6 Nisan 2025 Pazar

Bir ihtimal daha var: Örgütlenmek!

Mahmut Boyuneğmez

Yüksek düzeyde eğitimli gençlerin önemli bir bölümü yurt dışına gidiyor. Yine gençler arasında intihar oranlarında yükseliş bulunuyor. Oysa bir ihtimal daha var; o da örgütlenmek!..

“Beyin göçü” sayıları tırmanışta

Türkiye’de son yıllarda “beyin göçü”nde artış yaşanmaktadır. Bu konudaki veriler şu şekilde özetlenebilir:

  • 2012’de lisans eğitimi, lisansüstü eğitim ve iş olanakları için yurt dışına gidenler toplamda 40.000-50.000 civarındayken, 2022’de bu sayı 55.000-70.000’e çıkmıştır.
  • 2012 ve 2022’de yurt dışına lisans eğitimi için gidenlerin sayısı yaklaşık 25.000-30.000 arasında değişmeden kalmıştır.
  • Lisansüstü eğitim için yurt dışına gidenlerin sayısı 2012’den 2022’ye 10.000-13.000’den 15.000-20.000’e yükselmiştir. Bu artışta akademik fırsat arayışı etkili olmuştur.
  • İş için yurt dışına göç eden yüksek öğretim mezunlarının sayısı 2012’de 5.000-7.000 iken, 2022’de 15.000-20.000’e çıkmıştır. Bu artışta ekonomik faktörler belirleyicidir.

2012’den 2022’ye gelindiğinde, yurt dışına giden yüksek öğretim mezunu sayısında belirgin bir artış olduğu görülmektedir. Bu durum, Türkiye’deki ekonomik zorluklar, işsizlik oranlarının yüksekliği (işçi sınıfı içerisinde gerçek işsizlik oranı %30 düzeyindedir) ve yurt dışındaki daha iyi kariyer fırsatlarının oluşturduğu cazibeyle ilişkilidir. 2012’den 2022’ye lisansüstü eğitim için gidenlerin sayısı yaklaşık iki katına çıkmış görünmektedir. Bu, Türkiye’de akademik fırsatların azalması ve yurt dışındaki eğitim kalitesine yönelimle açıklanabilir. İş amaçlı göç ise, 2022’ye gelindiğinde belirgin bir şekilde artmıştır. Ekonomik koşullar (TL’nin değer kaybı, yüksek işsizlik) ve yurt dışındaki iş fırsatları bu artışı tetiklemiştir. Eğitim ile iş için yurt dışına giden yüksek öğretim mezunu kategorilerinin her ikisinde de artış mevcuttur. Bu durum, Türkiye’deki yüksek öğretim mezunları arasında önemli ölçüde bir “beyin göçü” olgusunun varlığını göstermektedir.

2012 ve 2022’de lisans için yurt dışına gidenlerin sayısı aynı düzeydedir (~25.000-30.000). Burada iktisadi koşulların üniversite eğitimi için yurt dışına gitme eğilimini nasıl sınırladığı görülmektedir. Evlatlarının yurt dışında lisans eğitimi için finansman sağlayabilecek ailelerin vasıflı ve yüksek gelirli de olsa emekçi aileler olmadığı anlaşılmaktadır.

Lisans üstü eğitim için yurt dışına gidişte 2012’den 2022’ye %50 civarı artış (10.000-13.000’den 15.000-20.000’e) yaşanmıştır. Akademik kariyer ve yurt dışı fırsat arayışı ile yurda dönüldüğünde tatminkâr işler bulma olasılığının artırılması çabası bu gidişleri açıklamaktadır.

Yurt dışına iş için göçen yüksek öğretim mezunları 2012’de 5.000-7.000 iken 2022’de 15.000-20.000’e yükselmiş bulunmaktadır. Ekonomik kriz ve TL’nin değer kaybı, yüksek öğretim mezunlarını iş olanakları için yurt dışına yöneltmektedir.

CHP’nin 2021 tarihli “AKP’nin Tetiklediği Büyük Beyin Göçü” raporuna göre, 20-35 yaş arası gençlerin yurt dışına gitme oranı 2016-2019 arasında %70 artmıştır. Bunlar arasında yüksek öğretim mezunları önemli bir yer tutmaktadır.

