Özet
Bu yazı, Dr. Serol Teber'in
"Davranışlarımızın Kökeni" adlı eserinden alınan kesitleri
sentezleyerek, insan davranışının kökenlerine dair temel argümanları ve
bilimsel kanıtları özetlemektedir. Eser, davranışları diyalektik materyalist
bir çerçevede ele alarak, konuyu metafizik ve idealist yorumlardan arındırmayı
ve doğa bilimlerinin bütünlüğü içinde açıklamayı amaçlamaktadır. Temel
çıkarımlar dört ana eksende toplanabilir:
1. Materyalist ve
Evrimsel Temel: Davranış, soyut bir "ruh"un ürünü değil,
evrenin ve canlılığın evrimsel sürecinin bir sonucudur. İnsanın evrimi,
jeolojik zamanlardan modern insana uzanan fosil kayıtları ve anatomik
özelleşmelerle (iki ayak üzerinde durma, elin gelişimi, beyin hacminin artması)
kanıtlanan somut bir süreçtir. Davranış bilimleri, bu maddi temelden
koparılarak anlaşılamaz.
2. Dinamik ve Öğrenen
Beyin: İnsan beyni ve sinir sistemi statik bir yapı değildir.
Pawlow'un şartlı refleksler ve iki sinyal sistemi (doğrudan duyusal algıyı
içeren 1. Sinyal Sistemi ve dili/soyut düşünceyi içeren 2. Sinyal Sistemi)
kuramı, öğrenmenin ve bilincin fizyolojik temelini oluşturur. Bellek, RNA gibi
moleküler mekanizmalarla kodlanan ve sinaptik bağlantıların değişimiyle pekişen
dinamik bir süreçtir. Son araştırmalar, beynin yaşam boyu yeni sinir hücreleri
üretebildiğini ve yapısının çevresel uyaranlara göre şekillendiğini göstermektedir.
3. Toplumsal
Belirleyicilik ve Üretim: Hayvan topluluklarında dahi
"kültür" olarak nitelendirilebilecek öğrenilmiş davranışlar (örneğin,
Koshima adası maymunlarının patates yıkaması) mevcuttur ve bu davranışlar çevre
koşullarına sıkı sıkıya bağlıdır. İnsanlaşma sürecindeki niteliksel sıçrama,
hayvanlardaki "toplama" eyleminden insanın "üretim"
eylemine geçişidir. Modern insan davranışını ve onun patolojilerini anlamak
için üretim, üleşim ve tüketim ilişkileri dikkate alınmalıdır.
4. Yabancılaşma ve
Davranış Bozuklukları: Kapitalist üretim ilişkileri altında emek,
ürününe ve kendine "yabancılaşır". Bu süreç, insanın doğa ve toplumla
sağlıklı bütünleşmesini engeller, duyularını köreltir ve onu nesnelerin
egemenliği altına sokar. Teber'e göre, nevroz ve şizofreni gibi modern
psikiyatrik bozuklukların temelinde bu yabancılaşma sürecinin yarattığı yoğun
korku ve çatışma yatar. Bu durum, Pawlow'un "deneysel nevroz"
modelinde gözlemlenen, beynin uyarım ve inhibisyon süreçleri arasındaki
dengenin bozulmasıyla fizyolojik olarak açıklanabilir.
1. Felsefi ve Bilimsel
Çerçeve: Diyalektik Materyalist Yaklaşım
Teber, insan davranışını
incelerken temel bir felsefi duruşu benimser. Bu duruş, metafizik ve idealist
açıklamaları reddederek, olguları doğa bilimlerinin bütünlüğü ve diyalektik
materyalist perspektifle açıklamayı hedefler.
a) Bilimin Sınıfsal Niteliği
ve Bilimsel Yöntemin Önemi
• Bilimin Kökeni: Bilim,
insanın doğayı tanıma, kavrama ve kendi gereksinimleri doğrultusunda değiştirme
zorunluluğundan doğmuştur.
• Sınıfsal Dönüşüm: Başlangıçta
tüm insanlığın ortak malı olan bilim, sınıfların ortaya çıkışıyla egemen
sınıfların emrine girmiş ve geniş halk kitlelerinin yeterince yararlanamadığı,
hatta bazı durumlarda onlara karşı kullanılan bir araç haline gelmiştir.
