Marksist Araştırmalar [MAR] | Komünizm: Tarihin Çözülen Bilmecesi

28 Eylül 2025 Pazar

Rus Devrimci Hareketi: Ekim Sosyalist Devrimine Giden Yol

MAR

1.0 Devrimin Kökleri: 19. Yüzyıl Rusya'sında Toplumsal ve İdeolojik Zemin

1.1 Stratejik Bağlam

Rus devrimci hareketini ve nihayetinde 1917'de ulaştığı zirveyi anlamak, 19. yüzyıl Çarlık Rusyası'nın benzersiz sosyo-ekonomik ve ideolojik dokusunu derinlemesine analiz etmeyi gerektirir. Avrupa'nın geri kalanından belirgin şekilde ayrışan bu yapı, tarımsal geri kalmışlık, serflik kurumunun katılığı ve bu karşıtlıklar zemininde filizlenen erken dönem entelektüel akımlarla şekillenmiştir. Bu temel unsurlar, Rus toplumunun kalbinde yatan ve devrimci hareketin üzerine inşa edileceği derin karşıtlıkları yaratmış, onu hem kaçınılmaz hem de kendine özgü kılmıştır.

1.2 Rus Toplumunun Yapısal Özellikleri

Çarlık Rusyası'nın toplumsal yapısı, devrimci hareketin doğasını belirleyen temel özelliklere sahipti. Bu yapı, hem ekonomik verimsizlikleri hem de derin sosyal eşitsizlikleri ve adaletsizlikleri barındırıyordu:

• Tarımsal Geri Kalmışlık: Rusya'nın ekonomik temeli olan tarım, kronik bir verimsizlik içindeydi. Avrupa'da bire on oranına varan verimlilik karşısında Rusya'da ekilen tohumdan bire üç oranında ürün alınıyordu. Kısa tarım sezonu, emeğin yoğunlaşmasını ve kolektif bir sosyal organizasyonu zorunlu kılıyor, bu da bireysel girişimden çok komünal yapıları ön plana çıkarıyordu.

• Köylü Komünü (Mir): Tarımsal üretimin temel öznesi, mir veya obşina olarak bilinen köylü komünüydü. Bu yapı, toprağın periyodik olarak yeniden dağıtılmasından ve kolektif emeğin örgütlenmesinden sorumluydu. Komün, köyün tüm yaşamını düzenleyen, hem bir dayanışma hem de bir kontrol mekanizması olarak işlev görüyordu.

• Serflik Kurumu: Rus toplumunun en belirgin ve en acımasız kurumu serflikti. Toprak sahibi soylular (dvoriane), yalnızca toprağın değil, aynı zamanda üzerinde yaşayan serflerin de sahibiydi. Serflerin evlilikleri, işleri ve kişisel yaşamları tamamen efendilerinin kontrolü altındaydı. Bu sistem, kendi içinde paradokslar da barındırıyordu. Örneğin, serf statüsündeki Mozorov veya Shipov gibi girişimciler, ticaret yoluyla büyük servetler biriktirmiş olsalar dahi, hukuken efendilerinin mülkü olmaya devam ediyorlardı. Bu durum, mülkiyet ve özgürlük arasındaki derin karşıtlığı gözler önüne seriyordu.

1.3 Erken Dönem İdeolojik ve Siyasal Hareketler

Çarlık rejiminin mutlakiyetçi yapısı, 19. yüzyıl boyunca çeşitli ideolojik ve siyasal meydan okumalarla karşılaştı. Bu erken dönem hareketler, daha sonraki devrimci dalgaların habercisi niteliğindeydi:

1. Aydınlanma Etkisi ve Sınırları: Fransız Aydınlanması'nın fikirleri, Çariçe Katerina döneminde Rusya'ya ulaşmış ancak filtrelenmiş ve sınırlı bir etki yaratmıştır. Rus düşünürleri, Fransız materyalizminden çok, ahlaki ve akıl dışı temaları ön plana çıkaran Alman felsefesine yönelme eğilimi göstermişlerdir. Yakov Pavloviç Kozelski gibi isimler, aklı ve deneyi vurgularken bile ahlakı duyarlılıkla temellendirmeyi tercih etmişlerdir.

2. Eski Müminlerin Rolü: Rus Ortodoks Kilisesi'ndeki reformlara karşı çıkan "Eski Müminler", popüler radikal ideolojinin en önemli kaynaklarından birini oluşturmuştur. Toplumdaki geleneksel yerlerini yitiren bu gruplar, Avrupa'daki Protestanlığa benzer bir şekilde, erken dönem ticaret ve sanayinin gelişiminde önemli bir rol oynamış ve devlet karşıtı bir damar oluşturmuşlardır.

3. Dekabrist Ayaklanması: Çar I. Aleksandr'ın ölümünün ardından yaşanan siyasi kriz, "Kurtuluş Birliği" gibi gizli örgütlere mensup genç subaylar için bir fırsat penceresi aralamıştır. Bu subayların, yeni Çar Nikola'ya biat etmeyi reddederek başlattıkları Dekabrist Ayaklanması, askeri olarak ezilmiş olsa da Rus devrimci geleneğinin başlangıç noktası olarak tarihe geçmiştir.

4. Büyük Köylü İsyanları: Rusya, uzun bir köylü isyanları tarihine sahipti. Bunların en büyüğü olan Yemelyan Pugaçev isyanı (1773-1774), serfleri, Don Kazaklarını ve Eski Müminleri ortak bir bayrak altında birleştirmişti. Pugaçev'in ordusu tüm güneydoğu Rusya'yı kontrol altına almış olsa da, bu isyan da öncekiler gibi Çarlık ordusu tarafından vahşice bastırılmıştır.

1.4 Bölüm Sonucu ve Geçiş

Bu derin toplumsal karşıtlıklar, bastırılmış isyanlar ve filizlenen radikal fikirler, 19. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkacak olan örgütlü devrimci hareket için verimli bir zemin hazırladı ve Rusya'ya özgü popülist ideolojilerin doğuşuna yol açtı.

2.0 Narodnizm: Rus Popülizminin Yükselişi ve Dönüşümü

2.1 Stratejik Bağlam

Narodnizm (Popülizm), Rusya'daki ilk büyük ölçekli ve örgütlü devrimci akım olarak ortaya çıktı. Bu ideoloji, Rusya'nın kapitalizmi atlayarak doğrudan köylü komünü (mir) temelinde bir sosyalizm inşa edebileceği inancına dayanıyordu. Bu dönem, genç aydınların idealist coşkusu, hareketin stratejisine yönelik hararetli tartışmalar ve nihayetinde Rus köylülüğünün somut gerçekliğiyle trajik bir yüzleşme ile karakterize edilir.

2.2 Narodnik İdeoloji ve "Halka Gitme" Hareketi

Narodnizm, katı bir doktrinden ziyade, merkezinde narod (halk), yani esasen köylülüğün bulunduğu bir "ruh hali" olarak tanımlanabilir. Bu ruh halinin en somut ifadesi, 1870'lerde binlerce genç aydının okullarını ve ailelerini terk ederek köylüleri aydınlatmak ve devrime hazırlamak amacıyla kırsal bölgelere akın ettiği "Halka Gitme" kampanyası oldu.

Ancak bu yarı-dini hareket, büyük bir başarısızlıkla sonuçlandı. Aydınlar ile köylüler arasındaki derin kültürel uçurum, köylülerin genç devrimcilere şüpheyle yaklaşmasına neden oldu. Çoğu durumda, devrim propagandası yapmak için gelen bu gençler, bizzat "kurtarmak" istedikleri köylüler tarafından Çarlık polisine ihbar edildi. 1873-1879 yılları arasında yaklaşık 2.500 genç aktivistin tutuklanması, hareketin ne denli büyük bir hayal kırıklığına uğradığını göstermektedir. Tutuklananların demografik yapısı, hareketin karakterini ortaya koymaktadır: %70'i 25 yaşın altında olup, %31'i toprak soylusu ve %22'si din adamı ailelerinden geliyordu.

2.3 İç Bölünmeler ve Strateji Değişikliği

"Halka Gitme" kampanyasının başarısızlığı, Narodnik hareket içinde stratejik bir yeniden değerlendirme ve bölünme sürecini tetikledi. Bu süreçte ortaya çıkan ana fraksiyonlar ve onların örgütsel sonuçları aşağıdaki tabloda özetlenmiştir:

Fraksiyon / Organizasyon

Temel İdeoloji ve Strateji

Lavrov'un Propagandacıları

Köylülük arasında uzun vadeli, sabırlı bir propaganda ve eğitim çalışmasının gerekliliğini vurguladılar.

Bakunin'in İsyancıları

Köylüler arasında derhal ve kendiliğinden gelişecek isyanların kışkırtılması gerektiğine inandılar.

Tkaçev'in Jakobenleri

İktidarın, merkezi ve komplocu bir devrimci parti tarafından ele geçirilmesini savundular.

Zemlya i Volya (Toprak ve Özgürlük)

Bu tartışmalardan doğan ikinci ve daha disiplinli örgüt. Kitle propagandası ile terörü birleştirmeye çalıştı.

Narodnaya Volya (Halkın İradesi)

Zemlya i Volya'dan ayrılarak siyasi terörü temel strateji olarak benimseyen ve Çar II. Aleksandr'ı suikastla öldüren fraksiyon. Aleksandr Ulyanov (Lenin'in ağabeyi) da bu hareket içinde yer almış ve idam edilmiştir.

Çorniy Peredel (Kara Bölüşüm)

Terörü reddederek kitle propagandasına devam etmeyi savunan ve Georgi Plehanov önderliğindeki diğer fraksiyon. Bu grup daha sonra Marksizme evrilecektir.

2.4 Bölüm Sonucu ve Geçiş

Narodnaya Volya'nın terör stratejisinin Çar'ı öldürmesine rağmen rejimi yıkamaması ve ardından gelen yoğun baskılar, Narodnizmin çöküşünü hızlandırdı. Bu başarısızlık, Georgi Plehanov gibi kilit figürleri yeni bir devrimci teori arayışına iterek Rusya'da Marksizmin ortaya çıkışına zemin hazırladı.

3.0 Marksizmin Doğuşu ve Sosyal Demokrasinin Örgütlenmesi

3.1 Stratejik Bağlam

Rus devrimci hareketindeki en önemli dönüm noktalarından biri, köylü merkezli popülizmden proletarya odaklı Marksizme geçiştir. Bu entelektüel ve siyasal dönüşüm, bir yandan Narodnizmin pratik başarısızlığı, diğer yandan Rusya'da kapitalizmin inkâr edilemez gelişimi tarafından tetiklendi. Sanayileşme, devrimci mücadelenin yeni öznesini, yani fabrika proletaryasını yarattı ve bu yeni gerçeklik, yeni bir devrimci teori gerektiriyordu.

3.2 Marksist Düşüncenin Rusya'ya Girişi

Rus Marksizminin kökenleri, hem teorik bir kopuşa hem de yeni bir örgütsel başlangıca dayanır:

• Marx ve Engels'in Rusya'ya Bakışı: Marx ve Engels'in Rusya'ya dair görüşleri zamanla evrildi. Başlangıçta Rusya'yı "Avrupa gericiliğinin son büyük yedeği" olarak gören düşünürler, devrimci hareketin gelişmesiyle birlikte onu "Avrupa'daki devrimci eylemin öncüsü" olarak görmeye başladılar.

