Marksist Araştırmalar [MAR] | Komünizm tarihin çözülen bilmecesidir.

22 Temmuz 2025 Salı

KOMÜNİZM VE AİLE

Alexandra Kollantai

Çeviri: Alev Yılmaz

Komünist devlette aile korunacak mı? Aynen bugünkü gibi mi olacak? Bu, işçi sınıfının kadınlarını düşündüren ve erkek yoldaş­larının da ilgi gösterdiği bir sorun. Son günlerde özellikle bu so­run, işçi kadınların zihinlerini altüst etmekte, karıştırmakta ve bu bizi şaşırtmamalı: Kendi gözlerimizin önünde hayat değişiyor; es­ki gelenekler ve alışkanlıklar yavaş yavaş yok oluyor; proleter aile­si bütün varlığıyla, alışılmamış, acayip, önceden görülmesi müm­kün olmayan bir biçimde örgütlenmekte.

Bugün kadınları daha da çok şaşkına çeviren şey Sovyet Rusya’da boşanmanın kolaylaştırılmış olması gerçeğidir. Aslında, 18 Aralık 1917 tarihli Halk Komiserleri kararnamesiyle boşanma, yalnızca zenginlerin erişebildiği bir lüks olmaktan çıktı; bundan böyle işçi kadın aylarca, hatta yıllarca, onu dövme alışkanlığında olan kaba ve sarhoş bir kocadan kendini bağımsızlaştırmak için özel bir izin belgesi dilenmeyecek. Bundan böyle, boşanma, bir veya en fazla iki hafta içinde dostça elde edilebilecek. Fakat evlilik hayatlarında mutsuz olan kadınlar için böylesine bir umut kaynağı olan bu bo­şanma kolaylığı; diğer kadınları, özellikle, kocalarını, “evin ek­meğini getiren”, hayattaki tek destek olarak gören ve kadınların bu desteği başka yerlerde, erkeğin kendisinde değil de toplumun, devletin kendisinde aramaya ve bulmaya alışmaları gerektiğini he­nüz anlamayan kadınları korkutmuyor. 

GENERİK AİLEDEN GÜNÜMÜZE

Kendimizden gerçeği saklamak için hiçbir neden yok: Eski günle­rin normal ailesi, erkeğin her şey, kadınınsa hiçbir şey olduğu kendi iradesi, kendine zamanı olmadığı için günden güne değişmekte, neredeyse geçmişe ait bir şey haline gelmekte. Fakat bu durum bizi korkutmamalı. Ya yanılgıdan ya da cahillikten, her şey deği­şirken, bize ilişkin her şeyin değişmez olarak kalacağına inanmaya hazırız. Böyle gelmiş böyle gider. Bu atasözünden daha yanlış hiç­bir şey olamaz. Geçmişte insanların nasıl yaşadıklarını okumak yeter ve hemen, her şeyin değişime tabi olduğunu, değişmeden ve bo­zulmadan kalabilen ne bir gelenek ne bir politik örgüt ne de ah­lak kurallarının var olabildiğini öğreniriz.

Ve aile insanlık tarihinin çeşitli devirlerinde sık sık biçim değiştir­miştir; bir zamanlar, bugün görmeye alıştığımız biçimden çok baş­kaydı. Öyle bir zaman vardı ki, sadece bu tek aile biçimi, adıyla söylersek soy ailesi (generic) normal kabul ediliyordu; yani, başında yaşlı bir anne ve etrafında ortak yaşam ve ortak çalışma içinde kümelenmiş çocuklar, torunlar, torunların çocukları olduğu bir aile. Ataerkil aile de bir zamanlar tek biçim olarak kabul ediliyordu; iradesinin, ailenin diğer bütün üyeleri için yasa hükmünde olduğu bir efendi-babanın nezaretindeki aile; Rusya köylerinde böyle ai­leler hala var. Gerçekte oralardaki ahlak ve aile yasaları bir şehir işçisininkine benzemez; şehirli proleter ailede artık bulunmayan pek çok gelenek köylerde hala var. Ailenin biçimi, gelenekleri halktan halka değişir. Örneğin Türkler, Araplar, İranlılar gibi, bazı halk­larda, bir erkeğin birden fazla karısının olmasına yasalar izin verir. Eskiden ve hatta bugün de bazı kabileler, tersine bir geleneği hoş görerek, bir kadının birkaç kocası olmasına izin verirler. Bu­günün erkeğinin alıştığı ahlak, bir genç kızdan resmen evlenene kadar bakire kalmasını istemesine izin verir; fakat öyle kabileler vardır ki, tersine kadın için pek çok aşığı olması bir onur meselesiydi ve kollarına ve bacaklarına taktığı bileziklerle bunların sayıla­rını ilan ederdi.

Bizi şaşırtmaktan başka bir şey yapmayan, hatta ahlaksızlık olarak niteleyebileceğimiz bu uygulamalar, başka halklar arasında kut­sal addedilirler ve onlara göre, bizim yasa ve göreneklerimiz “günah” kabul edilir. Bu nedenle, ailenin bir değişim geçirmekte olması, gününü doldurmuş geçmişin izlerinin yavaş yavaş atıldığı ve kadınla erkek arasında yeni ilişkilerin yeşermekte olduğu gerçeği karşısında dehşete kapılmamız için hiçbir sebep yok. Sadece şunu sormalıyız: “Aile düzenimizde zamanı dolan nedir ve işçi ka­dın ve işçi erkeğin ve köylü kadın ve erkeğin karşılıklı ilişkilerinde her birinin hakları ve görevleri nelerdir ki, yeni işçilerin Rusya’sı olan bizim Sovyet Rusya’mızdaki hayat koşulları ile en iyi uyumu göstersinler? Bu yeni duruma uyan her şey sürdürülecek; geri kalan işe yaramaz, günü geçmiş her şey, toprak sahipleri ve ka­pitalistlere özgü olan kölelik ve tahakkümün lanetli çağından bize miras kalan her şey, bunların hepsi, sömüren sınıfla, proletaryanın ve yoksulların düşmanları ile birlikte bir kenara itileceklerdir.

ESKİ AİLE YAŞANTISINI KAPİTALİZM TAHRİF ETTİ

Bugünkü şekliyle aile de geçmişin miraslarından yalnızca biridir. Sağlam biçimli, kendi içinde bir bütün ve çözülmez -çünkü papazın kutsadığı evliliğin karakterinin bu olduğu sanılıyordu- olan ai­le bütün üyeleri için aynı oranda gerekliydi. Aile olmasaydı çocuk­ları kim besler, giydirir ve eğitir, kim onlara yaşam içinde yol gös­terirdi? O günlerde öksüzlerin akıbeti birinin başına gelebilecek en büyük faciaydı. Alışmış olduğumuz ailede erkek, çalışıp kazanan ve karısı ile çocuklarına bakan kişidir. Kadının, kendi payı­na, anladığı, evi yönetmek ve çocukları yetiştirmek işidir. Fakat bir yüzyıldan beri, bu alışılmış aile biçimi, kapitalizmin egemen olduğu, fabrikaların sayısındaki artışın yanı sıra kadın işçi çalıştı­ran kapitalist işletmelerin sayısının da hızla arttığı bütün ülkeler­de giderek ilerici bir yıkıma uğramakta. Çevresindeki hayatın ge­nel koşulları ailenin gelenek ve ahlakını eşit zamanlı bir şekilde oluş­turur. Aile geleneklerinin köklü bir biçimde değişimine en büyük katkı, hiç şüphesiz, ücretli emeğin kadınlar arasında evrensel ya­yılması olmuştur. Eskiden yalnızca erkek, aileyi geçindirmekle yü­kümlü kabul ediliyordu. Fakat geçen 50-60 yılda, Rusya’da (baş­ka ülkelerde daha da önce) kapitalist rejimin, kadınları aile dışın­da ev dışında para kazanmaya zorladığını gördük.

30 MİLYON KADIN İKİLİ YÜK ALTINDA

“Ekmeği kazanan” erkeğin ücreti ailenin gereksinmelerine yetmediğinden, karısı da ücret karşılığı iş aramak; anne de fabrika bü­rolarının kapısını çalmak zorunda kaldı. Ve yıldan yıla, fabrikada safları doldurmak, gündüz işçisi, satıcı, büroda yardımcı, çama­şırcı, hizmetçi olarak işe başlamak üzere evlerini terk eden işçi sı­nıfı kadınlarının sayısı günbegün arttı. Dünya savaşının başlama­sından önce yapılan bir sayıma göre Avrupa ve Amerika ülkele­rinde çalışarak hayatını kazanan yaklaşık 60 milyon kadın vardı. Savaş sırasında bu sayı oldukça arttı.

Bu kadınların neredeyse yarısı evliydi fakat aile yaşantılarının na­sıl olduğunu anlamak kolaydır: Ana ve eşin günde 8 saat, gidiş dö­nüş için harcanan zamanı da katınca 10 saat, evin dışında çalıştık­ları bir hayat! Ev zorunlu olarak ihmal edilir, çocuklar anne ihti­mamından uzak, kendi başlarına ve zamanlarının çoğunu geçirdik­leri sokakların bütün tehlikelerine terkedilmiş olarak büyürler.

İşçi olan eş, ana üç görevi de aynı anda yerine getirebilmek için kan ter içinde kalır: Kocası gibi bir sanayi veya ticari işletmede zorunlu çalışma saatlerini doldurmak, sonra yapabildiğince kendini ev işlerine adamak ve aynı zamanda çocuklarına bakmak. Kapita­lizm, kadının omuzlarına onu ezen bir yük oturtmuştur: Ana ve ev kadını olarak gailesini azaltmadan onu ücretli işçi yaptı. Bu ne­denle kadını, ezen, inleten, pek çok kez ağlatan, dayanılmaz, üç kat yükün altında ezilmiş buluruz. Dert her zaman kadınların ka­deri olmuştur, ama hiçbir zaman kadınların kaderi, sanayinin bu en büyük gelişme devrinde kapitalizmin boyunduruğu altında ça­lışan milyonlarca kadınınkinden daha şansız, daha umutsuz olmamıştır.

İŞÇİLER AİLE HAYATI OLMADAN VAROLMAYI ÖĞRENİYOR

Kadının ücretli emeği giderek yaygınlık kazandıkça çözülme daha da ileri gider. Karı ve kocanın fabrikanın farklı bölümlerinde ça­lıştıkları, kadının çocuklarına doğru dürüst bir öğün yemek bile hazırlayamadığı bir aile hayatı! Anne ve babanın 24 saatin çoğunu ağır emek harcayarak geçirdikleri, çocuklarıyla birkaç dakika bile geçiremedikleri bir aile hayatı! Eskiden oldukça başkaydı: Anne evin yöneticisi olarak evde kalıyor, ev işleri ve gözünü üzerlerin­den ayırmadan çocuklarıyla meşgul oluyordu; bugün, sabahın kö­ründe fabrikanın düdüğü çalana dek koşuşturur çalışan kadın ve akşam olduğunda da gene düdük sesiyle aceleyle eve döner ve ai­lenin çorbasını hazırlamak ve ev işlerinin en acil olanını yapmak için; yetersiz bir uykudan sonra ertesi gün başlar gündelik cefası­nı çekmeye. Evli, çalışan kadının bu hayatı gerçek bir çalışma ka­mpıdır. Bu nedenle, bu koşullarda aile bağlarının gevşemesi ve ai­lenin kendisinin giderek çözülmesi gerçeğinde şaşırtıcı hiçbir şey yok. Eskiden aileyi sağlam bir bütün yapan her şey sarsılmaz kurumlarıyla birlikte azar azar yok oluyor. Aile, üyeleri için olduğu kadar devlet için de gerekli olmaktan çıkıyor. Ailenin eskiden kal­ma biçimleri yalnızca birer ayak bağı halini almakta.

Eski günlerde aileyi güçlü kılan neydi? Bir kere aileye bakan koca ve babaydı; sonra ev ailenin bütün üyeleri için eşit gereklilikteydi ve son olarak da çocuklar ana babaları tarafından büyütülüyorlar­dı. Bütün bunlardan bugün ne kaldı? Koca, az önce gördük ki ai­leyi tek geçindiren olmaktan çıkmıştır. İşe giden kadın bu anlam­da kocasının eşiti olmuştur. Kendi hayatını ve sık sık ta çocukları­nın ve kocasınınkini de kazanmayı öğrenmiştir. Fakat görüyoruz ki, küçük çocukların bakımı ve büyütülmesi işleri hala ailenin iş­leri olarak kalıyor. Ailenin şimdi bahsettiğimiz bu görevden de kur­tulmak üzere olup olmadığını görelim.

EV İŞİ BİR GEREKLİLİK OLMAKTAN ÇIKIYOR

Şehirde olduğu kadar köyde de yoksul sınıfın kadınlarının bütün ömrünün, ailenin bağrında geçtiği zamanlar vardı. Kendi evinin eşiğinin ötesindekilerden haberi yoktu ve şüphesiz pek öğrenmek de istemiyordu. Buna karşılık olarak evinin içinde çok çeşitli, yal­nızca ailenin kendisi için değil, devletin bütünü için de gerekli ve yararlı bir yığın uğraşısı vardı. Bugün herhangi bir işçi veya köylü kadınca yapılan her şeyi o kadın da yapardı. Pişirdi, yıkadı, evi te­mizledi, ailenin giysilerini elden geçirip tamir etti; fakat bu kadar­la kalmadı.

Bugünün kadının artık yapmadığı pek çok sayıda görevi de yerine getirmek zorundaydı: Yünü ve keteni eğirirdi, kumaş ve giysi dokurdu, çorap örerdi, dantel dokurdu, elindeki malzemelere göre de saklanmak üzere turşu kurar, tütsü yapardı; ev halkı için içe­cek yapardı, kendi mumunu kendi imal ederdi. Eski zaman kadı­nının görevleri ne kadar da çeşitliydi! Annelerimizin ve büyükan­nelerimizin hayatı işte böyle geçti.

