1 Şubat 2025 Cumartesi

Nükleer enerjinin geleceği

Mahmut Boyuneğmez

Ortalama küresel sıcaklığın sanayi öncesi dönemi 1,5°C aşması durumunda, geri dönüşü olmayan, yıkıcı bir iklim değişikliği sürecinin başlama riski var. Böylelikle, ormanların çoğunu yok eden yangınların çoğalması, nehirlerin yok olması ve yeraltı su rezervlerinin tükenmesi, artan kuraklık ve toprakların çölleşmesi, kutuplardaki buzulların erimesi, yer değiştirmesi ve deniz seviyesinin yükselmesi, büyük şehirlerin (Hong Kong, Kalküta, Venedik, Amsterdam, Şangay, Londra, New York, Rio de Janeiro) sular altında kalması gerçekleşecek. Şimdiden iklim değişikliğinin yol açtığı kuraklık Afrika ve Asya'da milyonlarca insanı açlıkla tehdit ediyor, artan yaz sıcaklıkları gezegenimizin bazı bölgelerinde dayanılmaz seviyelere ulaşmış bulunuyor, ormanlar giderek uzayan yangın mevsimlerinde her yerde yanıp kavruluyor.

Peki iklim krizinin sorumlusu kim? Atmosferdeki karbondioksit yoğunluğu Sanayi Devrimi'nden sonra artmaya ve 1945'ten bu yana yaşam için tehlikeli olmaya başladı. Kısacası, kapitalizmin dizginsiz birikim ve kâr arayışı, insanlar ve diğer canlılarla birlikte yeryüzünün içinde bulunduğu iklim krizinin sorumlusu. Kapitalizm için gelecek yoktur, şimdi vardır. Kapitalizmle dünyamızın ve insanlığın bir geleceği de olmayacak. Kapitalistlerin ve kapitalist devletlerin “sürdürülebilir enerji”lerin geliştirilmesiyle ilgilenmeleri kâr elde etme amacı dışında bir saikle gerçekleşmiyor. Kömür, petrol ve gaza (fosil yakıtlara) olan bağımlılığı bırakamazlar. Bu nedenle iklimi düzeltmek için de sistemi değiştirmek gerekiyor.

2023 yılında dünya enerji tüketimi 183,23 terawatt-saat düzeyinde bulunuyor. Bunun güneş, rüzgâr ve diğer yenilenebilir kaynaklardan gelen kısmı 12,732 terawatt-saattir. Başka bir ifadeyle bu kaynaklardan karşılanan enerji tüketimi, toplam dünya enerji tüketiminin yüzde 6,95’i düzeyinde. Gelecekte birkaç katına çıkarılsa dahi, eşitliğin, özgürlüğün ve refahın olduğu komünist bir dünya toplumunda bu oranın dünya toplumunun enerji ihtiyacını karşılayamayacağı bugünden ön görülebiliyor.

Küresel enerji tüketimi

Öte yandan yeryüzünün atmosfer sıcaklığında sanayi devriminden günümüze yaklaşık 1,2 °C’lik bir artışın olduğu biliniyor. Başka bir ifadeyle, kritik eşiğin aşılmasına 0,3 °C’lik bir fark kalmış durumda. 2 milyar dolar büyüklüğünde olan ve toplam sera gazı emisyonlarının yaklaşık yüzde 8’ine karşılık gelen karbon piyasalarıyla küresel sıcaklık artışının önüne geçilmesi mümkün görünmüyor. Birleşmiş Milletlerce yapılan düzinelerce İklim Değişikliği COP Konferansının da süreci durdurmak için gerekli önlemleri almadığı açık. 13 Aralık 2023'te yayınlanan yıllık BM İklim Değişikliği Konferansı (COP28) nihai anlaşması, derin karbonsuzlaşmaya ulaşmaya yardımcı olmak için nükleer enerji de dahil olmak üzere düşük emisyonlu teknolojilerin konuşlandırılmasının hızlandırılması çağrısında bulunmuşsa da uygulamada gerçek bir ilerleme zor görünüyor. Kapitalist toplumsal ilişkiler ve temel düsturu kâr/artık-değer üretimi, insanlığın ve diğer canlıların sonunu getirebilecek bir konuda çözüm geliştirme kapasitesine sahip bulunmuyor. İklim krizinin çözümünün dünya kapitalist-emperyalist sisteminin uhdesinde olmayışı, kapitalist toplumsal ilişkilerin doğayla/yeryüzüyle ve dolayısıyla insan uygarlığının kazanımlarıyla çelişki içerisinde olduğunu gösteriyor. Ek olarak, bu toplumsal ilişkilerin tasfiyesi ile yeni bir dünyaya, yeni toplumsal ilişkilere geçişi müjdeliyor.

