Marksist Araştırmalar [MAR] | Komünizm: Tarihin Çözülen Bilmecesi

27 Aralık 2025 Cumartesi

Hardt ve Negri'nin 'İmparatorluk'u: Bir Eleştiri

MAR

1. Giriş: Bir "Fenomen" Olarak 'İmparatorluk' ve Eleştirisinin Çerçevesi

Michael Hardt ve Antonio Negri'nin İmparatorluk adlı eseri, 21. yüzyılın başında, Seattle eylemleriyle somutlaşan ve "küreselleşme karşıtı" olarak adlandırılan hareketin küresel bir aktör olarak sahneye çıktığı bir entelektüel ve politik iklimde yayınlandı. Kitabın olağanüstü popülerliği, sadece akademik çevrelerle sınırlı kalmayıp New York Times gibi burjuva basını tarafından övülmesi ve havaalanı kitapçılarında dahi kendine yer bulması, onun dönemin ruhunu (zeitgeist) yakalamasından kaynaklanıyordu. İmparatorluk, son otuz yılda solda geliştirilen tüm "topyekûn yenilenme" teorilerini (postmodernizm, postFordizm, küreselleşme vb.) sistematik bir çatı altında birleştiren ansiklopedik bir nitelik taşıyordu. Bu özelliği, onu dönemin moda fikirlerine ilgi duyan geniş bir kitle için cazip kılarken, aynı zamanda içerdiği teorik zayıflıkların ve siyasi sorunların da temelini oluşturuyordu. Bu değerlendirmenin amacı, kitabın bu popülerliğinin ardındaki temel savların eleştirel bir analizini sunarak, sunduğu dünya tablosunun ve politik projenin neden sorunlu olduğunu ortaya koymaktır.

Bu eleştirel değerlendirme, İmparatorluk'un temel iddialarını dört ana eksende inceleyecektir. İlk olarak, metnin spekülatif felsefeye dayanan ve ampirik dayanaktan yoksun metodolojik zaafları ele alınacaktır. İkinci olarak, kitabın en merkezi tezi olan modern emperyalizmin sona erdiği ve ulus-devletin çözüldüğü iddiası, günümüz dünyasının somut gerçekleri ışığında sorgulanacaktır. Üçüncü bölümde, devrimci özne olarak önerilen "çokluk" (multitude) kavramının teorik muğlaklığı ve siyasi yetersizliği analiz edilecektir. Son olarak, bu eleştiriler sentezlenerek İmparatorluk'un genel teorik ve siyasi mirasına dair bir sonuç çıkarılacaktır.

Değerlendirmemize, bu iddialı teorik yapının üzerinde yükseldiği kırılgan zemini, yani metnin metodolojik sorunlarını inceleyerek başlayalım.

2. Metodolojik Zaaflar: Spekülatif Felsefe ve Ampirik Dayanak Yoksunluğu

İmparatorluk'un temel iddialarını desteklemek için kullandığı teorik yaklaşım, en başından itibaren ciddi sorunlar barındırmaktadır. Kitap, somut veriler ve olgusal analizler yerine, mevcut teoriler arasında bir diyalog kurarak ilerleyen, bir "teorilerin teorisi" niteliğindedir. Bu spekülatif felsefi tarz, kitabın en temel tezlerini dahi ampirik bir temelden yoksun bırakmakta ve onu gerçek dünya analizinden koparmaktadır. Bu bölümün temel amacı, metnin metodolojisinin nasıl kaçınılmaz olarak hatalı bir dünya tablosu ürettiğini göstermektir.

