YZ “GROK”
Klasik
faşizm, neo-faşizm, post-faşizm ve geç faşizm kavramlarını, ideolojik
unsurları, tarihsel bağlamları, sosyo-politik dinamikleri ve örnekleriyle
inceleyelim. Bu kavramların temsil ettikleri olgulara “faşizm” nitelemesi
atfedilebilir mi, görelim.
1.
Klasik Faşizm
Klasik
faşizm, 20. yüzyılın ilk yarısında, özellikle I. Dünya Savaşı sonrası Avrupa’da
ortaya çıkan milliyetçi bir siyasi ideoloji ve totaliter bir yönetim biçimidir.
Benito Mussolini’nin 1922’de İtalya’da kurduğu rejim, klasik faşizmin prototipi
olarak kabul edilirken, Nazizm faşist ideolojinin ırkçı bir varyantını temsil
eder. Faşizm, bireysel özgürlükleri bastırarak devleti ve ulusal kimliği
yüceltir, toplumsal düzeni sağlamak için şiddeti ve propagandayı meşru araçlar
olarak kullanır [1].
İdeolojik
ve Yapısal Özellikler:
- Totaliter
Devlet Anlayışı: Faşizm, devletin toplumun tüm yönlerini (ekonomi, eğitim,
kültür, din) kontrol ettiği bir sistemdir. Mussolini’nin “Her şey devlet
içinde, hiçbir şey devletin dışında” ifadesi, bu totaliter vizyonu
özetler. Toplum, organik bir bütün olarak görülür ve birey, yalnızca
devletin bir parçası olarak anlam kazanır [2].
- Karizmatik
Liderlik: Faşist rejimler, karizmatik bir lider etrafında şekillenir.
Lider, ulusun iradesini temsil eden bir figür olarak mitleştirilir.
Mussolini’nin “Duce” ve Hitler’in “Führer” unvanları, bu lider kültünün
sembolleridir [1].
- Ultranasyonalizm
ve Şovenizm: Faşizm, ulusal kimliği yüceltir ve diğer uluslara veya etnik
gruplara karşı üstünlük iddiasında bulunur. Nazi Almanyası’nda bu, Aryan
ırkının üstünlüğü ve antisemitizmle birleşirken, İtalyan faşizmi Roma
İmparatorluğu’nun yeniden canlandırılması gibi tarihsel bir mitolojiye
odaklanmıştır [3].
- Anti-Liberal
ve Anti-Sosyalist Tutum: Faşizm, liberal demokrasinin bireysel haklar ve
çoğulculuk ilkelerini reddeder. Aynı zamanda, komünizme ve sosyalizme
karşı sınıf mücadelesini bastırarak korporatist bir ekonomik model
benimser. Korporatizm, işçileri ve kapitalistleri devlet kontrolü altında
birleştirerek sınıf çatışmasını ortadan kaldırmayı amaçlar [2].
- Militarizm
ve Şiddet: Faşist rejimler, iç ve dış düşmanlara karşı şiddeti
meşrulaştırır. Paramiliter gruplar, örneğin İtalya’daki Kara Gömlekliler
(Squadristi) veya Almanya’daki Sturmabteilung (SA), rejimin gücünü
pekiştirir. Savaş, ulusal yeniden doğuşun bir aracı olarak görülür ve
“yeni bir insan” yaratma idealiyle yüceltilir [1].
Tarihsel
Bağlam: Klasik faşizm, I. Dünya Savaşı’nın yol açtığı ekonomik çöküntü,
toplumsal huzursuzluk ve Versailles Antlaşması’nın yarattığı hayal kırıklığı
gibi koşullarda güç kazanmıştır. İtalya’da Mussolini, 1919’da kurduğu “Fasci di
Combattimento” hareketiyle 1922’de Roma Yürüyüşü’nü düzenleyerek iktidarı ele
geçirmiştir [3]. Almanya’da ise Weimar Cumhuriyeti’nin istikrarsızlığı,
hiperenflasyon ve komünizm korkusu, Nazi Partisi’nin 1933’te iktidara gelmesini
kolaylaştırmıştır [1]. Japonya’daki militarist rejim, faşist ideolojinin
Asya’daki bir varyantı olarak değerlendirilebilir, ancak daha çok imparatorluk
ideolojisiyle şekillenmiştir [2].
Örnekler
ve Etkiler:
- İtalya:
Mussolini’nin rejimi, korporatist bir ekonomi, sendikaların devlet
kontrolüne alınması ve propaganda yoluyla toplumsal mobilizasyonla
karakterize edilmiştir. Rejim, özellikle 1930’larda Etiyopya işgali gibi
emperyalist politikalarla güç gösterisi yapmıştır. Ancak, Nazi Almanyası
kadar ırkçı bir politika izlememiş, 1938’e kadar Yahudi karşıtı yasalar
uygulamamıştır [3].
- Almanya:
Nazi rejimi, faşizmin en yıkıcı biçimi olarak, Holokost ve II. Dünya
Savaşı ile sonuçlanmıştır. Totaliter kontrol, Gestapo ve Schutzstaffel
(SS) gibi kurumlarla sağlanmış, propaganda makinesi ise Joseph Goebbels
tarafından yönetilmiştir [1].
