Mahmut Boyuneğmez
Ortalama
küresel sıcaklığın sanayi öncesi dönemi 1,5°C aşması durumunda, geri dönüşü
olmayan, yıkıcı bir iklim değişikliği sürecinin başlama riski var. Böylelikle,
ormanların çoğunu yok eden yangınların çoğalması, nehirlerin yok olması ve
yeraltı su rezervlerinin tükenmesi, artan kuraklık ve toprakların çölleşmesi,
kutuplardaki buzulların erimesi, yer değiştirmesi ve deniz seviyesinin
yükselmesi, büyük şehirlerin (Hong Kong, Kalküta, Venedik, Amsterdam, Şangay,
Londra, New York, Rio de Janeiro) sular altında kalması gerçekleşecek. Şimdiden
iklim değişikliğinin yol açtığı kuraklık Afrika ve Asya'da milyonlarca insanı
açlıkla tehdit ediyor, artan yaz sıcaklıkları gezegenimizin bazı bölgelerinde
dayanılmaz seviyelere ulaşmış bulunuyor, ormanlar giderek uzayan yangın
mevsimlerinde her yerde yanıp kavruluyor.
Peki
iklim krizinin sorumlusu kim? Atmosferdeki karbondioksit yoğunluğu Sanayi
Devrimi'nden sonra artmaya ve 1945'ten bu yana yaşam için tehlikeli olmaya başladı.
Kısacası, kapitalizmin dizginsiz birikim ve kâr arayışı, insanlar ve diğer
canlılarla birlikte yeryüzünün içinde bulunduğu iklim krizinin sorumlusu.
Kapitalizm için gelecek yoktur, şimdi vardır. Kapitalizmle dünyamızın ve
insanlığın bir geleceği de olmayacak. Kapitalistlerin ve kapitalist devletlerin
“sürdürülebilir enerji”lerin geliştirilmesiyle ilgilenmeleri kâr elde etme amacı
dışında bir saikle gerçekleşmiyor. Kömür, petrol ve gaza (fosil yakıtlara) olan
bağımlılığı bırakamazlar. Bu nedenle iklimi düzeltmek için de sistemi
değiştirmek gerekiyor.
2023 yılında dünya enerji tüketimi 183,23 terawatt-saat düzeyinde bulunuyor. Bunun güneş, rüzgâr ve diğer yenilenebilir kaynaklardan gelen kısmı 12,732 terawatt-saattir. Başka bir ifadeyle bu kaynaklardan karşılanan enerji tüketimi, toplam dünya enerji tüketiminin yüzde 6,95’i düzeyinde. Gelecekte birkaç katına çıkarılsa dahi, eşitliğin, özgürlüğün ve refahın olduğu komünist bir dünya toplumunda bu oranın dünya toplumunun enerji ihtiyacını karşılayamayacağı bugünden ön görülebiliyor.
Küresel enerji tüketimi
Öte
yandan yeryüzünün atmosfer sıcaklığında sanayi devriminden günümüze yaklaşık
1,2 °C’lik bir artışın olduğu biliniyor. Başka bir ifadeyle, kritik eşiğin
aşılmasına 0,3 °C’lik bir fark kalmış durumda. 2 milyar dolar büyüklüğünde olan
ve toplam sera gazı emisyonlarının yaklaşık yüzde 8’ine karşılık gelen karbon
piyasalarıyla küresel sıcaklık artışının önüne geçilmesi mümkün görünmüyor. Birleşmiş
Milletlerce yapılan düzinelerce İklim Değişikliği COP Konferansının da süreci
durdurmak için gerekli önlemleri almadığı açık. 13 Aralık 2023'te
yayınlanan yıllık BM İklim Değişikliği Konferansı (COP28) nihai anlaşması,
derin karbonsuzlaşmaya ulaşmaya yardımcı olmak için nükleer enerji de dahil
olmak üzere düşük emisyonlu teknolojilerin konuşlandırılmasının hızlandırılması
çağrısında bulunmuşsa da uygulamada gerçek bir ilerleme zor görünüyor. Kapitalist
toplumsal ilişkiler ve temel düsturu kâr/artık-değer üretimi, insanlığın ve
diğer canlıların sonunu getirebilecek bir konuda çözüm geliştirme kapasitesine
sahip bulunmuyor. İklim krizinin çözümünün dünya kapitalist-emperyalist
sisteminin uhdesinde olmayışı, kapitalist toplumsal ilişkilerin
doğayla/yeryüzüyle ve dolayısıyla insan uygarlığının kazanımlarıyla çelişki
içerisinde olduğunu gösteriyor. Ek olarak, bu toplumsal ilişkilerin tasfiyesi ile
yeni bir dünyaya, yeni toplumsal ilişkilere geçişi müjdeliyor.
