Marksist Araştırmalar [MAR] | Komünizm: Tarihin Çözülen Bilmecesi

23 Aralık 2025 Salı

Türkiye İşçi Sınıfının Kuşatılmışlığı: Ne ve Nasıl Yapmalı?

MAR

Özet

2017 yılı verilerine dayanan DİSK-AR’ın raporuna göre, Türkiye işçi sınıfı adeta ekonomik bir kıskaca hapsolmuş durumdadır. Yarısından fazlası kiracı olan, dörtte biri asgari ücretin dahi altında gelire talim eden ve her iki işçiden birinin "her an işsiz kalabilirim" korkusuyla yaşadığı bu tablo, emeğin ne kadar değersizleştirildiğini açıkça göstermektedir. Kadınların eğitimli olmalarına rağmen daha kötü koşullarda sömürüldüğü, çocuklu hanelerin yoksulluk sınırında debelendiği ve sosyal yaşamın sadece televizyon izlemekten ibaret kaldığı bu durum, işçinin sadece emeğinin değil; barınma hakkının, geleceğinin ve insanca yaşam umudunun da elinden alındığı içler acısı bir sınıf gerçeğini gözler önüne sermektedir.

DİSK-AR’ın 2017 verileri, Türkiye işçi sınıfının sadece ekonomik değil, sosyal ve psikolojik olarak da bir "kuşatılmışlık" içinde olduğunu kanıtlamaktadır. Sınıfın yarısından fazlasının (%53,5) kiracı olması ve asgari ücretin altında gelire sahip olanların oranının %28,9’u bulması, barınma ve beslenme gibi en temel insani ihtiyaçların/hakların bile birer lüks haline geldiğini göstermektedir. Bu ekonomik sefalete, işyerlerindeki yapısal güvencesizlik eşlik etmektedir; her iki işçiden birinin yaşadığı "her an işsiz kalabilirim" korkusu, sermayenin işçi üzerindeki en büyük terör mekanizmasıdır. Türkiye’de iş kapısını açan anahtar, kişinin mesleki becerisi değil, sahip olduğu sosyal çevredir. İşe girişlerin %54 oranında tanıdık vasıtasıyla gerçekleşmesi, işçiyi bir birey olmaktan çıkararak, kendisini işe sokan 'torpil' ağlarına (siyasi ya da cemaat ağları gibi) veya patronun lütfuna göbekten bağlamakta ve bağımlı kılmakta, bu durum sınıfsal köleliği kalıcı hale getirmektedir.

İşçiler, uzun çalışma saatleri nedeniyle ailelerine zaman ayıramazken (%42,4), maruz kaldıkları siyasi görüş ve etnik köken ayrımcılıkları çalışma barışını dinamitlemektedir. Kadın işçiler ise bu sömürü sarmalının en ağır yükünü taşımakta; erkeklerden daha yüksek eğitim seviyesine sahip olmalarına rağmen, vasıflarının altında, daha düşük ücretle ve %25’e varan cinsiyet ayrımcılığıyla çalıştırılmaktadır. Aile yapısının "çift gelirli" modele zorunlu dönüşümü, tek maaşla geçinmenin imkansızlaştığı bir hayatta kalma stratejisidir.

Tüm bu ağır sömürü koşullarına rağmen, Türkiye işçi sınıfının sınıf bilinci ve örgütlülük düzeyi içler acısı bir durumdadır. İşçilerin %37’si kendisini hiçbir sınıfa ait hissetmezken, nesnel olarak işçi olanların önemli bir kısmının kendini "orta sınıf" olarak tanımlaması (muhtemelen sınıf bilinci olmadığından “gelir durumumda orta halliyim, öyleyse orta sınıftayım” şeklinde düşünülmektedir), kimliksel bir savrulmaya işaret etmektedir. Sendikal hakları "çok önemli" bulanların oranının %20’nin altında kalması ve grev/toplu sözleşme bilincindeki zayıflık, kolektif direnç mekanizmalarının felç olduğunu göstermektedir. Sosyal yaşamın televizyon izlemek ve sosyal medyada vakit öldürmek gibi pasif eylemlere sıkışması ise işçinin entelektüel ve kültürel gelişiminin de sermaye tarafından gasp edildiğinin, sınıfın sadece fiziksel olarak değil, ruhsal olarak da bir çöküşe sürüklendiğinin açık resmidir.

Öyleyse ne yapmalı ve nasıl yapmalı? Yazımızın sonunda buna değiniyoruz.

1.0 Giriş

Bu rapor, Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Merkezi (DİSK-AR) tarafından 2017 yılında gerçekleştirilen kapsamlı bir saha araştırmasının bulgularını analiz etmektedir. Çalışmanın temel amacı, Türkiye'deki işçi sınıfının sosyo-demografik yapısını, çalışma koşullarını, iş memnuniyetini, sınıf aidiyetini ve sosyal yaşamını bütüncül bir bakış açısıyla ortaya koymaktır. Rapor, 2018 ekonomik krizi öncesi döneme dair kritik bir anlık görüntü sunarak, dönemin emek piyasasının temel dinamiklerini ve işçilerin günlük yaşam gerçeklerini anlamak için zengin bir veri seti sağlamaktadır. Bu analiz, işçi sınıfının karşı karşıya olduğu yapısal sorunları ve bu sorunların bireysel ve kolektif tutumlar üzerindeki yansımalarını incelemektedir.

