Mustafa Güney
Türkiye
20 Aralık 2021 gecesinde çok ilginç bir gece yaşadı. Türkiye’deki kapitalizmi ya
da ana akım iktisatçıların daha çok sevdiği terimle ifade edersek “serbest
piyasa sistemi”ni sağlamlaştıran, temeli en azından son bir aydır atılmış büyük
bir oprasyon yaşandı o akşam. Bu operasyon, sistemi uzun ve orta vade bir yana,
kısa vade de bile ne kadar dengeye sokacak onu ilerileyen günler, haftalar ve
aylarda göreceğiz. Yine operasyonun kendisinin başarılı olduğu ve sistemi
sağlamlaştırma yolunda atılmış bir adım olduğu bence ortada. O akşam ne
olduğunu anlamak için, öncelikle Marx’ın Kapital’in
ilk cildinde bahsettiği prensibi hatırlamak lazım.
Marx
Kapital’in birinci cildinde,
kapitalizmin (bunu “serbest piyasa” olarak da okumak mümkün) işlemesi için iki
kritik şarttan bahseder: İlki işçilerin bir işten öbür işe geçmelerinin
olabildiğince kolay olması, yani bir patronun istediği zaman çalıştırdığı
işçiyi kolayca kovup, ihtiyacı olduğunda kolayca çalıştıracak yeni işçi
bulabilmesi. İkincisi, işçilerin sermayelerinin, hatta birikimlerinin olmaması…
Birikimi olan işçi, patronu ile pazarlığa oturup onu daha iyi şartlarda
çalışmaya zorlayabilir; en azından bir süre, belki de uzun süre işsiz kalmayı
göze alabilir; hatta eğer sermayesi varsa, kendi iş yerini bile kurabilir.
Sistem patronların olabildiğince düşük ücret karşılında çalıştırdıkları
işçilerin ürettiklerini, olabildiğince yüksek fiyata satmaları üzerine kurulu
olduğundan, işçiler güçlendikçe sistem zayıflar.
İşçilerin
zayıf olması sistemin ayakta kalması için yeterli değildir. Daha güçlü bir işçi
sınıfı, sistemi zayıflatan bir faktör olsa da, işçilerin daha üretken olmasını
sağlayacak altyapının olmaması, sistemin işçiye daha çok çalışmasını sağlayacak
motivasyonu verememesi, sermayedarların dünyanın geri kalanı ile
bağlantılarının zayıf olması gibi faktörler de sistemi zayıflatır. Ancak
işçilerin görece güçsüz olması, diğer tüm faktörlerden daha kritik ve
hayatidir. Sermayedarların kazandığı parayı bir su kaynağından gelen su miktarı
gibi görürsek… İşçiler güçsüzleştikçe, kaynaktan gelen su miktarı artar. Diğer
faktörler, borularda bu suyun olabildiğince verimli taşınmasını sağlar. Taşıma
sırasındaki kayıpları olabildiğince azaltır.
1850’lerden
başlayarak sol mücadele, işçilerin içinde görece daha güçlü bir kesim
yaratmıştır. Bu kesim, adım adım yaşam koşullarını iyileştirdiği gibi,
özellikle 1950’lerden itibaren kısmi de olsa bir birikim sahibi olma imkânı
bulmuştur. İşçilerin içinde bu kesim güçlendikçe kapitalizm de zayıflamış, dünyanın
üçte biri zamandan geri çekilmek, birçok sektörü devletin kontrolüne terk etmek
zorunda kalmıştır. Ancak yine 1950’lerden itibaren işçilerin içinde görece daha
örgütlü ve zamanla daha birikimli olup bu sayede güç kazanan bu kesim izole
edilmiş, birikimlerini kısa vadeli tüketim malları için harcamaları teşvik
edilmiş, örgütsüzleştirilmiş ve en önemlisi, işçi kesimin içinde daha güçsüz ve
örgütsüz olanlardan yabancılaştırılmıştır.
