Mahmut Boyuneğmez
Kutsal Aile’deki “Meyve” Örneği ve Alman İdeolojisi’ndeki Spekülatif İnşaat
Marx,
Hegel felsefesine yönelik en keskin, en eğlenceli ve aynı zamanda en yıkıcı
eleştirilerini 1845-1846 yıllarında iki metinde ortaya koymuştur: Kutsal
Aile (1845) ve Alman İdeolojisi (1845-46). Bu iki metin, aynı fikri
iki farklı üslupla işler: biri alaycı bir karikatürle eleştiridir, diğeri
soğukkanlı bir otopsi.
I.
Kutsal Aile’deki “Meyve” Örneği
[[Gerçek elma, armut, çilek ve
bademlerden "Meyve" genel fikrini oluşturursam, daha da ileri gider
ve gerçek meyveden türetilen soyut "Meyve" fikrimin benim dışımda var
olan bir varlık olduğunu, armut, elma vd.’nın aslında gerçek özü olduğunu imgelersem, o zaman spekülatif felsefenin dilinde "Meyve"nin armudun,
elmanın, bademin vd. "Tözü" olduğunu ilan ederim. Dolayısıyla şunu
söylerim; armut için armut olmak gerekli değildir, elma için elma olmak gerekli
değildir; bu şeyler için esas olan, onların duyularla algılanan gerçek
varlıkları değil, onlardan soyutladığım ve sonra onlara dayattığım öz, fikrimin
özü “Meyve"dir. Bu nedenle elmaları, armutları, bademleri vd., varlığın ya
da "Meyve"nin salt formları olarak ilan ederim. Duyularım tarafından oluşturulan
anlayışım, elmayı armuttan ve armudu bademden ayırır elbette ama spekülatif
aklım bu duyusal farklılıkların önemsiz ve konu dışı olduğunu ilan eder.
Spekülatif aklım, elmada armuttakinin aynısını
ve armutta bademdekinin aynısını, yani "Meyve"yi görür. Belirli
gerçek meyveler artık, gerçek özü "töz" olan "Meyve"nin
görünüşlerinden başka bir şey değildir.
Bu yöntemle bir insan, belirli bir tanım zenginliği elde etmez. Tüm bilimi,
tüm minerallerin gerçekte "Mineral" fikri olduğunu söylemekle sınırlı
olan bir mineralog, ancak imgeleminde
bir mineralog olabilir. Spekülatif mineralog, her mineral için
"Mineral" der ve bilimi, bu kelimeyi gerçek mineral sayısı kadar
tekrarlamaya indirgenir.
Farklı gerçek meyveleri soyutlanmış tek
"meyveye", yani "Meyve"ye indirgeyen spekülasyon, gerçek
içeriğin bazı görünümlerini elde etmek için, bir şekilde "Meyve"den,
Tözden çeşitliliğe yani çeşitli, sıradan gerçek meyvelere, armut, elma, badem
vd.’na dönüş yolunu bulmaya çalışmalıdır. "Meyve" soyut fikrinden
gerçek meyveler üretmek ne kadar zorsa, gerçek meyvelerden bu soyut fikri
üretmek o kadar kolaydır. Gerçekten de, soyutlamadan vazgeçmeden soyutlamanın
karşıtına (somut meyvelere-MB) varmak imkânsızdır.
Bu nedenle spekülatif filozof "Meyve"
soyutlamasını terk eder ama spekülatif,
mistik bir tarzda - ondan vazgeçmiyormuş gibi görünerek bunu yapar. Bu
nedenle, soyutlamasının üzerine çıkması gerçekte yalnızca görünüştedir. Bir
şekilde şunu öne sürer:
Elmalar, armutlar, bademler ve çilekler
gerçekte "Töz"den, "Meyve"den başka bir şey değilse, şu
soru ortaya çıkar: "Meyve" neden bana bazen elma, bazen armut, bazen
badem olarak kendini gösterir? Benim spekülatif Birlik kavramım, "Töz", "Meyve" niye bu çeşitlilik görüntüsüyle açıkça çelişmektedir?