Gençlerde intihar oranı artıyor

2012-2022 arasında hem lise hem de yüksek öğretim mezunu sayısı önemli ölçüde artmıştır. On yıllık zaman kesitinde yüksek öğretim mezunlarının sayısında %71,6’lık artışın yaşanmasının temel nedeni, mekânsal, öğretim üyesi ve kampüs olanakları açısından yetersiz birçok üniversitenin açılması ve bu üniversitelerin sağladığı kontenjanlardır. Yüksek öğretim mezunlarının sayısındaki %71,6’lık artışın diğer nedenleri arasında lise mezunu sayısındaki artış (aday havuzunun büyümesi), iş olanaklarını artırmak için üniversite diplomasına olan talepteki artış, açık öğretim ve uzaktan eğitim olanakları, kadınların eğitime katılımındaki yükseliş sayılabilir.

Lise ve yüksek öğretim mezunları arasında intihar sayıları artarken, yüksek öğretim mezunlarında artış oranı (%44,8) lise mezunlarından (%29,5) daha yüksektir. Peki lise ve yüksek öğretim mezunları arasındaki intihar oranlarında belirgin artışın nedeni/nedenleri nelerdir?.. Bu artışın en büyük nedeninin geleceksizlik kaygısı/geleceğe dönük umutsuzluk ve işsizlik olduğu düşünülebilir. Bu nedenler intihar riskini artırmaktadır.

Gençlerin açığa çıkan öfkesi

24-25-26 Mart 2025 tarihlerinde 19:00-23:00 saatleri arasında Ankara’nın Kızılay meydanında toplanan ve 19 Mart 2025’te Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınmasıyla tetiklenen sokak protestolarına katılan 208 eylemciyle, eylemler sırasında, yüz yüze görüşmelerin sonucunda bir rapor oluşturulmuştur. Yağmur Uzunırmak’ın Toplumsal Çalışmalar Enstitüsü adına yaptığı bu araştırma “Kim bu gençler?” (Ankara örneği) adıyla yayınlanmıştır.

Bu rapora göre, eylemcilerin içerisinde 18-24 yaş aralığında olanların oranı %70,2’dir. Buna 25-34 yaş aralığında olanların oranı %24 de eklendiğinde %94,2 oranında genç-genç yetişkinlerden oluşmuş bir toplam elde edilmektedir. Eylemlere katılım oranıyla ve dinamizmiyle gençler damgasını vurmuştur. Eylemlere katılanların %76,5’ini üniversite öğrencileri ve üniversiteden mezun olanlar oluşturmaktadır. Eylemciler büyük oranda öğrencilerden oluşmaktadır.

Eylemlere Kürt emekçilerden katılım olmuşsa da bu oldukça sınırlı kalmış, DEM Parti’nin bu konuda bir çağrısı olmamıştır.

Eylemciler ekonomik durumlarını genel olarak tatmin edici bulmamaktadır. “Türkiye’nin mevcut iktidarla yakın gelecekte ekonomik olarak nasıl bir gelişme göstereceğini düşünüyorsunuz” diye sorulduğunda eyleme katılanların %63,5’i “çok daha kötü olacak” yanıtını vermiştir.

Protestolarda yer alan kitle, “Türkiye’nin yönetimi bu şekilde devam ettiği sürece ben ne yaparsam yapayım bu ülkede iyi bir geleceğim olmayacak” ifadesine tamamen ya da kısmen katılmaktadır.

Eylemcilerin 2023 seçimlerinde oy verdikleri ve gelecek seçimlerde oy verecekleri partilerin dağılımı şöyledir:

  • CHP’ye oy verdiğini ya da vereceğini belirtenlerin toplamı %52,9 oranındadır.
  • Zafer Parti’sine oy verenler ya da verecek olanlar %23,8’lük bir kesimi oluşturmaktadır.
  • İYİP %5,3 oranında desteklenmektedir.
  • TİP eylemciler arasında %4,4 oranında bir hegemonyaya sahiptir.

Bu oranlar eylemlere katılan ve yoksul, ekonomik durumu kötü olan gençlerin faşist söylemlerin cazibesine kapıldığını ve kapılabileceğini, fakat sosyalist solun yaygın ve yoğun politik faaliyetleriyle bu gençleri etkileyebileceğini, üzerlerinde bir aidiyet hissi-sevgi-saygı oluşturabileceğini göstermektedir. Farklı partilere yakınlık duyan eylemci gençler-genç yetişkinler, toplumsal konum, ekonomik tatmin seviyesi ve mevcut iktidarla gelecek beklentisi açısından çok önemli bir farklılaşma göstermemektedir.

