Mahmut Boyuneğmez
Giriş: Zihnin Sınırlarını Aramak
Zihin felsefesinin en temel ve
kışkırtıcı sorusuyla başlayalım: "Zihin nedir ve tam olarak
nerededir?". Bu soru, felsefe tarihinin en derin tartışmalarından birini
ateşlemiştir. René Descartes'ın zihni bedenden ayrı, maddi olmayan bir
"töz" olarak konumlandıran ikici (dualist) yaklaşımından bu yana,
modern felsefe ve bilim zihni daha somut bir yere, özellikle de beynin içine
yerleştirmeye çalışmıştır. Bilişsel bilimlerin ve nörobilimin yükselişiyle
birlikte zihnin beyinle özdeşleştirilmesi, adeta varsayılan bir kabul haline
gelmiştir. Bu süreçte zihin, ruhani bir gizem olmaktan çıkıp biyofiziksel bir
araştırma nesnesine dönüşmüştür.
Bu yazı, sizi zihnin konumu üzerine
şekillenen felsefi bir yolculuğa çıkaracak. Bu yolculukta, zihnin nerede
başladığı ve dünyanın nerede bittiği sorusuna verilen dört temel cevabı adım
adım inceleyeceğiz:
1. Düz Materyalizm: Zihin, beyinden başka bir şey değildir.
2. İşlevselcilik: Zihin, donanımdan bağımsız bir
yazılımdır.
3. Bedenli Biliş: Zihin, bedenin dünya ile etkileşiminden
doğar.
4. Yayılmış Zihin: Zihin, bedenin sınırlarını aşarak
dünyaya sızar.
Bu soruyu yanıtlama yolundaki ilk ve en
somut durak, zihni doğrudan beyinle özdeşleştiren yaklaşımdır.
1. Zihin Beynin İçindedir: Düz
Materyalizm
Düz materyalizm, zihin hakkındaki gizemi
ortadan kaldırmayı hedefleyen en doğrudan yaklaşımdır. Temel iddiası oldukça
basittir: Zihinsel durumlar (düşünceler, inançlar, duygular), beyindeki nöral
durumlardan başka bir şey değildir. Bu görüşe göre "zihin", beynin
karmaşık biyolojik ve kimyasal süreçlerine verilen bir isimden ibarettir.
Burada zihin, nöronların ateşlenmesi ve sinaptik iletimlerin toplamına
indirgenmiş bir epifenomen (gölge olay) olarak görülür. Bu yaklaşımın temel
amacı, zihni metafiziksel tartışmalardan kurtarıp onu nörobilim gibi pozitif
bilimlerin incelenebilir bir nesnesi haline getirmektir. Paul Churchland gibi
filozoflar, bilincin gizemli bir fenomen olmadığını, tamamen beynin nöral
donanımıyla açıklanabileceğini savunur. Onlara göre "halk
psikolojisi" (folk psychology) kavramları olan inanç ve arzu, yerini nöral
devre analizlerine bırakmalıdır.
• Temel Fikir: Zihin, beynin biyolojik bir ürünüdür.
• Hedef: Zihne dair gizemi ortadan kaldırıp onu
nörobilimin konusu yapmaktır.
• Anlamı: Bilinç, düşünce ve duygular tamamen
beyindeki fiziksel süreçlere indirgenebilir.
Peki ya zihni değerli kılan şey,
yapıldığı "malzeme" değil de yerine getirdiği "işlev" ise?
Bu soru, bizi bir sonraki durağımıza götürüyor.
2. Zihin Bir Yazılımdır: İşlevselcilik
İşlevselcilik, zihni anlamak için güçlü
bir metafor kullanır: Zihin bir bilgisayar programı (yazılım), beyin ise bu
programı çalıştıran makinedir (donanım). Bu görüşe göre önemli olan, zihnin
hangi maddeden yapıldığı değil, hangi işlevi yerine getirdiğidir. Bu bakış
açısı, zihinsel süreçleri biyolojik zorunluluktan kurtarıp algoritmik bir
evrenselliğe taşır.