Hatta günümüzde bile demiryolları ve büyük nehirlerden uzak, memleketin ücra köşelerindeki bazı köylerde evin kadınının aşırı emek yükü altında ezildiği ve kalabalık sanayi bölgeleri ve büyük şehirlerin çalışan kadınlarının uzun zamandır hiçbir fikrinin olma­dığı, eski güzel günlerin hayat biçiminin değişmeden kalmış oldu­ğuna rastlayabilirsiniz.

KADININ EVDEKİ ENDÜSTRİYEL ÇALIŞMASI

Büyükannelerimizin zamanındaki bu ev içi çalışması, ailenin refa­hının dayandığı, kesinlikle gerekli ve yararlı bir şeydi; evin kadını kendini bu görevlere adadığı oranda evdeki hayat daha iyi ve dü­zenli ve bolluk içinde geçiyordu. Devlet bile kadının bu ev idare­cisi olarak çalışmasından bir kâr sağlayabiliyordu. Çünkü, aslın­da, o günlerin kadını kendini veya ailesini patates çorbası hazırlamakla sınırlamıyordu fakat elleri pek çok zenginlikleri üretiyordu: kumaş, iplik, tereyağı, vb. hepsi pazarda meta olabiliyor ve böylece değer sahibi şeyler olarak ticareti yapılabiliyordu.

Büyükanne ve büyük büyükannelerimizin zamanında emeklerinin karşılığının para olarak hesaplanmadığı doğrudur. Fakat köylü ya da işçi her erkek, hala halk arasında bir atasözü olarak var olan “altın elli” bir kadını eş olarak arıyordu. Çünkü yalnızca erkeğin olanak­ları, ‘‘kadının ev içi çalışması olmadan”, gelecekteki ev halkını ge­çindirmek için yeterli olmayacaktı. Fakat bu noktada devletin, ulu­sun çıkarları kocanınkilerle çakışıyordu. Aile içinde kadın ne ka­dar hamarat olursa, o kadın daha çok çeşitli ürün yaratıyordu: ku­maş, deri, yün. Fazlası en yakın pazarda satılıyor ve böylece ülke­nin ekonomik zenginliği bir bütün olarak artmış oluyordu.

Fakat kapitalizm bu eski yaşantı biçimini değiştirdi. Eskiden aile içinde üretilen her şey artık büyük miktarlarda, atölyeler ve fabri­kalarda imal ediliyor. Kadının faal parmaklarının yerini makine aldı. Ev kadını ne diye mum yapmak, yün eğirmek, kumaş doku­makla uğraşsın? bütün bu ürünleri yandaki dükkândan satın al­mak mümkünken. Eskiden her genç kız çorap örmesini öğrenir­di. Bugün kendi çoraplarını ören, çalışan genç bir kadın görüyor musunuz hiç? Bir kere zamanı olmaz. Vakit nakittir ve hiç kimse üretken olmayan bir şekilde yani ondan bir yarar sağlamadan pa­rasını ziyan etmek istemez. Şimdi, aynı zamanda da çalışan bir ka­dın olan her ev kadını, kendisi yaparak vakit kaybetmektense ço­raplarım daha çok hazır olarak almaktadır. Çalışan kadınlar ara­sında salatalık turşusu kurmak veya konserve yapmakla vaktini ge­çiren nadirdir, yandaki bakkalda hazır turşu ve konservelerin sa­tılmakta olduğunu bilirken. Dükkânda satılan ürün daha düşük kaliteli bile olsa, fabrika konserveleri, bir ev kadınının ekonomik elleriyle yaptıkları kadar iyi olmasa da çalışan kadının gene de ken­di ev halkı için bu tür ayrıntılı ve zahmetli işlerin herhangi birini yapmak için gerekli ne zamanı ne de gücü vardır. Nasıl olursa ol­sun, çağdaş ailenin bütün ev işlerinden -büyükannelerimizin bir ai­leyi onlarsız düşünemeyecekleri- giderek kurtulmakta olduğu ger­çektir. Eskiden aile içinde üretilenler, artık fabrika ve atölyelerde erkek ve kadın işçilerin ortak emeğiyle üretilmekte.

BAĞIMSIZ AİLEDE EV İDARESİ

Bağımsız aile tüketiyor fakat artık üretmiyor. Şimdi evi idare ede­nin emek verdiği başlıca iş sayısı dört: Temizlik işleri (yerleri te­mizlemek, toz almak, ısıtmak, vs.), pişirme (öğünlerin hazırlanması), yıkama ve ailenin giyeceklerinin ve çamaşırlarının bakımı (tamir yapma).

Bunlar zor ve tüketici işlerdir. Bunlara ek olarak fabrikada çalışan kadının bütün zamanını ve bütün enerjisini emerler. Fakat her şeye karşın büyükannelerimizin görevlerinin çok daha kapsamlı iş gerektirdiği kesindir. Ve üstelik bugün çalışan kadının yaptığı ev işlerinde hiç bulunmayan bu niteliği vardı onların: Bugünkülerin ar­tık ulusal ekonomi açısından devlet için yararlı olma niteliği kal­mamıştır, çünkü bu emek yeni değerler yaratmamakta, ülkenin re­fahına katkıda bulunmamaktadır.

Çalışan kadın boş yere bütün günü sabahtan akşama dek evi te­mizleyerek, çamaşırları yıkayıp ütüleyerek, bitmez tükenmez ça­balarla yıpranmış giysilerini düzgün tutmak için kendini harcaya­rak sınırlı olanaklarıyla kendini memnun edecek yiyecekleri ha­zırlamak için kendini öldürerek geçirebilir ama gene de gece oldu­ğunda bütün günün çalışmasının ardından maddi hiçbir şey kal­maz; yorulmaz elleriyle hazırladığı ve pazarda meta olabilecek hiçbir şey yaratmamıştır. Çalışan bir kadın bin yıl da yaşasa onun için değişen hiçbir şey olamaz. Her zaman, eşyaların üstünde alınması gereken yeni bir toz tabakası olacak ve kocası akşam eve hep aç gelecek ve küçükler ayaklarıyla içeriye çamur taşıyacaklar. Ev ida­re eden kadının işi her geçen gün daha da yararsız, daha az üretken olmakta.

KOLEKTİF EV İDARESİNİN DOĞUŞU

Bağımsız ev halkı yokuş aşağı iniyor. Kolektif ev idaresiyle gide­rek yer değiştiriyor. Çalışan kadın er ya da geç, evinin derdiyle uğ­raşmak zorunda kalmayacak artık; yarının komünist toplumunda bu iş, işi bu olan işçi kadınlar grubu tarafından yürütülecektir. Zen­ginlerin karıları çoktandır bu sıkıcı ve yorucu görevlerden kurtuldular. Niçin işçi kadınları bu zahmetli görevleri sürdürsünler? Sov­yet Rusya’da işçi kadının hayatını, şimdiye kadar yalnızca zengin sınıfların kadınlarınınkini çevrelemiş olan aynı rahatlık, aynı ay­dınlık, aynı sağlıklı temizlik, güzellikler saracak. Komünist bir top­lumda çalışan kadın, ne yazık ki az olan dinlenme saatlerini ye­mek pişirmekle geçirmek zorunda kalmayacak, çünkü komünist toplumda herkesin gelip yemeğini yiyebileceği kamu lokantaları ve merkezi mutfakları olacak.

Bu tür kuruluşlar zaten bütün ülkelerde, kapitalist rejimde bile artmakta. Aslında, Avrupa'nın büyük şehirlerinde yarım yüzyıl­dır, sonbahar yağmurunun ardından fışkıran mantar gibi, lokanta ve kahvelerin sayısı artıyor. Fakat kapitalist düzende yalnızca cüzdanı şişkinlerin yemeklerini lokantada yemeğe güçleri yeterken, komünist şehirde isteyen herkes gelip merkezi mutfak ve lokantalarda yiyebilecek. Aynı şey yıkama ve diğer işler içinde geçerli ola­cak: Çalışan kadın artık pislik deryasının içine gömülmek veya ço­rapları veya çamaşırları tamir ederken gözlerini mahvetmek zo­runda kalmayacak; sadece her hafta bunları merkezi çamaşırhane­lere taşıyacak ve her hafta bunları yıkanmış ve ütülenmiş olarak geri alacak. Çalışan kadının bir yükü daha hafifleyecek. Ayrıca özel giysi tamir atölyeleri çalışan kadınlara akşamlarını, şimdiki gibi tü­ketici bir bedeni çalışma yerine, eğitici yayınlara, sağlık faaliyetlerine ayırmaları olanağını verecek. Bu yüzden hala kadına yük olan dört görev de yakında, muzaffer komünist rejim altında yok olacak. Ve şüphesiz işçi kadınlar bundan pişmanlık duymayacaklar. Komünist toplum, yalnızca, yaşamını daha zengin, mutlu, özgür ve daha tamam kılabilmek için kadının evdeki boyunduruğunu kıracak.

KAPİTALİZMDE ÇOCUK YETİŞTİRME

Fakat, bütün bu müstakil ev idaresine harcanan emekler ortadan kalktığında aileden geriye ne kalacak? Daha hala çocuklarımız var ilgilenecek. Burada da çalışan yoldaşların devleti ailenin yardımı­na, ailenin yerine kendini koyarak koşacak, giderek, eskiden ana-babaların üstünde olan her şeyin sorumluluğunu toplum eline ala­cak. Kapitalist rejimde, çocuğun eğitilmesi artık ana-babaların gö­revi olmaktan çıkmıştır. Çocukları okullarda eğitiliyorlardı. O an­dan başlayarak çocuklarının zihinsel gelişmesi onların işi olmak­tan çıkmıştır. Fakat ailenin çocuğa olan bütün yükümlülükleri böy­lece bitmez. Hala çocuğu beslemek, ayakkabılarını almak, giydir­mek, zamanı gelince kendi başlarına yaşayabilecek ve ana-babalarına yaşlılıklarında bakıp besleyecek usta ve dürüst işçiler haline ge­tirmekle yükümlüdürler. Halbuki çocuklarına karşı bütün bu yükümlülüklerini yerine getirebilmek bir işçi ailesi için çok uzak ih­timaldir: Düşük ücretleri çocukların yeterince beslemelerine bile izin vermezken, boş zamanlarının olmaması da ana-babaların, yeni yetişen neslin eğitimine bu işin gerektirdiği bütün özeni gösterme­lerini engelliyordu. Çocukları yetiştirmek aileden bekleniyordu.

Ama yapabiliyor muydu gerçekten? Aslında proletaryanın çocuk­larını yetiştiren sokaktır. Proleterlerin çocukları aile hayatının zevk­lerinden, bizim hala kendi anne ve babalarımızla paylaştığımız zevk­lerden habersizdirler.

Üstelik, ana-babaların düşük ücretleri, güvencesizlik, hatta açlık yüzünden 10 yaşını bulur bulmaz proleterin oğlu da kendini bağım­sız bir işçi olarak bulur. Ve çocuk (kız veya oğlan) para kazanmaya başlar başlamaz, ana-babasının öğüt ve sözlerinin üzerinde hiçbir etki yapmadığı, ana-baba otoritesinin zayıfladığı ve itaatin kalma­dığı bir şekilde kendi kendisinin efendisi olur. Ailenin ev içi faali­yetleri birer birer öldükçe ana-babaların yerine toplum, bakım ve eğitim görevlerini yerine getirecek. Kapitalist rejimde çocuklar, ço­ğunlukla ve hatta her zaman, proleter ailesi için ağır ve taşınamaz bir yüktürler.

ÇOCUK VE KOMÜNİST DEVLET

Bu konuda da komünist toplum ana-babaların yardımına koşacak. Sovyet Rusya’da Kamu Eğitimi ve Toplumsal Refah Komiserlik­lerinin gösterdiği özenle büyük ilerlemeler kaydedilmekte ve şim­diden ailenin, çocuklara bakıp yetiştirmesi görevini kolaylaştırıcı pek çok şey yapıldı. Çok küçük bebekler için evler, gündüz kreş­leri, çocuk yuvaları, çocuk grupları ve yuvaları, sağlık evleri ve hasta çocuklar için sağlık yurtları, lokantalar, okulda bedava yemekler, ders kitaplarının, sıcak giyeceklerin, ayakkabıların eğitim kurumlarının öğrencilerine parsız dağıtımı, bütün bunlar, çocuğun, aile­nin dört duvarının dışına çıktığını ve ana-babaların omuzlarından kolektiviteninkilere geçtiğini yeterince göstermiyor mu?

Ana-babalarca çocuğun bakımı üç ayrı kısımdan oluşuyordu: 1. Çok küçük bebeklerin gerekli bakımı, 2. Büyütülmeleri, 3. Eğiti­mi. İlkokullarda, daha sonra da lise ve üniversitelerde çocukların eğitimi kapitalist toplumlarda bile devletin görevi haline gelmiş­tir. İşçi sınıfının diğer meşguliyetleri, yaşam koşulları, kapitalist topluma bile gençler için oyun alanları, anaokulları, evleri vb, vb’ni yaratmayı zorunlu olarak yaptırır. İşçiler haklarının da­ha çok bilincine vardıkça, her toplumda daha iyi örgütlendikçe, toplum çocukların bakımında aileleri rahatlatmakta daha çok ilgi­lenecektir. Fakat burjuva toplum, bu konuda işçi sınıfının gerek­sinmelerini karşılamada çok ileri gitmekten, ailenin çözülmesine neden olabileceği için korkmuştur. Kapitalistlerin kendileri eski ailenin, kadının köle, erkeğin ise ailenin bakımı ve refahından so­rumlu olduğu bu tip ailenin proletaryanın özgürlük çabalarını boğ­mak için, işçi kadının ve işçi erkeğin devrimci ruhunu zayıflatmak için en iyi silah olduğunu bilmiyor değillerdir. Ailesi için endişe işçinin belini büker, sermaye ile uzlaşmaya zorunlu kılar. Ana ve baba, çocukları açsa, ne yapmazlar ki? Gençliğin eğitimini gerçek­ten toplumsal bir iş, devlet işi haline getirmeyi becerememiş olan kapitalist uygulamanın aksine, komünist toplum, yetişen neslin top­lumsal eğitimini, yasalarının ve kurallarının temeli, yeni yapının köşe taşı olarak görecektir. Sığ ve basitliği ile, ana ve babalar arasın­daki kavgalarıyla, kendi evlatlarına olan kıskanç düşkünlüğü ile geçmişin ailesi bize yarının toplumunun insanını yoğuramaz. Bi­zim yeni insanımız, yeni toplumumuzda, oyun alanları, bahçeler, yuvalar gibi sosyalist örgütlenmelerde şekillenecek ve çocuğun gü­nün büyük kısmını geçirdiği diğer pek çok benzer kurumda, zeki, bilgili eğiticiler onları şu kutsal sözlerin büyüklüğünün bilincinde komünistler olarak yetiştirecek: Dayanışma, yoldaşlık, yardımlaş­ma, kolektif yaşama bağlılık.

