Marksist Araştırmalar [MAR] | Komünizm: Tarihin Çözülen Bilmecesi

29 Eylül 2025 Pazartesi

1. Enternasyonal

MAR

Giriş: Tarihsel Bağlam ve Yeniden Canlanış

1848 Devrimleri'nin yenilgisi, Avrupa kıtasını derin bir siyasi durgunluk ve baskı dönemine sürüklemişti. Ancak bu sessizlik, kapitalist sanayinin 1850’lerdeki hızlı yükselişiyle biriken yeni toplumsal enerjiyi maskeleyen aldatıcı bir sükûnetti. 1857-58 ekonomik bunalımı bu sükûneti paramparça ettiğinde, Avrupa işçi hareketleri yeniden canlandı. Bu canlanış, proleter enternasyonalizmi idealinin, ulusal rekabetlerin, ideolojik dogmatizmin ve devlet baskısının sert gerçekliğiyle ilk kez sınanacağı bir potanın, yani 1. Enternasyonal'in kurulması için tarihsel koşulları olgunlaştırdı.

Sosyalizm tarihinde bir dönüm noktası olan 1. Enternasyonal, kendisinden önceki enternasyonalizm düşüncesini, işçi sınıfının bağımsız bir siyasal hareketi olarak somut bir örgütsel yapıya kavuşturarak niteliksel olarak ileri bir aşamaya taşıdı. Fraternal Democrats ve Komünistler Birliği gibi yapılar uluslararası dayanışma ruhunu yaşatmış olsalar da, bu ruhun teorik bir idealden pratik bir güce dönüşmesi 1. Enternasyonal ile mümkün oldu. Bu örgüt, farklı ulusal geleneklerden ve ideolojik akımlardan gelen işçi önderlerini bir araya getirerek, sınıf mücadelesinin uluslar arası doğasını ilk kez pratik bir gerçekliğe dönüştürme iddiasını taşıdı.

Bu analizin ilerleyen bölümlerinde, Enternasyonal'in kuruluşuna zemin hazırlayan İngiliz, Fransız ve Alman işçi hareketlerinin özgül dinamikleri mercek altına alınacaktır.

1. Enternasyonal'in Doğuşunu Hazırlayan Ulusal Hareketler

1. Enternasyonal, tek bir merkezden planlanarak kurulmuş soyut bir proje değildi. Aksine, Avrupa'nın sanayileşmiş merkezlerindeki işçi hareketlerinin kendi tarihsel birikimleri, ideolojik farklılıkları ve örgütsel deneyimleriyle bir araya geldiği somut bir birleşimin ürünüydü. Bu nedenle, Enternasyonal'in yapısını, programatik gelişimini ve nihayetinde dağılmasına yol açan iç çelişkileri anlayabilmek için, onu oluşturan kurucu ulusal hareketlerin dinamiklerini kavramak hayati bir öneme sahiptir.

• 1.1. İngiltere: Chartist Hareketin Mirası ve Sendikal Uyanış

• 1848 yenilgisi sonrası dağılma sürecine giren Chartist hareket, 1850'lerde Ernest Jones'un liderliğinde yeniden canlandı. Jones, Marx ile kurduğu yakın ilişki sayesinde, harekete yeni bir vizyon kazandırmaya çalıştı. Savunduğu sınıf mücadelesi, sendikal örgütlenme, bağımsız bir işçi partisi ve enternasyonal dayanışma gibi fikirler, Chartist programı radikalleştirdi. Ancak bu çabalar geniş bir yandaş kitlesi bulamadı ve hareket 1858'de fiilen dağıldı. Buna rağmen, Fraternal Democrats ve 1856-1859 arasında varlığını sürdüren Uluslararası Dernek (International Association) gibi yapılar, enternasyonalizm fikrini canlı tuttu. 1860'lı yıllara gelindiğinde ise, sendikaların (trade-union) öncülüğünde başlatılan parlamento reformu mücadelesi ve yaygınlaşan grevler, işçi sınıfı içinde yeni bir örgütlülük ve politikleşme dalgası yarattı. Bu dinamizm, İngiliz sendikacılarını uluslararası meselelere daha duyarlı hale getirerek Enternasyonal'in kuruluşunda kilit bir rol oynamalarına zemin hazırladı.

• 1.2. Fransa: Proudhonculuğun Hegemonyası ve Pratiğin Gücü

• 1848 sonrası Fransa'da sosyalist hareket ağır bir darbe almıştı. Ancak 1864'ten Paris Komünü'ne uzanan dönemde sosyalizm yeniden canlanırken önemli bir dönüşüm geçirdi: Hareket giderek "işçileşen" bir nitelik kazandı. Bu sürecin merkezinde, Proudhon'un düşüncelerinin derin izler bıraktığı zanaatkârlar ve işçiler yer alıyordu. Enternasyonal'in Fransız şubesinin kurulması, yeni sendikaların oluşumu ve özellikle 1867-1868 yıllarında yoğunlaşan grev dalgası, bu teorik çerçeveyi pratikte dönüştürdü. Proudhon'un grevlere karşı olan teorik duruşu, bizzat Proudhoncu işçilerin grevlere kitlesel katılımıyla aşıldı. Bu, Marx'ın da belirttiği gibi, Proudhoncu yiğitlerin pratikte kendi öğretilerinin en ateşli karşıtları haline gelmesiyle sonuçlanan "büyük bir ilerleme"ydi. Bu dönüşümün en önemli temsilcilerinden biri, ciltçi işçisi Eugène Varlin'di. Proudhoncu gelenekten gelse de, Marksist ve Bakuninci fikirlerle etkileşim içinde yeni bir sentez arayışındaydı. Devlet otoritesini reddetmekle birlikte, siyasal mücadeleyi toplumsal mücadeleden ayıran dar Proudhonculuğu eleştiriyor ve ikisi arasındaki kopmaz bağı vurguluyordu: "Siyasal devrimle toplumsal devrim birbirine bağlıdır ve biri olmadan öbürü olamaz."

