MAR
Özet
David
Graeber ve David Wengrow'un kaleme aldığı Her Şeyin Şafağı: İnsanlığın Yeni
Tarihi, insanlık tarihinin geleneksel ve doğrusal anlatısına kökten bir
meydan okuma sunmaktadır. Kitap, küçük, eşitlikçi avcı-toplayıcı gruplardan
başlayıp tarımın icadıyla özel mülkiyete, şehirlere, devletlere ve kaçınılmaz
hiyerarşilere uzanan standart doğrusal ilerleme anlatısını reddeder. Bu
anlatının, Rousseau'nun "masumiyetin kaybı" miti ile Hobbes'un
"herkesin herkese karşı savaşı" tasavvurunun modern bir sentezi
olduğunu ve arkeolojik ve antropolojik kanıtlarla çeliştiğini savunur.
Kitabın
merkezinde, Aydınlanma Çağı düşüncesinin şekillenmesinde kilit bir rol oynayan
ancak genellikle göz ardı edilen "Yerli Eleştirisi" (indigenous
critique) kavramı yer almaktadır. Yazarlar, özgürlük, eşitlik ve toplumsal
düzen üzerine Avrupa'da gelişen fikirlerin, Wendat devlet adamı Kandiaronk gibi
Yerli Amerikalı entelektüellerin Avrupa toplumunun rekabetçi, bencil ve
otoriter yapısına yönelik getirdiği güçlü eleştirilerden derinden etkilendiğini
ortaya koymaktadır. Bu eleştiri, Avrupalıların kendi toplumlarını sorgulamasına
ve "eşitsizliğin kökeni" gibi soruları sormasına yol açmıştır.
Arkeolojik
kanıtları yeniden yorumlayan kitap, tarihöncesi insanların politik olarak
bilinçli aktörler olduğunu ve çok çeşitli toplumsal düzenlemelerle deneyler
yaptığını göstermektedir. Buzul Çağı'nda dahi anıtsal mimari (Göbeklitepe),
görkemli mezarlar (Sunghir) ve büyük yerleşimler (Dolni Vestonice) inşa eden
avcı-toplayıcılar, tek tip küçük ve basit gruplar halinde yaşamamışlardır.
Mevsimsellik, bu toplulukların yılın farklı zamanlarında otoriter ve eşitlikçi
yapılar arasında bilinçli olarak geçiş yapmasını sağlayan önemli bir mekanizma
olarak sunulur.
Kitap,
"Tarım Devrimi"nin ani bir kopuştan ziyade, binlerce yıla (3 bin yıl)
yayılan yavaş, geri döndürülebilir ve genellikle "oyun" benzeri bir
deneyimleme süreci olduğunu savunur. Tarım, otomatik olarak özel mülkiyete veya
hiyerarşiye yol açmamıştır. Benzer şekilde, ilk şehirlerin (Ukrayna'daki
mega-alanlar, erken Mezopotamya, İndus Vadisi) krallar, merkezî bürokrasi veya
belirgin bir toplumsal tabakalaşma olmaksızın var olabildiği kanıtlarla ortaya
konulmuştur. Yazarlar, devletin tek bir kökeni olmadığını; egemenlik, bürokrasi
ve karizmatik siyaset gibi unsurların tarih boyunca farklı kombinasyonlarda ve
nadiren bir arada ortaya çıktığını ileri sürer.
Sonuç
olarak, Her Şeyin Şafağı, bugün içinde yaşadığımız hiyerarşik ve eşitsiz
toplumsal düzenlerin kaçınılmaz bir kader olmadığını, aksine atalarımızın terk
ettiği sayısız olasılıktan sadece biri olduğunu iddia eder. İnsanlık tarihini,
politik hayal gücünün ve bilinçli toplumsal deneylerin zengin bir karnavalı
olarak yeniden sunarak, daha özgür ve eşitlikçi bir gelecek için yeni sorular
sorma ve farklı yollar hayal etme imkânı sunar.
Eserin
Analizi
1.
