28 Aralık 2021 Salı

20 Aralık 2021 Gecesi’nin Bir Analizi-Mustafa Güney

Mustafa Güney

Türkiye 20 Aralık 2021 gecesinde çok ilginç bir gece yaşadı. Türkiye’deki kapitalizmi ya da ana akım iktisatçıların daha çok sevdiği terimle ifade edersek “serbest piyasa sistemi”ni sağlamlaştıran, temeli en azından son bir aydır atılmış büyük bir oprasyon yaşandı o akşam. Bu operasyon, sistemi uzun ve orta vade bir yana, kısa vade de bile ne kadar dengeye sokacak onu ilerileyen günler, haftalar ve aylarda göreceğiz. Yine operasyonun kendisinin başarılı olduğu ve sistemi sağlamlaştırma yolunda atılmış bir adım olduğu bence ortada. O akşam ne olduğunu anlamak için, öncelikle Marx’ın Kapital’in ilk cildinde bahsettiği prensibi hatırlamak lazım.

Marx Kapital’in birinci cildinde, kapitalizmin (bunu “serbest piyasa” olarak da okumak mümkün) işlemesi için iki kritik şarttan bahseder: İlki işçilerin bir işten öbür işe geçmelerinin olabildiğince kolay olması, yani bir patronun istediği zaman çalıştırdığı işçiyi kolayca kovup, ihtiyacı olduğunda kolayca çalıştıracak yeni işçi bulabilmesi. İkincisi, işçilerin sermayelerinin, hatta birikimlerinin olmaması… Birikimi olan işçi, patronu ile pazarlığa oturup onu daha iyi şartlarda çalışmaya zorlayabilir; en azından bir süre, belki de uzun süre işsiz kalmayı göze alabilir; hatta eğer sermayesi varsa, kendi iş yerini bile kurabilir. Sistem patronların olabildiğince düşük ücret karşılında çalıştırdıkları işçilerin ürettiklerini, olabildiğince yüksek fiyata satmaları üzerine kurulu olduğundan, işçiler güçlendikçe sistem zayıflar.

İşçilerin zayıf olması sistemin ayakta kalması için yeterli değildir. Daha güçlü bir işçi sınıfı, sistemi zayıflatan bir faktör olsa da, işçilerin daha üretken olmasını sağlayacak altyapının olmaması, sistemin işçiye daha çok çalışmasını sağlayacak motivasyonu verememesi, sermayedarların dünyanın geri kalanı ile bağlantılarının zayıf olması gibi faktörler de sistemi zayıflatır. Ancak işçilerin görece güçsüz olması, diğer tüm faktörlerden daha kritik ve hayatidir. Sermayedarların kazandığı parayı bir su kaynağından gelen su miktarı gibi görürsek… İşçiler güçsüzleştikçe, kaynaktan gelen su miktarı artar. Diğer faktörler, borularda bu suyun olabildiğince verimli taşınmasını sağlar. Taşıma sırasındaki kayıpları olabildiğince azaltır.

1850’lerden başlayarak sol mücadele, işçilerin içinde görece daha güçlü bir kesim yaratmıştır. Bu kesim, adım adım yaşam koşullarını iyileştirdiği gibi, özellikle 1950’lerden itibaren kısmi de olsa bir birikim sahibi olma imkânı bulmuştur. İşçilerin içinde bu kesim güçlendikçe kapitalizm de zayıflamış, dünyanın üçte biri zamandan geri çekilmek, birçok sektörü devletin kontrolüne terk etmek zorunda kalmıştır. Ancak yine 1950’lerden itibaren işçilerin içinde görece daha örgütlü ve zamanla daha birikimli olup bu sayede güç kazanan bu kesim izole edilmiş, birikimlerini kısa vadeli tüketim malları için harcamaları teşvik edilmiş, örgütsüzleştirilmiş ve en önemlisi, işçi kesimin içinde daha güçsüz ve örgütsüz olanlardan yabancılaştırılmıştır.