2.1. Somut Analizden Kopuş ve Teorik Kurgu

İmparatorluk, çağdaş kapitalizmin somut bir analizine dayanmamaktadır. Yazarlar, "kapitalizm mucizevi bir şekilde sağlıklı, birikim mekanizması her zamankinden daha iyi işliyor" gibi iddialı bir savı ortaya atarken, bu tezi destekleyecek tek bir ekonomik veri dahi sunmazlar. Bu durum, metnin genel yaklaşımını özetler niteliktedir: Olgular yerine teorik kurgular önceliklidir. Argümanların maddi gerçeklikle ilişkisi kopuktur; bunun yerine "metinlerarası" bir diyalog kurmayı, yani teoriler üzerine bir teori inşa etmeyi tercih eder. Örneğin, Birleşmiş Milletler'in günümüz egemenlik yapısındaki rolü analiz edilirken, somut kurumun kendisi, fikir babası olarak görülen Hans Kelsen'in teorik görüşleri üzerinden dolaylı bir şekilde analiz edilir. Bu yaklaşım, Hegelci "Tin'in gelişimi" analizlerinin diyalektikten arındırılmış bir karikatürünü andırır ve metni olgusal temelden tamamen koparır.

2.2. Postmodernist Etkiler

Yazarların metodolojisi, postmodern ve post-yapısalcı felsefeden, özellikle de Foucault ile Deleuze/Guattari'den derinden etkilenmiştir. Yazarların eleştirel eksen olarak benimsedikleri "yapıbozum" (deconstruction) yöntemi, mevcut yapıları ve kavramları sorgulama imkânı sunarken, onları tutarlı ve kanıta dayalı bir analiz inşa etme sorumluluğundan da kurtarır. Foucault'dan esinlenen bu yapıbozumcu odaklanma, teoride ciddi boşluklar yaratır; örneğin tutarlı bir karşı-hegemonya projesinin nasıl inşa edileceği sorusu yanıtsız kalır.

Bu yaklaşıma göre, "teorinin açıklayamaz olduğu her eşikte kurucu olan devrimci eylemdir". Başka bir deyişle, teorinin yetersiz kaldığı her noktada oluşan boşluk, "eylem"in ya da "çokluğun kurucu gücünün" muğlak ve mistik gücüne havale edilerek doldurulur. Bu, somut analizin zorluklarından kaçan, teorik bir kurguyu pratik bir arzuyla meşrulaştırmaya çalışan spekülatif bir kaçıştır.

2.3. Kavramsal Tutarsızlıklar ve Teorik Tahrifat

Kitap, ciddi iç çelişkilerle doludur. Örneğin, bir bölümde Laclau ve Mouffe'un "hegemonya" nosyonu "tuhaf" bulunarak aşağılanırken, başka bir bölümde aynı yazarların "yeni toplumsal hareketler" analiziyle "büyük bir hizmet" gördükleri iddia edilir. Benzer şekilde, Giovanni Arrighi'nin çevrimler teorisi bir paradigma değişimini anlamayı engellediği için eleştirilirken, kitabın önsözünde adı "İmparatorluk" doğrultusunda ilerleyen yazarlar arasında anılır.

Ancak en vahim metodolojik sorun, yazarların Marksist teoriye yönelik tahrifatlarıdır. Hardt ve Negri, Lenin'in emperyalizm teorisini kasıtlı olarak çarpıtırlar. Lenin'i, emperyalistler arası barışçıl bir anlaşmanın mümkün olduğunu savunan Kautsky'nin "ultra-emperyalizm" tezinin bir habercisi gibi sunarlar. Bu, açık bir "entelektüel sahtekârlık" ve tahrifattır, zira Lenin’in bütün teorisi, eşitsiz gelişimden kaynaklanan kaçınılmaz emperyalistler arası çatışmaya dayanırken, Kautsky'nin "ultra-emperyalizm" tezi tam tersini, yani barışçıl ve birleşik bir küresel kapitalist kartel olasılığını öne sürüyordu. Hardt ve Negri, böylece Lenin'i, onun bütün kariyeri boyunca yıktığı pozisyonun bir savunucusu olarak göstermeye çalışırlar.

Spekülatif felsefe, kavramsal tutarsızlık ve teorik tahrifattan oluşan bu temel, sadece akademik bir zaaf değildir; kitabın merkezi ve gerçeklikle çelişen tezi olan emperyalizmin ve ulus-devletin çözülüşü iddiasının zorunlu önkoşuludur.