• Plehanov ve "Emeğin Kurtuluşu": Rus Marksizminin kurucusu olarak kabul edilen Georgi Plehanov, popülizmle olan bağlarını kopararak 1883'te Cenevre'de ilk Rus Marksist örgütü olan "Emeğin Kurtuluşu" grubunu kurdu. Bu grup, Marksist klasikleri Rusçaya çevirerek ve Narodnik teorilere karşı polemikler yürüterek yeni bir entelektüel zemin oluşturdu.

• Narodnizmin Marksist Eleştirisi: Marksistler, Narodniklerin Rusya'nın kapitalizmi atlayabileceği tezine karşı çıktılar. Vladimir Lenin, istatistiksel verileri kullanarak kaleme aldığı Rusya'da Kapitalizmin Gelişmesi adlı eserinde, köylülüğün kendi içinde zengin kulaklar ve topraksız kırsal proleterler olarak farklılaştığını gösterdi. Bu analiz, kapitalizmin dışarıdan bir dayatma değil, Rus toplumunun içsel bir gelişmesi olduğunu kanıtladı.

• İlk İdeolojik Sapmalar: Rus Marksizmi, daha en başından "Legal Marksizm" ve "Ekonomizm" gibi ideolojik akımlarla mücadele etmek zorunda kaldı. Pyotr Struve gibi "Legal Marksistler" kapitalizmin ilerici rolünü mutlaklaştırırken, "Ekonomistler" işçi mücadelesini yalnızca ekonomik taleplerle sınırlamak istiyordu. Lenin ve onun öncülük ettiği Iskra (Kıvılcım) gazetesi, bu eğilimlere karşı amansız bir ideolojik mücadele yürüttü.

3.3 RSDİP'nin Kuruluşu ve Bolşevik-Menşevik Ayrılığı

Marksist fikirlerin yayılması, ulusal ölçekte bir işçi partisinin kurulmasını gündeme getirdi. Lenin'in Petersburg'da kurduğu "İşçi Sınıfının Kurtuluşu İçin Mücadele Birliği" gibi yerel işçi çevreleri, bu sürecin öncüleri oldu.

1898'de Minsk'te yapılan Birinci Kongre ile Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi (RSDİP) resmen kurulmuş olsa da, partinin gerçek anlamda şekillenmesi ve aynı zamanda temel bölünmesini yaşaması 1903'te Brüksel ve Londra'da toplanan İkinci Parti Kongresi'nde gerçekleşti. Kongredeki temel ayrışma, parti örgütlenmesinin nasıl olması gerektiği sorusu üzerinde yaşandı. Bu tartışma, partiyi iki ana fraksiyona böldü:

Fraksiyon

Parti Örgütlenmesine Yaklaşım

Bolşevikler (Lenin)

İşçi sınıfına öncülük edecek, profesyonel devrimcilerden oluşan, sıkı disiplinli ve merkezi bir parti modelini savundular.

Menşevikler (Martov)

Parti sempatizanlarını da kapsayan, daha gevşek örgütlenmiş ve geniş tabanlı bir parti yapısını tercih ettiler.

3.4 Bölüm Sonucu ve Geçiş

RSDİP içinde Bolşevik ve Menşevik fraksiyonlarının ortaya çıkmasıyla, Rus devrimci hareketi artık örgütlü bir Marksist güce sahipti. Ancak bu yeni gücün teorileri ve stratejileri, çok geçmeden 20. yüzyılın ilk büyük devrimci ayaklanmasıyla, yani 1905 Devrimi'yle test edilecekti.

4.0 1905 Devrimi: "Büyük Prova"

4.1 Stratejik Bağlam

1905 Devrimi, Lenin'in ifadesiyle 1917'nin "büyük provası" idi. Bu ülke çapındaki ayaklanma, nihai olarak yenilgiye uğramış olsa da, Rusya'nın siyasi manzarasını kökten değiştirdi. Halkın Çar'a olan geleneksel inancını paramparça etti ve on iki yıl sonra zafere ulaşacak olan devrimci mücadele biçimlerini ve örgütlenmelerini ilk kez sahneye çıkardı.

4.2 Devrimin Katalizörleri ve Patlaması

1905'teki devrimci patlama, bir dizi birikmiş gerilimin ve tetikleyici olayın sonucuydu:

1. Rus-Japon Savaşı (1904-1905): Rusya'nın Uzak Doğu'da emperyalist hedeflerle başlattığı savaş, küçük bir Asya ülkesi olan Japonya karşısında aldığı aşağılayıcı bir yenilgiyle sonuçlandı. Bu yenilgi, Çarlık rejimini halkın gözünde tamamen itibarsızlaştırdı, ekonomik zorlukları derinleştirdi ve devrimci bir durum yarattı. Bolşevikler, bu savaşta "devrimci yenilgicilik" tavrını benimseyerek kendi hükümetlerinin yenilgisini savundular.

2. "Zubatov Sosyalizmi": Çarlık polisinin, işçi hareketini kontrol altında tutmak amacıyla kurdurduğu "polis sendikaları" denemesi, kısa sürede kontrolden çıkarak gerçek grevlere ve taleplere sahne oldu. Bu başarısız girişim, devletin işçi sınıfı üzerindeki kontrolünü kaybettiğinin bir göstergesiydi.

3. Kanlı Pazar (Bloody Sunday): 9 Ocak 1905'te, Rahip Gapon önderliğindeki on binlerce silahsız işçi, Çar'a bir dilekçe sunmak üzere Kışlık Saray'a yürüdü. Çar'ın askerlerinin bu barışçıl kalabalığın üzerine ateş açarak binden fazla insanı katletmesi, "Kanlı Pazar" olarak tarihe geçti. Bu katliam, halkın "iyi kalpli Çar Baba" efsanesini paramparça etti ve Çar II. Nikola’ya "Kasap Nikola" lakabını kazandırdı. Bu olay, imparatorluk genelinde kitlesel grevleri, köylü isyanlarını ve askeri ayaklanmaları tetikleyen psikolojik bir kırılma anı oldu.

4.3 Devrimin Zirvesi ve Sonuçları

Kanlı Pazar'ın ardından devrim dalgası tüm ülkeye yayıldı ve yeni mücadele biçimleri ortaya çıkardı:

• Sovyetlerin Doğuşu: Ekim 1905'teki genel grev sırasında, işçiler grevleri koordine etmek ve kendi yönetim organlarını oluşturmak amacıyla kendiliğinden "Sovyetler" (Konseyler) kurdular. Bu işçi temsilcileri meclisleri, kısa sürede grev komitelerinin ötesine geçerek birer iktidar organı haline geldiler.

• Moskova Ayaklanması: Devrimin doruk noktası, Aralık 1905'te Moskova'da gerçekleşen silahlı ayaklanma oldu. Bolşeviklerin öncülük ettiği bu ayaklanma, Çarlık birlikleri tarafından kanlı bir şekilde bastırıldı.

• Çarlık Rejiminin Tavizleri ve Baskısı: Rejim, devrime ikili bir yanıt verdi. Bir yandan, Devlet Duması'nın (bir tür danışma meclisi) kurulması gibi sınırlı siyasi tavizler verdi. Diğer yandan, Başbakan Stolipin önderliğinde "Stolipin Reaksiyonu" olarak bilinen acımasız bir baskı ve terör dönemi başlattı. Binlerce devrimci idam edildi veya sürgüne gönderildi.

• Devrimin Mirası: Yenilgiye rağmen 1905 Devrimi, devrimci hareket için paha biçilmez dersler bıraktı. Bu "prova":

    ◦ Sanayi proletaryasının devrimdeki öncü rolünü kanıtladı.

    ◦ Sovyet'i, kitlelerin yaratıcılığından doğan yeni ve özgün bir devrimci örgütlenme biçimi olarak ortaya çıkardı.

    ◦ Kitle grevleri ve silahlı mücadele konusunda devrimcilere somut bir deneyim kazandırdı.

4.4 Bölüm Sonucu ve Geçiş

1905 Devrimi yenilgiye uğrasa da Çarlık rejimine ölümcül bir darbe vurdu ve devrimci hareketi nihai hesaplaşma için gerekli araçlar ve deneyimlerle donattı. Bunu, yeni bir devrimci yükselişten önce bir gericilik ve yeniden toparlanma dönemi izleyecekti.

5.0 1917: İktidara Giden Yol

5.1 Stratejik Bağlam

1917 yılı, on yıllardır süren devrimci mücadelenin doruk noktası oldu. Birinci Dünya Savaşı, Rus toplumunu kırılma noktasına getiren son katalizör işlevi gördü. Savaşın yarattığı kaos, Çarlığı devirirken, ülkeyi burjuva Geçici Hükümet ile işçi ve asker Sovyetleri arasında bölünmüş bir "ikili iktidar" durumuna soktu. Lenin'in liderliğindeki Bolşevik Partisi, bu tarihsel krizi proletarya lehine çözmek için stratejik olarak en hazırlıklı güçtü.

5.2 Şubat Devrimi ve İkili İktidarın Kuruluşu

Çarlık monarşisi, savaşın yarattığı muazzam basınç altında çöktü ve yerini benzersiz bir siyasi boşluğa bıraktı:

• Birinci Dünya Savaşı'nın Etkisi: Savaş, Rusya'nın tüm toplumsal karşıtlıklarını son haddine kadar keskinleştirdi ve çelişki formuna büründürdü. Milyonlarca can kaybı, ekonomik çöküş, açlık ve Rasputin skandalıyla simgelenen saraydaki yozlaşma, monarşinin meşruiyetini tamamen ortadan kaldırdı.

• Monarşinin Yıkılışı: Şubat 1917'de Petrograd'daki kadın tekstil işçilerinin başlattığı grev ve gösteriler, kısa sürede kentteki asker garnizonunun da isyana katılmasıyla bir devrime dönüştü. Ordu desteğini kaybeden Çar II. Nikola tahttan çekilmek zorunda kaldı ve 300 yıllık Romanov hanedanlığı sona erdi.

• İkili İktidar: Çarın devrilmesinin ardından ortaya son derece istikrarsız bir yapı çıktı. Resmi otorite, liberal ve ılımlı sosyalistlerden oluşan burjuva nitelikli Geçici Hükümet'in elindeydi. Ancak sokaktaki, fabrikadaki ve kışladaki gerçek güç, işçilerin ve askerlerin kendi seçtikleri temsilcilerden oluşan Petrograd Sovyeti'nin elinde toplanıyordu. Bu iki iktidar odağının bir arada varlığı, ülkeyi sürekli bir kriz içinde tutuyordu.

5.3 Bolşevik Stratejisinin Yeniden Şekillenmesi

Sürgünden dönen Lenin'in müdahalesi, Bolşevik Partisi'nin stratejisinde radikal bir değişime yol açtı:

• Lenin'in Nisan Tezleri: Lenin, Rusya'ya döner dönmez yayımladığı ünlü "Nisan Tezleri" ile partisinin yeni yol haritasını çizdi. Bu tezlerin temel noktaları şunlardı: Emperyalist savaşa derhal son verilmesi, Geçici Hükümet'e hiçbir destek verilmemesi ve "Bütün İktidar Sovyetlere!" sloganı altında gücün tamamen işçi ve asker konseylerine devredilmesi. Bu, bazı Bolşevik liderlerin başlangıçtaki daha temkinli "bekle-gör" politikasından keskin bir kopuş anlamına geliyordu.