Raporun ilerleyen bölümlerinde, ilk olarak analizin temelini oluşturan araştırmanın metodolojik çerçevesi sunulacaktır. Ardından, işçi sınıfının demografik portresi, hane yapısı ve barınma koşulları gibi temel yaşam göstergeleriyle çizilecektir. Takip eden bölümlerde, istihdam türleri, sosyal güvence, iş bulma kanalları ve ayrımcılık gibi somut çalışma koşulları mercek altına alınacaktır. Bu nesnel koşulların işçilerin memnuniyet, kaygı ve beklentilerine nasıl yansıdığı incelendikten sonra, kolektif örgütlenme mekanizması olan sendikalara bakış ve temel hak bilinci değerlendirilecektir. Rapor, sınıf aidiyeti ve bilinci gibi kritik konuları ele aldıktan sonra, sınıf içi önemli bir farklılaşma ekseni olan toplumsal cinsiyet dinamiklerini ve kadın işçilerin özgün deneyimlerini detaylandıracaktır. Son olarak, işçilerin iş dışı yaşam pratikleri ve sosyo-kültürel faaliyetleri incelenerek bütüncül bir portre tamamlanacaktır.

Bu genel çerçevenin ardından, analizin temelini oluşturan araştırma metodolojisine geçebiliriz.

2.0 Araştırmanın Metodolojisi

Bu raporda sunulan verilerin güvenirliği ve geçerliliği, analizin dayandığı DİSK-AR araştırmasının titizlikle oluşturulmuş metodolojik çerçevesine dayanmaktadır. Araştırmanın bilimsel altyapısı, elde edilen sonuçların doğru yorumlanması ve genellenebilirliği açısından kritik bir öneme sahiptir. Bu bölüm, araştırmanın künyesini ve metodolojik detaylarını özetleyerek bulguların dayandığı temeli ortaya koymaktadır.

Araştırmanın metodolojik özellikleri aşağıda özetlenmiştir:

• Yürütücü Kurumlar: Araştırma, DİSK Araştırma Merkezi (DİSK-AR) tarafından planlanmış, saha çalışması IPSOS Sosyal Araştırmalar Enstitüsü tarafından yürütülmüştür.

• Saha Çalışması Tarihi: Veri toplama süreci, 29 Eylül - 23 Kasım 2017 tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir.

• Örneklem Büyüklüğü: Raporun analizleri, kamu görevlileri (memurlar) hariç tutularak belirlenen 1924 ücretli çalışandan elde edilen verilere dayanmaktadır.

• Evren: Araştırmanın evrenini, Türkiye'de 15 yaş ve üzerindeki tüm işçiler oluşturmaktadır.

• Coğrafi Kapsam: Örneklem, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) İstatistiki Bölge Birimleri Sınıflandırması (İBBS) 1 düzeyindeki 12 bölgeyi ve bu bölgelerdeki 30 ili temsil edecek şekilde tasarlanmıştır.

• Veri Toplama Yöntemi: Veriler, anketörler tarafından tablet kullanılarak yüz yüze görüşme tekniğiyle (CAPI - Computer Assisted Personal Interviewing) toplanmıştır.

• Hata Payı: Araştırma, yaklaşık olarak %95 güven düzeyinde +/- 2,2 hata payına sahiptir.

Bu metodolojik temeller ışığında, araştırmadan elde edilen verilerle çizilen Türkiye işçi sınıfının sosyo-demografik portresinin incelenmesine geçilebiliriz.

3.0 Türkiye İşçi Sınıfının Sosyo-Demografik Portresi

Bu bölümde, Türkiye'deki işçi sınıfının demografik yapısı ve temel yaşam koşullarına ilişkin temel veriler analiz edilmektedir. Hane yapısı, barınma koşulları ve gelir durumu gibi göstergeler, işçilerin ekonomik ve sosyal gerçekliğini anlamak için temel bir zemin oluşturmaktadır. Sonraki bölümlerde incelenecek olan çalışma koşulları, memnuniyet düzeyleri ve kanaatler, bu temel zemin üzerinde şekillenmektedir.

Hane Yapısı ve Aile Büyüklüğü

Araştırma bulgularına göre, işçi hanelerinin ortalama büyüklüğü 3,54 kişidir. Bu oran, Türkiye genelindeki 3,4'lük ortalama hanehalkı büyüklüğü ile paralellik göstermektedir. Hanede çalışan sayısı ise ortalama 2,49 olarak tespit edilmiştir. Bu durum, özellikle kentsel alanlarda tek gelirli aile modelinden çok gelirli modellere doğru bir geçişin yaşandığına işaret etmektedir. İşçi ailelerin geçimi için aile bireylerinden 2-3 kişinin (ebeveynlerin her iki ve bazen bir çocuk daha) çalışması gerekmektedir.

Ancak bu ortalamalar, bölgesel farklılıklar incelendiğinde önemli ölçüde değişmektedir. Özellikle Doğu bölgelerinde ortalama hane büyüklüğü 4,6 kişiye yükselirken, hanedeki istihdam oranı genel ortalamanın (%70) oldukça altına düşerek %56'da kalmaktadır. Daha kalabalık hanelerde daha az sayıda kişinin çalışması, bu bölgelerdeki işçi haneleri üzerinde ciddi bir ekonomik baskı yaratmaktadır. Araştırmaya katılan işçilerin %35,6'sı çocuk sahibi olduğunu belirtmiş olup, çocuk sahibi olanlar arasındaki ortalama çocuk sayısı ise 2,05'tir.

Konut Sahipliği ve Barınma Koşulları

Barınma, işçi hanelerinin en temel yaşam maliyetlerinden birini oluşturmaktadır ve konut sahipliği oranı, ekonomik güvencenin önemli bir göstergesidir. Araştırma, işçilerin önemli bir barınma kriziyle karşı karşıya olduğunu göstermektedir. İşçilerin %56’sı konut sahibi değilken, bu oran Türkiye genel ortalaması olan %41’in oldukça üzerindedir.

Bu tablonun en çarpıcı sonucu ise kiracı oranlarındaki makastır. Türkiye genelinde kiracı oranı %24,4 iken, işçiler arasında bu oran iki katından fazlasına çıkarak %53,5’e ulaşmaktadır. Bu durum, ücret gelirinin önemli bir kısmının barınma maliyetlerine ayrılması anlamına gelmekte ve işçi hanelerinin ekonomik sefaletini artırmaktadır. Düşük gelir gruplarında konut sahipliği oranlarının daha da gerilemesi, barınma krizinin sınıfsal bir nitelik taşıdığını açıkça göstermektedir.

