Marksist Araştırmalar [MAR] | Komünizm: Tarihin Çözülen Bilmecesi

31 Aralık 2025 Çarşamba

Zihin Felsefesine Giriş

Mahmut Boyuneğmez

Giriş: Zihnin Sınırlarını Aramak

Zihin felsefesinin en temel ve kışkırtıcı sorusuyla başlayalım: "Zihin nedir ve tam olarak nerededir?". Bu soru, felsefe tarihinin en derin tartışmalarından birini ateşlemiştir. René Descartes'ın zihni bedenden ayrı, maddi olmayan bir "töz" olarak konumlandıran ikici (dualist) yaklaşımından bu yana, modern felsefe ve bilim zihni daha somut bir yere, özellikle de beynin içine yerleştirmeye çalışmıştır. Bilişsel bilimlerin ve nörobilimin yükselişiyle birlikte zihnin beyinle özdeşleştirilmesi, adeta varsayılan bir kabul haline gelmiştir. Bu süreçte zihin, ruhani bir gizem olmaktan çıkıp biyofiziksel bir araştırma nesnesine dönüşmüştür.

Bu yazı, sizi zihnin konumu üzerine şekillenen felsefi bir yolculuğa çıkaracak. Bu yolculukta, zihnin nerede başladığı ve dünyanın nerede bittiği sorusuna verilen dört temel cevabı adım adım inceleyeceğiz:

1. Düz Materyalizm: Zihin, beyinden başka bir şey değildir.

2. İşlevselcilik: Zihin, donanımdan bağımsız bir yazılımdır.

3. Bedenli Biliş: Zihin, bedenin dünya ile etkileşiminden doğar.

4. Yayılmış Zihin: Zihin, bedenin sınırlarını aşarak dünyaya sızar.

Bu soruyu yanıtlama yolundaki ilk ve en somut durak, zihni doğrudan beyinle özdeşleştiren yaklaşımdır.

1. Zihin Beynin İçindedir: Düz Materyalizm

Düz materyalizm, zihin hakkındaki gizemi ortadan kaldırmayı hedefleyen en doğrudan yaklaşımdır. Temel iddiası oldukça basittir: Zihinsel durumlar (düşünceler, inançlar, duygular), beyindeki nöral durumlardan başka bir şey değildir. Bu görüşe göre "zihin", beynin karmaşık biyolojik ve kimyasal süreçlerine verilen bir isimden ibarettir. Burada zihin, nöronların ateşlenmesi ve sinaptik iletimlerin toplamına indirgenmiş bir epifenomen (gölge olay) olarak görülür. Bu yaklaşımın temel amacı, zihni metafiziksel tartışmalardan kurtarıp onu nörobilim gibi pozitif bilimlerin incelenebilir bir nesnesi haline getirmektir. Paul Churchland gibi filozoflar, bilincin gizemli bir fenomen olmadığını, tamamen beynin nöral donanımıyla açıklanabileceğini savunur. Onlara göre "halk psikolojisi" (folk psychology) kavramları olan inanç ve arzu, yerini nöral devre analizlerine bırakmalıdır.

• Temel Fikir: Zihin, beynin biyolojik bir ürünüdür.

• Hedef: Zihne dair gizemi ortadan kaldırıp onu nörobilimin konusu yapmaktır.

• Anlamı: Bilinç, düşünce ve duygular tamamen beyindeki fiziksel süreçlere indirgenebilir.

Peki ya zihni değerli kılan şey, yapıldığı "malzeme" değil de yerine getirdiği "işlev" ise? Bu soru, bizi bir sonraki durağımıza götürüyor.

2. Zihin Bir Yazılımdır: İşlevselcilik

İşlevselcilik, zihni anlamak için güçlü bir metafor kullanır: Zihin bir bilgisayar programı (yazılım), beyin ise bu programı çalıştıran makinedir (donanım). Bu görüşe göre önemli olan, zihnin hangi maddeden yapıldığı değil, hangi işlevi yerine getirdiğidir. Bu bakış açısı, zihinsel süreçleri biyolojik zorunluluktan kurtarıp algoritmik bir evrenselliğe taşır.