• Temmuz Günleri ve Baskı: Temmuz ayında Petrograd'da gerçekleşen ve Bolşeviklerin zamansız bulduğu kitlesel gösteriler, Geçici Hükümet tarafından bastırıldı. Bu olayların ardından Bolşeviklere yönelik bir baskı kampanyası başlatıldı, partinin önde gelenleri tutuklandı ve Lenin Finlandiya'da gizlenmek zorunda kaldı.

• Kornilov Darbesi: Ağustos 1917'de Ordu Başkomutanı General Kornilov'un, devrimi ezmek ve askeri bir diktatörlük kurmak amacıyla Petrograd üzerine yürümesi, siyasi dengeleri tamamen değiştirdi. Geçici Hükümet çaresiz kalırken, Petrograd'ın savunmasını örgütlemede başı çeken Bolşevikler oldu. Darbenin başarısızlığa uğratılmasında oynadıkları kilit rol, Bolşeviklerin halk ve özellikle Sovyetler nezdindeki popülaritesini ve etkisini muazzam derecede artırdı.

5.4 Ekim Devrimi ve İktidarın Alınışı

Kornilov darbesinin püskürtülmesinin ardından Bolşevikler, iktidarı almak için hazırlıklara başladılar:

• Sovyetlerde Bolşevik Çoğunluk: Sonbahara gelindiğinde, Bolşevikler Petrograd ve Moskova gibi kilit şehirlerin Sovyetlerinde çoğunluğu kazanmışlardı. Bu, "Bütün İktidar Sovyetlere!" sloganının artık "Bütün İktidar Bolşevik Partisine!" anlamına geldiği bir siyasi zemin yaratıyordu.

• Ayaklanmanın Örgütlenmesi: İktidarın silahlı bir ayaklanmayla alınması kararı, Bolşevik Partisi Merkez Komitesi'nde alındı. Ayaklanmanın askeri-teknik hazırlıkları, Troçki'nin başkanlığındaki Petrograd Sovyeti Askeri Devrimci Komitesi tarafından yürütüldü.

• İktidarın Devri: 24-25 Ekim gecesi, Askeri Devrimci Komite'ye bağlı birlikler, Petrograd'daki postaneler, tren istasyonları, telefon santralleri gibi stratejik noktaları kansız bir şekilde ele geçirdiler. Ertesi gün Geçici Hükümet'in sığındığı Kışlık Saray'ın alınmasıyla devrim tamamlandı. Lenin, o gece bir kanun kaçağı olarak gizlice Smolniy Enstitüsü'ne geldi. Başına bir peruk, yüzüne bir mendil ve üzerine eski bir kasket geçirerek kılık değiştirmişti; nöbetçiler onu tanımayınca içeri girmesine izin vermediler. Ancak Troçki ve Stalin'in araya girmesiyle, bir gün sonra Halk Komiserleri Konseyi'nin başkanı olarak çıkacağı binaya girebildi.

• Sovyetlerin İkinci Kongresi: İktidarın alınması, o sırada toplanmakta olan Tüm Rusya Sovyetleri İkinci Kongresi tarafından meşrulaştırıldı. Kongre, Lenin'in kaleme aldığı tarihi Barış Kararnamesi ve Toprak Kararnamesi'ni kabul etti ve Lenin'in başkanlığında Halk Komiserleri Konseyi'ni (Sovnarkom) yeni hükümet olarak ilan etti.

5.5 Bölüm Sonucu ve Geçiş

Ekim ayında iktidarın başarıyla alınması, Rus devrimci hareketinin zaferini simgeliyordu. Ancak bu zafer, yeni Sovyet hükümetini derhal içeride karşı-devrim, dışarıda ise emperyalist müdahale gibi devasa zorluklarla yüz yüze bıraktı ve ülkeyi kanlı bir iç savaşa sürükledi.

6.0 Sonuç: Rus Devrimci Hareketinin Mirası

6.1 Hareketin Evrimi

Rus devrimci hareketinin tarihi, 19. yüzyılın ortalarından 1917'ye uzanan uzun ve karmaşık bir evrim sürecidir. Bu süreç, köylülere dayanan idealist ama temelsiz Narodnik popülizminden başladı; teorik ve örgütsel savaşların ortasında, Marksist temellere dayanan disiplinli bir proletarya partisinin doğuşuna tanıklık etti. Nihayetinde bu hareket, 1905 Devrimi'nin "büyük provasında" ve 1917'nin nihai zaferinde pratik sınavını vererek, yalnızca Rusya'nın değil, tüm dünya tarihinin akışını değiştiren bir güce dönüştü.

6.2 Temel Çıkarımlar

Bu tarihsel süreçten damıtılabilecek temel dersler ve hareketin tarihsel önemi şu şekilde özetlenebilir:

1. Proletaryanın Öncü Rolü: Hareketin nihai başarısı, popülistlerin köylülüğe olan inancının aksine, Marksist teorinin sanayi proletaryasını öncü devrimci sınıf olarak tanımlayan tezini tarihsel olarak doğruladı.

2. Sovyet İktidar Biçimi: 1905 ve 1917'de kitlelerin doğrudan ve kendiliğinden eylemiyle ortaya çıkan Sovyet (konsey), tarihin sahnesine parlamenter demokrasiden farklı, yeni bir devlet ve iktidar biçimi çıkardı.

3. Devrimci Partinin Gerekliliği: 1917'nin başarısını 1905'in yenilgisinden ve diğer kendiliğinden halk ayaklanmalarından ayıran belirleyici faktör, Bolşevik Partisi'nin varlığıydı. Merkezi, disiplinli ve sağlam bir teorik temele sahip bir siyasi partinin, devrimci bir durumda kitlelerin enerjisini zafere taşıyacak yegâne araç olduğu kanıtlandı.

Avrupa'da Sosyalist Hareketin Evrimi: Paris Komünü'nden II. Enternasyonal'in Çöküşüne

 MAR

1.0 Giriş: Paris Komünü ve Modern İşçi Hareketinin Doğuşu

19. yüzyılın ikinci yarısı, Avrupa sosyalist hareketinin tarihinde bir dönüm noktasıdır. 1871 Paris Komünü, işçi sınıfının kendi iktidarını kurmaya yönelik ilk tarihsel deneyimi olarak, hem takipçileri hem de karşıtları için silinmez bir iz bırakmıştır. Komün'ün yenilgisi, devrimci stratejiler üzerine derin bir muhasebe dönemini başlatırken, aynı zamanda Avrupa genelinde kapitalizmin endüstriyel gelişiminin hızlanması, işçi sınıfının sayısal ve örgütsel olarak güçlenmesine zemin hazırladı. Bu dönem, Komün'ün derslerinden yola çıkarak kitlesel siyasi partilerin ve sendikaların kurulduğu, sosyalist düşüncenin Marksizm'in artan hegemonyası altında yeniden şekillendiği bir evreye işaret eder. Ulusal düzeyde örgütlenen bu partiler, II. Enternasyonal çatısı altında bir araya gelerek uluslararası bir güç haline geldiler.

Bu tarihsel zemin, Blanqui'nin devrimci komploculuğundan Proudhon'un kooperatifçi çözümlerine, Marksizm'in sınıf mücadelesi teorisinden anarko-sendikalizmin doğrudan eylem anlayışına kadar uzanan çeşitli ideolojik akımların çatışmasına ve sentezine sahne olmuştur. Paris Komünü'nün trajik mirası, bu ideolojik mücadelenin merkezinde yer alarak, devletin doğası, reform ve devrim arasındaki ilişki ve proletarya diktatörlüğü gibi temel kavramların yeniden tanımlanmasını zorunlu kılmıştır. Bu süreç, nihayetinde I. Dünya Savaşı'nın patlak vermesiyle II. Enternasyonal'in trajik çöküşüne ve sosyalist hareketin devrimci ve reformist kanatlar olarak kesin bir şekilde bölünmesine yol açacaktır.

2.0 İdeolojik Kökenler ve İlk Büyük Prova: Paris Komünü

1870'ler Fransası, modern sosyalist hareketin ilk büyük tarihsel deneyimi olan Paris Komünü'ne zemin hazırlayan derin ideolojik ve siyasi çalkantıların merkezindeydi. Henüz homojen bir yapıdan uzak olan Fransız proletaryası, farklı devrimci geleneklerden beslenen ve birbiriyle çelişen akımların etkisi altındaydı. Blanquicilerin komplocu geleneği, Proudhoncuların devleti reddeden kooperatifçi çözümleri ve I. Enternasyonal aracılığıyla yeni yeni zemin kazanan Marksist sosyalizm, Komün'ü oluşturan ideolojik bileşimi şekillendirdi. Bu ideolojik çeşitlilik, Fransa-Prusya Savaşı'nın yol açtığı ulusal kriz ve imparatorluğun çöküşüyle birleştiğinde, tarihin ilk işçi iktidarı denemesinin fitilini ateşledi.

2.1 İşçi Hareketinin İdeolojik Bileşimi

Komün öncesi Fransız işçi hareketi, başlıca üç ideolojik akımın etkisi altındaydı:

• Blanquiciler: Babeufçülükten miras kalan devrimci gelenek ve gizli dernekler deneyiminden esinleniyorlardı. Devlet sorununu merkeze alan Blanqui, toplumsal çürümeye karşı bir süre için "devrimci bir iktidar" kurulmasını, yani bir diktatörlüğü zorunlu görüyordu. Kapitalizmin "vurguncu, faizci" görünümüne tepki duyan Blanqui, kooperatifçiliği ise "proletaryanın düşebileceği en kötü tuzak" olarak nitelendiriyordu.

• Proudhoncular: Üretimden çok mübadele sorunlarıyla ilgilenen Proudhon, faize son verecek bir "Halk Bankası" ve devletçi dernekler yerine özgür "işçi şirketleri" kurulmasını öneriyordu. Kadın-erkek eşitliğine karşı çıkan ve aileyi temel ekonomik birim olarak gören Proudhoncu düşünce, devlete karşı özerkliği ve özgürlüğü yüceltiyordu.

• Marksistler: İşçi sınıfının bağımsız bir siyasi örgüt kurarak devrimci bir sınıf mücadelesi yürütmesini savunan Marksist siyaset, Fransa'da I. Enternasyonal aracılığıyla etkili olmaya başladı. Enternasyonal'in ilk kongrelerinde Proudhonculuk egemenken, Marksist sosyalizm ancak 1868'deki Basel Kongresi'nden itibaren bir ilerleme gösterdi.

2.2 Savaş, Yenilgi ve İmparatorluğun Çöküşü

1870'te Fransa-Prusya Savaşı patlak verdiğinde, Parisli Enternasyonalciler savaşa karşı net bir tutum aldılar. 12 Temmuz'da yayımladıkları bildiride, "Fransız, Alman ve İspanyol işçiler, seslerimiz savaşa karşı bir kınama çığlığı halinde birleşsin!" diyerek hanedan çıkarları uğruna savaşı "canice bir saçmalık" olarak nitelediler.

