Marksist Araştırmalar [MAR] | Komünizm: Tarihin Çözülen Bilmecesi

19 Aralık 2025 Cuma

Antonio Gramsci'nin Teorisinde Temel Kavramlar ve Strateji

MAR

insan yüzü, portre, kişi, şahıs, giyim içeren bir resim

Yapay zeka tarafından oluşturulmuş içerik yanlış olabilir.

1.0 Giriş

Antonio Gramsci'nin düşünce sistemi, 20. yüzyılın başlarındaki derin bir tarihsel sorunsal üzerine inşa edilmiştir: 1917 Ekim Devrimi'nin ardından, devrimci dalganın özellikle Almanya ve İtalya gibi gelişmiş kapitalist Batı Avrupa ülkelerinde neden başarısızlığa uğradığı. Faşizmin yükselişine ve işçi hareketlerinin yenilgisine bizzat tanıklık eden Gramsci, teorisini bu tarihsel yenilginin nedenlerini anlamak ve aşmak üzerine kurmuştur. Onun temel derdi, işçi sınıfının iktidarı ele geçirebileceği sosyalist devrimin koşullarını, stratejilerini ve araçlarını modern kapitalist toplumların karmaşık yapısı içinde yeniden düşünmekti.

Bu arayış, Gramsci'yi İkinci Enternasyonal'in mekanik ve ekonomist Marksizm anlayışından köklü bir kopuşa yöneltmiştir. Tarihin "otomatik" bir şekilde sosyalizme ilerleyeceği ve ekonomik krizlerin kendiliğinden devrimci bir bilinç yaratacağı şeklindeki determinist yaklaşımları reddeden Gramsci, teorinin pratikle, felsefenin ise stratejiyle bütünleştiği bir praksis felsefesi vurgusu yapmıştır. Ona göre devrim, sadece nesnel koşulların bir sonucu değil, aynı zamanda bilinçli, örgütlü ve stratejik bir müdahalenin ürünüydü.

Bu analizin omurgasını, Gramsci'nin modern iktidar ilişkilerini ve devrimci stratejiyi anlamak için geliştirdiği birbiriyle ilişkili temel kavramlar oluşturacaktır. Metin boyunca sırasıyla şu kavramlar incelenecektir:

• Hegemonya: İktidarın zor ve rıza diyalektiği.

• Bütüncül Devlet: Siyasal toplum ve sivil toplumun organik birliği.

• Sivil Toplum: Hegemonyanın inşa edildiği siperler alanı.

• Pasif Devrim ve Mevzi Savaşı: Batı'ya özgü devrim stratejileri.

• Organik Aydın: Karşı-hegemonya mücadelesinin entelektüel aktörleri.

• Modern Prens: Devrimci partinin kolektif irade olarak rolü.

Bu kavramsal çerçeve, Gramsci'nin düşüncesini şekillendiren tarihsel ve teorik zeminin anlaşılmasıyla daha da anlam kazanacaktır.

2.0 Tarihsel ve Teorik Zemin: Gramsci'nin Dünyası

Gramsci'nin teorilerini, içinde yaşadığı çağın stratejik bir laboratuvar olarak görülmesi gereken tarihsel konjonktüründen bağımsız anlamak mümkün değildir. Kapitalizmin Fordizm/Amerikanizm ile yeniden yapılandığı, liberal demokrasilerin krize girdiği ve faşizmin bir kitle siyaseti olarak yükseldiği bir "karmaşık dünya", onun karmaşık teorisinin de zeminini oluşturmuştur. Bu dönem, Gramsci'nin modern iktidar mekanizmalarını ve sınıf mücadelesinin yeni biçimlerini analiz etmesi için somut bir alan sunmuştur.

Gramsci'nin yaşadığı dönemin temel özellikleri, onun kavramsal cephaneliğini doğrudan şekillendirmiştir:

• Pasif Devrimler Çağı: Gramsci'ye göre 1789 Fransız Devrimi'nin Jakobenler öncülüğünde kitleleri harekete geçiren "aşağıdan devrim" karakteri, 19. yüzyılda yerini "yukarıdan dönüşümlere" bırakmıştır. Hâkim sınıflar, devrimci bir kitle mobilizasyonunun riskini almaktan kaçınarak, kendi aralarında ittifaklar kurarak (örneğin toprak sahipleri ve sanayi sermayesi) devletleri ve toplumsal yapıları dönüştürmüşlerdir. Bu "pasif devrim" çağı, devrimci stratejinin de yeniden düşünülmesini zorunlu kılmıştır.