Spekülatif filozof şöyle cevap verir; bu
böyledir, çünkü "Meyve" ölü, farklılaşmamış, hareketsiz değil,
yaşayan, kendini farklılaştıran, hareket eden bir özdür. Sıradan meyvelerin
çeşitliliği sadece benim duyusal anlayışım için değil, aynı zamanda
"Meyve"nin kendisi ve spekülatif akıl için de önemlidir. Birbirinden
farklı sıradan meyveler, "tek Meyve"nin yaşamının farklı
tezahürleridir; onlar "Meyvenin" kendisinin kristalleşmeleridir.
Böylece, elmada "Meyve" kendisine elmaya benzer bir varoluş, armutta
ise armuta benzer bir varoluş verir. Bu nedenle, artık, Töz açısından
söylenebileceği gibi, armut "Meyve"dir, elma "Meyve"dir,
badem "Meyve"dir dememeliyiz, daha çok "Meyve" kendini bir
armut olarak sunar, "Meyve" kendini bir elma olarak sunar,
"Meyve" kendini bir badem olarak sunar; elmaları, armutları ve
bademleri birbirinden ayıran farklar ise "Meyve"nin kendi kendine
farklılaşmasıdır ve bu durum her bir meyveyi, "Meyve"nin yaşam
sürecinin farklı üyeleri haline getirir. Böylece "Meyve" artık boş,
farklılaşmamış bir birlik değildir; hepsi
bir arada bir birlik, "organik
olarak birbirine bağlı üyeler dizisini" oluşturan meyvelerin
"bütünlüğü" olarak birliktir. Bu dizinin her bir üyesinde
"Meyve" kendine daha gelişmiş, daha açık bir varoluş verir, ta ki
sonunda tüm meyvelerin "özeti"
olana dek, o aynı zamanda tıpkı onları içinden üreten olduğu gibi, kendi içinde
çözüşmüş tüm bu meyveleri içeren canlı birliktir.
Görüyoruz ki, Hıristiyan dini Tanrı'nın
yalnızca bir Enkarnasyonunu (vücut
bulma) biliyorsa, spekülatif felsefenin cisim sayısı kadar cisimleşmesi vardır,
tıpkı burada her meyvede Tözün, yani Mutlak Meyvenin cisimleşmesi gibi. Bu
nedenle, spekülatif filozofun ana ilgisi, gerçek sıradan meyvelerin var oluşunu üreterek, gizemli bir
şekilde elma, armut, badem ve kuru üzüm olduklarını söylemektir. Ama spekülatif
dünyada yeniden keşfettiğimiz elmalar, armutlar, bademler ve kuru üzümler,
elma, armut, badem ve kuru üzüm görünümlerinden
başka bir şey değildir, çünkü onlar zihnin soyut yaratımı olan
"Meyve"nin yaşam sürecindeki uğraklarıdır ve dolayısıyla kendileri zihnin soyut yaratımlarıdır. Dolayısıyla
bu spekülasyonda hoş olan şey, oradaki tüm gerçek meyveleri yeniden
keşfetmektir ama bunlar daha yüksek mistik öneme sahip meyveler olarak, maddi
dünyada değil, beyninizin eterinde büyümüş, Mutlak
Özne’nin, yani “Meyve”nin enkarnasyonları (cisimleşmeleri) olan
meyvelerdir. Soyutlamadan, zihnin doğaüstü
yaratımı olan "Meyve"den gerçek doğal
meyvelere döndüğünüzde, doğal meyvelere doğaüstü bir anlam verirsiniz ve onları
katıksız soyutlamalara dönüştürürsünüz. O halde asıl ilginiz, onun yaşam
sürecinin -elma, armut, badem gibi- tüm tezahürlerinde "Meyve"nin birliğine işaret etmek, yani bu meyveler
arasındaki mistik bağlantıları
göstermek, her birinde “Meyve”nin kendini derece
derece gerçekleştirmesini ve zorunlu
ilerleyişleri, örneğin kuru üzüm olarak varoluştan badem olarak varoluşa ilerlemeyi
göstermektir. Bu nedenle, sıradan meyvelerin değeri artık doğal
niteliklerinden değil, "Mutlak Meyve"nin yaşam sürecinde her birinin belirli
bir yer tutmasını sağlayan spekülatif
niteliklerinden kaynaklanmaktadır.