Geleneksel İnsanlık Tarihi Anlatılarının Eleştirisi
Kitap,
insanlık tarihine dair kemikleşmiş iki temel anlatıyı hedef alarak başlar. Bu
anlatılar, toplumsal eşitsizliğin kökenlerine dair modern tartışmaların
temelini oluşturmakta ancak yazarlara göre hem tarihsel kanıtlarla çelişmekte
hem de politik hayal gücünü kısıtlamaktadır.
Rousseau'nun
Düşüş Efsanesi
Jean-Jacques
Rousseau tarafından popülerleştirilen ve günümüzde Jared Diamond ve Francis
Fukuyama gibi yazarlar tarafından sürdürülen anlatı, insanlığın başlangıçta
küçük, masum ve eşitlikçi avcı-toplayıcı gruplar halinde yaşadığı varsayımına
dayanır. Bu anlatıya göre dönüm noktası tarımın icadıdır.
• Tarım
ve Özel Mülkiyet: Tarım, gıda fazlası birikimine, nüfus artışına ve en
önemlisi özel mülkiyet kavramının ortaya çıkmasına yol açmıştır. Rousseau'nun
meşhur sözleriyle: "Bir araziyi çitle çevirerek, 'Burası benim,'
demeyi düşünen ve ona inanacak kadar saf insanlar bulan ilk insan, sivil
toplumun gerçek kurucusuydu."
• Hiyerarşi
ve Devlet: Özel mülkiyet, zengin ile fakir arasında ayrım yaratmış ve
mülk sahipleri, varlıklarını korumak için devleti ve yasaları icat etmiştir.
Fukuyama'ya göre bu süreç, insanların "doğal durumdan çıkmaya
başlaması" anlamına gelir.
• Kaçınılmaz
Sonuç: Bu görüşe göre, karmaşık ve büyük ölçekli toplumlar kaçınılmaz
olarak hiyerarşi ve eşitsizlik üretir. Rousseau'nun ifadesiyle, "Herkes
özgürlüğünü güvence altına aldığına inanarak zincirlerine doğru koştu."
Yazarlar,
bu anlatının tarihsel bir gerçeklikten çok, bir "kıssa" veya mit
olduğunu ve arkeolojik kanıtların tam tersini gösterdiğini savunur.
Hobbes'un
Doğa Durumu ve Modern Yankıları
Thomas
Hobbes'un insan doğasına ilişkin karamsar görüşü, devlet öncesi hayatın "pis,
vahşi ve kısa" olduğu bir "anarşi" durumu olduğunu
varsayar. Bu görüşün modern bir savunucusu olarak Steven Pinker öne çıkarılır.
• Devletin
Kurtarıcı Rolü: Pinker'e göre, şiddetin meşru kullanımını tekeline
alan devletlerin ortaya çıkışı, insanlığı sürekli bir savaş ve kaos durumundan
kurtaran en büyük gelişmedir. Pinker, "Arkeologlar diyorlar ki
insanlar, yerleşik çiftçilerin şehirler ve devletler halinde birleşip ilk
hükümetleri kurduğu ve medeniyetin ortaya çıktığı beş bin yıl öncesine kadar
bir anarşi halinde yaşıyordu," diyerek bu geçişi temel alır.
• İlerleme
Miti: Pinker, modern yaşamın sağlık, güvenlik ve refah gibi her
ölçütte geçmişten üstün olduğunu istatistiklerle kanıtlamaya çalışır. Ancak
yazarlar, bu istatistiklerin dayandığı öncüllerin sorunlu olduğunu ve
"insan mutluluğunun" bu şekilde ölçülemeyeceğini belirtir.
• Yanomami
Örneği: Hobbesçu argümanların kanıtı olarak sıkça kullanılan Napoleon
Chagnon'un "azgın halk" olarak tasvir ettiği Yanomamiler örneği
eleştirilir. Yazarlar, Yanomamilerin durumunun evrensel bir "ilkel"
durumu temsil etmediğini, aksine Chagnon'un tasvirinin tartışmalı ve
bağlamından kopuk olduğunu vurgular.
Kitap,
bu iki anlatının da insanları, ya ilkel bir masumiyete geri dönmenin
imkansızlığı ya da hiyerarşik devletin kaçınılmazlığı arasında bir sıkışmışlık
hissine mahkûm ettiğini savunur. "Aksi halde umabileceğimiz en iyi
şey, sonsuza kadar yüzümüze basacak olan botun boyutunu ayarlamak veya belki de
bazılarımızın geçici olarak onun yolundan çekilerek biraz daha kıpırdama alanı
açması olacaktır."