Bu yaklaşımın merkezinde "çoklu
gerçekleştirilebilirlik" (multiple realizability) ilkesi yer alır. Bu
ilkeye göre, aynı zihinsel işlevi (örneğin toplama işlemi yapmak veya bir şeye
inanmak) yerine getiren herhangi bir sistem, zihinsel durumlara sahip olabilir.
Bu sistemin biyolojik bir beyin, silikondan yapılmış bir bilgisayar çipi veya
bambaşka bir materyalden oluşması fark etmez. Bir hesap makinesinin yaptığı
toplama işlemi ile bizim zihnimizden yaptığımız toplama işlemi, işlevsel olarak
aynıdır; ancak bu, iki sürecin altında yatan deneyimin veya bilinç durumunun
aynı olduğu anlamına gelmez. İşte bu nokta, işlevselciliğin en çok
eleştirildiği konulardan biridir.
Çince Odası ve Anlam Sorunu
John Searle’ün "Çince Odası"
argümanı, bir sistemin dışarıdan bakıldığında zeki görünmesinin, o sistemin
gerçekten bir zihne veya anlama yetisine sahip olduğu anlamına gelmediğini
çarpıcı bir şekilde gösterir. Searle bizi, hiç Çince bilmeyen birinin kapalı
bir odada olduğunu hayal etmeye davet eder. Bu kişi, elindeki karmaşık bir
kural kitabı sayesinde, dışarıdan kendisine gönderilen Çince sembollere
(girdi), hangi sembolle karşılık vereceğini (çıktı) bulabilmektedir. Dışarıdaki
bir gözlemci, içerideki kişinin Çince anladığını düşünebilir; oysa içerideki
kişi sadece şekilleri birbiriyle eşleştirmektedir, sembollerin ne anlama
geldiğine dair en ufak bir fikri yoktur.
Searle’e göre bilgisayarlar da tam
olarak böyledir: Onlar sadece sözdizimsel (syntactic) kuralları takip ederler,
fakat bu kuralların işaret ettiği anlamlar dünyasına (semantics) asla
erişemezler. Bu durum, zihnin sadece bir "hesaplama" olmadığını,
biyolojik gerçekliğin ve öznel deneyimin işlevden koparılamayacağını savunanlar
için temel bir dayanak noktasıdır.
Sistem Cevabı (The Systems Reply)
Ancak işlevselciler bu sert eleştiriye
"Sistem Cevabı" ile karşılık verirler. Bu görüşe göre, odanın
içindeki kişinin tek başına Çince anlamadığı doğrudur; fakat zekâ veya
"anlama" eylemi zaten kişiye değil, tüm sisteme (kişi + kural kitabı
+ odadaki semboller) aittir. Bir nöronun tek başına düşünmediği ama beynin bir
bütün olarak düşündüğü gerçeği gibi, Çinceyi anlayan da tek başına
"adam" değil, odanın oluşturduğu tüm mekanizmadır. Bu karşı argüman,
Marksist "kolektif zekâ" anlayışımızla dolaylı bir temas kurar:
Anlam, parçaların içinde değil, bu parçaların kurduğu ilişkisel bütünlüğün
içinde beliriverir.
İşlevselcilik, zihni biyolojik
donanımdan soyutlayarak yapay zekâ çalışmalarına güçlü bir felsefi zemin
sunmuştur. Eğer zihin bir tür hesaplama ise, bu hesaplamayı yapabilen her
makine potansiyel olarak bir zihne sahip olabilir. İlginç bir şekilde, işlevselciliğin
zihni bedenden bu kadar soyutlaması, onu iki zıt kutuptan gelen eleştirilerin
hedefi haline getirmiştir. Bir yanda düz materyalistler, bilincin benzersiz bir
şekilde biyolojik bir fenomen olduğunu ve beyin "donanımından"
ayrılamayacağını savunurken; diğer yanda "gizemciler" olarak bilinen
filozoflar, öznel deneyimin (qualia) yalnızca işlevsel rollerle
açıklanamayacağını ileri sürmüştür.
Peki zihni bedenden bu kadar kolayca
ayırabilir miyiz? Düşüncelerimiz ve deneyimlerimiz, içinde yaşadığımız bedenden
ne kadar bağımsız olabilir?