Ücret ve Gelir Durumu

2017 yılı verilerine göre işçilerin aylık net gelir dağılımı, sınıfın karşılaştığı ekonomik zorlukların boyutunu ortaya koymaktadır. Araştırma bulgularına göre, işçilerin %28,9’u 1400 TL’den daha az ücret alırken, %22,9’u 1401-2000 TL arasında ücret almaktadır. Bu veriler, 2017 yılı için net 1.404 TL olarak belirlenen asgari ücret düşünüldüğünde, işçilerin dörtte birinden fazlasının asgari ücretin dahi altında bir gelirle yaşamak zorunda kaldığını göstermektedir. İşçilerin yarısından fazlasının (%51,8) 2000 TL'nin altında bir gelirle geçinmesi, dönemin açlık ve yoksulluk sınırları verileriyle birleştiğinde, büyük bir çoğunluğun temel yaşam ihtiyaçlarını karşılamakta dahi zorlandığı, kalıcı bir ekonomik sefalet içinde olduğu sonucunu doğurmaktadır.

İşçilerin demografik ve temel yaşam koşulları portresini çizdikten sonra, şimdi bu koşulların şekillendiği çalışma hayatının somut dinamiklerine ve istihdam gerçeklerine odaklanabiliriz.

4.0 Çalışma Koşulları ve İstihdam Gerçekleri

Bu bölümde, Türkiye işçi sınıfının karşılaştığı somut çalışma koşulları mercek altına alınmaktadır. İstihdam türlerinden sosyal güvenceye, iş bulma kanallarından işyerinde yaşanan ayrımcılığa kadar geniş bir yelpazede sunulan veriler, işçilerin günlük hayatını ve gelecek kaygılarını doğrudan etkileyen yapısal sorunları gözler önüne sermektedir. Bu bulgular, emek piyasasının güvencesizlik ve enformellik üzerine kurulu yapısını net bir şekilde ortaya koymaktadır.

İstihdam Türü ve Güvence Durumu

Araştırma, istihdam güvencesi konusunda çelişkili bir tablo sunmaktadır. İşçilerin %79,7'si kendisini "düzenli/kadrolu" bir işte çalışıyor olarak tanımlasa da, bu tanımın tek başına güvence anlamına gelmediği açıktır. Nitekim, işçilerin %20,4'ü "düzensiz, geçici, taşeron veya kiralık işçi" gibi doğrudan eğreti istihdam biçimlerinde çalıştığını belirtmektedir. Bu durum, kadrolu çalışmanın dahi iş güvencesi sağlamadığı, güvencesizliğin çalışma yaşamının geneline yayılan bir norm haline geldiğini göstermektedir.

Sosyal güvenceye erişim de benzer bir soruna işaret etmektedir. İşçilerin %79,9'u işyerinde sigortalı olarak çalıştığını belirtse de, sigortasızlık belirli gruplar için kronik bir sorundur:

• Genç işçiler (15-19 yaş): Bu yaş grubunda sigortasız çalışma oranı %40,6'ya ulaşarak endişe verici bir boyuta ulaşmaktadır.

• Doğu bölgeleri: Bu bölgelerde sigortalı çalışma oranı %57,2'ye kadar düşmekte, bu da kayıt dışılığın coğrafi bir yoğunlaşma gösterdiğini ortaya koymaktadır.

İş Bulma Kanalları

İş bulma sürecinde kullanılan yöntemler, işgücü piyasasının ne kadar formel veya enformel mekanizmalarla işlediğini gösterir. Araştırma sonuçları, enformel ağların ezici üstünlüğünü ortaya koymaktadır. İşçilerin %54,1'i işlerini "arkadaşlar, tanıdıklar" aracılığıyla bulduğunu belirtmiştir. Buna karşılık, kamu istihdam kurumu olan İŞKUR'un rolü %5,3 gibi oldukça sınırlı bir oranda kalmıştır. Bu tablo, işgücü piyasasında liyakat ve kurumsal mekanizmalar yerine kişisel ilişkiler ağının (bunun içerisinde cemaat türü çıkar örgütleri de bulunmaktadır) belirleyici olduğuna işaret etmektedir.

Sektörel ve Mesleki Yoğunlaşma

İşçilerin en yoğun olarak istihdam edildiği faaliyet alanları sırasıyla; imalat (%21,5), toptan ve perakende ticaret (%10,6) ve konaklama ve yiyecek hizmetleri (%8,2) sektörleridir. Mesleki dağılım ise eğitim düzeyiyle yakından ilişkilidir:

• Lise altı eğitimliler: "Zanaatkarlar ve ilgili işlerde çalışanlar" ile "nitelik gerektirmeyen işlerde çalışanlar" gruplarında yoğunlaşmaktadır.

• Yüksek öğrenimliler: "Profesyonel meslek mensupları" ile "teknisyen, tekniker ve yardımcı profesyonel meslek mensupları" gruplarında yer almaktadır.

Bu ayrışma, eğitim düzeyinin işçilerin mesleki hiyerarşideki yerini belirlemede kritik bir rol oynadığını göstermektedir.