Ancak savaş, Fransa için tam bir felaketle sonuçlandı. General Mac-Mahon'un ordusu Sedan'da kuşatıldı ve 2 Eylül 1870'te III. Napolyon 106 bin askeriyle birlikte Almanlara teslim oldu. Bu yenilgi, Paris'te imparatorluğun sonunu getirdi. General Trochu başkanlığında, ılımlı sol burjuvalardan oluşan bir "Ulusal Savunma Hükümeti" kuruldu. Savaş artık bir savunma savaşına dönüşmüş, 19 Eylül'den itibaren Paris Alman orduları tarafından kuşatılmıştı. Ancak Marx'ın daha sonra belirttiği gibi, bu hükümetin savaşmakta pek de kararlı olmadığı kısa sürede anlaşıldı.

2.3 18 Mart 1871: Paris Komünü'nün İlanı

Ulusal Savunma Hükümeti'nin Almanlarla imzaladığı teslimiyetçi ateşkes antlaşması (28 Ocak 1871) ve Ulusal Meclis'in monarşist çoğunluğu, Paris halkı ve Ulusal Muhafızlar arasında büyük bir tepkiye yol açtı. Hükümet başkanı Thiers'in, Paris'i silahsızlandırmak amacıyla 18 Mart 1871 sabahı Ulusal Muhafızların toplarını ele geçirme girişimi, devrimin fitilini ateşledi. Montmartre'daki kadınların öncülük ettiği direniş, askerlerin halkın saflarına geçmesiyle büyüdü ve Thiers hükümeti Versailles'a kaçmak zorunda kaldı. İktidar, Ulusal Muhafız Merkez Komitesi'nin eline geçti ve 26 Mart'ta yapılan seçimlerin ardından 28 Mart'ta Paris Komünü resmen ilan edildi. Komün, devrimin üç renkli bayrağının karşısına kızıl bayrakla çıkarak yeni bir dönemi başlatıyordu.

Komün, tarihin ilk işçi devleti deneyimiydi. Marx'ın ifadesiyle, "parlamenter bir örgüt değil, aynı zamanda hem yürütme ve hem de yasama gücüne sahip, etkin bir örgüt"tü. Temel icraatları arasında şunlar yer alıyordu:

• Sürekli ordunun kaldırılması ve yerine halkın silahlandırıldığı Ulusal Muhafızların geçirilmesi.

• Polis ve yargıçların, Komün'e karşı sorumlu ve her an görevden alınabilir memurlar haline getirilmesi.

• Kilise ile devletin ayrılması.

• Adaletin parasız hale getirilmesi, noterlik ve mübaşirlik gibi görevlerin satışına son verilmesi.

• İşçilerin terk edilmiş fabrikaları kooperatifler halinde işletmesi yönünde kararnameler çıkarılması.

Komün hareketinde Louise Michel gibi anarşist kadınlar ön saflarda yer aldı. Kadınlar, kulüplerde, savunma komitelerinde ve "Kadınlar Birliği" gibi örgütlerde aktif rol oynadılar. Komün, savaşta ölen Ulusal Muhafızların evli olmayan eşlerine ve çocuklarına maaş bağlayarak, resmi evlilikle fiili birlikteliği eşdeğer sayan devrimci bir adım attı.

2.4 "Kanlı Hafta" ve Komün'ün Mirası

Komün'ün ömrü sadece 72 gün sürdü. Versailles'daki Thiers hükümeti, Almanların serbest bıraktığı savaş esirleriyle ordusunu yeniden kurarak Paris'e saldırdı. 21 Mayıs'ta başlayan ve tarihe "Kanlı Hafta" olarak geçen bastırma operasyonu, eşi görülmemiş bir katliama dönüştü. Savaşlar ve ardından kurulan askeri mahkemelerin kararlarıyla öldürülen Parisli erkek, kadın ve çocuk sayısının 30 bin dolaylarında olduğu tahmin edilmektedir. Makineli tüfeklerin kullanıldığı toplu infazlar gerçekleştirildi, binlerce Komüncü Yeni Kaledonya gibi sömürgelere sürüldü.

Yenilgiye uğramasına rağmen Komün, uluslararası sosyalist hareket için hem bir ilham kaynağı hem de paha biçilmez bir dersler bütünü oldu. Marx ve Engels için Komün, proletaryanın devlet olarak örgütlenmesinin, yani "proletarya diktatörlüğü"nün ilk somut örneğiydi. Anarşistler içinse, Bakunin'in ifadesiyle, "devletin gözüpek ve belirgin bir yadsınması" ve halkın kendiliğinden eyleminin bir zaferiydi. Komün'ün en büyük hatalarından biri olarak ise, maliye sorumlusu Jourde'un "Fransa'nın servetine dokunmak" istemeyerek Fransa Bankası'nı kamulaştırmaktan kaçınması gösterildi. Bu trajik deneyim, takip eden on yıllarda kurulacak olan kitlesel sosyalist partilerin stratejilerini ve devlet hakkındaki teorik tartışmalarını derinden etkiledi.

3.0 Marksizm'in Yükselişi ve Kitlesel Partilerin Örgütlenmesi

Paris Komünü'nün bastırılmasının ardından gelen gericilik dönemi, Avrupa işçi hareketinin yeniden toparlanması ve kitlesel ölçekte örgütlenmesiyle aşıldı. 19. yüzyılın son çeyreği, Marksist düşüncenin artan etkisi altında, modern sosyal demokrat partilerin doğuşuna ve güçlenmesine tanıklık etti. Almanya'da, Prusya devlet geleneğinin yarattığı keskin sınıf karşıtlıkları zemininde birleşen ve hızla ülkenin en büyük partisi haline gelen Sosyal Demokrat Parti (SPD), bu dönemin model örgütlenmesi oldu. Fransa'da ise Komün'ün mirası, hareketin daha parçalı bir yapı sergilemesine, Marksistler, reformistler ve anarko-sendikalistler arasında sürekli bir rekabet yaşanmasına yol açtı. Bu ulusal partiler, 1889'da II. Enternasyonal'in kurulmasıyla uluslararası bir güç olarak sahneye çıktılar.

3.1 Alman Modeli: Sosyal Demokrat Parti'nin (SPD) Yükselişi

Almanya'da işçi sınıfının siyasal atılganlığı, Marksist fikirlerin güçlü bir parti örgütlenmesiyle birleşmesine olanak tanıdı. Lassallecılar ve Marksistlerin 1875'te Gotha'da birleşerek kurdukları Sosyalist İşçi Partisi, Bismarck'ın 1878-1890 yılları arasında uyguladığı "Sosyalistlere Karşı Yasa"nın baskılarına rağmen büyümeye devam etti. Yasa dışı koşullar altında örgütlenen parti, 1890 seçimlerinde %19,7 oy oranına ulaşarak Almanya'nın en büyük partisi haline geldi. Bu başarı, Engels'in bütün dünya, Bismarck'ı devirenin bizler olduğunu biliyor" sözleriyle selamladığı bir zaferdi. Yasanın kalkmasının ardından 1891'de toplanan Erfurt Kongresi'nde parti, Marksist teoriyi temel alan ve hem devrimci nihai hedefleri hem de pratik reform taleplerini içeren yeni programını kabul etti.

3.2 Fransa'da Parçalanma ve Anarko-Sendikalizm

Fransa'da işçi hareketi, Komün yenilgisinin yaralarını daha yavaş sardı. 1879'daki genel aftan sonra sürgündeki Komün önderlerinin dönmesiyle hareket yeniden canlandı. Jules Guesde'in öncülüğünde, Marx ve Engels'in yardımıyla hazırlanan bir programla 1880'de Fransız İşçi Partisi kuruldu. Ancak parti kısa sürede bölündü; Guesde'in Marksist kanadına karşı, reformist bir çizgiyi savunan "Possibilistler" (Olanakçılar) kendi örgütlerini kurdular.

Fransız işçi hareketinin bir diğer belirleyici özelliği, anarko-sendikalist akımın gücüydü. Siyasal partileri "burjuva yutturmacaları" olarak gören ve devrimin aracını "genel grev" olarak tanımlayan anarko-sendikalistler için mücadele, "doğrudan eylem" yoluyla işçilerin kendileri tarafından yürütülmeliydi. Bu akım, özellikle 1895'te kurulan Genel İşçi Konfederasyonu (CGT) içinde egemen oldu. CGT'nin 1906'daki Amiens Kongresi'nde kabul edilen bildirge, sendikal hareketin siyasi partilerden tam bağımsızlığını ve nihai hedefinin kapitalizmi genel grev yoluyla yıkmak olduğunu ilan etti.

3.3 II. Enternasyonal'in Kuruluşu ve İlk Yılları

Avrupa'daki kitlesel işçi partilerinin yükselişi, yeni bir uluslararası örgütlenmeyi gündeme getirdi. Fransız Devrimi'nin yüzüncü yıldönümü olan 1889'da Paris'te iki ayrı uluslararası kongre toplandı: Biri Marksistlerin, diğeri ise Possibilistlerin düzenlediği. Temsil gücü daha yüksek olan Marksistlerin kongresi, II. Enternasyonal'in kuruluş kongresi olarak kabul edildi. Bu kongrede, ABD'deki 8 saatlik işgünü mücadelesini desteklemek amacıyla 1 Mayıs'ın uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günü olarak kutlanması kararlaştırıldı.

1891'deki Brüksel Kongresi ve 1893'teki Zürih Kongresi ile Enternasyonal yapısını sağlamlaştırdı. 1901'de Paris Kongresi kararıyla Brüksel'de daimî bir Uluslararası Sosyalist Büro kuruldu. Bu "altın çağda" Enternasyonal, uluslararası iş mevzuatı, sekiz saatlik işgünü ve barışın korunması gibi temel hedefler etrafında milyonlarca işçiyi harekete geçiren bir güç haline geldi. Ancak bu birliğin ardında, Enternasyonal'i nihai çöküşüne götürecek olan reformizm, revizyonizm ve milliyetçilik gibi derin teorik ve siyasi gerilimler birikmekteydi.

4.0 II. Enternasyonal'in Altın Çağı ve Çelişkileri: Reform mu, Devrim mi?

19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başı, II. Enternasyonal'in en parlak dönemiydi. Üye partiler seçimlerde güçleniyor, sendikalar kitleselleşiyor ve kapitalizmin görece istikrarlı bir büyüme dönemine girmesiyle işçi ücretlerinde artışlar yaşanıyordu. Bu "altın çağ", sosyalist hareketin stratejisi üzerine en temel tartışmaları da beraberinde getirdi. Kapitalizmin "kaçınılmaz çöküşü" teorisi sorgulanmaya başlanırken, reformlar yoluyla sosyalizme tedrici geçiş fikri güç kazandı. Bu durum, Eduard Bernstein'ın başlattığı "revizyonizm" tartışmasıyla Enternasyonal'i sarstı. Buna karşılık, Karl Kautsky'nin savunduğu "ortodoks" merkez çizgisi ve Rosa Luxemburg gibi devrimci sol kanadın "kitle grevi" tezi, hareket içindeki derin stratejik ayrılıkları ortaya koydu.