3. Zihin Bedene Geri Döner: Bedenli
Biliş (Embodied Cognition)
Bedenli biliş, işlevselciliğin zihni
bedenden uzaklaştıran "kavanozdaki beyin" metaforuna güçlü bir tepki
olarak ortaya çıkmıştır. Bu teori, zihni ve bedeni yeniden bir araya getirmeyi
amaçlar. Zihnin salt bir veri işleyici değil, biyolojik bir organizmanın
hayatta kalma stratejisi olduğunu hatırlatır.
Bedenli bilişin ana fikri şudur: Zihin,
sadece beynin içinde olup biten bir süreç değil, tüm bedenin dünya ile dinamik
etkileşiminden doğan "beliren" (emergent) bir fenomendir (yani,
parçaların tek tek sahip olmadığı, ancak sistemin bir bütün olarak
etkileşiminden doğan yeni bir özelliktir). Düşünme, algılama ve hissetme gibi
zihinsel süreçler, bedenimizin yapısından, hareket etme biçimimizden ve
çevremizle kurduğumuz duyusal-motor ilişkilerden ayrılamaz. Zihin, bedenin bir
parçasıdır ve beden aracılığıyla dünyaya kök salmıştır. Örneğin,
"sıcaklık" kavramını anlamamız, bedenimizin deri reseptörleriyle
dünyayı deneyimlemesinin bir sonucudur.
Bu iddianın somut kanıtlarından biri
"plastik el illüzyonu" deneyidir. Bu deneyde, katılımcının gerçek eli
gizlenir ve önüne sahte bir plastik el konur. Gözlerinin önündeki sahte el ile
gizlenmiş gerçek el aynı anda fırçayla okşandığında, katılımcı bir süre sonra
plastik eli kendi bedeninin bir parçası gibi hissetmeye başlar. Bu, zihnin
beden haritasının ne kadar esnek olduğunu ve bedensel deneyimin sabit
olmadığını gösteren güçlü bir örnektir. Bu yaklaşım, zihni düz materyalizm gibi
sadece beyne hapsetmez. Ona göre zihin beyinden değil, tüm bedenin dünya ile
olan etkileşiminden doğar (Gallagher, 2023). Bu yönüyle bedenli biliş,
fenomenoloji ile nörobiyoloji arasında bir köprü kurar.
Zihin, bedenin sınırları içinde yeniden
konumlandırıldı. Peki ya zihnin sınırları bedenin bile ötesine taşıyorsa?
4. Zihin Dünyaya Sızar: Yayılmış Zihin
Hipotezi (The Extended Mind)
Geldik en radikal iddiaya: Zihinsel
süreçler, kafatasının ve bedenin dışına taşarak çevreyle bütünleşebilir.
Filozof Andy Clark'ın deyişiyle, "biliş dünyaya ve bedene sızar". Bu
hipoteze göre, beynimiz bazı işlevleri yerine getirmek için dış dünyadaki
araçları o kadar bütünleşik bir şekilde kullanır ki, bu araçlar artık sadece
bir "yardımcı" değil, zihinsel sürecin "kurucu bir parçası"
haline gelir. Bu yaklaşım, ontolojik olarak "içerisi" ve
"dışarısı" arasındaki keskin ayrımı yıkar.
Bu radikal fikir, soyut bir spekülasyon
olmanın ötesinde, nörobilimsel bulgularla da desteklenmektedir. Örneğin,
beynimiz "beden-civarındaki alan" (peripersonal space) olarak bilinen
alanı farklı kodlar. Iriki ve ekibinin yaptığı deneyde, maymun tırmığı
kullanmada ustalaştıkça, beyin hücrelerinin tırmığı adeta kolunun bir uzantısı
olarak algılamaya başladığı gözlemlenmiştir. Bu, zihnin bir aleti bedenin
şemasına nasıl dahil edebildiğinin somut bir kanıtıdır.