3. Ana Tezin Eleştirisi: Emperyalizmin Sonu ve Ulus-Devletin Çözülüşü

İmparatorluk'un en merkezi ve en çok tartışılan iddiası, modern emperyalizm çağının sona erdiği ve yerini merkezsiz, sınırsız ve hiyerarşik olmayan yeni bir küresel egemenlik biçimi olan "İmparatorluk"a bıraktığı tezidir. Yazarlara göre, "emperyalizm miadını doldurmuştur". Ancak bu bölümün ortaya koyacağı gibi, bu tez hem ampirik gerçeklerle hem de tutarlı bir Marksist teoriyle çelişmektedir.

3.1. Emperyalist Gerçeklik ve "İmparatorluk" Düşü

Hardt ve Negri'nin emperyalizmin sonuna ilişkin iddiası, günümüz dünya kapitalizminin temel dinamiklerini göz ardı etmektedir. Lenin'in klasik emperyalizm tanımının temel özellikleri –üretimde ve sermayede tekelleşme, mali-sermayenin egemenliği, sermaye ihracının önemi, dünyanın uluslararası tröstler arasında paylaşılması– bugün eskisinden daha da geçerlidir. Yazarların bu gerçekliği reddedebilmelerinin nedeni, teorik olarak Lenin'in sağlam analizini bir kenara bırakıp, Rosa Luxemburg'un sorunlu "eksik tüketimci" emperyalizm teorisine dayanmalarıdır. Bu dayanak, teorik olarak ölümcüldür, çünkü Luxemburg'un, emperyalizmi sermayenin fazlasını emecek kapitalist olmayan pazarlar arayışı olarak gören "eksik tüketimci" teorisi, kapitalizmin temel çelişkilerini üretim yerine dolaşım alanına yerleştirdiği ve sermayeler arası rekabet ile sermaye ihracının merkezi rolünü görmezden geldiği için Lenin ve diğerleri tarafından eleştirilmiştir.

Aynı şekilde, yazarların merkez/çevre veya Birinci Dünya/Üçüncü Dünya gibi ayrımların anlamını yitirdiği yönündeki savları da ampirik gerçeklikle bağdaşmamaktadır. "Küreselleşme" süreci küresel eşitsizlikleri azaltmamış, tam tersine derinleştirmiştir. ABD gibi ülkelerdeki obezite sorunu ile Malavi'deki açlık gerçeği arasındaki farkın "niteliksel değil niceliksel" olduğunu iddia etmek, bu eşitsizliğin yarattığı tahakküm ilişkilerini görmezden gelmektir.

3.2. Ulus-Devletin Varlığı ve Süregiden Rolü

İmparatorluk, ulus-devletlerin egemenliğinin çözüldüğü yönündeki liberal küreselleşme tezini eleştirel bir süzgeçten geçirmeden benimser. Bu, kitabın en temel yanılgılarından biridir. Marksist eleştirinin temel argümanları, bu tezin tam karşısında yer alır:

• Sınıf İktidarının Temel Alanı: Ulus-devlet, sanılanın aksine, hâlâ sınıf iktidarının sürdürüldüğü ve savunulduğu temel alandır. Sınıflar arası iktidar mücadelesi öncelikle ulusal düzeyde verilmektedir.

• Küreselleşmenin Yöneticisi: "Küreselleşme" süreci devletlerden bağımsız, kendiliğinden işleyen bir süreç değildir. Bu süreç bizzat ulus-devletler aracılığıyla yönetilmekte ve devlet, sermayeler arası rekabette kilit bir rol oynamaya devam etmektedir.

• Emperyalist Tahakküm Araçları: IMF, Dünya Bankası ve DTÖ gibi uluslararası kurumlar, ulus-devletlerden bağımsızlaşmış bir "emperyal iktidar" odağı değil, tam tersine, başta ABD olmak üzere emperyalist devletlerin iradelerini “üçüncü dünya ülkeleri”ne dayattığı tahakküm araçlarıdır. Bu kurumların başkanlarını atayanlar, "ulusal" çokuluslu şirketlerini kurtaranlar ve bu kurumları piyasaları zorla açmak için kullananlar bizzat emperyalist devletlerdir.