Türkiye’nin çözülmesi gereken en önemli sorunu olarak; %54,3’ünün adaleti, %13,9’unun ekonomik durumu işaret etmesi, son günlerdeki belediyelere ve politik figürlere dönük baskıların, gözaltı ve tutuklamaların oluşturduğu tepkiyle birlikte okunduğunda anlaşılır olmaktadır. Türkiye’deki siyasal rejimin otoriter karakteri ve iktisadi krizle gelen yoksullaşma birlikte, protestoların temel itici nedeni olarak değerlendirilebilir.

Protestocuları eylemlere katılmaya motive eden en önemli iki unsur sorulduğunda ‘’gelecek kaygısı’’ %60,6 ile en çok tercih edilen seçenektir. Bunu %52,9 ile ‘’hükümetin anti-demokratik uygulamaları’’ seçeneği takip etmiştir. %31,7 ile “mevcut siyasi sistemin taleplerime cevap vermemesi” en çok tercih edilen üçüncü seçenek olmuştur. ‘’Ekrem İmamoğlu’nun şahsında muhalefete yönelik tutum’’ seçeneği katılımcıların yalnızca %11,1’i tarafından işaretlenmiş, eylemciler için İmamoğlu’nun tutuklanması belirgin bir sokağa çıkış nedeni olmamıştır.

“Sizce Türkiye gelecekte daha iyi bir ülke olacak mı?” diye sorulduğunda eyleme katılanların %58,9’u ‘’halk olarak bizim tutumumuza bağlı’’ demiştir. Bu oran, gençlerde mutlak bir umutsuzluğun ya da çıkışsız olma hissinin egemen olmadığını gösterir, fakat örgütsüz bireyler olarak kaldıkları sürece bireysel kurtuluş yolunda çabalara giriştikleri yönündeki eğilimle birlikte değerlendirmeye alınmalıdır.

Eyleme katılanların %55,6’sı kendisini Atatürkçü olarak tanımlamakta, bunu sırasıyla milliyetçi (%16,9), sosyalist (%10,1) ve sosyal demokrat (%9,7) seçenekleri takip etmektedir. Bu oranların gösterdiği, bir ortak değer olarak Atatürk sevgisinin eylemci gençlerde-genç erişkinlerde yaygın olarak bulunduğu, fakat sokaktaki kitlelerin büyük bölümünün bir ideolojik bağlanmaya/angajmana sahip olmadan sokakta politize olduklarıdır.

Protestocuların %40’ı imkânı olsa dahi yurt dışına yerleşme fikrini reddetmekteyse de yurt dışına yerleşirim diyenlerin oranı da yüksek olup %37’dir. Bu son veri, daha önce sunduğumuz istatistiksel bulgularla uyumludur.

Örgütlülük içerisinde dayanışma bir ihtiyaç

Türkiye’de son yıllarda gençler ve genç yetişkinler arasında ekonomik zorluklar, “geleceksizlik” gerçeği ve hissiyatı yüzünden yurt dışına göçme (“beyin göçü”) ya da bireysel çıkış bulamamanın sonucu olarak intihar etme giderek artmaktadır. Oysa bir ihtimal daha var: Memlekete ve hayata sahip çıkıp, örgütlenmek. Örgütlülük içerisinde dayanışmak.

Bireysel “yırtma” olanaklarının iyice daraldığı bir tarihsel kesitte, ömre anlam, derinlik, sahicilik ve güzellik katan, hayatı robot ya da zombi gibi geçirmekten kurtaran bilimsel düşüncelere, insanlığın ortak mirası ilerici değer ve ilkelere bağlanmak, bunlara tutulmak. Cemaatlerdeki gibi bireylerin çıkarını kollamak üzere bir araya gelişi değil, sosyalist fikriyatta ve duygularda, yani bilimsel sosyalist dünya görüşünde ortaklaşıp, bir kolektivite oluşturmak. Kendiliğinden gelişip sokağa çıkan toplumsal öfke ve tepkiler, bir süre sonra sönümleneceğinden, yaşanan süreçlerden geriye kalan örgütlenmede kazanımlar olacak. Bilinmektedir ki örgütsüz güç, tam olarak etkin bir güç değildir.

Sosyalistler azami bilinç, enerji ve örgütlülükle sokağa çıkan bu insanlara ulaşmalıdır. Yoksa açığa çıkan enerji, toplumsal hareketlenme yatıştığında büyük oranda CHP ve Zafer Partisi’ne kanalize olacak. Kitleler sosyalistleri kendilerini örgütlemeye çağırıyor. Toplumsal hareketlenmenin örgütlülük içerisinde dayanışmaya ihtiyacı bulunuyor.