- İspanya
ve Portekiz: Francisco Franco’nun İspanya’sı ve António de Oliveira
Salazar’ın Portekiz’i, faşizmin daha muhafazakâr ve dinî varyantlarıdır.
Bu rejimler, klasik faşizmin totaliter dinamiklerinden ziyade otoriter bir
muhafazakârlık sergilemiştir [2].
2.
Neo-Faşizm (Yeni-Faşizm)
Neo-faşizm,
II. Dünya Savaşı sonrası dönemde klasik faşizmin ideolojik unsurlarını modern
koşullara uyarlayarak yeniden canlandıran hareketleri ifade eder. Klasik
faşizmin yenilgisi ve totaliter rejimlerin kötü şöhreti nedeniyle, neo-faşist
hareketler açıkça totaliter söylemlerden kaçınarak daha örtük bir şekilde
milliyetçilik, popülizm ve anti-göçmen söylemleri benimser [4]. Neo-faşizm,
özellikle 1950’lerden itibaren Avrupa’da ve Latin Amerika’da ortaya çıkmıştır.
İdeolojik
ve Yapısal Özellikler:
- Uyarlanmış
Milliyetçilik: Neo-faşizm, klasik faşizmin agresif ırkçılığı yerine
“kültürel milliyetçilik” veya “etnik homojenlik” gibi söylemler kullanır.
Örneğin, Avrupa’daki neo-faşist hareketler, ulusal kimliği göçmen
karşıtlığı ve İslamofobiyle ilişkilendirir, “Avrupa’nın Hristiyan kimliği”
gibi temaları vurgular [5].
- Demokrasi
İçinde Faaliyet: Neo-faşist hareketler, açıkça anti-demokratik olmaktan
kaçınarak siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları veya kültürel
hareketler aracılığıyla faaliyet gösterir. Bu, onların demokratik
sistemler içinde meşruiyet kazanmasını sağlar [4].
- Anti-Göçmen
ve İslamofobik Söylem: Göçmenler, neo-faşist hareketlerin başlıca
hedefidir. Göçmenlerin ekonomik, kültürel ve güvenlik açısından tehdit
olarak sunulması, bu hareketlerin popülaritesini artırır [5].
- Popülizm
ve Anti-Elitizm: Neo-faşizm, küreselleşme, Avrupa Birliği, “liberal
elitler” ve çok uluslu şirketler karşıtlığı üzerine kurulu popülist bir
söylem benimser. Bu söylem, “halkın iradesi” ile “yozlaşmış elitler”
arasında bir karşıtlık yaratır [6].
- Nostalji
ve Tarihsel Revizyonizm: Neo-faşist hareketler, klasik faşizmin “altın
çağını” yüceltir ve tarihsel revizyonizmle faşist rejimlerin suçlarını
aklama çabası gösterebilir. Örneğin, Mussolini’nin İtalya’sının “düzeni
sağladığı” veya Nazi Almanyası’nın “ekonomik başarıları” gibi anlatılar
kullanılır [4].
Tarihsel
Bağlam: Neo-faşizm, II. Dünya Savaşı sonrası dönemde, faşist rejimlerin
yenilgisinden sonra ortaya çıkmıştır. Eski faşist kadrolar ve yeni nesiller,
ideolojiyi yeniden formüle ederek demokratik sistemlere sızmaya çalışmıştır.
İtalya’da Movimento Sociale Italiano (MSI), 1946’da kurulmuş ve Mussolini’nin
mirasını sürdürmüştür [4]. Fransa’da Jean-Marie Le Pen’in Front National
partisi, 1972’de kurularak 1980’lerde neo-faşist bir hareket olarak yükselişe
geçmiştir [5]. Latin Amerika’da, Arjantin’deki Peronizm’in bazı unsurları
neo-faşist eğilimlerle ilişkilendirilmiştir, özellikle Juan.Concurrent Perón’un
otoriter uygulamaları bağlamında [6].
Çağdaş
Örnekler:
- Avrupa:
Almanya’daki Alternative für Deutschland (AfD), İtalya’daki Lega (Matteo
Salvini liderliğinde), Avusturya’daki Özgürlük Partisi (FPÖ) ve
Macaristan’daki Jobbik, neo-faşist eğilimlerle ilişkilendirilir. Bu
partiler, göçmen karşıtlığı, AB karşıtlığı ve kültürel milliyetçilik
temalarıyla popülarite kazanmıştır [5].
- ABD:
Amerikan aşırı sağındaki bazı gruplar, özellikle 2010’larda yükselen
Alt-Right hareketi, neo-faşist ideolojinin modern bir uyarlaması olarak
değerlendirilir. Charlottesville’deki 2017 “Unite the Right” mitingi, bu
hareketin görünürlüğünü artırmıştır [6].
- Rusya
ve Doğu Avrupa: Rus milliyetçi hareketler ve bazı Doğu Avrupa
ülkelerindeki aşırı sağ gruplar, neo-faşist unsurlar taşır. Örneğin, Rus
İmparatorluk Hareketi (RIM) gibi gruplar, neo-faşist ideolojiyle
ilişkilendirilmiştir [5].
3.