Bugün
küresel olarak önde gelen finans şirketinde çalışan bir finans uzmanı kendini
bir inşaat işçisinden daha farklı olarak görür ve çıkarlarının inşaat
işçisinden farklı olduğuna inanır. Ancak onu çalıştıran şirketin sahibi için
ideal olan, o uzmanın çalışma koşullarını ve gelirini mümkünse inşaat işçisi
ile benzer hale getirmek, bunu yapamıyorsa o işçinin düzeyine olabildiğince
yaklaştırmaktır. Bunun bir yolu daha birikimli, bankada daha fazla parası olan
bu daha yüksek ücretli işçi kesiminin, yani finans uzmanlarının, mühendislerin,
akademisyenlerin, doktorların birikimlerini yok etmek, ya da en azından
azaltmaktır.
Buradan
2021 yılı Türkiyesine dönebiliriz. 2021 yılı Türkiyesinde emekçi kesime
motivasyon sağlayamayan, dış dünya ile kurduğu ilişkileri giderek kötüleşen,
bürokratik ve devlete ait alt yapının giderek kötüleştiği, yani borudan akan
suyun giderek daha fazlasının damlayarak ziyan olduğu bir ekonomik sistem
vardı. İşçi sınıfı, düşük gelirlisi, yüksek gelirlisi güçsüzdü. Ancak birikimi
olan, en azından dışarıda iş bulmaya çalışabiliyordu. Böyle bir sistem doğal
olarak sermayedarları mutsuz ediyordu. Kaynaktan gelen su onları tatmin edecek
düzeydeydi, ancak borulardan su geçerken çok su kaybedildiğinden, onlara ulaşan
su miktarı düşüktü ve giderek azalıyordu.
İktidar
ise kendi altyapısının, yani suyu getiren boruların çok sağlam olduğunu, su
kaybının kendisine düşman kesimler tarafından düzenlenen sabotajlar yüzünden
gerçekleştiğini söylüyordu. Ancak iş dünyası 2021’in başında, son bir aydaki
kadar olmasa da, giderek daha fazla tepki duyuyordu iktidara. İş dünyası hem
parasal güçleri, hem de örgütlülükleri ile iktidar açısından dikkate alınması
gereken bir kesimdi. Bir yolunu bulup, bu kesimi en azından kısa sürede memnun
etmek gerekiyordu. Bu hem kısa vadeli olarak birilerinin evlerinde depoladığı
suyu bu kesime aktararak, hem de kaynaktan gelen su miktarını arttırarak
yapılacaktı. Sonrasında sermayedarlar, kısa süre için de olsa tamir
edildiğinde, boruları sabote edenlerle ilgilenilip, sorun çözülecekti.
Böylece
Türkiye Kasım ayına geldi. İsterseniz sonra olanlara, üç farklı insanın
gözünden bakalım: Reis’ine güveni tam olan, ancak özünde partideki bağlantıları
üzerinden her hangi bir gelir elde etmeyen bir AKP’li işçi; Erdoğan’a hiç
güvenmeyen bir muhalif işçi ve bir büyük sermayedar. İkinci kişinin yani
muhalifin ne yaptığı konusunda, kendi üzerimden örnek vereceğim. Tabii bankada
kaydadeğer parası olmayan işçi kesiminin güçsüz bölümü burada analizin dışında.
Kasım
ayının başına kadar Reis sevdalısı olan AKP’li, TL’nin değer kaybını gördüğü
halde, ülkesine güvenme adına parasını TL’de tutmuş olsun. Muhalif ciddi bir
birikimi varsa, yükselen dolar fiyatlarını görüp, muhtemelen parasını dolara
yatırmış olabilir. Ancak eğer benim gibi, birikimi daha sınırlıysa ve ileride
bankadaki parasının tamamına yaklaşan harcamalar yapmayı bekliyor ve
planlıyorsa, hiç al sat yapmayayım para TL’de kalsın da demiş olabilir. Büyük
sermayedar yükselen doları gördüğü anda zaten birikiminin tamamını dolarda
tutuyor olmalı. Sonuçta yeterince büyük parası olan sermayedar, hem küçük
birikim sahibi gibi kur farkı ödemek zorunda değildir, hem de kapitalizmin
kuralları gereği (isterseniz “serbest piyasa”nın kuralları da diyebilirsiniz) “üretimci”
de olsa, boşta olan parasının değerini olabildiğince korumak, mümkünse
arttırmak zorundadır. Kısacası Kasım ayı başında sermayenin parasını dolara
yatırması beklenir; küçük birikimciler ise, paralarını dolara çevirme konusunda
en azından acele etmemiş olabilirler; Erdoğan’a güvenen bir grup ise parasını
hala TL’de tutuyor olması beklenir. Para değer kaybetse de bu kayıp tolere
edilebilir olduğu sürece, insanlar parasını dolara yatırmak için en azından
acele etmezler.
