Marksist Araştırmalar [MAR] | Komünizm tarihin çözülen bilmecesidir.

29 Nisan 2025 Salı

Ulus nedir?

Mahmut Boyuneğmez


Önce sözlük tanımına bakalım.

“Geçmişte bir arada yaşamış, şimdi bir arada yaşama inancında, istek ve kararında olan; aynı vatan ve o vatanın maddi ve manevî değerlerine sahip çıkan; aralarında din, dil, kültür, tarih ve duygu birliği olan insanların oluşturduğu toplum.”[1]

Ulus’un bu tanımında sorunlu yanlar bulunuyor.

Halklar tarih boyunca iç içe geçmiş ve kaynaşmıştır. Ulusları tanımlamakta ve birbirinden ayırt etmede kullanılan dil, din, etnisite, tarih ve gelenek gibi parametreler ise, ulusları betimlemede yetersizdir. Örneğin, Amerikalılar, Avustralyalılar ve Yeni Zelandalılar ilk dil olarak İngilizceyi konuşmakla beraber, kendilerini “İngiliz milleti”nin üyeleri olarak görmezler. İsviçre toplumunda Fransızca, Almanca ve İtalyanca konuşulmaktadır. Kuzey İrlanda’da aynı dili konuşan insanlar dini saflar (Protestan ve Katolik) halinde ayrışır.[2] Türkiye’de birçok halk/etnisite var olmasına karşın, hepsinin bir ve aynı “milleti” oluşturduğu öne sürülür vb… Burada önemli olan “milli kimliğin”, dinsel inanç ve “ırk” birliği, abartma ve uydurmanın işlevsel olduğu ortak bir tarih anlayışı gibi unsurlarla zihinlerde oluşturulduğunun görülmesidir. Geçmiş zaferlerin, kurtuluş günlerinin, “milli” liderlerin askeri başarılarının hatırlatıldığı belirli özel günlerin saptanması ve bu günlerde törenlerin düzenlenmesi, okullardaki eğitim süreci, vatanseverlik duygusuyla yüklü edebi eserlerin okunmasının teşviki de yine “milli kimliğin” oluşumuna katılır.

Öyleyse uluslar bir tarihsel-toplumsal gerçeklik değil de “hayali cemaatler” midir?.. Ulusların oluşumunda ve varlıklarını yeniden üretmelerinde, ulus bilincinin önemi yadsınamaz. Yani bir ülkedeki insanlar topluluğunun bir ulusu oluşturması için, her gün yeniden üretilmesi gereken bir “milli kimlik” ve “milli bilinç” gereklidir. Fakat bu durum, bu insanlar topluluğunun toplumsal gerçeklik olarak var olmadıkları anlamına gelmez.

Bize göre uluslar, ulus-devletlerden ayrı olarak incelenemez. Ulus, özünde bir ülke ölçeğinde siyasal iktidara bağlı insan topluluğudur. Ülkeler ölçeğinde insanların siyasal iktidara bağlılıkları ve bağlanmaları, ideolojik hegemonya kapsamındaki “milli” olarak adlandırılan kültürel değerlere, fikirlere ve duygulara sahip olmaları üzerinden sağlanır. “Ulusal” ya da “milli” değerlerin, duygulanımların, davranış kalıplarının ve fikirlerin işlevi, kapitalist siyasal iktidarın yeniden üretimine katılmak, bu iktidarın sürdürülmesini sağlamaktır.

Özetle, uluslar, insan toplulukları olarak vardır ve belirli bilinç biçimleri ile kimliklere sahip olunarak var olurlar. Kendileri “hayali” değildir, fakat oluşumları ve her gün yeniden üretilmeleri için ideolojik düşünce, duygu ve davranış kalıplarına gereksinimleri vardır. Bir ülkedeki siyasal iktidara bağlanmayı sağlayan başlıca ideolojik kümelenme, ulus bilincidir. Ulus günümüzde, kapitalist devletin siyasal egemenliği altında yaşayan insan topluluğudur. Gelecekte ise, sosyalist devlete bağlanan üreticilerden oluşacak toplumu anlatır.

[2] Andrew Heywood, Siyasi İdeolojiler; Bir Giriş, s. 197-198

27 Nisan 2025 Pazar

Yeni Genomik Teknikler (YGT)’den korkmalı mı?

Mahmut Boyuneğmez

YGT’ler korkulması gereken bir “Frankenstein” mı, yoksa açlık, hastalık ve iklim değişikliği gibi küresel sorunlara çözüm sunabilecek bir umut mu?

Genetik mühendislik, 20. yüzyılın sonlarından itibaren insanlığın tarım, tıp ve çevre sorunlarına çözüm arayışında atılım yaratmıştır. Yeni Genomik Teknikler (YGT), bu alanda en son yenilik olarak öne çıkmaktadır. Peki, bu teknolojiler korkulması gereken bir “Frankenstein” mı, yoksa açlık, hastalık ve iklim değişikliği gibi küresel sorunlara çözüm sunabilecek bir umut mu? Yeni Genomik Teknikler (YGT), genetik materyali hassas bir şekilde düzenlemek için geliştirilen modern biyoteknolojik yöntemleri kapsamaktadır. Bu teknikler, geleneksel genetik modifikasyon (GMO, eş deyişle GDO) ve klasik ıslah yöntemlerinden farklı bir kategori olarak değerlendirilmektedir. YGT’ler, genetik mühendislikte atılım oluşturmuş, tarım, tıp ve endüstriyel biyoteknoloji gibi alanlarda yenilikçi çözümler sunmuştur [1].

YGT’ler nedir?

YGT’ler, genetik materyalde değişiklik yapmak veya gen ekspresyonunu düzenlemek için kullanılan bir dizi yöntemi içermektedir:

  • Gen düzenleme: CRISPR/Cas9, TALENs (Transcription Activator-Like Effector Nucleases) ve ZFNs (Zinc Finger Nucleases) gibi araçlarla hedefli mutajenez.
  • Cisgenesis: Aynı türden veya yakın akraba türlerden gen aktarımı.
  • Intragenez: Aynı türden alınan genetik materyalin yeniden düzenlenmesi.
  • Epigenetik düzenleme: DNA dizisini değiştirmeden gen ekspresyonunu kontrol etme (örneğin metilasyon).
  • RNA interferansı (RNAi): Genlerin susturulması için kullanılan bir yöntem.
  • Yapay DNA sentezi: Laboratuvarda tasarlanmış DNA dizilerinin kullanımı [2].

YGT’ler, genetik materyalde istenmeyen değişiklik riskini en aza indirmektedir. Örneğin, CRISPR/Cas9, tek nükleotit düzeyinde doğruluk sağlayabilmektedir [3]. Geleneksel ıslah yöntemleri on yıllar alabilirken, YGT’ler birkaç yıl içinde sonuç verebilmektedir. Bitkiler, hayvanlar, mikroorganizmalar ve insan hücreleri gibi çeşitli organizmalarda uygulanabilirlikleri bulunmaktadır.

YGT’ler, iklim değişikliğine uyum sağlayabilen, hastalıklara dirençli ve verimli bitki çeşitleri geliştirmede kullanılabilir. Örneğin, CRISPR ile geliştirilen kuraklığa dayanıklı mısır, Afrika’daki gıda güvenliğini artırma potansiyeline sahiptir [4]. YGT’lerin, gen terapileri, kanser immünoterapileri, nadir hastalıkların tedavisi ve kişiselleştirilmiş tıpta kullanımı umut vaat etmektedir. Örneğin, orak hücre anemisi için CRISPR tabanlı tedaviler klinik başarı göstermiştir [5]. Endüstrideyse biyoyakıtlar, biyoplastikler ve enzim üretimi gibi sürdürülebilir ürünlerin üretiminde YGT’lerin yeri olacaktır.

YGT’lerin sunduğu avantajlar şunlardır:

  • Pestisit kullanımını azaltabilir, su ve toprak kaynaklarını daha verimli kullanmaya yol açabilir.
  • Besin değeri yüksek (örneğin içeriği zenginleştirilmiş ürünler) ve daha dayanıklı gıdalar üretilebilir.
  • Üretim maliyetlerini düşürme potansiyeli vardır.

Ancak, YGT’lerin getireceği olası riskler de göz ardı edilmemelidir. Örneğin, hedefli mutajenezde “off-target” etkiler (hedef dışı genetik değişiklikler), beklenmedik sağlık ya da ekolojik sorunlara yol açabilir. Örneğin, YGT ile geliştirilen bitkilerin yabani akrabalarına gen aktarımı, biyoçeşitliliği tehdit edebilir [6]. Çevreci gruplar, bu teknolojilerin biyogüvenlik testlerinin yeterince sıkı olmadığını savunmaktadır [7]. Ayrıca, YGT ürünlerinin ekosistem üzerindeki uzun vadeli etkileri hâlâ tam olarak bilinmemektedir.

YGT ürünleri, AB ülkelerinde GMO/GDO olarak sınıflandırılırken, ABD, Japonya, Avustralya gibi ülkelerde daha esnek düzenlemelere tabidir. AB’nin 2023’te önerdiği YGT düzenlemeleri, cisgenik ve hedefli mutajenezle üretilen bazı ürünlerin GMO kapsamından çıkarılmasını öngörmüştür [8]. Bu öneriye karşı organik tarım savunucuları ve çevreciler, biyogüvenlik testlerinin gevşetilmesinin ekolojik riskler yaratabileceğini belirtmektedir [9].