• 1.3. Almanya: Lassallecılık ve Marksizm Arasındaki Ayrım

• 1860'ların başında Almanya'daki işçi hareketi, büyük ölçüde liberallerin denetimindeki Arbeiterbildungsverein (İşçi Eğitim Dernekleri) çerçevesinde şekilleniyordu. Bu yapıdan ilk kopuş, Ferdinand Lassalle'ın 1863'te Allgemeiner Deutscher Arbeiterverein - ADAV (Genel Alman İşçi Derneği)'ni kurmasıyla gerçekleşti. ADAV, işçilerin liberal burjuvaziden bağımsız ilk siyasi örgütü olması bakımından tarihsel bir adımdı. Ancak Lassalle'ın programı, Prusya devletinden destek alarak kooperatifler kurma ve Bismarck gibi figürlerle ittifak arayışları gibi devletçi ve uzlaşmacı unsurlar barındırıyordu. Buna karşılık, Wilhelm Liebknecht ve August Bebel gibi isimler, Marksist düşüncenin Almanya'da kök salması için mücadele ettiler. Onlar, Lassalle'ın Prusya odaklı ve devletle uzlaşmacı yaklaşımının aksine, uluslararası işçi sınıfı dayanışmasını ve devrimci bir programı savundular. Faaliyetlerini liberal etkideki İşçi Dernekleri Kongresi içinde yürüten Liebknecht ve Bebel, 1868'de bu örgütün 1. Enternasyonal programını benimsemesini sağlayarak Lassallecılıktan kesin bir ideolojik kopuşu temsil ettiler ve Almanya'da bağımsız, Marksist bir işçi partisinin doğuşuna giden yolu açtılar.

Bu üç farklı ulusal mirasın birleşimi, Enternasyonal'in hem gücünü hem de içsel gerilimlerini belirleyecekti. İngilizlerin pragmatik sendikalizmi örgütsel bir zemin sunarken, reformist eğilimleri devrimci siyaseti frenliyordu. Fransızların devrimci pratiği teorik Proudhonculukla çatışırken, harekete dinamizm katıyor ama programatik tutarlılığı zayıflatıyordu. Alman hareketinin merkezindeki Marksizm ile Lassallecılık arasındaki ideolojik mücadele ise, Enternasyonal'i gelecekteki teorik savaşların ana sahnesi haline getirecekti. Bu uçucu ancak dinamik karışım, uluslararası işçi sınıfı siyasetinin temellerini atmıştır.

2. Kuruluş: St. Martin's Hall ve Marksist Programın Zaferi

Enternasyonal'in kuruluşuna giden yolu açan somut kıvılcım, 1863'teki Polonya Ayaklanması'na gösterilen uluslararası destek oldu. Ayaklanmanın Çarlık Rusyası tarafından kanlı bir şekilde bastırılması, Avrupa'nın dört bir yanındaki işçi ve demokrat çevrelerde büyük bir tepki ve dayanışma ruhu yarattı. Özellikle Fransız ve İngiliz işçilerinin Polonya halkının bağımsızlık mücadelesine verdikleri ortak destek, uluslararası bir örgütlenme fikrini somut bir eyleme dönüştürmek için gerekli siyasi atmosferi oluşturdu.

Bu çabaların doruk noktası, 28 Eylül 1864 tarihinde Londra'daki St. Martin's Hall'da gerçekleşen tarihsel toplantıydı. O salonun atmosferi, daha önce eşi benzeri görülmemiş bir koalisyonun hem vaadini hem de barındırdığı gerilimi yansıtıyordu. Bir yanda, pratik kazanımlara odaklanmış, pragmatik İngiliz sendika liderleri; diğer yanda, teorik tartışmalara yatkın, zanaatkâr kökenli Fransız Proudhoncular; bir köşede, işçi sınıfının bağımsız mücadelesinden çok ulusal birliğe odaklanmış Mazzinici İtalyan milliyetçileri ve nihayet, bilimsel sosyalizm temelinde örgütlenmiş, sürgündeki Alman komünistleri. Bu heterojen grupların aynı çatı altında toplanması, başlı başına bir devrimci adımdı.

Toplantıda kurulan geçici komite, örgütün programatik metinlerini hazırlamakla görevlendirildi. Bu noktada Marx, belirleyici bir rol oynayarak hareketin ideolojik rotasını çizdi. Mazzinici ve Proudhoncu grupların hazırladığı, milliyetçi ve ütopik sosyalist unsurlar taşıyan taslakları diplomatik bir ustalıkla bertaraf eden Marx, kendi kaleme aldığı "Kuruluş Hitabı" (Inaugural Address) ve "Geçici Tüzük" metinlerini komiteye kabul ettirdi. Bu metinler, Enternasyonal'in temel ilkesini net ve tavizsiz bir biçimde ortaya koyuyordu:

"İşçi sınıfının kurtuluşu, işçi sınıfının kendisi tarafından gerçekleştirilmelidir."

Bu ilke, işçi hareketini burjuva radikallerinin ve milliyetçi akımların vesayetinden kurtararak, onu bağımsız bir siyasal güç olarak tanımlıyordu. Örgütün merkezinin, dönemin kapitalist dünyasının kalbi olan Londra'da kurulması ve Genel Konsey adıyla bir yürütme organının oluşturulması, Enternasyonal'e stratejik bir merkez ve sürekli bir faaliyet olanağı sağladı. St. Martin's Hall'daki kuruluş, bu ilkelerin benimsenmesiyle birlikte, uluslararası işçi sınıfı siyasetinde geri dönülmez yeni bir dönemin başlangıcını simgeledi.

3. Kongreler ve Programatik Gelişim: Proudhonculuktan Kolektivizme

1. Enternasyonal'in kongreleri, yalnızca örgütsel kararların alındığı rutin toplantılar olmanın çok ötesinde, örgütün ideolojik kimliğinin dövüldüğü siyasi savaş alanlarıydı. Bu kongreler, Proudhon'un küçük-burjuva sosyalizminin sistematik olarak tasfiye edildiği ve yerini Marksist kolektivist programın aldığı bir ideolojik oluşum anlatısı olarak okunmalıdır. Her kongre, toprak mülkiyeti, grev hakkı ve devletin rolü gibi konuların muharebe alanı olduğu, büyük bir fikri savaşın farklı birer cephesiydi.