Not: Bu yazının hazırlanması sırasında yapay zekâdan (YZ)’den yararlanılmıştır.

Yararlanılan kaynaklar:

  1. https://www.toplum.org.tr/wp-content/uploads/2025/03/Imamoglu-Protestolari-Katilimci-Analizi-Ankara-Ornegi-28-Mart-2025.pdf
  2. TUİK istatistikleri
  3. YZ “GROK”

4 Nisan 2025 Cuma

Mart eylemleri: Tespitler

Mahmut Boyuneğmez

i. Türkiye’de siyasi rejim otoriter özellikler taşıyan kapitalist demokrasidir. Devletin tipi ise başkanlık sistemiyle karakterize kapitalist devlettir. Siyasal rejim otoriter ve faşizan özellikler taşısa da “faşist” nitelikte totaliter bir rejim değildir. 18-19 Mart’ta İmamoğlu’nun diplomasının iptal edilmesi ve gözaltına alınması, siyasal rejimin otoriter özelliğinin göstergeleri olan yargının zor ve baskı uygulayıcı karakterine ve ekonomik krizin getirdiği yoksullaşmaya karşı toplumda biriken itirazların, tepkilerin ve öfkenin dışa vurulmasına yol açmış, toplumda derinleşen ve yaygınlaşan hoşnutsuzların bu tetiklemeyle sokağa taşmasına götürmüş, toplumsal rahatsızlıkların bir kıvılcımla patlamasına neden olmuştur.

ii. Oluşan toplumsal hareketliliğin tetikleyicisi İmamoğlu’na yapılan operasyonlar olsa da bu isim etrafında şekillenen olaylar toplumsal hareketlenmenin asıl ya da kök nedeni değildir.

iii. Mart eylemleri, büyük oranda kendiliğinden gelişen bir toplumsal harekete aittir. Eylemlilik süreçlerine sosyalist solun katılımı ve CHP’nin kitleselliği kendi arkasına alma çabası olmuşsa da bu eylemlerdeki toplumsal hareketlenme “kendiliğinden” karakterdedir. Bunun anlamı, bir sosyalist öncü parti ya da örgütlenme tarafından süreçlere yön verilmesi durumunun söz konusu olmamasıdır.

iv. Eylemlere katılan protestocular, büyük oranda gençlerden ve genç erişkinlerden oluşmaktadır. Bunun nedenleri arasında demografik özellikleri nedeniyle bu toplumsal kesimin cesaretinin, dinamizminin ve zamanının göreli olarak daha çok oluşu, görece daha hesapsız biçimde bilinçle ve duygularla harekete geçmeye yatkınlığı, geleceksizlik ve kaybedecekleri bir şeyin olmaması hissinin ağırlığı sayılabilir. Hareketlenen gençler-genç yetişkinler arasında sınıfsal konumu itibarıyla proleter olanlar yanı sıra, geleceğin işçileri olan öğrenciler ve katılanların yüzde 40’ı oranında öğrenci-işçilerin de olduğu dikkate alındığında, Mart eylemlerinin sınıfsal karakterde olduğu söylenebilmektedir. Oluşan toplumsal hareket işçilerin dar ekonomik mücadele başlıklarına sıkışmadığından bir “sınıf hareketi” değilse de “sınıfsal karakterde bir hareket”tir. Toplumsal hareketlenmenin “hak, hukuk adalet”, “hükümet istifa” gibi politik talepleri de emekçilerin çıkarlarıyla uyumlu sınıfsal taleplerdir.

v. Toplumsal hareketin talepleri ve yaygınlığı CHP’nin kapsama alanının dışına çıkmışsa da bu parti hareketi kendi arkasına almaya gayret etmiş, kitlelerin biriken itirazlarını, tepkilerini, öfkesini, taleplerini ve özlemlerini İmamoğlu’nun CB adaylığının desteklenmesine yönlendirmeye, kendisinin oy oranlarını artırma yönünde kanalize etmeye çalışmış, açığa çıkan kitlesel enerjiyi soğurup, düzenin sınırları içerisinde yatıştırmaya uğraşmıştır. CHP varlığı gereği bu politik çabalarıyla sosyalist solun mücadele alanını daraltmış, onun kitlelerle yaygın temas yüzeyleri bulmasını azaltmıştır. Bu partinin kontrolü altında tutabileceği mitinglere yönelmesi düzen içi karakteri ve böylesi bir ihtiyacın ürünüdür.