Kapitalist dünyada gen düzenleme, şirketlerin ürünleri patentlemesiyle erişim eşitsizliklerine yol açacaktır. Oysa birçok bilim insanının ve emekçinin ortaklaşa faaliyetleriyle oluşturulan teknolojik yeniliklerin, kapitalist şirketlerin karını artırma ve sermaye birikimi doğrultusunda patentlenmesi kabul edilemez. Çocuk felci aşısını geliştiren bilim insanlarından biri olan Sabin’in dediği gibi “Güneş’in patentini alabilir misiniz?” Buna benzer şekilde insanlığın ortak kullanımında olması ve yaşanılan sorunlara çözüm sunması gereken tekniklerin, “paraya para katma” saikiyle özel mülkiyetin tasarrufunda bulunması reddedilmelidir. Açık kaynak biyoteknoloji modelleri geliştirilmesi, kamu fonlu araştırma ve geliştirme (AR-GE) projeleri yürütülmesi savunulmalıdır. YGT’lerin küçük çiftçiler ve gelişmekte olan ülkeler için erişilebilir olmasını sağlayacak çözüm, kapitalist sistemin toplumcu/kamucu sisteme dönüşümüdür. Komünist dünya toplumunda, Uluslararası Pirinç Araştırma Enstitüsü (IRRI)’nün günümüzde yaptığı gibi biyoteknoloji ürünlerini patentlemeden çiftçilere sunması söz konusu olacaktır [10].

Öte yandan insan embriyolarında gen düzenleme, 2018’de Çin’deki CRISPR bebekleri vakasıyla küresel etik tartışmaları tetiklemiştir [11]. Çinli bilim insanı He Jiankui, CRISPR/Cas9 gen düzenleme teknolojisini kullanarak insan embriyolarında genetik değişiklikler yapmış ve bu embriyolardan doğan ikiz kız bebekler (Lulu ve Nana) dünyaya gelmiştir. Bu vaka, kalıtsal gen düzenlemenin uzun vadeli etkilerinin bilinmemesi ve etik sınırların aşılabileceği endişelerini doğurmuştur. Örneğin, düzenlenen genlerin gelecek nesillerde kanser veya diğer genetik hastalıklara yol açma riski hâlâ araştırılmaktadır. 2023’te DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü), insan gen düzenleme için etik bir çerçeve yayınlamıştır. Ayrıca, bazı ülkeler (örneğin Japonya, İngiltere) kalıtsal gen düzenlemeyi sınırlı tıbbi amaçlarla onaylamaya başlamıştır. Bu konuda söylenmesi gereken özetle şudur: Kalıtsal gen düzenleme yalnızca bazı ciddi hastalıklar için ve sıkı etik denetimle yapılabilmelidir.

Bazı yorumcuların yanıltıcı bilgileri, tüketicilerin genetik modifikasyonlara karşı önyargılar geliştirmesine neden olsa da YGT’lerin ürünleri toplumsal hayata dahil olmakta, tıpta bu tekniklerin kullanımı artmaktadır. Örneğin, 2024’te CRISPR tabanlı bir gen terapisi, kalıtsal körlük (Leber konjenital amaurosis) tedavisinde FDA (Amerika Birleşik Devletleri Gıda ve İlaç Dairesi) onayı almış durumdadır [12]. ABD ve Japonya, YGT ürünlerini (özellikle SDN-1 tipi hedefli mutajenez) GMO olarak sınıflandırmamaktadır ve bu durum, bu alandaki ticarileşme süreçlerini hızlandırmaktadır. Japonya’da CRISPR ile geliştirilen GABA (beyinde bir nörotransmiter) içeriği yüksek domates piyasaya sürülmüş bulunmaktadır [13]. Afrika’da ise YGT’ler, gıda güvenliği için umut vaat etmektedir; Nijerya ve Kenya’da kuraklığa dayanıklı mısır denemeleri devam etmektedir [14]. Arjantin ve Brezilya, YGT ürünlerini hızla ticarileştirmektedir; Arjantin’de kuraklığa dayanıklı soya fasulyesi onaylanmış bulunmaktadır [15].

Kapitalist dünyada YGT’lerle üretilen tohumların tekeller tarafından küçük çiftçilere satılmasıyla, tekeller ile çiftçiler arasındaki egemenlik-bağımlılık ilişkisi derinleşecek, patentlerle bu ürünlerin insanlık yararına yaygın kullanımının önüne geçilecektir. Tekellerin bu egemenliğine son verildiğinde, YGT’lerin insanlık yararına kullanımı olanaklı hale gelecektir. Gelecekte açlığın ve yetersiz beslenmenin yok edilmesinde kök nedenler olan sömürü ve eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasına ek olarak 2050 yılında ulaşılacak dünya nüfusu olarak 10 milyar insanı yeterli ve sağlıklı şekilde besleyecek bir gıda bolluğunun oluşturulması için gıda israfının önlenmesi gibi tedbirlerin yanı sıra YGT’lerin kullanılması da gerekecektir. Ayrıca bilim insanları YGT’lerin iklim değişikliğiyle mücadelede “oyun değiştirici” olduğunu vurgulamaktadır [16].

Hedefli Mutajenez

Hedefli mutajenez, bir organizmanın DNA’sında belirli bir gen veya gen bölgesinde kontrollü ve hassas değişiklikler (mutasyonlar) oluşturmak için kullanılan bir genetik mühendislik yöntemidir. Rastgele mutasyon tekniklerine kıyasla yüksek doğruluk sunar ve istenmeyen genetik değişikliklerin riskini azaltır [17].

En yaygın araç, CRISPR/Cas9’dur. Bir rehber RNA (gRNA), hedef DNA dizisine bağlanır ve Cas9 enzimi bu bölgede çift sarmal kesimi yapar. Hücre, kesimi onarmak için homoloji yönlendirmeli onarım (HDR, DNA’nın tamirinde bir şablon kullanarak hassas değişiklikler yapar) veya non-homolog uç birleştirme (NHEJ, kesilen uçları rastgele birleştirir ve küçük ekleme/silmeler oluşturur) gibi mekanizmalar kullanır, bu süreçte istenen genetik değişiklikler tanıtılır [18]. Diğer araçlar, TALENs ve ZFNs’dir.

Bu mekanizmayla tarımda hastalıklara (örneğin buğdayda pas hastalığı), kuraklığa veya tuzluluğa dayanıklı bitkiler üretilebilir. Örneğin, mantar dirençli buğday, pestisit kullanımını azaltabilir [19]. Bu teknoloji, tıpta genetik hastalıkların tedavisinde kullanılabilir. Orak hücre anemisi ve β-talasemi için CRISPR tedavileri klinik başarı göstermiştir [5]. Endüstride biyoyakıt üretiminde verimli mikroorganizmalar da bu teknikle oluşturulabilir.

Hedefli mutajenezin, hedef dışı mutasyonlar oluşturma riski bulunmaktadır, ancak yeni nesil Cas9 varyantları bunu azaltmaktadır [20]. Öte yandan insan embriyolarında gen düzenleme biyoetik kaygılar doğursa da bilim insanları tarafından saptanacak bir ilkeler ve kurallar bütünlüğünde hangi durumlarda insan embriyolarına gen düzenlemesi yapılacağı kararlaştırılabilir. Örneğin, ciddi genetik hastalıkların tedavisi için embriyo gen düzenlemesi kabul edilebilirken, estetik veya zihinsel özelliklerin geliştirilmesi için buna izin verilmemelidir [11].

Cisgenesis

Cisgenesis, bir organizmaya aynı türden veya yakın akraba türlerden (çaprazlanabilir türler) alınan genlerin genetik modifikasyon yoluyla aktarılmasıdır. Aktarılan genler, promotör ve terminatör gibi düzenleyici dizilerle birlikte doğal genetik materyalden türetilir ve yabancı DNA kullanılmaz. Bu durum, cisgenesisi transgenik yöntemlerden ayırır ve bu teknik, geleneksel ıslaha yakın bir yaklaşım olarak kabul edilir [21]. Örneğin, bir elma türünde bulunan hastalık direnç geni, aynı türün başka bir bireyine Agrobacterium tumefaciens (bakteri yoluyla gen aktarımı) veya gen tabancası (DNA’yı doğrudan hücreye enjekte etme) ile aktarılmaktadır [22].

Bu teknoloji, tarımda elma ağaçlarında ateş yanıklığı (Erwinia amylovora) direnci geliştirmede kullanılmaktadır. Cisgenik elma çeşitleri, kimyasal pestisit ihtiyacını azaltmıştır [23]. Patateste geç yanıklık (Phytophthora infestans) direnci, bu teknikle geliştirilmiştir. Örneğin, cisgenik domatesler, raf ömrünü uzatarak gıda israfını azaltabilir [24]. Bu mekanizmayla meyve ve sebzelerde tat, besin içeriği veya raf ömrü iyileştirmeleri yapılabilir.

Cisgenesiste doğal gen havuzuna sadık kalınmaktadır. Ayrıca geleneksel ıslaha göre daha hızlı sonuç alınmaktadır. Ancak, bazı organik tarım savunucuları, cisgenik ürünlerin “doğal” olmadığını savunarak organik sertifikasyon kapsamına alınmasına karşı çıkmaktadır [7].

Intragenez

Biyogüvenlik riskleri düşük olan bu teknik cisgenesise benzer, ancak aynı türden alınan genetik materyalin farklı düzenleyici elementlerle (örneğin promotör, terminatör) birleştirilmesiyle uygulanır. Intragenez, doğal kombinasyonlarda olmayan düzenlemelere olanak tanır ve cisgenesisten daha esnektir, ancak transgenik organizmalar kadar tartışmalı değildir [25]. Örneğin, bir bitkinin hastalık direnç geni, aynı türdeki farklı bir promotörle birleştirilerek ekspresyonu artırılabilir [26].