İşyerinde Ayrımcılık Deneyimleri

İşyerinde ayrımcılık, çalışma barışını ve işçilerin psikolojik sağlığını tehdit eden önemli bir sorundur. Araştırma, işçilerin en sık maruz kaldığı ayrımcılık türlerini şöyle sıralamaktadır:

• Siyasi görüş ve düşünce: %14,0

• Etnik köken/din/mezhep/inanç: %13,2

• Cinsiyet: %9,7

Ayrımcılık deneyimleri yaş gruplarına göre farklılaşmaktadır. Genç işçiler arasında "yaş" ayrımcılığı öne çıkarken, 35-54 yaş grubunda en yaygın ayrımcılık nedeni olarak "siyasi görüş" belirtilmiştir. Bu bulgular, işyerlerinin farklı kimlik ve görüşlere karşı hoşgörü düzeyinin düşük olduğunu ve bunun işçiler üzerinde bir baskı unsuru oluşturduğunu göstermektedir.

İşçilerin fiili çalışma koşullarını detaylandırdıktan sonra, bu koşulların onların iş memnuniyeti, gelecek algıları ve genel kanaatleri üzerindeki yansımalarının inceleneceği sonraki bölüme geçebiliriz.

5.0 İş Memnuniyeti, Kaygılar ve Beklentiler

Bu bölümde, önceki bölümde ele alınan somut çalışma koşullarının, işçilerin psikolojik ve öznel deneyimlerine nasıl yansıdığı analiz edilmektedir. İşten duyulan memnuniyet, memnuniyetsizliğin gerekçeleri ve işçilerin temel kaygıları, onların sadece ekonomik değil, aynı zamanda ruhsal durumlarını ve geleceğe bakışlarını anlamak için kritik göstergeler sunmaktadır. Bu veriler, işçi sınıfının günlük yaşamındaki gerilimleri ve beklentileri ortaya koymaktadır.

Genel İş Memnuniyeti

Araştırma sonuçları, ilk bakışta çelişkili bir tablo sunmaktadır. İşçilerin %76,9'u genel olarak işinden memnun olduğunu belirtmektedir. Ancak bu yüksek oran, daha spesifik konulardaki düşük memnuniyetle belirgin bir tezat oluşturmaktadır. Örneğin, ücretten memnuniyet oranı %54'e, çalışma saatlerinden memnuniyet oranı ise %58,2'ye düşmektedir. Bu çelişki, genel memnuniyetin "kötünün iyisi" olarak nitelendirilebilecek bir durumu yansıttığını göstermektedir. Raporun da işaret ettiği gibi, "işsizliğin yoğun olduğu bir ortamda iş bulmuş olmak başlı başına bir memnuniyet kaynağıdır." (“Buna da şükür” düşüncesi bu ortamda yeşermektedir). Dolayısıyla, bu genel memnuniyet, somut koşulların olumlu olmasından ziyade, yüksek işsizlik tehdidi altında bir işe sahip olmanın getirdiği göreli bir tatmin olarak yorumlanmalıdır.

Memnuniyetsizliğin Temel Nedenleri

İşlerinden memnun olmayan işçilere bunun nedenleri sorulduğunda, ekonomik sorunların ezici bir üstünlüğe sahip olduğu görülmektedir. İşten memnun olmamanın en başta gelen gerekçesi, %78,5 ile "düşük ücret"tir. Ücret sorunu, işçi sınıfının en temel ve yaygın sorun alanı olmaya devam etmektedir. Düşük ücreti takip eden diğer önemli memnuniyetsizlik nedenleri ise "uzun çalışma saatleri", "iş güvencesinin olmaması/işi kaybetme endişesi" ve "işçi sağlığı ve güvenliğinin yetersiz olması" gibi çalışma yaşamının temel yapısal sorunlarıdır.

Temel Kaygılar ve Tutumlar

İşçilerin çalışma yaşamına dair temel kanaatleri ve kaygıları, onların kırılganlığını ve gelecek beklentilerini ortaya koymaktadır:

• İş Kaybetme Korkusu: "Her an işimi kaybetme korkusu yaşıyorum" ifadesine katılanların oranı %50,5 gibi endişe verici bir düzeydedir. Bu korku, iş güvencesinin ne kadar zayıf olduğunun en net göstergesidir. Korku, özellikle güvencesiz koşullarda çalışanlarda daha da yoğunlaşmaktadır; sigortasız işçilerde bu oran %57,6'ya, sendikasız işçilerde ise %52,9'a çıkmaktadır.

• İş-Yaşam Dengesi: İşçilerin %42,4'ü "işim nedeniyle aileme ve kendime yeteri kadar zaman ayıramıyorum" ifadesine katıldığını belirtmektedir. Bu bulgu, uzun ve düzensiz çalışma saatlerinin işçilerin sosyal ve aile yaşamını olumsuz etkilediğini, iş-yaşam dengesinin kurulamadığını göstermektedir.

• Girişimcilik İsteği: "Yakın gelecekte kendi işimi kurmak istiyorum" diyen işçilerin oranının %43 olması, ücretli çalışmanın getirdiği tatminsizlik ve güvencesizliğe karşı bir alternatif arayışının ne kadar yaygın olduğunu göstermektedir. Bu durum, mevcut çalışma koşullarından bir kaçış arzusunu yansıtmaktadır.

İşçilerin bireysel memnuniyet ve kaygılarını inceledikten sonra, kolektif bir mekanizma olan sendikalara ve sendikal haklara bakış açılarının ele alınacağı bir sonraki bölüme geçiş yapabiliriz.

6.0 Sendikalaşma ve Sendikal Haklara Bakış

Bu bölümde, işçi sınıfının kolektif örgütlenme ve hak arama mekanizmalarıyla olan ilişkisi incelenmektedir. Sendikalaşma oranları, sendikalara yönelik algılar ve temel sendikal hakların önemine dair tutumlar, işçilerin kolektif eylem potansiyeli, hak bilinci ve örgütlenmenin önündeki engeller hakkında önemli ipuçları sunmaktadır. Bu analiz, işçilerin bireysel kaygılarının ötesinde, kolektif çözümlere ne ölçüde yaklaştıklarını anlamamızı sağlamaktadır.

