlış olduğu anlaşılır. Nüfus, onu meydana getiren sınıfları göz ardı edersek bir soyutlamadan ibarettir. Yine bu sınıfların, ücretli emek, sermaye vb gibi öğelerden hangileri üzerinde yükseldiklerini bilmediğimiz sürece onlar, boş sözcüklerden başka bir şey değildirler. Bu öğelere gelince, onlar mübadeleyi, işbölümünü, ücretleri vb ifade ederler. Mesela ücretli emek, değer, para, fiyat vb olmaksızın sermaye hiçbir şey ifade etmez. Dolayısıyla, nüfusla yola koyulursak, bütüne dair kaotik bir temsille (eine chaotische Vorstellung) yetinmek durumunda kalırız; daha isabetli çözümlemeler yoluyla kademeli olarak daha basit kavramlara (einf achere Begriffe) ulaşır, böylelikle en basit belirlenimlere ulaşana dek hayali bir somutluktansa, gitgide daha basit hale gelen soyutlamalarla yola koyulmaya başlarız. Bu noktaya ulaştıktan sonra ise, nüfus kavramına gelene dek dönüş yolculuğuna çıkarız; fakat bu kez tek bir bütünün (Ganzen) kaotik bir temsiline değil, çok sayıda belirlenim ve ilişkinin zengin bir bütünlüğüne (Totalität) ulaşmak üzere yola çıkarız. İlk yöntem, ekonominin geçmişte kendi başlangıcı olarak benimsediği yöntemdir. Mesela, 17. yüzyılın iktisatçıları daima nüfus, ulus, devlet ya da çeşitli devletler gibi yaşayan bir bütün (lebendigen Ganzen) ile yola çıkmışlardır; fakat sonunda analiz yoluyla aynı şekilde işbölümü, para, değer vb gibi belirli, soyut, genel ilişkileri bulup çıkarmışlardır. Bu tek tek momentler az çok sabitlendiğinde ve soyutlandığında emek, işbölümü, ihtiyaç ve mübadele değeri gibi basit kavramlardan yola çıkan ve devlet, uluslararası mübadele ve dünya pazarı gibi kavramlara ulaşan politik ekonominin sistemi ortaya çıktı. İkinci yöntemin bilimsel açıdan doğru yöntem olduğu apaçıktır. Somut olan, çok sayıda belirlenimin bir araya gelmesi/özeti (Zusammenfassung), eş deyişle çeşitliliğin birliği (Einheit des Mannigfaltigen) olduğu için somuttur. Bu yüzden, gerçek bir başlangıç noktası ve dolayısıyla görünün ve temsilin (Anschauung und Vorstellung) başlangıç noktası da olmasına rağmen, düşüncede bir başlangıç noktası olarak değil, bir araya gelme süreci (Prozeβ der Zusammenfassung) ve sonuç olarak görünür. İlk yöntemle birlikte tüm temsil, soyut belirlenimde buharlaşır (verflüchtigt); ikinci yöntemle ise soyut belirlenimler, düşünce yoluyla somutun yeniden üretilmesini sağlarlar. Bu sebeple Hegel, gerçeği, kendisini kendisinde [düzenleyip geliştirerek] bir araya getiren/yineleyen (zusammenfassenden), kendi içinde derinleşen ve kendi kendisini devindiren düşüncenin bir sonucu olarak kavrama yanılsamasına düşmüştür; oysa soyut olandan somuta doğru yükselme yöntemi, düşünce için yalnızca, somut olanı elde etmenin, onu tinsel bir somut (ein geistig Konkretes) olarak yeniden üretmenin bir yoludur. Ne var ki somutun kendisinin oluşum süreci hiçbir suretle bu değildir. Sözgelimi en basit ekonomik kategori, diyelim ki mübadele değeri, belirli koşullar altında üretim yapan bir nüfusu varsayar; ayrıca belirli türde bir ailenin -ya da topluluğun- ya da devletin varlığını vs varsayar. Hâlihazırda verili somut, yaşayan bir bütünün soyut, tek yanlı bir ilişkisi olarak var olmanın dışında başka hiçbir varoluşa sahip olamaz. Buna karşılık mübadele değeri, bir kategori olarak tufandan önceki devirlere ait bir varoluşa işaret eder. Bu yüzden, kavramsal düşünceyi gerçek insan, kavranan dünyayı ise böyle tek bir gerçeklik olarak düşünen bir bilinç -felsefi bilinç böyle belirlenir- için kategorilerin devinimi, sonucu dünya olan -ne yazık ki itkinin yalnızca dışarıdan geldiği- gerçek üretim edimi olacaktır; somut bütünlük (konkrete Totalität) düşünce-bütünlüğü (Gedanken-totalität), bir düşünce-somutu (Gedanken-konkretum) gerçekten de düşünmenin ve kavramsallaştırmanın bir ürünü olduğu kadarıyla -ki, yeniden bir totoloji olur ne yazık ki- doğrudur bu; fakat hiçbir suretle görünün (Anschauung) ve temsilin ( Vorstellung) dışında ya da üzerinde düşünen ve kendi kendini doğuran kavramın ürünü olarak değil, görünün ve temsilin kavramda işlenmesinin ürünü olarak. Kafada düşünce-bütünü (Gedanken-ganzes) olarak beliren bütün (Ganze); sanatsal, dinsel ya da pratik-tinsel yollardan farklı bir yoldan, ona mümkün tek bir yoldan dünyayı kendine mal eden düşünen bir kafanın ürünüdür. Gerçek (reale) özne, kafanın dışında kendi bağımsızlığında var olmayı daha önce olduğu gibi sürdürür; yani kafanın tutumu salt spekülatif, salt teorik kaldığı sürece. Dolayısıyla, teorik yöntemde de, öznenin, toplumun, ön-varsayım olarak akılda tutulması gerekir.