2.
"Yerli Eleştirisi" ve Aydınlanma Düşüncesi Üzerindeki Etkisi
Kitabın
en özgün ve merkezi tezi, Aydınlanma Çağı'nın temel kavramlarının kökenini
Avrupa dışına, özellikle de Kuzey Amerikalı Yerli entelektüellerin Avrupa
toplumuna yönelik eleştirilerine dayandırmasıdır.
Avrupalı
Kurumlara Yönelik Eleştiriler
17. ve
18. yüzyıllarda Cizvit misyonerleri ve Fransız gezginler tarafından kaydedilen
diyaloglar, Yerli Amerikalıların Avrupa toplumunu nasıl gördüğüne dair zengin
bir kaynak sunar. Özellikle Wendat (Huron) devlet adamı Kandiaronk'un
Lahontan'ın diyaloglarındaki argümanları öne çıkarılır.
• Özgürlük
ve Otorite: Yerliler, Fransız toplumundaki katı hiyerarşiyi,
insanların üstlerinden sürekli korku içinde yaşamasını ve otoriteye körü körüne
itaat etmesini köleliğe benzetirler. Cizvit Peder Lallemant, Wendat
toplumunda "ebeveynlerin çocukları üzerinde, Kaptanların tebaaları
üzerinde veya ülkenin Kanunlarının bunların herhangi biri üzerinde onlara boyun
eğmekten memnun olmadığı sürece hiçbir kontrolü yok," diyerek bu
durumu şaşkınlıkla kaydeder.
• Para
ve Mülkiyet: Kandiaronk, Avrupa toplumundaki ahlaki çöküşün temel
nedeni olarak para ve özel mülkiyeti görür. "Para dediğiniz şeyin
şeytanların şeytanı olduğunu onaylıyorum; o tüm kötülüklerin kaynağı olan
Fransızların tiranı, ruhların felaketi ve yaşayanların mezbahası." Kendi
toplumlarında zenginliğin başkaları üzerinde güce dönüştürülemediğini, oysa
Fransa'da mülkiyetin doğrudan tahakküm anlamına geldiğini gözlemler.
• Toplumsal
Bağlar ve Karşılıklı Yardım: Yerliler, Avrupalıların rekabetçi,
bireyci ve birbirine karşı cömert olmayan doğasını eleştirirler. Kendi
toplumlarındaki yoğun toplumsal bağları, paylaşımı ve karşılıklı yardımlaşmayı
üstün bir değer olarak görürler.
Özgürlüğün
Anlamı Üzerine Çatışma
Cizvit
misyonerleri, Yerlilerin bireysel özerkliğe ve özgürlüğe verdiği değeri
anlamakta zorlanmış ve bunu Hristiyanlığın yayılması önündeki en büyük engel
olarak görmüşlerdir.
• "Lanetli
Özgürlük": Bir Cizvit, "vahşilerin lanetli
özgürlüğünün" onların "Tanrı'nın yasasının
boyunduruğuna tabi olmalarının" önündeki en büyük engel
olduğundan şikâyet eder. Misyonerler için gerçek özgürlük, Tanrı'nın iradesine
teslim olmak anlamına gelirken, Yerliler için bu, kimsenin iradesine boyun
eğmemekti.
• Mantık
ve Belagat: Cizvitler, Yerlilerin mantıksal muhakeme ve belagat
yeteneklerinden derinden etkilenmişlerdir. Peder Lejeune, "Onların
neredeyse hiçbiri bilgileri dahilindeki konularda çok iyi bir şekilde -ve iyi
şartlarda- konuşma veya muhakeme yeteneğinden yoksun değildir," diye
yazar. Bu entelektüel eşitlik, Avrupa'nın üstünlük iddialarını temelden
sarsmıştır.
Tarihsel
Etki
Yazarlar,
bu "Yerli eleştirisinin" Avrupa'da bir şok etkisi yarattığını ve
Aydınlanma düşünürlerini derinden etkilediğini savunur.