Bu teknik, tarımda kuraklığa veya tuzluluğa dirençli bitkilerin üretilmesinde kullanılabilir. Besin içeriğinin iyileştirilmesi (örneğin pirinçte A vitamini artışı) ve endüstriyel bitkilerde verimlilik artışının sağlanması diğer uygulama alanlarıdır. Intragenez tropikal bitkilerde (örneğin muz, manyok) stres toleransını artırmak için araştırılmaktadır [27]. Örneğin, intragenik yöntemlerle geliştirilen A vitamini açısından zengin “altın muz”, bu konudaki yetersiz beslenme sorununa çözüm sunabilir.

Sonuç

Hedefli mutajenez, cisgenesis ve intragenez gibi bileşenleriyle yeni genomik teknikler (YGT’ler), tarım, tıp ve endüstriyel biyoteknolojide atılımlar oluşturma potansiyeline sahiptir. Hassas tekniklerdir. Bu tekniklerle hızlı sonuç alınır. Çevresel sürdürülebilirlik avantajına sahiptirler. Şu anda kapitalist dünyada bu teknolojinin kullanımına ilişkin mevzuatta düzenleyici belirsizlikler bulunmaktadır. Öte yandan farklı ülkelerde yanıltıcı bilgilerin yönlendirmeleriyle bu teknolojiye karşı yanlış kamuoyu algıları oluşmaktadır.

YGT’lerden korkmak yerine, bu teknolojilerin potansiyelini insanlık yararına yönlendirmek için bilinçli bir mücadele gereklidir. Çevreci grupların biyogüvenlik endişeleri, daha sıkı testlerle giderilebilir. Ekolojik riskler, kapsamlı saha denemeleri ve uzun vadeli izleme programlarıyla en aza indirilebilir. Bilimsel ilerlemeler, şirketlerin kârı için değil, açlık, hastalık ve iklim değişikliği gibi küresel sorunlara çözüm üretmek için kullanılmalıdır.

Bir benzetme yapalım. Satrançta her yeni hamleyle birçok olasılık gündeme gelir ve bunlardan bazıları iyi bir yol haritası sunarken bazıları olumsuzdur. İçerisinde bulunulan durum avantajlı değilse bile, bu durumu düzeltmenin ve inisiyatif alarak olumlu bir rota çizmenin olanağı çoğunlukla vardır. YGT’ler tarihsel bir kazanım olarak değerlendirildiğinde, tekellerin güdümüne bırakılacak bir rotanın reddedilme ve emekçi toplumsallığın insanlığın yararına olacak hamleleri yapmasının zamanı gelmiş demektir. Teknolojik gelişmelerden tedirgin olup, korkuya kapılmak, ilerlemeler karşısında tutuculaşıp, mevcut olana ya da daha ilkel olanlara sarılmak yerine, yeniliklerden ötürü heyecanlanıp, potansiyel durumdaki olanakları görmek ve bugünden bu teknolojilerin eşitlikle ve kapsayıcılıkla tüm insanlığın yararına kullanılacağı geleceğin toplumunun ilke, değer ve motiflerini dillendirmek gereklidir.

Not: Bu makalenin yazılmasında YZ’den yararlanılmıştır.

Kaynaklar

  1. European Commission. (2023). New genomic techniques: Q&A. https://ec.europa.eu/commission/presscorner/detail/en/qanda_23_3567
  2. Lusser, M., Parisi, C., Plan, D., & Rodríguez-Cerezo, E. (2012). New plant breeding techniques: State-of-the-art and prospects for commercial development (JRC Scientific and Policy Reports). European Commission Joint Research Centre.
  3. Zhang, D., Hussain, A., & Manghwar, H. (2021). CRISPR/Cas9 applications in crop improvement. Trends in Plant Science, 26(9), 875–888. https://doi.org/10.1016/j.tplants.2021.04.007
  4. International Service for the Acquisition of Agri-biotech Applications. (2022). Global status of commercialized biotech/GM crops: 2022. ISAAA.
  5. Frangoul, H., Altshuler, D., Cappellini, M. D., Chen, Y.-S., Domm, J., & Eugster, E. A. (2021). CRISPR-Cas9 gene editing for sickle cell disease and β-thalassemia. New England Journal of Medicine, 384(3), 252–260. https://doi.org/10.1056/NEJMoa2031054
  6. Wolfenbarger, L. L., & Phifer, P. R. (2000). The ecological risks and benefits of genetically engineered plants. Science, 290(5499), 2088–2093. https://doi.org/10.1126/science.290.5499.2088
  7. Greenpeace. (2023). Position on new genomic techniques. https://www.greenpeace.org/eu-unit/issues/nature-food/46582/position-new-genomic-techniques/
  8. European Commission. (2023). Proposal for a regulation on plants obtained by certain new genomic techniques (COM(2023) 411 final). https://eur-lex.europa.eu/legal-content/EN/TXT/?uri=CELEX:52023PC0411
  9. Corporate Europe Observatory. (2023). New GMOs: Deregulation under pressure. https://corporateeurope.org/en/2023/07/new-gmos-deregulation-under-pressure
  10. International Rice Research Institute. (2023). Golden Rice project: Open-access biotechnology for food security. https://www.irri.org/golden-rice
  11. Cyranoski, D. (2019). The CRISPR-baby scandal: What’s next for human gene-editing. Nature, 566(7745), 440–442. https://doi.org/10.1038/d41586-019-00673-1
  12. U.S. Food and Drug Administration. (2024). Approval of CRISPR-based therapy for Leber congenital amaurosis. https://www.fda.gov/news-events/press-announcements
  13. Nature. (2021). Japan’s gene-edited food revolution. Nature Biotechnology, 39(3), 267–268. https://doi.org/10.1038/s41587-021-00854-2
  14. African Union. (2023). Policy brief on new genomic techniques for African agriculture. https://au.int/en/documents/2023-policy-brief-ngts
  15. International Service for the Acquisition of Agri-biotech Applications. (2024). Argentina approves drought-tolerant soybean developed with gene editing. https://www.isaaa.org/kc/cropbiotechupdate/article.asp?ID=20567
  16. Ricroch, A., & Martin-Laffon, J. (2022). New genomic techniques and climate change: Opportunities and challenges. Frontiers in Plant Science, 13, Article 1025467. https://doi.org/10.3389/fpls.2022.1025467
  17. Doudna, J. A., & Charpentier, E. (2014). The new frontier of genome engineering with CRISPR-Cas9. Science, 346(6213), Article 1258096. https://doi.org/10.1126/science.1258096
  18. Jinek, M., Chylinski, K., Fonfara, I., Hauer, M., Doudna, J. A., & Charpentier, E. (2012). A programmable dual-RNA-guided DNA endonuclease in adaptive bacterial immunity. Science, 337(6096), 816–821. https://doi.org/10.1126/science.1225829
  19. Zhang, Y., Bai, Y., Wu, G., Zou, S., Chen, Y., & Gao, C. (2020). CRISPR/Cas9-mediated gene editing in wheat for drought tolerance. Plant Biotechnology Journal, 18(3), 703–712. https://doi.org/10.1111/pbi.13239
  20. Slaymaker, I. M., Gao, L., Zetsche, B., Scott, D. A., Yan, W. X., & Zhang, F. (2016). Rationally engineered Cas9 nucleases with improved specificity. Science, 351(6268), 84–88. https://doi.org/10.1126/science.aad5227
  21. Schouten, H. J., Krens, F. A., & Jacobsen, E. (2006). Cisgenic plants are similar to traditionally bred plants. EMBO Reports, 7(8), 750–753. https://doi.org/10.1038/sj.embor.7400769
  22. Vanblaere, T., Szankowski, I., Schaart, J., Schouten, H., Flachowsky, H., & Broggini, G. A. L. (2014). Cisgenic apple trees with resistance to fire blight. Plant Biotechnology Journal, 12(2), 179–188. https://doi.org/10.1111/pbi.12127
  23. Krens, F. A., Schaart, J. G., van der Burgh, A. M., Tinnenbroek-Capel, I. E. M., & Groenwold, R. (2015). Cisgenic apple trees: Development, characterization, and performance. Frontiers in Plant Science, 6, Article 286. https://doi.org/10.3389/fpls.2015.00286
  24. Mattoo, A. K., & Handa, A. K. (2008). Higher polyamines restore and enhance metabolic memory in ripening fruit from tomato plants expressing suppressed lycopene cyclase genes. Plant Biotechnology Journal, 6(7), 679–688. https://doi.org/10.1111/j.1467-7652.2008.00353.x
  25. Holme, I. B., Wendt, T., & Holm, P. B. (2013). Intragenesis and cisgenesis as alternatives to transgenic crop development. Plant Biotechnology Journal, 11(4), 395–407. https://doi.org/10.1111/pbi.12055
  26. Schaart, J. G., van de Wiel, C. C. M., Lotz, L. A. P., & Smulders, M. J. M. (2016). Opportunities for cisgenesis in fruit breeding. Acta Horticulturae, 1127, 1–8. https://doi.org/10.17660/ActaHortic.2016.1127.1
  27. Tripathi, L., Ntui, V. O., & Tripathi, J. N. (2022). Genome editing for tropical crops: Challenges and opportunities. Frontiers in Plant Science, 13, Article 834195. https://doi.org/10.3389/fpls.2022.834195

26 Nisan 2025 Cumartesi

Hayatın Finansallaşması

Mahmut Boyuneğmez

Emekçiler ve hane halkları borçlandırılmaktadır. 2003-2012 yılları arasında hane halkı borcunun harcanabilir gelirlere oranı yaklaşık 7 kat artarak yüzde 50’lere yaklaşmıştır. Bu borçlanmaya kaynaklık eden tüketici kredilerinin ulusal gelire oranı 2002-2013 yılları arasında yüzde 1,8’den 21,2’ye yükselmiştir. Hane halkı borçluluğunun harcanabilir gelire oranı 2017’de yüzde 60’lar seviyesine yaklaştıktan sonra, 2020’de %55-60 bandında stabilize olmuş, 2023-25 yıllarında yüzde 50-55 düzeyinde kalmıştır (TCMB, BDDK ve TÜİK verilerinden hesaplanmıştır).