Bugün küresel olarak önde gelen finans şirketinde çalışan bir finans uzmanı kendini bir inşaat işçisinden daha farklı olarak görür ve çıkarlarının inşaat işçisinden farklı olduğuna inanır. Ancak onu çalıştıran şirketin sahibi için ideal olan, o uzmanın çalışma koşullarını ve gelirini mümkünse inşaat işçisi ile benzer hale getirmek, bunu yapamıyorsa o işçinin düzeyine olabildiğince yaklaştırmaktır. Bunun bir yolu daha birikimli, bankada daha fazla parası olan bu daha yüksek ücretli işçi kesiminin, yani finans uzmanlarının, mühendislerin, akademisyenlerin, doktorların birikimlerini yok etmek, ya da en azından azaltmaktır.

Buradan 2021 yılı Türkiyesine dönebiliriz. 2021 yılı Türkiyesinde emekçi kesime motivasyon sağlayamayan, dış dünya ile kurduğu ilişkileri giderek kötüleşen, bürokratik ve devlete ait alt yapının giderek kötüleştiği, yani borudan akan suyun giderek daha fazlasının damlayarak ziyan olduğu bir ekonomik sistem vardı. İşçi sınıfı, düşük gelirlisi, yüksek gelirlisi güçsüzdü. Ancak birikimi olan, en azından dışarıda iş bulmaya çalışabiliyordu. Böyle bir sistem doğal olarak sermayedarları mutsuz ediyordu. Kaynaktan gelen su onları tatmin edecek düzeydeydi, ancak borulardan su geçerken çok su kaybedildiğinden, onlara ulaşan su miktarı düşüktü ve giderek azalıyordu.

İktidar ise kendi altyapısının, yani suyu getiren boruların çok sağlam olduğunu, su kaybının kendisine düşman kesimler tarafından düzenlenen sabotajlar yüzünden gerçekleştiğini söylüyordu. Ancak iş dünyası 2021’in başında, son bir aydaki kadar olmasa da, giderek daha fazla tepki duyuyordu iktidara. İş dünyası hem parasal güçleri, hem de örgütlülükleri ile iktidar açısından dikkate alınması gereken bir kesimdi. Bir yolunu bulup, bu kesimi en azından kısa sürede memnun etmek gerekiyordu. Bu hem kısa vadeli olarak birilerinin evlerinde depoladığı suyu bu kesime aktararak, hem de kaynaktan gelen su miktarını arttırarak yapılacaktı. Sonrasında sermayedarlar, kısa süre için de olsa tamir edildiğinde, boruları sabote edenlerle ilgilenilip, sorun çözülecekti.

Böylece Türkiye Kasım ayına geldi. İsterseniz sonra olanlara, üç farklı insanın gözünden bakalım: Reis’ine güveni tam olan, ancak özünde partideki bağlantıları üzerinden her hangi bir gelir elde etmeyen bir AKP’li işçi; Erdoğan’a hiç güvenmeyen bir muhalif işçi ve bir büyük sermayedar. İkinci kişinin yani muhalifin ne yaptığı konusunda, kendi üzerimden örnek vereceğim. Tabii bankada kaydadeğer parası olmayan işçi kesiminin güçsüz bölümü burada analizin dışında.

Kasım ayının başına kadar Reis sevdalısı olan AKP’li, TL’nin değer kaybını gördüğü halde, ülkesine güvenme adına parasını TL’de tutmuş olsun. Muhalif ciddi bir birikimi varsa, yükselen dolar fiyatlarını görüp, muhtemelen parasını dolara yatırmış olabilir. Ancak eğer benim gibi, birikimi daha sınırlıysa ve ileride bankadaki parasının tamamına yaklaşan harcamalar yapmayı bekliyor ve planlıyorsa, hiç al sat yapmayayım para TL’de kalsın da demiş olabilir. Büyük sermayedar yükselen doları gördüğü anda zaten birikiminin tamamını dolarda tutuyor olmalı. Sonuçta yeterince büyük parası olan sermayedar, hem küçük birikim sahibi gibi kur farkı ödemek zorunda değildir, hem de kapitalizmin kuralları gereği (isterseniz “serbest piyasa”nın kuralları da diyebilirsiniz) “üretimci” de olsa, boşta olan parasının değerini olabildiğince korumak, mümkünse arttırmak zorundadır. Kısacası Kasım ayı başında sermayenin parasını dolara yatırması beklenir; küçük birikimciler ise, paralarını dolara çevirme konusunda en azından acele etmemiş olabilirler; Erdoğan’a güvenen bir grup ise parasını hala TL’de tutuyor olması beklenir. Para değer kaybetse de bu kayıp tolere edilebilir olduğu sürece, insanlar parasını dolara yatırmak için en azından acele etmezler.