• Ulus-Devletin Yükselişi: 19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren bürokrasinin gelişmesi, eğitimin ve sağlığın kitleselleşmesi gibi süreçlerle birlikte ulus-devlet, toplumun "kılcal damarlarına" nüfuz eden bir organizasyon haline gelmiştir. Devlet artık sadece uzak bir baskı aygıtı değil, kendi nüfusunu tanımak ve yönetmek için istatistiği temel alan, bürokratik yapılar aracılığıyla toplumu şekillendiren bir güçtür.

• Demokrasinin Çelişkili Genişlemesi: Bu dönem, bir yandan oy hakkının genişlemesiyle kitlelerin siyasal sisteme dahil olduğu, diğer yandan ise parlamentoların giderek etkisizleştiği çelişkili bir sürece tanıklık etmiştir. Sermayenin merkezileşmesi ve finans kapitalin yükselişiyle birlikte, stratejik kararlar parlamento dışındaki bürokratik ve kapalı komisyonlarda alınmaya başlanmıştır. Bu durum, parlamenter demokrasinin işleyen bir mekanizma olmaktan çıktığına işaret ediyordu.

• Sağ Kitle Siyasetinin Doğuşu: Kitle mobilizasyonu, artık sadece solun ve işçi hareketinin bir aracı olmaktan çıkmıştır. Louis Bonaparte ve Bismarck gibi figürlerle başlayan süreçte sağ, milliyetçilik ve antisemitizm gibi mekanizmaları kullanarak kitleleri kendi siyasal projeleri etrafında harekete geçirmeyi öğrenmiştir. Bu "proto-faşist" gelişmeler, sınıf mücadelesinin karmaşıklığını ve çok yönlülüğünü ortaya koymuştur.

Bu tarihsel zemin, Gramsci'nin teorik kopuşunun da temelini oluşturur. Kautsky ve İkinci Enternasyonal Marksizmi, işçi sınıfının birliğinin ve iktidara yürüyüşünün kapitalizmin gelişimiyle "otomatik" olarak gerçekleşeceğini varsayıyordu. Buna karşılık Gramsci ve Lenin gibi düşünürler, işçi sınıfının milliyetçilik, din, etnik köken gibi unsurlarla nasıl parçalandığını ve hâkim sınıfların siyasetlerine nasıl angaje olabildiğini görmüşlerdir. İşçi sınıfının birliği verili değil, inşa edilmesi gereken bir hedefti.

İşte hegemonya kavramı, tam da bu parçalanmışlığa ve otomatik ilerleyiş fikrinin iflasına bir yanıt olarak, işçi sınıfının kendi içinde ve diğer tabi sınıflarla birlikte nasıl bir siyasi-kültürel birlik kurabileceği sorusuna bir çözüm arayışı olarak geliştirilmiştir.

3.0 Hegemonya: İktidarın Diyalektiği (Zor/Baskı ve Rıza)

Hegemonya kavramı, Gramsci'nin düşünce sisteminin merkezinde yer alan ve onun bütün teorik yapısını birleştiren kilit taşıdır. Bu kavram, basit bir kültürel hakimiyet veya ideolojik manipülasyonun çok ötesinde, bir sınıfın iktidarını nasıl kurduğunu, meşrulaştırdığını ve sürdürdüğünü açıklayan diyalektik bir mekanizmadır. Hegemonya, bir sınıfın kendi düşmanının taktik ve stratejilerini anlamak ve ona karşı kendi stratejisini geliştirmek için tasarlanmış devrimci bir analiz aracıdır.

Gramsci'nin hegemonya analizinin temel bileşenleri şunlardır:

• Zor/Baskı (Tahakküm) ve Rıza (Liderlik) Birlikteliği: Gramsci için modern kapitalist toplumlarda iktidar, sadece devletin baskı ve zor aygıtlarıyla (tahakküm) ayakta durmaz. İktidarın kalıcılığı, yönetilenlerin rızasının aktif olarak üretilmesiyle mümkündür. Bu, bir "zor/baskı veya rıza" ikilemi değil, "zor ve rıza" diyalektiğidir. Rızanın sınırları aşıldığında veya kriz anlarında zor devreye girer, ancak "normal" işleyişte iktidar, "güç ve rızanın birbirini karşılıklı olarak dengelediği" bir birleşimle karakterize edilir. Hegemonya, salt zora/baskıya dayalı tahakkümden (domination) bu yönüyle ayrılır.