İlk büyük çarpışma Cenevre Kongresi'nde (1866) yaşandı. Burada 8 saatlik işgünü talebinin kabul edilmesi ve Polonya'nın bağımsızlığının desteklenmesi gibi kararlar, örgütün pratik hedeflerini belirledi. Proudhoncuların etkisinin henüz hissedildiği Lozan Kongresi (1867) bir geçiş evresi olurken, kolektivist fikirler yavaş yavaş zemin kazandı.

Asıl ve kesin zafer, Brüksel Kongresi'nde (1868) kazanıldı. Burada Marx'ın müttefikleri olan kolektivistler, Proudhonculuğun azalan güçleri üzerinde ezici bir üstünlük sağladılar. Fransız delegelerin şiddetli muhalefetine rağmen, kongre toprak mülkiyeti de dahil olmak üzere üretim araçlarının kolektifleştirilmesi yönünde tarihsel bir karar aldı. Dahası, grevlerin işçi sınıfı için meşru ve gerekli bir mücadele aracı olduğu kabul edildi. Bu karar, Proudhon'un grev karşıtı öğretisinden kesin bir kopuşu temsil ediyordu.

Basel Kongresi (1869), kolektivist zaferi perçinledi. Toprak mülkiyetinin kolektifleştirilmesi kararı yeniden teyit edilirken, miras hakkının kaldırılması da hararetli bir şekilde tartışıldı. Ancak bu kongre, aynı zamanda Mihail Bakunin ve destekçilerinin Enternasyonal içindeki artan etkisine de sahne oldu. Bu, örgüt içindeki mücadelenin Proudhonculuk-Marksizm ekseninden, anarşizm-Marksizm eksenine kayacağının habercisiydi. Bu kongreler dizisi, 1. Enternasyonal'i küçük-burjuva sosyalizminden arındırarak, onu bilimsel sosyalizmin temel ilkelerini benimseyen modern işçi hareketinin ilk büyük uluslararası programatik merkezi haline getirdi.

4. Zirve ve Parçalanma: Savaş, Komün ve İç Çatışmalar

1860'lı yılların sonuna gelindiğinde 1. Enternasyonal, gücünün zirvesine ulaşmıştı. Avrupa'nın dört bir yanındaki grevlere verdiği destek, onu Avrupa burjuvazisi ve hükümetleri nezdinde ciddi bir "tehdit" haline getirmişti. Bu zirve dönemi, aynı zamanda örgütün sonunu hazırlayacak olan büyük krizleri de içinde barındırıyordu. Enternasyonal, yalnızca iç çatışmalarının kurbanı olmadı; aynı zamanda, konsolide olan Avrupa ulus-devlet sisteminin ve onun şiddetli burjuva tepkisinin de hedefindeydi.

• 4.1. Prusya-Fransa Savaşı ve Enternasyonalist Duruş

• 1870'te Prusya ile Fransa arasında savaş patlak verdiğinde, Enternasyonal proleter enternasyonalizmi ilkesinin ilk büyük sınavını verdi. Şovenist dalganın her iki ülkeyi de sardığı bir ortamda, Enternasyonal'in hem Fransız hem de Alman şubeleri cesur bir tavır sergiledi. Fransız enternasyonalciler, bu savaşın bir "kardeş kavgası" olacağını ilan ederken, Genel Konsey de savaşın "iktidarlar arası bir savaş" olduğu tespitini yaptı. Bu duruş, milliyetçiliğin en güçlü olduğu bir anda sınıf dayanışmasını ulusal sınırların üzerine koyarak, Enternasyonal'in temel ilkelerine olan bağlılığını pratikte kanıtladı.

• 4.2. Paris Komünü'nün Etkisi ve Burjuva Tepkisi

• Paris Komünü, Enternasyonal'in doğrudan bir eseri olmamasına rağmen, Avrupa'daki gerici güçler tarafından tamamen onunla özdeşleştirildi. Komün'ün yenilgisinin ardından yaşanan kanlı katliamlar, tüm Avrupa'da Enternasyonal'e yönelik bir cadı avının başlamasına neden oldu. Marx'ın Fransa'da İç Savaş adlı eserinde bu tarihsel deneyimi sahiplenmesi, örgütü kıta çapında bir numaralı düşman haline getirdi. Bu yoğun baskı ortamı, Enternasyonal şubelerinin faaliyetlerini neredeyse imkânsız kıldı ve örgüt içinde var olan ayrılıkları geri dönülmez biçimde derinleştirdi.

• 4.3. İç Bölünmeler ve Sonun Başlangıcı

• Paris Komünü sonrası artan bu dış baskı, örgütün iç zayıflıkları üzerinde güçlü bir katalizör etkisi yarattı ve ideolojik fay hatlarını tamamen kırdı. Komün'ün devrimci radikalizmi ve ardından gelen devlet terörü, pragmatik İngiliz sendika liderlerini ürküttü. Parlamenter ittifaklarla ilerlemeye odaklanan bu liderler, Enternasyonal'in devrimci çizgisinden uzaklaşarak liberal burjuvaziyle iş birliği yolunu seçtiler. Onların geri çekilmesi, Marx'ın Enternasyonal içindeki pragmatik güç tabanını zayıflattı ve bu durum, örgütün sonunu getiren Marx-Bakunin çatışmasını daha da şiddetlendirdi.