Sıradan bir insan, elmalar ve armutlar
olduğunu söylediğinde olağanüstü bir şey söylediğini düşünmez. Fakat filozof
onların varlığını spekülatif bir tarzda ifade ettiğinde olağanüstü bir şey söyler. Aklın
gerçek olmayan yaratımı olan "Meyve"den - ki filozof onu kendi dışında
bir Mutlak Özne olarak dikkate alır, burada "Meyve" olarak temsil
edilmiştir - gerçek doğal nesneleri,
elmayı, armudu vb. üreterek, yani bu meyveleri kendi soyut aklından yaratarak
bir mucize gerçekleştirir. Ve var
oluşunu ifade ettiği her cisme karşılık düşen bir yaratma fiili gerçekleştirir.
Spekülatif filozofun, bu süreklilik
içindeki yaratmayı ancak elma, armut vb.'nin evrensel olarak bilinen ve
gerçekte var olan niteliklerini, kendi uydurduğu
belirleyici özellikler olarak sunarak, gerçek şeylerin isimlerini soyut aklın ürettiğine, aklın soyut formüllerine
vererek, son olarak da, bir elma fikrinden bir armut fikrine geçtiği kendi faaliyetini Mutlak Öznenin/" Meyve"nin öz-faaliyeti olarak ilan ederek
başardığını söylemeye gerek yoktur.
Spekülatif tabirle bu işleme Tözü Özne olarak, içsel bir süreç olarak, Mutlak
Kişi olarak kavramak denir ve bu kavrayış Hegel'in yönteminin temel karakterini oluşturur.]]
Bu
pasaj, Hegel’in bütün yöntemini birkaç sayfada karikatürünü çizerek anlatır ve
aynı zamanda onun sırrını açığa vurur: İnsan kendi beyninde yarattığı
soyutlamayı dışarıda, bağımsız bir varlık haline getirip sonra ona inanır.
Hegel’in yöntemi şöyledir:
- Normal
soyutlama (herkes yapar)
Gerçek elma + armut + badem → “meyve”
kavramı
- Spekülatif
ters çevirme (Hegel’in hilesi)
“Meyve” asıl töz olur → elma, armut,
badem onun “görünüşü”dür
→ Artık “elma olmak elma için zorunlu değildir”; öz “Meyve”dir
- Çeşitliliğin
mistik açıklaması
“Neden farklı görünüyorlar?” sorusu →
“Çünkü Meyve canlı, kendini-differentleyen bir özdür” → Elma = Meyve’nin
kendini elma olarak cisimleştirmesi → Her meyve bir “enkarnasyon”dur
(Hıristiyanlıkta tek İsa varsa, Hegel’de sonsuz İsa vardır)
- Mucizevi
geri dönüş
Soyut “Meyve”den tekrar gerçek meyvelere
dönülür → ama artık bunlar “Mutlak Meyve”nin yaşam sürecinin uğraklarıdır → Manavdaki
elma artık metafizik bir nesnedir!
Özetle:
İnsan kendi soyutlamasını yaratır → sonra ona inanır → bu inanışı/tapınmayı
“Tin’in kendini gerçekleştirme süreci” diye adlandırır.
Marx
ve Engels’in hedef aldığı bu spekülatif ters çevirmenin (Umstülpung) kökeni
felsefe tarihinde, somut nesnelerin özünün idealarda bulunduğunu savunan
Platoncu idealizmdir.
II.
Alman İdeolojisi’nde Aynı Eleştirinin Sistematik Hali
Marx ve Engels, bir
yıl sonra Alman İdeolojisi’nde ise şunları yazmıştır:
“Gerçek dünyanın Hegel’deki baş aşağı edilmiş yansıması şudur: Devlet, hukuk, ahlak, din vb. insan beyninin ürünleri olarak değil, Mutlak Tin’in kendi kendine yabancılaşmasının aşamaları olarak görünür.”
“Felsefe
ile gerçek dünyanın ilişkisi, Onanizm ile cinsel üreme arasındaki ilişki
gibidir.”