Bu teorinin felsefi temelini Denklik
İlkesi (Parity Principle) oluşturur. Bu ilke basitçe şunu söyler: Eğer
kafamızın dışındaki bir araç (örneğin bir not defteri), beynimizin yaptığı bir
işlevi aynı şekilde yerine getiriyorsa, o aracın da zihinsel sürecin bir
parçası olduğunu kabul etmeliyiz. Bu fikri somutlaştırmak için Andy Clark ve
David Chalmers'ın ünlü Inga ve Otto düşünce deneyine bakalım:
• Inga: Bir müzeye gitmek istemektedir. Müzenin
53. caddede olduğunu hatırlar ve oraya doğru yola çıkar. Inga'nın "Müze
53. caddededir" inancı, onun biyolojik hafızasının, yani beyninin bir
parçasıdır.
• Otto: Alzheimer hastasıdır ve bilgileri
hatırlamak için sürekli yanında taşıdığı bir not defterini kullanır. O da aynı
müzeye gitmek istemektedir. Defterini açar, müzenin adresinin 53. cadde
olduğunu okur ve yola çıkar.
• Sonuç: Argümana göre, Otto'nun not defteri,
Inga'nın biyolojik hafızasıyla işlevsel olarak birebir aynı rolü oynamaktadır.
İkisi de bir inancı depolamakta ve gerektiğinde eyleme yön vermek için
kullanılmaktadır. Bu nedenle, Otto'nun not defteri, onun zihninin meşru bir
parçasıdır. Otto'nun inancı, sadece beyninde değil, "Otto + Not
Defteri" sisteminde var olur.
Bu teori, teknolojiyle giderek daha
fazla bütünleşen bizlerin birer "doğal-doğmuş siborg" (Clark, 2003)
olduğumuzu öne sürer. Telefonlarımız, ajandalarımız ve bilgisayarlarımız,
zihnimizin birer uzantısı olabilir. Dijital cihazlarımızın artık bilişsel
ekosistemimizin hayati organları olduğu söylenebilir.
Yayılmış zihin hipotezi, özellikle
1998’de Clark ve Chalmers’ın “The Extended Mind” makalesiyle ortaya
atıldığından beri çok sayıda eleştiriye maruz kalmıştır. Bunların başında
“cognitive bloat” (bilişsel şişme) sorunu gelir: Eğer her türlü dışsal araç zihnin
parçası sayılırsa, o zaman zihnin sınırı diye bir şey kalmaz ve kavram aşırı
genişler (Adams & Aizawa, 2001; 2008). Bir diğer önemli eleştiri,
“nedensellik-kuruculuk ayrımı”dır: Eleştirmenler (örneğin Rupert, 2004-2010),
dış araçların zihinsel süreçlere yalnızca nedensel katkı sağladığını, kurucu
(constitutive) bir parça olmadığını savunur. Ayrıca, parity principle’ın
“bilişsel olanın içsel niteliği” (mark of the cognitive) ile çeliştiği öne
sürülür; dışsal araçların türemiş (derived) süreçler olduğu, yalnızca içsel
süreçlerin gerçek anlamda bilişsel sayılabileceği iddia edilir. Bu eleştirilere
karşı, özellikle toplumsal pratik ve tarihsel birikim bağlamında dış araçların
kurucu rolünün göz ardı edilemeyeceği vurgulanmaktadır.
ChatGPT ve Dijital Çince Odası
“Çince Odası” üzerine olan kadim
tartışma, günümüzde ChatGPT gibi Büyük Dil Modelleri (LLM) ile yeniden
alevlenmiştir. Bu modeller, milyarlarca parametreyi istatistiksel olarak
işleyerek bize anlamlı cevaplar üretir. Ancak felsefi soru bakidir: Bu algoritmalar
gerçekten bir "anlam" dünyasına mı sahiptir, yoksa tarihin en büyük
ve en hızlı "Çince Odası" mıdır? Bize göre, anlamın oluşması için
verilerin karşılık geldiği nesnel gerçeklikle (maddi dünya ve toplumsal pratik)
fiziksel bir temas kurması gerekir. Yapay zekâ, insan emeğinin bir ürünü olarak
muazzam bir kapasiteye sahip olsa da, toplumsal bir pratik içinde olmadığı
sürece "özne" olma niteliği taşımaz.