Post-Faşizm
Post-faşizm,
neo-faşizmin daha sofistike ve demokratik görünümlü bir versiyonu olarak
tanımlanır. Klasik faşizmin ideolojik mirasını korurken, açıkça faşist
etiketlerden kaçınan ve modern demokratik normlarla uyumlu görünmeye çalışan
hareketleri ifade eder. Post-faşizm, özellikle 1990’lardan itibaren
küreselleşme, çok kültürlülük ve Avrupa entegrasyonuna tepki olarak güç
kazanmıştır [7].
İdeolojik
ve Yapısal Özellikler:
- Demokratik
Meşruiyet Arayışı: Post-faşist hareketler, demokratik kurumlara saygı
duyuyor gibi görünür, ancak bu kurumları kendi otoriter hedefleri için
manipüle edebilir. Seçimlere katılmak, parlamenter sistemi kullanmak ve
geniş koalisyonlar kurmak, post-faşizmin temel stratejilerindendir [7].
- Kültürel
Hegemonya: Post-faşizm, ideolojik üstünlüğü kültürel ve entelektüel
alanlarda kurmaya çalışır. Avrupa’daki “Yeni Sağ” (Nouvelle Droite)
hareketi, bu yaklaşımın öncüsüdür. Alain de Benoist gibi düşünürler,
faşist ideolojiyi daha entelektüel bir çerçeveye oturtarak “kültürel
farklılık” ve “etno-plüralizm” gibi kavramlar geliştirmiştir [9].
- Esnek
İdeoloji: Klasik faşizmin katı doktrinleri yerine, post-faşizm daha
pragmatik ve popülist bir yaklaşım benimser. Ekonomik politikalar yerine
kimlik politikalarına odaklanır ve geniş bir seçmen kitlesine hitap etmek
için söylemini yumuşatır [8].
- Küreselleşme
Karşıtlığı: Post-faşist hareketler, küreselleşme, çok kültürlülük ve
supranasyonal yapılar (örneğin, AB) karşıtlığı üzerine inşa edilir.
Yerelcilik, ulusal kimlik ve “geleneksel değerler” vurgusu, bu
hareketlerin çekirdeğidir [7].
- Popülist
Retorik: Post-faşizm, halkın “gerçek iradesini” temsil ettiğini iddia eder
ve elitlere, medyaya ve uluslararası kurumlara karşı halkçı bir söylem
geliştirir [8].
Tarihsel
Bağlam: Post-faşizm, Soğuk Savaş’ın sona ermesi, küreselleşmenin hızlanması ve
1990’larda Avrupa’da artan göç dalgalarıyla ortaya çıkmıştır. İtalya’da
Gianfranco Fini’nin liderliğindeki Alleanza Nazionale (AN), 1995’te MSI’nin
dönüşümüyle post-faşist bir parti haline gelmiş ve merkez sağa yaklaşmıştır
[4]. Fransa’da Marine Le Pen’in Rassemblement National partisi, babası
Jean-Marie Le Pen’in neo-faşist mirasından sıyrılarak post-faşist bir kimlik
benimsemiştir. Bu dönüşüm, partinin ır-dropping ırkçı ve antisemitik söylemleri
terk ederek “Fransız kimliği” ve “laiklik” gibi temalar etrafında yeniden
konumlanmasını sağlamıştır [7].
Çağdaş
Örnekler:
- İtalya:
Giorgia Meloni’nin Fratelli d’Italia partisi, post-faşist bir hareket
olarak değerlendirilir. Meloni, faşist geçmişiyle bağlarını yumuşatarak
geniş bir seçmen kitlesine hitap etmeyi başarmış ve 2022’de İtalya’nın
başbakanı olmuştur [7].
- Fransa:
Marine Le Pen’in Rassemblement National partisi, post-faşist bir dönüşüm
örneğidir. Parti, 2010’lardan itibaren ırkçı ve antisemitik söylemleri
terk ederek daha geniş bir kitleye ulaşmayı hedeflemiştir [8].
- Avusturya
ve Hollanda: Avusturya’daki Özgürlük Partisi (FPÖ) ve Hollanda’daki Geert
Wilders’in Özgürlük Partisi, post-faşist hareketlerin örnekleridir. Bu
partiler, İslam karşıtlığı ve ulusal kimlik vurgusuyla dikkat çeker [9].
4.
Geç Faşizm
Geç
faşizm, 21. yüzyılın otoriter popülist rejimlerini veya hareketlerini
tanımlamak için kullanılan yeni ve tartışmalı bir kavramdır. Klasik faşizmin
totaliter yapısından uzak, ancak otoriter, milliyetçi ve popülist unsurları
birleştiren bu rejimler, modern teknolojiler ve medya aracılığıyla toplumsal
kontrolü artırmaya odaklanır. Geç faşizm, hibrit rejimlerin (demokrasi ve
otoriterlik arasında) bir biçimi olarak analiz edilir [10].
İdeolojik
ve Yapısal Özellikler:
- Hibrit
Rejimler: Geç faşizm, demokratik kurumların varlığını sürdürdüğü, ancak bu
kurumların otoriter liderler tarafından manipüle edildiği rejimlerle
ilişkilendirilir. Seçimler düzenlenir, ancak adil ve özgür olmaktan
uzaktır. Yargı bağımsızlığı, medya özgürlüğü ve sivil toplum kısıtlanır
[11].