ANNENİN GEÇİMİ SAĞLANMIŞTIR

Annesinin ilgisine gereksinimi olan, yürümeyi öğrenirken annesi­nin eteğine yapışan, çok küçük bebeğin bakımının dışında büyüt­me ve eğitim olmayınca ailenin çocuklarına karşı yükümlülükle­rinden geriye ne kalacak? Özellikle bir çocuğa sahip olmanın maddi dertlerinin büyük kısmından, kurtarıldıktan sonra? Burada da ko­münist devlet çalışan annenin yardımına koşar. Artık anne kolla­rında bebeği ile boyun eğmek zorunda olmayacak. İşçilerin devle­ti kendini, resmi nikahlı olsun olmasın her annenin çocuğunu em­zirdiği sürece geçimini sağlamakla, tam teşekküllü doğum evleri yap­mak, bütün şehir ve köylerde gündüz kreşleri ve diğer benzeri ku­rumları yaratmakla yükümlü kılmıştır; kadınlar devlete yararlı bir biçimde hizmet edebilsin ve yanı sıra anne de olabilsinler diye.

EVLİLİK ARTIK BİR ZİNCİR DEĞİL

Çalışan annelerin içleri rahat olsun. Komünist toplum ne çocukla­rı ana babalarından almak ne de bebeği anasının göğsünden ayır­mak niyetinde, ne de aileyi dağıtmak için zora başvurmak niyetin­de. Öyle şey yok! Bunlar komünist toplumun amaçları değil. Bu­gün ne görüyoruz? Yıpranmış aile parçalanıyor. Eskiden toplum­sal bir birim olarak aileyi ayakta tutan payandalardan, bütün ev içi işlerden giderek daha çok bağımsızlaşıyor. Ev idaresi? Yararlılığı­nı tüketmiş gibi görünüyor. Çocuklar? Proleter ana-babaları zaten onlara bakamıyorlar; ne geçimlerini ne de eğitimlerini sağlayabiliyorlar. Hem ana-babaların hem de çocukların eşit ölçüde zarar gör­dükleri durum budur. Bu nedenle komünist toplum işçi kadın ve erkeğe şöyle yaklaşır: “Gençsiniz, birbirinizi seviyorsunuz. Mut­lu olmak herkesin hakkı. Kapitalist toplumda çalışan kadına ve er­keğe gerçek bir zincir olmuş olsa da evlilikten korkmayın. Hepsinden çok, genç ve sağlıklı olduğunuza göre, ülkenize yeni işçi­ler, yeni yurttaş çocuklar vermekten korkmayın. İşçilerin toplumunun çalışacak yeni güçlere gereksinmesi var; dünyaya gelen her yeni çocuğu selamlıyor. Çocuğunuzun geleceği için endişelenme­nize de gerek yok. Çocuğunuz ne açlığı ne soğuğu tanımayacak. Ne mutsuz olacak ne de kapitalist toplumdaki gibi kaderine terkedilecek. Çocuk dünyaya gelir gelmez, çocuğun ve annenin geçi­mi ve özenle bakımı işçi devletince, komünist toplumca sağlanır. Çocuk komünist anavatanın özeniyle doyurulur, büyütülür, eğiti­lir; fakat bu anavatan hiçbir şekilde, çocuklarının eğitimine katıl­mak isteyen ana babalardan çocuklarını kopartıp almayacak. Ko­münist toplum çocuğun eğitilmesi görevlerini üstlenecek fakat ev­lat sahibi olmanın hazları, analık duygularının verdiği doyum, böylesi mutlulukları anlama ve takdir etme yeteneğini gösterenlerin elinden bunlar alınmayacaktır. Buna ailenin zorla yıkılması denebilir mi? Veya ana ve çocuğun zorla ayrılması?

AİLE: BİR SEVGİ VE YOLDAŞLIK BİRLİĞİ

Gerçeklerden kaçılamaz: Eski tip aile miadını doldurdu. Bu ko­münist devletin suçu değil, hayatın değişen koşullarının bir sonu­cu. Aile, devlet için eskiden olduğu gibi gerekli olmaktan çıkıyor, aksine yararsız olmaktan daha da beter bir hal almakta, çünkü kadın işçileri gereksiz yere daha üretken ve çok daha ciddi işlerden alıkoymaktadır. Zaten aile artık kendi üyeleri için de gerekli de­ğildir, çünkü eskiden aileye ait olan çocukları yetiştirme görevi her gün biraz daha kolektivitenin ellerine geçmekte. Ama bir önceki ailenin yıkıntılarının üzerinde pek yakında kadın ve erkek arasın­da tamamıyla başka ilişkiler içeren yeni bir biçimin yükseldiğini göreceğiz: Bu sevgi ve yoldaşlık birliği, komünist toplumun eşit iki bireyinin birliği, her ikisi de özgür, her ikisi de bağımsız, her ikisi de işçi. Kadınların ev “hizmetçiliğine” paydos! Aile içinde eşitsizliğe paydos. Kadın için kocası terk ederse, bebeği ile desteksiz, yardımsız kalma korkusu yok. Komünist şehirde kadın artık kocasına değil, işine güvenir. Geçimini sağlayacak olan kocası de­ğil kendi güçlü kollarıdır artık. Çocuklarının kaderi üzerine tasa­lanmayacak artık. İşçilerin devleti bunların sorumluluğunu üstle­necek. Evlilik, bugün aile hayatı üzerinde kötü bir leke olan bü­tün maddi unsurlarından, bütün para hesaplarından arındırılacak. Evlilik, bundan böyle yalnızca birbirine aşık, birbirine güvenen iki kişinin güzel beraberliğine dönüşecektir; bu birlik her işçi erkeğe ve her işçi kadına, en tam mutluluğu kendilerinin ve kendi­lerini çevreleyen hayatın bilincinde olan yaratıkların ancak edinebilecekleri en yüksek doyumu vadeder. Bu özgür birlik, esin kaynağı olan yoldaşlıkta güçlü, geçmişin evlilik köleliğinin yerine yarının komünist toplumunun hem kadınlara hem erkelere sunduğu işte budur.

Bir kez çalışma koşulları değiştirildikten ve çalışan kadının maddi güvenliği arttırıldıktan sonra, kilisede kıyılan nikah -sözüm ona çö­zülemez, aslında ise sahte olan- yerini, birbirini seven ve yoldaş olan kadın ve erkeğin özgür ve dürüst birliğine bıraktıktan sonra, insanlık için bir yüzkarası olan ve aç işçi kadının üzerine bütün ağırlığı ile çöken başka bir korkunç kötülüğün de ortadan kalktığı görülecektir: Fahişelik.

FAHİŞELİĞE PAYDOS

Bu belayı, şimdiki egemen ekonomik sisteme, özel mülkiyet kurumuna borçluyuz. O ortadan kaldırıldığında kadın ticareti de otomatikman yok olacaktır.

Bu nedenle, işçi sınıfının kadınları artık ailenin şimdi olduğu biçi­miyle yok olmaya mahkûm olmasına üzülmesinler. Kadınları ev köleliğinden kurtaracak, analık yükünü hafifletecek ve nihayet, ka­dınların üstünde asılı duran en korkunç laneti, fahişeliği ortadan kaldıracağını göreceğimiz yeni toplumun doğuşunu coşkuyla selamlayacaklardır.

KADIN VE ERKEĞİN TOPLUMSAL EŞİTLİĞİ

İşçilerin büyük kurtuluş davasında mücadele etmeye çağrılan ka­dın, böyle bir kadın bilmelidir ki, yeni devlette eskiden olduğu gi­bi şöyle bayağı ayırımlara yer yoktur: “Bunlar benim kendi ço­cuklarım, bütün analık ihtimamım, sevgim onlara aittir; onlar si­zin çocuklarınız, komşunun çocukları, beni ilgilendirmez. Benim­kiler bana yetiyor.” Bundan böyle toplumsal işlevinin bilincinde olan işçi ana, sizinki ve benimki arasında ayırım gözetmez bir nok­taya yükselecektir; bundan böyle yalnızca bizim çocuklarımız, ko­münist devletin, bütün işçilerin çocukları var.

İşçilerin devletinin cinsler arasında yeni bir ilişki biçimine gerek­sinmesi vardır. Ananın kendi çocuklarına olan dar ve kıskanç sev­gisi proletarya ailesinin bütün çocuklarını kucaklayacak kadar ge­nişlemek zorundadır. Kadının hizmetçiliğine dayanan çözülemez evlilik yerine işçi devletinin iki üyesinin karşılıklı sevgi ve saygıy­la güçlenmiş, haklarda ve yükümlülüklerde eşit iki üyesinin özgür birliğinin yükseldiğini göreceğiz. Müstakil ve bencil ailenin yeri­ne, büyük, evrensel, içindeki işçilerin her şeyden önce dost ve yoldaş olacakları bir işçi ailesi yükselecek. Yarının komünist toplumunda kadın ve erkek ilişkisi böyle olacak. Bu yeni ilişki, insanlığa, eşlerin gerçek toplumsal eşitliğince sağlanacak, özgür aş­kın bütün mutluluklarını sağlayacaktır, bu mutluluklar kapitalist rejimin ticari toplumunca asla bilinemezler.

Sağlıklı, serpilen çocuklara yolu açın; hayata, mutluluklara sarı­lan, hislerinde ve sevgilerinde özgür, hayat dolu gençliğe yol verin. Komünist toplumun parolası budur. Eşitlik, özgürlük, aşk adına işçi kadınları ve işçi erkekleri, köylü kadınları ve erkekleri, insan toplumunu daha mükemmel, daha adil ve bireye hakkettiği mut­luluğu sağlayacak hale getirmek amacıyla, onun yeniden inşası işi­ne cesaret ve güvenle sarılmaya çağırıyoruz. Rusya’dan sonra dün­yanın başka ülkelerini de koruması altına alacak olan sosyal devri­min kızıl bayrağı, bize şimdiden insanlığın yüzyıllardır özlediği yer­yüzü cennetinin yaklaştığını müjdeliyor.

15 Temmuz 2025 Salı

MARX’IN KAPİTAL’İ (4 CİLT): ÖZET

Karl Marx - Kapital Cilt 1: Temel Temalar ve Önemli Fikirler

1. Kapital’in Çeviri ve Yayın Süreci

Kapital’in Türkçeye çeviri süreci, eserin Türkiye'deki entelektüel serüveni hakkında önemli bilgiler sunar:

  • Hikmet Kıvılcımlı'nın İlk Girişimi (1937): Kapital’i Almanca aslından Türkçeye çevirip yayınlamaya ilk başlayan Hikmet Kıvılcımlı'dır. 1937 yılında başlayan bu girişimi Kıvılcımlı, her ay bir fasikülü yayınlanarak dört yıla yayılacak bir tasarı olarak planlamıştı. İlk 7 fasikül 1937 yılı içinde yayınlandı; ancak bu ilk girişim, Kıvılcımlı'nın 'Donanma davası' yüzünden tutuklanmasıyla yarım kaldı. Bu, Türkiye'de Marx'ın eserine yönelik ilk ciddi çeviri çabasıydı ancak siyasi engellerle kesintiye uğradı.
  • Mehmet Selik ve Sol Yayınları'nın Girişimi (1966-1970): Kapital'i özgün dilinden Türkçeye çevirme konusunda ikinci ve Yordam Kitap'ınkinden önce gelen son girişim Mehmet Selik'e ve Sol Yayınlan'na aittir. Bu yayın, 1966-67 yıllarında Kapital'in I. cildinin 5 kitap halinde ya­yınlanışıyla başladı; 1970'te III. cildin ilk yarısının yayınlanmasıyla devam etti ve bu noktada kesildi. Bu girişimle Kapital'in aşağı yukarı yarısı Türkçeye kazandırılmış oluyordu.
  • İngilizce Çevirinin Gerekçesi ve Süreci: Marx'ın ölümünden sonra eserin İngilizce çevirisinin gerekliliği ortaya çıkmış ve Samuel Moore ile Dr. Aveling bu görevi üstlenmiştir. Özellikle Marx'ın en küçük kızı Bayan Aveling, "alıntıları kontrol etmeyi ve İngiliz yazarlardan ve yıllıklardan alınarak Marx tarafından Almancaya çevrilmiş çok sayıda pasajın asıllarını bulup yerlerine koymayı teklif etti." Bu, Marx'ın titiz alıntılama yöntemini ve çeviri sürecinin detaylarını gözler önüne serer.