5. Dört Yaklaşımın Karşılaştırılması
Aşağıdaki tablo, zihnin konumuna dair dört temel felsefi yaklaşımı özetlemektedir.
|
Yaklaşım |
Zihnin
Konumu |
Temel
Metafor/Benzetme |
Temel
İddia |
En
Güçlü Eleştiri |
|
Düz
Materyalizm |
Kafatasının
içinde (Sadece Beyin) |
Biyolojik
Makine |
Zihin,
beyindeki nöral aktivitedir. |
Qualia
problemi: Öznel deneyim fiziksel süreçlere indirgenemez (Jackson’ın Mary
argümanı) |
|
İşlevselcilik |
Soyut
(Donanımdan Bağımsız) |
Bilgisayar
Yazılımı |
Zihin,
hangi maddeden yapıldığına bakılmaksızın belirli işlevleri yerine getiren bir
sistemdir. |
Searle’ün
Çince Odası: Sözdizim anlama (semantik) üretmez |
|
Bedenli
Biliş |
Beden
ve Beyin |
Canlı
Organizma |
Zihin,
bedenin çevreyle etkileşiminden doğar. |
Hâlâ
kafatası sınırına çok yakın kalması, dışsal araçların kurucu rolünü yeterince
açıklamaması |
|
Yayılmış
Zihin |
Beyin
+ Beden + Çevre |
Siborg
/ Genişletilmiş Sistem |
Zihin,
uygun araçları (defter, telefon vb.) kullanarak bedenin sınırlarının ötesine
yayılabilir. |
Bilişsel
şişme ve nedensellik-kuruculuk ayrımı |
Sonuç
Zihin felsefesindeki bu kısa gezinti,
bizi zihnin konumuna dair dar bir tanımdan giderek genişleyen bir anlayışa
taşımış bulunuyor. Yayılmış zihin hipotezi, bu yolculuğun ileri bir momentini
temsil eder. Bu teori, ne zihni bedenden ayıran eski metafizik yaklaşımlara ne
de onu sadece beynin biyolojisine indirgeyen modern tutumlara sığar.
Biz ise zihin konusunda realizm
perspektifini benimsiyoruz. İnsan zihninin, toplumsal ilişkiler ve pratikler
tarafından oluşturulduğunu/belirlendiğini ve her bireyde beynin biyokimyasal ve
fizyolojik süreçlerinde ortaya çıktığını/beliriverdiğini savunuyoruz. Toplumsal
ilişkilerden ve pratiklerden yalıtık bir insan zihninden bahsedilemez. Bu zihin
geçmiş kuşakların maddi ve ideal kültürel yaratımlarından beslenir. Yazıyı,
matematiği, bilimi, felsefi düşünceleri, mantığı öğrenir ve aktif olarak
yeniden üretir. İnsan zihni, aslında tarihsel kültürel birikimin ağırlığını
üzerinde taşıyan ve toplumsal ilişkilerce oluşturulan “kolektif zihin/zekâ”dır.
Bu bağlamda zihin, bireysel bir mülkiyet değil, tarihsel bir müşterektir.
Hayvan zihninde olmayan tarihsel gelişim ve toplumsal ilişkiler boyutudur.
Hayvanlardaki zihin ya da bilinç, sınırlı çevreleriyle girdikleri etkileşimler
tarafından oluşturulan ve beyinlerinde zuhur eden maddi süreçlerdir. Her bir
bireydeki ve nesilden nesile geçildikçe gelişimi oldukça az olan bu zihnin,
ortaklaştırılması ya söz konusu değildir ya da primatların durumunda olduğu
gibi sürüleriyle sınırlıdır. Oysa insanlar için etkileşimde bulunulan “çevre”,
tarihsel gelişimi içerisinde kültürel yaratımlarıyla toplum, yeryüzü ve evrenin
tüm bileşenleridir.