• Yöntemin Rolü: Beynin
üretici olabilmesi için bilgiden daha önemli olan şey "bilimsel
yöntem"dir. Yöntem olmadan beyin, bilgileri sadece depolayan bir
"ayaklı kütüphane" olur, üretemez.
b) Materyalizm ve Metafizik
Arasındaki Temel Ayrım
Davranışı açıklama çabaları,
varlığın doğasına verilen cevaba göre iki ana kampa ayrılır:
Düşünce Sistemi |
Temel Argümanlar |
Materyalizm |
- Doğanın ve maddenin öncelikli
olduğunu savunur. - Düşünce ve kavramlar, dış
dünyanın canlı beyne yansımasıyla oluşur. - Nesneler, bilincimizden
bağımsız olarak mevcuttur. - Karl Marx'tan alıntı:
"İnsanların varlığını tayin eden şey, bilinçleri değildir; tam tersine,
onların bilincini tayin eden sosyal varlıklarıdır." |
Metafizik |
- Doğayı tanrısal bir gücün
yarattığını savunur. - Düşüncelerimiz ve
kavramlarımız bu gücün eseridir. - Maddi dünya, sadece
duyularımızda şekillenir. |
İlk insanlar, doğa karşısındaki
çaresizlikleri ve pratik bilgilerinin kısıtlılığı nedeniyle dinsel-metafizik inançlar
geliştirmiştir. Örneğin, Trobriand adası yerlileri, tehlikeli açık deniz
avcılığında büyü ve ayinlere başvururken, güvenli göl balıkçılığında bunlara
ihtiyaç duymazlar. Bu, metafiziğin ussal şaşkınlığın "sonucu"
olduğunu, "nedeni" olmadığını gösterir.
c) Doğa Bilimlerinden Doğan
Yeni Mantık: Diyalektik
Orta Çağ’da kilise tarafından
baskılanan bilim, burjuvazinin devrimci döneminde yeniden yükselmiş, ancak bu
ilerleme formel metafizik düşünceyle çelişkiye düşmüştür. Buharlı makine, canlı
hücre ve enerjinin dönüşüm yasaları gibi buluşlar, yeni bir düşünce tarzını
zorunlu kılmıştır: Diyalektik Materyalizm.
• Modern Fiziğin Katkısı: Modern
fizik, diyalektik materyalizmi zenginleştirmiş ve doğrulamıştır.
◦ Max
Planck: Kuantum teorisi ile enerjinin kesintisiz bir dalga değil,
"paketçikler" (kuantumlar) halinde sıçrayarak yayıldığını
göstermiştir. Bu, "niceliksel birikimlerin niteliksel sıçramalara"
dönüşmesi ilkesinin bir örneğidir.
◦ Albert
Einstein: Madde ve enerjinin birliğini (E=mc²), zaman ve uzayın
göreliliğini ve hareket halindeki madde ile durgun madde arasındaki farkları
ortaya koymuştur. "Sıcak bir demir parçası soğuk bir demir parçasından
daha ağırdır."
• Çelişkinin Rolü: Doğadaki
hareketin kökenini uyum değil, "karşıtlık ve çelişki" oluşturur. Süreçler,
karşıtlıklar ve çelişki barındırır ve evrim, bu çelişkilerin bir üst düzeyde
çözülmesiyle gerçekleşir.
• Felsefeden Psikolojiye: Psikoloji
de felsefe gibi, beyni "ana sevgisi", "dua etme" gibi ayrı
merkezlerin bir yığını olarak gören metafizik yaklaşımlardan, bütüncül ve
diyalektik materyalist görüşlere doğru evrilmiştir.
2. İnsanın Evrimsel Kökeni
Davranışın kökenini anlamak için
jeolojik zamanlara uzanan bir evrimsel yolculuk gereklidir.
a) Jeolojik Zaman ve Fosil
Kayıtları
• Zaman Çizelgesi: İnsanın
atalarının evrimi, Üçüncü ve Dördüncü jeolojik zamanlarda gerçekleşmiştir.