2. Marx'ın Yaklaşımı

Marx, kendi yaklaşımını Hegel'inkinden ayırırken, eleştiriye açık olduğunu belirtir:

  • Hegelci Diyalektiğe Karşıtlık: "Benim diyalektik yöntemim, temelinde, Hegelci diyalektik yöntemden yalnızca farklı değil, onun doğrudan karşıtıdır. Hegel için, idea adı altında bağımsız bir özneye bile dönüştürdüğü düşünme süreci, bu sürecin sadece dış görünüşünü oluşturan gerçekliğin demiurgosudur (evreni yaratan güç -MB). Bendeyse, tam tersine, düşünsel olan (das Ideelle), maddi olanın insan kafasına yerleştirilmiş ve tercüme edilmiş biçiminden başka bir şey değildir." Marx, kendi diyalektiğini materyalist bir temele oturtur.
  • Hegel'e Saygı ve Eleştiri: Marx, Hegel'in diyalektiği gizemlileştirmesini eleştirse de bu durum, "genel hareket bi­çimlerini kapsamlı ve bilinçli bir şekilde ilk önce Hegel'in ortaya koy­muş olduğu gerçeğini hiçbir şekilde gölgeleyemez." Marx, Hegel'in diyalektiğini "baş aşağı durur" olarak tanımlar ve "gizemsel kabuğun içindeki rasyonel özü bulmak için, tersine çevrilmesi gerekir" der.
  • Bilimsel Eleştiriye Hoşgörü: Marx, "bilimsel eleştiriye dayanan her görüşü hoşnutlukla karşılarım" ifadesiyle eleştirel tartışmaya verdiği önemi vurgular.
  • Alıntılama Tarzının Amacı: Marx'ın alıntı yapma tarzı, "iktisadi düşüncenin ilk olarak nerede, ne zaman ve kim tarafından açık şekilde ifade edildiğini saptamak" amacı taşır. Alıntılar, "iktisat biliminin tarihinden ödünç alınarak metne eklenen bir açıklamalar dizisini oluşturuyor ve iktisat tarihindeki bazı daha önemli ilerlemeleri, tarihleriyle ve yaratıcılarıyla birlikte ortaya koyuyor." Bu, Marx'ın düşünsel birikimi ve tarihsel perspektifini gösterir.

3. Meta, Değer ve Emek Teorisi

Kapital'in temelini oluşturan kavramlar:

  • Meta ve Kullanım Değeri/Mübadele Değeri: "Metalar, kullanım değerleri olarak, her şeyden önce, farklı niteliklere sahiptir; mübadele değerleri olarak ise, yalnızca farklı niceliklerde olabilirler, yani bir zerre bile kullanım değeri içermezler." Meta, hem bir ihtiyacı gideren bir kullanım değeri taşır hem de mübadele edilebilir bir değere sahiptir.
  • Emek ve Değer Yaratımı: "Meta cisminin kullanım değeri bir yana bırakılırsa, geriye metaların yalnızca bir tek özelliği, emek ürünleri olmaları kalır." Marx için, emek, ürünlere değer kazandıran yegâne unsurdur. Ürün, "emek ürünleri" olarak soyut insan emeğine indirgenir.
  • Toplumsal Olarak Gerekli Emek-Zaman: "Toplumsal olarak gerekli emek-zaman, herhangi bir kullanım değerini, toplumun o sıradaki normal üretim koşulları altında, ortala­ma toplumsal hüner derecesi ve emek yoğunluğuyla elde edebilmek için gerekli olan emek-zamandır." Bu, bir metanın değerini belirleyen temel ölçüttür. Örnek olarak İngiliz el dokumasının buharlı tezgahlar sonrası değer kaybı verilir.
  • Emek ve Doğa: "Emek, kendisi tarafından üretilen kullanım değerlerinin, yani maddi servetin biricik kaynağı değildir. William Petty'nin dediği gibi, emek onun babası ve toprak onun anasıdır." Emek, doğal maddeleri işleyerek kullanım değerleri yaratır.
  • Para ve Değer Biçimi: Para, metaların ortak değer biçimi olarak ele alınır. "Metanın değer biçimine girmesi, homojen insan emeğinin bütün metalarda aynı olan toplumsal maddesi olarak görünebilmek için, kendi doğal kullanım değerinin ve kendisini meydana getiren özel yararlı emeğin bütün izlerinden sıyrılır." Para, değerin soyut ve genel temsilcisi haline gelir.
  • Mübadele Süreci ve Meta Sahipleri: Metaların piyasada mübadele edilebilmesi için "meta sahiplerinin birbirlerinin karşısında iradeleri bu şeylerde teza­hür eden kişiler olarak yer almaları gerekir." Bu ilişki, hukuki bir sözleşme biçimini alır.

4. Artık Değer ve Sermayenin Oluşumu

Marx'ın kuramının kalbinde artık değerin üretimi yer alır:

  • P-M-P' Formülü: Basit meta dolaşımının M-P-M (meta-para-meta) döngüsünden farklı olarak, sermaye dolaşımı P-M-P' (para-meta-daha fazla para) şeklinde ifade edilir. Burada "P' = P + ∆P, yani işin sonunda elde edilen para miktarı, başlangıçta dolaşıma sokulan para miktarı ile bir fazlalığın toplamına eşittir. Bu fazlalığa, yani başlangıçtaki değeri aşan kısma artık değer (surplus value) adını veriyorum. Bundan dolayı, başlangıçta dolaşıma sokulan değer, dolaşımda sadece olduğu gibi kalmaz, değer büyüklüğünü değiştirir, kendine bir artık değer ekler veya kendini değer olarak büyütür. Ve bu hareket onu sermayeye dönüştürür."
  • Artık Değerin Kaynağı: Artık değer, mübadele alanında değil, üretim alanında yaratılır. "Meta dolaşımı, saf biçiminde, eş değerlerin bir mübadelesidir, yani, değer bakımından zenginleşmenin aracı değildir." Marx, artık değerin satıcının metayı pahalıya satmasından değil, işçinin emek gücünün oluşturduğu değerin kendi maliyetinden fazla olmasıyla ortaya çıktığını vurgular.
  • Emek Gücü (Arbeitskraft) Bir Meta Olarak: Kapitalist, "emek gücü ya da emek kapasitesi"ni piyasada meta olarak bulur. Emek gücü, insanın fiziksel ve zihinsel yeteneklerinin toplamıdır. Emek gücünün sahibi, kendi emek gücünü belli bir süre için satar, kendisini değil.
  • Emek Gücünün Değeri: Emek gücünün değeri, işçinin ve ailesinin geçimini sağlamak için gerekli olan geçim araçlarının değeriyle belirlenir.
  • Artık Değer Oranı: "Değişir sermayenin bu göreli değerlenmesine veya artık değerin bu göreli büyüklüğüne, artık değer oranı adını veriyorum." Bu oran, artık değerin emek gücüne yatırılan sermayeye oranıdır (m/v).
  • Üretici Emek: "Üretici emek olmak, emeğin belirli içeriğiyle, özel yararlılığıyla ya da büründüğü kendine özgü kullanım değeriyle kendinde ve kendi için kesinlikle ilgisi olmayan bir belirlenimdir." Üretici emek, sermayeye artık değer üreten emektir. Örnek olarak, bir kitapçının emriyle kitap yazan bir edebiyat proleteri üretici emekçi olarak görülürken, kendi zevki için yazan Milton üretici değildir.

5. İş Günü, Aşırı Çalıştırma ve İşçi Sınıfının Durumu

Marx, kapitalist üretimin işçi sınıfı üzerindeki etkilerini detaylıca inceler:

  • İş Gününün Sınırları: İş gününün "bir üst sının vardır. Belirli bir sınırın ötesine uzatılamaz. Bu üst sınır iki şeyle belirlenir. Bunlardan biri, emek gücünü fiziksel bakımdan sınırlar. ... Bu fiziksel sınırlar dışında, iş gününün uzatılmasının önünde manevi sınırlar bulunur."
  • "Son Saat" Teorisi ve Kapitalist Açgözlülük: Senior'un "Son Saat" teorisi, işçinin günün son saatinde kâr ürettiği yanılgısını savunur. Marx, bu tür teoriler için, "açgözlülüğün bu tür mucizelere inandırdığını" ve kapitalistlerin artık değer elde etmek için iş gününü uzatmaya çalıştıklarını gösterdiğini belirtir.
  • "Küçük Hırsızlıklar" ve İşçi Sömürüsü: Fabrika müfettişleri, işçilerin yemek ve dinlenme zamanlarından yapılan "küçük hırsızlıklar”dan bahseder. "Zaman zerreleri kârın unsurlarıdır."
  • Çocuk ve Kadın Emeği: Sanayi devrimiyle birlikte çocuk ve kadın emeğinin aşırı sömürüsü yaygınlaşır. Nottingham'daki dantel iş kolundaki çocukların durumu "tam bir kölelik sistemi; sosyal, fiziksel, manevi ve zihinsel bir kölelik" olarak tanımlanır. Benzer şekilde, çömlekçilik ve tuğla sanayilerinde de korkunç koşullar rapor edilir.
  • Yaşam Koşulları ve Sağlık: Londra'daki matbaa ve terzilik atölyelerindeki çalışma koşulları "iğrenç" olarak nitelendirilir. İşçilerin yetersiz beslenmesi, kötü barınma koşulları ve bunun sağlık üzerindeki olumsuz etkileri detaylıca anlatılır. "Açlık hastalıklarından sakınmak için, ortalama işçi kadının günlük gıdasında en az 3900 grain karbon ve 180 grain azot, ortalama erkek işçininkinde ise en az 4300 grain karbon ve 200 grain azot bulunmalıdır." İşçilerin bu asgari düzeyin altında beslendiği tespit edilir.
  • İşçi Konutları: Kentlerdeki işçi konutları "bulaşıcı hastalık yuvası" olarak tanımlanır, kiralar yüksek, koşullar "sefil"dir. Kırsalda da toprak sahipleri köylülerin evlerini yıkarak onları şehirlere göçe zorlar ve "göstermelik köyler" (show-village) ortaya çıkar.
  • Demiryolu İşçileri ve Aşırı Çalıştırma: Demiryollarında çalışan işçilerin günde 19 saate kadar aralıksız çalıştırıldığı ve bunun ölümlere yol açtığı örneklerle gösterilir.
  • İrlanda'daki Sefalet: İrlanda'daki tarım işçilerinin durumu, düşük ücretler, yetersiz beslenme ve kötü barınma koşullarıyla karakterize edilir. Tarım işçilerinin ücretleri "ancak kendilerinin ve ailelerinin beslenme ve barınma ihtiyaçlarını karşılar; giyim eşyası için başka gelir kaynakları bulmak zorundadırlar."
  • Kapitalistlerin Emek Gücüne Bakışı: Kapitalistler, işçiyi "fabrikaların taşınabilir tamamlayıcı parçaları" olarak görürler ve emek gücünün göç etmesini engellemeye çalışırlar. "Emek gücünün ülkeyi bırakıp gitmesini teşvik edelim ya da buna izin verelim (!), peki, kapitalist ne olacak?"

6. Büyük Sanayinin Yükselişi ve Toplumsal Dönüşümler

Büyük sanayi, manifaktür ve zanaatlarda köklü değişikliklere yol açar:

  • Makineleşme ve İş Bölümü: Makineleşme, el işçiliğine dayalı iş birliğini ve manifaktürdeki iş bölümünü ortadan kaldırır. Örnek olarak iğne yapım makinesi verilir: "Bir tek makine, 11 saatlik bir iş gününde 145.000 iğne yapar. Bir kadın veya genç kız, ortalama olarak, böyle dört makineye bakar ve günde 600.000'e yakın, haftada 3.000.000'dan fazla dikiş iğnesi üretir."
  • Sanayileşmenin Sonuçları: Yeni sanayiler, zanaat ve manifaktür evrelerinden geçerek fabrika üretimine ulaşır. Bu dönüşüm, "işçinin bireysel üretici güç bakımından yoksullaşmasını" ve "niteliksiz işçiler" sınıfının ortaya çıkmasını beraberinde getirir.
  • İşçinin Yabancılaşması: İşçi, süreçte, "sermayeci o yabancılaşma sürecine kök saldığı ve onda mutlak doyumunu bulduğu, oysa işçi, o sürecin kurbanı olarak ona karşı daha baştan isyankâr bir ilişki içinde bulunduğu, onu bir esaret süreci olarak duyumsadığı için daha baştan sermayeciden daha yüksek bir düzlemde yer alır."
  • Çalışan Nüfusta Değişimler: Fabrika sisteminin genişlemesiyle birlikte, bazı sanayi kollarında çalışan işçi sayısında göreli hatta mutlak bir azalma görülürken, genel nüfus artış hızı sanayinin ve zenginliğin ilerlemesine ayak uyduramaz.
  • Fabrika Yönetmeliği ve Kapitalist Otokrasi: Fabrika yönetmeliği, "büyük boyutlu el birliğinin ve emek araçlarının, özellikle makinelerin, ortak kullanımının emek sürecinde gerekli kıldığı toplumsal düzenlemenin kapitalistçe bir karikatüründen başka bir şey değildir. Köle güdücülerinin kırbaçlarının yerini gözcülerin ceza kitabı aldı." Cezalar genellikle para cezaları ve ücret kesintileri biçimindedir.
  • İş Günü Yasaları ve İşçi Direnişi: İngiltere'de iş gününü sınırlayan yasalar (örneğin On Saat Yasası), uzun süreli sınıf mücadelelerinin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. İşçiler, "hayatlarımız bizler için bir yük haline gelmiştir" diyerek aşırı çalışmaya karşı direnmişlerdir.
  • Makineleşmenin İki Yüzü: Makineleşme hem üretkenliği artırır hem de kapitalist için "aynı zaman aralığında sistematik olarak daha fazla emek sızdırmaya yarayan nesnel bir araç" haline gelir.