- Medya
ve Teknoloji Kullanımı: Sosyal medya, propaganda ve dezenformasyon, geç
faşist rejimlerin kitleleri mobilize etmek ve muhalefeti bastırmak için
kullandığı temel araçlardır. Algoritmik propaganda, trol orduları ve
devlet kontrollü medya, bu rejimlerin gücünü pekiştirir [10].
- Popülist
Otoriterlik: Geç faşizm, halkın “gerçek iradesini” temsil ettiğini iddia
eden karizmatik liderler etrafında şekillenir. Elitlere, medyaya ve
uluslararası kurumlara karşı halkçı bir söylem benimsenir. Bu söylem,
liderin otoritesini meşrulaştırır [11].
- Esnek
Milliyetçilik: Klasik faşizmin katı ırkçılığı yerine, kültürel, dini veya
medeniyetçi kimlikler vurgulanır. Örneğin, “Hristiyan Batı”, “İslam
karşıtlığı” veya “yerli değerler” gibi temalar öne çıkar [10].
- Yumuşak
Totaliterlik: Geç faşist rejimler, klasik faşizmin açıkça baskıcı
yöntemleri yerine daha örtük kontrol mekanizmaları kullanır. Örneğin,
muhalefet liderleri hapse atılmak yerine ekonomik veya hukuki baskılarla
susturulur [11].
Tarihsel
Bağlam: Geç faşizm, 2000’lerden itibaren, özellikle 2008 küresel ekonomik
krizi, mülteci krizleri ve küreselleşmeye karşı artan tepkilerle
ilişkilendirilmiştir. Macaristan’daki Viktor Orbán’ın Fidesz hükümeti,
Polonya’daki Hukuk ve Adalet Partisi (PiS), Türkiye’deki AKP hükümeti ve
Brezilya’daki Jair Bolsonaro rejimi, bazı akademisyenler tarafından geç faşist
eğilimlerle analiz edilmektedir. Bu rejimler, demokratik kurumları korurken
otoriter bir yönetim tarzı benimsemiştir [10].
Çağdaş
Örnekler:
- Macaristan:
Viktor Orbán’ın Fidesz hükümeti, medya kontrolü, yargı reformları ve sivil
toplum üzerindeki baskılarla geç faşist bir rejim olarak değerlendirilir.
Orbán’ın “illiberal demokrasi” kavramı, bu yaklaşımın ideolojik temelini
oluşturur [11].
- Polonya:
Hukuk ve Adalet Partisi (PiS), yargı bağımsızlığını zayıflatan reformlar
ve muhafazakâr-milliyetçi söylemleriyle geç faşist eğilimler taşır [10].
- Türkiye:
AKP hükümeti, özellikle 2016 darbe girişiminden sonra
otoriterleşmesi, medya kontrolü ve muhalefete yönelik baskılar nedeniyle
bazı analizlerde geç faşist bir rejim olarak incelenir [11].
- Hindistan:
Narendra Modi’nin Bharatiya Janata Partisi (BJP) hükümeti, Hindu
milliyetçiliği ve otoriter uygulamalarıyla geç faşist eğilimlerle
ilişkilendirilir [10].
Karşılaştırmalı
Analiz ve Sonuç
Klasik
faşizm, neo-faşizm, post-faşizm ve geç faşizm, tarihsel bağlamlarına ve
ideolojik uyarlamalarına göre farklılaşır:
- Klasik
faşizm, açıkça totaliter, militarist ve anti-demokratiktir; 20. yüzyılın
kriz koşullarında ortaya çıkmıştır [1].
- Neo-faşizm,
klasik faşizmin ideolojisini demokratik sistemlere uyarlayarak örtük bir
şekilde milliyetçilik ve popülizmle faaliyet gösterir [4].
- Post-faşizm,
neo-faşizmin daha sofistike ve meşruiyet arayan bir biçimidir; demokratik
normlarla uyumlu görünür, ancak otoriter hedefler taşır [7].
- Geç
faşizm, modern teknolojiler ve popülizmle otoriterliği yeniden tanımlar;
hibrit rejimlerde demokratik kurumları manipüle eder [10].
Bu
kavramlar, çağdaş siyaset biliminde aşırı sağın dönüşümünü anlamak için kritik
bir çerçeve sunar. Küreselleşme, göç ve ekonomik krizler gibi faktörler, bu
ideolojilerin yeniden canlanmasını tetiklemektedir. Gelecekte, bu hareketlerin
demokratik sistemler üzerindeki etkisi, siyaset biliminin temel tartışma
konularından biri olmaya devam edecektir.
Kaynakça
- Paxton,
R. O. (2004). The Anatomy of Fascism. New York: Knopf.
- Griffin,
R. (1991). The Nature of Fascism. London: Pinter.
- Eatwell,
R. (1996). Fascism: A History. London: Chatto & Windus.
- Mammone,
A. (2015). Transnational Neofascism in France and Italy. Cambridge:
Cambridge University Press.
- Ignazi,
P. (2003). Extreme Right Parties in Western Europe. Oxford: Oxford
University Press.
- Copsey,
N. (2018). Contemporary British Fascism: The British National Party and
the Quest for Legitimacy. London: Routledge.
- Tamir,
Y. (2019). Post-Fascism and the Transformation of the Radical Right.
Political Studies Review, 17(3), 223-235.