Fakat bu basit kategorilerin, daha somut olanları önceleyen bağımsız bir tarihsel ya da doğal varoluşu yok mudur? Ça dépend [Duruma göre değişir] . Örneğin Hegel, haklı olarak Hukuk Felsefesi'ni, öznenin en basit hukuki ilişkisi olarak sahiplik ile başlatır. Gelgelelim, sahiplik, çok daha somut ilişkiler olan aile ya da efendilik-uşaklık ilişkilerinden önce var olmaz. Bununla birlikte, yalnızca sahip olan fakat mülkiyeti olmayan ailelerin ya da kabile topluluklarının var olduğunu söylemek doğrudur. O halde, mülkiyetle ilişkide daha basit kategori, basit ailelerin ya da kabile topluluklarının ilişkisi olarak görünür. Daha yüksek toplumda ise, gelişmiş bir örgütlenmenin daha basit bir ilişkisi olarak belirir. Fakat sahipliğin ilişkisi olduğu somut dayanak (Substrat) daima varsayılır. Tek bir vahşinin bir şeylere sahip olduğu hayal edilebilir. Fakat o zaman da, sahiplik hukuki bir ilişki değildir. Sahipliğin tarihsel olarak aileye doğru geliştiği doğru değildir. Aksine, o daima bu "daha somut hukuki kategori"yi varsayar. Ancak şu da söylenebilir ki, basit kategoriler, daha azgelişmiş somutun, daha somut kategoriyle tinsel anlamda ifade edilen daha çok-yanlı bağıntıları ve ilişkileri [ortaya] koymaksızın (gesetz) kendini gerçekleştirmiş olabileceği ilişkilerin ifadesidir; daha gelişmiş somut ise, aynı kategoriyi tabi bir ilişki olarak muhafaza eder. Para, sermaye ortaya çıkmadan, bankalar ortaya çıkmadan, ücretli emek vb ortaya çıkmadan önce var olabilir ve tarihsel olarak var olmuştur da. Dolayısıyla, bu taraftan [bakıldığında], daha basit kategorinin daha azgelişmiş bir bütünün egemen (herrschenden) ilişkilerini ya da daha gelişmiş bir bütünün -ki bu bütün, daha somut bir kategoride ifade edilen istikamette gelişmezden önce, tarihsel bir varoluşu olan- tabi ilişkilerini ifade edeceği söylenebilir. Bu noktada, en basitten karmaşığa doğru yükselen soyut düşünmenin yolu, gerçek tarihsel sürece karşılık gelir.