vi. İmamoğlu’nun gözaltına alınıp sonrasında tutuklanması ile CHP ve İBB’ye kayyum atanması yönündeki girişimlerin, “darbe” olarak tanımlanması, mevcut siyasal iktidarın “cunta” olarak nitelenmesi, siyaset bilimi açısından geçersiz, fakat CHP’nin kendisine dönük toplumsal algıda meşruiyetini artırmaya yarayan popüler politik söylemlerdir.

vii. Mart eylemlerindeki toplumsal hareket “kendiliğinden” bir karakter taşıdığından ve süreçlerin genel akış yönüne bir ölçüde CHP rengini verdiğinden, sosyalist solun hareket içerisinde bulunup, örgütlenme olanaklarını değerlendirerek, maksimum kazanımlarla çıkması, ayrıca sosyalistlerin toplumsal onayının artması arzulanacak yegâne ara sonuçtur. Mart eylemlerinin kendiliğinden karakteri belirli bir süre sonra sönümlenmesini getirecektir.

viii. Türkiye tarihinde ilk kez ve üstelik yaygın ve etkili bir tüketim boykotu gerçekleşmiş, bu boykot Mart toplumsal hareketinin moral/motivasyon kaynağı olup, sosyalistlerin organize ettiği eşlik eden etkinliklerle birlikte bireysel pasif bir direniş biçimi olmanın ötesine geçerek mücadelenin anlamlı bir kazanımı olmuştur. Üniversitelerdeki akademik boykotlar da aynı şekilde aktif etkinlik ve eylemliliklerle birlikte, örgütlülüğü artıracak şekilde organize edildiğinden, sosyalizm yolunda uzun ve çetin yürüyüşün ufak bir mevzi mücadelesi olarak anılmayı hak etmiştir.

ix. 19 Mart’tan sonra şekillenen süreçler için bir “hegemonya krizi”nden bahsetmek yanlıştır. Aksine baskı ve zor, sansür ve yıldırma araçları ve yöntemleri ile özellikle yandaş medya üzerinden oluşturulan toplumsal meşruiyet ve onay mekanizmaları son sınırına kadar kullanılmakta ve işletilmektedir. Ülke çapında yaşanan bir devrimci durum kesitinde, emekçi kitleler üzerindeki hegemonya dağıldığında ve yeniden üretilemez duruma geldiğinde “hegemonya krizi” oluşur. İçinde bulunduğumuz tarihsel kesitte böylesi bir kriz yoktur. Hegemonyayı, salt rıza/onay üzerinden düşünmemek gerekir. Hegemonya, hem onay/rıza üreten mekanizmalar ve yapılar, hem de tahakküm/baskı/zor/yıldırma mekanizmaları üzerinden birlikte kurulur. Bu birlikteliğin ortak ürünü olarak hegemonya oluşur ve yeniden-üretilir. Siyasal iktidara alternatif olabilecek karşı-hegemonya oluşturan organizasyonlar/örgütlenmelerin zayıf durumda oluşu da bir hegemonya krizinin oluşmasını önlemektedir. Üstelik, siyasi iktidarın son aylarda bir “yönetememe krizi” içerisinde olduğu da doğru değildir. "Yönetememe krizi" devlete ve yürütme gücüne ait bir yetersizliği ifade etmektedir. Bu krizin görünümleri paralize olma durumu, birbirini baltalayan karşıt hamleler olabilir. Bugün siyasal iktidarın hamlelerinde bu semptomlar yoktur. Toplumsal desteği uzun bir süredir zayıflayan siyasi iktidar, kendisine rakip olarak beliren İmamoğlu ve CHP üzerine gitmiş, bunları geriletip etkisizleştirmeye çalışmıştır. Fakat sokağa çıkan kitlelerin harekete geçen gücü, siyasi iktidarın hamlelerini frenlemiş ve belki de geleceğe doğru ertelemiştir.

x. Sokaktaki toplumsal hareket, öğrenci gençlik hareketi, sosyalist partiler ve örgütler, CHP ve muhalif medya kanallarının oluşturduğu siyasi-toplumsal vektöre karşıtlık oluşturan, tüm organlarıyla siyasi iktidar ve yandaş medyadan mürekkep vektör arasında şimdilik geçici bir denge oluşmuştur. Bu siyasi güçler arasında geçici bir “pat durumu” mevcuttur. Yaşanan süreçlerle birlikte siyasi iktidarın meşruiyetinde/toplumsal onayında erozyon olduğu söylenebilirse de siyasi iktidarın yakın vadede düşmesi mümkün görünmemektedir. Toplumsal hareketlenmeye katılan yurttaşların bir kısmı sosyalist sol tarafından kapsansa da bir süre sonra sokaklardan ve miting alanlarından çekilerek evlerine dönmeleri kuvvetle muhtemeldir.