• Bu çatışma, basit bir örgütsel rekabetin ötesinde, iki temel dünya görüşünün çarpışmasıydı. Marx'ın tarihsel materyalizmi, işçi sınıfının mevcut devlet aygıtını ele geçirip bu devlet aygıtını kendi amaçları doğrultusunda dönüştürmesini öngörürken; Bakunin'in romantik ve voluntarist anarşizmi, her türlü devlet ve otoritenin derhal ve tamamen imha edilmesi gerektiğini savunuyordu. Bu temel ayrım; siyasal mücadelenin gerekliliği, seçimlere katılım ve örgüt yapısı gibi konularda somutlaşıyordu. Bakunin'in kendi kurduğu "Uluslararası Sosyalist Demokrasi Birliği" ile Enternasyonal içinde "örgüt içinde örgüt" kurma çabası, krizi doruk noktasına taşıdı. Bakunin'in anti-otoriter ve federalist modeli, özellikle İtalya ve İspanya gibi zayıf merkezi devletlere ve güçlü bölgesel kimliklere sahip ülkelerde yankı bulurken, Marx'ın fikirleri Almanya'nın merkeziyetçi devlet geleneği içinde daha fazla taraftar topluyordu. 1872'deki Rimini Konferansı'nda İtalyan şubelerinin Enternasyonal'den ayrılma kararı, parçalanmayı geri dönülmez kıldı.

Paris Komünü'nün ezilmesinin yarattığı dış baskı ile anarşist-Marksist bölünmesinin yarattığı iç parçalanma bir araya gelerek, işçi sınıfının bu ilk büyük uluslararası örgütünün fiilen dağılmasına yol açtı.

5. Sonuç: 1. Enternasyonal'in Tarihsel Mirası

1. Enternasyonal, örgütsel olarak dağılmış olsa da, sosyalist hareket üzerinde kalıcı ve derin bir miras bırakmıştır. O, sosyalist siyasetin soyut ilkelerden somut eyleme geçtiği, farklı işçi geleneklerinin ilk kez ortak bir program etrafında birleşmeye çalıştığı ve Marksizmin diğer sosyalist akımlar karşısında teorik ve pratik üstünlüğünü kanıtladığı tarihsel bir laboratuvar işlevi görmüştür. Enternasyonal'in temel mirası, "İşçi sınıfının kurtuluşunun kendi eseri olması gerektiği" ilkesini uluslararası işçi hareketinin temel taşı yapmasıdır. Bu ilke, işçi sınıfını burjuva ve küçük-burjuva akımlarının siyasi vesayetinden kurtararak onu tarihin bağımsız bir öznesi olarak konumlandırmıştır. Kongrelerinde yürüttüğü çetin tartışmalarla kolektivizm ve bağımsız siyasal eylem gibi hedefleri belirleyerek, gelecekteki sosyalist ve sosyal demokrat partilerin programatik temelini atmıştır. Farklı ülkelerdeki grevlere sağladığı destekle uluslararası dayanışmayı somut bir eyleme dönüştürmüş, sınıf mücadelesinin ulusal sınırları aşan bir gerçeklik olduğunu göstermiştir. Zaferleri, yenilgileri, hataları ve doğrularıyla 1. Enternasyonal'in deneyimleri, sonraki enternasyonaller ve ulusal işçi partileri için paha biçilmez bir ders ve birikim kaynağı olmuştur; modern sosyalist siyaset, onun attığı temeller üzerinde yükselmiştir.

28 Eylül 2025 Pazar

1917 Rus Devrimleri: Şubat'tan Ekim'e

MAR

Giriş

1917 yılına gelindiğinde Rus İmparatorluğu, Birinci Dünya Savaşı'nın yarattığı derin bir girdabın içindeydi. Savaşın getirdiği topyekûn kriz, cephedeki yenilgiler, ekonomik çöküş ve toplumsal sefalet, Çarlık rejimini yönetim meşruiyetini ve kapasitesini yitirdiği bir çöküşün eşiğine getirmişti. Bu koşullar, Rusya'yı geri döndürülemez bir devrimci patlamaya hazırladı. Bu analizin amacı, Şubat ve Ekim Devrimleri arasındaki dinamik süreci, siyasi güç dengelerini değiştiren kilit dönüm noktalarını ve bu süreçte yaşanan ideolojik kaymaları kapsamlı bir şekilde ortaya koymaktır.

1. Devrimin Eşiğindeki Rusya: Savaş ve Toplumsal Bunalım (1914-1917)

1.1. Stolipin Gericiliği ve Devrimci Hareketin Durumu

Birinci Dünya Savaşı'nın devrimci bir patlamaya yol açan koşulları, savaş öncesi dönemin siyasi atmosferinden bağımsız anlaşılamaz. Özellikle 1907-1910 yılları arasındaki Stolipin diktatörlüğü, 1905 Devrimi'nin ardından yükselen devrimci dalgayı bastırmak için uyguladığı yoğun baskılarla Rusya'daki siyasi iklimi derinden şekillendirmiştir. Bu "Gericilik Dönemi", devrimci örgütleri zayıflatmış, ancak savaşın getirdiği yıkım ile birlikte yeniden alevlenecek olan toplumsal hoşnutsuzluğun birikmesine de zemin hazırlamıştır.

• Devrimci Faaliyetlerdeki Düşüş: Stolipin döneminin en somut etkisi, devrimci kitle hareketlerindeki dramatik düşüş olmuştur. Veriler bu gerilemeyi net bir şekilde ortaya koymaktadır: 1905'te 2 milyon 863 bin olan grevci işçi sayısı, 1909'da yalnızca 64 bine inmişti. Bu baskı ortamı, Bolşevik örgütlerini de derinden etkilemişti. Örneğin, partinin en güçlü olduğu merkezlerden Moskova'daki Bolşevik üye sayısı, Mayıs 1905'te 5320 iken, 1908 ortalarında 250'ye, 1910'da ise pratikte yok olma noktasına gelerek bir polis ajanı olan Kukuşkin'in yönettiği bir avuç insana düşmüştü.

• Savaşın Başlaması ve Bolşeviklerin Tutumu: Birinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde, Bolşevikler emperyalist bir paylaşım savaşı olarak gördükleri bu çatışmaya net bir şekilde karşı çıktılar. Bu tutumları, Duma'daki milletvekillerinin tutuklanması gibi ağır bedelleri beraberinde getirdi. Parti, Şurkanov, Ignatev ve Levtskiy gibi polis ajanlarının Petersburg komitesine kadar sızdığı bir ortamda faaliyet göstermesine rağmen, yıkılan örgütlerini her seferinde yeniden inşa etme direncini ve kapasitesini korudu.