Eskiden insanlar tasarruf yapar, yaptığı bu tasarrufu gelecek için bankada saklar ve ihtiyaç olduğunda kullanırdı. Bireylerin finansal kurumlarla ilişkisi bu kadardı. Bankalar, bireylerin mevduat hesaplarında biriken paraları kapitalistlere kredi olarak verir, enflasyonist dönemlerde bu mevduatların sahiplerine ödenen faiz oranları enflasyon oranının altında kaldığından, reel olarak negatif mevduat faizleriyle bu paralar eritilirdi. Bu durum halen geçerli olmasına geçerli, fakat bu mekanizmaya eklenenler var. Günümüzde, veresiye yazan bakkalın yerini kredi kartları, evini satan ev sahibinin ve borç para veren tefecinin yerini konut kredisi/diğer kredileri veren finans kuruluşları, bankalar aldı.

Günümüzde tüketim, verilen borçlarla finanse ediliyor. Böylelikle bir süreliğine de olsa üretilen metaların elde kalmaması ve satışı sağlanıyor. Sonuçta kapitalizmin aşırı üretimden doğan krizleri erteleniyor. Borçlandırmanın diğer işlevi ise, emekçileri düzene bağlamak. Ödenememesi durumunda borçla edinilmiş metalar/yaşam olanakları yitirileceğinden, emekçilerin patronlarına karşı mücadeleci tavırlara yönelmesi zorlaşıyor. “Borç yükü işçileri daha uzun süre çalışmak, düşük ücretli ve güvencesiz işleri kabul etmek ve zor çalışma şartlarına boyun eğmek zorunda bırakıyor.” (Elif Karaçimen, Türkiye’de Finansallaşma: Borç Kıskacında Emek, Sav Yayınları, 2015, s. 322).

Peki dünyada durum nasıl?.. 1980li yıllara gelindiğinde finansal sistemin adım adım refah devletinin/sosyal devletin güvencelerinin yerini aldığı söylenebilir. Sağlık sigortaları, üniversitelerde okumak isteyenler için eğitim kredileri ve ev kredisi sistemi bu sistemin parçalarını oluşturuyor. Bu sistem, örneğin eğitim görecek bir gencin, 18 yaşında bankadan borç alıp bazen 20-30 yıl boyunca borcu geri ödemesi üzerine kurulu. Eğer borç eğitim değil de ev için alındıysa, borcun tamamı ödenene kadar evde oturmak mümkün ama banka evin sahibi olarak kalıyor ve son taksit ödemesi bile yapılmazsa, eve el koyabiliyor. Normal şartlarda ulaşılamayan eğitim, sağlık ve barınma olanaklarına bu yolla ulaşmak insanların hoşuna gidebiliyor. Çünkü neo-liberal dönemde kapitalist toplumlarda emekçiler, bu ihtiyaçlarının ödedikleri vergilerle finanse edilip kamu eliyle karşılanmasının hakları olmadığına inandırılmış bulunuyor. Örneğin kamu eliyle yapılacak toplu konutların mülkiyetinin devlette olduğu ve cüzi bir kira bedelinin devlete ödemesi karşılığında insanların sağlıklı konutlarda barınmasının en temel haklardan biri olarak kabul edildiği toplum düzeni, yaşanmış sosyalizm deneyimlerinde gözlenmişken, kapitalist toplumlarda emekçilerin bunu talep edecek bir bilinçlilik ve örgütlenme düzeyinin oluşmasının önüne geçiliyor.

Öte yandan kredi sistemi, eğitim ve barınma maliyetlerini artırıyor. Özel ilköğretim okullarının yıllık ücreti 200-300 bin TL, vakıf üniversitelerinin yıllık ücreti 500 bin-1 milyon düzeylerindeyken, konut fiyatları astronomik düzeylerde bulunuyor. Bu temel ihtiyaç ve haklar için bankalardan kredi çekmek giderek yaygınlaşıyor. Alınmış borçların faizleriyle birlikte geri ödenmesi, emekçiler için zorlayıcı maliyetler anlamına geliyor. Temel ihtiyaçların karşılanmasının ücretli olması ve kredi sistemine bağlı olması günümüzde ciddi bir sorunu oluşturuyor. Eğitim, sağlık ve barınma birer haktır ve bu hakların emekçilere ücretlerinden yapılacak küçük kesintilerle (vergilerle/cüzi kira bedelleriyle) devlet eliyle nitelikli bir şekilde sağlanıp, gereken hizmetlerin sunulmasının önünde kapitalist kar elde etme mekanizması, engel olarak yükseliyor. Kapitalist toplumsal ilişkiler, bu konuda da insanlığın ilerlemesine ayak bağı oluyor. Bu engelin/frenleyicinin yıkılması gerekiyor.

23 Nisan 2025 Çarşamba

Seçimler ne zaman boykot edilir?

Mahmut Boyuneğmez

Seçimlerin boykot edilmesi, seçime katılmama, seçimi görmezden gelme ya da seçim yokmuş gibi davranma olarak kavranırsa, bu kavrayışla yapılacak bir boykot çağrısı, politik güçsüzlüğün bir dışavurumudur ve politik bir hatadır.

Sandığın boykot edilmesi, oy verme işlemini sekteye uğratacak kitlesel eylemlerle birlikte ve onlara dayanarak kullanılacak bir mücadele aracı olarak görülmediğinde, sadece oy vermeye gitmeme çağrısı şeklinde kurgulanırsa, sosyalist sol adına yanlış, pasif ve apolitik bir tavırdır. Seçimlerin boykot edilmesi, ancak aktif mücadele içerisinde, kitlelerin eylemleriyle, grev ve ayaklanmalarla birlikte olursa bir anlam taşır ve bir işlev kazanır. Seçimlerin boykot edilmesi arkasına kitlelerin mücadelesini almalıdır.

Seçimlerin boykot edilmesi çağrısı, toplumsal koşullar uygunsa işlevseldir. Devrimci yükseliş döneminde, kitlelerin hareketlendiği bir evrede, seçimlerin boykot edilmesinin mücadeleye getireceği yararlar olacaktır. Fakat toplumda emekçiler içerisinde halihazırda var olmayan bir mücadeleyi icat etmek için devrimci demokratik cafcaflı sözler kullanarak boykot sloganları atmak, nesnel durumu Marksist olarak kavramamanın bir sonucudur.

Seçim boykotu kapitalist düzene karşı muhalefeti örgütlemeye ve mücadeleyi başlatmaya yaramaz. Tersine, toplumsal muhalefetin yükselişi ve mücadelenin gelişmesi, sandığı boykot etme çağrısını gündeme getirir. Toplumsal mücadelelerde bir yükseliş yoksa seçimlerin boykotu çağrısı yanıtsız kalır ve başarısızlıkla sonuçlanır.

Lenin'in Boykota Karşı adlı yazısından bir alıntıyla bu değiniyi noktalayalım:

"Bu, Rusya için de geçerlidir. Boykotun uygulanma koşullarını incelemeliyiz; boykotun, tamamen meşru ve devrimin yükseldiği anlarda bazan temel yöntem olduğunu (boş yere Marx’ın adını anan çok bilmişler ne derlerse desinler) yığınların kafalarına yerleştirmeliyiz. Ama devrimin gerçekte yükselmekte olup olmadığı -ve bu, bir boykotun ilânı için temel koşuldur- bağımsız olarak konulması ve gerçeklerin ciddî bir çözümlemesine dayanılarak kararlaştırılması gereken bir sorudur. Gücümüz dâhilinde olduğu ölçüde böyle bir yükselişin yolunu hazırlamak ve uygun anda boykotu reddetmemek bizim görevimizdir; ama boykot sloganına, her kötü ya da çok kötü temsilî kuruluşa uygulanabilir gözü ile bakmak kesin bir yanılgı olacaktır."

22 Nisan 2025 Salı

Klasik Faşizm, Neo-Faşizm, Post-Faşizm ve Geç Faşizm

YZ “GROK”


Klasik faşizm, neo-faşizm, post-faşizm ve geç faşizm kavramlarını, ideolojik unsurları, tarihsel bağlamları, sosyo-politik dinamikleri ve örnekleriyle inceleyelim. Bu kavramların temsil ettikleri olgulara “faşizm” nitelemesi atfedilebilir mi, görelim.

1. Klasik Faşizm

Klasik faşizm, 20. yüzyılın ilk yarısında, özellikle I. Dünya Savaşı sonrası Avrupa’da ortaya çıkan milliyetçi bir siyasi ideoloji ve totaliter bir yönetim biçimidir. Benito Mussolini’nin 1922’de İtalya’da kurduğu rejim, klasik faşizmin prototipi olarak kabul edilirken, Nazizm faşist ideolojinin ırkçı bir varyantını temsil eder. Faşizm, bireysel özgürlükleri bastırarak devleti ve ulusal kimliği yüceltir, toplumsal düzeni sağlamak için şiddeti ve propagandayı meşru araçlar olarak kullanır [1].