Sendikalaşma Durumu ve Üye Olmama Gerekçeleri

Araştırma, Türkiye'de sendikalaşma oranlarının genel olarak düşük olduğunu teyit etmektedir. Sendikaya üye olmayan işçilere bunun nedenleri sorulduğunda, örgütlenmenin önündeki hem yapısal hem de bireysel engeller açıkça görülmektedir. En sık belirtilen gerekçeler şunlardır:

• "İşyerinde sendika olmaması": Bu yanıt, sendikal örgütlenmenin işyerlerine ulaşmadaki yapısal zorluklarını göstermektedir.

• "Gerek duymama": İşçilerin bir kısmının sendikaların rolünü ve faydasını görmediğini veya sendikalara karşı bir ilgisizlik içinde olduğunu ortaya koymaktadır.

• "Patrondan çekinme": Bu gerekçe, sendikalaşmanın önündeki en önemli engellerden biri olan patron baskısı ve işini kaybetme korkusunun varlığını doğrulamaktadır.

Sendikal Haklara İlişkin Bilinç Düzeyi

Araştırmanın en dikkat çekici bulgularından biri, temel sendikal haklara ilişkin bilinç düzeyinin zayıflığıdır. Sendikaya üye olma, toplu iş sözleşmesi yapma ve grev hakkını "çok önemli" olarak değerlendirenlerin oranı %20'nin altında kalmaktadır. Daha da endişe verici olan, işçilerin yaklaşık dörtte birinin bu temel hakları "önemsiz" veya "hiç önemli değil" olarak görmesidir. Bu durum, hak bilincindeki erozyona ve kolektif mücadele kültüründeki zayıflamaya işaret etmektedir.

Sendikaların Performansına Yönelik Algılar

İşçilerin sendikaların performansına yönelik değerlendirmeleri, beklentileri ve eleştirileri hakkında önemli veriler sunmaktadır. İşçiler, sendikaları en yetersiz buldukları alanları şöyle sıralamaktadır:

• "Siyasi iktidarın politikaları üzerinde etkili olmak" (%45,2 yetersiz)

• "Çalışanların daha iyi ücret almaları" (%46 yetersiz)

Bu bulgular, işçilerin sendikalardan hem makro politikalar düzeyinde hem de temel ekonomik kazanımlar konusunda daha etkin bir rol beklediğini göstermektedir. Buna karşılık, sendikaların en başarılı bulunduğu alanlar ise "işçi sağlığı ve güvenliği" ve "iş güvencesini güçlendirmek" olmuştur. Bu algı, sendikaların koruyucu ve güvence sağlayıcı işlevlerinin işçiler tarafından daha fazla takdir edildiğini, ancak temel ekonomik ve politik etki alanlarında zayıf kaldıklarının düşünüldüğünü ortaya koymaktadır.

İşçilerin kolektif örgütlenme ile ilişkisini analiz ettikten sonra, kendilerini toplumsal yapıda nasıl konumlandırdıklarını ve sınıf aidiyeti duygularını inceleyen bölüme geçilebiliriz.

7.0 Toplumsal Sınıf Aidiyeti ve Sınıf Bilinci

Bu bölümde, raporun en kritik bulgularından biri olan işçi sınıfının sınıf aidiyeti ve bilinci analiz edilmektedir. İşçilerin kendilerini toplumsal sınıflar hiyerarşisinde nasıl gördükleri, hangi sınıfa ait hissettikleri ve bu aidiyeti nasıl tanımladıkları, onların sosyal ve politik tutumlarını anlamak için temel bir göstergedir. Bulgular, sınıf kimliğinin karmaşık, zayıf ve çelişkili bir yapı sergilediğini ortaya koymaktadır.

Sınıf Aidiyeti Duygusu

"Kendinizi herhangi bir toplumsal sınıfa ait hissediyor musunuz?" sorusuna verilen yanıtlar, sınıf kimliğinin ne kadar zayıf olduğunun altını çizmektedir. İşçilerin sadece %37'si bir toplumsal sınıfa ait olduğunu hissederken, eşit oranda (%37) bir kesim herhangi bir sınıfa ait hissetmediğini belirtmiştir. Geriye kalan %26'lık kesim ise bu konuda fikrinin olmadığını veya cevap vermediğini ifade etmiştir. Bu tablo, işçilerin yarısından fazlasının kendisini belirli bir sınıf kimliği içinde tanımlamadığını, bu durumun da sınıf bilincinin ve farkındalığının düşük olduğuna işaret ettiğini göstermektedir.

Kendini Tanımlama Biçimleri

Kendisini bir toplumsal sınıfa ait hissedenler arasında dahi, "işçi sınıfı" kimliği baskın değildir. Bu gruptaki işçilerin %42,5'i kendini "işçi sınıfı" olarak tanımlarken, %36'sı "orta sınıf" olarak tanımlamıştır. "İşçi" olarak çalışan bireylerin dahi kendilerini "orta sınıf" olarak tanımlama eğilimi, "işçi" kimliğinin benimsenmesindeki tereddütleri ve orta sınıfa yönelik aspirasyonel (özentiye dayalı) bir yönelimi ortaya koymaktadır. Bu durum, "işçi" kelimesine atfedilen olumsuz anlamlardan kaçınma ve daha yüksek bir sosyal statü arayışıyla açıklanabilir.

Sınıf/Katman Aidiyeti

İşçilere doğrudan seçenekler ("üst sınıf", "orta sınıf", "işçi sınıfı", "alt sınıf") sunulduğunda, tablo daha da netleşmektedir. Bu durumda "işçi sınıfı" (%36,7) ve "orta sınıf" (%37,3) yanıtları neredeyse başa baş çıkmıştır. Bu bulgu, nesnel olarak işçi sınıfına mensup olan önemli bir kesimin, öznel olarak kendisini orta sınıfta konumlandırdığını doğrulamaktadır.