• Eleştirel
Geleneğin Doğuşu: Montesquieu, Voltaire, Diderot gibi neredeyse tüm
büyük Aydınlanma düşünürleri, kendi toplumlarını hayali bir
"yabancının" (İranlı, Tahitili, Wendat) gözünden eleştiren eserler
kaleme almışlardır. Bu eserlerdeki temalar doğrudan Kandiaronk'unkilerle
örtüşür.
• Evrimci
Teorilerin Yükselişi: Turgot gibi düşünürler tarafından geliştirilen
insanlığın "avcılık, hayvancılık, tarım, ticaret" gibi aşamalardan
geçtiği teorisi, bu Yerli eleştirisine bir yanıt olarak ortaya çıkmıştır. Bu
teori, Avrupa toplumlarının teknolojik ve ekonomik olarak "daha
ileri" olduğunu iddia ederek, ahlaki ve siyasi eleştirileri etkisiz
kılmayı ve Avrupa üstünlüğünü yeniden tesis etmeyi amaçlamıştır.
• Tersine
Dönüş: Benjamin Franklin'in gözlemi, bu entelektüel alışverişin pratik
sonuçlarını özetler: Avrupalı yerleşimciler sık sık Yerli toplumlarına
katılmayı ve geri dönmemeyi tercih ederken, Yerlilerin Avrupa toplumuna entegre
olma girişimleri neredeyse her zaman başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Franklin'in
yazdığı gibi: "Aramızda bir Kızılderili çocuk yetiştirildiğinde...
akrabalarını görmeye gider ve onlarla bir Kızılderili Kargaşası yaşarsa, onu
bir daha geri dönmeye ikna etmeyiz."
3.
Tarihöncesi Toplumların Siyasi Çeşitliliği ve Bilinci
Kitap,
"ilkel" insanın politik hayal gücünden yoksun, tek tip gruplar
halinde yaşadığı fikrini reddeder. Aksine, atalarımızın bilinçli politik
aktörler olarak sürekli farklı toplumsal yapılar denediğini savunur.
Mevsimsellik
ve "Çifte Morfoloji"
Marcel
Mauss ve Claude Lévi-Strauss gibi antropologların çalışmalarına dayanan bu
argüman, birçok avcı-toplayıcı ve bahçıvan toplumun yılın farklı zamanlarında
tamamen farklı toplumsal yapılara sahip olduğunu gösterir.
• Nambikwara
Örneği: Lévi-Strauss'un Nambikwaralar üzerine yaptığı çalışma, bu
halkın yağmur mevsiminde bahçecilikle uğraşan, birkaç yüz kişilik köylerde
yaşadığını; kurak mevsimde ise yiyecek aramak için küçük, göçebe gruplara
ayrıldığını gösterir. Reislerin otoritesi kurak mevsimde artarken, yağmurlu
mevsimde neredeyse yok olur.
• Kwakiutl
ve Inuit: Kuzey Amerika’nın Kuzeybatı Kıyısı'ndaki Kwakiutllar kışın
aristokratik, hiyerarşik bir düzende, büyük ziyafetlerle (potlatch) yaşarken;
yazın daha küçük ve daha az resmi gruplara ayrılırlardı. Hatta yılın zamanına
göre farklı isimler kullanırlardı. Inuitler ise yazın ataerkil aile grupları
halinde yaşarken, kışın büyük toplanmalarda bu otorite yapıları altüst olurdu.
• Politik
Bilinç: Bu mevsimsel geçişlilik, bu toplumların kendi sosyal
düzenlerini doğal ve değişmez olarak görmelerini engellemiş, onlara toplumsal
yapılar üzerine düşünme ve onları bilinçli olarak şekillendirme yeteneği
kazandırmıştır. Bu, "toplumsal yapıları tek seferde görmelerine izin
verdi."
Buzul
Çağı'nın Beklenmedik Karmaşıklığı
Yeni
arkeolojik bulgular, tarımdan on binlerce yıl önce, Paleolitik Çağ'da insan
toplumlarının sanıldığından çok daha karmaşık ve çeşitli olduğunu ortaya
koymaktadır.
