Mahmut Boyuneğmez
Değer ilişkisel ve göreli bir özelliktir, mutlak bir
büyüklük değildir. Bir metanın değeri, başka bir metanın değeriyle
kıyaslandığında vardır. Metaların üretimi için gerekli ortalama emek
miktarları/zamanları birbiriyle değişim ilişkileri aracılığıyla
kıyaslanmıyorsa, bu metalar birbirine göre değer özelliklerine sahip olamaz.
Toplumsal ilişkiler/değişim ilişkileri bu kıyaslanmayı sağlamaktadır. Bu
nedenle örneğin mübadele ilişkileri olmadığında 1 evin değeri=10 yatağın değeri
olamaz. Bu metaların üretilmeleri için gerekli emek miktarları ya da zamanları
mutlak büyüklükler olarak her zaman varlar ve ölçülebilirler, mübadele
ilişkileri ortadan kalktığında dahi bu emek zamanları/miktarları var olmaya
devam edeceklerdir. Fakat mübadelede kıyaslanma ortadan kalktığında, ürünler
meta olmaktan çıkar ve birbirine göre, rölatif olarak var olan bir gerçeklik
olarak değerleri yok olur.
Komünizmde mübadele ilişkileri ortadan kalktığında,
ürünlerin oluşumunda harcanan emek miktarlarının karşılaştırılması ve
böylelikle nesnel bir gerçeklik olarak değerlerin var oluşu ortadan kalkar.
Çünkü değer, mübadele ilişkileriyle ortaya çıkan bir olgudur. Fakat ürünlerin
üretimi için harcanan emek zamanları yok edilemez. Bu emek zamanları, ürünlere
komünizmde piyasa dolayımına girmeden doğrudan aktarılır. Üreticiler
kendilerinin harcadıkları emek zamanları/miktarlarıyla orantılı olarak başka
üreticilerin ürünlerinde ve hizmetlerinde somutlanmış emek
zamanlarını/miktarlarını toplumdan geriye alırlar. Ürünler değişim ilişkilerine
girmeyince, değer büyüklükleri oluşmaz. Çünkü değer, toplumsal ilişkisel bir
gerçekliktir. Ürünler değişim ilişkilerine girip, farklı emek zamanları
birbiriyle karşılaşmadıkça ve karşılaştırılmadıkça, değerleri oluşmaz. Yani,
emek harcanması, emek miktarı ya da zamanı, değere eşit değildir. Emek
harcanması metaların değerlerinin oluşması için gereklidir fakat yeterli
değildir. Emek harcanarak oluşturulmuş ürünlerin mübadele ilişkileri içerisinde
birbirleriyle emek zamanları/miktarları açısından karşılaştırmaları söz konusu
değilse, onlardaki emek/emek miktarı/emek zamanı değer olarak varoluş
kazanamaz.
Günümüzden bir örnek verelim. Bahçemde yetiştirdiğim
portakalların ya da evimin yanındaki küçük mandıramda ürettiğim peynirin,
içerdiği emek miktarına/zamanına rağmen kendi başına bir değeri bulunmaz. Ancak
ve ancak bu portakallar veya peynirler, pazara çıkarıldığında, mübadele
ilişkilerine sokulduğunda, diğer emek türlerinin ürünü metalarda içerilmiş emek
zamanları/miktarlarıyla karşılaştırıldığında ve karşılaştığında, bir değere
sahip olmaktadır. Bu nedenle değer, farklı emek türlerinden gelen emek zamanlarının/miktarlarının
kıyaslanması, birbirine oranlanması sonucunda bir gerçekliğe sahiptir. Değer
ile değişim-değeri farklı şeyleri anlatmaz, aynı şeylerdir.