4.1 Revizyonizm Tartışması: Eduard Bernstein ve Fabianizm

Enternasyonal içindeki reformist eğilimleri teorik bir temele oturtma çabası, SPD'nin önde gelen teorisyenlerinden Eduard Bernstein'dan geldi. İngiltere'deki sürgün yıllarında, devrim yerine tedrici evrimi savunan Fabian Derneği'nden etkilenen Bernstein, 1890'ların sonunda Marksizmin temel öngörülerini sorgulamaya başladı. Bernstein'a göre, kapitalizmin yaşadığı refah dönemi, Marx'ın öngördüğü "çöküş teorisi"ni geçersiz kılıyordu. Üretimin yoğunlaşması tekellerin değil, küçük ve orta işletmelerin de varlığını sürdürmesine olanak tanıyor, proletaryanın sefaleti artmıyor, aksine yaşam koşulları iyileşiyordu. Bu nedenle sosyalist hareketin görevi, devrimci bir altüst oluş beklemek değil, parlamenter ve sendikal mücadeleler yoluyla kapitalizm içinde demokratik ve sosyal reformları derinleştirmekti. Bernstein için "nihai amaç bir hiç, hareket ise her şeydi".

4.2 Ortodoks Merkez ve Devrimci Sol: Kautsky ve Luxemburg

Bernstein'ın revizyonist tezlerine karşı Marksizmin "ortodoks" savunusu, Alman Sosyal Demokrat Partisi'nin baş teorisyeni Karl Kautsky'den geldi. Ancak Kautsky'nin Marksizm yorumu, toplumsal dönüşümü Darwinci bir doğal-evrimci süreç olarak kavrıyordu. Ona göre, kapitalizmin içsel çelişkileri ("aşırı üretim" ve "eksik tüketim" bunalımları) sistemi zorunlu bir çöküşe götürecekti. Partiye düşen görev ise, devrimi yapmak değil, bu çöküş anı için hazır olmaktı. Bu "beklemeci" ve determinist anlayış, sonradan "Vulger Marksizm" olarak eleştirilecekti.

Bu iki ana akıma karşı devrimci sol kanadın en önemli temsilcisi Rosa Luxemburg'du. Özellikle 1905 Rus Devrimi'nin deneyimlerinden etkilenen Luxemburg, devrimin kendiliğinden ve doğal bir süreç olmadığını, işçi kitlelerinin "kitle grevi" gibi doğrudan eylemleriyle hazırlanması gerektiğini savundu. Kitle grevi, hem ekonomik hem de siyasi talepleri birleştiren, kitlelerin bilincini ve örgütlülüğünü artıran, nihayetinde devrimci bir ayaklanmaya dönüşebilecek bir mücadele aracıydı. Bu görüş, hem Alman sendikalarının grevi sadece ekonomik bir araç olarak gören dar bakışına hem de Kautsky'nin pasif bekleyişine bir meydan okumaydı.

4.3 Sömürgecilik ve Milliyetçilik Sorunları

Enternasyonal içindeki bölünmeler, sömürgecilik (emperyalizm) sorununda da kendini gösterdi. 1904 Amsterdam ve 1907 Stuttgart Kongrelerinde yapılan tartışmalarda iki ana görüş çatıştı. Hollandalı delege Van Kol'un başını çektiği sağ kanat, sömürgeciliğin kapitalizm için bir zorunluluk olduğunu ve sosyalistlerin görevinin "ilerici" bir sömürge politikası izleyerek sömürge halklarının gelişimine katkıda bulunmak olduğunu savunuyordu. Kautsky'nin de desteklediği bu görüşe karşı sol kanat, sömürgeciliğin her türlüsünün sömürü ve baskı anlamına geldiğini ve kayıtsız şartsız reddedilmesi gerektiğini savundu. Kongreler, sömürgeciliği kınayan ancak net bir tutum almaktan kaçınan uzlaşmacı kararlar aldı. Bu belirsizlik, yaklaşan dünya savaşı karşısında milliyetçiliğin enternasyonalizme galip gelmesinin de habercisiydi.

5.0 Savaş ve Devrim: II. Enternasyonal'in Çöküşü

20. yüzyılın başı, kapitalizmin tekelci ve küresel bir sisteme dönüştüğü "emperyalizm çağı"nın başlangıcı oldu. Büyük güçler arasındaki hammadde kaynakları, pazar ve sermaye ihracı rekabeti, dünyayı topyekûn bir paylaşım mücadelesine sürükledi. II. Enternasyonal, Stuttgart (1907) ve Basel (1912) kongrelerinde savaş tehlikesine karşı kararlı bir tutum alarak, savaş çıkması halinde bunu devrim için bir fırsata çevirme kararı almıştı. Ancak Ağustos 1914'te savaş patlak verdiğinde, bu enternasyonalist kararlılık buharlaştı. Enternasyonal'in önde gelen partilerinin büyük çoğunluğu, "anavatan savunması" sloganı altında kendi burjuva hükümetlerinin savaş politikalarını destekleyerek tarihsel bir iflas yaşadı. Bu çöküş, sosyalist hareket içinde küçük ama kararlı bir enternasyonalist azınlığın doğuşuna ve yeni bir devrimci yol arayışına zemin hazırladı.

5.1 Emperyalizm Çağı

20. yüzyılın başında tekelci sanayi sermayesinin tekelci banka sermayesiyle iç içe geçmesi, Marksist literatürde "finans kapital" olarak adlandırılan yeni bir gücü doğurdu. Bu dönemde sermaye ihracı, meta ihracına ağır bastı. 1914'e gelindiğinde İngiltere, Fransa ve Almanya'nın yurt dışına ihraç ettiği sermaye miktarı devasa boyutlara ulaşmıştı. Bu, dünyanın ekonomik olarak paylaşılması anlamına geliyordu. Kaçınılmaz sonuç ise, dünyanın siyasal ve toprak bakımından yeniden paylaşılması uğruna mücadeleydi. 1914'te altı "büyük devlet" (İngiltere, Rusya, Fransa, Almanya, ABD ve Japonya), yerkürenin üçte ikisini doğrudan ya da dolaylı olarak boyundurukları altında tutuyordu. Lenin'in ifadesiyle emperyalizm, "kapitalizmin en yüksek aşaması", yani sosyalist devrimler çağıydı.

5.2 Ağustos 1914: Enternasyonal'in İflası

Saraybosna'da Avusturya veliahtına düzenlenen suikastın ardından savaş patlak verdiğinde, Avrupa'daki sosyal demokrat partilerin ezici çoğunluğu enternasyonalist ilkelerine ihanet etti. Almanya'da SPD, parlamentoda savaş kredilerine onay verdi. Fransa ve Belçika'da sosyalistler "kutsal birlik" hükümetlerinde yer aldılar. Enternasyonal'in Yürütme Bürosu başkanı Belçikalı Emile Vandervelde, kendi ülkesinin savaş kabinesinde bakan oldu. Sadece Rusya'daki Bolşevikler ve Menşeviklerin bir kısmı ile Sırp Sosyalist Partisi gibi küçük gruplar savaşa karşı net bir tutum aldı. İşçi sınıfının uluslararası birliği paramparça olmuş, II. Enternasyonal fiilen çökmüştü.

5.3 Savaş Karşıtı Muhalefet: Zimmerwald ve Kienthal

Savaşın yarattığı şok ve yıkım ortamında, enternasyonalist ilkelere bağlı kalan sosyalistler yeniden bir araya gelme arayışına girdiler. Eylül 1915'te İsviçre'nin Zimmerwald kasabasında ve Nisan 1916'da Kienthal'de savaş karşıtı konferanslar düzenlendi. Bu konferanslar, savaş karşıtı hareketi iki ana kanada böldü:

• Merkezci-Pasifist Kanat: Savaşın sorumluluğunu tüm hükümetlere yükleyerek ilhaksız ve tazminatsız bir barış çağrısı yapan, ancak devrimci bir eylemden kaçınan çoğunluk.

• Devrimci Sol Kanat ("Zimmerwald Solu"): Lenin'in önderliğindeki bu küçük grup, barışın ancak devrimle mümkün olacağını savundu. Lenin'in formüle ettiği "devrimci bozgunculuk" tezi, her ülkedeki sosyalistlerin öncelikli görevinin "kendi" hükümetlerinin yenilgisi için mücadele etmek ve "emperyalist savaşı iç savaşa dönüştürmek" olduğunu ilan ediyordu.

Zimmerwald ve Kienthal konferansları, II. Enternasyonal'in reformist ve şovenist liderliğinden kesin bir kopuşu temsil ediyordu. Bu kopuş, savaşın yarattığı devrimci krizin derinleşmesiyle birlikte, 1919'da kurulacak olan III. (Komünist) Enternasyonal'in temellerini attı.

6.0 Devrimler Çağı ve Yeni Enternasyonal'in Doğuşu

Birinci Dünya Savaşı'nın sonu, Avrupa'yı bir devrimler dalgasıyla sarstı. Rusya'da Ekim 1917'de Bolşeviklerin iktidarı alması, devrimci umutları ateşlerken, savaşın mağlupları Almanya ve Avusturya-Macaristan'da monarşiler yıkıldı ve işçi-asker konseylerine dayalı cumhuriyetler kuruldu. Bu devrimci altüst oluş, II. Enternasyonal'in enkazı üzerinde yeni bir uluslararası örgütlenmenin kurulmasını acil bir görev haline getirdi. Almanya ve Macaristan'daki devrim denemelerinin kanlı bir şekilde bastırılmasına rağmen, Mart 1919'da Moskova'da toplanan III. (Komünist) Enternasyonal, dünya devrimini örgütleme iddiasıyla yola çıktı ve sosyalist hareketteki tarihsel bölünmeyi kalıcı hale getirdi.

6.1 Alman Devrimi (1918-1919)

Savaşın sonlarına doğru Almanya'da yenilginin kesinleşmesi, kitlesel bir hoşnutsuzluk dalgası yarattı. Ekim 1918'de Kiel'deki denizcilerin isyanı, devrimin fitilini ateşledi. Ülkenin dört bir yanında işçi ve asker konseyleri (Arbeiterrat) kuruldu. 9 Kasım 1918'de Berlin'de genel grev ilan edildi, İmparator II. Wilhelm Hollanda'ya kaçtı ve cumhuriyet ilan edildi.

İktidar, SPD ve ondan ayrılan daha soldaki Bağımsız Sosyal Demokrat Parti'nin (USPD) oluşturduğu "Halk Temsilcileri Konseyi"ne geçti. Ancak ülkede fiili bir "ikili iktidar" durumu vardı: Bir yanda parlamenter bir demokrasi kurmayı hedefleyen SPD hükümeti, diğer yanda iktidarın konseylere devredilmesini isteyen devrimci konseyler. SPD yönetimi, eski devlet aygıtını ve ordu komuta kademesini koruyarak devrimi kontrol altına almaya çalıştı.