7. Kapitalist Birikim ve Toplumsal Sınıflar

Marx, sermaye birikiminin nasıl gerçekleştiğini ve toplumsal sınıflar arasındaki ilişkileri inceler:

  • Tasarruf ve Birikim: "Birikim için birikim, üretim için üretim: Klasik ekonominin burjuva döneminin tarihsel görevini ifade eden formülü işte buydu." Tasarruf edilen artık değerin yeniden sermayeye dönüştürülmesi, birikimin temelidir.
  • Kapitalist Sömürü ve Toplumsal Yapı: "Yoksul ülkeler halkın iyi durumda olduğu, zengin ülkeler ise, genellik­le, halkın yoksul olduğu ülkelerdir." Kapitalist birikim, zenginliğin üst sınıflarda yoğunlaşmasını, işçi sınıfının ise yoksunluk ve sefalet içinde yaşamasını beraberinde getirir.
  • Devletin Rolü ve Sömürgeleştirme: Devlet, feodal üretim tarzının kapitalist üretim tarzına dönüşümünü hızlandırmak için zor kullanmıştır. Sömürgecilik, "ilk birikimin ana uğraklarını" oluşturur; yerli halkların yok edilmesi, köleleştirilmesi ve kaynakların yağmalanması bu sürecin bir parçasıdır.
  • "Ortak Toprakların Çevrilmesi" (Enclosure) ve Proletaryanın Yaratılması: İngiltere'de 15. ve 16. yüzyıllarda ortak toprakların büyük toprak sahipleri tarafından gasp edilmesi, köylülerin topraklarından koparılmasına ve "özgür bir proleter kitlesi"nin oluşmasına neden olmuştur. Bu durum, "kır halkının sanayi proletaryası haline gelmek üzere 'serbest kalmasına'" yol açmıştır.
  • Sermaye ve Emek Gücü Arasındaki İlişki: "Sermaye, bir şey değil, kişiler arasında şeyler aracılığıyla kurulan bir toplumsal ilişki olduğunu keşfetmişti." Kapitalist üretim için, kendini özgür iradesiyle satmak zorunda olan bir ücretli işçi sınıfının varlığı vazgeçilmezdir.

8. Eleştirel Yaklaşımlar ve Tartışmalar

Marx, kendi döneminin iktisatçılarına ve toplumsal düşünürlerine de değinir:

  • John Stuart Mill ve "Yavan Bağdaştırmacılık": 1848 devrimlerinden sonra ortaya çıkan "yavan bir bağdaştırmacılık", "sermayenin ekonomi politiği ile proletaryanın artık daha fazla görmezden gelinemeyen talep­lerini bağdaştırmaya çalıştı." Marx, Mill'i bunun en mükemmel temsilcisi olarak görür ve Rus eleştirmen N. Çernışevskiy'nin "burjuva iktisadının iflasını ilan etmek" biçimindeki değerlendirmesini aktarır.
  • Gladstone Tartışması: Marx, Gladstone'un bir konuşmasından yaptığı alıntının doğruluğu üzerine çıkan bir tartışmaya değinir. Eleanor Marx, babasının alıntısının doğru olduğunu ve Gladstone'un konuşmasındaki "çelişki"ye işaret ettiğini savunur.
  • Ricardo ve Değer Teorisi: Ricardo'nun emek-değer teorisindeki önemi vurgulanır. Ancak Ricardo için "artık değeri kâr, toprak rantı vb. özel biçimlerinden bağımsız olarak inceleme işinde diğer iktisatçıları aşan bir başarı göstermemiştir" eleştirisi yapılır.
  • Bentham Eleştirisi: Marx, Jeremy Bentham'ın "yararlılık ilkesi"ni eleştirir. Bentham'ın "modern dar kafalıyı (Spießbürger), özellikle İngiliz dar kafalısını normal insan olarak alı[p]... geçmişi, bugünü ve geleceği bu ölçüyle yargıla[masını]" eleştirir.
  • "Emek ve Sermaye" İlişkisi: Marx, sermaye için "kilise veya devlet gibi ya da insanlığın geri kalanını yolanlar tarafın­dan, kendilerini kırkan eli gizlemek için uydurulmuş bütün o genel terimler gibi bir tür kabalist sözdür" diyen Hodgskin'den alıntı yapar. Bu, sermayenin nesnel bir varlık gibi görünmesine rağmen aslında bir toplumsal ilişki olduğu fikrini pekiştirir.
  • Proudhon Eleştirisi: Marx, Proudhon'un işçinin kendi ürününü geri almasının olanaksızlığı fikrini ele alır ve artık değerin işçi sınıfının satın alma gücünü nasıl aştığını açıklar.
  • "Üretici Emek" Kavramı: Marx, üretici emeğin içeriğinden bağımsız olarak, sadece sermayeye artık değer üreten emek olduğunu vurgular. Bu, bir sanatçının (Milton) kendi zevki için yaptığı iş ile bir kapitalist için çalışan bir sanatçının işi arasındaki farkı ortaya koyar.

Kapital Cilt 1’in ana amacı, kapitalist üretim tarzının işleyiş mekanizmasını, değerin, artık değerin ve sermayenin nasıl üretildiğini ve bunun toplumsal sınıflar arasındaki ilişkileri nasıl şekillendirdiğini bilimsel bir yaklaşımla ortaya koymaktır.

Karl Marx - Kapital II. Cilt: Temel Temalar ve Önemli Fikirler

Giriş: Engels'in Rolü ve Marx'ın Çalışma Süreci

Karl Marx'ın Kapital'inin ikinci cildi, Marx'ın ölümünden sonra el yazmalarından hareketle Friedrich Engels tarafından yayına hazırlanmıştır. Eserin ilk Almanca baskısı 1885 yılında, Engels tarafından gözden geçirilen ikinci Almanca baskısı ise 1893 yılında yayınlanmıştır. Engels'in önsözünde belirttiği üzere, bu görevi üstlenmek "kolay bir iş değildi" zira Marx'ın el yazmaları "çoğu bölük pörçük çalışmanın" bir araya getirilmesiyle oluşuyordu. Marx'ın "eşsiz bir titizlik" ve "katı bir özeleştiriye" sahip oluşu, büyük iktisadi keşiflerini yayınlamadan önce onları "yetkinliğin doruğuna ulaştırmak için didinirken" gösterdiği çabayı kanıtlanmaktadır. Metinde "F. E." ibareli dipnotlar Engels'in 1893 baskısındaki notlarıdır ve Engels, kendi değişiklik ve eklemelerinin "on basılı sayfa bile tutmaz ve yalnızca biçimsel nitelikte" olduğunu belirtir.

Marx'ın çeşitli el yazmaları, eserin farklı bölümlerine temel oluşturmuştur:

  • Ağustos 1861-Haziran 1863 tarihleri arasındaki 23 defterden oluşan el yazması: Bu, Kapital'in I. Kitabının ilk taslağını içerir ve daha sonra III. Kitapta ele alınan sermaye, kâr, kâr oranı gibi konulara değinir. Ayrıca "Artık Değer Teorileri" başlıklı bir bölüm de içerir ki bu, Kapital'in IV. Kitabı olarak yayınlanacaktı.
  • III. Kitabın el yazması: Büyük ölçüde 1864 ve 1865 yıllarında yazılmış olup, Marx I. Kitap üzerinde çalışmaya ancak bu el yazmasını büyük ölçüde tamamladıktan sonra başlamıştır.
  • I-IV olarak numaralandırılmış dört büyük boy el yazması (I. Kitabın çıkışından sonraki dönem): Özellikle IV. Elyazması, II. Kitabın birinci kısmıyla ilgili basıma hazır bir versiyonunu sunar.
  • 1870'ten sonraki el yazmaları (V-VII): Marx'ın sağlığının bozulmasıyla birlikte araştırmalarına devam ettiği, tarım bilim, Rusya'daki kırsal ilişkiler, para piyasası, bankacılık ve doğa bilimleri gibi alanları kapsayan not defterleridir. V. Elyazması, II. Kitabın yeni bir versiyonunun temelini oluştururken, VIII. Elyazması ise "toplumsal sermayenin yeniden üretiminin ve dolaşımının incelendiği Üçüncü Kısmın" tekrar yazılma ihtiyacından doğmuştur.

I. Temel İktisadi Kavramlar ve Eleştiriler

A. Artık Değer Teorisi ve Marx'ın Katkısı

Engels, Marx'ın Rodbertus'tan "aşırma yaptığı" suçlamalarını çürütmek için geniş bir bölüm ayırmıştır. Rodbertus, kendi "3. sosyal mektubunda" kapitalistin "artık değerinin" nereden ortaya çıktığını "özünde aynı Marx gibi, ama daha kısa ve net şekilde" gösterdiğini iddia etmiştir. Ancak Engels, Marx'ın "kendi ekonomi politik eleştirisinin yalnızca ana çizgileriyle değil, en önemli ayrıntıları bakımından da tamamlanmış bulunduğu 1859 yılına dek Rodbertus'un yazınsal etkinliklerinden tümüyle habersiz" olduğunu belirtir.

Engels, Marx'ın artık değer teorisindeki özgünlüğünü, kendinden önceki iktisatçılarla karşılaştırarak vurgular: "Lavoisier'nin Priestley ve Scheele karşısındaki durumu neyse, artık değer teorisi konusunda Marx'ın selefleri karşısındaki durumu da odur." Marx'tan önce artık değerin varlığı ve kökeni "az çok açıklıkla dile getirilmişti." Ancak klasik burjuva iktisatçıları emek ürününün oransal dağılımını araştırırken, sosyalistler bunun adil olmadığını düşünmüş ve "ütopik araçlar aramıştı."

Marx ise "sahneye" çıkarak, "onların bir çözüm gördüğü yerlerde, o yalnızca bir sorun görüyordu." Marx, artık değerin tüm mevcut iktisadi kategorileri kökten dönüştürebilecek ve "kapitalist üretimi kavramanın anahtarını sunan" bir olgu olduğunu görmüştür. Marx'ın katkıları şunlardır:

  • Değer ve Emek-Değer Teorisi: Marx, değerin ne olduğunu bilmek için değer oluşturan niteliğiyle emeği incelemiş ve "ilk kez, hangi emeğin, neden ve nasıl değer oluşturduğunu ve değerin, bu türden donmuş emekten başka bir şey olmadığını saptamıştı." Rodbertus bu noktayı "ölümüne dek kavrayamadı."
  • Meta ve Para İlişkisi: Marx, meta ve para ilişkisini incelemiş, metanın ve meta mübadelesinin, "onda içkin olan değer olma özelliği gereğince nasıl ve neden meta-para karşıtlığını doğurmak zorunda olduğunu" göstermiştir.
  • Emek Gücü ve Artık Değer Üretimi: Marx, paranın sermayeye dönüşümünün emek gücü alım satımına dayandığını kanıtlamıştır. Emek gücünü, değer yaratan özelliği olan emeğin yerine koyarak, Ricardo okulunu zorlayan "sermaye ile emeğin karşılıklı mübadelesini Ricardo'ya ait olan değerin emekle belirlenmesi yasasıyla uyumlu hâle getirmenin olanaksızlığını" çözmüştür.
  • Değişmez ve Değişir Sermaye: Marx, sermayenin değişmez ve değişir sermaye olarak ayrıldığını saptayarak, artık değerin oluşum sürecini "gerçek akışı içinde en küçük ayrıntılarına kadar ortaya koymuş ve böylece onu açıklamıştı."
  • Mutlak ve Göreli Artık Değer: Marx, artık değerin iki biçimi olan mutlak ve göreli artık değeri bulmuş ve bunların kapitalist üretimin tarihsel gelişimindeki "farklı, ama her ikisi de belirleyici olan rolleri"ni göstermiştir.
  • Ücret Teorisi ve Kapitalist Birikim: Artık değer temelinde "ilk akılcı ücret teorisini" geliştirmiş ve "ilk kez, kapitalist birikimin tarihinin ana hatlarını ve bunun tarihsel eğiliminin bir sunumunu ortaya koymuştu."

B. Rodbertus'un Eleştirisi ve Sismondi ile Karşılaştırması

Engels, Rodbertus'un iktisadi çalışmalarının "aynı düzeyi paylaştığını" ve Marx tarafından Misère de la Philosophie'de eleştirildiğini belirtir. Özellikle Rodbertus'un "ticaret bunalımlarını işçi sınıfının tüketim azlığına dayandıran açıklaması" Sismondi'nin Nouveaux Principes de l'Économie Politique'inde zaten yer almıştır. Aradaki tek fark, Sismondi'nin dünya pazarını dikkate alırken, Rodbertus'un "ufkunun Prusya sınırlarının ötesine geçmemesidir."

Rodbertus'un ücret spekülasyonları "skolastik felsefenin alanına" girer ve Kapital'in ikinci cildinin üçüncü kısmında "nihai olarak çürütülür."

C. Ricardo Okulunun Çelişkileri ve Marx'ın Çözümleri

Ricardo okulu 1830 civarında "artık değer sorunu yüzünden karaya oturdu." Onu yıkıma sürükleyen iki nokta vardı:

  1. Emek ve Değer Yasası: Emek, değerin ölçüsüdür, ancak canlı emek, nesnelleşmiş emeğe göre daha düşük bir değere sahiptir. Marx bu sorunu, "bir değeri olan, emek değildir" diyerek ve "meta olarak alınıp satılan, emek değil emek gücüdür" şeklinde doğru bir şekilde formüle ederek çözmüştür. Emek gücünün değeri, onun üretimi ve yeniden üretimi için toplumsal olarak gerekli olan emekle belirlenir, bu da "iktisadi değer yasasıyla hiçbir şekilde çelişmez."
  2. Sermayelerin Kâr Üretimi: Ricardo'nun değer yasasına göre, aynı miktarda canlı emek kullanan sermayeler eşit kâr üretmeliydi. Oysa gerçekte, eşit sermayeler, canlı emek kullanımından bağımsız olarak ortalama olarak eşit kârlar üretir. Marx bu çelişkiyi "Zur Kritik elyazmasında" çözmüştür ve çözüm, Kapital'in III. Kitabında ortaya konulacaktır.