• Savaşın Toplumsal Etkileri: Savaş uzadıkça, yarattığı ekonomik sıkıntılar, kıtlık ve toplumsal hoşnutsuzluk devrimci bir durumu olgunlaştırdı. Siyasi istikrarsızlık o denli derinleşmişti ki, yalnızca halk arasında değil, yönetici elitler ve yabancı diplomatlar arasında bile bir saray darbesi ihtimali açıkça tartışılıyordu. Nitekim Fransız elçisi günlüğüne, "Devrim havaya sinmişti. Tek bilinmeyen nokta bunun yukarıdan mı aşağıdan mı geleceğiydi" diye not düşüyordu. Bu bunalım, Prens Feliks Yusupov gibi aristokratların 17 Aralık 1916'da Rasputin'i öldürmesiyle daha da derinleşti. Bu olay, Grandüklerin bile Çar'a karşı ayaklandığını göstererek rejimin otoritesini temelden sarstı.

1.2. Sonuç ve Geçiş

Savaşın yarattığı yıkım ve iç siyasi istikrarsızlık, Çarlık rejimini geri dönülmez bir çöküş yoluna sokmuş ve Şubat 1917'deki devrimci patlamayı kaçınılmaz hale getirmişti.

2. Şubat Devrimi: Çarlığın Yıkılışı ve İkili İktidarın Doğuşu

2.1. Spontane Ayaklanmadan Rejimin Çöküşüne

Şubat Devrimi, önceden planlanmış, merkezi bir siyasi eylemin sonucu değildi. Aksine, savaşın ve Çarlık rejiminin yarattığı dayanılmaz koşullar altında ezilen halk kitlelerinin biriken öfkesinin kendiliğinden bir patlamasıydı. Başkent Petrograd'da ekmek ve kömür kıtlığının had safhaya ulaşması ve savaş zenginlerinin sefahat alemi içindeki gösterişli yaşamları, toplumsal bunalımı patlama noktasına getirdi. Bu patlamanın Çarlık rejimini birkaç gün içinde nasıl yıktığını anlamak, devrimin tabanını ve sonraki ayların siyasi seyrini belirleyen ikili iktidar yapısının doğuşunu kavramak açısından kritik öneme sahiptir.

• Devrimin Tetikleyicileri: Devrimi başlatan olaylar zinciri, Petrograd'daki temel yaşam sorunlarından kaynaklandı. Kış aylarının sertliğiyle birleşen yoksulluk, halkın sabrını taşıran son damla oldu. Ocak 1917'de merkezi işçi grubunun üyelerinin tutuklanması gibi baskılar, gerilimi daha da artırdı ve biriken öfke, kısa süre içinde rejimin sonunu getiren kitlesel bir ayaklanmaya dönüştü. Ordunun isyancıların safına geçmesiyle Çarlık, elindeki son baskı aracını da yitirerek çöktü.

• İkili İktidarın Oluşumu: Çarlığın hızla çökmesiyle birlikte Rusya'da özgün bir iktidar yapısı ortaya çıktı. Bir yanda Duma üyeleri tarafından kurulan ve burjuvazinin çıkarlarını temsil eden Geçici Hükümet, diğer yanda devrim sırasında işçi ve asker temsilcilerinden oluşan ve kitlelerin gerçek gücünü temsil eden Petrograd Sovyeti ve ülke geneline yayılan diğer Sovyetler iktidar odağı haline geldi. Bir yanda savaşı sürdürmek isteyen burjuva hükümeti, diğer yanda barış, ekmek ve toprak isteyen kitlelerin temsilcisi Sovyetler vardı.

2.2. Sonuç ve Geçiş

Çarlığın yıkılmasıyla Rusya derin bir iktidar boşluğuna düşerken, Geçici Hükümet ile Sovyetler arasındaki mücadele, ülkenin geleceğini belirleyecek olan ana çatışma eksenini oluşturdu.

3. İktidar Mücadelesi: Nisan'dan Eylül'e Kritik Dönüm Noktaları

3.1. Siyasi Dengeyi Değiştiren Olaylar

Şubat ve Ekim Devrimleri arasındaki sekiz aylık dönem, Rusya'nın siyasi tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir istikrarsızlık ve güç kayması sürecidir. Bu dönem, kitlelerin Geçici Hükümet'e olan güvenini sarsarken, Bolşeviklerin halkın temel taleplerini sahiplenerek nasıl adım adım öne çıktığını ve kitlesel bir güç haline geldiğini göstermiştir.

• Lenin'in Dönüşü ve Nisan Tezleri'nin Etkisi: Lenin'in Nisan ayında sürgünden Petrograd'a dönüşü, Bolşevik Parti'nin stratejisinde köktü bir kırılma yarattı. Partinin bazı önderleri başlangıçta Geçici Hükümet'e koşullu destek verilmesi yönünde bir politika izlerken, Lenin'in yayımladığı Nisan Tezleri bu tutumu reddediyordu. Lenin, partiyi iktidarı Geçici Hükümet'ten Sovyetlere devredecek ikinci bir devrim için birleştirmeyi hedefliyordu. Tezler, partiye net hedefler sunuyordu:

    ◦ Geçici Hükümet'e hiçbir destek verilmemesi.

    ◦ Emperyalist savaşın derhal sona erdirilmesi.

    ◦ Tüm iktidarın Sovyetlere devredilmesi. Lenin, başlangıçtaki dirence rağmen, tezlerini devrimin dinamizmini hisseden parti kadrolarına ve yeni üyelere kabul ettirerek partiyi iktidar mücadelesine hazırladı. Bu süreçte Lenin'in tezleri, kitlelerdeki devrimci potansiyelin teorik bir ifadesi haline geldi.