Diğer yandan, kooperatifçilik, gelişmiş işbölümü vb gibi en ileri ekonomik biçimleri içerisinde barındırmakla birlikte herhangi bir paranın bulunmadığı, örneğin Peru gibi, çok gelişmiş fakat tarihsel olarak olgunlaşmamış toplum biçimlerinin var olduğu ifade edilebilir. Slav komünlerinde (Gemeinwesen) de, para ve paranın varlığını borçlu olduğu mübadele komünün kendi içinde hiçbir biçimde görülmez ya da önemsizdir; yalnızca sınırlarda, başkalarıyla alışverişte bir rolü vardır. Mübadeleyi, komünal topluluğun orta yerine, asıl kurucu öğe olarak koymak genel anlamda yanlıştır. Daha ziyade mübadele, başlangıçta aynı topluluğun üyeleri arasındaki ilişkilere kıyasla farklı topluluklar arasındaki karşılıklı ilişkilerde görülür. Dahası, her ne kadar para en eski çağlardan beri her yerde boy göstermiş olsa da, antikçağda yalnızca tekyönlü olarak gelişmiş ülkelerde, sözgelimi sadece ticaret yapan ülkelerde baskın öğe olmuştur. Hatta modern burjuva toplumunun önkoşulunu meydana getiren paranın ileri gelişim düzeyine, Yunan ve Roma gibi antik dönemin en gelişmiş uygarlıklarında, sadece çöküş dönemlerinde ulaşılmıştır. O halde bu oldukça basit kategori, geçmişte kendi zirvesine ancak toplumun en gelişmiş aşamasında erişmiştir. Daha sonrasında bile bütün ekonomik ilişkilere nüfuz edememiştir. Mesela Romanın en ileri gelişim düzeyinde bile ayni vergi ve ayni ödemeler temelde durmaktadır. Gerçek şu ki, para sistemi orduda gelişim göstermiştir ve asla bütün emek sistemine hâkim olamamıştır. Bu sebeple, her ne kadar basit bir kategori daha somut olandan tarihsel olarak önce gelebilirse de, para kendi içsel ve dışsal gelişimine yalnızca karmaşık bir toplumsal biçim içerisinde kavuşabilir; oysa daha somut olan kategori gelişimini daha azgelişmiş bir toplum biçiminde tamamlamıştır.

Emek oldukça basit bir kategoridir. Bu anlamıyla genel olarak emek fikri, oldukça eski bir fikirdir. Yine de politik ekonomi tarafından sırf bu şekilde tanımlanan "emek”, bu basit soyutlamayı meydana getiren koşullar kadar modern bir kategoridir. Mesela parasal sistem, zenginliği kendisine dışsal bir şey olarak tamamen nesnel bir şekilde ve para biçiminde tanımlar. Bu bakış açısıyla kıyaslanınca, endüstriyel ya da ticari sistemin, zenginliğin kaynağını nesnede değil de kişilerin faaliyetinde, yani ticari ve endüstriyel emekte görmesi, ileri doğru atılmış muazzam bir adımdı. Ancak sözü edilen bu adım bile yalnızca para üretme faaliyeti içerisinde düşünülmüştü. Fizyokratların sistemi ise belirli bir emek biçimini, yani tarımı, zenginliğin kaynağı olarak ve zenginliğin kendisini para kisvesi altında değil, tersine genel anlamdaki bir ürün şeklinde, emeğin genel neticesi olarak gördükleri için daha ileri bir gelişime işaret eder. Fakat faaliyetin sınırlamalarıyla ilgili olarak bu ürün yine de doğal bir üründür. Tarım üretkendir, toprak tam anlamıyla üretimin kaynağıdır. Öte yandan Adam Smith’in attığı şahane adım, zenginlik üreten faaliyetleri belirlemeye ve zenginliği endüstriyel, ticari ya da zirai açıdan değil, genel anlamdaki emek olarak tanımlamaya dayanıyordu. Zenginlik üretme faaliyetinin evrensel karakterinin yanı sıra şimdi elimizde zenginlik olarak tanımlanan nesnenin, yani genel anlamdaki ürünün, genel anlamdaki emeğin, fakat geçip gitmiş olan ve nesnelleşmiş emeğin evrensel karakteri var. Bu geçişin ne kadar zor ve büyük bir geçiş olduğu, Adam Smith’in zaman zaman fizyokratların sistemine geri düşmesiyle de görülebilir. Şimdi, hangi toplum biçimi içerisinde olursa olsun, bu durum yalnızca, çok eskiden beri insanların karşılıklı üreticileri olduğu basit bir ilişkinin soyut ifadesini bulmak anlamına geliyormuş gibi görünebilir. Bu bir anlamda doğrudur, diğer anlamda ise değildir.