Bu
arka planın yaşandığı bir Türkiye’de, derken bir anda Merkez Bankası başkanı değişti,
sonra da doların fiyatı 10 TL’nin üzerine çıktı. O günü hatırlıyorum. Aylar
sonra bir miktar para biriktirmiştim. Paranın belli bir düzeyin üstüne
çıkmasını bekliyordum, bir kısmını dövize döndürmeden önce. Dolar 10 TL’nin
üstüne çıkınca daha fazla beklemek enayilik dedim. Dolar biraz aşağı insin,
paramı dolara çevireyim… Sonra Erdoğan konuşma yaptı ve tepki alımı ile aşağı
inmesini beklediğim dolar yeniden zıpladı. Ben de artık bekleyecek vakit yok
diyerek 12 TL’nin altına düştüğü anda tüm birikimimi dolara çevirdim.
Sonra
geldik Kasım sonuna; Erdoğan faizi düşürmeye devam edeceğiz dedi. Her
konuştuğunda dolar arttı. Aralık maaşımı aldığımda maaş sabah değil de öğlen
saatlerinde yattığı için bile, doları 13,6 TL düzeyinden alarak zarar ettim.
Dolar yukarı fırladı diye.
Tüm
bunlar yaşanırken, Reis sevdalısı, muhalif ve büyük sermayedar ne hissediyordu?
Eğer 20 Aralık gecesi neler olacağını tahmin edemiyorsa, hiçbiri mutlu değildi.
Parası TL’de olan Reis sevdalısı, tüm birikiminin yanıp kül oluşunu izliyordu.
Muhalif TL’de tuttuğu parasını hızla dolara çevirdiyse parasını kurtarmıştı.
Ancak ne olduğu ve ne olacağını anlamayıp, özellikle Aralık başına kadar
beklediyse ve parayı yeterince hızla dolara çeviremediyse aldığı maaşın alım
gücü erimişti. Bunu başardıysa bile maaşı TL üzerinden olduğundan, ileride
kazanacağı paranın değeri düşüyordu. Büyük sermayedarın kazancı TL üzerindendi
ve o da aşağı iniyordu. Herkes isyan ediyordu.
Bu
isyana karşı AKP, kendileri açısından bir sorun olmadığını dile getiriyordu.
Dolar 16 TL düzeylerine gelmişti, ama bu bir sorun değildi, cari açık
kapanacaktı, ekonomi gayet iyiydi. Kısaca doların günde 1 TL yükseldiği
günlerde AKP piyasaya, Reis sevdalısına da, muhalife de, hatta 20 Aralıkta ne
olacağını öngöremeyen sermayedara da, “biz doların yükselmesine karşı hiçbir
şey yapmayacağız” mesajı verdi. Bu mesajı alan, bir de fiyatların yükselişini
izleyen herkes, Aralıkta dolar 15’lere, 16’lara, 17’lere çıkınca, tüm
birikimleri ile dolar, altın, avro aldı. En azından kısa vadede hızla harcanması
gereken para ve banka hesabında faiz getirecek diye bekleyen para, TL olarak
tutulurken, TL tüm kaynaklardan çekilebildiğince hızla çekildi ve dolar alındı.
“Zararın neresinden dönsek kardır” diyerek… Eğer 20 Aralık akşamı maaş alıyor olsaydım,
ben de o maaşla 18 TL’lik kurdan dolar alırdım muhtemelen.