Bu arka planın yaşandığı bir Türkiye’de, derken bir anda Merkez Bankası başkanı değişti, sonra da doların fiyatı 10 TL’nin üzerine çıktı. O günü hatırlıyorum. Aylar sonra bir miktar para biriktirmiştim. Paranın belli bir düzeyin üstüne çıkmasını bekliyordum, bir kısmını dövize döndürmeden önce. Dolar 10 TL’nin üstüne çıkınca daha fazla beklemek enayilik dedim. Dolar biraz aşağı insin, paramı dolara çevireyim… Sonra Erdoğan konuşma yaptı ve tepki alımı ile aşağı inmesini beklediğim dolar yeniden zıpladı. Ben de artık bekleyecek vakit yok diyerek 12 TL’nin altına düştüğü anda tüm birikimimi dolara çevirdim.

Sonra geldik Kasım sonuna; Erdoğan faizi düşürmeye devam edeceğiz dedi. Her konuştuğunda dolar arttı. Aralık maaşımı aldığımda maaş sabah değil de öğlen saatlerinde yattığı için bile, doları 13,6 TL düzeyinden alarak zarar ettim. Dolar yukarı fırladı diye.

Tüm bunlar yaşanırken, Reis sevdalısı, muhalif ve büyük sermayedar ne hissediyordu? Eğer 20 Aralık gecesi neler olacağını tahmin edemiyorsa, hiçbiri mutlu değildi. Parası TL’de olan Reis sevdalısı, tüm birikiminin yanıp kül oluşunu izliyordu. Muhalif TL’de tuttuğu parasını hızla dolara çevirdiyse parasını kurtarmıştı. Ancak ne olduğu ve ne olacağını anlamayıp, özellikle Aralık başına kadar beklediyse ve parayı yeterince hızla dolara çeviremediyse aldığı maaşın alım gücü erimişti. Bunu başardıysa bile maaşı TL üzerinden olduğundan, ileride kazanacağı paranın değeri düşüyordu. Büyük sermayedarın kazancı TL üzerindendi ve o da aşağı iniyordu. Herkes isyan ediyordu.

Bu isyana karşı AKP, kendileri açısından bir sorun olmadığını dile getiriyordu. Dolar 16 TL düzeylerine gelmişti, ama bu bir sorun değildi, cari açık kapanacaktı, ekonomi gayet iyiydi. Kısaca doların günde 1 TL yükseldiği günlerde AKP piyasaya, Reis sevdalısına da, muhalife de, hatta 20 Aralıkta ne olacağını öngöremeyen sermayedara da, “biz doların yükselmesine karşı hiçbir şey yapmayacağız” mesajı verdi. Bu mesajı alan, bir de fiyatların yükselişini izleyen herkes, Aralıkta dolar 15’lere, 16’lara, 17’lere çıkınca, tüm birikimleri ile dolar, altın, avro aldı. En azından kısa vadede hızla harcanması gereken para ve banka hesabında faiz getirecek diye bekleyen para, TL olarak tutulurken, TL tüm kaynaklardan çekilebildiğince hızla çekildi ve dolar alındı. “Zararın neresinden dönsek kardır” diyerek… Eğer 20 Aralık akşamı maaş alıyor olsaydım, ben de o maaşla 18 TL’lik kurdan dolar alırdım muhtemelen. 