Sınıf algısının ekonomik koşullarla ne kadar yakından ilişkili olduğu da açıkça görülmektedir. Aylık ücret arttıkça, kendini "orta/üst sınıf" olarak tanımlayanların oranı (%51,6'ya kadar) artarken, "işçi/alt sınıf" olarak tanımlayanların oranı (%30,5'e kadar) azalmaktadır. Bu durum, sınıf aidiyeti üretim ilişkilerindeki konumla belirlense de, gelir düzeyi ve yaşam tarzı gibi faktörlerin aidiyet hissini ve bilincini şekillendirmede önemli olduğunu göstermektedir.

Sınıf aidiyeti ve aidiyet hissine dair tabloyu sunduktan sonra, sınıf içi önemli bir farklılaşma ekseni olan toplumsal cinsiyetin çalışma yaşamındaki rolünün ve etkilerinin inceleneceği bölüme geçebiliriz.

8.0 Çalışma Yaşamında Toplumsal Cinsiyet Dinamikleri

Bu bölümde, işçi sınıfı içindeki toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri ve kadın işçilerin özgün deneyimleri analiz edilmektedir. Aile modelindeki dönüşümden ücret farkına, mesleki ayrışmadan sendikal katılıma kadar birçok alanda kadın ve erkek işçiler arasındaki farklılıkları ortaya koymak, sınıfın homojen bir yapı olmadığını ve içsel farklılaşmalar barındırdığını göstermektedir. Bu analiz, sınıfın bütüncül bir resmini çizmek için toplumsal cinsiyet perspektifinin zorunluluğunu vurgulamaktadır.

Aile Modelindeki Dönüşüm

Araştırmanın en çarpıcı ve önemli sonuçlarından biri, Türkiye işçi sınıfı ailesinde yaşanan yapısal dönüşümdür. Geleneksel olarak erkeğin ailenin tek geçindiricisi olduğu modelden, her iki ebeveynin de çalıştığı "çift gelirli" (dual-earner) aile modeline doğru belirgin bir geçiş yaşanmaktadır. Bu dönüşümün en somut kanıtı, işçi hanelerinde ortalama 2,5 kişinin çalışıyor olmasıdır.

Kadın ve Erkek İşçilerin Profillerinin Karşılaştırılması

Kadın ve erkek işçilerin profilleri karşılaştırıldığında, toplumsal cinsiyete dayalı eşitsizlikler net bir şekilde görülmektedir:

Kriter

Kadın İşçi

Erkek İşçi

Analiz

Eğitim Seviyesi

Daha yüksek

Daha düşük

Kadınların eğitim seviyeleri daha yüksek olmasına rağmen...

Vasıflarına Uygun İş

%23'ü vasfına uygun olmadığını düşünüyor

%11'i vasfına uygun olmadığını düşünüyor

...eğitimlerine uymayan işlerde çalışma oranları erkeklerin iki katından fazladır.

Mesleki Yoğunlaşma

Hizmet ve satış elemanı (%33,5), büro hizmetleri (%15,3)

Zanaatkarlar, tesis/makine operatörleri

Kadınlar "kadın işi" olarak görülen, genellikle daha güvencesiz ve düşük ücretli hizmet sektörlerinde yoğunlaşmaktadır.

Sendikalaşma

Daha düşük

Daha yüksek

Kadınların istihdam biçimleri ve ailevi sorumlulukları gibi nedenlerle sendikal süreçlere katılımı daha sınırlıdır.

Cinsiyete Dayalı Ayrımcılık ve Ücret Farkı

Kadın işçilerin maruz kaldığı ayrımcılık, çalışma yaşamındaki eşitsizliğin en somut yüzünü oluşturmaktadır. Kadın işçilerin %13,7'si doğrudan cinsiyetlerine dayalı ayrımcılık yaşadığını belirtmiştir. Bu orana medeni durum ve çocuk sahibi olma gibi faktörlere dayalı ayrımcılıklar da eklendiğinde, her dört kadın işçiden birinin cinsiyet temelli bir ayrımcılığa maruz kaldığı görülmektedir.

Ücret eşitsizliği de bu ayrımcılığın bir diğer boyutudur. Kadınların %13,6'sı, aynı işi yaptıkları erkek meslektaşlarından daha düşük ücret aldıklarını ifade etmiştir. Bu durum, "eşit işe eşit ücret" ilkesinin pratikte ne kadar yaygın bir şekilde ihlal edildiğinin ve cinsiyete dayalı ücret farkının bir mit değil, somut bir gerçeklik olduğunun kanıtıdır.

Çalışma hayatının zorluklarını ve dinamiklerini inceledikten sonra, işçilerin iş dışı zamanlarını nasıl geçirdiklerini ve sosyal yaşam pratiklerini ele alan son bölüme geçiş yapabiliriz.

9.0 İş Dışında Yaşam: Sosyal ve Kültürel Faaliyetler

Bu bölümde, işçilerin çalışma saatleri dışındaki yaşamlarına odaklanılarak, sosyo-kültürel profilleri tamamlanmaktadır. İş dışı zamanın nasıl değerlendirildiği, hangi sosyal faaliyetlere ne sıklıkla katılım gösterildiği gibi veriler, işçilerin yeniden üretim süreçleri, dinlenme biçimleri ve kültürel birikimleri hakkında önemli bilgiler sunmaktadır. Bulgular, uzun çalışma saatleri ve düşük gelirlerin sosyal yaşama katılımı ciddi şekilde kısıtladığını ortaya koymaktadır.

Sosyal Faaliyet Tercihleri

Araştırma sonuçlarına göre, işçilerin en sık gerçekleştirdiği sosyal faaliyetler, genellikle pasif, düşük maliyetli ve ev merkezli aktivitelerdir. Bu durum, işçilerin sosyal yaşam pratiklerinin ekonomik ve zamansal kısıtlarla şekillendiğini göstermektedir:

• En Sık Yapılan Faaliyetler: Listenin başında "televizyon izleme" (%50 sık sık) ve "sosyal medyada zaman geçirme" (%44 sık sık) yer almaktadır. Bu faaliyetler, erişimi kolay ve maliyetsiz olmaları nedeniyle öne çıkmaktadır.