6.2 Spartakist Ayaklanması ve Devrimin Bastırılması

Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht'in önderliğindeki Spartakistler (daha sonra Alman Komünist Partisi - KPD), SPD'nin reformist çizgisine karşı çıkarak "tüm iktidarın konseylere" devredilmesi için mücadele ettiler. Ocak 1919'da Berlin'de, hükümetin solcu bir emniyet müdürünü görevden alması üzerine kitlesel gösteriler başladı ve bu durum, hazırlıksız bir silahlı ayaklanmaya dönüştü. SPD'li Savunma Bakanı Gustav Noske, "Freikorps" adı verilen karşı-devrimci gönüllü birliklerini kullanarak ayaklanmayı vahşice bastırdı. 15 Ocak'ta Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht yakalanarak dipçik darbeleriyle katledildi. Devrimci hareketin bastırılması, Bavyera'da kurulan kısa ömürlü Münih Konsey Cumhuriyeti'nin de Nisan-Mayıs 1919'da kanlı bir şekilde ezilmesiyle devam etti.

6.3 Macar Konseyler Cumhuriyeti (1919)

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun dağılmasıyla Macaristan'da da devrimci bir kriz yaşandı. Mart 1919'da Sosyal Demokratlar ve Bela Kun'un önderliğindeki Komünistler birleşerek Macar Konseyler Cumhuriyeti'ni ilan ettiler. Bankalar, fabrikalar ve büyük topraklar kamulaştırıldı, Macar Kızıl Ordusu kuruldu. Ancak Avrupa'nın ortasında yalıtılmış kalan bu işçi devleti, İtilaf devletlerinin desteğini alan Çekoslovakya ve özellikle Romanya ordularının saldırısı karşısında direnemedi. 133 gün süren devrim, Ağustos 1919'da Rumen ordusunun Budapeşte'ye girmesiyle sona erdi. Ardından Amiral Horthy liderliğinde kurulan karşı-devrimci rejim, "Beyaz Terör" olarak bilinen ve binlerce insanın hayatına mal olan bir katliam dönemi başlattı.

6.4 III. (Komünist) Enternasyonal'in Kuruluşu

Almanya ve Macaristan'daki yenilgilere rağmen, Bolşevik liderler dünya devriminin yakın olduğuna inanıyorlardı. Bu beklentiyle, Mart 1919'da Moskova'da III. Enternasyonal'in (Komintern) kuruluş kongresi toplandı. Kongre, II. Enternasyonal'in reformizm ve "sosyal-şovenizm"inden tam bir kopuşu ilan etti. Amacı, "proletarya diktatörlüğünün kurulması ve uluslararası bir Sovyet cumhuriyetinin yaratılması için değişik ülkeler proletaryasının ortak eylemini örgütlemek" olarak tanımlandı. Başlangıçta, Alman delegesi Eberlein gibi bazıları, Batı Avrupa'da henüz kitlesel komünist partiler olmadığı için Komintern'in kuruluşunun aceleye getirildiğini savundu. Ancak kongre, devrimci dalgayı bir an önce örgütlü bir güce dönüştürme iradesiyle Komintern'i kurdu. Bolşevik liderler, Komintern'in merkezinin kısa sürede muzaffer bir devrimin yaşanacağı Berlin veya Paris'e taşınacağını umuyorlardı.

Paris Komünü'nün kahramanca yenilgisiyle başlayan yaklaşık elli yıllık dönem, sosyalist hareketin kitlesel bir güce dönüşmesine, ancak I. Dünya Savaşı'nın milliyetçi ateşiyle trajik bir şekilde parçalanmasına tanıklık etmiştir. Bu enkazdan doğan devrimci dalga, Rusya dışında yenilgiye uğrasa da, Komintern'in kuruluşuyla dünya siyasetinde yeni ve geri dönülmez bir kutuplaşma yaratmıştır. Bu tarihsel miras, 20. yüzyılın geri kalanındaki tüm toplumsal mücadelelerin seyrini belirleyecek olan sosyalizm, komünizm ve sosyal demokrasi arasındaki derin ayrılığın temelini oluşturmuştur.

Paris Komünü: Bir İşçi Devleti Deneyimi

MAR

1.0 Komün'e Giden Yol: Tarihsel ve İdeolojik Zemin

Paris Komünü, tarihin akışında anlık bir parlama değil, 19. yüzyıl Fransa'sının siyasi çalkantılarının, derinleşen sınıf mücadelelerinin ve entelektüel arayışlarının birikimli bir sonucudur. Bu deneyimi sadece 72 günlük bir iktidar denemesi olarak görmek, onu doğuran karmaşık tarihsel ve ideolojik zemini göz ardı etmek anlamına gelir. Komün'ün karakterini, politikalarını ve nihayetinde trajik kaderini şekillendiren bu zemin, Prusya işgalinin yarattığı krizle birleşerek, Avrupa tarihinde proletaryanın ilk kez iktidarı ele geçirdiği bu cüretkâr girişime zemin hazırlamıştır. Bu temelleri anlamak, Komün'ün neden bir zaferden çok, gelecek nesillere ilham veren kanlı bir ders olduğunu kavramak için stratejik bir öneme sahiptir.

1.1 Katalizör: 1870 Fransa-Prusya Savaşı ve İmparatorluğun Çöküşü

Paris Komünü'nün fitilini ateşleyen olay, III. Napoléon'un Prusya'ya karşı başlattığı ve felaketle sonuçlanan 1870 savaşıdır. Fransız ordusunun 2 Eylül 1870'te Sedan'da uğradığı hezimet ve İmparator'un 106 bin askeriyle birlikte esir düşmesi, İkinci İmparatorluk'u bir anda çökertti. Bu yenilgi, Paris'te bir iktidar boşluğu yarattı ve bu boşluk, Ulusal Meclis'in ılımlı sol burjuva kanadından üyeler tarafından kurulan Ulusal Savunma Hükümeti tarafından dolduruldu.

Ancak bu hükümet, doğduğu andan itibaren Paris halkının gözünde meşruiyet sorunuyla karşı karşıyaydı. Alman orduları Paris'i kuşatırken, halk örnek bir cesaretle açlığa, soğuğa ve bombardımanlara katlanıyordu. Buna karşılık, Ulusal Savunma Hükümeti'nin savaşı sürdürmekteki isteksizliği ve Prusya ile teslimiyetçi bir barış arayışında olduğu kısa sürede anlaşıldı. Karl Marx'ın Fransa'da İç Savaş adlı eserinde özetlediği gibi, bu hükümetin asıl derdi ulusal savunmadan çok, silahlanmış Paris proletaryasına karşı kendi sınıf iktidarını savunmaktı. Bu durum, hükümet ile Paris halkı arasındaki uçurumu derinleştirdi ve devrimci bir durumun olgunlaşmasına yol açtı.

1.2 Fransız Proletaryasının İdeolojik Panoraması

19. yüzyıl Fransız işçi sınıfı, tek bir ideolojik çatı altında birleşmiş homojen bir yapıya sahip değildi. Aksine, farklı ve zaman zaman birbiriyle çelişen devrimci akımların etkisi altındaydı. Bu ideolojik çeşitlilik, Komün'e dinamizmini ve yaratıcılığını veren bir güç olduğu kadar, Versailles'a yürünmesi ya da Fransa Bankası'na el konulması gibi kritik anlarda ortak bir strateji oluşturmasını engelleyen temel zayıflıklarından birini de teşkil ediyordu.

1.2.1 Blanquici Gelenek: Devrimci İktidar ve Diktatörlük

Louis Auguste Blanqui ve takipçileri, Babeuf'ten miras kalan gizli örgütlenme geleneğine ve uzlaşmaz devrimci çizgiye bağlıydılar. Blanquici düşüncenin merkezinde devlet sorunu yer alıyordu. Blanqui'ye göre, çürümüş toplumsal yapıyı değiştirmek için geçici bir "devrimci iktidar", yani Marksist terminolojideki "proletarya diktatörlüğü" kavramının öncülü sayılabilecek bir proletarya diktatörlüğü zorunluydu. Bu iktidar, eski düzenin kurumlarını tasfiye ederek halkı kendi haklarını kullanabilecek bir duruma getirecekti. Blanqui şöyle diyordu:

"Halk bir süre için devrimci bir iktidar gereksinimi duyacaktır. Krallığı ve tüm aristokrasileri ortadan kaldırmak, onların yerine cumhuriyeti, yani eşitlik yönetimini geçirmek gerekir; ama bu yönetime geçmek için de, halkı haklarını kullanabilecek bir duruma getiren devrimci bir iktidara başvurmak zorunludur."

Blanqui, kapitalizmi, özellikle de "miskin hükümdar" olarak adlandırdığı paranın egemenliğini sert bir dille eleştiriyordu. Aynı zamanda, ütopyacı sosyalistleri ve işçi kooperatifleri gibi reformist çözümleri, "proletaryanın düşebileceği en kötü tuzak" olarak görerek reddediyordu. Bu radikal ve iktidar odaklı gelenek, Komün'ün en etkin ve militan gruplarından birini oluşturmuştur.

1.2.2 Proudhonculuk: Mülkiyet, Adalet ve Özerk Üretici Birlikleri

Pierre-Joseph Proudhon'un fikirleri, özellikle zanaatkârlar ve küçük üreticiler arasında yaygındı. Proudhon, üretimden çok mübadele (değişim) sorunlarına odaklanmıştı. Sermayenin sömürüsüne, yani faize karşı çıkıyor ve karşılıklılık (mutualism) ilkesine dayanan bir "Halk Bankası" aracılığıyla üreticiler arasında faizsiz kredi sisteminin kurulmasını öneriyordu.

Proudhon, merkeziyetçi devlet yapısına ve Louis Blanc gibi devlet destekli derneklere şiddetle karşıydı. Bunun yerine, madenler veya demiryolları gibi büyük işletmeleri yönetebilecek özerk ve özgür "işçi şirketleri" kurulmasını savunuyordu. Ancak Proudhon'un düşünceleri, özellikle aile ve kadın-erkek eşitliği konularında oldukça gelenekselciydi. Kadınları "ev kadını ve fahişe" olarak ikiye ayırması, onun ataerkil bakış açısını net bir şekilde ortaya koyar. Bu fikirler, Komün içindeki daha ılımlı ve merkeziyetçilik karşıtı kanadı etkilemiştir.

1.2.3 Marksist Etkinin Doğuşu

Marksist sosyalizm, Fransa'da diğer akımlar kadar köklü olmasa da, I. Enternasyonal (Uluslararası İşçi Derneği) aracılığıyla Fransız işçi sınıfını etkilemeye başlamıştı. Enternasyonal'in 1866, 1867 ve 1868'deki ilk kongrelerinde Proudhoncu düşünce egemenken, Marksist fikirler ancak 1869'daki Basel Kongresi'nden itibaren ilerleme kaydetmeye başladı. Marksizm, işçi sınıfının kendi siyasal örgütünü kurarak bağımsız bir sınıf mücadelesi yürütmesi gerektiğini savunuyordu ve Komün'e katılan Enternasyonal üyeleri aracılığıyla önemli bir etki yarattı.

Bu farklı ideolojik gelenekler, savaşın yarattığı siyasi kriz ve Paris halkının yaşadığı derin yoksullukla birleştiğinde, devrimci bir patlamanın tüm koşulları olgunlaşmış oldu. Thiers hükümetinin Paris'i silahsızlandırma girişimi ise bu patlamayı tetikleyen son kıvılcım olacaktı.