xi. Türkiye’deki siyasal rejimi yapılmaması gerektiği halde "faşizm" olarak tanımlayan geniş bir sol çevre bulunmaktadır. Bu çevrelerden faşizme karşı birleşik cephe önerenler olacaktır ve sosyal demokratik liberalizmin/CHP’nin şemsiyesi altında toplanalım diyebilecekler çıkacaktır. Bundan uzak durulması, sosyalist sol ile yasal Kürt hareketinin en geniş birlikteliğinin sağlanıp, gündemlere ilişkin ortak politikalar geliştirilmeye çalışılması, ortak bir CB adayı çıkarılması gerekmektedir. 04.04.2025

3 Nisan 2025 Perşembe

Nasıl bir dil?..

Mahmut Boyuneğmez

Sosyalist politikalar oluşturur, halka buluştururken ve yine bu esnada ideolojik mücadele yürütülürken kullanılan dil, sade, anlaşılır, somut toplumsal olaylarla bağlantıları her daim kurulmuş, merak ve ilgi uyandıran, vicdan muhasebesini ve düşünmeyi teşvik edici ve tetikleyen, sorgulayıcı bir üslupta olmalıdır. Bu propaganda dili, yaşanılan somut sorunların ve dertlerin arkasındaki hemen bir çırpıda görülmeyen nedenleri kavratmaya dönüktür. Bu sayede sorunların çözümleri konusunda bir doğrultu gösterilebilir. Ayrıca topluma seslenme dili, yaşanılan sorunların birbirleriyle ve toplumun işleyiş mekanizmalarıyla bağlantılarının sezilmesi için ipuçları da sunulmalıdır. Bir örnek verelim. İnşaat işçilerinden mürekkep bir topluluğa, çay içilirken yapılan bir sohbette neler söylenebilir?..

“Koca koca apartmanları yapıyorsunuz da aldığınız yevmiye/ücretle bu apartmanlardaki bir dairenin bir göz odasında oturacak durumunuz yok. Müteahhit firma patronu ya da taşeron şirket patronları, apartmanın dairelerinin sahibi oluyor ve bunları satarak karına kar katıyor. İşçi/amele ise öğlen arası ekmek-helvayla karnını ancak doyuruyor. Aldığınız yevmiyeleri/ücretleri toplasak, 2-3 yılda yapıp bitirdiğiniz binanın yapılma süresi boyunca bunları birbirine eklesek, bir dairenin fiyatı etmiyor. Müteahhit patron(lar), arsa fiyatını da dahil ediyor, dairelerin satış fiyatına elbette. Fakat sizin alın terinizin karşılığı olarak aldığınız ücretlerin ve malzeme maliyetlerinin çok üzerinde bir bedelle satılan evler bunlar. Patron(lar), maliyetleri ve size verdiği ücretleri düştüğünde, geriye kalan bedeli cebe indiriyor. Yani siz, ailenizin karın tokluğuna yaşaması için yetecek bir ücret alırken, evleri üretmek için harcadığınız emeklerin karşılığını değil, bunun çok çok altında bir bedeli ücret olarak alıyorsunuz. Buna sömürü deniyor. Size gecekonduda ya da kirada bir dairede yaşamayı reva gören bu patron düzeni, ensesi kalınlara/patronlara lüks konutlarda, zevki sefada yaşamayı uygun görüyor. Çünkü sizin alın terinizin çok büyük kısmı, patronların cebine kar olarak giriyor. Oysa iyi koşullarda yaşamaya yetecek bir ücret, aileniz için cüzi bir kirayla oturulacak bir konut, çocuklarınız için kaliteli ve parasız okulların olması, hakkınız. "Biri yer, biri bakar, kıyamet ondan kopar" denir; işçiler, emekçiler sömürü düzenini ortadan kaldırmak için örgütlenir ve mücadele ederse, her şeyi üreten onlar olduğundan ve sayıca kalabalık olduklarından, önlerinde kimse, hiçbir güç duramaz. Patronların saltanatı ve sömürü düzeni örgütlenerek yıkılabilir. Şu anda yaşadığımız sömürü düzenine kapitalizm, örgütlenip iktidara gelerek kuracağımız patronsuz ve sömürüsüz emekçi/işçi düzenine sosyalizm denir.”