- Mudde,
C. (2019). The Far Right Today. Cambridge: Polity Press.
- Bar-On,
T. (2013). Rethinking the French New Right: Alternatives to Fascism.
London: Routledge.
- Traverso,
E. (2019). The New Faces of Fascism: Populism and the Far Right. London:
Verso.
- Finchelstein,
F. (2017). From Fascism to Populism in History. Oakland: University of
California Press.
Mahmut Boyuneğmez: Ben geç faşizm denilen rejimlerin
"faşizm" olmadığını, faşizmin totaliter karakterde olduğunu,
günümüzdeki neoliberal otoriter devlet ve demokrasilerin biçimsel demokratik
özellikler yanı sıra faşizan özellikler taşıdığını (örneğin baskının dozunda
artış, sansür, denetim gibi kontrol mekanizmalarının güçlenmesi, liderlik
kültü, gerici/milliyetçi/dinci ideolojilerin kullanımında yaygınlık, yürütmenin
yargı ve yasama karşısında belirleyiciliği, idaredeki merkezileşme vb.)
düşünüyorum. Neo-faşist olarak nitelenen siyasal hareketlerin faşist hareketler
olduğunu ve kapitalist demokrasiler tarafından kapsandığını ve bazı işlevlerle
donatıldığına inanıyorum. Günümüzün siyasal rejimlerine neoliberal otoriter
devlet ve kapitalist demokrasi mi denmeli, yoksa "faşizm" kavramı bu
rejimlere yakıştırılabilir mi?
YZ
GROK’un yanıtı: Sorunuz,
çağdaş siyasal rejimlerin doğasını ve “faşizm” kavramının bu rejimlere ne
ölçüde uygulanabilir olduğunu sorgulayan, siyaset bilimi ve ideoloji analizi
açısından oldukça derin bir tartışmayı gündeme getiriyor. Bu bağlamda,
görüşlerinizi dikkate alarak, klasik faşizm, neo-faşizm, post-faşizm, geç
faşizm ve neoliberal otoriter rejimler arasındaki ilişkiyi analiz edeceğim.
Ayrıca, “faşizm” teriminin günümüz rejimlerine uygulanabilirliğini
değerlendirirken, sizin belirttiğiniz neoliberal otoriter devlet ve kapitalist
demokrasi kavramlarını da ele alacağım. Metin, akademik bir çerçeve sunarak
görüşlerinizi destekleyen ve karşıt argümanları tartışan bir şekilde
yapılandırılmıştır; dipnotlar metin içinde belirtilmiş ve kaynakça metnin
sonunda listelenmiştir.
Günümüz
Siyasal Rejimlerinin “Faşizm” Kavramıyla İlişkisi: Neoliberal Otoriter Devlet,
Kapitalist Demokrasi ve Faşizan Özellikler
1.
Klasik Faşizmin Totaliter Karakteri ve Günümüz Rejimleriyle Karşılaştırılması
Klasik
faşizm, 20. yüzyılın ilk yarısında Benito Mussolini’nin İtalya’sı ve Adolf
Hitler’in Nazi Almanyası’nda somutlaşan, totaliter, militarist ve açıkça
anti-demokratik bir ideoloji ve rejim biçimi olarak tanımlanır. Robert O.
Paxton, faşizmi “devletin toplumun tüm yönlerini kontrol ettiği, bireysel
özgürlükleri bastıran ve ulusal kimliği yücelten bir sistem” olarak niteler
[1]. Totaliterlik, faşizmin ayırt edici özelliğidir: devlet, ekonomi, kültür,
eğitim ve hatta bireysel yaşamın özel alanlarını kapsayan mutlak bir kontrol
uygular. Mussolini’nin “Her şey devlet içinde, hiçbir şey devletin dışında”
ifadesi, bu totaliter vizyonu özetler [2].
Günümüz
rejimleri, sizin de belirttiğiniz gibi, biçimsel demokratik özellikler taşır
(örneğin, seçimler, parlamentolar, anayasal yapılar) ve klasik faşizmin
totaliter karakterinden büyük ölçüde uzak görünür. Ancak, bu rejimlerde
gözlemlenen bazı özellikler –baskının dozunda artış, sansür, denetim
mekanizmalarının güçlenmesi, liderlik kültü, gerici/milliyetçi/dinci
ideolojilerin yaygınlaşması, yürütmenin yargı ve yasama karşısında
belirleyiciliği, idaredeki merkezileşme– faşizmi anımsatan eğilimler olarak değerlendirilebilir.
Bu noktada, “faşizm” teriminin günümüz rejimlerine doğrudan uygulanabilirliği
tartışmalıdır, çünkü klasik faşizmin totaliter kapsamı, günümüzün hibrit
rejimlerinde (demokrasi ve otoriterlik arasında) tam anlamıyla mevcut değildir.
Bunun yerine, bu rejimler, faşizan özellikler taşıyan ancak neoliberal
kapitalizmin çerçevesinde işleyen otoriter yapılar olarak analiz edilebilir
[10].