Emek-değer yasası, ilkel topluluklarda, komünizmde,
Robinson gibi bir adada yaşamak zorunda kalmış birkaç kişinin aralarında
kurduğu ilişkilerde, hayvanların biyolojik/doğal “emeği”nin ürünlerinde, bir
kişinin kendi kullanımı için yani yararlılığı için emek harcayarak oluşturduğu
bir üründe (örneğin bir köylünün kendi ailesi için peynir yapmasında) geçerli
değildir. Değerin oluşması için emek harcanması ve ürünlerde bu emeğin
içerilmesi gereklidir. Fakat bu ürünler insanlar arasında değişime girmediği sürece,
içerdikleri emek miktarları, değer olarak gerçekleşmez. Metaların değerlerinin
var oluşu için, metaların üretilmesi sürecinde harcanan emek miktarları
gerekir, fakat dolaşım ilişkilerinde bu emek miktarları birbirleriyle
karşılaştırıldığında değerleri varoluş kazanır.
Bir analoji yapalım. Kendi başına bir elma, aslında meyve
değildir. Elmalar, armutlar, erikler ve bademler gibi çok sayıda var oluş,
“meyve” soyutlamasını yapmamızı sağlar. Somut olarak var olan meyveler
arasındaki farklılıkları, benzerlikleri gözeterek ve aralarında ilişki kurarak
“meyve” oldukları sonucuna varılır. Toplumsal ilişkilerin belirli bir tarihsel
döneminde, insanlar ürünlerini değişim ilişkilerine sokarlar ve bu ürünler meta
formunu alırlar. Her bir metaya harcanan toplumsal olarak gerekli ortalama
emek, diğer başka metalardaki emek miktarıyla karşılaştırmalara, bu değişim
ilişkileri içerisinde girmektedir. Toplumsal toplam emek türlerinin, başka
deyişle farklı metalardaki emek miktarlarının değişim ilişkileriyle birbiriyle
ilişkilenmesi, nesneldir. Meyve örneğimizden farkı, orada elmalar, armutlar vd.
arasındaki ilişkinin düşünsel olarak kurulmasıdır. Metalar arasındaki ilişkiler
olarak görünen bu ilişkiler, yani insanlar arasındaki toplumsal değişim
ilişkileri olmadan, farklı emek türlerinde harcanan emek miktarları
birbirleriyle mübadeleler içerisinde kıyaslanıp, karşılaştırılmadan değer
büyüklükleri oluşmaz. Değişim ilişkileri sosyalizmde sınırlanıp, giderek
tümüyle ortadan kalktığında, ürünlere aktarılan emek miktarları ya da emek
zamanları değerleri oluşturmaz. Çünkü değer, toplumsal ilişkisel bir
gerçekliktir.
Başka bir örnek verelim. Bir cümlenin “anlamı” içerdiği
kelimelerin birbirleriyle olan ilişkisiyle/ilişkisinde ortaya çıkar. “Anlam” ilişkiseldir
ve bütünde ortaya çıkar. Ya da örneğin yerçekiminin, dünya ile üzerindeki
cisimler arasındaki bir ilişki olması ve farklı gezegenler üzerinde çekim
kuvvetinin/bu ilişkinin niceliksel olarak farklı olması yüzünden ağırlık
büyüklüklerinin göreli olmasındaki durum, metaların değer büyüklüklerinin
mübadele ilişkileriyle oluşmasına ve ülkeler arasında birinden diğerine
değişmesine benzetilebilir.
Marx bir mektubunda Kugelmann’a şunları yazmıştır:
“Her çocuk, çalışmayı
bırakan bir ulusun, bir yıl demeyeceğim, fakat birkaç hafta içinde bile yok
olacağını bilir. Her çocuk, farklı ihtiyaçlara karşılık gelen ürün
miktarlarının, toplumsal toplam emeğin farklı ve niceliksel olarak belirli
miktarlarını gerektirdiğini de bilir. Toplumsal emeğin belirli oranlarda dağılması gerekliliğinin, toplumsal
üretimin belirli bir formu tarafından
ortadan kaldırılmasının mümkün olmadığı, fakat yalnızca bunun görünüş tarzını değiştirebileceği,
apaçıktır. Hiçbir doğal yasa ortadan kaldırılamaz. Tarihsel olarak farklı
durumlarda değişebilir olan, sadece bu yasaların kendilerini ortaya koydukları
formdur. Ve toplumsal emeğin iç bağlantılarının, emeğin bireysel
ürünlerinin özel değişiminde görünür
hale geldiği bir toplum durumunda, toplumsal emeğin oransal dağılımının kendini
ortaya koyduğu form, kesinlikle bu ürünlerin değişim değeridir.