• Entelektüel ve Moral Liderlik: Hâkim sınıf, kendi tikel çıkarlarını toplumun tümünün evrensel çıkarları gibi sunarak diğer sınıflar ve toplumsal gruplar üzerinde bir entelektüel ve ahlaki liderlik kurar. Bu liderlik sayesinde, tabi sınıflar kendi çıkarlarına aykırı olan bir düzeni içselleştirebilir ve onun yeniden üretimine gönüllü olarak katılabilirler. Bu, sadece bir dayatma değil, aynı zamanda karmaşık bir ikna ve yönlendirme sürecidir.

• Ekonomik Boyut: Gramsci, hegemonyanın sadece etik-politik değil, aynı zamanda ekonomik olmak zorunda olduğunun altını çizer. Hâkim sınıf, kendi iktidarının özüne dokunmayacak şekilde, tabi sınıflara belirli ekonomik tavizler vermek zorundadır. Fordist dönemde ücretlerin artırılması veya sosyal politikaların geliştirilmesi, işçi sınıfını sisteme entegre etmenin ve onun devrimci potansiyelini soğurmanın bir aracı olarak bu ekonomik boyuta örnek teşkil eder.

Ancak hegemonya asla tam, mutlak ve kapanmış bir süreç değildir. Her hegemonik yapı, kendi içinde karşıtlıklar/paradokslar barındırır ve her zaman dışında kalan, temsil edilmeyen toplumsal gruplar bırakır. Bu "açık" ve paradoksal doğa, tam da karşı-hegemonya mücadelesinin imkanını yaratır.

Hegemonya inşası, soyut bir alanda değil, toplumun somut kurumlarında ve ilişkilerinde gerçekleşir. Bu da bizi Gramsci'nin genişletilmiş devlet teorisine, yani sivil toplum ve siyasal toplum ayrımına götürür.

4.0 Bütüncül Devlet (Stato Integrale): Siyasal Toplum ve Sivil Toplum

Gramsci'nin devlet teorisi, devleti sadece hükümet, ordu, polis ve yargı gibi zor/baskı aygıtlarından ibaret gören geleneksel Marksist analizlerden stratejik bir kopuşu temsil eder. Modern kapitalist toplumlardaki iktidarın karmaşıklığını ve direngenliğini anlamak için devleti, sivil toplumu da içeren "bütüncül bir devlet" (stato integrale) olarak kavramak gerektiğini savunur.

Bu teorinin merkezinde, üst yapının iki temel momente ayrılması yatar:

1. Siyasal Toplum (Devlet): Bu alan, hukuki ve siyasi zor/baskı aygıtlarını içerir. Ordu, polis, bürokrasi ve hükümet gibi kurumlar aracılığıyla, rızanın yetersiz kaldığı veya aşıldığı durumlarda doğrudan baskı ve tahakküm uygular.

2. Sivil Toplum: Bu alan ise kilise, sendikalar, okullar, medya, dernekler gibi "özel" olarak kabul edilen kurumların ve faaliyetlerin bütünüdür. Liberal düşüncenin aksine Gramsci için sivil toplum, devletin karşısında özerk bir alan değil, devletin bir parçasıdır. Sivil toplum, hegemonyanın inşa edildiği, rızanın üretildiği ve yayıldığı birincil alandır. (Bize göre “sivil toplum” devletin değil, kapitalist devlet, toplumsal ilişkilerin ve kapitalist sınıf ile işçi sınıfı arasındaki iktidar ilişkilerinin bir bileşenidir- MAR)

Bu iki alan, birbirinden kopuk değil, diyalektik bir bütünlük içindedir. Gramsci'nin meşhur formülasyonuyla:

Devlet = Siyasal Toplum + Sivil Toplum

Bu, başka bir deyişle, "baskı zırhıyla korunan hegemonya" anlamına gelir. Sivil toplum, hâkim sınıfın ideolojisini ve dünya görüşünü yayarak bir rıza ağı örerken, siyasal toplum bu ağı koruyan bir zırh işlevi görür. Bu nedenle Gramsci, "gerçeklikte sivil toplum ve devlet bir ve aynıdır" diyerek bu iki alanın organik bütünlüğünü vurgular.