• En Nadir Yapılan Faaliyetler: Buna karşılık, aktif katılım ve kültürel birikim gerektiren faaliyetlerin yapılma sıklığı oldukça düşüktür. "Kitap okuma" (%8 sık sık) ve "sinema, tiyatro, konser gibi sanatsal faaliyetlere katılma" (%7 sık sık) gibi aktiviteler, işçilerin büyük bir çoğunluğu için nadiren gerçekleştirilen veya hiç yapılmayan faaliyetler arasında kalmaktadır.

Bu tablo, uzun ve yorucu çalışma saatlerinin ardından işçilerin dinlenmek ve yeniden enerji toplamak için daha pasif yöntemlere yöneldiğini göstermektedir. Aynı zamanda, düşük ücretler, kültürel ve sanatsal etkinliklere katılımın önünde önemli bir ekonomik engel teşkil etmektedir.

Spor Taraftarlığı

Sosyal kimliğin önemli bir parçası olarak futbol takımı taraftarlığı, işçiler arasında oldukça yaygındır. En çok desteklenen takımlar sırasıyla Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş'tır. Bu üç büyük takım, işçilerin büyük çoğunluğunun taraftarlık kimliğini oluşturmaktadır. Taraftarlık tercihleri, İstanbul, Ege, Marmara gibi farklı bölgelere göre anlamlı farklılıklar göstermekte ve yerel kimliklerle iç içe geçmektedir.

İşçilerin sosyal yaşam pratiklerini de ele alarak genel portreyi tamamladıktan sonra, tüm bu bulguları bir araya getirerek sentezleyen sonuç bölümüne geçilebiliriz.

10.0 Sonuç ve Sentez

Bu rapor, DİSK-AR tarafından 2017 yılında gerçekleştirilen kapsamlı alan araştırmasının verilerine dayanarak Türkiye işçi sınıfının sosyo-ekonomik durumu, çalışma koşulları ve temel eğilimleri üzerine bütüncül bir analiz sunmuştur. Araştırma bulguları, 2017 itibarıyla Türkiye işçi sınıfının çelişkili bir tablo sergilediğini ortaya koymaktadır. Bir yanda, yüksek işsizlik tehdidi altında, düşük ücretli, güvencesiz ve uzun çalışma saatlerine dayalı ağır koşullarda bir varoluş mücadelesi verirken; diğer yanda zayıf bir sınıf bilinci, düşük bir kolektif örgütlülük düzeyi ve sendikal haklara karşı mesafeli bir duruş sergilemektedir. Bu tablo, ekonomik yoksulluğun/kırılganlığın ve güvencesizliğin, kolektif bir hak arama bilincine dönüşmek yerine bireysel kaygıları ve hayatta kalma stratejilerini derinleştirdiğini göstermektedir.

Raporun temel bulguları aşağıdaki gibi özetlenebilir:

1. Ekonomik Sefalet ve Barınma Krizi: İşçilerin yarıdan fazlasının (%53,5) kiracı olması ve %56’sının konut sahibi olmaması, barınmanın sınıfsal bir krize dönüştüğünü göstermektedir. Düşük ücretler, haneler üzerinde kalıcı bir ekonomik baskı yaratarak temel yaşam koşullarını zorlaştırmaktadır.

2. Güvencesizliğin Normalleşmesi: İşçilerin yarısından fazlasının her an işini kaybetme korkusu yaşaması, güvencesizliğin istisnai bir durum olmaktan çıkıp çalışma yaşamının temel bir karakteristiği haline geldiğini kanıtlamaktadır. Her beş işçiden birinin doğrudan eğreti (geçici, taşeron vb.) işlerde çalışması ve "kadrolu" statüsünün dahi tek başına güvence sağlamaması bu durumu pekiştirmektedir.

3. Zayıf Sınıf Bilinci ve Kolektif Örgütlenme: İşçilerin önemli bir kısmının kendisini herhangi bir toplumsal sınıfa ait hissetmemesi ve kendini tanımlarken "işçi sınıfı" kimliği yerine "orta sınıf" kimliğine yönelmesi, sınıf bilincindeki zayıflığı ortaya koymaktadır. Buna paralel olarak sendikalaşma oranlarının düşüklüğü ve temel sendikal haklara yönelik farkındalığın zayıflığı, kolektif örgütlenmenin önündeki ciddi engellere işaret etmektedir.

4. Derinleşen Toplumsal Cinsiyet Eşitsizlikleri: Kadın işçiler, erkeklere göre daha yüksek eğitim seviyesine sahip olmalarına rağmen, vasıflarına uygun olmayan, daha düşük ücretli ve güvencesiz işlerde yoğunlaşmaktadır. Yaygın ayrımcılık deneyimleri ve eşit işe rağmen devam eden ücret farkı, çalışma yaşamındaki cinsiyet eşitsizliklerinin ne kadar derin ve yapısal olduğunu göstermektedir.

5. Değişen Aile Yapısı: Geleneksel tek erkeğin geçindirdiği aile modelinden, her iki ebeveynin de çalıştığı "çift gelirli" modele geçiş, araştırmanın en önemli sosyolojik bulgularından biridir. Marx’ın zamanında belirttiği gibi, emek gücü metasının fiyatı (ücreti), değerinin altına doğru baskılandığından her iki ebeveyn çalıştığında işçi ailesinin kendini yeniden üretmesi ancak/zar zor gerçekleşebilmektedir.