20
Aralık akşamı Erdoğan ekonomik önlemlerle ilgili bir toplantı yapacağını
söyledi. Söyledi söylemesine ama Erdoğan bu toplantıları Kasım ayından beri
yapıyordu; her seferinde “gidişattan çok memnunuz, böyle devam edeceğiz”
demişti. Bu defa farklı bir şey beklemek için bir neden yoktu. İlaç niyetine de
olsa, “dövizdeki gidişattan endişeliyiz, önlem alacağız” gibi bir açıklama
yoktu Erdoğan’dan.
O
gece uykusu gelen yattı, kimileri haberleri kapatıp bilgisayarından dizisini
izledi, bilgisayar oyununu açtı, çocuğunun ödevine yardımcı oldu. Bu insanların
içinde hem Reis sevdalıları vardı, hem muhalifler, hem de en azından o gece ne
olacakları tahmin etme imkânı olmayan büyük sermayedarlar. Bir farklı büyük sermayedarın
o gece, bilgisayar başında ne olduğunu takip eden ve olası fırsatları
değerlendirecek maaşlı çalışanları vardı.
Erdoğan
toplantısını yaptı. Sonra kamera karşısına geçti ve dövizin artışına karşı bir
önlem alacağını açıkladı. Saniyeler geçti. O saniyeler boyunca dünyanın en iyi finans
uzmanı dâhil kimsenin o önlemi tam anlamı ile anlaması, değerlendirmesi, işe ne
derece yarayacağı konusunda karar vermesi mümkün değildi. Sadece bir şey
açıktı, haftalardır “dövizin artışı umurumuzda bile değil” diyen bir iktidar,
dövizi indirmek için bir şey yapacaktı.
Burada
Keynes’in “Güzellik Yarışması Prensibi”
devreye girdi. Keynes’e göre herkesin olabildiğince kar etmek istediği bir
piyasada, bir şeyin değerini düşürmek için, o şeyin değerinin düşeceği izlenimi
yaratmak yeterliydi. Ertesi gün yağmur yağacağı söylentisi mesela,
şemsiyelerden kazanç elde etmeyi bekleyen herkesin şemsiyelere hücum etmesini
sağlardı. Bir noktadan sonra yağmurun yağıp yağmayacağı da önemsiz hale
gelirdi. Birileri yağmurun yağacağına inanıp şemsiye almaya başladığında,
şemsiye fiyatları artacak, fiyat arttığı için, şemsiye alıp satmak kazançlı
hale gelecek (10 TL’den alıp bir saat sonra fiyat 12 TL olduğunda satmak mümkün
olacağı için) ve insanlar sırf bu nedenle, belki de kişisel olarak yağmurun yağmayacağından
emin olan bir hava durumu uzmanı da dahil, şemsiye alacaktı. Elbette
olabildiğince para kazanmayı amaçlıyorlarsa…
Erdoğan’ın
o gece açıkladığı önlemin de işe yarayıp yaramayacağı, ne olduğu önemsizdi.
Erdoğan doların değerinin düşmesi için bir şey yapacaktı ve bu açıklamanın
ardından hemen ilk saniyelerde dolar düşmeye başlamıştı. Artık herkes, bireysel
olarak bu önlemin hiçbir işe yaramayacağını, doların iki üç haftaya yeniden
yükselmeye başlayacağına inansa bile, en azından piyasanın bu önlemin işe
yarayacağına inandığına ikna oldu. Bu da yeterliydi.