2.0 Komün'ün Doğuşu, Yapısı ve Politikaları

Ulusal Savunma Hükümeti'nin teslimiyetçi politikalarına ve Prusya kuşatmasının yarattığı dayanılmaz koşullara karşı biriken öfke, 18 Mart 1871'de patlak verdi. Paris halkı, kendi kaderini eline alarak iktidarı ele geçirdi ve tarihteki ilk işçi devleti olan Paris Komünü'nü ilan etti. Komün'ün kurduğu yeni devlet yapısı, kendinden önceki tüm burjuva devlet modellerinden radikal bir kopuşu temsil ediyordu. Bu yapı, devletin baskıcı bir aygıt olmaktan çıkıp, halkın kendi kendini yönettiği bir organa dönüşebileceğinin somut bir kanıtıydı.

2.1 18 Mart 1871 Ayaklanması ve İktidarın Ele Geçirilmesi

Her şey, Versailles'da konuşlanmış olan Adolphe Thiers hükümetinin, Paris'i savunmak için kullanılan Ulusal Muhafızlara ait topları Montmartre tepelerinden alma girişimiyle başladı. Hükümetin bu hamlesi, Paris halkını silahsızlandırma ve devrimci potansiyelini ezme niyetini açıkça ortaya koyuyordu. Ancak planları, beklenmedik bir direnişle karşılaştı. Başta Montmartre'lı kadınlar olmak üzere halk, askerlerin önüne geçerek topların alınmasını engelledi. Askerlerin bir kısmı halkla kardeşleşerek komutanlarına ateş açtı. Bu olay, bir anda tüm Paris'e yayılan bir halk ayaklanmasına dönüştü. Thiers ve hükümeti Paris'ten Versailles'a kaçmak zorunda kalırken, iktidar Ulusal Muhafız Merkez Komitesi'nin eline geçti. Kısa bir süre sonra yapılan seçimlerle Paris Komünü resmen ilan edildi.

2.2 Yeni Bir Devlet Modeli: "Çalışan Bir Kurul"

Komün, mevcut devlet aygıtını devralıp kullanmak yerine, onu parçalayarak yerine tamamen yeni bir model inşa etti. Marx'ın ifadesiyle Komün:

"...parlamenter bir örgüt değil, aynı zamanda hem yürütme ve hem de yasama gücüne sahip, etkin bir örgüt olacaktı."

Bu model, yasama ve yürütme erklerini birleştiren, yani burjuva demokrasisinin temel direği olan güçler ayrılığı ilkesini reddeden devrimci bir yapıydı. Komün Konseyi, genel oyla seçilen ve halka karşı sorumlu olan üyelerden oluşuyordu. Bu üyeler, her an görevden alınabilirdi. Konsey üyelerinin mesleki ve politik arka planları, bu yeni iktidarın sınıfsal karakterini açıkça yansıtıyordu. Komün Konseyi, Paris'in emekçi karakterini somutlaştıran bir bileşime sahipti. Üyeler arasında Varlin gibi ciltçiler, Theisz gibi metal işçileri, Trinquet gibi ayakkabıcılar ve Jourde gibi memurlar yanı sıra Vaillant gibi aydınlar ve Pottier gibi sanatçılar bulunuyordu. Bu mesleki çeşitlilik, Komün'ün tabanını ve önceliklerini anlamak için kritik bir veri sunar.

2.3 Komün'ün Kararnameleri ve Sosyal Reformları

Komün, 72 günlük kısa ömrüne rağmen, toplumun yapısını temelden değiştirmeyi hedefleyen bir dizi radikal kararname ve sosyal reformu hayata geçirdi:

• Devletin Baskı Organlarının Parçalanması: Sürekli ordu lağvedildi ve yerine, tüm Paris halkının silahlandırıldığı Ulusal Muhafız geçirildi. Polisin siyasi ayrıcalıklarına son verilerek, Komün'e karşı sorumlu ve her an görevden alınabilir bir organ haline getirildi. Adalet hizmetleri parasız hale getirildi. Yargıçların, noterlerin ve diğer adli görevlilerin satılık makamları lağvedilerek, seçimle göreve gelmeleri ve halka karşı sorumlu olmaları ilkesi benimsendi. Bu kararnameler, Komün'ün eski devletin baskı yapılarını (ordu, polis, yargı) parçalayıp yerine doğrudan halka sorumlu, demokratik organlar koyma yönündeki temel stratejisini açıkça ortaya koymaktadır.

• Din ve Devlet: Kilise ile devletin birbirinden tamamen ayrılması kararlaştırıldı. Din, kişisel bir mesele haline getirilirken, kilisenin tüm mal varlığına el konuldu.

• Maliye: Maliye Komisyonu'nun başına François Jourde getirildi. Jourde, geleneksel gelirleri toplama ve savurganlıktan kaçınma konusunda dürüst bir yönetim sergiledi. Ancak Komün'ün en büyük stratejik hatalarından biri, Versailles hükümetine mali kaynak sağlamaya devam eden Fransa Bankası'nı kamulaştırmaktan kaçınması oldu. Bu hata, Komün Konseyi içindeki, özellikle Proudhoncu geleneğin özel mülkiyete ve merkezi mali kontrole yönelik kuşkucu yaklaşımının bir yansıması olarak okunabilir.

• Kadın Hakları: Komün, kadınların toplumsal konumunu iyileştirmeye yönelik önemli adımlar attı. 9 Nisan tarihli bir kararnameyle, savaşta ölen Ulusal Muhafızların resmi olarak evli olmayan eşlerine ve çocuklarına da maaş bağlanması kabul edildi. Bu, birlikte yaşama durumunu resmi evlilikle eşdeğer sayan devrimci bir adımdı. Ayrıca, kadın ilkokul öğretmenlerinin maaşlarının erkek öğretmenlerle eşitlenmesi kararlaştırıldı.

Komün'ün bu yapısal ve yasal reformları, sadece kâğıt üzerinde kalmadı; Paris'in toplumsal yaşamında yeni aktörleri ve dinamikleri harekete geçirerek, devrimin ruhunu sokaklara, atölyelere ve kulüplere taşıdı.

3.0 Komün Toplumu: Aktörler, İdealler ve Kültürel Etki

Paris Komünü, yalnızca yeni bir siyasi yapıya değil, aynı zamanda Paris halkının, özellikle de kadınların, entelektüellerin ve sanatçıların aktif katılımıyla şekillenen canlı bir toplumsal deneyime sahne oldu. Bu aktörler, Komün'ün ideallerini somutlaştıran, onun ruhunu ve enerjisini yaratan temel unsurlardı. Komün, barikatlarda olduğu kadar, kulüplerde yapılan ateşli tartışmalarda, kurulan kooperatif atölyelerde ve sanatçıların devrime adadığı eserlerde de yaşıyordu. Bu toplumsal dinamizmi anlamak, Komün'ün tarihsel önemini kavramak için elzemdir.

3.1 Devrimin Öncüleri: Komün'de Kadınların Rolü

Komün'de kadınlar, devrimin edilgen izleyicileri değil, en ön saflardaki aktif özneleriydi. 18 Mart ayaklanmasının fitilini ateşleyen Montmartre'lı kadınlardan, barikatlardaki çatışmalara ve sosyal kurumların örgütlenmesine kadar her alanda kilit bir rol oynadılar. Birçoğu, ideolojik olarak iktidarın alınmasına hazırdı ve bu süreçte erkek devrimcilerle omuz omuza mücadele etti.

• Louise Michel: Komün'ün en sembolik figürlerinden biri olan Louise Michel (1830-1905), bir anarşist, feminist ve eğitimci olarak tüm yaşamını devrime adadı. Proudhon'un kadınları aşağılayan görüşlerinin aksine, kadınların mutlak eşitliğini savundu ve bu konuda net bir tavır sergiledi:

• Michel, Komün boyunca hem bir savaşçı hem de bir örgütleyici olarak çalıştı. Yenilgiden sonra askeri mahkemede yargılandı ve Yeni Kaledonya'ya sürgüne gönderildi. Onun mücadelesi, Komün kadınlarının devrimci ruhunun ve cüretinin en parlak örneklerinden biridir.

• Kadınlar Birliği (Union des Femmes): Komün sırasında kurulan en önemli kadın örgütlerinden biri olan Kadınlar Birliği, kadınları mahalle temelinde örgütleyerek sağlık, savunma, eğitim ve üretim gibi alanlarda etkin kıldı. Birlik, kadınlar için kooperatif atölyeler kurma gibi somut girişimlerde bulunarak, kadın emeğini sömürüden kurtarmayı ve toplumsal üretimde onlara hak ettikleri yeri vermeyi amaçladı.

Ancak, Louise Michel ve Kadınlar Birliği gibi radikal unsurların tüm çabalarına rağmen, kadınların eğitimi, çalışma koşulları ve kreşler gibi konuların Komün Konseyi'nde yeterince ele alınmaması, devrim içindeki cinsiyet eşitliği mücadelesinin kendi iç çelişkilerini ve sınırlarını da gözler önüne sermektedir.

3.2 Komün'ün Entelektüel ve Sanatsal Yansımaları

Komün deneyi, dönemin aydınları ve sanatçıları üzerinde derin izler bıraktı. Kimi bu harekete doğrudan katılırken, kimi de uzaktan tanıklık ederek eserlerinde bu tarihsel anı ölümsüzleştirdi.

• Émile Zola'nın Tanıklığı: Ünlü yazar Émile Zola, Komün'e başlangıçta tarafsız bir mesafeden yaklaştı. Ancak Versailles hükümetinin "Kanlı Hafta" sırasında sergilediği insanlık dışı vahşeti kınamaktan geri durmadı. Bu deneyim, Zola'nın egemen sınıflara, özellikle de burjuvaziye olan güvensizliğini derinleştirdi. Komün'ün izleri, daha sonra yazdığı Germinal ve Le Débacle (Bozgun) gibi büyük romanlarında, halk ayaklanmalarına yönelik karamsar ama halktan yana olan bakış açısıyla kendini gösterir. Zola'nın gözünde Komüncüler, tüm hatalarına rağmen Fransa'nın "vatansever, cumhuriyetçi, proleter geleceğini" temsil ediyorlardı. Ancak Zola'nın tanıklığı tek yönlü bir övgü değildir; Le Débacle romanında Komüncülerin rehineleri öldürürken gösterdikleri şiddeti de eleştirerek, tanık olduğu trajedinin her iki yüzünü de yansıtmaya çalışmıştır.

• Diğer Sanatçılar ve Şairler: Gerçekçi akımın öncü ressamlarından Gustave Courbet, Komün'e aktif olarak katıldı ve sanatçıların örgütlenmesinde rol aldı. Şair Eugène Pottier ise Komün barikatlarında savaştı ve yenilginin ardından, daha sonra tüm dünya işçi hareketinin marşı haline gelecek olan "Enternasyonal"i yazdı. Bu isimler, sanatın ve entelektüel birikimin devrimci bir davayla nasıl bütünleşebileceğinin en güçlü örnekleridir.