Vulgar ekonomist, her
günkü aktüel değişim ilişkilerinin, değer büyüklükleriyle doğrudan özdeş olamayacağı yönünde
sönük bir fikre (dahi) sahip değildir. Burjuva toplumun özü kesinlikle şundan
ibarettir, a priori üretimin
bilinçli toplumsal düzenlenişi yoktur. Rasyonel ve doğal zorunluluk kendini
sadece kör çalışan ortalama olarak ortaya koyar (…)”
İnsanlar ihtiyaçlarını karşılamak için ürünler üretirken,
iş bölümüne giderler. İlkel topluluklar da dâhil, tüm tarih boyunca toplumsal
üretimlerinde insanlar, farklı emek türlerine dağılmış bir toplam toplumsal
emeğe sahiptirler. Bu durum, üretim tarzlarının değişmesiyle değişmez. Bu
nedenle Marx, toplumsal emeğin farklı emek türlerine dağılımını, “doğal” bir
yasa olarak görmektedir. Dikkat edilsin, bu "doğanın bir yasası"
değil, "doğal" bir yasadır. Tıpkı ürünlerin, emek harcanarak
üretilmesi gibi “doğal” bir yasadır.
Toplumsal emeğin iş bölümüyle bu dağılımı kendini
bireysel ürünlerin değişimi şeklinde gösteriyorsa; başka bir deyişle, insanlar
ihtiyaçlarını, üretimlerini ve bölüşümlerini bilinçli bir genel toplumsal
düzenlemeye giderek değil de kendiliğinden tarihsel olarak gelişen değişim
ilişkileri yoluyla gideriyorsa, toplumsal emeğin oransal dağılımı kendini bir
biçimde/formda ortaya koyar: değişim değeri… İşte bu biçim/görünüş tarzı,
tarihsel olarak değiştirilebilir olandır. Geleceğin toplumunda/komünizmde,
toplam toplumsal emeğin farklı emek türlerine oransal dağılımı yine olacak, bu
yasa “doğal” bir yasa düzeyinde işlerliğini sürdürecek, fakat yasanın kendini
ortaya koyuş tarzı/görünüşü olan, farklı emek miktarlarının pazarda/değişim
ilişkilerinde birbirleriyle değiş tokuşuyla beliren değişim değerleri ortadan
kalkacaktır. Bunun yerine komünizmin ilk evresinde (sosyalizmde), üreticiler
ihtiyaçlarını gidermek için, toplumsal emeğe kattıkları emek miktarıyla
orantılı şekilde geriye başka ürünlerde somutlaşmış emek miktarlarını
çekecektir. Daha ileri evredeyse, ürün bolluğu olduğundan, bireylerin iş bölümüne
uymaları gerekmeyecek, bir birey birçok alanda yaratıcı bir faaliyet olarak
üretimlerde bulunacak, artık toplumsal toplam ürünlere katılan bireysel emek
miktarlarının bir önemi kalmayacak, her birey yetenekleri doğrultusunda
toplumsal üretime katkısını koyup, ihtiyaçları doğrultusunda ürün ve
hizmetlerden yararlanacaktır.