Bu konuşma örneği özetlendiğinden ötürü çok didaktik bulunduysa, daha popüler bir tarzın sohbet sırasında yakalanabileceği gözden kaçmamalıdır. Dikkat edildiyse bu konuşmada “artık-değer”den, “kapitalist üretim ilişkileri”nden ve “rant”tan bahsedilmemiştir.

Sosyalistlerin kendi aralarındaki konuşmalarda kullandıkları kavramların anlamlarına “sıradan” insanların nüfuz etmesinin zor olduğu, dışarıdan bakan bir göz için bu kavramların anlaşılmaz özellikte olduğu bir ölçüde doğrudur. Bu nedenle, propaganda faaliyetleri sırasında günlük hayatın kelimeleriyle konuşmak, yazmak ve çizmek gereklidir. Bunu yaparken, sosyalist dağarcıkta bulunan emperyalizm, kapitalizm, sömürü, sermaye ve işçi sınıfı, sosyalizm, emek gibi kavramları kullanmaktan vaz geçilemez. Çünkü ideolojik/siyasal mücadelede sola ait bu kavramların kullanımı ve karşıdakilere aktarımı önem taşımaktadır. Fakat üretici güçler, üretim ilişkileri, kapitalist üretim tarzı, kapitalist devlet gibi teorik kavramlaştırmaların günlük politik faaliyetlerde olur olmaz kullanımından kaçınmak gerekir. Örneğin “kapitalist sistem” yerine “düzen”, “üretici güçler” yerine “emekçiler”, “üretim ilişkileri” yerine “sömürü” kelimelerinin günlük sohbetlerde ve politik faaliyetlerde kullanımı sağlıklı olacaktır.

Öte yandan, teorik üretimde ve sol içi teorik eğitimde, Marksist terminolojinin kullanımı vazgeçilmezdir. Burada politik/ideolojik mücadelenin dilinin kullanımı, kavrayıştaki derinleşmeyi ve ilerlemeyi engelleyecektir. Teori, bir soyutlama faaliyetidir ve bu etkinlikte kavramların belirli bir soyutlukta kullanımı gerekmektedir.

1 Nisan 2025 Salı

Kapital’i yanlış okumak: Bir Gencer Çakır eleştirisi

Mahmut Boyuneğmez

“KAPİTAL’İ YENİDEN OKUMAK | Kelebek, tırtıl, koza —bu sırayla, Gencer Çakır 1+1 Express, 14 Eylül 2020” künyeli yazıyı eleştirmek gerekiyor. Çünkü bu yazı Kapital’i yanlış okuyor. Eleştirimizi okumadan önce yazıya şu adresten bakılabilir:

https://www.academia.edu/44110224/153_YILD%C3%96N%C3%9CM%C3%9CNDE_KAP%C4%B0TAL_%C4%B0_YEN%C4%B0DEN_OKUMAK

1.    Metanın/değerin, toplumsal ilişkisel bir gerçeklik olduğu doğrudur. Değer, ürünün içerdiği toplumsal ortalama gerekli soyut emek miktarıyla oluşturulur, fakat var oluşu ve gerçekliği için ürünün değişim ilişkilerine girmiş olması, diğer ürünlerdeki emek miktarlarıyla karşılaştırmalar içerisinde olması gerekir. Değişim ilişkilerinden/toplumsal ilişkilerden soyutlanmış, bundan ayrıksı bir var oluşu yoktur değerin. Değerin, basit ve günlük anlamıyla maddi olmadığı, fakat nesnel bir gerçeklik olduğu yaklaşımı da doğrudur. Marx'a göre toplumsal ilişkiler de maddi olduğundan, değer de maddi bir gerçekliktir. Fakat hacmi ve kütlesi olan cisimsel varlık olarak sıradan/günlük anlamıyla madde ele alındığında, değerin bu cisimsel/fiziksel maddiliğe sahip olmadığı açıktır. Bu nedenle, değerin, nesnel olduğunu, yani öznelerin dışında bir var oluşa sahip olduğunu söylüyoruz. Marx ise, toplumsal ilişkilere de "maddi" der.