II. Sermayenin Dolaşım Süreci

Kapital'in ikinci cildi, "Sermayenin Dolaşım Süreci"ni inceler ve Marx'ın belirttiği üzere sermayenin devresel süreci üç aşamadan geçer:

  1. Birinci aşama (P – M): Kapitalist para piyasasında ve emek piyasasında alıcı olarak ortaya çıkar, parası metalara çevrilir.
  2. İkinci aşama (Ü): Üretim süreci, yani sermayenin kullanım değerlerini üretmek ve değerini artırmak için faaliyette bulunması. Üretken sermaye, kendi bileşenlerini tüketerek bunları "daha yüksek değerde bir ürün kütlesine çevirir." Emek gücünün artık emeği, "sermayenin bedava emeğidir" ve kapitalist için "karşılığında bir eş değer ödemediği bir değer oluşturur." Ürün bu nedenle "yalnızca meta değil, artık değerle döllenmiş metadır." (Örnek: 372 sterlin üretim araçları + 50 sterlin emek gücü = 422 sterlin sermaye; 128 sterlin yeni değer = 500 sterlin iplik değeri).
  3. Üçüncü aşama (M´ – P´): Kapitalist metaları piyasaya sürer ve başlangıçta sürmüş olduğundan daha fazla değeri piyasadan çeker. M´ – P´ işlemiyle hem öndelenen sermaye değeri hem de artık değer gerçekleşir.

A. Para-Sermaye Devresi (P ... P´)

Bu devrenin sonucu P´ > P, ve P´ – P = m (artık değer) ile ifade edilir. P´, değer doğurmuş değer olarak sermaye ilişkisi olarak var olur. Para tutarının, kendisi tarafından dolaştırılan meta değerine oranı, incelediğimiz konuyla ilgisizdir. Ancak, paranın sermaye olarak işlev görmesi için, dolaşımda belirli bir para kütlesinin bulunması gerekir.

B. Sermayenin Dönüşüm Biçimleri ve İşlevleri

Sermaye, dolaşım alanında meta-sermaye (M) ve para-sermaye (P) olarak bulunur. İki dolaşım süreci, sermayenin meta biçiminden para biçimine ve para biçiminden meta biçimine dönüşmesinden oluşur. Bu süreçler, basit meta başkalaşım süreçleridir. Üretken sermayenin özellikleri, onun üretim araçlarındaki varoluş tarzından türetilemez.

C. Dolaşım Zamanı ve Üretim Zamanı

Sermayenin dolaşım zamanı, genel olarak onun üretim zamanını ve dolayısıyla değerlenme sürecini sınırlar. Ekonomi politik, dolaşım zamanının bu negatif etkisini, sonuçları pozitif olduğundan, pozitif sayar. Ancak Marx bu görünüşün yanıltıcı olduğunu belirtir.

D. Muhasebe ve Stok Yönetimi

Muhasebe, gerçek alım satımın yanında, kalem, mürekkep, kâğıt, yazı masası, ofis maliyetleri gibi nesnelleşmiş emek de gerektiren emek-zaman harcamasını içerir. Kapitalist, sermayenin devrelerini zihinsel olarak hesap parası biçiminde kaydeder ve denetler.

Stok üç biçimde var olur: üretken sermaye (gizil üretim fonu), bireysel tüketim fonu ve meta stoku (meta-sermaye). Toplumsal emeğin metabolizması, ürünlerin mekân değiştirmelerini gerektirebilir. Ancak metanın dolaşımı, fiziksel hareketleri olmadan da gerçekleşebilir. Örneğin, bir evin satışı meta olarak dolaşır, ancak ev yer değiştirmez.

Taşımacılık sanayisi, yer değiştirmenin kendisini satar. Üretilen yararlı etki, taşıma sürecine ayrılmaz bir şekilde bağlıdır. Taşımacılığın maliyeti, taşınan nesnenin hacmi, ağırlığı, kırılganlığı, bozulabilirliği vb. gibi birçok faktöre bağlıdır.

III. Sabit ve Dolaşır Sermaye

Adam Smith'in sabit ve dolaşır sermaye ayrımına getirilen eleştiriler metnin önemli bir bölümünü oluşturur. Marx, Smith'in bu ayrımı yaparken "kaba ampirik tarz" kullandığını ve "tümüyle birbirine karıştırdığını" belirtir. Smith, sabit sermayeyi "sahip değiştirmeden ya da daha fazla dolaşmadan, bir gelir ya da kâr getiren" şeyler olarak tanımlarken, dolaşır sermayeyi "yalnızca dolaşarak ya da sahip değiştirerek bir gelir getirebilme özelliğini taşıyan" olarak tarif eder. Marx'a göre bu, Smith'in karıştırmasından kaynaklanır:

  • Üretken sermayenin bileşenleri ile dolaşım sürecindeki sermaye: Smith, üretken sermayenin (üretim sürecindeki sermaye) sabit ve dolaşır bileşenleri arasındaki farkı, dolaşım sürecindeki meta-sermaye ve para-sermaye biçimleriyle aynı sepete koyar.
  • İşlevsel tanım yerine maddi tanım: Smith, sabit ve dolaşır sermayeyi oluşturan şeyleri maddi öğeler olarak sayıp döker, sanki bu belirlilikler kapitalist üretim süreci içindeki özgül işlevlerinden değil, "doğadan geliyormuş gibi." Oysa Marx'a göre, emek aracı, emek malzemesi, ürün gibi tanımlar, "süreç içinde üstlendiği çeşitli rollere göre" değişir. Sabit sermaye ve sabit olmayan sermaye tanımları da "bu öğelerin emek sürecinde ve dolayısıyla aynı zamanda değer yaratımı sürecinde oynadıkları belirli rollere dayanır."
  • Kârın Kaynağı: Smith, kârın, ürünün satılması yoluyla, yani dolaşımdan kaynaklandığını ima eder. Marx ise kârın, üretim için öndelenen bir değerin satılması yoluyla yerine konmasından değil, artık değer yaratımından kaynaklandığını vurgular.

Fizyokratlar ve Ricardo'nun Yaklaşımları: Fizyokratların avances annuelles (yıllık öndelikler) ve avances primitives (başlangıç öndelikleri) ayrımı, sermayenin farklı yeniden üretim dönemleriyle ilişkilidir. Ancak onlarda artık değer üretimi, sermayenin yalnızca tarım gibi belirli bir üretim alanına özgü sayılır. Ricardo ise sabit ve dolaşır sermaye farkını, yalnızca bunların farklı üretim dallarındaki oranlarının değer yasasını etkilemesi ölçüsünde dikkate alır ve bu konuda büyük hatalar yapar. Ramsay gibi bazı iktisatçılar ise "değişmez sermaye" ile "sabit sermaye"yi, "dolaşır sermaye" ile "geçim araçları"nı birbiriyle karıştırmıştır.

IV. Basit Yeniden Üretim ve Birikim

Marx, toplumsal sermayenin basit yeniden üretimini şematik olarak inceler. Bu şema iki ana kesime ayrılır:

  • Kesim I: Üretim araçları üretimi (örn: 4000c + 1000v = 5000 sermaye; 4000c + 1000v + 1000m = 6000 meta-ürün).
  • Kesim II: Tüketim araçları üretimi (örn: 2000c + 500v = 2500 sermaye; 2000c + 500v + 500m = 3000 meta-ürün).

Basit yeniden üretimde, tüm artık değerin üretken olmayan şekilde tüketildiği varsayılır. Bu durumda, Kesim I'deki artık değer (1000m) ve değişir sermaye (1000v), Kesim II'deki değişmez sermaye (2000c) ile mübadele edilir. Bu, toplumsal ürünün değer bileşenlerinin, maddi bileşenleriyle karşılaştırılmasında ortaya çıkan güçlüklere dikkat çeker.

Birikim: Genişletilmiş ölçekli yeniden üretim (birikim), ürünün mutlak büyüklüğüyle ilgili olmayıp, "verili ürünün farklı öğelerinin farklı bir düzenlenişini ya da bunların işlevlerinin farklı şekillerde belirlenmesini" şart koşar. Birikimin gerçekleşebilmesi için, Kesim I'deki üretimin, II için daha az değişmez sermaye öğesi, ancak I için aynı miktarda daha fazla değişmez sermaye öğesi imal edebilecek durumda olması gerekir.

Para piyasasının rolü, özellikle büyük ölçekli girişimlerde (örneğin demiryolu yapımı) sermaye aktarımlarında vurgulanır. Bu tür yatırımlar, para piyasası üzerinde baskı yaratabilir ve üretim maddeleri ile geçim araçlarının fiyatlarının yükselmesine neden olabilir.

V. Fiyat Değişimlerinin Etkisi

Marx, dolaşım zamanı ve üretim ölçeği aynı kalırken fiyatların değişmesinin sermaye devri üzerindeki etkilerini de inceler. Örneğin, ham madde, yardımcı madde ve emek fiyatları yarı yarıya düşerse, öndelenen sermaye miktarı azalır ve piyasaya sürülen para kütlesi düşer. Tersine, fiyatlar yükselirse, aynı ölçekte üretimi sürdürmek için ek sermaye gerekir ve bu da para piyasası üzerinde baskı yaratabilir.

VI. Politik İktisatçıların Yanlış Anlamaları

Marx, Destutt de Tracy gibi politik iktisatçıların toplumsal yeniden üretim teorisindeki "kafa karışıklığını ve kibirli anlayışsızlıklarını" eleştirir. Destutt de Tracy'nin "bir sermaye için sermaye olan şeyin diğeri için gelir ve biri için gelir olan şeyin diğeri için sermaye olduğu" düşüncesini kısmen doğru bulur, ancak evrensel olduğu kabul edildiğinde "tümüyle yanlış" hale geldiğini belirtir. Bu tür düşünceler, artık değerin gizemli bir kaynaktan geldiği yanılsamasını güçlendirir.

Marx, A. Smith'in "toplam toplumsal ürün değerinin gelire, ücretler artı artık değere, ya da kendi ifadesiyle ücretler artı kâr (faiz) artı toprak rantına ayrıştığı" iddiasını ve "tüketicilerin son aşamada üreticilere tüm ürün değerini ödemek zorunda oldukları" iddiasını da eleştirir. Bu "saçma formül," meta değerinin yalnızca kullanılan emek gücünün eş değeri ve emek gücü tarafından yaratılan artık değere bölünebilir olduğu varsayılsa bile yanlıştır.

Sonuç

Kapital'in ikinci cildi, sermayenin hareket halindeki analizini, yani sermayenin dolaşım sürecini derinlemesine inceler. Marx, sermayenin paraya, üretken sermayeye ve meta-sermayeye dönüşümünü ve bu dönüşümlerin kapitalist üretimin sürekliliği ve genişlemesi için nasıl kritik olduğunu ortaya koyar. Engels'in önsözünde vurgulandığı gibi, Marx'ın artık değer teorisi, kendinden önceki iktisatçıların yüzeysel ve yanıltıcı açıklamalarına karşı, kapitalist üretim tarzının özünü açığa çıkaran devrim niteliğinde bir analiz sunar. Bu cilt, basit ve genişletilmiş yeniden üretim modelleri aracılığıyla toplumsal sermayenin döngüsel hareketini ve bu süreçteki çeşitli engelleri, çelişkileri ve bunların ekonomik bunalımlara yol açma potansiyelini gözler önüne serer. Metin, Adam Smith ve Ricardo gibi klasik iktisatçıların analizlerindeki temel hataları eleştirel bir yaklaşımla ortaya koyarak, Marx'ın kendi teorisinin üstünlüğünü ve özgünlüğünü kanıtlar.

Karl Marx - Kapital Cilt 3 - Temel Temalar ve Önemli Fikirler

Giriş: Eser, Marx'ın ölümünden sonra Friedrich Engels tarafından elyazmalarından hareketle yayına hazırlanmıştır. Üçüncü cilt, kapitalist üretim sürecinin bir bütün olarak ele alındığı, kârın ortalama kâra dönüşmesi, kâr oranının düşme eğilimi yasası, faiz getiren sermaye, ticaret sermayesi, toprak rantı ve gelirlerin kaynakları gibi konuları derinlemesine irdeleyen teorik bir sonuç bölümü niteliğindedir.

I. Kârın Ortalamaya Dönüşmesi ve Maliyet Fiyatı Kavramı:

  • Maliyet Fiyatı ve Kârın Dönüşümü: Marx, birinci kitapta doğrudan üretim sürecini incelemişken, üçüncü ciltte dolaşım sürecinin etkilerini ele alır. Meta değeri (M = c + v + m) kapitalist bakış açısıyla maliyet fiyatı (k) ve artık değer (m) olarak ifade edilir: M = k + m. Burada 'k' sermaye harcamasını, 'm' ise meta değerinin maliyet fiyatını aşan fazlasını temsil eder. "Metanın kapitalist maliyeti sermaye harcamasıyla, gerçek maliyeti emek harcamasıyla ölçülür." Bu, meta değerinin maliyet fiyatından farklı ve ondan daha büyük olduğunu gösterir.
  • Artık Değerin Kâr Biçimini Alması: Artık değer, sermayenin tüm parçalarından kaynaklandığı yanılsamasıyla "kâr" biçimine bürünür. "Artık değer, öndelenmiş toplam sermayenin bu şekilde tasavvur edilen ürünü olarak, dönüşmüş bir biçim olan kâr biçimini alır." Bu durum, kapitalist üretim tarzının kaçınılmaz bir sonucudur ve kârın kaynağını perdelemiş bir görünüm sergiler. Malthus'un ifadesiyle: "Kapitalist, öndelediği tüm sermaye parçaları için eşit bir kazanç bekler."
  • Artık Değer Oranı ve Kâr Oranı İlişkisi: Kâr oranı (p') ile artık değer oranı (m') arasında doğrudan bir ilişki vardır: p' = m' * (v / C). Bu formül, kâr oranının, her zaman artık değer oranından küçük olduğunu gösterir, çünkü değişken sermaye (v) her zaman toplam sermayeden (C = c + v) küçüktür.
  • Sermaye Bileşiminin Etkisi: Farklı üretim dallarındaki sermaye bileşimleri (sabit ve değişken sermaye oranları), farklı artık değer kütleleri üretir. Ancak kapitalistler, yatırdıkları sermayenin büyüklüğüyle orantılı olarak eşit kâr beklerler, bu da ortalama bir kâr oranının oluşmasına yol açar. Bu süreç, "değer yasası temelinde, sermayenin ve zamanın aynı olmasına karşın canlı emek nicelikleri eşit değilken artık değer oranındaki bir değişmenin eşit bir ortalama kâr oranını ortaya çıkarması yoluyla çözüme kavuşur." (Stiebeling)