1850’den günümüze küresel ortalama sıcaklıktaki değişim, °C

Dünya atmosfer sıcaklığındaki artışın 1,5 °C ile sınırlandırılmasının iklim değişikliğinin yarattığı riskleri önemli ölçüde azaltacağı yönünde bilimsel görüş birliği var. Fakat enerji kaynaklı karbondioksit emisyonları 2000 yılından bu yana %40'tan fazla artış göstermiş olup, 2018 yılında 33,1 milyar tona ulaşmış durumda. Son yıllarda rüzgâr, güneş ve diğer yenilenebilir kaynaklardan üretilen elektrik miktarı artmış olsa da fosil yakıtlardan elde edilen elektrik miktarının oranı değişmemiş bulunuyor. Enerjiyle ilgili karbondioksit emisyonlarının yüzde 40’tan fazlası, elektrik üretimi sırasında oluşuyor.

Fosil ve fosil olmayan yakıtlardan elektrik üretimi 2000 ve 2017

Çernobil (1986) ve Fukuşima (2011) santrallerindeki kazalardan sonra gelişen bir önyargı var. Bu önyargının faydalı olduğu söylenemiyor. Nükleer santrallerin olası bir kaza sonucunda çevreye ve insanlara verebileceği zarar elbette önemsenmelidir. Fakat elektrik enerjisi üretiminde bu yola başvurulmasının getirdiği yararın büyüklüğü karşısında, kaza oluşma riskinin ve kaza olduğunda oluşacak çevre tahribatının ön alıcı olmaması gerekiyor. 1950’lerden günümüze kadar geçen 70 yıllık sürede faaliyet gösteren nükleer santrallerde sadece üç kaza kamuoyunu alarma geçiriyor: 1979 Üç Mil adası kazası, 1986 Çernobil felaketi ve 2011 Fukuşima nükleer felaketi. Bunlardan sadece Ukrayna'daki Çernobil nükleer santralinde meydana gelen kaza doğrudan ölümlere neden olmuş bulunuyor. Oysa dünya çapında her 5 ölümün 1'inden petrol ve kömür tüketimi sorumlu durumda. Sadece 2018 yılında fosil yakıtların küresel çapta 8,7 milyon insanın ölümüne neden olduğu biliniyor.

Nükleer enerji santralleri çalışırken sera gazı emisyonu üretmiyor ve yaşam döngüsü boyunca nükleer santraller, birim elektrik başına rüzgâr ile yaklaşık aynı miktarda karbondioksit eşdeğeri emisyon üretiyor. Güneş enerjisi ile karşılaştırıldığında ise birim elektrik başına emisyonun üçte biri düzeyinde bir emisyon oluşturuyor.

Farklı elektrik jeneratörleri için ortalama yaşam döngüsü boyunca üretilen karbondioksit eşdeğeri emisyonlar

Küresel sıcaklıklardaki ortalama artışı 1,5°C'nin altında tutmak için karbonsuzlaşmaya gidilmesi gerekiyor. Bu amaçla, nükleer enerji santrallerinin dünya enerji üretimindeki payının (2018 yılında dünya elektrik üretimindeki payı yüzde 10,2) arttırılması gerekiyor. Bu yapılmadan iklim değişikliğiyle mücadele imkânsız görünüyor. Fakat kapitalist devletlerin genel olarak bu yönde bir politikaya sahip olmadığı, fosil yakıtların tükenmesine kadar acelelerinin olmadığı gözleniyor. Çünkü bitene kadar fosil yakıtlar kapitalist ekonomilerin temel hammadde ve kâr kaynaklarından biri olmayı sürdürecek gibi duruyor.