Bu nedenle Marx, Gotha Programı’nın Eleştirisi’nde
şu cümleleri yazmıştır:
“Üretim araçlarının ortak
mülkiyeti üzerine kurulu kooperatif toplumda, üreticiler ürünlerini
değiştirmezler; ürünlere harcanan emek, ürünlerin içerdiği maddi bir nitelik
olarak, onların değeri olarak belirmez, çünkü kapitalist
toplumdakinin tersine, bireysel emek artık dolaylı biçimde değil de doğrudan
toplumsal emeğin parçasıdır (…)”
Bireysel emek, kapitalist toplumda pazar/piyasa
aracılığıyla toplumsal emeğin bir parçası olur. Sosyalist toplumda, yani
komünist toplumun ilk evresindeyse, üretim toplumun ihtiyaçları doğrultusunda
bilimsel olarak planlanır ve üreticilerin emeği, değişim ilişkileri dolayımına
girmeden, doğrudan toplumsal emeğin bir parçası olarak ürünlere aktarılır, bu
aktarılan kadar emek içeren başka ürünlerse yeniden bireylerin tüketimine
sunulur (toplumsal hizmetler için gerekli kesintiler yapıldıktan sonra).
Ürünlerin içerdiği emek miktarları ya da zamanları, kapitalist toplumun aksine
burada değer olarak var değildir. Çünkü ürünlerini değiştirmek için üreticiler
mübadele ilişkilerine girmezler. Kapitalist toplumsal ilişkiler, ürünlerin
değişimlerinde farklı emek zamanlarını/miktarlarını ilişkilendirip, onların
değerlerini oluşturmaktadır. Sosyalist toplumsal ilişkilerde ise bu durum
olmadığından, emek zamanları/miktarları değer büyüklükleri oluşturmaz.
Engels, durumu şöyle özetlemektedir:
"Toplum üretim
araçlarının mülkiyetini eline geçirip onları dolaysız toplumsallaştırılmış
halde üretim amacıyla kullanmaya başladığı anda, her bireyin emeği, özgül
yararlılığı ne kadar farklı olursa olsun, başından itibaren ve doğrudan
toplumsal emek haline gelir. O zaman, bir ürünün içerdiği toplumsal emek
miktarını önce dolaylı bir yoldan saptamaya gerek yoktur; günlük deneyim,
ortalama olarak bundan ne kadar gerektiğini doğrudan gösterir. Toplum, bir
buhar makinesinde, son hasattan bir hektolitre buğdayda, belirli bir kalitedeki
yüz metrekare kumaşta ne kadar emek saati bulunduğunu kolayca hesaplayabilir.
Dolayısıyla, ürünler içine konmuş ve toplumun doğrudan ve mutlak bir biçimde
bildiği emek niceliklerini, onun doğal, yeterli, mutlak ölçeği olan zaman ile
belirtecek yerde, göreli, sallantılı, yetersiz, eskiden geçici çare olarak
kaçınılmaz olan bir ölçüyle, üçüncü bir ürünle ifade etmek, toplumun aklına
gelemez. Tıpkı atom ağırlıklarını, yeterli ölçüsü ile, yani gramın milyarda ya
da katrilyonda biri biçimindeki gerçek bir ağırlıkla belirtebilecek bir duruma
geldiğinde, yine hidrojen atomu üzerinden dolaylı bir yoldan göreli olarak
ifade etmenin kimyanın aklına gelmeyeceği gibi. Dolayısıyla, yukarıdaki
önkoşullar altında toplum, ürünlere değer de yüklemez. Toplum, yüz metrekare
kumaşın üretimi için diyelim bin emek saati gerektiği şeklindeki basit olguyu,
bu kumaş bin emek saati değerindedir gibi şaşı ve saçma bir tarzda dile
getirmeyecektir. Kuşkusuz toplum o zamanda, her kullanım nesnesinin üretimi için
ne kadar emek gerektiğini bilmek zorunda olacaktır. Üretim planını, özellikle
iş güçlerini de kapsayan üretim araçlarına göre hazırlamak zorunda olacaktır.