Tartışma:
Klasik faşizmin totaliter karakteri, günümüz rejimlerinin çoğunda gözlemlenmez,
çünkü bu rejimler, biçimsel demokrasiyi korur ve toplumun tüm yönlerini kontrol
eden bir totaliterlik yerine seçici baskı mekanizmaları uygular. Örneğin,
Macaristan’da Viktor Orbán’ın “illiberal demokrasi”si, demokratik kurumları
manipüle eder, ancak açıkça totaliter bir rejim kurmaz [11]. Benzer şekilde,
Türkiye’de AKP hükümeti, seçimleri sürdürürken otoriter uygulamaları
yoğunlaştırmıştır, ancak klasik faşizmin ideolojik ve yapısal bütünlüğünden
yoksundur [10]. Bu nedenle, “faşizm” terimi yerine “neoliberal otoriter devlet”
veya “faşizan eğilimli kapitalist demokrasi” gibi kavramlar, bu rejimlerin
hibrit doğasını daha iyi açıklayabilir.
2.
Neo-Faşizm ve Kapitalist Demokrasilerdeki Rolü
Sizin
görüşünüzde, neo-faşist olarak nitelenen siyasal hareketlerin faşist hareketler
olduğu ve kapitalist demokrasiler tarafından kapsandığı, belirli işlevlerle
donatıldığı belirtiliyor. Neo-faşizm, II. Dünya Savaşı sonrası dönemde klasik
faşizmin ideolojik unsurlarını modern koşullara uyarlayan hareketleri ifade
eder. Bu hareketler, açıkça totaliter olmaktan kaçınarak demokratik sistemler
içinde faaliyet gösterir ve genellikle göçmen karşıtlığı, kültürel
milliyetçilik ve popülizm gibi temalar etrafında şekillenir [4].
Neo-Faşizmin
Kapitalist Demokrasilerdeki İşlevleri:
- Siyasal
Polarizasyon ve Kontrol: Neo-faşist hareketler, kapitalist demokrasilerde
toplumsal huzursuzluğu yönlendirmek ve sistemin meşruiyetini pekiştirmek
için kullanılabilir. Örneğin, Avrupa’daki aşırı sağ partiler (Almanya’daki
AfD, Fransa’daki Rassemblement National), göçmen karşıtlığı ve AB
karşıtlığı gibi söylemlerle kitleleri mobilize eder, ancak genellikle
sistemin temel ekonomik ve siyasi yapısına meydan okumaz [5]. Bu
hareketler, kapitalist demokrasilerin “kapsayıcı” doğası içinde bir
“muhalefet” rolü oynar, ancak sistemin sınırlarını zorlamaz.
- Neoliberal
Politikaların Meşrulaştırılması: Neo-faşist hareketler, neoliberal
politikaların yol açtığı ekonomik eşitsizlik ve toplumsal hoşnutsuzluğu,
“dış düşmanlar” (örneğin, göçmenler) veya “elitler” gibi hedeflere
yönelterek sistemin devamını sağlar. Bu, neoliberal otoriter rejimlerin
baskıcı politikalarını (örneğin, işçi haklarının kısıtlanması, sosyal
refahın azaltılması) meşrulaştırmasına yardımcı olur [8].
- İdeolojik
Dengeleyici: Neo-faşist hareketler, kapitalist demokrasilerde sol
hareketlerin yükselişini dengelemek için bir araç olarak işlev görebilir.
Soğuk Savaş döneminde, örneğin İtalya’da Movimento Sociale Italiano (MSI),
komünist hareketlere karşı bir karşı-ağırlık olarak desteklenmiştir [4].
Tartışma:
Neo-faşist hareketlerin kapitalist demokrasiler tarafından kapsandığı ve
işlevsel bir rol oynadığı argümanı, bu hareketlerin sistemle olan karmaşık
ilişkisini doğru bir şekilde yansıtır. Ancak, bu hareketlerin “faşist” olarak
nitelenmesi tartışmalıdır, çünkü klasik faşizmin totaliter ve anti-kapitalist
unsurları (örneğin, korporatist ekonomi) neo-faşist hareketlerde büyük ölçüde
yoktur. Bunun yerine, bu hareketler, neoliberal kapitalizmin çelişkilerini
(eşitsizlik, kültürel yozlaşma korkusu) sömürerek popülist bir söylem
geliştirir. Örneğin, Marine Le Pen’in Rassemblement National partisi,
neo-faşist bir mirastan gelir, ancak günümüzde post-faşist bir kimlik
benimseyerek kapitalist demokrasinin sınırları içinde faaliyet gösterir [7]. Bu
nedenle, neo-faşist hareketler, faşist ideolojinin tam bir yeniden canlanması
olmaktan ziyade, kapitalist demokrasilerin krizlerini yöneten bir unsur olarak
görülebilir.
3.
Geç Faşizm ve Neoliberal Otoriter Rejimlerin Faşizan Özellikleri
Sizin
görüşünüzde, “geç faşizm” olarak nitelenen rejimlerin faşizm olmadığı, ancak
neoliberal otoriter devletlerin ve kapitalist demokrasilerin faşizan özellikler
taşıdığı belirtiliyor. Geç faşizm, 21. yüzyılın otoriter popülist rejimlerini
tanımlamak için kullanılan bir kavramdır ve klasik faşizmin totaliter
yapısından uzak, ancak otoriter, milliyetçi ve popülist unsurları birleştiren
hibrit rejimlere işaret eder [10]. Enzo Traverso, geç faşizmi “popülizm ve
aşırı sağın yeni biçimleri” olarak tanımlar ve bu rejimlerin modern
teknolojilerle toplumsal kontrolü artırdığını vurgular [10].