İktidarın sadece dar anlamda devlette değil, sivil toplumun geniş ve karmaşık siperler sisteminde de kök saldığını gösteren bu genişletilmiş devlet anlayışı, devrimci stratejinin de yeniden formüle edilmesini gerektirir. Bu durum, bizi doğrudan doğruya mevzi savaşı kavramına götürür.

5.0 Batı'da Devrim Stratejisi: Mevzi Savaşı ve Pasif Devrim

Gramsci'nin devrim stratejisi üzerine düşünceleri, meşhur Doğu-Batı ayrımı üzerine kuruludur. Bu ayrım coğrafi olmaktan çok, devlet ve sivil toplum ilişkilerinin yapısal farklılığına dayanan stratejik bir ayrımdır. Rusya gibi sivil toplumun "ilkel ve jelatinimsi" olduğu Doğu'da, devrimci bir hücumla devlet aygıtının ele geçirilmesi (manevra savaşı) yeterli olabilirdi. Ancak bu stratejinin, militan pratiğinden ve Torino Fabrika Konseyleri deneyiminden dersler çıkardığı Batı'da geçerli olması mümkün değildi. Zira Batı'da sivil toplum, devletin arkasında yer alan karmaşık bir "tahkimatlar ve siperler sistemi" haline gelmişti.

• Mevzi Savaşı (Guerra di Posizione): Batı'daki devrimci strateji, sivil toplumun bu siperlerinde (okullar, sendikalar, kültür kurumları, medya vb.) yürütülen uzun soluklu bir karşı-hegemonya mücadelesi olmalıdır. Mevzi savaşı, devlet aygıtına yönelik nihai bir "manevra savaşından" önce, sivil toplumun ideolojik ve kültürel siperlerinin bir bir fethedilmesini gerektirir. Amaç, siyasal iktidarı ele geçirmeden önce, işçi sınıfının toplumun entelektüel ve moral liderliğini ele geçirmesidir.

• Pasif Devrim (Rivoluzione Passiva): Gramsci, hâkim sınıfların devrimci tehditleri soğurmak veya önlemek için kullandığı bir stratejiyi "pasif devrim" olarak kavramsallaştırır. Bu, kitle mobilizasyonu olmaksızın, "yukarıdan" gerçekleştirilen bir devrim veya “restorasyon”dur. Hâkim sınıflar, devrimci potansiyeli etkisiz hale getirecek reformlar ve dönüşümler gerçekleştirir. Bu kavramın en özlü ifadesi, Visconti’nin Leopar filmindeki meşhur replikte bulunur: "Aynı kalması için her şeyin değişmesi gerekiyor." Gramsci'nin analiz ettiği tarihsel örnekler şunlardır:

    ◦ İtalyan Birliği (Risorgimento): Kuzey sanayi burjuvazisi ile güneydeki toprak sahiplerinin ittifakıyla, köylü kitlelerini dışlayarak gerçekleştirilen bir "yukarıdan devrim". Bu süreç, siyasi elitlerin radikalleri ve ılımlıları kendi içinde eriterek etkisizleştirdiği "transformizmo" pratikleriyle karakterize olmuş, bu da hegemonik kapasitesi düşük bir devlet yaratmıştır.

    ◦ Fordizm: İşçi sınıfını yeni bir üretim disiplini ve kitlesel tüketim toplumu içine entegre ederek, onun devrimci potansiyelini yönetilebilir kılan bir yeniden yapılanma.

    ◦ Faşizm: İtalya'daki "Kızıl İki Yıl" (Biennio Rosso) sırasında, Risorgimento'nun yarattığı hegemonik kapasitesi düşük devletin işçi ayaklanmaları karşısında girdiği hegemonya krizine bir yanıt olarak ortaya çıkmıştır. Faşizm, kitle hareketlerini zorla ezerek ve devleti yeniden yapılandırarak düzeni tesis etme girişimidir.

Bu bağlamda mevzi savaşı, aslında pasif devrimin bu "yukarıdan" ve kitleleri dışlayan taktiklerine karşı geliştirilmiş bir karşı-stratejidir. Bu karşı-hegemonya mücadelesinin başarıya ulaşması ise bu mücadeleyi yürütecek kolektif aktörlerin, yani entelektüellerin ve devrimci partinin varlığına bağlıdır.