Çeşitli kullanım nesnelerinin yarar efektleri, birbirleriyle ve üretimleri için
gerekli emek miktarları bakımından karşılaştırılarak, eninde sonunda planı
belirleyecektir. İnsanlar, her şeyi, ünlü ‘değer’ işe karışmadan, çok yalın bir
biçimde düzenleyeceklerdir." (Anti-Dühring)
Demek ki Robinson’un ıssız adasında yapabileceği şudur:
Ürettiği ürünlere ne kadar emek harcamış, bunu saatle ölçebilir. Bu ölçüm
farklı ürünlerdeki emek miktarlarının zaman cinsinden bir ölçümüdür. Burada
Robinson ürünlerdeki “değeri” ölçmemektedir. Çünkü ürünleri, meta haline
gelmemiş olup, değer bağıntısına sahip değildir. Değer bağıntısı, mübadele
ilişkileriyle diğer metalardaki içerilmiş emek miktarlarıyla ilişkilenmeler
kurulduğunda belirir. “Ürünlerde emek miktarlarıyla önce değer oluşur, sonra
bunlar eğer dolaşıma/mübadele alanına sokulursa değişim-değerleri görünümünü
edinir, bu biçime sahip olur” türünde bir kavrayış yanlıştır. Değer kendini
sadece ve sadece değişim-değeri olarak gösterir, saklı ve mistik bir öz
olmayıp, var oluşu değişim-değeri biçimindedir. Üründe saklı olan öz,
üretilmesi için harcanan toplumsal olarak gerekli emek miktarı/zamanıdır. Değer
bir ilişki, bağıntıdır; tek tek her bir üründe var olan mistik bir öz değildir.
Emek-değer
teorisi
Metanın (malların) iki temel özelliği vardır:
i) Kullanım değeri; metalar, faydalı olmalı, gereksinimi
karşılamalıdır, yoksa satılamazlar. (worth--->work (iş)).
ii) Değişim değeri; bir meta başka bir metayla belirli
miktarlarda değişime girer. Değişim değeri, metaların niceliklerinin
karşılaştırılabilir olduğunu gösterir. Metalarda ortak bir özellik olmalıdır ki
karşılaştırılabilsinler ve değişim yapılabilsin. Bu ortak özellik ölçülebilir,
niceliğe vurulabilir de olmalıdır. Metaların kullanım değerleri, şekilleri,
büyüklükleri vb. ortak değildir. Bütün metaların ortak özelliği emek ürünü
olmalarıdır. Değeri yaratan emektir. Emek, metanın üretimi için harcanan zaman
ile ölçülür. İçerdikleri emek miktarına göre metalar değişime tabi tutulur
(value--->labour (emek)).
Bir kişinin kendi gereksinimi için üretilen ürünler meta
değildir. Kullanım değeri olmayan bir ürün de değişim değeri içermez, yani meta
değildir. Toprak, su, hava kullanım değeri olan, ancak işlendiğinde,
şişelendiğinde meta olabilen, kendi halinde meta olmayan emek nesneleridir.
Bunların değeri yoktur, çünkü emek içermezler, ancak fiyatları vardır ve
örneğin toprağın fiyatı ranta bağlıdır.
Basit/küçük meta üretimi dönemi boyunca, metaların
değişimi gerçekleşmiştir. Bir eşdeğer üzerinde karar kılınmıştır. İş saati
eşdeğeri sağlamıştır. Orta çağda her bir metanın belli bir niceliğinin üretimi
için gerekli iş saati, değişildiği metanın belli bir miktarının üretimi için
gerekli iş saatiyle eşitti. Bu olgu, tarihsel süreç içerisinde oluşur. Meta
üretimi yaygınlaşıp genelleştikçe bu durum yetkinleşir. Bir meta bu süreçte
evrensel eşdeğer olur ki bu paradır. Paranın başlangıçta bir değeri vardır, ama
zaman içinde bundan bağımsızlaşarak evrensel değişim aracı olur. Para, aynı
zamanda birikim aracı da olacaktır.
Kişilerin tembelliği ya da çalışkanlığı nedeniyle farklı
metaların farklı niceliklerinin değerleri farklı olur önermesi doğru değildir.
Metaların değeri, toplumsal ortalama
gerekli emek zamanıyla ölçülür. Bir toplumda bir metanın üretimi için bu
ortalama zamanın üzerinde çalışılarak bir meta üretiliyorsa, bu fazla çalışma
boşa gider.