Bu verilerin, Türkiye ekonomisini derinden sarsan 2018 krizi öncesi bir döneme ait olduğu unutulmamalıdır. Kriz sonrası artan işsizlik, enflasyon ve alım gücündeki düşüş göz önüne alındığında, raporda çizilen tablonun mevcut durumda daha da zorlaşmış olabileceğini öngörmek mümkündür.

11.0 Ne Yapmalı? Sahadan Örgütlenmeye: "Hareket" Modeli

DİSK-AR raporunun sunduğu veriler, Türkiye işçi sınıfının sadece ekonomik bir yıkım içinde olmadığını, aynı zamanda derin bir sosyalleşme ve aidiyet krizi yaşadığını göstermektedir. İşçiler kendilerini bir sınıfa ait hissetmemekte, zamanlarını televizyon başında pasifize olarak geçirmekte (%50) ve iş bulmak için enformel (arkadaş/tanıdık) ağlara muhtaç kalmaktadır. Bu tablo karşısında klasik "ajitasyon-propaganda" yöntemleri (bildiri dağıtımı, didaktik çağrılar) duvara çarpmaktadır. Çözüm, işçiye dışarıdan yaklaşan bir "öğretmen" gibi değil, yaşamın içinde saf tutan bir "yoldaş/arkadaş" gibi yaklaşan organik bir hareket modeli inşasından geçmektedir.

A. İşyerinde "Sempatik" Örgütlenme ve Arkadaşlık Hukuku

Sendikal hak bilincinin %20’lerin altında olduğu bir iklimde, sendikaya ya da öncü partiye örgütlenme süreci profesyonel bir üyelik çağrısından önce arkadaşlık hukuku üzerine kurulmalıdır. İşçi, kendisine direkt bir "ideoloji" sunan siyasi bir figür değil, dertleşebildiği, ortak hobiler geliştirebildiği ve güven duyduğu bir çalışma arkadaşı görmelidir. Ortak meşgaleler, basit ama sürekliliği olan kültürel paylaşımlar, işyerindeki monotonluğu, zorlukları, ezilmişliği ve baskıyı dağıtacak olan o ilk "insani" barajı yıkacaktır.

B. Mahalle Merkezli "Yaşam Alanları" ve Sosyalleşme Araçları

İşyerinde baskı ve korku, imkânsızlık nedeniyle geliştirilemeyen ilişkiler, mahalle ölçeğinde kurulacak alternatif mekanlarla telafi edilmelidir. Bu mekanlar; soğuk birer parti bürosu değil, işçi ailelerinin tüm bireyleriyle (kadın, genç, çocuk) dahil olabileceği canlı merkezler olmalıdır.

  • Spor ve Yaratıcı Yarışmanın Kolektif Gücü: Mahalleler arası futbol turnuvaları, stratejik düşünmeyi teşvik eden satranç yarışmaları ve dayanışmayı güçlendiren spor etkinlikleri düzenlenmelidir. Bu, işçiyi pasif izleyici konumundan çıkarıp aktif bir aktör haline getirir.
  • Kültürel Üretim ve Sanat: İşçilerin %90’ından fazlasının sanatsal faaliyetlere katılamadığı gerçeği karşısında; mahalle bazlı işçi koroları, halk dansları ekipleri ve tiyatro toplulukları kurulmalıdır. Birlikte türkü söylemek, "birlikte gazel okumanın" en somut halidir.
  • Yöresel Festivaller ve Mutfak: İşçi sınıfının geldiği yerel kökleri dışlamak yerine, bu kökleri sınıfsal bir potada eriten yöresel festivaller, kolektif mutfaklar ve dayanışma yemekleri organize edilmelidir. Bu etkinlikler, "biz" duygusunu inşa eder.

C. "Birlikte Gazel Okumak": Dışarıdan Değil, İçeriden

İşçiye bir bildiri uzatıp "bunu oku ve bize katıl" demek, mesafeyi koruyan ve hiyerarşi kuran bir tutumdur. Oysa ihtiyaç duyulan şey, işçinin yaşadığı hayatı onunla birlikte teneffüs etmektir.

  • Didaktizmden Uzak Durmak: "Biz biliyoruz, sana öğreteceğiz" üstten bakışı reddedilmelidir. İşçinin günlük meşgalelerine, sevinçlerine ve hobilerine samimiyetle ortak olunmalı; birlikte eğlenilmeli, birlikte üretilmelidir.
  • Hariçten Gazel Okumamak: Siyasi sloganların soğukluğu yerine, hayatın sıcaklığı içinde bir karşı-hegemonya inşa edilmelidir. İşçi, sosyalistlerin kurduğu o atmosferde (bir satranç masasında, bir koro provasında veya bir festival hazırlığında) kendini daha değerli, daha bilgili ve daha "insan" hissettiğinde, sınıf bilinci de bu kültürel zeminde kendiliğinden filizlenecektir.

Sonuç: Bir Çağrı Değil, Bir Atmosfer

Özetle; işçiyi "çağırmak" yerine, işçinin zaten olduğu yerde (mahallede, sokakta, kahvede, işyerinde) yeni bir yaşam tarzı ve güzel ilişkiler örgütlemek gerekmektedir. Toplumsal çürümenin ve cemaatleşmenin panzehiri de budur. Bildiri okutmaktan ziyade, birlikte aynı havayı solumak, birlikte kupa kaldırmak ve birlikte türkü söylemek; Türkiye işçi sınıfının o "içler acısı" kuşatılmışlığını kırmamızın ilk adımlarını oluşturacak olan tek gerçek devrimci pratiktir. Bu atmosfer içerisindeki birçok işçinin zamanla öncü parti örgütlenmesine kendiliğinden katılmayı isteyeceği görülecektir. Başka bir deyişle “hareket” modeli ile “parti” modeli birbirini dışlamaz, tersine uyumla tümlenirler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.

[MAR] YOUTUBE KANALI

LİDER

Karl Marx - Kapital

Kısa Sovyet Film ve Belgeseller [Türkçe]