Bu yaklaşımın merkezinde "çoklu gerçekleştirilebilirlik" (multiple realizability) ilkesi yer alır. Bu ilkeye göre, aynı zihinsel işlevi (örneğin toplama işlemi yapmak veya bir şeye inanmak) yerine getiren herhangi bir sistem, zihinsel durumlara sahip olabilir. Bu sistemin biyolojik bir beyin, silikondan yapılmış bir bilgisayar çipi veya bambaşka bir materyalden oluşması fark etmez. Bir hesap makinesinin yaptığı toplama işlemi ile bizim zihnimizden yaptığımız toplama işlemi, işlevsel olarak aynıdır; ancak bu, iki sürecin altında yatan deneyimin veya bilinç durumunun aynı olduğu anlamına gelmez. İşte bu nokta, işlevselciliğin en çok eleştirildiği konulardan biridir.

Çince Odası ve Anlam Sorunu

John Searle’ün "Çince Odası" argümanı, bir sistemin dışarıdan bakıldığında zeki görünmesinin, o sistemin gerçekten bir zihne veya anlama yetisine sahip olduğu anlamına gelmediğini çarpıcı bir şekilde gösterir. Searle bizi, hiç Çince bilmeyen birinin kapalı bir odada olduğunu hayal etmeye davet eder. Bu kişi, elindeki karmaşık bir kural kitabı sayesinde, dışarıdan kendisine gönderilen Çince sembollere (girdi), hangi sembolle karşılık vereceğini (çıktı) bulabilmektedir. Dışarıdaki bir gözlemci, içerideki kişinin Çince anladığını düşünebilir; oysa içerideki kişi sadece şekilleri birbiriyle eşleştirmektedir, sembollerin ne anlama geldiğine dair en ufak bir fikri yoktur.

Searle’e göre bilgisayarlar da tam olarak böyledir: Onlar sadece sözdizimsel (syntactic) kuralları takip ederler, fakat bu kuralların işaret ettiği anlamlar dünyasına (semantics) asla erişemezler. Bu durum, zihnin sadece bir "hesaplama" olmadığını, biyolojik gerçekliğin ve öznel deneyimin işlevden koparılamayacağını savunanlar için temel bir dayanak noktasıdır.

Sistem Cevabı (The Systems Reply)

Ancak işlevselciler bu sert eleştiriye "Sistem Cevabı" ile karşılık verirler. Bu görüşe göre, odanın içindeki kişinin tek başına Çince anlamadığı doğrudur; fakat zekâ veya "anlama" eylemi zaten kişiye değil, tüm sisteme (kişi + kural kitabı + odadaki semboller) aittir. Bir nöronun tek başına düşünmediği ama beynin bir bütün olarak düşündüğü gerçeği gibi, Çinceyi anlayan da tek başına "adam" değil, odanın oluşturduğu tüm mekanizmadır. Bu karşı argüman, Marksist "kolektif zekâ" anlayışımızla dolaylı bir temas kurar: Anlam, parçaların içinde değil, bu parçaların kurduğu ilişkisel bütünlüğün içinde beliriverir.

İşlevselcilik, zihni biyolojik donanımdan soyutlayarak yapay zekâ çalışmalarına güçlü bir felsefi zemin sunmuştur. Eğer zihin bir tür hesaplama ise, bu hesaplamayı yapabilen her makine potansiyel olarak bir zihne sahip olabilir. İlginç bir şekilde, işlevselciliğin zihni bedenden bu kadar soyutlaması, onu iki zıt kutuptan gelen eleştirilerin hedefi haline getirmiştir. Bir yanda düz materyalistler, bilincin benzersiz bir şekilde biyolojik bir fenomen olduğunu ve beyin "donanımından" ayrılamayacağını savunurken; diğer yanda "gizemciler" olarak bilinen filozoflar, öznel deneyimin (qualia) yalnızca işlevsel rollerle açıklanamayacağını ileri sürmüştür.