Emeğin özel türlerine yönelik kayıtsızlık, somut emeğin hiçbiri diğerine baskın gelmeyen farklı türlerinin yüksek düzeyde gelişmiş bir bütününün varoluşuna işaret eder. Dolayısıyla en genel soyutlamalar, yalnızca en ileri düzeyde somut gelişmenin olduğu, tek bir özelliğin diğerleri tarafından da paylaşıldığı ve hepsi için müşterek olduğu yerde yaygın bir şekilde vücut bulur. O halde bu özellik artık tek bir özel biçim içerisinde düşünülebilir değildir. Diğer taraftan emeğe ilişkin bu soyutlama, farklı emek türlerinin somut bir toplamının yalnızca bir sonucudur. Emeğin özel türlerine yönelik kayıtsızlık, bireylerin kendi paylarına düşme ihtimali bulunan özel iş türünü onlar için zorunlu kılmayan, bir iş türünden diğerine kolaylıkla geçmelerini sağlayan toplum biçimine karşılık gelir. Burada emek yalnızca kategorik açıdan değil, gerçekte de genel olarak zenginlik yaratmanın bir aracına dönüşmüş ve artık tek bir özel bireye ilişik olmaktan çıkmıştır. Bu durum en ileri düzeyini en modern burjuva toplumunda, Amerika Birleşik Devletleri'nde bulur. Modern ekonominin başlangıç noktası olan "emek”, "genel anlamda emek", "başlı başına emek" (sans phrase) gibi soyut kategoriler yalnızca burada pratik olarak gerçekleşir. O halde modern Politik Ekonominin kendi başlangıç noktası olarak belirlediği, antikçağa kadar uzanan ve bütün toplum biçimlerinde mevcut bir ilişkiyi ifade eden en basit soyutlama, yalnızca en modern toplumun bir kategorisi olan bu soyutlama içerisinde tamamen gerçekleşmiş olarak görünür. Denebilir ki, Amerika Birleşik Devletleri'nde tarihin bir ürünü olarak ortaya çıkan şey -yani emeğin özel türlerine yönelik kayıtsızlık-, örneğin Ruslar arasında kendiliğinden doğal bir eğilim olarak belirir. Barbarların, her şey gibi kendilerini de işe koşmalarını sağlayan doğal bir yatkınlığa sahip olup olmadıkları ya da uygar insanların kendilerini her şeye uyarlayıp uyarlayamayacağı gibi dünyadaki bütün farklılıkları yaratan şey budur. Üstelik Rusların işin türüne yönelik bu kayıtsızlıklarının yanı sıra, onlar gerçekten de dışsal etkiler tarafından engellenene dek oldukça sınırlı bir işin tekdüzeliğine saplanıp kalan kendi geleneksel pratikleriyle de uyum içindedirler.