“Hegel,
kavramın diyalektiğini önce kurar, sonra tarihi ve doğayı bu diyalektiğe zorla
uydurur. Gerçek süreçleri araştırmaz; a priori bir spekülatif inşaat
(spekulative Konstruktion) yapar.”
Alman İdeolojisi'nde Hegel'in perspektifini “tersyüz etme” ya da “ayakları üzerine oturtma” Marx tarafından felsefi bir manevradan öte, somut bir ihtiyaç olarak görülür: Felsefenin spekülatif temelden çıkarılıp maddi üretim ve toplumsal varoluş temeline oturtulması hedeflenir.
III.
İki Metnin Karşılaştırmalı Okuması
|
Özellik |
Kutsal
Aile (1845) – “Meyve” Örneği |
Alman
İdeolojisi (1845-46) |
|
Üslup |
Alaycı,
hiciv dolu, karikatürize |
Soğukkanlı,
sistematik, bilimsel |
|
Ana
hedef |
Genç
Hegelciler + Hegel’in yöntemi |
Hegel’in
yöntemi + tüm Alman ideolojisi |
|
Ana
suçlama |
Soyut
düşüncenin tanrılaştırılması |
Gerçek
dünyanın baş aşağı edilmesi (Umstülpung) |
|
Kullanılan
imge |
Meyve
→ elma, armut, badem |
Tin
→ devlet, din, hukuk, tarih |
|
Yaratıcı
olarak gösterilen |
“Meyve”
(Mutlak Özne) |
“İdea”
/ “Mutlak Tin” |
|
Gerçek
yaratıcı |
İnsan
(gizlenmiş) |
İnsan
(açıkça ilan edilir) |
|
Eleştirinin
amacı |
Gülünçlüğü
gözler önüne sermek |
Tarihsel
materyalizmin temellerini atmak |
|
En
sert cümle |
“Hıristiyanlıkta
tek İsa varsa, spekülatif felsefede her elma bir İsa’dır” |
“Felsefe
ile gerçek dünya arasındaki ilişki, onanizm ile cinsel üreme arasındaki
ilişki gibidir” |
IV. Marksizm’de Yöntem Konfüzyonu: Hegel’in İdealist Diyalektik Yöntemi ile Marx ve Engels’in İncelediği Gerçekliğin Diyalektik Mantığı
“Konfüzyon”
kelimesinin Türkçedeki en yaygın ve doğru karşılıkları şunlardır:
- Kafa
karışıklığı
- Karışıklık
- Karmaşa
Kelime,
Latince'de "birlikte dökmek, bir araya getirmek" anlamına gelen confundere
fiilinden gelir. Bu, "bir araya dökülüp karıştırılmış, ayırt edilemez hale
gelmiş" bir durumu ifade eder.
Marksizm’de
“yöntem” konusunda bir kafa karışıklığı, bilinç bulanıklığı, hatta bir sorun ve
sıkıntı bulunmaktadır.
Hegel
akıl yürütme süreçlerinde olumlama-yadsıma-yadsımanın yadsınması idealist
diyalektik yöntemini kullanır. Bu üçleme şeklindeki akıl yürütme yolu/yöntemi
yanı sıra Hegel, kavramları devindirirken, kavramlardan farklı kavramlara
geçerken çelişki ilkesine de yer verir. Aslında yadsımanın yadsınması ilkesi
zaten çelişki oluşturma mekanizmasını barındırmaktadır. Fakat Hegel nesnel
gerçeklikteki değişimi, oluşu, hareketi, nicel-nitel dönüşüm örneklerini vb. de
yeri geldiğinde işlemekte, bunları felsefesinin bileşenleri kılmaktadır. Bir
idealist de olsa bu tür değiniler yaptığında bir materyalist gibi konumlanır.
İşte Hegel’in bu düşünceleri gerçekliğin barındırdığı diyalektik mantığa
ilişkin önermelerdir. Hegel elbette tümevarım, tümdengelim, analoji, analiz ve
sentez gibi düşünme yöntemlerini de kullanır.