• Bolşeviklerin Kitleselleşmesi: Geçici Hükümet'in savaşı sürdürme politikası ve toplumsal sorunları çözmedeki başarısızlığı, Bolşeviklerin halk nezdindeki desteğini hızla artırdı. Partinin üye sayısı bu dönemi yansıtan rakamlarla patlama yaptı: Nisan'da 80 bin olan üye sayısı, Ağustos'ta 240 bine ulaştı.

Bu kitleselleşme, partinin en önemli iki merkezi olan Petrograd ve Moskova Sovyetlerinde çoğunluğu ele geçirmesiyle sonuçlandı. Bu dönemde parti örgütlerinin sayısı 78'den 162'ye çıkarken, yalnızca Petersburg örgütü 41 bin, Moskova örgütü ise yaklaşık 50 bin üyeye ulaştı.

3.2. Sonuç ve Geçiş

Geçici Hükümet'in otoritesini ve halk desteğini yitirmesiyle oluşan iktidar boşluğunu, programatik netliği ve artan kitlesel gücüyle doldurmaya hazır tek örgütlü ve kararlı güç olarak Bolşevikler kalmıştı.

4. Ekim Devrimi: İktidarın El Değiştirmesi

4.1. Ayaklanmanın Stratejisi ve Uygulanması

Ekim ayına gelindiğinde, Bolşeviklerin iktidarı alması, maceracı bir girişimden ziyade, ülke çapındaki devrimci krizin derinleşmesine ve partinin kilit Sovyetlerde çoğunluğu sağlamasına dayanan stratejik bir hesaplamanın sonucuydu. Ayaklanmanın Petrograd'da görece kansız ve hızlı bir şekilde başarıya ulaşmasının nedeni, Geçici Hükümet'in artık halk desteğinden ve askeri güçten tamamen yoksun kalmasıydı. Ayaklanmanın askeri detaylarından çok, Lenin'in bu süreçteki merkezi rolü önemlidir. Ayaklanma arifesinde "kanun kaçağı" olarak aranan Lenin, kılık değiştirerek devrimin karargâhı Smolniy'e ulaşmış, ancak kapıdaki nöbetçiler tarafından tanınmadığı için içeri alınmakta zorlanmıştır. Bu anekdot, devrimin liderinin bile olayların merkezine ne denli zor koşullarda ulaştığını göstermektedir. Bir gün sonra Lenin, aynı binadan "Halk Komiserleri Konseyi" başkanı olarak çıkacaktı.

4.2. Sonuç ve Geçiş

Ekim Devrimi, Rusya'da iktidarı burjuvaziden alıp proletaryanın temsilcisi olarak görülen Sovyetlere devretmişti ve yeni yönetim, ilk iş olarak halkın en acil taleplerine yanıt verecek kararnameleri yayımlamaya yöneldi.

5. Yeni Rejimin İnşası ve İlk Meydan Okumalar

5.1. Devrimin İlk Kararları ve Sonuçları

Bolşevikler, iktidara geldikten hemen sonra attıkları adımlarla yeni rejimin karakterini şekillendirmeye ve devrimin temel vaatlerini yerine getirmeye çalıştılar. Bu ilk kararlar, halk kitlelerinin acil taleplerine yanıt vererek rejimin meşruiyetini güçlendirirken, aynı zamanda hem içerideki muhalif güçleri hem de dış dünyayı karşılarına alarak ülkeyi yeni ve daha büyük meydan okumalara sürükledi.

• Barış Kararnamesi: Yeni hükümetin ilk adımlarından biri, savaşan tüm ülkelere ilhaksız ve tazminatsız bir barış çağrısı yapan bir genelge yayımlamak oldu. Bu, milyonlarca askerin ve halkın en temel talebi olan savaşa son verme arzusuna doğrudan bir yanıttı. Bu politika, cephedeki askerler arasında kendiliğinden gelişen "kardeşleşme" hareketine dayanıyordu ve yeni rejime meşru bir kitlesel dayanak sağladı.

• Kurucu Meclis'in Dağıtılması: Kasım ayında yapılan Kurucu Meclis seçimlerinde Bolşevikler çoğunluğu kazanamadı. Ocak 1918'de toplanan Meclis, Sovyet iktidarını tanımayı reddedince, Bolşevikler Meclis'i dağıttı. Lenin'in bu eylemi meşrulaştıran tezleri, Paris Komünü deneyimine dayanıyordu. Marx'ın Komün'ü "parlamenter bir örgüt değil, aynı zamanda hem yürütme ve hem de yasama gücüne sahip, etkin bir örgüt" olarak tanımlamasından esinlenen Bolşevikler, Sovyet iktidarının burjuva parlamentarizminden daha üstün ve daha ileri bir demokrasi biçimi olduğunu savundular.

• Brest-Litovsk Barışı ve Parti İçi Kriz: Savaşan diğer ülkelerin barış çağrısına yanıt vermemesi üzerine Sovyet hükümeti, Almanya ile ayrı bir barış antlaşması imzalamak zorunda kaldı. Mart 1918'de imzalanan Brest-Litovsk Antlaşması'nın koşulları son derece ağırdı. Bu antlaşma, parti içinde "Sol Komünistler" grubunun şiddetli muhalefetine yol açtı. Ancak Lenin, bu adımı devrimin hayatta kalması için zorunlu görerek parti çoğunluğunu ikna etti. Almanların ilerleyişi o kadar dirençsizdi ki, Alman General Hoffmann durumu "O güne kadar böyle komik bir savaş görmemiştim" sözleriyle tasvir etmiştir. Bu durum, Bolşeviklerin barış imzalama konusundaki aciliyetini ve eski ordunun tamamen dağılmış olduğunu göstermektedir.

5.2. Sonuç

Bolşevikler ilk kararnamelerle, Kurucu Meclis'in dağıtılması ve Brest-Litovsk Antlaşması gibi adımlarla işçi-köylü iktidarını sağlamlaştırmaya çalıştılar.