6.0 Karşı-Hegemonya İnşası: Entelektüeller, Kültür ve Praksis Felsefesi

Bir karşı-hegemonya inşa etmek, Gramsci için sadece politik bir görev değil, aynı zamanda derinlikli bir kültürel ve felsefi projedir. Tabi sınıfların, hâkim ideolojinin etkisinden kurtulup kendi dünya görüşlerini yaratabilmeleri, bu projenin merkezinde yer alır. Bu süreçte entelektüeller ve kültür, stratejik birer mücadele alanı olarak öne çıkar.

Entelektüellerin Rolü

Gramsci, entelektüelleri toplumsal işlevleri açısından ikiye ayırır:

• Geleneksel Entelektüeller: Rahipler, öğretmenler, bürokratlar gibi kendilerini sınıflar üstü, bağımsız ve evrensel değerlerin taşıyıcısı olarak gören aydın tipidir. Ancak bu "bağımsızlık" bir yanılsamadır; bu aydınlar, tarihsel süreklilikleri ve mevcut kurumsal yapıları itibarıyla, farkında olsalar da olmasalar da mevcut düzenin hegemonyasının yeniden üretilmesine hizmet ederler.

• Organik Entelektüeller: Yükselen bir sınıfın (burjuvazi veya proletarya) kendi içinden çıkardığı, o sınıfın homojenleşmesini, kendi tikel çıkarlarının bilincine varmasını ve bu çıkarları evrensel bir projeye dönüştürmesini sağlayan örgütleyici entelektüellerdir. Proletaryanın devrimci bir özne haline gelebilmesi, kendi organik aydınlarını—örneğin parti kadroları, sendika örgütçüleri—yaratmasına ve yetiştirmesine bağlıdır. Bu aydınlar, sınıfın "içinde yaşayarak" onu örgütleyen ve "daimî ikna edici" işlevi gören aktörlerdir.

Kültür ve "Entelektüel ve Moral Reform"

Kültür, Gramsci için sınıflar mücadelesinin en önemli cephelerinden biridir. Karşı-hegemonya, kitlelerin günlük düşünce biçimlerini dönüştürmeyi hedefleyen büyük bir kültürel savaş anlamına gelir.

• Ortak Duyu (Senso Comune) ve Folklor: Gramsci, halkın günlük, çoğu zaman çelişkili, parçalı ve hâkim ideolojiden etkilenmiş dünya görüşünü "ortak duyu" olarak tanımlar. Bu, eleştirilmeden kabul edilen, yerleşik kanılardır. Ancak ortak duyunun içinde, pratik deneyimlerden kaynaklanan "iyi nüveler" de bulunur. Devrimci siyasetin görevi, bu iyi nüveleri bularak geliştirmek ve onları tutarlı, eleştirel bir dünya görüşüne, yani yeni bir felsefeye dönüştürmektir. Folklor da benzer şekilde, alt sınıfların bastırılmış ama direngen kültürel birikimini içerir ve bu dönüşüm için bir kaynak sunar.

• Praksis Felsefesi: Gramsci için Marksizm, kitlelerin yeni "ortak duyusu" haline gelecek olan praksis felsefesidir. Bu felsefe, kitleleri entelektüel olarak bağımsız kılacak, onlara dünyayı anlama ve değiştirme araçları sunacak yeni ve bütünlüklü bir dünya görüşü sunar. Bu proje, tarihteki büyük kültürel devrimlere, örneğin Protestan Reformu'na veya Fransız Devrimi'nin yarattığı aydınlanmacı dönüşüme denk, büyük bir "entelektüel ve moral reform" projesidir.

Bu iddialı karşı-hegemonya projesini örgütleyecek, yönetecek ve kolektif bir iradeye dönüştürecek olan merkezi aktör ise "Modern Prens", yani devrimci partidir.

7.0 Modern Prens: Parti ve İşçi Öz-Örgütlenmesi

Gramsci için devrimci parti, sadece seçimlere giren veya taktik manevralar yapan bir araç değil, karşı-hegemonya projesinin beyni, omurgası ve kolektif örgütleyicisidir. Parti, tabi sınıfların parçalı ve dağınık iradesini birleştirerek onu tarihsel bir güce dönüştüren stratejik aygıttır.

• Modern Prens Metaforu: Gramsci, bu rolü açıklamak için Machiavelli'nin Prens'inden esinlenir. Machiavelli'nin Prens'i, parçalanmış İtalya'da ulusal bir irade yaratarak modern devleti kurma görevini üstlenen bireysel bir figürdü. Modern çağda ise bu tarihsel görevi yerine getirecek olan "Modern Prens", proletaryanın iradesini birleştiren, onu "kolektif bir irade" haline getiren ve yeni bir devlet kurmayı hedefleyen devrimci partidir.