• Anıtsal
Mimari: Türkiye'deki Göbeklitepe gibi MÖ 9000'lere
tarihlenen devasa taş tapınaklar veya Doğu Avrupa'daki mamut kemiklerinden
yapılmış etkileyici dairesel yapılar, avcı-toplayıcıların büyük ölçekli,
organize projeler yürütebildiğini gösterir.
• Görkemli
Mezarlar: Rusya'daki Sunghir gibi alanlarda bulunan
ve binlerce mamut dişi boncuğu ile süslenmiş "prens" mezarları,
25.000 yıl önce bile statü ve hiyerarşi benzeri ayrımların var olabildiğini
düşündürmektedir.
• Büyük
Toplanma Alanları: Dolni Vestonice gibi yerleşimler,
insanların mevsimsel olarak büyük sayılarda bir araya geldiği, karmaşık
ritüeller düzenlediği ve uzak mesafelerle ticaret yaptığı merkezlerdi.
Bu
kanıtlar, insanlığın on binlerce yıl boyunca küçük ve eşitlikçi gruplar halinde
yaşadığına dair standart anlatıyı çürütmektedir. Ancak yazarlar, bu hiyerarşik
yapıların kalıcı olmadığını vurgular. Zengin mezarlar ve anıtlar, coğrafi
olarak dağınık ve zamansal olarak aralıklıdır, bu da kalıcı devletler veya
hanedanlar yerine mevsimsel veya geçici iktidar biçimlerine işaret eder.
4.
Tarım, Mülkiyet ve Hiyerarşinin Yeniden Değerlendirilmesi
Kitap,
tarım ve özel mülkiyetin yükselişini insanlık için kaçınılmaz bir dönüm noktası
olarak gören geleneksel görüşü sorgular.
"Tarım
Devrimi"nin Reddi
"Tarım
Devrimi" kavramının kendisi yanıltıcıdır. Tarıma geçiş, ani bir olaydan
çok, yaklaşık 3000 yıl süren yavaş, parçalı ve genellikle geri döndürülebilir
bir süreçti.
• Adonis
Bahçeleri: Yazarlar, Platon'un küçümsediği, kadınların şenlikler için
yetiştirdiği kısa ömürlü "Adonis bahçeleri" metaforunu kullanır. İlk
tarım, ciddi bir gıda üretiminden çok, ritüel, oyun ve toplumsal amaçlarla
yapılan bir "oyun çiftçiliği" idi.
• Çatalhöyük
Örneği: Dünyanın en eski büyük yerleşimlerinden biri olan
Çatalhöyük'te, halk yerleşik hayata geçtikten sonra bile büyükbaş hayvanları
evcilleştirmemiş, avcılığa devam etmiştir. Evlerin içindeki karmaşık ritüel
hayat, "ciddi" bir tarım ahlakından çok, daha oyunbaz ve sembolik bir
dünya görüşünü yansıtır.
• Tarımı
Reddetmek: Birçok avcı-toplayıcı toplum, tarımın nasıl yapıldığını
bilmelerine rağmen, daha fazla çalışma gerektirdiği ve daha az özgürlük sunduğu
için bilinçli olarak reddetmiştir. Bir !Kung avcısının dediği gibi: "Dünyada
bu kadar çok mongongo yemişi varken onu neden ekelim?"
Mülkiyet,
Kölelik ve "Şizmojenez"
Kitap,
mülkiyet kavramlarının ve tahakküm biçimlerinin evrensel olmadığını,
toplumların birbirlerine karşıt olarak kendilerini tanımladıkları
"şizmojenez" süreçleriyle şekillendiğini savunur. Kuzey Amerika'nın
Pasifik Kıyısı bu duruma çarpıcı bir örnek sunar.
• Kuzeybatı
Kıyısı (Kwakiutl vb.): Bu bölgedeki toplumlar, zengin balık
kaynaklarına dayanıyordu. Aristokratik bir yapıya, unvanlara, büyük ziyafetlere
(potlatch) ve en önemlisi kurumsallaşmış köleliğe sahiptiler. Toplumları
"kahramanca" bir ethos etrafında şekillenmişti; zenginlik gösteriş
için, güç ise baskınlar ve köle edinmek için kullanılıyordu.