Genel Sonuç

1917 yılı, Rusya'nın ve dünyanın kaderini değiştiren iki temel devrimci momentle şekillendi. Şubat Devrimi, savaşın ve Çarlığın çökerttiği bir toplumda, geniş tabanlı ve kendiliğinden bir halk isyanıydı. Bu isyan, Çarlığı devirmiş ancak yerine istikrarlı bir iktidar koyamamıştı. Ekim Devrimi ise, Şubat'ın yarattığı “ikili iktidar” koşullarını değerlendiren, disiplinli, merkezi ve net bir programa sahip olan Bolşevik Partisi'nin bilinçli bir iktidar hamlesiydi. "Eşitsiz ve bileşik gelişim", geri bir tarım ülkesi olan Rusya'da devrimi somut bir olanak olarak öne çıkarmış; proletarya, tarihsel olarak devrimci sınıf olma rolünü yerine getirmiştir. Büyük Ekim Sosyalist Devrimi, yalnızca Rusya için değil, tüm dünya için yeni bir çağın başlangıcı oldu ve uluslararası alanda Komünist Enternasyonal'in (Komintern) kuruluşuna zemin hazırlayarak 20. yüzyılın siyasi haritasını kökten değiştirdi.

Rus Devrimci Hareketi: Ekim Sosyalist Devrimine Giden Yol

MAR

1.0 Devrimin Kökleri: 19. Yüzyıl Rusya'sında Toplumsal ve İdeolojik Zemin

1.1 Stratejik Bağlam

Rus devrimci hareketini ve nihayetinde 1917'de ulaştığı zirveyi anlamak, 19. yüzyıl Çarlık Rusyası'nın benzersiz sosyo-ekonomik ve ideolojik dokusunu derinlemesine analiz etmeyi gerektirir. Avrupa'nın geri kalanından belirgin şekilde ayrışan bu yapı, tarımsal geri kalmışlık, serflik kurumunun katılığı ve bu karşıtlıklar zemininde filizlenen erken dönem entelektüel akımlarla şekillenmiştir. Bu temel unsurlar, Rus toplumunun kalbinde yatan ve devrimci hareketin üzerine inşa edileceği derin karşıtlıkları yaratmış, onu hem kaçınılmaz hem de kendine özgü kılmıştır.

1.2 Rus Toplumunun Yapısal Özellikleri

Çarlık Rusyası'nın toplumsal yapısı, devrimci hareketin doğasını belirleyen temel özelliklere sahipti. Bu yapı, hem ekonomik verimsizlikleri hem de derin sosyal eşitsizlikleri ve adaletsizlikleri barındırıyordu:

• Tarımsal Geri Kalmışlık: Rusya'nın ekonomik temeli olan tarım, kronik bir verimsizlik içindeydi. Avrupa'da bire on oranına varan verimlilik karşısında Rusya'da ekilen tohumdan bire üç oranında ürün alınıyordu. Kısa tarım sezonu, emeğin yoğunlaşmasını ve kolektif bir sosyal organizasyonu zorunlu kılıyor, bu da bireysel girişimden çok komünal yapıları ön plana çıkarıyordu.

• Köylü Komünü (Mir): Tarımsal üretimin temel öznesi, mir veya obşina olarak bilinen köylü komünüydü. Bu yapı, toprağın periyodik olarak yeniden dağıtılmasından ve kolektif emeğin örgütlenmesinden sorumluydu. Komün, köyün tüm yaşamını düzenleyen, hem bir dayanışma hem de bir kontrol mekanizması olarak işlev görüyordu.

• Serflik Kurumu: Rus toplumunun en belirgin ve en acımasız kurumu serflikti. Toprak sahibi soylular (dvoriane), yalnızca toprağın değil, aynı zamanda üzerinde yaşayan serflerin de sahibiydi. Serflerin evlilikleri, işleri ve kişisel yaşamları tamamen efendilerinin kontrolü altındaydı. Bu sistem, kendi içinde paradokslar da barındırıyordu. Örneğin, serf statüsündeki Mozorov veya Shipov gibi girişimciler, ticaret yoluyla büyük servetler biriktirmiş olsalar dahi, hukuken efendilerinin mülkü olmaya devam ediyorlardı. Bu durum, mülkiyet ve özgürlük arasındaki derin karşıtlığı gözler önüne seriyordu.

1.3 Erken Dönem İdeolojik ve Siyasal Hareketler

Çarlık rejiminin mutlakiyetçi yapısı, 19. yüzyıl boyunca çeşitli ideolojik ve siyasal meydan okumalarla karşılaştı. Bu erken dönem hareketler, daha sonraki devrimci dalgaların habercisi niteliğindeydi:

1. Aydınlanma Etkisi ve Sınırları: Fransız Aydınlanması'nın fikirleri, Çariçe Katerina döneminde Rusya'ya ulaşmış ancak filtrelenmiş ve sınırlı bir etki yaratmıştır. Rus düşünürleri, Fransız materyalizminden çok, ahlaki ve akıl dışı temaları ön plana çıkaran Alman felsefesine yönelme eğilimi göstermişlerdir. Yakov Pavloviç Kozelski gibi isimler, aklı ve deneyi vurgularken bile ahlakı duyarlılıkla temellendirmeyi tercih etmişlerdir.

2. Eski Müminlerin Rolü: Rus Ortodoks Kilisesi'ndeki reformlara karşı çıkan "Eski Müminler", popüler radikal ideolojinin en önemli kaynaklarından birini oluşturmuştur. Toplumdaki geleneksel yerlerini yitiren bu gruplar, Avrupa'daki Protestanlığa benzer bir şekilde, erken dönem ticaret ve sanayinin gelişiminde önemli bir rol oynamış ve devlet karşıtı bir damar oluşturmuşlardır.

3. Dekabrist Ayaklanması: Çar I. Aleksandr'ın ölümünün ardından yaşanan siyasi kriz, "Kurtuluş Birliği" gibi gizli örgütlere mensup genç subaylar için bir fırsat penceresi aralamıştır. Bu subayların, yeni Çar Nikola'ya biat etmeyi reddederek başlattıkları Dekabrist Ayaklanması, askeri olarak ezilmiş olsa da Rus devrimci geleneğinin başlangıç noktası olarak tarihe geçmiştir.