Erdoğan
hala televizyonda konuşuyordu. Birkaç dakika geçmişti. Telefonu elime aldım,
bankanın telefondaki uygulamasını açtım. Doların fiyatı 18,20 TL’den 17,20 TL’ye
düşmüştü. Döviz satışını açtım, sahip olduğum tüm dolar miktarını, satış
miktarı bölümüne yazdım. Bir dakika kadar tereddüt ettim. Satayım mı dedim,
piyasa bu önlemi gerçekten “satın aldı” mı? Yoksa bu bir iki dakikalık bir
oynama mı? Sonra kısa süreli bir oynama ise yeniden 18 TL’ye çıkar, fazla zarar
etmem; ama doların fiyatı inerse, nereye ineceği belli olmaz dedim. Sat tuşuna
bastım. Doların fiyatı değişti, 16,80 TL oldu mesajı geldi. Elimden geldiğince
hızla sayfayı yeniden açtım, miktarı yine yazdım ve doları sattım. 11,8 TL’den ve
13,6 TL’den aldığım doları 16,8 TL’den satmıştım. Kazançlıydım. Birkaç dakika
sonra annemin bankadaki avrosunu da sattık. Geceyi atlatmıştık, dahası o gece
yapılan büyük servet transferinden pay almıştık.
Ancak
herkes o kadar şanslı değildi. Son anda dolara dönmüş Reis sevdalısı ve muhalif
işçiler, hatta bilgisayar başında bekleyen bir çalışanı olmayan küçük
sermayedar, eğer o gece televizyon başında değilse, erken yattıysa, çocuğu ile
oyun oynuyorsa, telefonu-bilgisayarı bozuksa, o gece ne olduğunu anlamadı. Ya
da ne olduğunu görüyor ama internet bankacılığına ulaşamıyorsa, gece boyunca
çaresizce birikiminin erimesini izledi.
Acaba
parasını 20 Aralık akşamına kadar TL’de tutan bir Reis sevdalısı işçi veya
sermayedar var mıydı? Varsa onlar açısından da durum çok iç açıcı değildi.
Onların parası zaten 2021 başından beri değer kaybetmişti ve en azından şu an
için paraları hala 20 Aralıktan bir ay önceki değeri ile kıyaslandığında bile
daha değersiz.
Peki
büyük sermayedarlar o geceyi nasıl geçirdi? Onlar açısından gece muhtemelen çok
keyifliydi. İçlerinden o gece neler olabileceğine ilişkin hiçbir fikri olmayan,
çocuğu ile oynayan, bilgisayardan dizisini izleyen varsa, onlar bilgisayar
başında bekleyen ücretli görevlilerinden telefon aldılar. “Erdoğan az önce
açıklama yaptı. Filanca önlemi alacakmış. Dolar/Avro/Altın değer kaybediyor ne
yapalım?..” En tedbirli, en yavaş karar alan büyük sermayedar bile 10 dakika
içinde ne olduğunu, ne yapması gerektiğini anladı (içlerinde benim kadar eli titreyeni
yoktur muhtemelen) ve belki 17 TL’den olmasa da 16,5 TL’nin üstünden tüm
dolarını veya benzer bir düzeyden tüm parasal varlığını TL’ye çevirdi. Sonrası
daha eğlenceliydi.
Ben
o gece, doları satıp beklediğim halde, bugün o gece sattığım doların üçte
birinden fazlasını alabiliyorum. Yani paramdan yüzde 33 kazanç elde ettim. Bir
gecede. Doları oldukça geç almış olsam da, TL üzerinden de büyük bir kazancım
var. Büyük sermayedar kur farkını ödemediği, doları çok daha hızlı alıp sattığı
için, kazancını çok daha yukarıda tuttu. Bir gecede ceplerine, bir ayda
kazanabileceği para girdi. Daha usta olanlar 21 Aralıkta kurun aşağı yukarı oynamasından
da sağlam kazanç elde edip, o parayı ceplerine koydular. Para halinde
tuttukları sermayeden yüzde 50’nin üstünde kazanç elde eden oldu muhtemelen iki
günde.
Borudan
geçip ellerine gelen su miktarından dolayı sızlanan büyük sermayedarın kapısına
bir tanker bedava su bırakıldı kısacası. Olacaklar hakkında en ufak bir haberi
olmayan büyük sermayedarın bile. Üstelik bunun üstüne ikinci bir hediye daha aldılar.