3.3 Komün'ün İlan Edilmiş Hedefleri

Komün'ün amaç ve idealleri, 19 Nisan 1871'de yayımlanan "Fransız Halkına Bildiri"de en net ifadesini bulmuştur. Bu bildiri, sadece Paris için değil, tüm Fransa ve dünya halkları için yeni bir toplumsal düzenin manifestosuydu. Bildiri, Komün'ü şu sözlerle tanımlıyordu:

"...proletaryanın köleliğine, yurdun umutsuzluk ve felaketlerine yol açan eski hükümet ve din adamları dünyasının, militarizmin, kırtasiyeciliğin, sömürünün, tekellerin ve ayrıcalıkların sonu."

Bu bildiri, Komün'ün sadece bir yerel yönetim denemesi olmadığını, aksine kapitalist ve baskıcı devlet düzenine karşı evrensel bir meydan okuma olduğunu ilan ediyordu. Komün'ün bu yüce idealleri ve yarattığı toplumsal dinamizm, ne yazık ki Versailles hükümetinin acımasız baskısıyla kanlı bir şekilde son bulacak ve tarihe "Kanlı Hafta" olarak geçecek olan trajedinin zeminini hazırlayacaktı.

4.0 "Kanlı Hafta" ve Komün'ün Düşüşü

Paris Komünü'nün 72 günlük umut ve direniş dolu varlığı, Versailles ordusunun 21 Mayıs 1871'de Paris'e girmesiyle başlayan ve tarihe "Kanlı Hafta" (La Semaine Sanglante) olarak geçen acımasız bir katliamla sona erdi. Bu hafta boyunca yaşanan vahşet, modern tarihteki sınıf savaşlarının en şiddetli anlarından birini oluşturur. Burjuvazinin, iktidarını tehdit eden bir işçi yönetimine karşı duyduğu korku ve nefreti, Paris sokaklarını kana bulayan topyekûn bir terörle gözler önüne sermiştir.

4.1 Versailles'ın Saldırısı ve Barikat Savaşları

Thiers hükümetinin ordusu, Prusya'nın da zımni desteğiyle Paris'e girdiğinde, Komüncüler sokak sokak, barikat barikat "umutsuz ama kahramanca" bir direniş gösterdiler. Jaroslaw Dombrowski gibi askeri liderler, bu savunmada büyük bir cesaret örneği sergilediler. Ancak düzenli ordu karşısında sayıca ve teçhizatça zayıf olan Ulusal Muhafızların direnişi, şehrin batısından doğusuna doğru adım adım kırıldı. Savaş, Paris'in işçi mahallelerinde yoğunlaştı ve son direniş noktalarından biri Père Lachaise mezarlığı oldu.

4.2 Kitlesel Kıyım ve Terör

Versailles birliklerinin bastırma harekâtı, bir savaştan çok, planlı bir imha operasyonuna dönüştü. Sadece savaşan Komüncüler değil, onlara destek verdiğinden şüphelenilen her yaştan kadın, erkek ve çocuk hedef alındı.

• Rakamlarla Terör: Savaşlar sırasında ve sonrasında kurulan askeri mahkemeler tarafından öldürülen Parisli sayısının tam olarak bilinmemekle birlikte 30.000 civarında olduğu tahmin edilmektedir. Bu, düzenli ordunun kayıplarının katbekat üzerindeydi.

• Yargısız İnfazlar: Yakalanan Komüncüler için herhangi bir adil yargılama söz konusu değildi. Amerikalı bir görgü tanığının aktardığı gibi, "Yargı diye bir şey yoktu... Herhangi bir teğmen keyfine göre istediği mahkumların vurulmasını emredebiliyordu." 9 Haziran 1871 tarihli Paris-Journal gazetesi, mahkûm sayısının on kişiyi geçtiği durumlarda makineli tüfek kullanılacağını bildiriyordu. Yoksul ve kötü giyimli olmak, bir kadının "petroleuse" (kundakçı) olarak yaftalanıp anında kurşuna dizilmesi için yeterli bir sebep olarak görülüyordu.

• Federe'ler Duvarı (Le Mur des Fédérés): Père Lachaise mezarlığındaki son direnişçiler, yakalandıktan sonra mezarlığın duvarlarından birinin önünde kurşuna dizildiler. Bu duvar, "Federe'ler Duvarı" adıyla, Komün'ün kahramanca direnişinin ve uğradığı acımasız katliamın ölümsüz sembolü haline geldi.

4.3 Sonuç: Mahkemeler, Sürgün ve Af

"Kanlı Hafta"nın ardından sağ kalan on binlerce Komüncü tutuklandı. Kurulan askeri mahkemeler, binlerce kişiyi idama, ağır hapis cezalarına ve sürgüne mahkûm etti. Yargılananlar arasında, ayakkabıcı Trinquet gibi devrime olan inancını son ana kadar savunan ve pişmanlık göstermeyenler de vardı. Trinquet, savunmasında şöyle diyordu:

"Komün üyeliğine hemşehrilerim tarafından seçildim, bedelini kendim ödüyorum; barikatlarda çarpıştım, orada ölmediğime pişmanım... Ben bir ihtilalciyim, inkâr etmiyorum."

Mahkûmların çoğu, Louise Michel gibi, Pasifik'teki Yeni Kaledonya adası gibi uzak sömürgelere sürüldü. Ancak Komün'ün anısı halkın bilincinde yaşamaya devam etti. Nihayet 1880 yılında çıkarılan genel afla, hayatta kalan son Komüncüler Fransa'ya dönebildiler.

Komün, fiziksel olarak ezilmiş, Paris'in sokakları kanla yıkanmıştı. Ancak bu yenilgi, Komün'ün fikirlerinin ve mirasının yok olduğu anlamına gelmiyordu. Aksine, bu trajik son, Komün efsanesini daha da güçlendirecek ve onu gelecek nesiller için bir ilham kaynağına dönüştürecekti.

5.0 Komün'ün Mirası ve Tarihsel Yorumları

Paris Komünü'nün 72 günlük kısa ömrü, uluslararası sosyalist hareketin tarihinde ve teorik tartışmalarında silinmez bir iz bırakmıştır. Fiziksel yenilgisine rağmen Komün, proletaryanın iktidarı alma ve toplumu yeniden örgütleme potansiyelini gösteren ilk somut deneyim olarak bir laboratuvar işlevi gördü. Komün'den çıkarılan dersler ve ona dair yapılan farklı yorumlar, 20. yüzyılın devrimci hareketlerini derinden etkiledi ve sosyalist düşüncenin gelişimine yön verdi.

5.1 Marx ve "Proletarya Diktatörlüğü"

Marx için Paris Komünü, kendi devlet ve devrim teorisinin tarihsel bir doğrulanmasıydı. Komün'ü, işçi sınıfının devlet olarak örgütlenmesinin ilk somut örneği, yani "proletarya diktatörlüğü" olarak analiz etti. Marx'a göre Komün'ün en büyük dersi, işçi sınıfının mevcut burjuva devlet aygıtını basitçe devralıp kendi amaçları için kullanamayacağını, aksine onu parçalayıp yerine yeni bir iktidar biçimi inşa etmesi gerektiğini göstermesiydi.

Komün, işçilerin "kendi kendilerini yönetmeye yetenekli olduklarını kanıtlayan" canlı bir örnekti. Marx, Komüncülerin kahramanca mücadelesini ve trajik yenilgisini selamlarken, onun tarihsel önemini şu sözlerle vurgulamıştır: Komün, şehitleriyle birlikte, "yeni bir toplumun muzaffer öncüsü olarak daima kutlanacaktır."

5.2 Anarşist Yorum: Bakunin ve Devletin Reddi

Mihail Bakunin gibi anarşist düşünürler ise Komün'ü farklı bir perspektiften yorumladılar. Bakunin için Komün, her şeyden önce "devletin gözüpek ve belirgin bir yadsınması" idi. Onu, önceden planlanmış bir devrimden çok, "yığınların, grupların ve halk topluluklarının kendiliğinden ve sürekli eylemi" olarak gördü.

Bakunin ve takipçileri için Komün'ün değeri, kurduğu yeni devlet yapısından veya çıkardığı kararnamelerden çok, otoriteye karşı isyanın kendisindeydi. Bu yorum, Komün'ün pratik derslerini ve bir devlet olma tecrübesini ikinci plana atarken, isyanın kendiliğinden ve anti-otoriter ruhunu öne çıkardı. Bu bakış açısı, daha sonraki anarşist ve anarko-sendikalist akımları derinden besledi.

5.3 Kalıcı Semboller ve Kültürel Miras

Paris Komünü, yenilgiye uğramış olmasına rağmen, uluslararası işçi ve sosyalist hareketine bir dizi kalıcı sembol ve kültürel miras bıraktı:

• Kızıl Bayrak: Komün, burjuvazinin üç renkli bayrağının karşısına işçi sınıfının enternasyonalist mücadelesini simgeleyen kızıl bayrakla çıktı. O günden sonra kızıl bayrak, dünya çapındaki sosyalist ve komünist hareketlerin evrensel sembolü haline geldi.

• Enternasyonal Marşı: Komüncü şair Eugène Pottier tarafından yazılan Enternasyonal, tüm dünya işçilerinin ortak mücadele, birlik ve dayanışma marşı olarak tarihe geçti.

• "Göğü Fethetmek": Komüncülerin bu cüretkâr girişimi, Marx'ın deyimiyle "göğü fethetmeye kalkan" insanların kahramanlığı olarak anıldı. Bu ifade, Komün'ün devrimci iradesini ve tarihsel cüretini özetleyen bir metafor haline gelerek onun efsaneleşmesine katkıda bulundu.

6.0 Sonuç

Paris Komünü, 1871 baharında kanla bastırılmış olsa da, tarihteki ilk işçi iktidarı deneyi olarak istisnai önemini korumaktadır. 72 günlük kısa ömrüne sığdırdığı radikal demokratik ve sosyalist uygulamalarla, sadece bir şehir yönetiminden ibaret olmadığını, aksine sömürüye ve baskıya dayalı eski dünyaya kökten bir meydan okuma olduğunu kanıtlamıştır.

Komün, hataları ve başarılarıyla, kendisinden sonraki tüm sosyalist ve devrimci hareketler için hem bir ilham kaynağı hem de kritik dersler sunan bir referans noktası haline gelmiştir. Devletin nasıl dönüştürüleceği, demokrasinin nasıl derinleştirileceği ve işçi sınıfının kendi kaderini nasıl eline alabileceği gibi temel sorulara somut yanıtlar üretmeye çalışmıştır. Yenilgisiyle sonuçlanan "Kanlı Hafta"nın acımasızlığı ise, sınıf mücadelesinin şiddetini ve egemen sınıfların iktidarlarını korumak için her yola başvurabileceğini acı bir şekilde göstermiştir.

Nihayetinde Paris Komünü, proletaryanın iktidarı alma ve toplumu kendi suretinde yeniden örgütleme potansiyelini gösteren, kanla yazılmış bir efsane olarak tarih sahnesindeki yerini sağlamlaştırmıştır. Onun mirası, sadece barikatlarda can veren binlerce isimsiz kahramanın anısında değil, aynı zamanda eşitlik ve özgürlük mücadelesinin evrensel hafızasında yaşamaya devam etmektedir.

[MAR] YOUTUBE KANALI

LİDER

Karl Marx - Kapital

Kısa Sovyet Film ve Belgeseller [Türkçe]