Sensörlü bir kapı, hesap makinesi,
bilgisayarlar, robotlar ve yapay zekâ gibi toplumsal kolektif zihnin ve emeğin
ürünü yaratımlar, biyolojik zihin/bilinç benzeri yapılardır. Bunlardaki düşünme
benzeri işlevler, bilgi işleme, bilgi üretme, bunları eyleme dönüştürme
özellikleri, biyolojik zihinle aynı maddi işleyişle oluşmaz. Fakat insanlardaki
biyolojik düşünce/zihin/bilinç-benzeri işlevlere ve özelliklere sahiptirler. Bu
teknolojik sistemler, bilgi ve emeğin toplumsal ve tarihsel birikimini temsil
eden ürünler olduklarından “kolektif zihnin ya da bilincin” birer bileşenidir.
Burada nesnelleşmiş emek, nesnelleşmiş zekâya dönüşür; makineler aslında geçmiş
kuşakların kristalleşmiş zihinsel güçleridir.
Zihnin sınırlarını sorgulamak, aslında
insanın ne olduğu ve gelecekte ne olabileceğini sorgulamaktır. İnsan ve zihni,
toplumsal kolektif insanlıktır. Günümüzde sermayenin egemenliği altında
insanlığın kolektif bilinci/zihni/zekâsı esaret altındadır. Tarihsel gelişimi
içerisinde insanlık bu genel ve oldukça ileri düzeylere erişmiş zekayı
oluşturmuş bulunmaktadır, fakat insanların ağırlıklı çoğunluğu muazzam ölçüde
geri ve ilkel düşünceler ve inançlarla yaşamaktadır. Bu bir paradokstur. Tarihsel
olarak gelişen toplumun kolektif zekâsı, insanlık yararına tam potansiyeliyle kullanılmamakta,
insanların yaratıcı kapasitelerini tümüyle gerçekleştirmesine ve geliştirmesine
hizmet etmemektedir. Marx’ın Grundrisse’de bahsettiği "General
Intellect" (Genel Zekâ), sermayenin boyunduruğundan kurtarılmayı bekleyen
devasa bir üretici güçtür. Günümüzde bu kavram, bilişsel kapitalizm (cognitive
capitalism) ve post-operaismo tartışmalarında (Virno, Negri-Hardt, Pasquinelli)
yeniden yoğun biçimde yorumlanmakta; yapay zekâ ve büyük dil modelleri, genel
zekânın sermaye tarafından kristalleşmiş ve kontrol altında tutulan hali olarak
görülmektedir. Buna karşılık, Tony Smith gibi Marksist eleştirmenler, değer
teorisinin hâlâ geçerli olduğunu ve genel zekânın tam özgürleşmesi için komünist
bir dönüşümün zorunlu olduğunu vurgulamaktadır. İşte komünizm, insanlığın kolektif
şekilde oluşturduğu ancak her bireyin yeterince sahiplenemediği bu toplumsal ve
kolektif zekanın, herkes tarafından maksimum düzeyde temellük edileceği dünya-tarihsel
çağdır ve herkes ona özgürce katkıda bulunabilecektir.
Diyalektik-tarihsel materyalizmin, başka
bir ifadeyle realizmin zihin konusundaki temel yaklaşımı şudur: Zihin, bedenden
bağımsız bir 'töz' (ruhsal bir varlık) olmadığı gibi, sadece biyolojik bir
'makine' de değildir. Düalizmi reddediyoruz; zihin, bedenden ayrı, mistik bir
yapı değildir. Aynı zamanda, mekanik/düz materyalizmi aşıyoruz (aufheben); zihin,
sadece girdi-çıktı yapan mekanik bir düzenek değildir. Zihin; insanların dış
dünyayı anlama, onu bilinçli bir şekilde değiştirme ve doğa üzerinde denetim
kurma sürecinin diyalektik bir bileşeni ya da uğrağıdır. Diğer bir deyişle
zihin, insanların eylemi (praksis) içerisinde sürekli şekillenir ve bu eylemi
yönlendirir; insanların “çevre”leriyle etkileşimiyle beliriverir ve tümüyle
insanların beynindeki maddi süreçler olarak gerçekleşir.
Mini Sözlük:
Zihin (Mind): Bir organizmanın algılama, düşünme,
hatırlama ve dile getirme yetilerinin tümünü kapsayan en geniş kategoridir.