Değişim değeri yüzyıllar içerisinde oluşurken; eğer eşit
iş saatleriyle değişim olmuyorsa, zarara uğrayan meta üreticisi, bu metayı
üretmemeye ve başka bir metayı üretmeye başlar. Bu olanaklıdır, çünkü henüz iş bölümü
yeterince gelişmiş değildir ve iş değiştirmeye engel yoktur.
Değişim değeri, metanın üretildiği iş süresi, metayı
üretmek için gerekli emek miktarıdır. Değişim değerini bireysel üreticinin meta
üretirken harcadığı emek miktarı belirlemez. Bir metayı üretmek için toplumsal
bakımdan gerekli emek miktarı, o metanın değişim değerini belirler. Toplumsal
ortalama gerekli emek miktarı, belirli bir zamanda ve ülkede, emek
verimliliğinin ortalama koşullarında metanın üretimi için gerekli emek
miktarıdır.
Nitelikli işçinin iş saati, vasıfsız işçinin iş saatinin
belirli bir katıdır. Nitelikli işçinin eğitim sürecinde yitirdiği zamanın
karşılığı vardır; yoksa kimse nitelikli işçi olmazdı. Niteliklerin elde
edilmesi için gerekli giderlerin miktarı, çarpma katsayısını belirler.
Sermaye, artık-değer üreten değerdir. Üretim araçları ve
para kendi başlarına sermaye değildir. Bunlar toplumdan soyutlanarak ele
alınmamalıdır. Bu nesnelerin üretim ilişkileri içerisinde anlamı vardır. Emek
araçlarına sahip olmak, sermaye sahibi olmak demek değildir. Bir maymun bir
sopaya sahip olduğunda, sermayedar olmaz. Sömürü ilişkilerine katılan para veya
değerler, sermaye olur. Sermaye ücretli emek sömürüsünden kaynaklanır.
Kapitalizmde ayırt edici olan sermayenin ya da meta
üretiminin var oluşu değildir (yine de sermaye asıl olarak kapitalizmle
birlikte var olmuştur, para ve meta daha önce de vardı). Kapitalizmin varlık
koşulu, üretim araçlarına sahip bir sınıfın ve bunlardan yoksun başka bir
sınıfın olmasıdır. Bu sayede kapitalizmde emek-güçleri de birer metadır.
İşçilerin sahip olduğu mülk emek-güçleridir. İşçilere emek-güçlerini satmayıp
aç kalma “özgürlüğü” (!) tanınmıştır.
Emek-gücünün değeri, yaşamak için gerekli geçim
metalarının, eğitim giderlerinin, çocuk ve eşin bakımının değeriyle bulunur. Bu
metalardaki toplumsal gerekli emek miktarı, emek-gücünün değerini oluşturur.
Tüm metalar emek-güçlerinin emek harcamasıyla oluşur. Metalarda somutlaşan
emek-güçlerinin değerlerinin toplamıyla emek harcanması sonucu oluşan tüm değer
arasındaki fark, artık-değerdir ve patronlarca buna el konur.
Artık-değer, iş gününün kapitalist tarafından karşılığı
ödenmeyen kesiminde üretilen, artık-emekle üretilen değerdir. Emek-gücünün
değerine eşit bir değeri üretense, gerekli emektir.
Artık-değer teorisini Marx’a borçluyuz. Artık-değer, toplumsal
artık-ürünün para biçimidir. Toplumsal artık-ürün sınıflı toplumların tümünde
vardır. Artık-değer, işçinin ürettiği değer ile onun kendi emek-gücü değeri
arasındaki farktır. Artık-değer üretimde oluşur, değişim/dolaşımda gerçekleşir.
Artık-değerin (a diyelim) 2 biçimi vardır:
1) Mutlak a: İşgününün
uzatılmasıyla artırılır. Buna karşı işçi sınıfı mücadeleleri yaşanmıştır. Bu
mücadele içerisinde sendikalaşma gözlenir. Kapitalist devlet, işgününü
sınırlandırmak zorunda kalmıştır.