20 Aralık akşamı Erdoğan ekonomik önlemlerle ilgili bir toplantı yapacağını söyledi. Söyledi söylemesine ama Erdoğan bu toplantıları Kasım ayından beri yapıyordu; her seferinde “gidişattan çok memnunuz, böyle devam edeceğiz” demişti. Bu defa farklı bir şey beklemek için bir neden yoktu. İlaç niyetine de olsa, “dövizdeki gidişattan endişeliyiz, önlem alacağız” gibi bir açıklama yoktu Erdoğan’dan.

O gece uykusu gelen yattı, kimileri haberleri kapatıp bilgisayarından dizisini izledi, bilgisayar oyununu açtı, çocuğunun ödevine yardımcı oldu. Bu insanların içinde hem Reis sevdalıları vardı, hem muhalifler, hem de en azından o gece ne olacakları tahmin etme imkânı olmayan büyük sermayedarlar. Bir farklı büyük sermayedarın o gece, bilgisayar başında ne olduğunu takip eden ve olası fırsatları değerlendirecek maaşlı çalışanları vardı.

Erdoğan toplantısını yaptı. Sonra kamera karşısına geçti ve dövizin artışına karşı bir önlem alacağını açıkladı. Saniyeler geçti. O saniyeler boyunca dünyanın en iyi finans uzmanı dâhil kimsenin o önlemi tam anlamı ile anlaması, değerlendirmesi, işe ne derece yarayacağı konusunda karar vermesi mümkün değildi. Sadece bir şey açıktı, haftalardır “dövizin artışı umurumuzda bile değil” diyen bir iktidar, dövizi indirmek için bir şey yapacaktı.

Burada Keynes’in “Güzellik Yarışması Prensibi” devreye girdi. Keynes’e göre herkesin olabildiğince kar etmek istediği bir piyasada, bir şeyin değerini düşürmek için, o şeyin değerinin düşeceği izlenimi yaratmak yeterliydi. Ertesi gün yağmur yağacağı söylentisi mesela, şemsiyelerden kazanç elde etmeyi bekleyen herkesin şemsiyelere hücum etmesini sağlardı. Bir noktadan sonra yağmurun yağıp yağmayacağı da önemsiz hale gelirdi. Birileri yağmurun yağacağına inanıp şemsiye almaya başladığında, şemsiye fiyatları artacak, fiyat arttığı için, şemsiye alıp satmak kazançlı hale gelecek (10 TL’den alıp bir saat sonra fiyat 12 TL olduğunda satmak mümkün olacağı için) ve insanlar sırf bu nedenle, belki de kişisel olarak yağmurun yağmayacağından emin olan bir hava durumu uzmanı da dahil, şemsiye alacaktı. Elbette olabildiğince para kazanmayı amaçlıyorlarsa…

Erdoğan’ın o gece açıkladığı önlemin de işe yarayıp yaramayacağı, ne olduğu önemsizdi. Erdoğan doların değerinin düşmesi için bir şey yapacaktı ve bu açıklamanın ardından hemen ilk saniyelerde dolar düşmeye başlamıştı. Artık herkes, bireysel olarak bu önlemin hiçbir işe yaramayacağını, doların iki üç haftaya yeniden yükselmeye başlayacağına inansa bile, en azından piyasanın bu önlemin işe yarayacağına inandığına ikna oldu. Bu da yeterliydi.

Erdoğan hala televizyonda konuşuyordu. Birkaç dakika geçmişti. Telefonu elime aldım, bankanın telefondaki uygulamasını açtım. Doların fiyatı 18,20 TL’den 17,20 TL’ye düşmüştü. Döviz satışını açtım, sahip olduğum tüm dolar miktarını, satış miktarı bölümüne yazdım. Bir dakika kadar tereddüt ettim. Satayım mı dedim, piyasa bu önlemi gerçekten “satın aldı” mı? Yoksa bu bir iki dakikalık bir oynama mı? Sonra kısa süreli bir oynama ise yeniden 18 TL’ye çıkar, fazla zarar etmem; ama doların fiyatı inerse, nereye ineceği belli olmaz dedim. Sat tuşuna bastım. Doların fiyatı değişti, 16,80 TL oldu mesajı geldi. Elimden geldiğince hızla sayfayı yeniden açtım, miktarı yine yazdım ve doları sattım. 11,8 TL’den ve 13,6 TL’den aldığım doları 16,8 TL’den satmıştım. Kazançlıydım. Birkaç dakika sonra annemin bankadaki avrosunu da sattık. Geceyi atlatmıştık, dahası o gece yapılan büyük servet transferinden pay almıştık.