İdeolojik ve Yapısal Özellikler:

  • Totaliter Devlet Anlayışı: Faşizm, devletin toplumun tüm yönlerini (ekonomi, eğitim, kültür, din) kontrol ettiği bir sistemdir. Mussolini’nin “Her şey devlet içinde, hiçbir şey devletin dışında” ifadesi, bu totaliter vizyonu özetler. Toplum, organik bir bütün olarak görülür ve birey, yalnızca devletin bir parçası olarak anlam kazanır [2].
  • Karizmatik Liderlik: Faşist rejimler, karizmatik bir lider etrafında şekillenir. Lider, ulusun iradesini temsil eden bir figür olarak mitleştirilir. Mussolini’nin “Duce” ve Hitler’in “Führer” unvanları, bu lider kültünün sembolleridir [1].
  • Ultranasyonalizm ve Şovenizm: Faşizm, ulusal kimliği yüceltir ve diğer uluslara veya etnik gruplara karşı üstünlük iddiasında bulunur. Nazi Almanyası’nda bu, Aryan ırkının üstünlüğü ve antisemitizmle birleşirken, İtalyan faşizmi Roma İmparatorluğu’nun yeniden canlandırılması gibi tarihsel bir mitolojiye odaklanmıştır [3].
  • Anti-Liberal ve Anti-Sosyalist Tutum: Faşizm, liberal demokrasinin bireysel haklar ve çoğulculuk ilkelerini reddeder. Aynı zamanda, komünizme ve sosyalizme karşı sınıf mücadelesini bastırarak korporatist bir ekonomik model benimser. Korporatizm, işçileri ve kapitalistleri devlet kontrolü altında birleştirerek sınıf çatışmasını ortadan kaldırmayı amaçlar [2].
  • Militarizm ve Şiddet: Faşist rejimler, iç ve dış düşmanlara karşı şiddeti meşrulaştırır. Paramiliter gruplar, örneğin İtalya’daki Kara Gömlekliler (Squadristi) veya Almanya’daki Sturmabteilung (SA), rejimin gücünü pekiştirir. Savaş, ulusal yeniden doğuşun bir aracı olarak görülür ve “yeni bir insan” yaratma idealiyle yüceltilir [1].

Tarihsel Bağlam: Klasik faşizm, I. Dünya Savaşı’nın yol açtığı ekonomik çöküntü, toplumsal huzursuzluk ve Versailles Antlaşması’nın yarattığı hayal kırıklığı gibi koşullarda güç kazanmıştır. İtalya’da Mussolini, 1919’da kurduğu “Fasci di Combattimento” hareketiyle 1922’de Roma Yürüyüşü’nü düzenleyerek iktidarı ele geçirmiştir [3]. Almanya’da ise Weimar Cumhuriyeti’nin istikrarsızlığı, hiperenflasyon ve komünizm korkusu, Nazi Partisi’nin 1933’te iktidara gelmesini kolaylaştırmıştır [1]. Japonya’daki militarist rejim, faşist ideolojinin Asya’daki bir varyantı olarak değerlendirilebilir, ancak daha çok imparatorluk ideolojisiyle şekillenmiştir [2].

Örnekler ve Etkiler:

  • İtalya: Mussolini’nin rejimi, korporatist bir ekonomi, sendikaların devlet kontrolüne alınması ve propaganda yoluyla toplumsal mobilizasyonla karakterize edilmiştir. Rejim, özellikle 1930’larda Etiyopya işgali gibi emperyalist politikalarla güç gösterisi yapmıştır. Ancak, Nazi Almanyası kadar ırkçı bir politika izlememiş, 1938’e kadar Yahudi karşıtı yasalar uygulamamıştır [3].
  • Almanya: Nazi rejimi, faşizmin en yıkıcı biçimi olarak, Holokost ve II. Dünya Savaşı ile sonuçlanmıştır. Totaliter kontrol, Gestapo ve Schutzstaffel (SS) gibi kurumlarla sağlanmış, propaganda makinesi ise Joseph Goebbels tarafından yönetilmiştir [1].
  • İspanya ve Portekiz: Francisco Franco’nun İspanya’sı ve António de Oliveira Salazar’ın Portekiz’i, faşizmin daha muhafazakâr ve dinî varyantlarıdır. Bu rejimler, klasik faşizmin totaliter dinamiklerinden ziyade otoriter bir muhafazakârlık sergilemiştir [2].

2. Neo-Faşizm (Yeni-Faşizm)

Neo-faşizm, II. Dünya Savaşı sonrası dönemde klasik faşizmin ideolojik unsurlarını modern koşullara uyarlayarak yeniden canlandıran hareketleri ifade eder. Klasik faşizmin yenilgisi ve totaliter rejimlerin kötü şöhreti nedeniyle, neo-faşist hareketler açıkça totaliter söylemlerden kaçınarak daha örtük bir şekilde milliyetçilik, popülizm ve anti-göçmen söylemleri benimser [4]. Neo-faşizm, özellikle 1950’lerden itibaren Avrupa’da ve Latin Amerika’da ortaya çıkmıştır.

İdeolojik ve Yapısal Özellikler:

  • Uyarlanmış Milliyetçilik: Neo-faşizm, klasik faşizmin agresif ırkçılığı yerine “kültürel milliyetçilik” veya “etnik homojenlik” gibi söylemler kullanır. Örneğin, Avrupa’daki neo-faşist hareketler, ulusal kimliği göçmen karşıtlığı ve İslamofobiyle ilişkilendirir, “Avrupa’nın Hristiyan kimliği” gibi temaları vurgular [5].
  • Demokrasi İçinde Faaliyet: Neo-faşist hareketler, açıkça anti-demokratik olmaktan kaçınarak siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları veya kültürel hareketler aracılığıyla faaliyet gösterir. Bu, onların demokratik sistemler içinde meşruiyet kazanmasını sağlar [4].
  • Anti-Göçmen ve İslamofobik Söylem: Göçmenler, neo-faşist hareketlerin başlıca hedefidir. Göçmenlerin ekonomik, kültürel ve güvenlik açısından tehdit olarak sunulması, bu hareketlerin popülaritesini artırır [5].
  • Popülizm ve Anti-Elitizm: Neo-faşizm, küreselleşme, Avrupa Birliği, “liberal elitler” ve çok uluslu şirketler karşıtlığı üzerine kurulu popülist bir söylem benimser. Bu söylem, “halkın iradesi” ile “yozlaşmış elitler” arasında bir karşıtlık yaratır [6].
  • Nostalji ve Tarihsel Revizyonizm: Neo-faşist hareketler, klasik faşizmin “altın çağını” yüceltir ve tarihsel revizyonizmle faşist rejimlerin suçlarını aklama çabası gösterebilir. Örneğin, Mussolini’nin İtalya’sının “düzeni sağladığı” veya Nazi Almanyası’nın “ekonomik başarıları” gibi anlatılar kullanılır [4].

Tarihsel Bağlam: Neo-faşizm, II. Dünya Savaşı sonrası dönemde, faşist rejimlerin yenilgisinden sonra ortaya çıkmıştır. Eski faşist kadrolar ve yeni nesiller, ideolojiyi yeniden formüle ederek demokratik sistemlere sızmaya çalışmıştır. İtalya’da Movimento Sociale Italiano (MSI), 1946’da kurulmuş ve Mussolini’nin mirasını sürdürmüştür [4]. Fransa’da Jean-Marie Le Pen’in Front National partisi, 1972’de kurularak 1980’lerde neo-faşist bir hareket olarak yükselişe geçmiştir [5]. Latin Amerika’da, Arjantin’deki Peronizm’in bazı unsurları neo-faşist eğilimlerle ilişkilendirilmiştir, özellikle Juan.Concurrent Perón’un otoriter uygulamaları bağlamında [6].

Çağdaş Örnekler:

  • Avrupa: Almanya’daki Alternative für Deutschland (AfD), İtalya’daki Lega (Matteo Salvini liderliğinde), Avusturya’daki Özgürlük Partisi (FPÖ) ve Macaristan’daki Jobbik, neo-faşist eğilimlerle ilişkilendirilir. Bu partiler, göçmen karşıtlığı, AB karşıtlığı ve kültürel milliyetçilik temalarıyla popülarite kazanmıştır [5].
  • ABD: Amerikan aşırı sağındaki bazı gruplar, özellikle 2010’larda yükselen Alt-Right hareketi, neo-faşist ideolojinin modern bir uyarlaması olarak değerlendirilir. Charlottesville’deki 2017 “Unite the Right” mitingi, bu hareketin görünürlüğünü artırmıştır [6].
  • Rusya ve Doğu Avrupa: Rus milliyetçi hareketler ve bazı Doğu Avrupa ülkelerindeki aşırı sağ gruplar, neo-faşist unsurlar taşır. Örneğin, Rus İmparatorluk Hareketi (RIM) gibi gruplar, neo-faşist ideolojiyle ilişkilendirilmiştir [5].

3. Post-Faşizm

Post-faşizm, neo-faşizmin daha sofistike ve demokratik görünümlü bir versiyonu olarak tanımlanır. Klasik faşizmin ideolojik mirasını korurken, açıkça faşist etiketlerden kaçınan ve modern demokratik normlarla uyumlu görünmeye çalışan hareketleri ifade eder. Post-faşizm, özellikle 1990’lardan itibaren küreselleşme, çok kültürlülük ve Avrupa entegrasyonuna tepki olarak güç kazanmıştır [7].

