Marksist Araştırmalar [MAR] | Komünizm: Tarihin Çözülen Bilmecesi

23 Ekim 2025 Perşembe

Osmanlı Düzeni: Feodal mi, ATÜT mü, Haraççı mı?

1. Feodalizm ve Osmanlı Düzeni

Feodalizm, Marksist teoride, üretim ilişkilerinin toprak mülkiyetine dayalı olduğu, köylülerin toprağa bağlı olarak feodal beyler (aristokrasi) için çalıştığı ve artı-ürünün (üretim fazlasının) bu beyler tarafından alındığı bir üretim tarzıdır. Batı Avrupa’da feodalizm, serfler (toprağa bağlı köylüler) ve toprak ağalarının (lordlar) egemen olduğu bir sistem olarak 9.-15. yüzyıllarda gelişmiştir. Osmanlı düzeninde ise bazı feodal özellikler bulunsa da sistem Batı’daki feodalizmden önemli ölçüde farklıdır:

  • Tımar Sistemi: Osmanlı’da temel üretim birimi, devletin askerlere veya idari yöneticilere (tımarlı sipahilere) hizmet karşılığı tahsis ettiği topraklardı. Tımarlı sipahi, köylülerden vergi (öşür) toplar, ancak bu toprakların mülkiyeti devlete aitti. Bu, Batı’daki gibi özel mülkiyete dayalı bir feodal aristokrasinin oluşmasını engelledi.
  • Merkeziyetçilik: Osmanlı’da tüm güç padişahta toplanıyordu. Toprakların mülkiyeti devlete ait olduğu için, tımarlı sipahiler veya ayanlar (taşradaki yerel liderler) Batı’daki feodal lordlar gibi bağımsız bir güç oluşturamıyordu. Bu, “yönetmenlik devletçiliği” olarak adlandırılan bir sistemdi; devlet, üretimi düzenler ve artı-ürüne (üretim fazlasına) el koyardı.
  • Köylülük: Osmanlı köylüleri, Batı’daki serfler gibi toprağa tamamen bağlı değildi. Köylüler, tımarlı sipahilere vergi öderdi, ancak teorik olarak hareket özgürlüğüne sahipti. Ancak pratikte, ağır vergiler ve devlet kontrolü köylüleri bağımlı kılıyordu.

Marksist açıdan, Osmanlı düzeni feodal özellikler taşır (toprak temelli üretim, köylülerin artı-ürün üzerinden sömürülmesi), ancak Batı’daki feodalizmden farklı olarak, özel mülkiyetin sınırlı olması ve devletin artı-ürüne doğrudan el koyması, sistemi klasik feodalizmden ayırır. Örneğin, 16. yüzyılda Osmanlı’da devlet gelirlerinin %80’ı tarımsal vergilerden (öşür, cizye vd.) sağlanıyordu, bu da köylülüğün sömürüsüne dayalı bir altyapıyı (üretim ilişkilerini) gösterir.

2. Asya Tipi Üretim Tarzı (ATÜT) ve Haraççı Üretim Tarzı

Asya Tipi Üretim Tarzı (ATÜT), Marx’ın özellikle Asya toplumlarını (örneğin, Hindistan, Çin) analiz ederken kullandığı bir kavramdır. ATÜT, merkezi bir devletin üretimi düzenlediği, toprak mülkiyetinin devlete ait olduğu ve artı-ürünün haraç (vergi) yoluyla toplandığı bir sistemi tanımlar. Bu sistemde, bağımsız bir feodal aristokrasi yerine devlet, ekonomik ve siyasi gücü elinde tutar. Haraççı üretim tarzı, ATÜT ile benzerlik gösterir, ancak artı-ürünün haraç (doğrudan vergi) olarak alınmasına vurgu yapar.

Osmanlı düzeninin ATÜT veya haraççı üretim tarzına uygun yönleri şunlardır:

  • Devletin Toprak Mülkiyeti: Osmanlı’da toprakların büyük kısmı “miri arazi” (devlet arazisi) olarak devlete aitti. Tımarlı sipahiler, toprağın sahibi değil, sadece kullanım hakkına sahipti. Bu, ATÜT’ün temel bir özelliğidir.
  • Haraç ve Vergi: Köylülerden alınan öşür ve diğer vergiler, artı-ürünün devlet tarafından toplanmasını sağlıyordu. Bu, haraççı üretim tarzının bir göstergesidir.
  • Merkezi Devlet Kontrolü: Osmanlı’da ayanlar (yerel liderler) veya tımarlı sipahiler, Batı’daki feodal lordlar gibi özerk değildi. Devlet, taşradaki güçleri sıkı bir şekilde denetlerdi.