• Kaliforniya
(Yurok vb.): Hemen güneydeki komşuları olan Kaliforniya toplumları ise
köleliği tamamen reddetmişti. Ekonomileri daha zahmetli olan meşe palamuduna
dayanıyordu. Değer sistemleri ise tam tersiydi: Çalışma ahlakı, bireysel
kazanç, tutumluluk ve gösterişten kaçınma (bir tür "püriten" ahlakı)
öne çıkıyordu. Kabuk parasını bir mübadele aracı olarak kullanıyorlardı.
• Bilinçli
Reddediş: Yazarlar, Kaliforniya toplumlarının bu değer sistemini,
kuzeydeki komşularının aristokratik ve köleci yaşam tarzına karşı bilinçli bir
reddediş olarak geliştirdiğini savunur. Bu, sadece farklı ekolojik uyumların
bir sonucu değil, ahlaki ve politik bir tercihti.
5.
Kralsız Şehirler ve Devletsiz Yönetim Biçimleri
Kitap,
büyük ölçekli ve karmaşık toplumların illaki merkezî, hiyerarşik bir devlete
ihtiyaç duyduğu varsayımını çürütür. Tarih, kendi kendini yöneten şehirlerin
sayısız örneğini sunar.
|
Şehir/Kültür |
Konum |
Tarih
(yaklaşık) |
Özellikler |
|
Trypillia
Mega-Alanları |
Ukrayna |
MÖ
4100-3300 |
On
binlerce nüfuslu, devasa, dairesel planlı şehirler. Saray, tapınak veya
merkezî yönetim kanıtı yok. Eşitlikçi ilkelere dayalı mahalle düzenlemeleri. |
|
Erken
Uruk |
Mezopotamya |
MÖ
4000-3100 |
Dünyanın
ilk şehirlerinden biri. Kralların ortaya çıkmasından yüzlerce yıl önce var
oldu. Yönetim, tapınak bürokrasileri ve halk meclisleri tarafından
yürütülüyordu. |
|
Mohenjo-daro |
İndus
Vadisi |
MÖ
2600-1900 |
Titiz
şehir planlaması, gelişmiş kanalizasyon sistemi. Kraliyet sarayları, anıtsal
tapınaklar veya savaş tasvirleri yok. Yönetim, muhtemelen rahipler veya sivil
komiteler tarafından sağlanıyordu. |
|
Teotihuacan |
Meksika
Vadisi |
MS
100-550 |
Anıtsal
piramitlere rağmen, kralların tasvirleri veya sarayları yok. MS 300'den
sonra, şehrin nüfusunun çoğunluğu için yüksek standartlı, apartman benzeri
toplu konutlar inşa edildi. |
Devletin
Kökeninin Olmayışı
Yazarlar,
"devletin" tek bir kökeni veya tanımı olmadığını savunur. Bunun
yerine, modern devletlerde bir araya gelen üç temel tahakküm ilkesini ayırmayı
önerirler:
1. Egemenlik: Şiddet
üzerindeki kontrol; karizmatik, keyfi iktidar.
2. Yönetim
(Bürokrasi): Bilgi üzerindeki kontrol; idari aygıt.
3. Rekabetçi
Siyaset: Karizmatik liderlerin takipçi kazanmak için yarıştığı politik
alan.
Tarihsel
olarak bu üç unsur nadiren bir araya gelmiştir.
• Mısır
Firavunları ve İnka İmparatorları, muazzam bir egemenliğe ve
bürokrasiye sahipti ama rekabetçi bir siyasi alanları yoktu.
• Klasik
Yunan şehir devletleri, yoğun bir rekabetçi siyasete ve bir miktar
bürokrasiye sahipti ama egemenlik kavramları çok daha dağınıktı.
• Olmek
veya Chavin gibi ilk rejimler, karizmatik figürler etrafında
şekillenen bir egemenliğe sahip olabilirlerdi ama bürokratik bir yönetimleri
yoktu.
Bu
çerçeve, farklı toplumları tek bir evrimsel merdivene yerleştirmek yerine,
onların kendi özgün politik kombinasyonlarını anlamayı mümkün kılar.
Eser
Hakkında Bir Değerlendirme
I.