3.3. Merkezsiz Bir Güç Ağı mı, ABD Hegemonyası mı?

Yazarların "İmparatorluk"u merkezsiz, köksüz ve bir "yok-yer" (ou-topia) olarak tanımlaması, kitabın en spekülatif ve gerçeklikten kopuk iddialarından biridir. Bu "merkezsiz ağ" fantezisi, ABD'nin dünyanın 80 ülkesinde yaklaşık 800 askeri üs bulundurduğu ve müdahalelerinin soyut bir "küresel hak" için değil, somut ulusal ve sınıfsal çıkarlar için yapıldığı gerçeği karşısında buharlaşmaktadır.

Daha da endişe verici olanı, İmparatorluk'un bu hegemonyayı sadece gizlemekle kalmayıp, onu meşrulaştırmasıdır. Yazarlar ABD anayasasını ve kuruluş projesini emperyal bir ilke olarak olumlamakta ve Körfez Savaşı gibi ABD müdahalelerini "küresel hak" ve "uluslararası adalet" adına yapılmış eylemler olarak sunmaktadırlar. Bu yorum, nihayetinde bir özür dileme işlevi görür; ABD emperyalizminin kanlı tarihini ve yakın zamanlı pratiğini aklayarak, kitabı, “devrimci” retoriğine rağmen, mevcut güç yapısının dolaylı bir savunusu konumuna getirir.

Bu sorunlu dünya analizi, doğal olarak, aynı derecede sorunlu bir devrimci özne tanımına ve mücadele stratejisine yol açmaktadır.

4. "Çokluk" Kavramı: Muğlak Bir Devrimci Özne

İmparatorluk, mevcut sisteme karşı mücadeleyi yürütecek politik özne olarak "proletarya" yerine "çokluk" (multitude) kavramını önerir. Bu kavram, kitabın politik projesinin merkezinde yer alır. Ancak, "çokluk" kavramının hem teorik olarak son derece belirsiz hem de politik olarak yetersiz olduğu görülmektedir.

4.1. "Çokluk"un Tanımsal Belirsizliği ve Sınıf Analizinin Reddi

"Çokluk" kavramı somut bir analizden ziyade muğlak ve şiirsel bir dille tanımlanır. Kavram, "halk"ın homojenliğine karşı bir çeşitlilik, bir tekillikler alanı olarak sunulur, ancak bu çeşitliliğin hangi toplumsal kesimlerden oluştuğuna dair net bir tanım yapılmaz. Bu belirsizlik, yazarların sınıf analizini terk etmesiyle doğrudan ilişkilidir. Hardt ve Negri, "proletarya" kavramını, "sermayenin tahakkümüne tabi olan herkes"i kapsayacak şekilde aşırı genişleterek analitik içeriğini tamamen boşaltırlar. Bu yaklaşım, sömürü ilişkisinin merkezinde yer alan ücretli emek ile toplumun diğer ezilen kesimleri arasındaki özgül farkları ortadan kaldırır. Sonuçta, var olmayan bir "yok-yer"i (İmparatorluk) yıkacak, tarihte ve günümüzde var olmayan bir "yok-fail" (çokluk) icat edilir.

4.2. Devrimci Potansiyelin Sorgulanması

Yazarların "çokluk"un devrimci potansiyeline dair sundukları gerekçeler son derece zayıf ve spekülatiftir. Yazarlar, "çokluk"un eylemlerinin nasıl politik olabileceği gibi doğru bir soru sorarak işe başlarlar. Ardından, eylemlerin İmparatorluğun baskısı karşısına bilinçle dikildiği zaman politik hale geleceği şeklinde totolojik bir yanıt verirler. Bu yanıtın soyutluğunu kendileri de fark ederek daha somut bir soruya yönelirler: "Hangi özgül ve somut pratikler bu politik projeye can verecek?". Bu can alıcı sorunun ardından ise argümanları tamamen çöker ve aciz bir itirafta bulunurlar: "Bu noktada bir şey söyleyemiyoruz."