Emeğe ilişkin bu örnek, bütün dönemler için geçerli olmalarına karşın en soyut kategorilerin bile -sırf soyut karakterlerinden ötürü- gerçek bir soyutlama olarak ortaya çıkmalarının tarihsel koşulların ürünü olduğunu ve tam anlamıyla geçerliliklerini yalnızca bu koşullar altında geçerliyken kazandıklarını çarpıcı bir biçimde gösterir.

Burjuva toplumu tarihsel açıdan en gelişmiş ve en çok farklılaşmış üretim örgütlenmesidir. Bu toplumun koşullarının ifade edilmesi ve bizzat onun örgütlenişinin kavranması, -vaktiyle sadece bir işaret olan şey şimdi tamamen ifade edilir olduğundan- yıkıntıları ve kurucu öğeleri burjuva toplumuna hayat veren ve hala bazı aşılmaz kalıntıları bu topluma sirayet eden geçmişteki bütün toplum biçimleri için geçerli üretim örgütlenmesinin ve üretim ilişkilerinin de derinlemesine kavranmasını sağlar. İnsan anatomisi, maymun anatomisi için kilit bir önem taşır. Ancak daha alt türlerde gelişmiş hayvanlara dair bulunan işaretler, şayet gelişmiş olan hayvan hâlihazırda biliniyorsa anlaşılabilir. Burjuva ekonomisi antikçağ ekonomisi vb için bir anahtar rolü oynar. Ne var ki bu durum, bütün tarihsel farklılıkları ortadan kaldıran ve bütün toplum biçimlerinde burjuva toplum biçimini gören iktisatçıların yöntemleriyle ilgili olarak hiçbir suretle doğru değildir. Haracın, ondalığın vb'nin doğası, toprak rantının doğası bilindikten sonra anlaşılabilir. Ancak bunların özdeş olduğu düşünülmemelidir.

Üstelik burjuva toplumu yalnızca birbiriyle çatışma içindeki öğelerin gelişiminden doğan bir biçim olduğu için, daha önceki toplum biçimlerine ait kimi ilişkiler, her ne kadar zayıflamış bir halde kamusal mülkiyet durumundaki gibi daha önceki özelliklerin parodisi niteliğinde olsa da, çoğunlukla bu toplum biçiminde bulunacaktır. Dolayısıyla, burjuva ekonomisine ait kategorilerin diğer bütün toplum biçimleri için geçerli şeyleri içinde barındırdığı söylenebilir olsa da, bu ifade şüpheyle karşılanmalıdır (cum grano salis). Bu kategoriler, söz konusu biçimleri gelişmiş, zayıflamış ya da karikatürize edilmiş biçimlerde içerebilir, ancak bu biçimler özünde daima farklıdırlar. Buna ilişkin son çözümlemeye göre, tarihsel ilerleme denen şey oldukça nadir görüldüğü ve yalnızca belirli koşullar altında kendi eleştirisini yapabildiği için, söz konusu ilerleme kendinden öncekileri tam da kendisine zemin hazırlayan öncüller olarak hesaba katan ve onları daima tek bir bakış açısından algılayan nihai biçimi ifade eder. Kuşkusuz burada kendilerini bir çürüme dönemi olarak gören tarihsel dönemlerden söz etmiyoruz. Hıristiyan dini, belirli bir noktaya dek, tabiri caizse potansiyel olarak (dynamei) kendi eleştirisini yapabilmek için hazır hale gelir gelmez, eski dönemlerin mitolojilerine dair nesnel bir bakışa erişmemiz için bize yardım edebilir hale gelmiştir. Aynı şekilde burjuva politik ekonomisi de, burjuva toplumunun özeleştirisini başlattığı anda feodal toplumları, antik toplumları ve doğu toplumlarını ilk kez anlamaya başlamıştır. Burjuva politik ekonomisi burjuva sistemini tamamen geçmişle özdeşleştirme mitine kapılmadığı oranda, burjuva sisteminin savaşmak zorunda kaldığı feodal sisteme yönelttiği eleştiri, Hıristiyanlığın paganizme ya da Protestanlığın Katolikliğe yönelttiği eleştirilere benzer.