2.    Değer, kişiler arasında bir "ruh" gibi maddi bağlar kurmaz. "İnsanları birbirine bağlayan “tılsımlı güç” olarak değer kavrayışı Marx’ı siyasal iktisadın değer kavrayışından köklü bir şekilde ayırır" önermesi doğru değildir. Değer, insanları birbirine bağlayan "tılsımlı bir güç" değildir. "Değer kapitalizmde, dünya çapında milyonlarca insanın emek faaliyetlerini birbirine bağlayan kurucu bir güçtür" cümlesi yanlıştır. Tersine insanların emek faaliyetlerinin birbirlerine bağlanması için değişim ilişkilerine girmeleri, değer gerçekliğini oluşturur. Çakır, konuya idealist bir yaklaşıma sahiptir. Çünkü insanlar arası ilişkiler/değişim ilişkileri, değerin var oluşunu getirmektedir.

3.    Değeri Marx, Çakır'ın anladığı anlamda "hayalet-benzeri nesnellik" olarak kavramaz. Emek, somut yararlı biçimleri dışarıda bırakıldığında, fiziksel=dar anlamıyla maddi bir şey değildir. Bu anlamda emek, "hayalet-benzeri"dir ve elle tutulur, tartıya vurulur değildir. Fakat Çakır, değeri hayalet gibi fiktif/kurgusal bir şey olarak kavrıyor. Hakikaten, hayaletler nesnel gerçeklikte yoktur ve insan zihninin hayali ürünleridir. Fakat Marx "hayalet-benzeri nesnellik" olarak gördüğü emeği/değeri, bu anlamda kullanmamıştır. "Değer zihinsel bir kavrayış", "ussal ve düşünsel bir gerçeklik", "hayali olan bir gerçeklik" değildir. "Maddi yaşamın derinlemesine incelenmesi sonucunda ulaşılan bir 'gerçek soyutlama'" da değildir. Bir nesnel/geniş anlamıyla "maddi" gerçeklik olan değeri/toplumsal ilişkileri, soyutladığımız ve kavramsallaştırdığımız ise açıktır. Marx'a göre değer/emek, fiktif bir şey değil, hayalete benzer bir şekilde elle tutulur/fiziksel bir şey değildir.

4.    "Kapitalizm öncesindeki meta mübadelesinin Marksist emek değer yasası temelinde işlemediği kanısındayım, çünkü “toplumsal bakımdan gerekli emek zaman” denen ölçü henüz yoktur (...) Demek ki, emek gücünün metalaştığı dönem bir tarihsel kırılmaya işaret ediyor. Marksist değer yasası ancak bu tarihsel kırılma ânında geçerli bir yasa olarak işlemeye başlar." Bize ve Engels'e göre, durum böyle değil. Metaların değişim ilişkilerine girmesiyle birlikte, değer büyüklükleri bir ortalama olarak belirmeye başlar. Tarihsel süreç içerisinde metaların değerleri oluşmuştur.

5.    "Para sosyal ilişkiler alanı içine gömülü olduğu için İlişki olarak kavranması gerekir. Bu açıdan, deneyim alanı içinde yer almaz; duyusal değil, düşünseldir. Ama paranın gerçekliği düşünce alanı ile sınırlı değildir, deneyim alanı içinden çıkmış ve bu alandan “görece bağımsız” bir varlık kazanmıştır. İnsanları birbirine “yapıştırıp” sosyal ontolojiyi kuran para vazgeçilmez bir araçtır bir yönüyle." Oysa para, evet değişimin aracı olarak toplumsal ilişkilerin ürünüdür. Değişim ilişkilerini sembolize eden paranın gerçekliği, meta üretimi ve mübadelesi ortadan kalktığında yok olur. Para, düşünsel değildir. İnsanları birbirine yapıştırıp, toplumsal var oluşu kurmaz, tersine belirli formdaki toplumsal varoluş/ilişkiler, parayı var kılar. Para, ancak belirli toplumsal ilişkiler içerisinde servettir. Bir ıssız adaya düşen birkaç kişinin yanlarındaki paraların, aralarında bağ kurmaya, ilişki geliştirmeye yol açmaması, bu yazdıklarımızı doğrular.

Değer konusunda detaylı bir incelememizin okunmasını öneririz:

https://marksistarastirmalar.blogspot.com/2024/10/deger-ve-emek-deger-teorisi-nedir.html


[Toplumbilim İçin Materyalist Kılavuz]

Mahmut Boyuneğmez Giriş Maddenin organizasyon düzeyleri ya da gelişim evreleri bulunmaktadır. Bunlara biz temel gerçeklik katmanları diyo...