◦ İlk
Memeliler: ~70-60 milyon yıl önce
◦ İlk
Maymunlar: ~50 milyon yıl önce
◦ İnsan
ve Maymun Soylarının Ayrılması: ~20-30 milyon yıl önce
◦ Homo
Sapiens'in Ataları: ~10-12 milyon yıl önce
• Anahtar Fosiller:
◦ Australopithecus
Africanus (Güney Maymunu): Maymun ile insan arasındaki kayıp halka
olarak kabul edilir. Beyin hacmi şempanzeden farklı olmasa da, diş-çene yapısı
insana benzer ve iki ayak üzerinde yürüyebilmektedir. Alet yapıp kullandığı ve
bir "Kemik-Boynuz-Diş" kültürü oluşturduğu saptanmıştır.
◦ Pitekantropus
Erectus (Java Adamı): 900 cm³ beyin hacmiyle özelleşmiş bir insan
türüdür. Ateşi bulup eti pişirerek yediği bilinir.
◦ Pekin
Adamı: Java Adamı'ndan daha gelişmiş (1100 cm³ beyin hacmi) ve Homo
Sapiens'in atası olduğu düşünülen türdür.
b) Evrimsel Süreçteki Temel
Organsal Özelleşmeler
İklim değişikliğiyle tropikal
ormanların azalması, maymun atalarımızı ağaçlardan inerek savanlarda yaşamaya
zorlamıştır. Bu yeni koşullar, bir dizi yapısal özelleşmeyi tetiklemiştir:
• Hareket Sistemi: İki
ayak üzerinde durma (bipedalizm), omurganın, leğen kemiğinin ve kasların bu
duruşa göre yeniden şekillenmesini gerektirmiştir. Ön ayaklar yürüme işlevinden
kurtularak alet kullanmak için özelleşmiş ve "maymun pençesi, bilinçli
insan eline" dönüşmüştür. Başparmağın gelişimi bu süreçte
kritik bir rol oynamıştır.
• Çene ve Diş Yapısı: Avcılık
ve etoburlukla birlikte proteinli beslenmeye geçiş ve ateşin bulunmasıyla
besinlerin pişirilmesi, çiğneme organlarına olan ihtiyacı azaltmış, çenenin
küçülmesine yol açmıştır.
• Beyin Gelişimi: Dik
duruşla birlikte ense kaslarının yapısının değişmesi, arka kafa (beyincik)
bölgesinin gelişmesine olanak tanımıştır. Küçülen çene kasları, beynin daha
serbestçe şekillenmesine imkân vermiştir.
• Görme ve Koku Duyuları: Avlanma
ve savunma ihtiyacı, gözlerin yüzün önüne kayarak üç boyutlu (hacimli) görmeyi
sağlamasını gerektirmiştir. Buna karşılık, koku duyusu gerilemiştir.
• Toplumsallaşma: Savunması
zor savanlarda yaşamak, toplumsallaşma gereksinimini yoğunlaştırmıştır.
Toplumdan yalıtılan bir canlı ("Kurt Çocuk" örnekleri gibi), konuşma
ve yürüme gibi en temel insani yeteneklerini yitirir.
c) Beynin Evrimi ve
Nöroplastisite
Beynin gelişimi statik bir
program değil, dinamik bir süreçtir.
• Gelişimsel Dinamikler: Embriyonik
gelişim sırasında sinir sistemini oluşturan hücrelerin göçü, iç (beyin dokusu,
beyin sıvısı) ve dış (çevre dokular) dirençlerin etkileşimiyle şekillenir.
• Yaşam Boyu Gelişim: Yakın
yıllara kadar sinir hücrelerinin sayısının doğumdan sonra sabit kaldığı
sanılıyordu. Ancak Altman'ın araştırmaları, yaşam boyunca merkez
sinir sistemindeki santral kanal duvarlarından yeni sinir hücrelerinin
çoğalabildiğini ve beyin yarımkürelerine göç ettiğini kanıtlamıştır.
• Çevresel Etkinin
Kanıtı: Krech-Ronzweig'ın deneyi, bu tezi destekler
niteliktedir. Yeterli besin ve toplumsal ilişki içinde yaşayan
(zenginleştirilmiş ortam) tavşanların beyin kabuğunun, yalıtılmış bir kafeste
yaşayanlara oranla çok daha kalın ve iyi geliştiği saptanmıştır. Bu, "dış
dünya ve toplumsal uyarımlar olmadan, Sinir Sisteminin ve Beynin gelişmesinin
olası olmadığı" gerçeğini ortaya koyar.