Peki zihni bedenden bu kadar kolayca ayırabilir miyiz? Düşüncelerimiz ve deneyimlerimiz, içinde yaşadığımız bedenden ne kadar bağımsız olabilir?

3. Zihin Bedene Geri Döner: Bedenli Biliş (Embodied Cognition)

Bedenli biliş, işlevselciliğin zihni bedenden uzaklaştıran "kavanozdaki beyin" metaforuna güçlü bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Bu teori, zihni ve bedeni yeniden bir araya getirmeyi amaçlar. Zihnin salt bir veri işleyici değil, biyolojik bir organizmanın hayatta kalma stratejisi olduğunu hatırlatır.

Bedenli bilişin ana fikri şudur: Zihin, sadece beynin içinde olup biten bir süreç değil, tüm bedenin dünya ile dinamik etkileşiminden doğan "beliren" (emergent) bir fenomendir (yani, parçaların tek tek sahip olmadığı, ancak sistemin bir bütün olarak etkileşiminden doğan yeni bir özelliktir). Düşünme, algılama ve hissetme gibi zihinsel süreçler, bedenimizin yapısından, hareket etme biçimimizden ve çevremizle kurduğumuz duyusal-motor ilişkilerden ayrılamaz. Zihin, bedenin bir parçasıdır ve beden aracılığıyla dünyaya kök salmıştır. Örneğin, "sıcaklık" kavramını anlamamız, bedenimizin deri reseptörleriyle dünyayı deneyimlemesinin bir sonucudur.

Bu iddianın somut kanıtlarından biri "plastik el illüzyonu" deneyidir. Bu deneyde, katılımcının gerçek eli gizlenir ve önüne sahte bir plastik el konur. Gözlerinin önündeki sahte el ile gizlenmiş gerçek el aynı anda fırçayla okşandığında, katılımcı bir süre sonra plastik eli kendi bedeninin bir parçası gibi hissetmeye başlar. Bu, zihnin beden haritasının ne kadar esnek olduğunu ve bedensel deneyimin sabit olmadığını gösteren güçlü bir örnektir. Bu yaklaşım, zihni düz materyalizm gibi sadece beyne hapsetmez. Ona göre zihin beyinden değil, tüm bedenin dünya ile olan etkileşiminden doğar (Gallagher, 2023). Bu yönüyle bedenli biliş, fenomenoloji ile nörobiyoloji arasında bir köprü kurar.

Zihin, bedenin sınırları içinde yeniden konumlandırıldı. Peki ya zihnin sınırları bedenin bile ötesine taşıyorsa?

4. Zihin Dünyaya Sızar: Yayılmış Zihin Hipotezi (The Extended Mind)

Geldik en radikal iddiaya: Zihinsel süreçler, kafatasının ve bedenin dışına taşarak çevreyle bütünleşebilir. Filozof Andy Clark'ın deyişiyle, "biliş dünyaya ve bedene sızar". Bu hipoteze göre, beynimiz bazı işlevleri yerine getirmek için dış dünyadaki araçları o kadar bütünleşik bir şekilde kullanır ki, bu araçlar artık sadece bir "yardımcı" değil, zihinsel sürecin "kurucu bir parçası" haline gelir. Bu yaklaşım, ontolojik olarak "içerisi" ve "dışarısı" arasındaki keskin ayrımı yıkar.

Bu radikal fikir, soyut bir spekülasyon olmanın ötesinde, nörobilimsel bulgularla da desteklenmektedir. Örneğin, beynimiz "beden-civarındaki alan" (peripersonal space) olarak bilinen alanı farklı kodlar. Iriki ve ekibinin yaptığı deneyde, maymun tırmığı kullanmada ustalaştıkça, beyin hücrelerinin tırmığı adeta kolunun bir uzantısı olarak algılamaya başladığı gözlemlenmiştir. Bu, zihnin bir aleti bedenin şemasına nasıl dahil edebildiğinin somut bir kanıtıdır.