Bütün tarihsel ve sosyal bilimlerde olduğu gibi, ekonomik kategorilerin incelenmesinde de, öznenin, yani buradaki örneğimiz olan modern burjuva toplumunun gerçeklikte olduğu kadar zihnimizde de verili olduğunu ve bu yüzden kategorilerin yalnızca varlık biçimleri, varoluş ifadeleri ve çoğunlukla da bu belirli toplumun, yani öznenin tek-boyutlu görünüşleri olduğunu ve bilhassa da bu sebeple bir bilim olarak Politik Ekonominin kökeninin hiçbir şekilde kendisine atfedilen anda başlamadığını akılda tutmak gerekir. Bu, bilimin alt dallarına dair doğrudan ve önemli bir bağlantıya sahip olduğu için kesinlikle akılda tutulmalıdır.

Örneğin, tüm üretimin ve varoluşun kaynağı olan toprağa ve az ya da çok yerleşik bütün toplulukların ilk üretim biçimi olan tarıma derinlemesine bağlı olduğu için toprak rantıyla ya da toprak mülkiyetiyle yola çıkmaktan daha doğal bir şey yokmuş gibi görünür. Ancak bundan daha yanlış bir şey olamaz. Bütün toplum biçimlerinde, diğer üretim tarzlarına baskın çıkan ve bu yüzden sahip olduğu koşullar geri kalanların hepsinin kademesini ve nüfuzunu belirleyen bir üretim tarzı vardır.

İşte bu üretim tarzı, diğer bütün renklere bürünebilen evrensel ışıktır; renkler onun özgüllüğü aracılığıyla başkalaşırlar. Bu tarz, kendi içinde ortaya çıkan her şeyin özgül ağırlığını belirleyen özel etere benzer.

Hayvancılık yapan toplumları ele alalım (yalnızca avcılık ve balıkçılık yapan kabileler ise, şimdiye dek gerçekleşen hakiki gelişmenin başladığı noktada değildirler). Bu toplumlar, belirli bir tarım faaliyetiyle düzensiz bir şekilde ilgilenirler. Toprak mülkiyetinin doğası bu suretle belirlenir. Toprak ortak mülkiyettir ve söz konusu toplumlar kendi geleneklerini devam ettirdikleri ölçüde bu biçimi az çok muhafaza ederler; örneğin Slavlarda toprak mülkiyetinin durumu budur. Antik ve feodal toplumlardaki gibi tarımın hâkim üretim tarzı olduğu, hatta imalat tarzının ve ona ait örgütlenmelerin, kendilerine özgü mülkiyet biçiminin yanı sıra hâkim toprak mülkiyeti sisteminin ayırt edici özelliklerine de az çok sahip olduğu yerleşik nüfusla tarım yapan toplumlarda ise -ki bu yerleşik olma hali büyük bir ilerleme meydana getirir-, toplum ya antik Roma'daki gibi bütünüyle toprağa bağlıdır ya da ortaçağdaki gibi kırsalda hâkim olan biçim ve örgütlenmeleri kentsel ilişkiler içinde taklit eder. Hatta ortaçağda sırf paraya dayalı sermaye haricindeki sermaye, toprak mülkiyetinin niteliklerine geleneksel iş aletleri biçiminde sahiptir.

Burjuva toplumunda ise tam tersi doğrudur. Tarım giderek sanayinin bir koluna dönüşür ve tamamen sermayenin hâkimiyeti altına girer. Aynı şey toprak rantı için de geçerlidir. Toprak mülkiyetinin hâkim biçim olduğu bütün toplum biçimlerinde, doğal öğelerin etkisi en baskın etkidir. Sermayenin hâkim olduğu toplum biçimlerinde ise, baskın öğe, toplum tarafından tarihsel olarak yaratılmış olan öğedir. Toprak rantı sermayesiz anlaşılamaz, oysa sermaye toprak rantı olmadan da anlaşılabilir. Burjuva toplumunda her şeye hâkim olan ekonomik güç sermayedir. O halde, varış noktasının yanı sıra başlangıç noktasını da oluşturması ve toprak mülkiyetinden önce açıklanması gerekir. Birbirlerinden bağımsız olarak ele alındıktan sonra, aralarındaki karşılıklı ilişki çözümlenmelidir.