Yalçın Küçük, Türkiye Üzerine Tezler’de, Osmanlı düzenini “devşirme rejimi” olarak tanımlar ve ATÜT’ün bir varyantı olarak görür. Küçük’e göre, devşirme elitler (kapıkulu, ulema), artı-ürüne el koyarak bir “devlet sınıfı” oluşturmuş ve bağımsız bir burjuvazinin (ticaretle zenginleşen tüccarlar) veya feodal aristokrasinin gelişmesini engellemiştir. Bu, Osmanlı’yı klasik feodalizmden ayırır ve haraççı bir yapıya yaklaştırır.

Feroz Ahmad, Modern Türkiye’nin Oluşumu’nda, Osmanlı düzeninin feodal bazı özellikler taşıdığını, ancak merkezi devletin ekonomik kontrolünün, Batı’daki feodalizmden farklı bir yapı oluşturduğunu belirtir. Ahmad, tımar sisteminin, devletin askeri ve idari ihtiyaçlarını karşılamak için tasarlandığını ve köylülerin sömürüsüne dayandığını vurgular.

Marksist açıdan, Osmanlı düzeni, ATÜT’ün özelliklerini taşır, çünkü devlet, üretim ilişkilerini (altyapıyı) düzenler ve artı-ürüne haraç yoluyla el koyar. Ancak, tımar sisteminin köylülüğü sömürmesi ve taşradaki ayanların (yerel liderler) zamanla güç kazanması, feodal özelliktedir. Örneğin, 17. yüzyılda ayanların vergi toplama yetkisi, feodal özerkliğe benzer bir yapı oluşturmuştur, ancak bu özerklik devlet tarafından sınırlandırılmıştır.

3. Osmanlı Düzeninin Hibrit Yapısı

Osmanlı düzeni ne tam anlamıyla Batı feodalizmi ne de saf bir ATÜT/haraççı üretim tarzıdır; daha çok hibrit bir yapıdır. Bu hibrit yapının özellikleri:

  • Feodal Özellikler: Tımar sistemi, köylülerin artı-ürün üzerinden sömürülmesi ve taşradaki ayanların (yerel liderler) güç kazanması, feodalizme benzerdir.
  • ATÜT/Haraççı Özellikler: Devletin toprak mülkiyetine sahip olması, artı-ürünün haraç yoluyla toplanması ve merkezi otoritenin taşra üzerindeki denetimi, ATÜT’ü anımsatır.
  • Merkeziyetçi Devlet Sınıfı: Devşirme elitler (kapıkulu, ulema), Batı’daki feodal aristokrasi yerine bir “devlet sınıfı” oluşturmuş ve bağımsız sınıfların (burjuvazi veya feodal lordlar) gelişimini engellemiştir.

Marksist perspektifle Osmanlı düzeni, altyapıda (üretim ilişkileri) feodal ve haraççı unsurları birleştirirken, üstyapıda (devlet ve ideoloji) merkeziyetçi bir karakter sergiler. Örneğin, 17-19. yüzyılda devlet gelirlerinin yaklaşık %60’ı tarımsal vergilerden geliyordu, bu da haraççı bir yapıyı gösterir. Ancak, 17.-18. yüzyılda ayanların güç kazanması, feodal özerkliğe doğru bir kaymaya işaret eder.

4. Osmanlı Düzeninin Burjuva Devrimine Etkisi

Osmanlı’nın hibrit yapısı, burjuva devriminin (toplumun feodal-haraççı yapıdan kapitalist bir düzene geçiş süreci) özgün karakterini şekillendirmiştir:

  • Toplumsal Devrim (Üretim İlişkilerinin Dönüşümü): Osmanlı’da bağımsız bir burjuva sınıfının zayıflığı, toplumsal devrim’in devlet öncülüğünde ve yarı-sömürge koşullarda (Batı’ya ekonomik bağımlılık) gerçekleşmesine neden olmuştur. Gayrimüslim tüccarlar (Rum ve Ermeni burjuvazisi), 19. yüzyılda dış ticarette %60’lık bir paya sahipti ve Müslüman burjuvazi zayıf kalmıştır.
  • Siyasal Reformlar/Devrim (Devlet Yapısının Modernleşmesi): Merkeziyetçi yapı, Tanzimat ve sonrası reformların bürokrasi tarafından yönlendirilmesini sağlamıştır. Vaka-i Hayriye (1826) ile yeniçerilerin tasfiyesi, eski üstyapının yıkılması ve modern bir devlet aygıtının kurulması için bir dönüm noktası olmuştur.