Bu teorinin felsefi temelini Denklik İlkesi (Parity Principle) oluşturur. Bu ilke basitçe şunu söyler: Eğer kafamızın dışındaki bir araç (örneğin bir not defteri), beynimizin yaptığı bir işlevi aynı şekilde yerine getiriyorsa, o aracın da zihinsel sürecin bir parçası olduğunu kabul etmeliyiz. Bu fikri somutlaştırmak için Andy Clark ve David Chalmers'ın ünlü Inga ve Otto düşünce deneyine bakalım:

• Inga: Bir müzeye gitmek istemektedir. Müzenin 53. caddede olduğunu hatırlar ve oraya doğru yola çıkar. Inga'nın "Müze 53. caddededir" inancı, onun biyolojik hafızasının, yani beyninin bir parçasıdır.

• Otto: Alzheimer hastasıdır ve bilgileri hatırlamak için sürekli yanında taşıdığı bir not defterini kullanır. O da aynı müzeye gitmek istemektedir. Defterini açar, müzenin adresinin 53. cadde olduğunu okur ve yola çıkar.

• Sonuç: Argümana göre, Otto'nun not defteri, Inga'nın biyolojik hafızasıyla işlevsel olarak birebir aynı rolü oynamaktadır. İkisi de bir inancı depolamakta ve gerektiğinde eyleme yön vermek için kullanılmaktadır. Bu nedenle, Otto'nun not defteri, onun zihninin meşru bir parçasıdır. Otto'nun inancı, sadece beyninde değil, "Otto + Not Defteri" sisteminde var olur.

Bu teori, teknolojiyle giderek daha fazla bütünleşen bizlerin birer "doğal-doğmuş siborg" (Clark, 2003) olduğumuzu öne sürer. Telefonlarımız, ajandalarımız ve bilgisayarlarımız, zihnimizin birer uzantısı olabilir. Dijital cihazlarımızın artık bilişsel ekosistemimizin hayati organları olduğu söylenebilir.

Yayılmış zihin hipotezi, özellikle 1998’de Clark ve Chalmers’ın “The Extended Mind” makalesiyle ortaya atıldığından beri çok sayıda eleştiriye maruz kalmıştır. Bunların başında “cognitive bloat” (bilişsel şişme) sorunu gelir: Eğer her türlü dışsal araç zihnin parçası sayılırsa, o zaman zihnin sınırı diye bir şey kalmaz ve kavram aşırı genişler (Adams & Aizawa, 2001; 2008). Bir diğer önemli eleştiri, “nedensellik-kuruculuk ayrımı”dır: Eleştirmenler (örneğin Rupert, 2004-2010), dış araçların zihinsel süreçlere yalnızca nedensel katkı sağladığını, kurucu (constitutive) bir parça olmadığını savunur. Ayrıca, parity principle’ın “bilişsel olanın içsel niteliği” (mark of the cognitive) ile çeliştiği öne sürülür; dışsal araçların türemiş (derived) süreçler olduğu, yalnızca içsel süreçlerin gerçek anlamda bilişsel sayılabileceği iddia edilir. Bu eleştirilere karşı, özellikle toplumsal pratik ve tarihsel birikim bağlamında dış araçların kurucu rolünün göz ardı edilemeyeceği vurgulanmaktadır.

ChatGPT ve Dijital Çince Odası

“Çince Odası” üzerine olan kadim tartışma, günümüzde ChatGPT gibi Büyük Dil Modelleri (LLM) ile yeniden alevlenmiştir. Bu modeller, milyarlarca parametreyi istatistiksel olarak işleyerek bize anlamlı cevaplar üretir. Ancak felsefi soru bakidir: Bu algoritmalar gerçekten bir "anlam" dünyasına mı sahiptir, yoksa tarihin en büyük ve en hızlı "Çince Odası" mıdır? Bize göre, anlamın oluşması için verilerin karşılık geldiği nesnel gerçeklikle (maddi dünya ve toplumsal pratik) fiziksel bir temas kurması gerekir. Yapay zekâ, insan emeğinin bir ürünü olarak muazzam bir kapasiteye sahip olsa da, toplumsal bir pratik içinde olmadığı sürece "özne" olma niteliği taşımaz.