2) Nispi a: Gerekli emek zamanı
(emek-gücünün değerini üretmek için gerekli zaman) + fazla emek zamanı = işgünüdür.
Emek verimliliği artırılırsa (makineleşmeyle ve makineleşmedeki gelişmeyle),
gerekli emek zamanı azalır, fazla emek zamanı artar. Geçim metalarının
üretildiği işkollarında emek verimliliği artınca, bunların değeri ve
dolayısıyla emek-gücünün değeri düşer.
- d=değişen sermaye=emek-güçlerinin değeri, s=sabit
sermaye=üretim araçları, hammaddeler vb.
- Sömürü oranı=artık-değer oranı=a/d
- Kâr oranı=a / (d+s)
- Kâr=artık-değerdir ve her türden kâr, üretimdeki
artık-değerin bir kısmıdır.
- Artık-değeri makine üretmez. Makinenin değerinin ister
bir kısmı ister tümü bir metaya aktarılsın, o metanın içerdiği artık-değer
miktarı aynı kalır. Bu nedenle değişmeyen sermaye makineleri, hammaddeleri,
yardımcı malzemeleri vb. kapsar ve ismi artık-değeri değiştirmemesinden gelir.
Artık-değeri, emek-gücünün harcanması (emek gücü olarak yatırılan sermaye) üretir.
Bu nedenle adı değişen (artan) sermayedir. “Nil posse creari de nihilo” (“yoktan
hiçbir şey yaratılamaz”); sabit sermaye üzerinde emek harcanarak artık-değer
oluşturulur. Artık-değerin tümü canlı emek harcamasından doğar. Değer yaratımı,
emek-gücünün emek halindeki devinimidir.
- İşgünü=gerekli emek zamanı + artık-emek zamanıdır. İşgününün
alt sınırı vardır ama belirsizdir. Artık-emek zamanı=0 olamaz, kapitalist
üretime aykırıdır. İşgününün alt sınırı sınıf mücadelesinin konusudur. Üst
sınır ise, emek-gücünün fiziksel ve moral sınırlarıyla belirlenir. Bunu da
toplumsal ilerlemenin durumu saptar. İşgününün sınırlarını kapitalist sınıf ile
proletarya arasındaki sınıf mücadelesi belirler.
Sermayenin değişmeyen sermaye kesimi büyümektedir. s /
(d+s) oranına sermayenin organik bileşimi
denir. Artık-değeri işçi sınıfı yaratır. Artık-değerin patronların tüketimi ve
lüks tüketimi dışında kalan kısmı, ek s ve ek d olarak yatırılır. Toplumsal
ortalama gerekli emek harcaması ile üretim yapanlar, bunun üstünde bir emek
harcaması yapanlar, bunun altında emek harcaması yapanlar şeklinde işletmeler
arasında farklar vardır. İşletmelerdeki bu farklılık, emek üretkenliğinin
yüksek olduğu, zorunlu-gerekli emek harcamasının düşük olduğu işletmelerin,
artık-değerden daha çok pay kaptıklarını anlatır. Organik bileşimi düşük ya da
s’si küçük işletmeler, büyük işletmeler tarafından yutulur. İşte bunun adı “yoğunlaşma”dır.
Rekabet yoğunlaşmaya ve tekellere neden olur.
Bir endüstri dalında sermayenin organik bileşimi ne kadar
yüksekse, yoğunlaşma da o kadar büyüktür. O dalda yatırım yapmak için ilk
sermaye miktarı yüksek olduğundan, o dala girmek zordur. Bu endüstri dalında
tüm sermaye birkaç işletmede yoğunlaşmıştır. Örneğin, 20. yy. başında ABD ve
İngiltere’de 100’e yakın otomobil firmasından bugüne az sayıda tekel kalmıştır.