Küçük, Osmanlı düzenini, ATÜT’ün bir varyantı olarak görür ve devşirme rejiminin, toplumsal devrim’i (kapitalist üretim ilişkilerine geçiş) engellediğini savunur. Tımar sisteminin çözülmesi ve ayanların güç kazanması, feodal-haraççı hibrit üretim tarzının çözülüşünün başlangıcıdır, ancak bu süreç devlet kontrolünde sınırlı kalmıştır.

Ahmad, Osmanlı düzeninin hibrit karakterinin, modernleşme sürecini bürokrasiye bağımlı kıldığını belirtir. Tımar sisteminin çöküşü, toplumsal devrim’in önünü açsa da bu süreç, Batı’daki gibi bir burjuva sınıfının değil, bürokratik bir elitin önderliğinde gerçekleşmiştir.

Osmanlı düzeni, feodalizm ve ATÜT’ün bir sentezi olarak analiz edilebilir. Tımar sisteminin çözülmesi (17.-18. yüzyıl), Celali İsyanları gibi köylü ayaklanmalarıyla hızlanmış, ancak bu, Batı’daki gibi bir burjuva devrimine değil, devlet öncülüğünde bir modernleşmeye yol açmıştır. Örneğin, 1838 Ticaret Anlaşması, Osmanlı’yı dünya kapitalist sistemine hammadde sağlayıcısı olarak entegre etmiş ve yerel sanayiyi %30 oranında zayıflatmıştır.

5. Feodalizm mi, ATÜT mü?

Osmanlı düzeni, klasik feodalizmden farklıdır, çünkü:

  • Toprak mülkiyeti devlete aitti, feodal lordlar gibi özerk bir aristokrasi yoktu.
  • Artı-ürün, haraç (vergi) yoluyla devlet tarafından toplanıyordu.
  • Merkeziyetçi devlet, taşradaki güçleri (ayanlar) sıkı bir şekilde denetliyordu.

Ancak, ATÜT de Osmanlı’yı tam olarak açıklamaz, çünkü:

  • Tımar sistemi, köylülerin sömürüsüne dayalıydı ve feodal bir karakter taşıyordu.
  • 17.-18. yüzyılda ayanların güç kazanması, feodal özerkliğe benzer bir yapı oluşturdu.

Bu nedenle, Osmanlı düzeni, feodal ve haraççı özelliklerin birleştiği hibrit bir üretim tarzı olarak tanımlanabilir.

Samir Amin, Osmanlı’yı “haraççı-feodal” bir sistem olarak tanımlar; bu, devletin haraç yoluyla artı-ürüne el koymasını ve feodal sömürü unsurlarını birleştirir.

Sonuç

Osmanlı düzeni ne tam anlamıyla Batı feodalizmi ne de saf bir ATÜT/haraççı üretim tarzıdır; her iki sistemin özelliklerini barındıran hibrit bir yapıdır. Tımar sistemi ve devletin merkezi kontrolü, ATÜT’ü andırırken, köylülerin sömürüsü ve ayanların güç kazanması feodal özellik içerir. Bu hibrit yapı, Türkiye’nin burjuva devrimini (Tanzimat’tan Tek Parti rejimine uzanan süreç) devlet öncülüğünde ve yarı-sömürge koşullarda şekillendirmiştir. Küçük, bu yapıyı “devşirme rejimi” olarak adlandırır ve toplumsal devrim’in (kapitalist üretim ilişkilerine geçiş) devlet sınıfı tarafından sınırlandırıldığını savunur. Ahmad, Osmanlı düzeninin hibrit karakterinin, modernleşmenin bürokrasi ve ordu tarafından yönlendirilmesine yol açtığını belirtir. Osmanlı’nın hibrit yapısı, siyasal reform/devrim’i (modern devlet inşası) hızlandırmış, ancak toplumsal devrim’i (kapitalist üretim ilişkilerine tam geçiş) sınırlamıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.

[MAR] YOUTUBE KANALI

LİDER

Karl Marx - Kapital

Kısa Sovyet Film ve Belgeseller [Türkçe]