3. İçgüdüden Davranışa: Sosyal
Yaşam ve İletişim
İçgüdüler sabit ve değişmez değildir,
sosyal öğrenme ve çevre koşullarıyla şekillenen dinamik yapılar olduğunu hayvan
topluluklarından örneklerle görelim.
a) Hayvan Topluluklarında
Sosyal Öğrenme ve "Kültür"
• Koshima Adası
Maymunları: Japonya'daki Kırmızı Yüzlü maymunlar üzerinde yapılan uzun
süreli gözlemler, "kültür"ün hayvanlarda da var olabildiğini
göstermiştir.
1. Patates
Yıkama: 1953'te "İmo" adlı genç bir dişi maymun, kumlu
patatesleri derede yıkayarak yeme davranışını icat etmiştir.
2. Yayılım: Bu
yeni davranış, önce İmo'nun oyun arkadaşlarına, sonra annesine ve kolonideki
diğer genç maymunlara yayılmıştır. Yaşlı erkekler ise bu yeniliğe direnç
göstermiştir.
3. Gelişim: Davranış
zamanla dere suyundan deniz suyuna geçmiş, hatta bazı maymunlar patatesleri
tuza batırır gibi yiyerek davranışı geliştirmiştir.
4. Yeni
İcat: Daha sonra aynı grup, kumla karışık buğday tanelerini suya
atarak kumu ayıklamayı öğrenmiştir. Bu eylem, iki elleri dolu olduğu için
onları iki ayak üzerinde yürümeye zorlamıştır.
• Şempanzelerde Alet
Kullanımı ve Ritüel:
◦ Avcılık
ve Aletler: Lawick-Goodall'ın Tanzanya'daki gözlemleri, şempanzelerin
kurak mevsimde avcılaştığını, aletler kullandığını (karıncalar için sopa, su
içmek için yapraktan sünger) ve avlarını paylaştığını ortaya koymuştur.
◦ "Yağmur
Dansı": Kurak mevsimin bitip yağmurların başlamasıyla
şempanzeler, "yağmur dansı" adı verilen ritüelistik kutlama törenleri
düzenlerler. Bu, insanın mevsimsel ve dinsel törenlerinin (Paskalya, hasat
şenlikleri) evrimsel kökenlerine işaret eder.
b) Canlılar Arası İletişim
Yöntemleri
Toplumsallaşma, üyeler arasında
bir haberleşme sistemi gerektirir. Bu sistem, insan öncesi canlılarda üç ana
grupta incelenir:
İletişim Türü |
Açıklama ve Örnekler |
Cinsel İşaretler |
Vücudun belirli bölgelerindeki
renklenmeler (örneğin, babunların kırmızı arka kısımları, Meerkatze
maymunlarının mavi/kırmızı cinsel organları), duruşlar ve hareketlerle cinsel
isteği veya sosyal hiyerarşideki konumu belirtir. Bu işaretler, insan kültüründe
güç, bereket ve koruma simgelerine (fallik semboller, muskalar, korkuluklar)
dönüşmüştür. |
Mimik ve Yüz İfadeleri |
Maymunlar, karmaşık duygusal
durumları (tehdit, korku, sevinç, dikkat çekme) yüz ifadeleriyle aktarırlar.
Örneğin, dudakların şapırdatılması bir dostluk ve sevinç belirtisidir. Harlow'un
toplumdan yalıtılmış maymun yavruları üzerine yaptığı deneyler, bu mimiksel
yeteneklerin gelişimi için sosyal etkileşimin mutlak zorunluluğunu
göstermiştir. Yalıtılmış yavrular, otizmli çocuklara benzer şekilde anormal,
tekrarlayıcı davranışlar sergilerler. |
Sesli İşaretler |
Maymunlar, tehlike, sosyal çağrı
gibi durumlar için farklı frekanslarda sesler çıkarırlar. Bu ses repertuvarı,
içinde yaşanılan sosyal gruba ve çevreye ("diyalekt" farklılıkları)
göre değişir. Ploog'un beyin stimülasyonu deneyleri, beynin
belirli bölgelerinin (özellikle limbik sistem) uyarılmasıyla spesifik
seslerin üretilebildiğini göstermiştir. |
Bu iletişim biçimleri,
Pawlow'un 1. Sinyal Sistemi'ne (doğrudan, somut işaretler) karşılık
gelir. İnsan dilini ve soyut düşünceyi içeren 2. Sinyal Sistemi ise
niteliksel bir sıçramayı temsil eder.