İdeolojik ve Yapısal Özellikler:

  • Demokratik Meşruiyet Arayışı: Post-faşist hareketler, demokratik kurumlara saygı duyuyor gibi görünür, ancak bu kurumları kendi otoriter hedefleri için manipüle edebilir. Seçimlere katılmak, parlamenter sistemi kullanmak ve geniş koalisyonlar kurmak, post-faşizmin temel stratejilerindendir [7].
  • Kültürel Hegemonya: Post-faşizm, ideolojik üstünlüğü kültürel ve entelektüel alanlarda kurmaya çalışır. Avrupa’daki “Yeni Sağ” (Nouvelle Droite) hareketi, bu yaklaşımın öncüsüdür. Alain de Benoist gibi düşünürler, faşist ideolojiyi daha entelektüel bir çerçeveye oturtarak “kültürel farklılık” ve “etno-plüralizm” gibi kavramlar geliştirmiştir [9].
  • Esnek İdeoloji: Klasik faşizmin katı doktrinleri yerine, post-faşizm daha pragmatik ve popülist bir yaklaşım benimser. Ekonomik politikalar yerine kimlik politikalarına odaklanır ve geniş bir seçmen kitlesine hitap etmek için söylemini yumuşatır [8].
  • Küreselleşme Karşıtlığı: Post-faşist hareketler, küreselleşme, çok kültürlülük ve supranasyonal yapılar (örneğin, AB) karşıtlığı üzerine inşa edilir. Yerelcilik, ulusal kimlik ve “geleneksel değerler” vurgusu, bu hareketlerin çekirdeğidir [7].
  • Popülist Retorik: Post-faşizm, halkın “gerçek iradesini” temsil ettiğini iddia eder ve elitlere, medyaya ve uluslararası kurumlara karşı halkçı bir söylem geliştirir [8].

Tarihsel Bağlam: Post-faşizm, Soğuk Savaş’ın sona ermesi, küreselleşmenin hızlanması ve 1990’larda Avrupa’da artan göç dalgalarıyla ortaya çıkmıştır. İtalya’da Gianfranco Fini’nin liderliğindeki Alleanza Nazionale (AN), 1995’te MSI’nin dönüşümüyle post-faşist bir parti haline gelmiş ve merkez sağa yaklaşmıştır [4]. Fransa’da Marine Le Pen’in Rassemblement National partisi, babası Jean-Marie Le Pen’in neo-faşist mirasından sıyrılarak post-faşist bir kimlik benimsemiştir. Bu dönüşüm, partinin ır-dropping ırkçı ve antisemitik söylemleri terk ederek “Fransız kimliği” ve “laiklik” gibi temalar etrafında yeniden konumlanmasını sağlamıştır [7].

Çağdaş Örnekler:

  • İtalya: Giorgia Meloni’nin Fratelli d’Italia partisi, post-faşist bir hareket olarak değerlendirilir. Meloni, faşist geçmişiyle bağlarını yumuşatarak geniş bir seçmen kitlesine hitap etmeyi başarmış ve 2022’de İtalya’nın başbakanı olmuştur [7].
  • Fransa: Marine Le Pen’in Rassemblement National partisi, post-faşist bir dönüşüm örneğidir. Parti, 2010’lardan itibaren ırkçı ve antisemitik söylemleri terk ederek daha geniş bir kitleye ulaşmayı hedeflemiştir [8].
  • Avusturya ve Hollanda: Avusturya’daki Özgürlük Partisi (FPÖ) ve Hollanda’daki Geert Wilders’in Özgürlük Partisi, post-faşist hareketlerin örnekleridir. Bu partiler, İslam karşıtlığı ve ulusal kimlik vurgusuyla dikkat çeker [9].

4. Geç Faşizm

Geç faşizm, 21. yüzyılın otoriter popülist rejimlerini veya hareketlerini tanımlamak için kullanılan yeni ve tartışmalı bir kavramdır. Klasik faşizmin totaliter yapısından uzak, ancak otoriter, milliyetçi ve popülist unsurları birleştiren bu rejimler, modern teknolojiler ve medya aracılığıyla toplumsal kontrolü artırmaya odaklanır. Geç faşizm, hibrit rejimlerin (demokrasi ve otoriterlik arasında) bir biçimi olarak analiz edilir [10].

İdeolojik ve Yapısal Özellikler:

  • Hibrit Rejimler: Geç faşizm, demokratik kurumların varlığını sürdürdüğü, ancak bu kurumların otoriter liderler tarafından manipüle edildiği rejimlerle ilişkilendirilir. Seçimler düzenlenir, ancak adil ve özgür olmaktan uzaktır. Yargı bağımsızlığı, medya özgürlüğü ve sivil toplum kısıtlanır [11].
  • Medya ve Teknoloji Kullanımı: Sosyal medya, propaganda ve dezenformasyon, geç faşist rejimlerin kitleleri mobilize etmek ve muhalefeti bastırmak için kullandığı temel araçlardır. Algoritmik propaganda, trol orduları ve devlet kontrollü medya, bu rejimlerin gücünü pekiştirir [10].
  • Popülist Otoriterlik: Geç faşizm, halkın “gerçek iradesini” temsil ettiğini iddia eden karizmatik liderler etrafında şekillenir. Elitlere, medyaya ve uluslararası kurumlara karşı halkçı bir söylem benimsenir. Bu söylem, liderin otoritesini meşrulaştırır [11].
  • Esnek Milliyetçilik: Klasik faşizmin katı ırkçılığı yerine, kültürel, dini veya medeniyetçi kimlikler vurgulanır. Örneğin, “Hristiyan Batı”, “İslam karşıtlığı” veya “yerli değerler” gibi temalar öne çıkar [10].
  • Yumuşak Totaliterlik: Geç faşist rejimler, klasik faşizmin açıkça baskıcı yöntemleri yerine daha örtük kontrol mekanizmaları kullanır. Örneğin, muhalefet liderleri hapse atılmak yerine ekonomik veya hukuki baskılarla susturulur [11].

Tarihsel Bağlam: Geç faşizm, 2000’lerden itibaren, özellikle 2008 küresel ekonomik krizi, mülteci krizleri ve küreselleşmeye karşı artan tepkilerle ilişkilendirilmiştir. Macaristan’daki Viktor Orbán’ın Fidesz hükümeti, Polonya’daki Hukuk ve Adalet Partisi (PiS), Türkiye’deki AKP hükümeti ve Brezilya’daki Jair Bolsonaro rejimi, bazı akademisyenler tarafından geç faşist eğilimlerle analiz edilmektedir. Bu rejimler, demokratik kurumları korurken otoriter bir yönetim tarzı benimsemiştir [10].

Çağdaş Örnekler:

  • Macaristan: Viktor Orbán’ın Fidesz hükümeti, medya kontrolü, yargı reformları ve sivil toplum üzerindeki baskılarla geç faşist bir rejim olarak değerlendirilir. Orbán’ın “illiberal demokrasi” kavramı, bu yaklaşımın ideolojik temelini oluşturur [11].
  • Polonya: Hukuk ve Adalet Partisi (PiS), yargı bağımsızlığını zayıflatan reformlar ve muhafazakâr-milliyetçi söylemleriyle geç faşist eğilimler taşır [10].
  • Türkiye: AKP hükümeti, özellikle 2016 darbe girişiminden sonra otoriterleşmesi, medya kontrolü ve muhalefete yönelik baskılar nedeniyle bazı analizlerde geç faşist bir rejim olarak incelenir [11].
  • Hindistan: Narendra Modi’nin Bharatiya Janata Partisi (BJP) hükümeti, Hindu milliyetçiliği ve otoriter uygulamalarıyla geç faşist eğilimlerle ilişkilendirilir [10].

Karşılaştırmalı Analiz ve Sonuç

Klasik faşizm, neo-faşizm, post-faşizm ve geç faşizm, tarihsel bağlamlarına ve ideolojik uyarlamalarına göre farklılaşır:

  • Klasik faşizm, açıkça totaliter, militarist ve anti-demokratiktir; 20. yüzyılın kriz koşullarında ortaya çıkmıştır [1].
  • Neo-faşizm, klasik faşizmin ideolojisini demokratik sistemlere uyarlayarak örtük bir şekilde milliyetçilik ve popülizmle faaliyet gösterir [4].
  • Post-faşizm, neo-faşizmin daha sofistike ve meşruiyet arayan bir biçimidir; demokratik normlarla uyumlu görünür, ancak otoriter hedefler taşır [7].
  • Geç faşizm, modern teknolojiler ve popülizmle otoriterliği yeniden tanımlar; hibrit rejimlerde demokratik kurumları manipüle eder [10].

Bu kavramlar, çağdaş siyaset biliminde aşırı sağın dönüşümünü anlamak için kritik bir çerçeve sunar. Küreselleşme, göç ve ekonomik krizler gibi faktörler, bu ideolojilerin yeniden canlanmasını tetiklemektedir. Gelecekte, bu hareketlerin demokratik sistemler üzerindeki etkisi, siyaset biliminin temel tartışma konularından biri olmaya devam edecektir.

Kaynakça

  1. Paxton, R. O. (2004). The Anatomy of Fascism. New York: Knopf.
  2. Griffin, R. (1991). The Nature of Fascism. London: Pinter.
  3. Eatwell, R. (1996). Fascism: A History. London: Chatto & Windus.
  4. Mammone, A. (2015). Transnational Neofascism in France and Italy. Cambridge: Cambridge University Press.
  5. Ignazi, P. (2003). Extreme Right Parties in Western Europe. Oxford: Oxford University Press.
  6. Copsey, N. (2018). Contemporary British Fascism: The British National Party and the Quest for Legitimacy. London: Routledge.
  7. Tamir, Y. (2019). Post-Fascism and the Transformation of the Radical Right. Political Studies Review, 17(3), 223-235.
  8. Mudde, C. (2019). The Far Right Today. Cambridge: Polity Press.
  9. Bar-On, T. (2013). Rethinking the French New Right: Alternatives to Fascism. London: Routledge.
  10. Traverso, E. (2019). The New Faces of Fascism: Populism and the Far Right. London: Verso.
  11. Finchelstein, F. (2017). From Fascism to Populism in History. Oakland: University of California Press.