Birikimi olan işçilerin, yani adlarına bankada parası olan mühendisin,
doktorun, akademisyenin, hatta ve hatta o gece hızlı hareket edememiş finans
uzmanının ve ayrıca küçük sermayedarların önemli bölümünün birikimleri
buharlaştı. İşçiler Marx’a göre ideal olan birikimsizliğe daha çok yaklaştılar,
sermayedarlara rakip olabilecek küçük esnaf güçsüzleşti. Büyük sermayedarın
pazarlık payı arttı, yani boruya en baştan giren su miktarını arttırma imkanı
elde etti.
Aslında
bunun üzerine bir de üçüncü hediye aldılar. “Gâvurun parasına, para
yatırmayacaktınız, TL’ye güvenecektiniz kardeşim” diyecek iktidara karşı, yitip
giden birikimlerinin hesabını sorma imkânı da ellerinden alındı. Ki TL’ye
güvenip 2021 boyunca parasını bu para biriminde tutmuş olanlar, 22 Aralık
itibari ile hala zararda olmuş olmalarına rağmen. Doların günde 1 TL yükselmeye
başladığı son anlara kadar güvenini korumuş fakat son anda panikle dolar, avro,
altın alanlar en büyük zararı etmiş olmasına rağmen.
Erdoğan’ın
doları düşürmek için yapacağı, o ilk etapta kimsenin anlamadığı (dünyanın en
dahi finans uzmanının bile Erdoğan’ın o açıklamasının tam anlamını analiz etmek
için birkaç dakikaya ihtiyaç duyacağını düşünüyorum) o şeyin ne olduğu ve ne
kadar işe yarayacağının 20 Aralık ve 21 Aralık’ta olanlarla ilgisi yok.
İnsanlar o gece ve ertesi gün yağmurun gerçekten yağıp yağmayacağı ile
ilgilenmedi. Daha yağmurun yağıp yağmayacağı konusunda en usta hava durumu
uzmanının bile karar veremeyeceği kadar kısa sürede insanlar, piyasanın
yağmurun yağacağına ikna olduğuna inandırıldı ve tek başına bu durum, insanların
şemsiye piyasasına yani TL’ye hücum etmesine ve TL’nin değerinin yükselmesine yetti.
Erdoğan’ın
yapacağı şeyin ne işe yarayacağı bir iki hafta içinde kendisini gösterecek ve
bu ayrı bir tartışma ve yazı konusu. Ancak o şey ne olursa olsun, bu o gece
büyük sermayedarlara verilen hediyenin değerini azaltmıyor. Kapının önüne
bırakılan bir tanker su ve borudan geçecek suyun artma imkânı, sermayedarları
en azından kısa süreliğine memnun etmeye yetecektir. Sermayenin memnun olması
da, en azından sesi en yüksek çıkan kesiminin ekonominin iyi gittiğini
söylemesini sağlayacaktır. Sermayedarlar, aslında zaten işçilerin ve küçük
sermayedarların elinden alınmış olan o bir tanker sudan bir kısmını işçilerin
ve küçük sermayedarların bir kısmına geri verirse, onlarda da en azından buna
da şükür duygusu yaratılır.
Ancak
boru sistemi tamir olmayacaktır, çünkü AKP açısından sistemde sorun yoktur.
Borular giderek daha fazla su kaçırmaya devam edecektir. Sermayedarların
kapısının önüne bırakılan bir tanker suyun, onları ne kadar tatmin edeceğini
ise zaman gösterecek.
İki internet yazısının linkini vermek istiyorum:
YanıtlaSil*https://tr.sputniknews.com/20211228/yatirim-uzmani-altin-dovize-endeksli-mevduata-donusen-miktar-toplam-doviz-hesaplarinin-yuzde-15i-1052201412.html
*https://www.dw.com/tr/d%C3%B6vize-endeksli-mevduat-uygulamas%C4%B1-ne-kadar-etkili-oldu/a-60281422
Barış Soydan'ın videolarının izlenmesini öneriyorum:
YanıtlaSilhttps://www.youtube.com/watch?v=n83RL6NtvI8
https://www.youtube.com/watch?v=LSFIhEBtXlk