5. Dört Yaklaşımın Karşılaştırılması

Aşağıdaki tablo, zihnin konumuna dair dört temel felsefi yaklaşımı özetlemektedir.

Yaklaşım

Zihnin Konumu

Temel Metafor/Benzetme

Temel İddia

En Güçlü Eleştiri

Düz Materyalizm

Kafatasının içinde (Sadece Beyin)

Biyolojik Makine

Zihin, beyindeki nöral aktivitedir.

Qualia problemi: Öznel deneyim fiziksel süreçlere indirgenemez (Jackson’ın Mary argümanı)

İşlevselcilik

Soyut (Donanımdan Bağımsız)

Bilgisayar Yazılımı

Zihin, hangi maddeden yapıldığına bakılmaksızın belirli işlevleri yerine getiren bir sistemdir.

Searle’ün Çince Odası: Sözdizim anlama (semantik) üretmez

Bedenli Biliş

Beden ve Beyin

Canlı Organizma

Zihin, bedenin çevreyle etkileşiminden doğar.

Hâlâ kafatası sınırına çok yakın kalması, dışsal araçların kurucu rolünü yeterince açıklamaması

Yayılmış Zihin

Beyin + Beden + Çevre

Siborg / Genişletilmiş Sistem

Zihin, uygun araçları (defter, telefon vb.) kullanarak bedenin sınırlarının ötesine yayılabilir.

Bilişsel şişme ve nedensellik-kuruculuk ayrımı

Sonuç

Zihin felsefesindeki bu kısa gezinti, bizi zihnin konumuna dair dar bir tanımdan giderek genişleyen bir anlayışa taşımış bulunuyor. Yayılmış zihin hipotezi, bu yolculuğun ileri bir momentini temsil eder. Bu teori, ne zihni bedenden ayıran eski metafizik yaklaşımlara ne de onu sadece beynin biyolojisine indirgeyen modern tutumlara sığar.

Biz ise zihin konusunda realizm perspektifini benimsiyoruz. İnsan zihninin, toplumsal ilişkiler ve pratikler tarafından oluşturulduğunu/belirlendiğini ve her bireyde beynin biyokimyasal ve fizyolojik süreçlerinde ortaya çıktığını/beliriverdiğini savunuyoruz. Toplumsal ilişkilerden ve pratiklerden yalıtık bir insan zihninden bahsedilemez. Bu zihin geçmiş kuşakların maddi ve ideal kültürel yaratımlarından beslenir. Yazıyı, matematiği, bilimi, felsefi düşünceleri, mantığı öğrenir ve aktif olarak yeniden üretir. İnsan zihni, aslında tarihsel kültürel birikimin ağırlığını üzerinde taşıyan ve toplumsal ilişkilerce oluşturulan “kolektif zihin/zekâ”dır. Bu bağlamda zihin, bireysel bir mülkiyet değil, tarihsel bir müşterektir. Hayvan zihninde olmayan tarihsel gelişim ve toplumsal ilişkiler boyutudur. Hayvanlardaki zihin ya da bilinç, sınırlı çevreleriyle girdikleri etkileşimler tarafından oluşturulan ve beyinlerinde zuhur eden maddi süreçlerdir. Her bir bireydeki ve nesilden nesile geçildikçe gelişimi oldukça az olan bu zihnin, ortaklaştırılması ya söz konusu değildir ya da primatların durumunda olduğu gibi sürüleriyle sınırlıdır. Oysa insanlar için etkileşimde bulunulan “çevre”, tarihsel gelişimi içerisinde kültürel yaratımlarıyla toplum, yeryüzü ve evrenin tüm bileşenleridir.