Kitabın Temel Tezi ve Metodolojisi
Kitap,
standart "İnsanlık Tarihi" anlatılarına, özellikle de Rousseau
ve Hobbes gibi Aydınlanma düşünürlerinden gelen varsayımlara kökten bir
eleştiri getirir.
1.
Standart Anlatı Eleştirisi
Graeber
ve Wengrow, insanlık tarihine dair yaygın kabul gören iki ana hikâyeyi
reddeder:
- Hobbesçu
Görüş (Doğal Durum: Kaos):
İnsanlık başlangıçta şiddet dolu, kısa ve sefil bir hayat sürüyordu;
otoriter devletler bizi kurtardı.
- Rousseaucu
Görüş (Doğal Durum: Saflık):
İnsanlar başlangıçta saf ve eşitlikçiydi ("asil vahşi"); tarımın
ve devletin ortaya çıkmasıyla yozlaştı.
Yazarlar,
bu anlatıların bilimsel verilerden çok mitolojiye dayandığını ve
insanlık tarihini basit, tek yönlü bir evrim şemasına sıkıştırdığını iddia
eder.
2.
Metodoloji ve Veri Kullanımı
Kitabın
bilimsel dayanağı, arkeoloji ve antropolojiden gelen geniş bir
veri yelpazesine dayanır. Yazarlar:
- Yüzlerce
farklı kültür, toplum ve arkeolojik alanı karşılaştırır.
- Özellikle
tarım öncesi ve erken tarım dönemlerine odaklanarak,
geleneksel tarih kitaplarında göz ardı edilen karmaşık, eşitlikçi ve esnek
toplumları öne çıkarır.
- Verileri,
katı evrimsel aşamalar yerine, toplumların bilinçli olarak seçtiği
ve mevsimsel olarak değiştirdiği toplumsal düzenlemeler (örneğin,
kışın hiyerarşik, yazın eşitlikçi olma) fikrini desteklemek için kullanır.
II.
Kitabın Bilimsel Katkıları ve Tartışmalı Noktaları
Bilimsel
Katkıları
- İnsan
Özgürlüğüne Vurgu:
Kitap, insanların tarih boyunca "toplumsal hayali"
tasarlama konusunda çok daha yaratıcı ve özgür olduğunu gösteren zengin
arkeolojik kanıtlar sunar. Tek bir "ilerleme" yolu olmadığını,
birden fazla toplumsal modelin aynı anda var olduğunu vurgular.
- Önyargıların
Sorgulanması:
Antropologların ve arkeologların Avrupa merkezli varsayımlarını
(örneğin, hiyerarşinin kaçınılmaz olduğu, devletin tek karmaşık
organizasyon biçimi olduğu) sertçe sorgular.
- Erken
Tarım Dönemi: Göbeklitepe
gibi yerlerden başlayarak, tarımın ve yerleşik yaşamın, beklenen
"kaçınılmaz devlet" sonucunu doğurmadığına dair kanıtlar sunar.
Örneğin, erken tarımcıların bilinenin aksine hiyerarşik baskıya
geçmek yerine esnek yaşam tarzlarını sürdürdükleri gösterilir.
Tartışmalı
ve Eleştirilen Noktaları
Kitap,
bilim çevrelerinde büyük ilgi görmesinin yanı sıra, metodolojisi ve tezlerinin
kapsamı nedeniyle önemli eleştirilere de maruz kalmıştır:
- Anekdotal
Seçicilik (Cherry-Picking):
En önemli eleştirilerden biri, yazarların tezlerini destekleyen nadir,
istisnai veya bağlamından koparılmış örnekleri aşırı vurguladığı
yönündedir. Eleştirmenler, sunulan örneklerin genel insanlık tarihinin
büyük bir kısmını yansıtmakta yetersiz kaldığını savunur.
- Siyasal
Yönelim: David
Graeber'in anarşist kimliği göz önüne alındığında, eleştirmenler
kitabın siyasal bir ajandaya sahip olduğunu ve tarihsel verileri, hiyerarşinin
meşruiyetini yıkmak amacıyla kasıtlı olarak seçtiğini öne sürer. Yani,
teoriyi kanıtlara değil, kanıtları teoriye uydurmaya çalıştığı iddia
edilir. Yine de tarih biliminin onu yazanların bakış açısından bağımsız
olamayacağı göz önüne alındığında, bu eleştirinin haklılık payı azdır.