Faşizan
Özellikler: Sizin belirttiğiniz gibi, neoliberal otoriter rejimlerde
gözlemlenen bazı özellikler, faşizmi anımsatır:
- Baskının
Dozunda Artış: Medya kontrolü, sansür ve muhalefete yönelik baskılar, bu
rejimlerin ortak özelliğidir. Örneğin, Türkiye’de 2016 darbe girişimi
sonrası medya kuruluşlarının kapatılması ve gazetecilerin hapsedilmesi, bu
eğilimi yansıtır [11].
- Denetim
ve Kontrol Mekanizmalarının Güçlenmesi: Sosyal medya izleme, veri toplama
ve gözetim teknolojileri, neoliberal otoriter rejimlerin toplumsal
kontrolünü artırır. Macaristan’da Fidesz hükümetinin sivil toplum
kuruluşlarını hedef alan yasaları, bu tür bir denetimi örneklendirir [10].
- Liderlik
Kültü: Karizmatik liderler, halkın “gerçek iradesini” temsil ettiği
iddiasıyla otoriter yönetimi meşrulaştırır. Viktor Orbán, Recep Tayyip
Erdoğan ve Narendra Modi gibi liderler, bu kültün çağdaş örnekleridir
[11].
- Geri/Milliyetçi/Dinci
İdeolojilerin Yaygınlaşması: Neoliberal otoriter rejimler, ulusal kimlik,
din veya geleneksel değerler etrafında popülist söylemler geliştirir.
Hindistan’da BJP’nin Hindu milliyetçiliği veya Polonya’da PiS’nin Katolik
muhafazakârlığı, bu eğilimi gösterir [10].
- Yürütmenin
Belirleyiciliği ve Merkezileşme: Yargı ve yasama organlarının yürütme
karşısında zayıflaması, idarenin merkezileşmesiyle birleşir. Örneğin,
Türkiye’de 2017 anayasa değişikliği, yürütmenin gücünü artırarak bu
eğilimi pekiştirmiştir [11].
Neoliberal
Otoriter Devlet ve Kapitalist Demokrasi Kavramları: Neoliberal otoriter devlet,
ekonomik alanda piyasa odaklı politikaları (özelleştirme, deregülasyon, esnek
emek piyasaları) benimserken, siyasi alanda otoriter yönetim tekniklerini
yoğunlaştıran bir rejim tipini ifade eder. Kapitalist demokrasi ise, biçimsel
demokratik kurumları korurken, ekonomik eşitsizlik ve sermayenin siyasi etkisi
nedeniyle demokratik katılımı sınırlayan bir sistemdir [8]. Bu rejimler, klasik
faşizmin totaliter yapısından farklıdır, çünkü:
- Ekonomik
Yapı: Klasik faşizm, korporatist bir ekonomi benimserken, neoliberal
otoriter rejimler piyasa ekonomisine bağlıdır. Örneğin, Orbán’ın
Macaristan’ı veya Erdoğan’ın Türkiye’si, neoliberal politikaları
sürdürürken otoriter yönetimi güçlendirir [10].
- Demokratik
Biçimsellik: Bu rejimler, seçimler ve anayasal yapılar gibi demokratik
kurumları korur, ancak bu kurumlar otoriter hedefler için manipüle edilir.
Klasik faşizm ise demokrasiyi tamamen reddeder [1].
- Toplumsal
Kontrol: Klasik faşizmin açıkça baskıcı yöntemleri (örneğin, toplama
kampları) yerine, neoliberal otoriter rejimler daha örtük kontrol
mekanizmaları (örneğin, medya manipülasyonu, ekonomik baskılar) kullanır
[11].
Tartışma:
Geç faşizm kavramı, neoliberal otoriter rejimlerin faşizan özelliklerini
açıklamak için kullanılabilir, ancak bu rejimlerin klasik faşizmle
özdeşleştirilmesi yanıltıcı olabilir. Federico Finchelstein, geç faşizmi
“popülizmin otoriter bir biçimi” olarak tanımlar ve klasik faşizmin
totaliterliğinden ziyade, demokratik kurumları manipüle eden bir hibrit rejim
olarak değerlendirir [11]. Bu nedenle, “neoliberal otoriter devlet” veya
“faşizan eğilimli kapitalist demokrasi” gibi kavramlar, bu rejimlerin hem
ekonomik hem de siyasi doğasını daha iyi yansıtır. Örneğin, Macaristan, Polonya
veya Türkiye gibi rejimler, faşist bir ideolojiye dayanmaktan ziyade,
neoliberal kapitalizmin krizlerini otoriter yöntemlerle yönetir. Bu
rejimlerdeki faşizan özellikler (liderlik kültü, milliyetçilik, baskı), klasik
faşizmin bir kopyası olmaktan çok, neoliberalizmin otoriter dönüşümünün bir
sonucu olarak ortaya çıkar [8].
4.