Sensörlü bir kapı, hesap makinesi, bilgisayarlar, robotlar ve yapay zekâ gibi toplumsal kolektif zihnin ve emeğin ürünü yaratımlar, biyolojik zihin/bilinç benzeri yapılardır. Bunlardaki düşünme benzeri işlevler, bilgi işleme, bilgi üretme, bunları eyleme dönüştürme özellikleri, biyolojik zihinle aynı maddi işleyişle oluşmaz. Fakat insanlardaki biyolojik düşünce/zihin/bilinç-benzeri işlevlere ve özelliklere sahiptirler. Bu teknolojik sistemler, bilgi ve emeğin toplumsal ve tarihsel birikimini temsil eden ürünler olduklarından “kolektif zihnin ya da bilincin” birer bileşenidir. Burada nesnelleşmiş emek, nesnelleşmiş zekâya dönüşür; makineler aslında geçmiş kuşakların kristalleşmiş zihinsel güçleridir.

Zihnin sınırlarını sorgulamak, aslında insanın ne olduğu ve gelecekte ne olabileceğini sorgulamaktır. İnsan ve zihni, toplumsal kolektif insanlıktır. Günümüzde sermayenin egemenliği altında insanlığın kolektif bilinci/zihni/zekâsı esaret altındadır. Tarihsel gelişimi içerisinde insanlık bu genel ve oldukça ileri düzeylere erişmiş zekayı oluşturmuş bulunmaktadır, fakat insanların ağırlıklı çoğunluğu muazzam ölçüde geri ve ilkel düşünceler ve inançlarla yaşamaktadır. Bu bir paradokstur. Tarihsel olarak gelişen toplumun kolektif zekâsı, insanlık yararına tam potansiyeliyle kullanılmamakta, insanların yaratıcı kapasitelerini tümüyle gerçekleştirmesine ve geliştirmesine hizmet etmemektedir. Marx’ın Grundrisse’de bahsettiği "General Intellect" (Genel Zekâ), sermayenin boyunduruğundan kurtarılmayı bekleyen devasa bir üretici güçtür. Günümüzde bu kavram, bilişsel kapitalizm (cognitive capitalism) ve post-operaismo tartışmalarında (Virno, Negri-Hardt, Pasquinelli) yeniden yoğun biçimde yorumlanmakta; yapay zekâ ve büyük dil modelleri, genel zekânın sermaye tarafından kristalleşmiş ve kontrol altında tutulan hali olarak görülmektedir. Buna karşılık, Tony Smith gibi Marksist eleştirmenler, değer teorisinin hâlâ geçerli olduğunu ve genel zekânın tam özgürleşmesi için komünist bir dönüşümün zorunlu olduğunu vurgulamaktadır. İşte komünizm, insanlığın kolektif şekilde oluşturduğu ancak her bireyin yeterince sahiplenemediği bu toplumsal ve kolektif zekanın, herkes tarafından maksimum düzeyde temellük edileceği dünya-tarihsel çağdır ve herkes ona özgürce katkıda bulunabilecektir.

Diyalektik-tarihsel materyalizmin, başka bir ifadeyle realizmin zihin konusundaki temel yaklaşımı şudur: Zihin, bedenden bağımsız bir 'töz' (ruhsal bir varlık) olmadığı gibi, sadece biyolojik bir 'makine' de değildir. Düalizmi reddediyoruz; zihin, bedenden ayrı, mistik bir yapı değildir. Aynı zamanda, mekanik/düz materyalizmi aşıyoruz (aufheben); zihin, sadece girdi-çıktı yapan mekanik bir düzenek değildir. Zihin; insanların dış dünyayı anlama, onu bilinçli bir şekilde değiştirme ve doğa üzerinde denetim kurma sürecinin diyalektik bir bileşeni ya da uğrağıdır. Diğer bir deyişle zihin, insanların eylemi (praksis) içerisinde sürekli şekillenir ve bu eylemi yönlendirir; insanların “çevre”leriyle etkileşimiyle beliriverir ve tümüyle insanların beynindeki maddi süreçler olarak gerçekleşir.

Mini Sözlük:

Zihin (Mind): Bir organizmanın algılama, düşünme, hatırlama ve dile getirme yetilerinin tümünü kapsayan en geniş kategoridir. Realizm perspektifinde zihin, beyindeki nöral süreçlerin üzerinde yükselen ancak toplumsal ilişkilerle inşa edilen, düzeni ve işleyişi olan bir yapıdır.