1850’den günümüze küresel ortalama sıcaklıktaki değişim, °C
Dünya
atmosfer sıcaklığındaki artışın 1,5 °C ile sınırlandırılmasının iklim
değişikliğinin yarattığı riskleri önemli ölçüde azaltacağı yönünde bilimsel
görüş birliği var. Fakat enerji kaynaklı karbondioksit emisyonları 2000
yılından bu yana %40'tan fazla artış göstermiş olup, 2018 yılında 33,1 milyar
tona ulaşmış durumda. Son yıllarda rüzgâr, güneş ve diğer yenilenebilir
kaynaklardan üretilen elektrik miktarı artmış olsa da fosil yakıtlardan elde
edilen elektrik miktarının oranı değişmemiş bulunuyor. Enerjiyle ilgili
karbondioksit emisyonlarının yüzde 40’tan fazlası, elektrik üretimi sırasında
oluşuyor.
Fosil ve fosil olmayan yakıtlardan elektrik üretimi 2000 ve 2017
Çernobil
(1986) ve Fukuşima (2011) santrallerindeki kazalardan sonra gelişen bir önyargı
var. Bu önyargının faydalı olduğu söylenemiyor. Nükleer santrallerin olası bir
kaza sonucunda çevreye ve insanlara verebileceği zarar elbette önemsenmelidir.
Fakat elektrik enerjisi üretiminde bu yola başvurulmasının getirdiği yararın
büyüklüğü karşısında, kaza oluşma riskinin ve kaza olduğunda oluşacak çevre
tahribatının ön alıcı olmaması gerekiyor. 1950’lerden günümüze kadar geçen 70
yıllık sürede faaliyet gösteren nükleer santrallerde sadece üç kaza kamuoyunu
alarma geçiriyor: 1979 Üç Mil adası kazası, 1986 Çernobil felaketi ve 2011
Fukuşima nükleer felaketi. Bunlardan sadece Ukrayna'daki Çernobil nükleer
santralinde meydana gelen kaza doğrudan ölümlere neden olmuş bulunuyor. Oysa dünya
çapında her 5 ölümün 1'inden petrol ve kömür tüketimi sorumlu durumda. Sadece
2018 yılında fosil yakıtların küresel çapta 8,7 milyon insanın ölümüne neden olduğu
biliniyor.
Nükleer enerji santralleri çalışırken sera gazı emisyonu üretmiyor ve yaşam döngüsü boyunca nükleer santraller, birim elektrik başına rüzgâr ile yaklaşık aynı miktarda karbondioksit eşdeğeri emisyon üretiyor. Güneş enerjisi ile karşılaştırıldığında ise birim elektrik başına emisyonun üçte biri düzeyinde bir emisyon oluşturuyor.
Farklı elektrik jeneratörleri için ortalama yaşam döngüsü boyunca üretilen karbondioksit eşdeğeri emisyonlar
Küresel
sıcaklıklardaki ortalama artışı 1,5°C'nin altında tutmak için karbonsuzlaşmaya gidilmesi
gerekiyor. Bu amaçla, nükleer enerji santrallerinin dünya enerji üretimindeki
payının (2018 yılında dünya elektrik üretimindeki payı yüzde 10,2) arttırılması
gerekiyor. Bu yapılmadan iklim değişikliğiyle mücadele imkânsız görünüyor. Fakat
kapitalist devletlerin genel olarak bu yönde bir politikaya sahip olmadığı,
fosil yakıtların tükenmesine kadar acelelerinin olmadığı gözleniyor. Çünkü bitene
kadar fosil yakıtlar kapitalist ekonomilerin temel hammadde ve kâr kaynaklarından
biri olmayı sürdürecek gibi duruyor.