- Kesinlik
Eksikliği:
Arkeolojik ve antropolojik veriler genellikle yoruma açıktır. Kitabın,
bazı toplumlardaki eşitsizliğin boyutunu küçümsediği veya karmaşık
hiyerarşik yapıları basitçe "oyun" olarak nitelendirdiği
yönünde eleştiriler vardır.
III.
Bilimsel Değerlendirme
Her
Şeyin Şafağı, bilimsel
bir çalışma olmaktan ziyade, mevcut bilimsel verileri kullanarak yeni ve
radikal bir yorum getiren bir tarih sentezi olarak
değerlendirilmelidir.
|
Kriter |
Değerlendirme |
|
Veri
Zenginliği |
Yüksek.
Kitap, arkeoloji ve antropoloji literatüründen olağanüstü geniş bir birikimi
bir araya getirir. |
|
Metodolojik
Keskinlik |
Karışık.
Standart anlatıyı yıkmadaki analitik gücü yüksekken, sunduğu
alternatif modelin evrenselliği ve ispat gücü düşüktür. |
|
Hipotez
Üretme |
Yüksek.
Kitap, hiyerarşinin kaçınılmaz olmadığı ve büyük ölçekli toplumsal
organizasyonun devlet olmadan da var olabileceği yönünde güçlü yeni
hipotezler sunar. |
|
Bilimsel
Etki |
Çok
Yüksek. Kitap, antropoloji, arkeoloji ve sosyoloji alanlarında yeni
tartışma hatları açmış ve standart paradigmayı sarsmıştır. |
Sonuç
Kitap,
bir çığır açıcı metindir. Tarihsel kanıtları, eleştirel bir lensle yeniden
okuyarak, insanlığın politik potansiyelini serbest bırakmayı amaçlar. Kesin
bilimsel gerçekler dizisi olmaktan çok, disiplinler arası bir tartışma daveti
ve eleştirel bir manifesto işlevi görür. Bilim insanları için, mevcut tarihsel
varsayımları sorgulama ve yeni araştırmalar yapma konusunda güçlü bir
motivasyon kaynağıdır.
Her
Şeyin Şafağı, insanlık
tarihine dair yerleşik mitleri yıkarak yeni bir perspektif sunar.
• Kaçınılmazlığın
Reddi: Eşitsizlik, hiyerarşi ve otoriter devlet, insanlığın kaçınılmaz
kaderi değildir. Tarih, bu yapıların olmadığı veya bilinçli olarak reddedildiği
uzun dönemler ve başarılı toplumlarla doludur.
• Politik
Hayal Gücü: Atalarımız, bizim genellikle hayal etmekte zorlandığımız
bir politik esnekliğe ve yaratıcılığa sahipti. Farklı toplumsal düzenler
arasında geçiş yapabiliyor, yeni kurumlar icat edebiliyor ve özgürlüklerini
korumak için bilinçli stratejiler geliştirebiliyorlardı.
• Daha
İyi Sorular Sormak: Kitap, "eşitsizliğin kökeni nedir?" gibi
kapanmış sorulardan vazgeçip, "insanlar özgürlüklerini nasıl
kaybettiler?", "toplumlar belirli tahakküm biçimlerine nasıl takılıp
kaldılar?" ve en önemlisi "yeniden farklı bir şey yapmaya nasıl
başlayabiliriz?" gibi daha açık ve üretken sorular sormaya davet eder.
Sonuç
olarak, kitap, geçmişe bakışımızı değiştirerek gelecekteki olasılıklarımızı
genişletmeyi amaçlayan, kapsamlı ve provokatif bir çalışmadır. İnsanlık
tarihini bir düşüş hikayesi olarak değil, henüz tamamlanmamış bir siyasi
deneyler bütünü olarak görmemizi önerir. Şimdiye kadar her coğrafyada geçerli tek
doğrusal bir hat olarak kavranan insanlık tarihini yeniden düşünmeye davet etmesi
onu değerli kılar.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.