Bilinç (Consciousness): Öznenin kendisinin ve çevresinin farkında olma halidir. Sadece veri işleme değil, bu veriyi "yaşama" ve "hissetme" (qualia) durumudur.

Akıl (Reason): Verili bilgileri mantıksal süzgeçten geçirme, yargıda bulunma ve tutarlı sonuçlar çıkarma yetisidir. Akıl, zihnin kural koyucu ve düzenleyici yetisidir; insanı doğadaki kör süreçlerden ayıran, amaçlı eylem (teleolojik eylem) kurma kapasitesidir.

Zekâ (Intelligence): Problemleri çözme, çevreye uyum sağlama ve öğrenilenleri yeni durumlara uygulama kapasitesidir. Metnimizdeki "Kolektif Zekâ" vurgusuyla zekâ; sadece bireysel bir beyin kapasitesi değil, teknolojide, dilde ve üretim araçlarında kristalleşmiş toplumsal bir güç olarak tanımlanır.

Biliş (Cognition): Bilginin edinilmesi, işlenmesi, depolanması ve kullanılmasına yönelik tüm zihinsel süreçlerin (algı, dikkat, hafıza, dil, akıl yürütme vb.) bütünüdür. Geleneksel olarak sadece kafa içinde bir "hesaplama" olarak görülse de, metnimizde savunulan yaklaşımlar bilişin bedene yayılan ve çevreyle bütünleşen aktif bir çevreyle etkileşim süreci olduğunu vurgular.

Praksis: Sadece kuramsal düşünme değil, dünyayı bilinçli bir şekilde değiştirme eylemidir. Marksizmde teori ve pratiğin, dünyayı anlamak ve dönüştürmek amacıyla kurduğu kopmaz birliği ifade eder.

Beliriverme (Emergence): Bir sistemin parçalarının tek tek sahip olmadığı, ancak parçalar bir araya gelip etkileşime girdiğinde sistemin bütününde ortaya çıkan yeni ve karmaşık özelliklerdir. (Örneğin; nöronların oluşturduğu sistemin bilinci, su moleküllerinin toplamda ıslaklığı oluşturması).

Genel Zekâ (General Intellect): Marx’ın Grundrisse’de kullandığı, toplumsal bilginin ve bilimsel yetkinliğin üretim süreçlerine doğrudan dahil olmasıyla oluşan "kolektif toplumsal zekâ"yı ifade eden kavramdır. Makineler ve teknoloji bu zekânın nesnelleşmiş halidir.

Aufheben (Koruyarak Ortadan Kaldırma): Bir düşüncenin veya durumun, kendi içindeki değerli unsurları koruyarak, daha ileri ve kapsayıcı bir aşamaya taşınması sürecidir.

Qualia: Bir deneyimin (örneğin gülün kokusu veya kırmızının canlılığı) öznel, niteliksel ve içsel hissediliş halidir. İşlevselciliğin sadece "hesaplama" ile açıklamakta zorlandığı alandır.

Semantik (Anlam) vs. Sözdizimi (Syntax): Sözdizimi, sembollerin belirli kurallara göre dizilmesidir (bilgisayar kodları gibi). Semantik ise bu sembollerin dünyada neye karşılık geldiğini, yani "anlamını" ifade eder.

Fenomenoloji: Nesnelerin ve dünyanın, insanın bilincine doğrudan nasıl göründüğünü, deneyimin "ilk kişi" (ben) bakış açısıyla nasıl kurulduğunu inceleyen felsefi disiplindir. Metinde geçen Bedenli Biliş yaklaşımı, fenomenolojiden beslenerek zihni sadece soyut bir hesaplayıcı değil, dünyayı kendi bedensel duruşuyla deneyimleyen bir "canlı bilinç" olarak görür.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.

[MAR] YOUTUBE KANALI

LİDER

Karl Marx - Kapital

Kısa Sovyet Film ve Belgeseller [Türkçe]