Marx
ve Engels’in soyutlamalar yaparken gerçekliğin diyalektik mantığını yakaladıkları
ve oluşturdukları düşüncelere ve bilgilere bu mantığı nakşettikleri,
felsefelerinde diyalektik mantığın içkin olduğunu bilmek gerekir. Marx ve
Engels’in kullandığı yöntemler de Hegel ya da her insan için geçerli olan
tümdengelim, tümevarım, analoji, sentez, analiz, modelleme, tasım gibi
metotlardır. Fakat Hegel’in kullandığı yadsımanın yadsınması (olumsuzlamanın
olumsuzlaması) ve salt düşünsel düzlemde çelişki oluşturma mekanizmasını
kullanmazlar. Bunlar idealist düşünme yöntemleridir. Bunun yerine Marx ve
Engels nesnel gerçekliğin, doğa/evrenin ve toplum/tarihin bağrındaki
hareketi/akışı, devinimi, ilişki ve etkileşimleri, değişim ve dönüşümleri,
karşıtlık ve çelişkileri, nicel-nitel dönüşümleri inceledikleri konu bağlamında
soyutlarlar. Eş deyişle diyalektik-tarihsel materyalizmin ya da Marksist felsefenin
dokusunda bulunan, ona içkin olan bir diyalektik mantık vardır fakat bu mantık gerçeklikteki
diyalektiği yansıtır. Bu felsefenin özel olarak sahip olduğu diyalektik bir
yöntem ise yoktur; Hegel’in idealist diyalektik yöntem(ler)ini barındırmaz.
Tarihsel-diyalektik materyalistler bilim insanları ya da “sıradan” insanlar
gibi realist düşünme yöntemleri olan tümevarım, tümdengelim, retrodüksiyon,
modelleme, analoji, analiz ve sentez, tasım gibi metotları kullanırlar.
Marx’ın
Kutsal Aile’deki “Meyve” örneğinde ve Alman İdeolojisi’nde,
ayrıca Kapital’in 3. Almanca Basıma Sonsöz’ünde değindiği “yöntem”, düşünsel
perspektifi anlatmaktadır.
Kapital’in Sonsöz’ünde Marx şöyle yazar:
“Benim diyalektik yöntemim, Hegelci
yöntemden yalnızca farklı değil, onun tam karşıtıdır da. Hegel için insan
beyninin yaşam-süreci, yani düşünme süreci —Hegel bunu "Fikir"
("Idea") adı altında bağımsız bir özneye dönüştürür— gerçek
dünyanın yaratıcısı ve mimarı olup, gerçek dünya, yalnızca "Fikir"in
dışsal ve görüngüsel (Phenomenal) biçimidir. Benim için ise tersine,
fikir, maddi dünyanın insan aklında yansımasından ve düşünce biçimlerine
dönüşmesinden başka bir şey değildir.” (Marx, Kapital 1. Cilt)
Hegel’in
idealist felsefesinde gerçeklik, İdea/Tin’in tümdengelimle oluşturduğu
görünümken, materyalist perspektif nesnel ve toplumsal gerçekliğin
ideal/ideolojik alemi doğurduğu şeklinde tümevarımsal bir yaklaşıma sahiptir.
Burada “yöntem”, idealistler ile materyalistlerin akıl yürütürken kullandığı
yaklaşımdır, perspektiftir. Elbette biz materyalistler nesnel gerçekliğin
ideal/ideolojik boyutunun maddi boyutuyla karşılıklı etkileşim içerisinde ve
birbirini doğuran, besleyen, yeniden üreten ve değiştiren refleksiyonlar gösterdiğini
benimsiyoruz. Ve elbette nesnel ve toplumsal gerçekliğin farklı yönlerini
soyutlarken oluşturduğumuz teorik içerik, gerçekliğin mantığını yansıttığı
oranda diyalektik bir tarz ya da gerçekliğe diyalektik bir yaklaşım gösterir.