Realizm perspektifinde zihin, beyindeki nöral süreçlerin üzerinde yükselen
ancak toplumsal ilişkilerle inşa edilen, düzeni ve işleyişi olan bir yapıdır.
Bilinç (Consciousness): Öznenin kendisinin ve çevresinin
farkında olma halidir. Sadece veri işleme değil, bu veriyi "yaşama"
ve "hissetme" (qualia) durumudur.
Akıl (Reason): Verili bilgileri mantıksal süzgeçten
geçirme, yargıda bulunma ve tutarlı sonuçlar çıkarma yetisidir. Akıl, zihnin
kural koyucu ve düzenleyici yetisidir; insanı doğadaki kör süreçlerden ayıran,
amaçlı eylem (teleolojik eylem) kurma kapasitesidir.
Zekâ (Intelligence): Problemleri çözme, çevreye uyum sağlama
ve öğrenilenleri yeni durumlara uygulama kapasitesidir. Metnimizdeki
"Kolektif Zekâ" vurgusuyla zekâ; sadece bireysel bir beyin kapasitesi
değil, teknolojide, dilde ve üretim araçlarında kristalleşmiş toplumsal bir güç
olarak tanımlanır.
Biliş (Cognition): Bilginin edinilmesi, işlenmesi,
depolanması ve kullanılmasına yönelik tüm zihinsel süreçlerin (algı, dikkat,
hafıza, dil, akıl yürütme vb.) bütünüdür. Geleneksel olarak sadece kafa içinde
bir "hesaplama" olarak görülse de, metnimizde savunulan yaklaşımlar
bilişin bedene yayılan ve çevreyle bütünleşen aktif bir çevreyle etkileşim
süreci olduğunu vurgular.
Praksis: Sadece kuramsal düşünme değil, dünyayı
bilinçli bir şekilde değiştirme eylemidir. Marksizmde teori ve pratiğin,
dünyayı anlamak ve dönüştürmek amacıyla kurduğu kopmaz birliği ifade eder.
Beliriverme (Emergence): Bir sistemin parçalarının tek tek sahip
olmadığı, ancak parçalar bir araya gelip etkileşime girdiğinde sistemin
bütününde ortaya çıkan yeni ve karmaşık özelliklerdir. (Örneğin; nöronların oluşturduğu
sistemin bilinci, su moleküllerinin toplamda ıslaklığı oluşturması).
Genel Zekâ (General Intellect): Marx’ın Grundrisse’de kullandığı,
toplumsal bilginin ve bilimsel yetkinliğin üretim süreçlerine doğrudan dahil
olmasıyla oluşan "kolektif toplumsal zekâ"yı ifade eden kavramdır.
Makineler ve teknoloji bu zekânın nesnelleşmiş halidir.
Aufheben (Koruyarak Ortadan Kaldırma): Bir düşüncenin veya durumun, kendi
içindeki değerli unsurları koruyarak, daha ileri ve kapsayıcı bir aşamaya
taşınması sürecidir.
Qualia: Bir deneyimin (örneğin gülün kokusu
veya kırmızının canlılığı) öznel, niteliksel ve içsel hissediliş halidir.
İşlevselciliğin sadece "hesaplama" ile açıklamakta zorlandığı
alandır.
Semantik (Anlam) vs. Sözdizimi (Syntax): Sözdizimi, sembollerin belirli
kurallara göre dizilmesidir (bilgisayar kodları gibi). Semantik ise bu
sembollerin dünyada neye karşılık geldiğini, yani "anlamını" ifade
eder.
Fenomenoloji: Nesnelerin ve dünyanın, insanın
bilincine doğrudan nasıl göründüğünü, deneyimin "ilk kişi" (ben)
bakış açısıyla nasıl kurulduğunu inceleyen felsefi disiplindir. Metinde geçen
Bedenli Biliş yaklaşımı, fenomenolojiden beslenerek zihni sadece soyut bir
hesaplayıcı değil, dünyayı kendi bedensel duruşuyla deneyimleyen bir
"canlı bilinç" olarak görür.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.