Oysa nükleer santraller, fosil yakıt santrallerinin yerine yaygın olarak kullanılabilir ve sanılanın aksine bu santrallerin güvenliği yüksektir. Nükleer santrallerdeki soğutma kuleleri yalnızca su buharı yayar ve dolayısıyla atmosfere herhangi bir kirletici veya radyoaktif madde salmaz. Nükleer enerji üretimi sırasında ortaya çıkan nükleer atıkların ise %90 kadarı geri dönüştürülebiliyor. Günümüzde bile nükleer enerji kullanımının kabaca dünyadaki tüm arabaların üçte birini yollardan kaldırmaya eşdeğer şekilde emisyonları azalttığı bir gerçeklikken, gelecekte bu kullanımın artması insanlığın doğayla olan ilişkisindeki uyumsuzluğun ortadan kalkmasına yol açabilir görünüyor. Günümüzden bir örnek verelim: Dünyadaki en büyük nükleer enerji oranına sahip Fransa, elektriğinin %70'inden fazlasını faaliyetteki 56 nükleer reaktörden sağlıyor. Fransa’da elektrik sektörünün emisyonları Avrupa ortalamasının altıda biri düzeyinde bulunuyor.

Fransa elektrik üretimi 1974-2017

Günümüzde 32 ülkede 439 nükleer santral faaliyette ve yaklaşık 55 yeni reaktör inşa halinde. Gelecekte fosil yakıtlar bitince dünya toplumunun artan enerji ihtiyacının karşılanmasında, güneş, rüzgâr ve diğer yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanmaya ek olarak nükleer enerjiyi de artan oranda kullanmak dışında şimdilik alternatif bir yol bulunmuyor.

Üstelik “ekososyalist küçülme (degrowth) tezi”, komünizme içkindir. Bu tez üretim ve tüketimin önemli ölçüde azaltılmasını savunuyor. Fransızcadaki “la décroissance” ya da İtalyancadaki “la decrescita” sözcükleri, bir sel felaketinden sonra nehrin normal akışına dönmesini ifade ediyor. İşte burada olduğu gibi, “degrowth” (küçülme) kavramı da tarihsel akışta kapitalizm adındaki taşkınlıktan sonra normal bir debiye kavuşmayı anlatıyor. Komünizmde büyüme-karşıtı (anti-growth) ya da küçülme (degrowth) yanlısı bir üretim sistemi yerine, öncelikle kapitalizmin mirası olan toplumun gereksiz ve aşırı üretim-tüketim uzanımları budanacak, merkezi planlamayla kaynakların ve enerjinin kullanımında büyük tasarruflar sağlanacaktır. Örneğin bu çerçevede silah, moda ve reklam sektörü olmayacaktır. Yine örneğin özel otomobillerin kullanımı çok büyük oranda azalacak, toplu taşıma başat ulaşım tarzı haline gelecek, çok yönlü turizm ve zorunlu yük taşımacılığı için uçuşlar dışında uçak seferleri olmayacak, helikopterler yalnızca hava ambulansları ve yangın söndürme araçları olarak kullanılacaktır. Eğer o vakte kadar tükenip bitmemişse, fosil yakıtların kullanımında belirgin azalma ve güneş/rüzgâr/nükleer enerjinin kullanımında artışa gidilecektir.

Komünist dünya toplumunda ileri teknolojinin üretimde ve tüketimde kullanımından ise vazgeçilmeyecektir. Bir örnek vermek gerekirse bugün tekellerin egemenliğinde biyoteknolojinin insanlığın yararına değil zararına kullanılarak gerçekleştirilen GDO üretiminden, bu ürünleri yeryüzündeki bütün insanların ihtiyaçları için ve onlar yararına kullanmaktan vazgeçilemez. Robotlar ve yapay zekanın üretimde ve günlük yaşamda kullanımında da durum böyle olacaktır. Gelecekte bomba üretiminde değil, fakat insanlığın artan enerji ihtiyacını karşılamada nükleer enerjinin kullanımından sakınmamak gerekir. Üretimde artan nüfusla birlikte iktisadi büyüme gerçekleştirilirken, bunun insanlığın gelişimi ve doğayla uyum açısından bir sorun oluşturmaması öncelikli olmalıdır.

Yararlanılan kaynaklar:

1. https://artigercek.com/arti-yazi/ekososyalist-kuculme-uzerine-dokuz-tez-315983h

2.https://world-nuclear.org/nuclear-essentials/how-can-nuclear-combat-climate-change

3. https://ourworldindata.org/energy-production-consumption

4. https://degrowth.info/degrowth

5. https://earth.org/the-advantages-and-disadvantages-of-nuclear-energy/

[Toplumbilim İçin Materyalist Kılavuz]

Mahmut Boyuneğmez Giriş Maddenin organizasyon düzeyleri ya da gelişim evreleri bulunmaktadır. Bunlara biz temel gerçeklik katmanları diyo...