Fakat bu içeriği oluştururken kullandığımız yöntemler tasım, tümevarım,
tümdengelim, analoji, analiz ve sentez, modelleme gibi metotlardır ve klasik
mantığın kurallarını tutarsızlık ve mantıksal çelişme olmaması için dikkate
alırız. Bugüne kadar hiçbir Marksist gerçekte “diyalektik yöntem” adında bir
yöntem kullanmamıştır. Çünkü Marksizm’in böyle bir yöntemi yoktur. Diyalektik
yöntem adında bir yöntemin Marksizm’in özünü oluşturduğu, önemli olanın bu
yöntemi kullanmak olduğu yolundaki yaygın kanı (doxa) bir galat-ı meşhurdur ve
okurun bunu şimdi anlaması mümkün hale gelmiştir.
Özetle:
- Hegel: Yadsımanın yadsınması, salt düşünsel düzlemde çelişki oluşturma, Tümdengelimci (İdea'dan gerçekliğe).
- Marx/Engels: Realist düşünme yöntemleri (Tümevarım, tümdengelim, analoji, analiz ve sentez, modelleme vb.), Gerçeklikteki diyalektik mantığı yansıtma, Tümevarımsal yaklaşım (Gerçeklikten ideolojik/teorik aleme).
Şimdi yazdıklarımıza bir
katman ekleyebiliriz. Marx, insan bilimlerinde geçerli olan, ampirik somuttan soyutlamalar yapma,
soyutlanmış kavramlardan düşünsel olarak yeniden üretilmiş/düşünülmüş somuta
ulaşma yöntemini şu şekilde anlatır:
“Başlangıç noktamız olarak toplumu almak,
o halde, bütünlüğün bulanık ve düzensiz bir tasavvuru olacak, bizim de buradan,
daha ileri düzeyde belirlemeler yoluyla, analitik olarak gitgide daha basit
kavramlara, veri alınan somutluktan hareketle gitgide saydamlaşan soyutlamalara
doğru ilerlememiz gerekecektir- ta en basit karakteristiklere varıncaya kadar.
O noktadan sonra ise, en sonunda yeniden topluma ama bu kez bir bütünlüğün
bulanık tasavvuru olarak değil, çok sayıda belirlemeler ve ilişkilerden oluşan
zengin bir bütünlük olarak topluma ulaşıncaya kadar aynı yoldan geriye dönmemiz
gerekecektir. Bunlardan birincisi ekonominin yeni doğduğu sırada izlediği
yoldur (…) Somut, çok sayıda belirlemenin bir noktada bağdaşması, dolayısıyla
çoğulluğun birliği olduğu için somuttur. O halde somut, gerçek hareket noktası
ve dolayısıyla gözlem ve tasavvurun da hareket noktası olduğu halde, düşüncede
bir hareket noktası olarak değil bir toplama ve birleştirme süreci, bir sonuç
olarak ortaya çıkacaktır. Birinci yol boyunca, tasavvurun bütünlüğü çözülüp
soyut belirlemeler şekline dönüşmüştü; ikincisinde soyut belirlemeler somutun
düşünce yoluyla yeniden-üretilmesine doğru giderler. Bu yoldan Hegel, gerçeği,
kendini kendinde toplayıp odaklaştıran, kendi derinliklerine dönen, kendi kendine,
kendi devinimine kaynak olan Düşünce’nin ürünü olarak kavrama hayaline kapıldı
– Oysaki soyuttan somuta yükselme yöntemi düşünce için sadece somutu kendine
mal etmenin, onu zihinde somut olarak yeniden-üretmenin yoludur. Ama somutun
kendisinin oluştuğu süreç bu değildir.” (Marx,
Grundrisse)
Marx’ın
anlattığı bu yönteme, diyalektik yöntem denebilir mi ya da diyalektik yöntem bu
olabilir mi? Burada değinilen yöntemler, analiz ve sentez ile tümevarım ve
tümdengelim yöntemleridir. Hegel felsefesinde tümdengelimle İdea/Tin’den
gerçekliği/somutu oluşturmuştur. Marx’ın yöntemi ise tam tersidir; gerçeklik
analiz edilir ve tümevarımsal yolla soyutlamalara ulaşılır. Fakat bu izlek/yol
içerisinde soyutlanmış kavramlar gerçeklikte taşıdığı ilişki ve etkileşimler
gözetilerek değerlendirilir, düşünülmüş somutlara, sentezlenmiş bütünlüklere de
ulaşılır. Somuttan soyuta-soyuttan düşünülmüş somuta ulaşma yöntemi, aslında
analiz ve sentez ile tümevarım ve tümdengelim yöntemlerinin birleşiminden oluştuğundan
özel bir adlandırmayla “diyalektik yöntem” olarak nitelenmesi doğru olmayacaktır.