Ancak herkes o kadar şanslı değildi. Son anda dolara dönmüş Reis sevdalısı ve muhalif işçiler, hatta bilgisayar başında bekleyen bir çalışanı olmayan küçük sermayedar, eğer o gece televizyon başında değilse, erken yattıysa, çocuğu ile oyun oynuyorsa, telefonu-bilgisayarı bozuksa, o gece ne olduğunu anlamadı. Ya da ne olduğunu görüyor ama internet bankacılığına ulaşamıyorsa, gece boyunca çaresizce birikiminin erimesini izledi.

Acaba parasını 20 Aralık akşamına kadar TL’de tutan bir Reis sevdalısı işçi veya sermayedar var mıydı? Varsa onlar açısından da durum çok iç açıcı değildi. Onların parası zaten 2021 başından beri değer kaybetmişti ve en azından şu an için paraları hala 20 Aralıktan bir ay önceki değeri ile kıyaslandığında bile daha değersiz.

Peki büyük sermayedarlar o geceyi nasıl geçirdi? Onlar açısından gece muhtemelen çok keyifliydi. İçlerinden o gece neler olabileceğine ilişkin hiçbir fikri olmayan, çocuğu ile oynayan, bilgisayardan dizisini izleyen varsa, onlar bilgisayar başında bekleyen ücretli görevlilerinden telefon aldılar. “Erdoğan az önce açıklama yaptı. Filanca önlemi alacakmış. Dolar/Avro/Altın değer kaybediyor ne yapalım?..” En tedbirli, en yavaş karar alan büyük sermayedar bile 10 dakika içinde ne olduğunu, ne yapması gerektiğini anladı (içlerinde benim kadar eli titreyeni yoktur muhtemelen) ve belki 17 TL’den olmasa da 16,5 TL’nin üstünden tüm dolarını veya benzer bir düzeyden tüm parasal varlığını TL’ye çevirdi. Sonrası daha eğlenceliydi.

Ben o gece, doları satıp beklediğim halde, bugün o gece sattığım doların üçte birinden fazlasını alabiliyorum. Yani paramdan yüzde 33 kazanç elde ettim. Bir gecede. Doları oldukça geç almış olsam da, TL üzerinden de büyük bir kazancım var. Büyük sermayedar kur farkını ödemediği, doları çok daha hızlı alıp sattığı için, kazancını çok daha yukarıda tuttu. Bir gecede ceplerine, bir ayda kazanabileceği para girdi. Daha usta olanlar 21 Aralıkta kurun aşağı yukarı oynamasından da sağlam kazanç elde edip, o parayı ceplerine koydular. Para halinde tuttukları sermayeden yüzde 50’nin üstünde kazanç elde eden oldu muhtemelen iki günde.

Borudan geçip ellerine gelen su miktarından dolayı sızlanan büyük sermayedarın kapısına bir tanker bedava su bırakıldı kısacası. Olacaklar hakkında en ufak bir haberi olmayan büyük sermayedarın bile. Üstelik bunun üstüne ikinci bir hediye daha aldılar. Birikimi olan işçilerin, yani adlarına bankada parası olan mühendisin, doktorun, akademisyenin, hatta ve hatta o gece hızlı hareket edememiş finans uzmanının ve ayrıca küçük sermayedarların önemli bölümünün birikimleri buharlaştı. İşçiler Marx’a göre ideal olan birikimsizliğe daha çok yaklaştılar, sermayedarlara rakip olabilecek küçük esnaf güçsüzleşti. Büyük sermayedarın pazarlık payı arttı, yani boruya en baştan giren su miktarını arttırma imkanı elde etti.