II. Kâr Oranının Düşme Eğilimi Yasası ve Karşıt Yönde Etkide Bulunan Nedenler:

  • Yasanın Kendisi: Marx, kapitalist üretimin doğal bir eğilimi olarak kâr oranının düşme eğilimi yasasını ortaya koyar. Bu düşüş, toplam sermaye içinde değişken sermayenin (emek gücüne yatırılan sermaye) göreli olarak azalmasından, sabit sermayenin (makineler, hammaddeler vb.) ise göreli olarak artmasından kaynaklanır. "Kâr oranının düşmesi, toplam sermayenin değişir bileşenindeki mutlak bir azalmadan değil yalnızca göreli bir azalmadan, bu bileşenin değişmez bileşene oranla azalmasından kaynaklanır."
  • Karşıt Yönde Etkide Bulunan Nedenler: Bu düşme eğilimini geciktiren, ancak uzun vadede hızlandıran faktörler de vardır:
  • Emeğin Sömürülme Derecesinin Yükselmesi: Artan emek yoğunluğu ve iş gününün uzaması, artık değer oranını artırır ve kâr oranındaki düşüşü telafi eder.
  • Ücretin Değerinin Altına Düşürülmesi: İşçilere geçimlik düzeyin altında ücret ödenmesi, kapitalistin artık değer elde etme oranını artırır.
  • Değişmez Sermaye Öğelerinin Ucuzlaması: Makinelerin ve hammaddelerin fiyatlarındaki düşüş, sabit sermayenin toplam sermaye içindeki değerini azaltarak kâr oranının düşüşünü yavaşlatır.
  • Göreceli Aşırı Nüfus: İşsizler ordusunun varlığı, işçi ücretlerini baskı altında tutarak artık değer üretimini destekler.
  • Dış Ticaret: Dış ticaret hem değişken hem de sabit sermaye öğelerini ucuzlatarak kâr oranını artırıcı etki yapar. Aynı zamanda üretim ölçeğini genişleterek birikimi hızlandırır, ancak uzun vadede kâr oranının düşmesini de hızlandırır. Ricardo bu yönü gözden kaçırmıştır.
  • Hisse Senetli Sermayenin Büyümesi: Hisse senetli şirketler, sermayenin daha büyük ölçeklerde yoğunlaşmasını sağlar ve kâr oranını etkileyebilir.
  • Yasanın İç Çelişkileri: Kâr oranının düşme eğilimi, kapitalist üretimin temel amacı olan sermayenin değerlenmesiyle çelişir. Bu durum, aşırı üretimi, spekülasyonu ve bunalımları teşvik eder. Marx'a göre, bu "kendi kendine özgü engel, kapitalist üretim tarzının sınırlılığını ve yalnızca tarihsel, geçici bir nitelik taşıdığını doğrular."

III. Kapitalist Üretim Sürecinde Tasarruf ve Fiyat Değişimleri:

  • Sabit Sermaye Kullanımında Tasarruf: Kapitalist üretim, nesnelleşmiş emek (sabit sermaye) konusunda son derece tutumludur, ancak canlı emek (işçi) konusunda savurgandır. "Kapitalist üretim, tek başına ele alınırsa... gerçekleştirilmiş, metalarda nesnelleştirilmiş emek söz konusu olduğunda son derece tutumludur. Buna karşılık, bir insan savurganı, bir canlı emek savurganı olarak... tüm diğer üretim tarzlarını açık arayla geride bırakır." Bu durum, işçilerin sağlık ve yaşam koşullarından tasarruf edilmesiyle (örneğin kömür ocaklarında veya fabrikalarda güvenlik önlemlerinin ihmaliyle) kendini gösterir.
  • Fiyat Değişimlerinin Etkisi: Hammadde fiyatlarındaki dalgalanmalar, kâr oranı üzerinde doğrudan etki yapar. Hammadde fiyatlarının artması maliyetleri yükseltir ve kârı düşürür; fiyatların düşmesi ise tersine etki yapar. Serbest ticaret yanlılarının hammaddeler üzerindeki gümrük vergilerini kaldırma çabaları bu nedenle önemlidir.
  • Krizler ve Spekülasyon: Dış ticaret ve spekülasyon, ham madde fiyatlarında dalgalanmalara ve piyasada aşırı üretime yol açar. Örneğin, 1861-1865 pamuk bunalımı, kapitalist üretimin doğasına iyi bir örnek teşkil eder. Bu dönemde, piyasanın "fiyatlara" bırakılması ve arz ile talebin karşılıklı olarak birbirlerini düzenleyeceği inancı, istikrarsızlığa yol açar. Son dönemde ortaya çıkan karteller (tröstler), üretimi ve fiyatları düzenlemeye çalışsa da ilk fırtınada çökmeye mahkumdur ve "küçüklerin büyükler tarafından eskisine göre daha çabuk yutulması"na hizmet eder.

IV. Faiz Getiren Sermaye ve Kredi Sistemi:

  • Faiz Getiren Sermaye Anlayışı: Faiz getiren sermaye (P - P'), sermayenin en yüzeysel ve fetişleşmiş biçimi olarak görülür. Burada para, kendi başına daha fazla para üreten bir otomat gibi görünür, aracı üretim süreci silinmiştir. "Bu biçim, sermayeyi değerin, değer yaratımının bağımsız kaynağı olarak sunmak isteyen bayağı iktisat için doğal olarak büyük bir nimettir; söz konusu biçim altında, kârın kaynağı görülemez duruma gelir ve kapitalist üretim sürecinin sonucu (süreçten ayrılmış olarak) bağımsız bir varlık kazanır."
  • "Doğal" Faiz Oranı Yokluğu: Marx, "doğal" bir faiz oranının bulunmadığını, faiz oranının rekabet, alışkanlıklar ve yasal gelenekler gibi ampirik faktörlerle belirlendiğini savunur. Faiz, ortalama kârın bir kısmından başka bir şey değildir ve bu kârın iki sermaye sahibi arasında nasıl paylaşılacağı tamamen rastlantısaldır.
  • Kredi Sisteminin Rolü: Kredi sistemi, sermayenin yoğunlaşmasını ve merkezileşmesini hızlandırır. Bankalar aracılığıyla tasarruflar toplanır ve sanayici kapitalistlerin kontrolüne geçer. Bu, aşırı üretime, spekülasyona ve bunalımlara zemin hazırlar. Kriz anlarında, kredi sistemi çöker ve yerini para sistemine bırakır. "Bunalım dönemlerinde kredi sistemi işte bu nedenle birdenbire çökerek para sistemine dönüşür."
  • Hayali Sermaye: Devlet tahvilleri ve hisse senetleri gibi değerli kağıtlar, "hayali sermaye" oluşturur. Bu kağıtların piyasa değerleri, faiz oranıyla ters orantılı olarak dalgalanır ve gerçek sermayenin hareketinden bağımsızdır. Krizlerde bu kağıtların değer kaybetmesi, parasal servetin merkezileşmesi için bir araç işlevi görür.

V. Toprak Rantı:

  • Toprak Rantının Kökeni: Toprak rantı, tarım ürünlerinin üretim maliyetlerinin farklı toprak parçaları arasındaki verimlilik farkından veya konum farklılığından kaynaklanan "ekstra kâr"ın toprak sahibine aktarılmasıyla oluşur (farklılık rantı). Ayrıca, en kötü toprağın bile belirli bir kârın üzerinde bir getiri sağlamasıyla oluşan "mutlak toprak rantı" da vardır.
  • Tarımda Kapitalist İlişkiler: İngiltere örneği üzerinden Marx, tarımsal iyileştirmelerin aslan payının uzun vadede toprak sahiplerine gittiğini ve kiracı çiftçilerin, daha yüksek rantlar ve mülk değer artışı nedeniyle, düşük kârlarla yetinmek zorunda kaldıklarını vurgular. "Tarımsal iyileştirmeler... toprak sahibinin taşınmazının değerindeki ve onun kira gelirlerindeki artış anlamına geldiği sürece, ülkedeki çok sayıdaki tarım birliğinin tüm çabaları... başarısızlığa uğramak zorundadır."
  • Toprak Fiyatı: Toprak fiyatı, sermayeleştirilmiş ranttan başka bir şey değildir. Faiz oranının düşmesi veya toprağa eklenen sermayenin getirisinin artması, rant yükselmeden bile toprak fiyatını artırabilir. Ayrıca, tarım ürününün fiyatı düşse bile, farklılık rantı ve dolayısıyla daha iyi toprakların fiyatı yükselebilir.
  • Tarım ve Kapitalist Üretimin Çatışması: Marx, kapitalist sistemin akılcı bir tarıma direndiğini, çünkü tek güdüsünün anlık parasal kazanç olduğunu belirtir. Bu, tarımın sürekli yaşamsal gereksinimleri karşılaması gereken doğasıyla çelişir.

VI. Gelirler ve Kaynakları - Üçlü Formül ve Sınıflar:

  • Üçlü Formül: Kapitalist toplumda gelir, ücret, kâr ve rant olmak üzere üç temel kategoriye ayrılır. Bu formül (ücretli emek - ücret, sermaye - faiz, toprak mülkiyeti - rant), kapitalist üretim ilişkilerinin temelini oluşturur.
  • Artık Emek ve Toplumsal Gelişme: Artık emek, yani toplumsal gereksinimleri aşan emek, her toplumda var olmaya devam eder. Kapitalist sistemde, bu artık emek karşıtlık içeren bir biçime sahiptir ve toplumun bir kısmının aylaklığıyla bütünlenir. Marx, sermayenin uygarlaştırıcı yanlarından birinin, bu artık değeri, eski kölelik veya serflik biçimlerine göre daha avantajlı bir şekilde koparması olduğunu kabul eder. Ancak asıl amaç, artık emeğin, toplumun daha yüksek bir biçiminde, maddi emeğe ayrılan zamanın daha da azaltılmasıyla birleştirilmesidir.
  • Bölüşüm ve Üretim İlişkileri: Bölüşüm ilişkileri (ücret, kâr, rant), üretim ilişkilerinin belirli tarihsel biçimlerinin yansımasıdır. Üretimin maddi gelişimi ile onun toplumsal biçimi arasındaki çatışma ve karşıtlık genişledikçe bir kriz anı belirir.
  • Sınıflar: Kapitalist toplum, ücretliler, kapitalistler ve toprak sahipleri olmak üzere üç büyük sınıfa ayrılır. Bu sınıf ayrımı, üretimin toplumsal karakterinin maddi üretim koşullarıyla, özellikle de emek araçları ve toprakla karıştığı bir yanılsamayı besler.

VII. Engels'in Tamamlayıcı Açıklamaları:

  • Değer Yasası ve Kâr Oranı: Engels, Marx'ın değer yasasının kapitalist üretim açısından "salt bir hipotezden çok daha büyük ve belirli bir anlam" taşıdığını vurgular. Marx'ın bu konudaki elyazmalarının taslak niteliğinde olması nedeniyle konuyu daha da açar.
  • Borsa ve Kapitalist Üretimin Temsili: Engels, 1865'ten bu yana borsanın rolünün ciddi şekilde arttığını ve borsa işlemleri aracılığıyla tüm üretimin ve ticaretin borsacıların elinde toplandığını belirtir. Bu durum, borsayı "kapitalist üretimin kendisinin en mükemmel temsilcisi" haline getirmiştir. Bankacılık, sanayi ve tarım gibi çeşitli alanlarda anonim şirketlerin ve finansal tröstlerin yükselişi, sermayenin merkezileşmesinin ve hayali sermayenin büyümesinin örnekleridir. Sömürgeleştirme bile, "bugün, borsanın bir şubesinden başka bir şey değildir."

Sonuç: Karl Marx'ın Kapital Cilt 3'ü, kapitalist üretim sürecinin karmaşık iç işleyişlerini, kârın gizemli doğasını, faiz ve rantın kökenlerini ve bu unsurların krizlere yol açan çelişkilerini derinlemesine analiz eder. Eser, kapitalist sistemin doğal bir eğilimi olarak kâr oranının düşme eğilimi yasasını temel bir açıklayıcı ilke olarak sunar ve bu yasanın karşıt yönlü etkileşimlerle nasıl dengelenmeye çalışıldığını gösterir. Marx ve Engels, kapitalist ilişkilerin yüzeysel görünüşlerinin ardındaki gerçek toplumsal üretim ilişkilerini açığa çıkarmaya çalışır. Kredi sisteminin, sermayenin merkezileşmesi ve hayali sermayenin büyümesi yoluyla bu çelişkileri daha da derinleştirdiğini, dolayısıyla sistemin içsel krizlere eğilimini artırdığını gösterirler. Bu analizler, kapitalist sistemin tarihsel ve geçici doğasına işaret ederken, aynı zamanda gelecekteki toplumsal dönüşümler için maddi koşulların nasıl yaratıldığını da ortaya koyar.

Karl Marx - Artık Değer Teorileri Özeti: Temel Temalar ve Fikirler

Marx'ın bu eseri, Kapital'in dördüncü cildinin taslağı olup, klasik burjuva ekonomi politiğin eleştirel bir çözümlemesini sunar.

I. Artık-Değerin Kökeni: Dolaşım Alanından Üretim Alanına Geçiş

Marx, klasik ekonomistlerin artık-değeri dolaşım alanında (yani malların değerinin üzerinde satılmasıyla) açıklamaya çalışmalarını eleştirir ve fizyokratların bu sorunu doğrudan üretim alanına taşımasının önemini vurgular.