Bu teorik acizlik, önerilen mücadele stratejisine de yansır. Hardt ve Negri, mücadelenin yerel ve ulusal düzeyleri atlayarak dolayımsız bir biçimde küresel olması gerektiğini savunur. Bu, temel bir Marksist gerçekten kopuştur. Emperyalist-kapitalist sistem küresel bir bütün olsa da, bu sistem ulus-devletler aracılığıyla işler ve sınıf iktidarı ulusal düzeyde somutlaşır. Bu nedenle, sisteme karşı verilecek her anlamlı mücadele, zorunlu olarak ulus-devletler dolayımından geçmek zorundadır. Bu dolayımı reddetmek, sömürü ve ezilmenin somut koşullarından soyutlanmak ve devrimin dinamiklerini keşfetme olanağını ortadan kaldırmaktır.

5. Sonuç: 'İmparatorluk'un Teorik ve Siyasi Mirası

Bu eleştirel değerlendirmenin ortaya koyduğu gibi, Michael Hardt ve Antonio Negri'nin İmparatorluk'u, “devrimci” ve “komünist” bir retorik kullanmasına rağmen, Marksist teori ve devrimci politika açısından son derece sorunlu bir metindir. Temel savları, birbiriyle ilişkili bir hatalar zinciri oluşturur: spekülatif bir metodoloji, hatalı bir teşhise yol açar ve bu da politik olarak yetersiz bir stratejiyle sonuçlanır.

• Metodolojik Zaaflar: Metnin ampirik verilerden metodolojik olarak kaçınması, onu spekülatif felsefeye ve postmodern çağrışımlara dayalı bir "teorilerin teorisi" haline getirir. Bu yaklaşım, ciddi iç çelişkilere ve Lenin'in teorisi gibi temel Marksist metinlerin tahrif edilmesine zemin hazırlamıştır.

• Yanlış Teşhis: Bu metodolojik temel, doğrudan, merkezsiz bir dünya ve çözülmüş bir ulus-devlet hakkında hatalı bir teşhise yol açar. Emperyalizmin aşıldığı iddiası, emperyalistler arası rekabetin, küresel eşitsizliklerin ve ulus-devletin sermaye birikimindeki merkezi rolünün devam ettiği günümüz kapitalizminin temel gerçekleriyle açıkça çelişmektedir. "İmparatorluk" kavramı, ABD'nin küresel hegemonyasını gizleyerek ve hatta meşrulaştırarak, bir analiz aracı olmaktan çok bir ideolojik perde işlevi görür.

• Siyasi Yetersizlik: Bu hatalı teşhis ise, kaçınılmaz olarak, politik açıdan güçsüz bir stratejiye yol açar. "Çokluk" kavramı, sınıf analizini terk eden muğlak bir devrimci özne sunar ve önerilen mücadele (alternatif küreselleşme), sistemi dönüştürmekten ziyade reforme etmeyi hedefleyen reformist bir ufka sahiptir. Böylece olmayan bir düşman, olmayan bir fail ile karşı karşıya getirilir.

Sonuç olarak, İmparatorluk'un tüm bu zaaflarına rağmen geçmişte küresel bir fenomene dönüşmesi, onun dönemin ruhunu yakalamasından, yani "küreselleşme karşıtı" hareketin yükseldiği bir dönemde, yaygın "topyekûn yenilenme" teorilerini sözüm ona devrimci bir dille sistematize etmesinden kaynaklanmıştır. Ancak kitabın sunduğu bu "iyimser metafizik", emperyalizmin ve sınıf mücadelesinin somut gerçekleri karşısında yetersiz kalmaktadır. Gerçek dünyada emperyalizm varlığını sürdürürken, İmparatorluk bir ütopya olarak kalmaya mahkûmdur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.

[MAR] YOUTUBE KANALI

LİDER

Karl Marx - Kapital

Kısa Sovyet Film ve Belgeseller [Türkçe]