Aslında bunun üzerine bir de üçüncü hediye aldılar. “Gâvurun parasına, para yatırmayacaktınız, TL’ye güvenecektiniz kardeşim” diyecek iktidara karşı, yitip giden birikimlerinin hesabını sorma imkânı da ellerinden alındı. Ki TL’ye güvenip 2021 boyunca parasını bu para biriminde tutmuş olanlar, 22 Aralık itibari ile hala zararda olmuş olmalarına rağmen. Doların günde 1 TL yükselmeye başladığı son anlara kadar güvenini korumuş fakat son anda panikle dolar, avro, altın alanlar en büyük zararı etmiş olmasına rağmen.

Erdoğan’ın doları düşürmek için yapacağı, o ilk etapta kimsenin anlamadığı (dünyanın en dahi finans uzmanının bile Erdoğan’ın o açıklamasının tam anlamını analiz etmek için birkaç dakikaya ihtiyaç duyacağını düşünüyorum) o şeyin ne olduğu ve ne kadar işe yarayacağının 20 Aralık ve 21 Aralık’ta olanlarla ilgisi yok. İnsanlar o gece ve ertesi gün yağmurun gerçekten yağıp yağmayacağı ile ilgilenmedi. Daha yağmurun yağıp yağmayacağı konusunda en usta hava durumu uzmanının bile karar veremeyeceği kadar kısa sürede insanlar, piyasanın yağmurun yağacağına ikna olduğuna inandırıldı ve tek başına bu durum, insanların şemsiye piyasasına yani TL’ye hücum etmesine ve TL’nin değerinin yükselmesine yetti.

Erdoğan’ın yapacağı şeyin ne işe yarayacağı bir iki hafta içinde kendisini gösterecek ve bu ayrı bir tartışma ve yazı konusu. Ancak o şey ne olursa olsun, bu o gece büyük sermayedarlara verilen hediyenin değerini azaltmıyor. Kapının önüne bırakılan bir tanker su ve borudan geçecek suyun artma imkânı, sermayedarları en azından kısa süreliğine memnun etmeye yetecektir. Sermayenin memnun olması da, en azından sesi en yüksek çıkan kesiminin ekonominin iyi gittiğini söylemesini sağlayacaktır. Sermayedarlar, aslında zaten işçilerin ve küçük sermayedarların elinden alınmış olan o bir tanker sudan bir kısmını işçilerin ve küçük sermayedarların bir kısmına geri verirse, onlarda da en azından buna da şükür duygusu yaratılır.

Ancak boru sistemi tamir olmayacaktır, çünkü AKP açısından sistemde sorun yoktur. Borular giderek daha fazla su kaçırmaya devam edecektir. Sermayedarların kapısının önüne bırakılan bir tanker suyun, onları ne kadar tatmin edeceğini ise zaman gösterecek.

2 yorum:

  1. İki internet yazısının linkini vermek istiyorum:

    *https://tr.sputniknews.com/20211228/yatirim-uzmani-altin-dovize-endeksli-mevduata-donusen-miktar-toplam-doviz-hesaplarinin-yuzde-15i-1052201412.html

    *https://www.dw.com/tr/d%C3%B6vize-endeksli-mevduat-uygulamas%C4%B1-ne-kadar-etkili-oldu/a-60281422

    YanıtlaSil
  2. Barış Soydan'ın videolarının izlenmesini öneriyorum:

    https://www.youtube.com/watch?v=n83RL6NtvI8

    https://www.youtube.com/watch?v=LSFIhEBtXlk

    YanıtlaSil

Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.

[Toplumbilim İçin Materyalist Kılavuz]

Mahmut Boyuneğmez Giriş Maddenin organizasyon düzeyleri ya da gelişim evreleri bulunmaktadır. Bunlara biz temel gerçeklik katmanları diyo...