Oysa
nükleer santraller, fosil yakıt santrallerinin yerine yaygın olarak
kullanılabilir ve sanılanın aksine bu santrallerin güvenliği yüksektir. Nükleer
santrallerdeki soğutma kuleleri yalnızca su buharı yayar ve dolayısıyla
atmosfere herhangi bir kirletici veya radyoaktif madde salmaz. Nükleer enerji
üretimi sırasında ortaya çıkan nükleer atıkların ise %90 kadarı geri
dönüştürülebiliyor. Günümüzde bile nükleer enerji kullanımının kabaca dünyadaki
tüm arabaların üçte birini yollardan kaldırmaya eşdeğer şekilde emisyonları
azalttığı bir gerçeklikken, gelecekte bu kullanımın artması insanlığın doğayla
olan ilişkisindeki uyumsuzluğun ortadan kalkmasına yol açabilir görünüyor.
Günümüzden bir örnek verelim: Dünyadaki en büyük nükleer enerji oranına sahip Fransa,
elektriğinin %70'inden fazlasını faaliyetteki 56 nükleer reaktörden sağlıyor.
Fransa’da elektrik sektörünün emisyonları Avrupa ortalamasının altıda biri düzeyinde
bulunuyor.
Fransa elektrik üretimi 1974-2017
Günümüzde
32 ülkede 439 nükleer santral faaliyette ve yaklaşık 55 yeni reaktör inşa
halinde. Gelecekte fosil yakıtlar bitince dünya toplumunun artan enerji
ihtiyacının karşılanmasında, güneş, rüzgâr ve diğer yenilenebilir enerji
kaynaklarını kullanmaya ek olarak nükleer enerjiyi de artan oranda kullanmak dışında
şimdilik alternatif bir yol bulunmuyor.
Üstelik
“ekososyalist küçülme (degrowth) tezi”, komünizme içkindir. Bu tez üretim ve
tüketimin önemli ölçüde azaltılmasını savunuyor. Fransızcadaki “la
décroissance” ya da İtalyancadaki “la decrescita” sözcükleri, bir sel
felaketinden sonra nehrin normal akışına dönmesini ifade ediyor. İşte burada
olduğu gibi, “degrowth” (küçülme) kavramı da tarihsel akışta kapitalizm
adındaki taşkınlıktan sonra normal bir debiye kavuşmayı anlatıyor. Komünizmde büyüme-karşıtı
(anti-growth) ya da küçülme (degrowth) yanlısı bir üretim sistemi yerine,
öncelikle kapitalizmin mirası olan toplumun gereksiz ve aşırı üretim-tüketim
uzanımları budanacak, merkezi planlamayla kaynakların ve enerjinin kullanımında
büyük tasarruflar sağlanacaktır. Örneğin bu çerçevede silah, moda ve reklam
sektörü olmayacaktır. Yine örneğin özel otomobillerin kullanımı çok büyük
oranda azalacak, toplu taşıma başat ulaşım tarzı haline gelecek, çok yönlü turizm
ve zorunlu yük taşımacılığı için uçuşlar dışında uçak seferleri olmayacak,
helikopterler yalnızca hava ambulansları ve yangın söndürme araçları olarak
kullanılacaktır. Eğer o vakte kadar tükenip bitmemişse, fosil yakıtların
kullanımında belirgin azalma ve güneş/rüzgâr/nükleer enerjinin kullanımında
artışa gidilecektir.
Komünist
dünya toplumunda ileri teknolojinin üretimde ve tüketimde kullanımından ise
vazgeçilmeyecektir. Bir örnek vermek gerekirse bugün tekellerin egemenliğinde
biyoteknolojinin insanlığın yararına değil zararına kullanılarak
gerçekleştirilen GDO üretiminden, bu ürünleri yeryüzündeki bütün insanların
ihtiyaçları için ve onlar yararına kullanmaktan vazgeçilemez. Robotlar ve yapay
zekanın üretimde ve günlük yaşamda kullanımında da durum böyle olacaktır.
Gelecekte bomba üretiminde değil, fakat insanlığın artan enerji ihtiyacını
karşılamada nükleer enerjinin kullanımından sakınmamak gerekir. Üretimde artan
nüfusla birlikte iktisadi büyüme gerçekleştirilirken, bunun insanlığın gelişimi
ve doğayla uyum açısından bir sorun oluşturmaması öncelikli olmalıdır.
Yararlanılan kaynaklar:
1. https://artigercek.com/arti-yazi/ekososyalist-kuculme-uzerine-dokuz-tez-315983h
2.https://world-nuclear.org/nuclear-essentials/how-can-nuclear-combat-climate-change
3. https://ourworldindata.org/energy-production-consumption
4. https://degrowth.info/degrowth
5. https://earth.org/the-advantages-and-disadvantages-of-nuclear-energy/