  • Fizyokratların Büyük Başarısı: Marx, fizyokratları "modern ekonomi politiğin gerçek babası" olarak nitelendirir çünkü onlar, artık-değerin kökenini dolaşım alanından üretim alanına aktarmışlardır. Onlara göre, yalnızca artık-değer yaratan emek üretkendir ve bu emek, üretimi sırasında tüketilen değerler toplamından daha fazla değer içerir.
  • "Fizyokratlar, artık-değerin kökeni üzerine incelemeyi, dolaşım alanından doğrudan üretim alanına aktarmışlar ve böylece kapitalist üretimi çözümlemenin temelini atmışlardır." (ADT Cilt 1, s. 223)
  • Ancak fizyokratlar bu fazla değeri "doğanın saf armağanı" (pur don de la nature) olarak algılamışlardır, özellikle tarımsal üretimde. Onlara göre, sanayi işçisi yalnızca biçimi değiştirir, maddi tözü artırmaz. Bu nedenle tarımsal emek, tek üretken emek ve toprak rantı da tek artık-değer biçimi olarak kabul edilir.
  • Fizyokratların Çelişkileri: Sistemlerinde feodal bir kabuk (toprak rantına verilen önem, toprağın doğanın armağanı olarak görülmesi) ile burjuva bir öz (kapitalist tarımın savunulması, laissez faire ilkesi) bir aradadır.
  • Marx'a göre, fizyokratlar bir yandan toprak rantını feodal ambalajından çıkarmış, öte yandan bu artık-değeri toplumdan değil, doğadan türetmişlerdir. "Bir yandan, toprak rantını -yani toprak mülkiyetinin gerçek ekonomik biçimini- feodal ambalajından çıkarmış, emeğin ücretini aşan basit bir artık-değere indirgemiştir. Öte yandan bu artık-değer, gene feodal düşünce tarzına uygun olarak, toplumdan değil doğadan, insanın karşılıklı-ilişkilerinden [Verkehr] değil, toprakla ilişkilerinden çıkarılmıştır." (Cilt 1, s. 228)
  • Turgot, fizyokrat teoride kapitalist ilişkilerin daha derinlemesine analizine doğru bir adım atmıştır. O, artık-emeğin, emek koşullarının emek-gücünden ayrılmasıyla (yani toprağın bir kesimin mülkü haline gelmesiyle) emekçinin asgari ücretini aşan miktarı üretmesinin zorunluluğu arasında bir bağlantı kurar.

II. Üretken Emek ve Üretken-Olmayan Emek Tartışması

Adam Smith'in üretken ve üretken-olmayan emek ayrımı, Marx'ın bu eserde genişçe incelediği önemli bir konudur. Marx, bu ayrımın kapitalist üretim ilişkilerini anlamak için merkezi olduğunu savunur.

  • Adam Smith'in İkili Tanımı: Smith, üretken emeği sermaye ile değişilen (yani kapitaliste kâr sağlayan) ve maddi, satılabilir bir metada sabitlenen emek olarak tanımlarken; üretken-olmayan emeği gelirle değişilen ve kalıcı bir ürün bırakmayan emek olarak tanımlar (örneğin hizmetçiler, memurlar).
  • Marx, Smith'in bu ayrımındaki çelişkileri ve tutarsızlıkları eleştirir. Özellikle Smith'in, piyano yapımcısının işçisinin üretken olduğunu, ancak kişinin kendi evinde piyano yapımı için çalıştırdığı ustanın üretken-olmayan olduğunu söylemesi bu tutarsızlığa örnek verilir. "Bir piyano yapımcısının çalıştırdığı işçi üretken işçidir. Onun emeği, yalnızca tükettiği ücreti yeniden-üretmekle kalmaz, ama piyano yapımcısının sattığı üründe, piyanoda, metada, ücretin üstünde ve ötesinde bir artık-değer bırakır. Ama bunun tersine, bir piyano için gereken tüm malzemeyi (ya da emekçinin sahip olması gereken her şeyi) satın aldığımı ve bir mağazadan piyano almak yerine bu piyanoyu evimde yaptırdığımı varsayalım; bu durumda piyanoyu yapan, üretken-olmayan bir emekçidir; çünkü onun emeği, benim gelirimden doğrudan ödenmiştir." (Cilt 1, s. 306-307)
  • Marx'ın Tanımı: Marx'a göre üretken emek, basitçe bir kullanım değeri üreten emek değil, sermaye için artık-değer üreten ve böylece kapitalist üretim ilişkilerini yeniden üreten emektir. Bu tanım, emeğin içeriği veya spesifik yararıyla değil, toplumsal üretim ilişkilerindeki konumuyla ilgilidir.
  • "Üretken emek, emekçi için, yalnızca emek-gücünün daha önceden belirlenmiş değerini yeniden-üreten, ama değer yaratan bir etkinlik olarak sermayenin değerini artıran emektir; başka deyişle, emekçinin kendisini sermaye biçiminde yarattığı değerle karşı karşıya getiren emektir." (Cilt 1, s. 370)
  • "Üretken-Olmayan Emek"in Savunusu: Marx, Smith'in ayrımına yönelik eleştirilerin, genellikle burjuva ideologların "üretken-olmayan" sınıfların (din adamları, memurlar, hizmetçiler vb.) topluma faydasını meşrulaştırma çabasından kaynaklandığını belirtir.
  • Ganilh, "ödenmiş her emeğin üretken olduğunu" savunarak, hizmetçinin emeği ile çiftçinin veya fabrika işçisinin emeği arasında hiçbir fark görmediğini iddia eder. Hatta hizmetçinin emeğinin daha yüksek ücret alması durumunda daha üretken olduğunu bile öne sürer. Marx bu savı, "çok aptalca" ve "sapkın" bulur. "Eğer değişim, çiftçinin ya da fabrika işçisinin emeğine yalnızca 500 frank verirken, hizmetçinin emeğine 1.000 frank verirse, bundan insanın çıkaracağı sonuç, hizmetçi emeğinin zenginlik üretimine bu çiftçinin ya da fabrika işçisinin emeğinden bir kat fazla katkıda bulunduğudur; hizmetkarın emeği çiftçiyle fabrika işçisinin emeğine göre bir kat fazla maddi ürünü ücreti olarak aldığı sürece zaten başka türlü de olamaz. Zenginliğin, daha az bir değişim-değeri olan ve dolayısıyla daha az ödenen emeğin sonucu olduğu nasıl sanılabilir ki!" (Cilt 1, s. 362)
  • Mandeville'in "Arıların Öyküsü" adlı eseri, tüm mesleklerin üretken olduğunu ve "kötülüklerin" bile toplumsal fayda sağladığını öne sürerek bu meşrulaştırma çabasına örnek teşkil eder. (Cilt 1, s. 364)
  • Suç ve Üretkenlik: Marx, burjuva iktisatçıların üretkenliği meşrulaştırma çabasını hicvederek, bir suçlunun bile ceza hukuku, polis, yargıçlar, hatta sanat eserleri ürettiğini ve ekonomik üretken güçleri teşvik ettiğini ironik bir şekilde dile getirir. "Suçlu yalnızca suç üretmez, aynı zamanda ceza hukuku üretir ve bununla birlikte ceza hukuku dersleri veren profesörü üretir... Suçlu ayrıca bütün bir polis örgütünü ve hukuk yargılama kurumunu, polis komiserini, yargıçları, cellatları, jürileri, vb. üretir..." (Cilt 1, s. 182-183)

III. Sermayenin Üretkenliği ve Artık-Değerin Bölüşümü

Marx, sermayenin "üretkenliğini" ele alırken, bunun aslında toplumsal emeğin üretken gücünün kapitalist bir ifadesi olduğunu savunur.

  • Sermaye ve Artık-Emek: Sermaye, artık-emeği zorlayan bir güç olarak ve toplumsal emeğin üretken güçlerini (bilim, teknoloji vb.) kendi bünyesine katan bir mekanizma olarak üretkenleşir. Bu durum, bireysel emekçilerin ürettikleri artık-değerin, emek-gücünün değeri üzerinden kapitalist tarafından sahiplenilmesiyle gerçekleşir.
  • Kârlılığın Düşme Eğilimi: Marx, kapitalist gelişme içinde değişmeyen sermayenin değişen sermayeye oranının arttığını (yani makineleşmenin ve hammadde kullanımının canlı emeğe göre arttığını) ve bunun da genel olarak kâr oranının düşme eğilimine yol açtığını belirtir. (Cilt 2, s. 670)
  • Malthus ve Aşırı-Üretim: Malthus, üretken-olmayan sınıfların israfını ve tüketimini, aşırı-üretimi önlemenin bir çaresi olarak savunur. Marx, Malthus'u "egemen sınıfların yüzsüz dalkavuğu" olarak görür ve onun teorilerinin gerici niteliğini vurgular. Malthus'un argümanına göre, devlet harcamaları ve üretken-olmayan tüketim, ekonomide talep yaratarak aşırı-üretimi engeller. Marx, bu görüşün kapitalizmin içsel çelişkilerini örtbas etmeye yönelik mazeretçi bir yaklaşım olduğunu belirtir. (Cilt 1, s. 268)

IV. Ricardo ve Rant Teorisi

Marx, Ricardo'nun rant teorisini ele alırken, onun artık-değeri kâr ve rant gibi belirli biçimlerinden ayrı olarak incelememesini ve bu nedenle sermayenin organik bileşimi gibi önemli konuları tam olarak kavrayamamasını eleştirir.

  • Rantın Kaynağı: Ricardo, rantı toprağın "verimliliği"ne ve emek-gücünün artan üretkenliğine bağlarken, Marx, rantın değer yasasıyla ilişkisini daha derinlemesine inceler. Marx'a göre, Ricardo'nun rant teorisi, rantın toprak sahibine ödenen bir artık-değer biçimi olduğunu doğru bir şekilde gösterse de değerin kaynağı konusundaki eksiklikler nedeniyle hatalıdır.
  • Değer ve Maliyet Fiyatı: Ricardo, maliyet fiyatını değerle karıştırma eğilimindedir. Marx, bu karışıklığın, Ricardo'nun yanlış rant teorisinin ve kâr oranındaki iniş-çıkışları açıklamasındaki hataların temelinde yattığını savunur.
  • Anderson'ın Katkısı: Marx, James Anderson'ın rantın topraktan değil, tarım ürününden, yani emekten ve emek-gücünden kaynaklandığına dair tezini Ricardo'dan önce ortaya koyduğunu belirtir. Anderson, "ürünün fiyatını belirleyen toprak rantı değildir, toprak rantını belirleyen ürünün fiyatıdır" (Cilt 2, s. 549) diyerek fizyokratik öğretinin temellerini sarsmıştır. Marx, Malthus'un Anderson'ın fikirlerini intihal ettiğini ve toprak aristokrasisinin çıkarlarına hizmet etmek için çarpıttığını iddia eder.

V. Dolaşım ve Yeniden-Üretim

Quesnay'nin Ekonomik Tablosu, Marx'ın toplam sermayenin yeniden-üretimi ve dolaşımı süreçlerini anlamak için önemli bir referans noktasıdır.

  • Quesnay'nin Tablosu: Quesnay, ekonomik süreci üç ana sınıf arasında (üretken sınıf - tarımcılar, toprak sahipleri sınıfı, kısır sınıf - sanayiciler ve tüccarlar) para ve ürün akışını gösteren "Ekonomik Tablo" ile açıklamıştır.
  • Marx, bu tablonun, sermayenin ve gelirin dolaşımını göstermedeki öncülüğünü takdir ederken, fizyokratların tarımsal üretimi tek artık-değer kaynağı olarak görmesini eleştirir.
  • Paranın Rolü: Marx, paranın dolaşım aracı ve ödeme aracı olarak işlevlerini inceler. Paranın, üretim döngüsünde nasıl kapitaliste geri döndüğünü ve sermayenin nasıl yenilendiğini tartışır.
  • Dolaşım Zorlukları ve Krizler: Marx, yıllık ürünün tamamının gelir olarak tüketilemediği, çünkü değişmeyen sermayenin (hammadde, makineler vb.) de yenilenmesi gerektiği sorununa değinir. Bu durum, basit değişim ve yeniden-üretim modellerinde ortaya çıkan zorlukları gösterir ve potansiyel aşırı-üretim veya tüketim eksikliği krizlerine işaret eder. Marx, "yıllık olarak üretilen değerlerin yıllık olarak tüketildiği doğru değildir. Sabit sermayenin büyük bir kısmı için durum böyle değildir." (Cilt 1, s. 270) der.

VI. Genel Değerlendirme

  • Marx'ın Amacı: Artık-Değer Teorileri, Marx'ın kendi iktisat teorisini geliştirirken klasik ekonomistlerin (Smith, Ricardo, Fizyokratlar vb.) fikirlerini eleştirel bir şekilde incelediği ve kendi kavramlarını (artık-değer, üretken emek, sermayenin organik bileşimi) netleştirdiği bir çalışmadır.
  • Tarihsel-Eleştirel Yaklaşım: Marx, iktisadi teorileri tarihsel ve toplumsal bağlamları içinde ele alır, onların kendi dönemlerindeki üretim ilişkilerinin bir ifadesi olduğunu gösterir.
  • Burjuva Ekonomi Politiğin Sınırlılıkları: Marx, burjuva ekonomistlerin artık-değerin gerçek kaynağını (emek-gücünün sömürülmesi) tam olarak anlayamamasını veya açıklayamamasını onların temel sınırlılıkları olarak vurgular. Onların teorileri, kapitalist sistemi doğal ve ebedi gösterme eğilimindedir.
  • Kapitalizmin Çelişkileri: Marx, kapitalist üretimin doğal çelişkilerine (örneğin kâr oranının düşme eğilimi, aşırı üretim olasılığı, işsizlik) dikkat çeker ve bu çelişkilerin burjuva iktisatçıları tarafından nasıl gizlenmeye veya meşrulaştırılmaya çalışıldığını ortaya koyar.

Bu eser, Marx'ın iktisadi düşüncesinin derinliğini ve kapsamını ortaya koyan, Kapital'in temel kavramlarının oluşum sürecini gösteren önemli bir çalışmadır.

[MAR] YOUTUBE KANALI

LİDER

Karl Marx - Kapital

Kısa Sovyet Film ve Belgeseller [Türkçe]