“Toplumsal gerekli emek” kavramı anlaşılırken, şunlar
bilinmelidir:
1) Arz-talep: Bir endüstri dalında toplumsal gerekli emek
miktarından daha fazla emek harcanarak metalar üretiliyorsa, ortalamanın
üzerinde harcanan emek boşa harcanır ve metaların satış fiyatı üretim fiyatına
doğru düşer, hatta üretim fiyatının altına iner. Bu endüstri dalında kâr oranı
düşüktür. Talep düşüktür, arz bunu aşar ve bunun sonucunda fiyat düşer. Tersi
durumdaysa, ortalamanın altında emek harcanarak meta üretilir ve satış fiyatı
yükselir. Bu durumda ortalamanın üzerinde yüksek bir kâr elde edilir. Arz
fazladır, talebi aşar ve fiyatlar yükselir.
2) Rekabetle her bir işletme emek verimliliğini artırır.
Böylece toplumsal gerekli emekten daha azıyla üretim yapılır; ortalama kârın
üstünde bir kâr elde edilir. Diğer işletmelerde de rekabetle verimlilik
artırılarak, eğilim olarak kâr oranı eşitlenir. Bu endüstri dalları arasında da
böyledir; kâr oranının yüksek olduğu endüstri dalına sermaye akar ve toplumda
ortalama bir kâr oranı oluşur (bu genel bir eğilimdir ve dinamik dengedir). Bu
noktada kapitalist üretimin anarşik/plansız yapısı fark edilmelidir. Sermaye
sahipleri bireysel kâr oranlarını artırmak için rekabet halindedir ve bu durum
tüm kapitalist sınıfın kâr oranını ortalama bir düzeye getirir. Üstelik bu
ortalama, gelişim içinde sürekli düşer, yani eğilim ortalama kârın sürekli
düşmesi
yönündedir.
a / (d+s)=toplumsal ortalama kâr oranı= bir ülkede bir
yıl içinde üretilen a kütlesi / yatırılan toplam sermayedir. Bu orana bütün
kapitalistler uyar. Kâr oranı artmış olan endüstri kollarına sermaye akar,
düşük kâr oranı olan endüstri dallarından sermaye kaçar. Böylelikle bütün
sektörler için ortalama bir kâr oranı oluşur.
Artık-değer, meta fiyatı ile değeri arasındaki fark
değildir. Artık-değer, meta değerinin bir parçasıdır. Patron emeği değil,
emek-gücünü satın alır, fakat bütün emeği satın almış gibi görünür. İşte bu
durum sömürünün gizlenmesidir.
Her bir kapitalistin düşen ortalama kâr oranına verdiği
refleks sömürü oranını artırmaktır. Ancak bu toplumsal ortalama kâr oranının
düşüş eğilimini daha çok artırır.
Örnek:
Bir ülkede 100 milyarlık toplam sermaye ---- (20 yıl
sonra) --->200 milyar olsun.
d=30, s=70, a=30, kâr=30
---------------------->d=40, s=160, a=40, kâr=40
kâr oranı=%30 -----------------------> kâr
oranı=%20
- Mutlak kâr miktarı arttığı halde, kâr
oranı düşer. Burada şu görülmelidir:
- s=70 ------>s=160; artış oranı>%100
- Toplam sermaye=d+s, 100--->200; artış
oranı %100. Yani s’nin artış hızı> d+s’nin artış hızı. Organik bileşim=s /
(d+s) formülünde pay, paydadan daha hızlı artar.
- Bu örnekte sömürü oranı (a/d) %100
varsayıldı. Diyelim ki sömürü oranı 20 yıl sonra %125 olsun. Bu durumda;
- d=30 -------> d=40
a=30 -------> a=50 (a/d=50/40=%125)
Kâr%=30/100=%30---->kâr%=50/200=%25. d
sıfırlanamaz, bu nedenle kâr oranı düşerken, bunu dengeleyecek bir a%=sömürü
oranı oluşmaz. d’yi, yani gerekli emek zamanını bir yere kadar düşürmek
mümkündür.