Partinin stratejik işlevleri şunlardır:

• Kolektif Entelektüel: Parti, praksis felsefesini geliştiren, yayan ve kitlelere ulaştıran bir "kolektif entelektüel" işlevi görür. İşçi sınıfının organik aydınlarını yetiştiren bir okul, onların teorik ve pratik olarak gelişimini sağlayan bir laboratuvardır.

• Hegemonya Aygıtı: Parti, işçi sınıfının sadece kendi içinde değil, aynı zamanda diğer tabi sınıflarla (örneğin İtalya örneğinde güneydeki köylülükle) ittifak kurmasını sağlayan ve bu ittifaka liderlik eden merkezi aygıttır. Bu ittifak, karşı-hegemonya projesinin toplumsal temelini oluşturur.

Gramsci, partiyi işçi sınıfının kendiliğinden ortaya çıkan öz-örgütlenme deneyimlerinden kopuk, yukarıdan bir yapı olarak görmez. Aksine, partinin bu deneyimlerle diyalektik bir ilişki içinde olması gerektiğini vurgular. Özellikle bizzat içinde yer aldığı Torino Fabrika Konseyleri deneyimi, onun için bu ilişkinin teorik ve siyasal laboratuvarıdır. Konseyler, işçilerin üretim sürecini doğrudan denetlediği ve kendi kendilerini yönettiği embriyonik işçi devleti formlarıydı. Parti, bu türden öz-örgütlenme yapılarının yerine geçmez; aksine onları siyasi bir perspektifle bütünleştirir, onlara ulusal bir strateji sunar ve dağınık mücadeleleri birleştirerek onlara liderlik eder.

Bu bütünlüklü analiz, Gramsci'nin düşünsel mirasının neden hala güncel ve tartışmalı olduğunu anlamak için sağlam bir zemin sunmaktadır.

8.0 Sonuç: Gramsci'nin Düşünsel Mirası ve Güncelliği

Gramsci'nin teorik sistemi, modern kapitalist toplumlarda iktidarın nasıl işlediğini ve nasıl dönüştürülebileceğini açıklayan diyalektik ve bütünlüklü bir çerçeve sunar. Hegemonya, bütüncül devlet, mevzi savaşı, organik aydın ve Modern Prens gibi kavramlar, birbirinden yalıtılmış analiz araçları değildir. Aksine, zor/baskı ve rızanın, yapı ve üst yapının, teori ve pratiğin karmaşık ilişkilerini anlamak için tasarlanmış, birbiriyle iç içe geçmiş stratejik bir düşünce sisteminin parçalarıdır. Bu bütünlük, onun düşüncesinin en kalıcı ve güçlü yönünü oluşturur.

Bu nedenle, Gramsci'nin mirası, sıkça yapıldığı gibi, salt bir "kültürel analize" veya devlet iktidarını hedeflemeyen "reformist" bir sivil toplumculuk stratejisine indirgenemez. Hapishane öncesi militan pratiği, özellikle de Torino Fabrika Konseyleri deneyimi ve hapishane defterlerindeki devrimci strateji arayışı, onun düşüncesinin temelinde devrimci bir praksis felsefesi olduğunu açıkça göstermektedir. Mevzi savaşı, manevra savaşını (iktidarın ele geçirilmesi) dışlayan bir alternatif değil, ona giden yolu hazırlayan zorunlu bir aşamadır.

Günümüzde Gramsci'nin kavramsal araçları, siyasal krizleri, devletin dönüşümünü, sağ “popülist” hareketlerin kültürel mücadele yoluyla nasıl hegemonya inşa etmeye çalıştığını ve yeni toplumsal hareketlerin karşı-hegemonya oluşturma potansiyellerini analiz etmek için hala son derece güçlü bir kaynak sunmaktadır. Hegemonyanın asla mutlak olmadığını, her zaman kırılganlıklar ve boşluklar barındırdığını hatırlatması, en karanlık anlarda bile mücadele olanaklarını görmemizi sağlayan en önemli dersidir. Bu yönüyle Gramsci, 21. yüzyılın siyasal ve toplumsal mücadeleleri için vazgeçilmez bir devrimci düşünür olmaya devam etmektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.

[MAR] YOUTUBE KANALI

LİDER

Karl Marx - Kapital

Kısa Sovyet Film ve Belgeseller [Türkçe]