4. Belleğin Biyokimyasal
Temelleri
Bellek, soyut bir
"ruh"un özelliği değil, somut biyokimyasal süreçlere dayanan
fizyolojik bir işlevdir.
• Bellek ve Limbik
Sistem: Alkoliklerde görülen Korsakoff sendromu gibi
bellek bozuklukları üzerine yapılan çalışmalar, hafıza işlevinin
beyindeki limbik sistem ve özellikle hipokampus ile
yakından ilişkili olduğunu göstermiştir. Bu bölgelerdeki hasarlar, özellikle
yeni bilgileri öğrenme ve kısa süreli belleği uzun süreli belleğe aktarma
(pekiştirme) yeteneğini bozar.
• Belleğin Moleküler
Mekanizması: RNA'nın Rolü:
◦ Planarya
Deneyleri: Yassı solucanlar (planarya) üzerinde yapılan deneyler,
belleğin kimyasal olarak aktarılabileceğine dair kanıtlar sunmuştur.
Şartlandırılmış (bir şey öğrenmiş) bir planarya, şartlandırılmamış bir yamyam
planarya tarafından yendiğinde, yamyam planarya öğrenilmiş davranışı daha hızlı
kazanır. Bu, bilginin bir molekül aracılığıyla aktarıldığını düşündürmüştür.
◦ RNA
Enjeksiyonu: McConnell, şartlanmış planaryalardan izole ettiği
RNA'yı, şartlanmamış planaryalara enjekte ederek öğrenilmiş davranışı aktarmayı
başarmıştır.
• Hücresel Düzeyde
Öğrenme:
◦ Hyden'in
Araştırmaları: Hyden, belirli bir görevi (ince bir tele tırmanma)
öğrenen farelerin, bu görevle ilgili sinir hücrelerinde (denge
çekirdeklerindeki Deiters hücreleri) hem RNA miktarının arttığını hem de
RNA'nın baz diziliminin (niteliksel olarak) değiştiğini göstermiştir.
◦ Nöron-Glia
Birliği: Bu değişim sadece sinir hücresinde (nöron) değil, onu
çevreleyen destek hücrelerinde de (glia) gözlemlenmiştir. Bu bulgu, nöron ve
glianın öğrenme ve bellek süreçlerinde işlevsel bir bütün olarak çalıştığını
ortaya koymuştur.
• Sinaptik Plastisite: Öğrenme,
aynı zamanda sinir hücreleri arasındaki bağlantıların (sinapslar) güçlenmesini
ve yeni bağlantıların kurulmasını içerir. Beyin, gereksinimlere yanıt olarak
sürekli kendini yeniden yapılandırır.
5. Biyolojik Ritimler: Uyku ve
Biyolojik Saat
Canlılar, evrenin ritmik
döngüleriyle (gece-gündüz, ayın evreleri) uyum içinde çalışan içsel biyolojik
saatlere sahiptir.
a) Biyolojik Saat
• Kökeni: Canlılığın
ilk ortaya çıkışından beri fiziksel dünyanın ritimleri, hücrelerin moleküler
belleğine (DNA/RNA) kazınmıştır.
• Örnekler:
◦ Ateş
böceklerinin ayın belirli evrelerinde çiftleşmesi (Kolomb'un Amerika'yı
keşfederken gördüğü ışıkların kaynağı).
◦ Bitkilerin
24 saatlik döngülerle yapraklarını açıp kapaması (Mimoza).
◦ İnsanlarda
vücut ısısı, nabız, kan basıncı gibi fizyolojik işlevlerin günlük (sirkadiyen)
ritimler göstermesi.
• Düzenleyici
Mekanizmalar: Yüksek memelilerde bu ritimler hipotalamus, limbik
sistem, pineal bez ve çeşitli hormonlar aracılığıyla düzenlenir. Temel dış
uyaran ise ışıktır.
b) Uyku
Uyku, pasif bir dinlenme hali
değil, aktif ve karmaşık fizyolojik süreçleri içeren temel bir biyolojik
ritimdir.
• Uykunun Evreleri: Uyku,
iki ana döneme ayrılır:
1. Yavaş
Uyku (Non-REM): Beyin dalgalarının yavaşladığı, kasların gevşediği ve
bedenin onarıldığı derin uyku dönemidir.