O halde, ekonomik kategorileri tarihin seyrindeki belirleyici etkenler şeklinde birbiri ardına dizmek saçma ve yanlıştır. Onların sıra düzeni daha çok, modern burjuva toplumunda birbirleriyle kurdukları ilişkiler tarafından belirlenir ve bu düzen, onların doğal düzeni ya da tarihsel gelişimlerinin düzeni gibi görünen şeyin tam tersidir. Burada ele aldığımız şey, farklı toplum biçimlerinin tarihsel dizisinde, ekonomik ilişkilerin işgal etiği yer değildir. Öte yandan, tarihsel sürecin yalnızca müphem bir kavramı olan "idedeki" (Proudhon) sıra düzenleriyle de hiç mi hiç ilgilenmiyoruz. Ele aldığımız şey, ekonomik ilişkilerin modern burjuva toplumu içerisindeki organik bağlantılarıdır.

Fenikeliler ve Kartacalılar gibi antikçağın ticaret yapan uluslarını ayırt edici kılan belirleyici sınır çizgisi (soyut kesinlik), gerçek hâkimiyetin tarıma bağlı olmasından kaynaklanır. Bu soyutlamaya göre sermaye, ticari sermaye ya da paraya dayalı sermaye olarak, toplumun hâkim öğesini meydana getirmediği yerde ortaya çıkar. Lombardiyalılar ve Yahudiler de ortaçağın tarım toplumlarıyla aynı konumda yer alırlar.

Aynı kategorinin toplumun farklı aşamalarında farklı roller oynadığına ilişkin bir başka örnek olarak şunu gösterebiliriz: Burjuva toplumunun en son biçimlerinden birisi olan anonim şirketler, başlangıçta büyük imtiyazlara sahip tekelci ticaret şirketleri biçiminde ortaya çıkarlar.

17. yüzyıl iktisatçılarının zihninde belli belirsiz bir şekilde meydan gelen ve 18. yüzyıl iktisatçılarını kısmen avutmaya devam eden ulusal zenginlik kavramına göre zenginlik, yalnızca devlet için üretilir ve devletin gücü bu zenginlikle orantılıdır. Bu kavram, zenginliğin kendisini ve üretimini modern devletlerin amacı ve modern devletleri de yalnızca zenginlik üretmenin araçları olarak ilan etmenin bilinçdışı ve samimiyetten uzak bir yoluydu.

İncelemenin düzeni açıkça şu şekilde olmalıdır: İlkin, yalnızca yukarıda ifade edilen anlamda bütün toplum biçimlerine az çok uygulanabilir olan genel ve soyut tanımlar; ikinci olarak, burjuva toplumunun iç örgütlenmesini meydana getiren ve başlıca sınıfların zeminlerini oluşturan kategoriler: Sermaye, ücretli-emek, toprak mülkiyeti, bunlar arasındaki karşılıklı ilişkiler, şehir ve kır, üç büyük toplumsal sınıf, onlar arasındaki mübadele, dolaşım, (özel) kredi; üçüncüsü, kendisiyle ilişki içinde düşünüldüğünde burjuva toplumunun devlet biçimindeki örgütlenmesi, "üretici olmayan" sınıflar, vergiler, kamu borçları, kamu kredileri, nüfus, sömürgeler, göç; dördüncü olarak, uluslararası üretimin örgütlenmesi, uluslararası işbölümü, uluslararası mübadele, ithalat ve ihracat, döviz kuru; beşinci olarak da dünya piyasası ve kriz.

[Toplumbilim İçin Materyalist Kılavuz]

Mahmut Boyuneğmez Giriş Maddenin organizasyon düzeyleri ya da gelişim evreleri bulunmaktadır. Bunlara biz temel gerçeklik katmanları diyo...