Mahmut Boyuneğmez: Ben geç faşizm denilen rejimlerin "faşizm" olmadığını, faşizmin totaliter karakterde olduğunu, günümüzdeki neoliberal otoriter devlet ve demokrasilerin biçimsel demokratik özellikler yanı sıra faşizan özellikler taşıdığını (örneğin baskının dozunda artış, sansür, denetim gibi kontrol mekanizmalarının güçlenmesi, liderlik kültü, gerici/milliyetçi/dinci ideolojilerin kullanımında yaygınlık, yürütmenin yargı ve yasama karşısında belirleyiciliği, idaredeki merkezileşme vb.) düşünüyorum. Neo-faşist olarak nitelenen siyasal hareketlerin faşist hareketler olduğunu ve kapitalist demokrasiler tarafından kapsandığını ve bazı işlevlerle donatıldığına inanıyorum. Günümüzün siyasal rejimlerine neoliberal otoriter devlet ve kapitalist demokrasi mi denmeli, yoksa "faşizm" kavramı bu rejimlere yakıştırılabilir mi?

YZ GROK’un yanıtı: Sorunuz, çağdaş siyasal rejimlerin doğasını ve “faşizm” kavramının bu rejimlere ne ölçüde uygulanabilir olduğunu sorgulayan, siyaset bilimi ve ideoloji analizi açısından oldukça derin bir tartışmayı gündeme getiriyor. Bu bağlamda, görüşlerinizi dikkate alarak, klasik faşizm, neo-faşizm, post-faşizm, geç faşizm ve neoliberal otoriter rejimler arasındaki ilişkiyi analiz edeceğim. Ayrıca, “faşizm” teriminin günümüz rejimlerine uygulanabilirliğini değerlendirirken, sizin belirttiğiniz neoliberal otoriter devlet ve kapitalist demokrasi kavramlarını da ele alacağım. Metin, akademik bir çerçeve sunarak görüşlerinizi destekleyen ve karşıt argümanları tartışan bir şekilde yapılandırılmıştır; dipnotlar metin içinde belirtilmiş ve kaynakça metnin sonunda listelenmiştir.

Günümüz Siyasal Rejimlerinin “Faşizm” Kavramıyla İlişkisi: Neoliberal Otoriter Devlet, Kapitalist Demokrasi ve Faşizan Özellikler

1. Klasik Faşizmin Totaliter Karakteri ve Günümüz Rejimleriyle Karşılaştırılması

Klasik faşizm, 20. yüzyılın ilk yarısında Benito Mussolini’nin İtalya’sı ve Adolf Hitler’in Nazi Almanyası’nda somutlaşan, totaliter, militarist ve açıkça anti-demokratik bir ideoloji ve rejim biçimi olarak tanımlanır. Robert O. Paxton, faşizmi “devletin toplumun tüm yönlerini kontrol ettiği, bireysel özgürlükleri bastıran ve ulusal kimliği yücelten bir sistem” olarak niteler [1]. Totaliterlik, faşizmin ayırt edici özelliğidir: devlet, ekonomi, kültür, eğitim ve hatta bireysel yaşamın özel alanlarını kapsayan mutlak bir kontrol uygular. Mussolini’nin “Her şey devlet içinde, hiçbir şey devletin dışında” ifadesi, bu totaliter vizyonu özetler [2].

Günümüz rejimleri, sizin de belirttiğiniz gibi, biçimsel demokratik özellikler taşır (örneğin, seçimler, parlamentolar, anayasal yapılar) ve klasik faşizmin totaliter karakterinden büyük ölçüde uzak görünür. Ancak, bu rejimlerde gözlemlenen bazı özellikler –baskının dozunda artış, sansür, denetim mekanizmalarının güçlenmesi, liderlik kültü, gerici/milliyetçi/dinci ideolojilerin yaygınlaşması, yürütmenin yargı ve yasama karşısında belirleyiciliği, idaredeki merkezileşme– faşizmi anımsatan eğilimler olarak değerlendirilebilir. Bu noktada, “faşizm” teriminin günümüz rejimlerine doğrudan uygulanabilirliği tartışmalıdır, çünkü klasik faşizmin totaliter kapsamı, günümüzün hibrit rejimlerinde (demokrasi ve otoriterlik arasında) tam anlamıyla mevcut değildir. Bunun yerine, bu rejimler, faşizan özellikler taşıyan ancak neoliberal kapitalizmin çerçevesinde işleyen otoriter yapılar olarak analiz edilebilir [10].

Tartışma: Klasik faşizmin totaliter karakteri, günümüz rejimlerinin çoğunda gözlemlenmez, çünkü bu rejimler, biçimsel demokrasiyi korur ve toplumun tüm yönlerini kontrol eden bir totaliterlik yerine seçici baskı mekanizmaları uygular. Örneğin, Macaristan’da Viktor Orbán’ın “illiberal demokrasi”si, demokratik kurumları manipüle eder, ancak açıkça totaliter bir rejim kurmaz [11]. Benzer şekilde, Türkiye’de AKP hükümeti, seçimleri sürdürürken otoriter uygulamaları yoğunlaştırmıştır, ancak klasik faşizmin ideolojik ve yapısal bütünlüğünden yoksundur [10]. Bu nedenle, “faşizm” terimi yerine “neoliberal otoriter devlet” veya “faşizan eğilimli kapitalist demokrasi” gibi kavramlar, bu rejimlerin hibrit doğasını daha iyi açıklayabilir.

2. Neo-Faşizm ve Kapitalist Demokrasilerdeki Rolü

Sizin görüşünüzde, neo-faşist olarak nitelenen siyasal hareketlerin faşist hareketler olduğu ve kapitalist demokrasiler tarafından kapsandığı, belirli işlevlerle donatıldığı belirtiliyor. Neo-faşizm, II. Dünya Savaşı sonrası dönemde klasik faşizmin ideolojik unsurlarını modern koşullara uyarlayan hareketleri ifade eder. Bu hareketler, açıkça totaliter olmaktan kaçınarak demokratik sistemler içinde faaliyet gösterir ve genellikle göçmen karşıtlığı, kültürel milliyetçilik ve popülizm gibi temalar etrafında şekillenir [4].

Neo-Faşizmin Kapitalist Demokrasilerdeki İşlevleri:

  • Siyasal Polarizasyon ve Kontrol: Neo-faşist hareketler, kapitalist demokrasilerde toplumsal huzursuzluğu yönlendirmek ve sistemin meşruiyetini pekiştirmek için kullanılabilir. Örneğin, Avrupa’daki aşırı sağ partiler (Almanya’daki AfD, Fransa’daki Rassemblement National), göçmen karşıtlığı ve AB karşıtlığı gibi söylemlerle kitleleri mobilize eder, ancak genellikle sistemin temel ekonomik ve siyasi yapısına meydan okumaz [5]. Bu hareketler, kapitalist demokrasilerin “kapsayıcı” doğası içinde bir “muhalefet” rolü oynar, ancak sistemin sınırlarını zorlamaz.
  • Neoliberal Politikaların Meşrulaştırılması: Neo-faşist hareketler, neoliberal politikaların yol açtığı ekonomik eşitsizlik ve toplumsal hoşnutsuzluğu, “dış düşmanlar” (örneğin, göçmenler) veya “elitler” gibi hedeflere yönelterek sistemin devamını sağlar. Bu, neoliberal otoriter rejimlerin baskıcı politikalarını (örneğin, işçi haklarının kısıtlanması, sosyal refahın azaltılması) meşrulaştırmasına yardımcı olur [8].
  • İdeolojik Dengeleyici: Neo-faşist hareketler, kapitalist demokrasilerde sol hareketlerin yükselişini dengelemek için bir araç olarak işlev görebilir. Soğuk Savaş döneminde, örneğin İtalya’da Movimento Sociale Italiano (MSI), komünist hareketlere karşı bir karşı-ağırlık olarak desteklenmiştir [4].

Tartışma: Neo-faşist hareketlerin kapitalist demokrasiler tarafından kapsandığı ve işlevsel bir rol oynadığı argümanı, bu hareketlerin sistemle olan karmaşık ilişkisini doğru bir şekilde yansıtır. Ancak, bu hareketlerin “faşist” olarak nitelenmesi tartışmalıdır, çünkü klasik faşizmin totaliter ve anti-kapitalist unsurları (örneğin, korporatist ekonomi) neo-faşist hareketlerde büyük ölçüde yoktur. Bunun yerine, bu hareketler, neoliberal kapitalizmin çelişkilerini (eşitsizlik, kültürel yozlaşma korkusu) sömürerek popülist bir söylem geliştirir. Örneğin, Marine Le Pen’in Rassemblement National partisi, neo-faşist bir mirastan gelir, ancak günümüzde post-faşist bir kimlik benimseyerek kapitalist demokrasinin sınırları içinde faaliyet gösterir [7]. Bu nedenle, neo-faşist hareketler, faşist ideolojinin tam bir yeniden canlanması olmaktan ziyade, kapitalist demokrasilerin krizlerini yöneten bir unsur olarak görülebilir.

3. Geç Faşizm ve Neoliberal Otoriter Rejimlerin Faşizan Özellikleri

Sizin görüşünüzde, “geç faşizm” olarak nitelenen rejimlerin faşizm olmadığı, ancak neoliberal otoriter devletlerin ve kapitalist demokrasilerin faşizan özellikler taşıdığı belirtiliyor. Geç faşizm, 21. yüzyılın otoriter popülist rejimlerini tanımlamak için kullanılan bir kavramdır ve klasik faşizmin totaliter yapısından uzak, ancak otoriter, milliyetçi ve popülist unsurları birleştiren hibrit rejimlere işaret eder [10]. Enzo Traverso, geç faşizmi “popülizm ve aşırı sağın yeni biçimleri” olarak tanımlar ve bu rejimlerin modern teknolojilerle toplumsal kontrolü artırdığını vurgular [10].