Sonuç
Hegel’in
bütün sistemi, insanın kendi soyutlama ürününü yabancılaştırıp (işte Marx’ın
Hegel’de gördüğü yöntem, yaklaşım budur) ona tapmasından ibarettir. “Meyve”
örneği bunu bir manav tezgâhında gösterir; Alman İdeolojisi aynı mekanizmayı
devlet, din, hukuk ve tarih sahnesinde sergiler.
Gerçek
elmalar, armutlar, bademler vardır çünkü ağaçlar tohum verir, köylüler çalışır,
iklim elverir.
Tarih
vardır çünkü insanlar ekmek için üretir, daha iyi yaşamak için mücadele eder,
sınıflar çatışır.
Ne
“Meyve” kendini elma yapar, ne “Tin” tarihi yazar.
Yapan,
her zaman etten kemikten, aç, düşünen, çalışan insandır.
Marksizm’in “diyalektik yöntemi” yoktur; gerçekliğin soyutlanan ilişki ve etkileşimlerinde, karşıtlık ve çelişkilerinde, devinim/hareket ve değişimlerde diyalektik mantık vardır. Bu mantık yakalanıp sergilenebildiği oranda teorinin diyalektik bir yaklaşıma ya da tarza sahip olduğu söylenir. Marx ve Hegel’in kullandıkları, bilim insanlarının ve “sıradan” insanların kullanabilecekleri düşünme/akıl yürütme yolu/yöntemleri analiz, sentez, tümevarım, tümdengelim, retrodüksiyon, modelleme, analoji, tasım gibi metotlardır. Hegel “üçleme” olarak adlandırılabilecek idealist yöntemi de kullanmıştır. Marx ise bu yöntemi kullanmamıştır. Fakat gerçeklikte karşıtlık (tez-antitez karşıtlığı) ile bu karşıtlıkların oluşturduğu bütünler vardır. Ve yine gelişimsel süreçlerde karşıtlıklar çelişki formunu alır ve aşılır (yadsıma yadsınır).

Burada yöntemi duruş yani idealist ve materyalist açıdan da değerlendirmeye ihtiyaç var. Bu açıdan yaklaşılmadığı için sonuçta yöntemi yoksayma gibi bir yanılgıya düşülmüş. Diyalektik maddenin olduğu gibi aklın da hareket yasalarını tarif eder. Durum buysa, maddenin hareketini diyalektik yöntemle tarif eden bir idealist hareketi doğru anlatır, ancak onu başka bir temele oturtur. Daha doğrusu, o temeli gökyüzüne çıkartıp gerçek olandan uzaklaştırır.
YanıtlaSilMateryalist ise maddenin içeriğini anlamak için onun devinimini açığa çıkartmak için, içindeki çelişkili parçaları, niteligi-niceligi, evrimi ve sonunu arar. Sonuçta hareketin en kapsamlı tarifine ulaşır. bunun sonucunda o madde karşısında özgurleşir. Diyalektik yöntem bu süreçte bizi muhtemel sapmalardan, dönüp kalmalardan, mutlak tariflerden korur.
Maddeyi bilim insanlar da çözer, ancak çözülen her parça bir öncekine karşıtlık ekseni oluşturduğu için hep eksik kalır ve bir sonraki gelişme tarafından tamamlanır! birsonraki gelişmeye kadar... Diyalektik yöntem bizi bu süreçler içindeki dogmatikligi, katılaşmaya düşmekten korur. Kıymeti de önemi de buradan gelir. Aksi halde, bulduğumuz her yeni bağlantiyı dünyanın, insanlığın dertlerini çözen tek anahtar olduğu yanılgısına düşer, çözümsüzlük girdabını biraz daha büyütürüz. Konu uzun ve deri, Selamlar, kolaylıklar