2. Paradoksal
Uyku (REM - Rapid Eye Movement): Beyin aktivitesinin uyanıklığa
benzediği, ancak kasların tamamen gevşek (atoni) olduğu dönemdir. Hızlı göz
hareketleri bu dönemin en belirgin özelliğidir.
• Düşler ve REM Uykusu: Görülen
düşlerin yaklaşık %95'i bu dönemde gerçekleşir. REM uykusu sırasında erkeklerde
ve kadınlarda fizyolojik cinsel uyarılma (ereksiyon vb.) gözlemlenir, ancak bu
durum düşlerin cinsel içeriğiyle doğrudan ilişkili olmak zorunda değildir.
• Pawlow'un İnhibisyon
Kuramı: Pawlow'a göre uyku, beyin kabuğuna yayılan genel bir inhibisyon
(bastırma) sürecidir. Düşler ise bu genel inhibisyon dalgası içinde
aktif kalan "uyanık hücre adacıkları" tarafından oluşturulur.
6. Sentez: Toplumsal Varlık
Olarak İnsan ve Yabancılaşma Sorunu
Tüm biyolojik ve evrimsel
verileri toplumsal bir çerçevede sentezleyerek modern insanın davranış
sorunlarına odaklanalım.
a) Pawlow'un Sinyal Sistemleri
ve Bilincin Evrimi
• 1. Sinyal Sistemi: Hayvanlar
ve insanlarda ortak olan, dış dünyadan gelen somut, duyusal sinyallere
(görüntü, ses, koku) dayalı sistemdir.
• 2. Sinyal Sistemi: Sadece
insana özgü olan, "sinyallerin sinyalleri" yani kelimeler, dil ve
soyut düşünceye dayalı sistemdir. Bu sistem, insanın doğadan niteliksel olarak
kopuşunu ve bilincin en üst düzeyini temsil eder.
Evrimsel olarak en son gelişen
yapı 2. Sinyal Sistemi olduğu için, hastalık, yorgunluk, korku ve baskı
durumlarında ilk bozulan da bu sistemdir. Bu durumda, daha ilkel olan 1. Sinyal
Sistemi'nin (içgüdüsel eğilimler) kontrolü artar. Egemen sınıfın kitleleri
kontrol altında tutmak için din gibi araçlarla yaydığı korku, bu fizyolojik
mekanizma üzerinden özgür ve yaratıcı düşünceyi (2. Sinyal Sistemi) baskılar.
b) Toplama'dan Üretim'e:
İnsanlaşmanın Başlangıcı
Hayvanlar doğadan toplarken,
insan doğayı değiştirerek üretir. Bu niteliksel sıçrama, insanlaşma
sürecinin başlangıcıdır. İnsan davranışını anlamak için üretim, üleşim ve
tüketim ilişkileri dikkate alınmalıdır.
c) Yabancılaşma: Ürünün
Üreticiye Egemenliği
• Tanım: Yabancılaşmış
emek koşullarında (kapitalizm), insanın ürettiği ürünler kendi kontrolünden
çıkar ve onun karşısına yabancı, egemen bir güç (sermaye, fetişleşmiş metalar)
olarak dikilir.
• Sonuçları: Bu
süreç, insanın kendine, emeğine, diğer insanlara ve doğaya yabancılaşmasına yol
açar. Duyuları körelir; sahip olduğu, tükettiği şeyler kadar var olur.
• Yabancılaşma ve Akıl
Hastalıkları: Yabancılaştığını ve "hiçleştiğini" sezen ancak
kurtuluş yolunu bulamayan birey, yoğun bir korku ve güçsüzlük hisseder. Batı
toplumlarında akıl hastalıkları, alkolizm ve uyuşturucu bağımlılığındaki artışta
yabancılaşmanın payı vardır.
Sonuç olarak, insanın evrimsel
mirası ve biyolojik yapısı inkâr edilmeden, davranışlarının eninde sonunda
içinde yaşadığı toplumsal koşullar ve üretim ilişkileri tarafından
şekillendirildiği anlaşılmaktadır. İnsanlığın bir sonraki evrimsel sıçraması,
yabancılaşmanın aşılması ve insanın kendi ürettiği dünyaya yeniden egemen
olmasıyla mümkün olacaktır.