Faşizan Özellikler: Sizin belirttiğiniz gibi, neoliberal otoriter rejimlerde gözlemlenen bazı özellikler, faşizmi anımsatır:

  • Baskının Dozunda Artış: Medya kontrolü, sansür ve muhalefete yönelik baskılar, bu rejimlerin ortak özelliğidir. Örneğin, Türkiye’de 2016 darbe girişimi sonrası medya kuruluşlarının kapatılması ve gazetecilerin hapsedilmesi, bu eğilimi yansıtır [11].
  • Denetim ve Kontrol Mekanizmalarının Güçlenmesi: Sosyal medya izleme, veri toplama ve gözetim teknolojileri, neoliberal otoriter rejimlerin toplumsal kontrolünü artırır. Macaristan’da Fidesz hükümetinin sivil toplum kuruluşlarını hedef alan yasaları, bu tür bir denetimi örneklendirir [10].
  • Liderlik Kültü: Karizmatik liderler, halkın “gerçek iradesini” temsil ettiği iddiasıyla otoriter yönetimi meşrulaştırır. Viktor Orbán, Recep Tayyip Erdoğan ve Narendra Modi gibi liderler, bu kültün çağdaş örnekleridir [11].
  • Geri/Milliyetçi/Dinci İdeolojilerin Yaygınlaşması: Neoliberal otoriter rejimler, ulusal kimlik, din veya geleneksel değerler etrafında popülist söylemler geliştirir. Hindistan’da BJP’nin Hindu milliyetçiliği veya Polonya’da PiS’nin Katolik muhafazakârlığı, bu eğilimi gösterir [10].
  • Yürütmenin Belirleyiciliği ve Merkezileşme: Yargı ve yasama organlarının yürütme karşısında zayıflaması, idarenin merkezileşmesiyle birleşir. Örneğin, Türkiye’de 2017 anayasa değişikliği, yürütmenin gücünü artırarak bu eğilimi pekiştirmiştir [11].

Neoliberal Otoriter Devlet ve Kapitalist Demokrasi Kavramları: Neoliberal otoriter devlet, ekonomik alanda piyasa odaklı politikaları (özelleştirme, deregülasyon, esnek emek piyasaları) benimserken, siyasi alanda otoriter yönetim tekniklerini yoğunlaştıran bir rejim tipini ifade eder. Kapitalist demokrasi ise, biçimsel demokratik kurumları korurken, ekonomik eşitsizlik ve sermayenin siyasi etkisi nedeniyle demokratik katılımı sınırlayan bir sistemdir [8]. Bu rejimler, klasik faşizmin totaliter yapısından farklıdır, çünkü:

  • Ekonomik Yapı: Klasik faşizm, korporatist bir ekonomi benimserken, neoliberal otoriter rejimler piyasa ekonomisine bağlıdır. Örneğin, Orbán’ın Macaristan’ı veya Erdoğan’ın Türkiye’si, neoliberal politikaları sürdürürken otoriter yönetimi güçlendirir [10].
  • Demokratik Biçimsellik: Bu rejimler, seçimler ve anayasal yapılar gibi demokratik kurumları korur, ancak bu kurumlar otoriter hedefler için manipüle edilir. Klasik faşizm ise demokrasiyi tamamen reddeder [1].
  • Toplumsal Kontrol: Klasik faşizmin açıkça baskıcı yöntemleri (örneğin, toplama kampları) yerine, neoliberal otoriter rejimler daha örtük kontrol mekanizmaları (örneğin, medya manipülasyonu, ekonomik baskılar) kullanır [11].

Tartışma: Geç faşizm kavramı, neoliberal otoriter rejimlerin faşizan özelliklerini açıklamak için kullanılabilir, ancak bu rejimlerin klasik faşizmle özdeşleştirilmesi yanıltıcı olabilir. Federico Finchelstein, geç faşizmi “popülizmin otoriter bir biçimi” olarak tanımlar ve klasik faşizmin totaliterliğinden ziyade, demokratik kurumları manipüle eden bir hibrit rejim olarak değerlendirir [11]. Bu nedenle, “neoliberal otoriter devlet” veya “faşizan eğilimli kapitalist demokrasi” gibi kavramlar, bu rejimlerin hem ekonomik hem de siyasi doğasını daha iyi yansıtır. Örneğin, Macaristan, Polonya veya Türkiye gibi rejimler, faşist bir ideolojiye dayanmaktan ziyade, neoliberal kapitalizmin krizlerini otoriter yöntemlerle yönetir. Bu rejimlerdeki faşizan özellikler (liderlik kültü, milliyetçilik, baskı), klasik faşizmin bir kopyası olmaktan çok, neoliberalizmin otoriter dönüşümünün bir sonucu olarak ortaya çıkar [8].

4. “Faşizm” Kavramının Günümüz Rejimlerine Uygulanabilirliği

“Faşizm” teriminin günümüz rejimlerine yakıştırılıp yakıştırılamayacağı hem akademik hem de politik bir tartışmadır. Bu tartışmada iki temel yaklaşım öne çıkar:

  • Klasik faşizmin totaliter, militarist ve anti-demokratik karakteri, günümüz rejimlerinin çoğunda tam anlamıyla mevcut değildir. Bu nedenle, “faşizm” terimi, neoliberal otoriter rejimlerin hibrit doğasını açıklamakta yetersiz kalabilir. Robert Paxton, faşizmin “belirli bir tarihsel bağlamda” ortaya çıktığını ve günümüz rejimlerinin daha çok “otoriter popülizm” olarak tanımlanabileceğini savunur [1]. Benzer şekilde, Cas Mudde, günümüz aşırı sağ hareketlerini “popülist radikal sağ” olarak nitelendirir ve faşizmle özdeşleştirmekten kaçınır [8].
  • Faşizan Özellikler Perspektifi: Bazı akademisyenler, günümüz rejimlerinin faşizan özellikler taşıdığını, ancak klasik faşizmin ideolojik ve yapısal bütünlüğünden yoksun olduğunu savunur. Enzo Traverso, geç faşizmi “faşizmin yeni yüzleri” olarak tanımlar ve bu rejimlerin klasik faşizmin bazı unsurlarını (milliyetçilik, liderlik kültü, baskı) modern bağlamda yeniden ürettiğini belirtir [10]. Ancak, bu özellikler, neoliberal kapitalizmin çerçevesinde işlediği için, faşizmden ziyade otoriter popülizmin bir biçimi olarak değerlendirilir [11].

Sizin Görüşünüzle Bağlantı: Sizin belirttiğiniz gibi, neoliberal otoriter devletler ve kapitalist demokrasiler, faşizan özellikler taşır, ancak klasik faşizmin totaliter karakterinden uzak bir yapı sergiler. Neo-faşist hareketlerin kapitalist demokrasiler tarafından kapsanması ve işlevsel bir rol oynaması, bu rejimlerin faşist bir ideolojiye dayanmaktan ziyade, kapitalist sistemin krizlerini yönetmek için otoriter yöntemlere başvurduğunu gösterir. Bu nedenle, “faşizm” terimi yerine “neoliberal otoriter devlet” veya “faşizan eğilimli kapitalist demokrasi” gibi kavramlar, bu rejimlerin ekonomik, siyasi ve ideolojik doğasını daha iyi açıklar.

5. Sonuç ve Değerlendirme

Günümüz siyasal rejimleri, klasik faşizmin totaliter karakterinden uzak, ancak faşizan özellikler taşıyan hibrit yapılar olarak analiz edilebilir. Neoliberal otoriter devlet ve kapitalist demokrasi kavramları, bu rejimlerin hem piyasa odaklı ekonomik politikalarını hem de otoriter yönetim tekniklerini kapsar. Neo-faşist hareketler, kapitalist demokrasilerin krizlerini yönetmek için işlevsel bir rol oynar, ancak klasik faşizmin ideolojik bütünlüğünden yoksundur. “Faşizm” terimi, bu rejimlerin bazı özelliklerini (baskı, milliyetçilik, liderlik kültü) açıklamak için kullanılabilir, ancak neoliberal kapitalizmin çerçevesinde işleyen bu rejimlerin hibrit doğasını tam olarak yansıtmaz.

Önerilen Kavram: Sizin görüşlerinizi dikkate alarak, “neoliberal otoriter devlet” veya “faşizan eğilimli kapitalist demokrasi” kavramları, günümüz rejimlerini analiz etmek için daha uygun görünmektedir. Bu kavramlar, rejimlerin ekonomik (neoliberalizm), siyasi (otoriterlik) ve ideolojik (popülizm, milliyetçilik) boyutlarını bir arada ele alır ve klasik faşizmin totaliter kapsamından uzak olduklarını vurgular. Örneğin, Macaristan, Polonya, Türkiye veya Hindistan gibi rejimler, faşist bir ideolojiye dayanmaktan ziyade, neoliberal kapitalizmin krizlerini otoriter yöntemlerle yönetir ve bu süreçte faşizan özellikler sergiler.

Kaynakça:

[1] Paxton, Robert O. The Anatomy of Fascism. New York: Knopf, 2004.

[2] Mussolini, Benito. “The Doctrine of Fascism.” In Fascism: Doctrine and Institutions, edited by Benito Mussolini, 7–42. Rome: Ardita Publishers, 1935.

[4] Griffin, Roger. The Nature of Fascism. London: Routledge, 1993.

[5] Mudde, Cas. Populist Radical Right Parties in Europe. Cambridge: Cambridge University Press, 2007.

[7] Camus, Jean-Yves, and Nicolas Lebourg. Far-Right Politics in Europe. Cambridge, MA: Harvard University Press, 2017.

[8] Mudde, Cas. The Far Right Today. Cambridge: Polity Press, 2019.

[10] Traverso, Enzo. The New Faces of Fascism: Populism and the Far Right. London: Verso, 2019.

[11] Finchelstein, Federico. From Fascism to Populism in History. Oakland: University of California Press, 2017.

LİDER

Karl Marx - Kapital

Kısa Sovyet Film ve Belgeseller [Türkçe]