“Faşizm” Kavramının Günümüz Rejimlerine Uygulanabilirliği
“Faşizm”
teriminin günümüz rejimlerine yakıştırılıp yakıştırılamayacağı hem akademik hem
de politik bir tartışmadır. Bu tartışmada iki temel yaklaşım öne çıkar:
- Klasik
faşizmin totaliter, militarist ve anti-demokratik karakteri, günümüz
rejimlerinin çoğunda tam anlamıyla mevcut değildir. Bu nedenle, “faşizm”
terimi, neoliberal otoriter rejimlerin hibrit doğasını açıklamakta
yetersiz kalabilir. Robert Paxton, faşizmin “belirli bir tarihsel
bağlamda” ortaya çıktığını ve günümüz rejimlerinin daha çok “otoriter
popülizm” olarak tanımlanabileceğini savunur [1]. Benzer şekilde, Cas
Mudde, günümüz aşırı sağ hareketlerini “popülist radikal sağ” olarak
nitelendirir ve faşizmle özdeşleştirmekten kaçınır [8].
- Faşizan
Özellikler Perspektifi: Bazı akademisyenler, günümüz rejimlerinin faşizan
özellikler taşıdığını, ancak klasik faşizmin ideolojik ve yapısal
bütünlüğünden yoksun olduğunu savunur. Enzo Traverso, geç faşizmi
“faşizmin yeni yüzleri” olarak tanımlar ve bu rejimlerin klasik faşizmin
bazı unsurlarını (milliyetçilik, liderlik kültü, baskı) modern bağlamda
yeniden ürettiğini belirtir [10]. Ancak, bu özellikler, neoliberal
kapitalizmin çerçevesinde işlediği için, faşizmden ziyade otoriter
popülizmin bir biçimi olarak değerlendirilir [11].
Sizin
Görüşünüzle Bağlantı: Sizin belirttiğiniz gibi, neoliberal otoriter devletler
ve kapitalist demokrasiler, faşizan özellikler taşır, ancak klasik faşizmin
totaliter karakterinden uzak bir yapı sergiler. Neo-faşist hareketlerin
kapitalist demokrasiler tarafından kapsanması ve işlevsel bir rol oynaması, bu
rejimlerin faşist bir ideolojiye dayanmaktan ziyade, kapitalist sistemin
krizlerini yönetmek için otoriter yöntemlere başvurduğunu gösterir. Bu nedenle,
“faşizm” terimi yerine “neoliberal otoriter devlet” veya “faşizan eğilimli
kapitalist demokrasi” gibi kavramlar, bu rejimlerin ekonomik, siyasi ve
ideolojik doğasını daha iyi açıklar.
5.
Sonuç ve Değerlendirme
Günümüz
siyasal rejimleri, klasik faşizmin totaliter karakterinden uzak, ancak faşizan
özellikler taşıyan hibrit yapılar olarak analiz edilebilir. Neoliberal otoriter
devlet ve kapitalist demokrasi kavramları, bu rejimlerin hem piyasa odaklı
ekonomik politikalarını hem de otoriter yönetim tekniklerini kapsar. Neo-faşist
hareketler, kapitalist demokrasilerin krizlerini yönetmek için işlevsel bir rol
oynar, ancak klasik faşizmin ideolojik bütünlüğünden yoksundur. “Faşizm”
terimi, bu rejimlerin bazı özelliklerini (baskı, milliyetçilik, liderlik kültü)
açıklamak için kullanılabilir, ancak neoliberal kapitalizmin çerçevesinde
işleyen bu rejimlerin hibrit doğasını tam olarak yansıtmaz.
Önerilen
Kavram: Sizin görüşlerinizi dikkate alarak, “neoliberal otoriter devlet” veya
“faşizan eğilimli kapitalist demokrasi” kavramları, günümüz rejimlerini analiz
etmek için daha uygun görünmektedir. Bu kavramlar, rejimlerin ekonomik
(neoliberalizm), siyasi (otoriterlik) ve ideolojik (popülizm, milliyetçilik)
boyutlarını bir arada ele alır ve klasik faşizmin totaliter kapsamından uzak
olduklarını vurgular. Örneğin, Macaristan, Polonya, Türkiye veya Hindistan gibi
rejimler, faşist bir ideolojiye dayanmaktan ziyade, neoliberal kapitalizmin
krizlerini otoriter yöntemlerle yönetir ve bu süreçte faşizan özellikler
sergiler.
Kaynakça:
[1]
Paxton, Robert O. The Anatomy of Fascism. New York: Knopf, 2004.
[2]
Mussolini, Benito. “The Doctrine of Fascism.” In Fascism: Doctrine and
Institutions, edited by Benito Mussolini, 7–42. Rome: Ardita Publishers, 1935.
[4]
Griffin, Roger. The Nature of Fascism. London: Routledge, 1993.
[5]
Mudde, Cas. Populist Radical Right Parties in Europe. Cambridge: Cambridge
University Press, 2007.
[7]
Camus, Jean-Yves, and Nicolas Lebourg. Far-Right Politics in Europe. Cambridge,
MA: Harvard University Press, 2017.
[8]
Mudde, Cas. The Far Right Today. Cambridge: Polity Press, 2019.
[10]
Traverso, Enzo. The New Faces of Fascism: Populism and the Far Right. London:
Verso, 2019.
[11]
Finchelstein, Federico. From Fascism to Populism in History. Oakland:
University of California Press, 2017.