4. Büyük Köylü İsyanları: Rusya, uzun bir köylü isyanları tarihine sahipti. Bunların en büyüğü olan Yemelyan Pugaçev isyanı (1773-1774), serfleri, Don Kazaklarını ve Eski Müminleri ortak bir bayrak altında birleştirmişti. Pugaçev'in ordusu tüm güneydoğu Rusya'yı kontrol altına almış olsa da, bu isyan da öncekiler gibi Çarlık ordusu tarafından vahşice bastırılmıştır.

1.4 Bölüm Sonucu ve Geçiş

Bu derin toplumsal karşıtlıklar, bastırılmış isyanlar ve filizlenen radikal fikirler, 19. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkacak olan örgütlü devrimci hareket için verimli bir zemin hazırladı ve Rusya'ya özgü popülist ideolojilerin doğuşuna yol açtı.

2.0 Narodnizm: Rus Popülizminin Yükselişi ve Dönüşümü

2.1 Stratejik Bağlam

Narodnizm (Popülizm), Rusya'daki ilk büyük ölçekli ve örgütlü devrimci akım olarak ortaya çıktı. Bu ideoloji, Rusya'nın kapitalizmi atlayarak doğrudan köylü komünü (mir) temelinde bir sosyalizm inşa edebileceği inancına dayanıyordu. Bu dönem, genç aydınların idealist coşkusu, hareketin stratejisine yönelik hararetli tartışmalar ve nihayetinde Rus köylülüğünün somut gerçekliğiyle trajik bir yüzleşme ile karakterize edilir.

2.2 Narodnik İdeoloji ve "Halka Gitme" Hareketi

Narodnizm, katı bir doktrinden ziyade, merkezinde narod (halk), yani esasen köylülüğün bulunduğu bir "ruh hali" olarak tanımlanabilir. Bu ruh halinin en somut ifadesi, 1870'lerde binlerce genç aydının okullarını ve ailelerini terk ederek köylüleri aydınlatmak ve devrime hazırlamak amacıyla kırsal bölgelere akın ettiği "Halka Gitme" kampanyası oldu.

Ancak bu yarı-dini hareket, büyük bir başarısızlıkla sonuçlandı. Aydınlar ile köylüler arasındaki derin kültürel uçurum, köylülerin genç devrimcilere şüpheyle yaklaşmasına neden oldu. Çoğu durumda, devrim propagandası yapmak için gelen bu gençler, bizzat "kurtarmak" istedikleri köylüler tarafından Çarlık polisine ihbar edildi. 1873-1879 yılları arasında yaklaşık 2.500 genç aktivistin tutuklanması, hareketin ne denli büyük bir hayal kırıklığına uğradığını göstermektedir. Tutuklananların demografik yapısı, hareketin karakterini ortaya koymaktadır: %70'i 25 yaşın altında olup, %31'i toprak soylusu ve %22'si din adamı ailelerinden geliyordu.

2.3 İç Bölünmeler ve Strateji Değişikliği

"Halka Gitme" kampanyasının başarısızlığı, Narodnik hareket içinde stratejik bir yeniden değerlendirme ve bölünme sürecini tetikledi. Bu süreçte ortaya çıkan ana fraksiyonlar ve onların örgütsel sonuçları aşağıdaki tabloda özetlenmiştir:

Fraksiyon / Organizasyon

Temel İdeoloji ve Strateji

Lavrov'un Propagandacıları

Köylülük arasında uzun vadeli, sabırlı bir propaganda ve eğitim çalışmasının gerekliliğini vurguladılar.

Bakunin'in İsyancıları

Köylüler arasında derhal ve kendiliğinden gelişecek isyanların kışkırtılması gerektiğine inandılar.

Tkaçev'in Jakobenleri

İktidarın, merkezi ve komplocu bir devrimci parti tarafından ele geçirilmesini savundular.

Zemlya i Volya (Toprak ve Özgürlük)

Bu tartışmalardan doğan ikinci ve daha disiplinli örgüt. Kitle propagandası ile terörü birleştirmeye çalıştı.

Narodnaya Volya (Halkın İradesi)

Zemlya i Volya'dan ayrılarak siyasi terörü temel strateji olarak benimseyen ve Çar II. Aleksandr'ı suikastla öldüren fraksiyon. Aleksandr Ulyanov (Lenin'in ağabeyi) da bu hareket içinde yer almış ve idam edilmiştir.

Çorniy Peredel (Kara Bölüşüm)

Terörü reddederek kitle propagandasına devam etmeyi savunan ve Georgi Plehanov önderliğindeki diğer fraksiyon. Bu grup daha sonra Marksizme evrilecektir.

2.4 Bölüm Sonucu ve Geçiş

Narodnaya Volya'nın terör stratejisinin Çar'ı öldürmesine rağmen rejimi yıkamaması ve ardından gelen yoğun baskılar, Narodnizmin çöküşünü hızlandırdı. Bu başarısızlık, Georgi Plehanov gibi kilit figürleri yeni bir devrimci teori arayışına iterek Rusya'da Marksizmin ortaya çıkışına zemin hazırladı.

3.0 Marksizmin Doğuşu ve Sosyal Demokrasinin Örgütlenmesi

3.1 Stratejik Bağlam

Rus devrimci hareketindeki en önemli dönüm noktalarından biri, köylü merkezli popülizmden proletarya odaklı Marksizme geçiştir. Bu entelektüel ve siyasal dönüşüm, bir yandan Narodnizmin pratik başarısızlığı, diğer yandan Rusya'da kapitalizmin inkâr edilemez gelişimi tarafından tetiklendi. Sanayileşme, devrimci mücadelenin yeni öznesini, yani fabrika proletaryasını yarattı ve bu yeni gerçeklik, yeni bir devrimci teori gerektiriyordu.

3.2 Marksist Düşüncenin Rusya'ya Girişi

Rus Marksizminin kökenleri, hem teorik bir kopuşa hem de yeni bir örgütsel başlangıca dayanır:

• Marx ve Engels'in Rusya'ya Bakışı: Marx ve Engels'in Rusya'ya dair görüşleri zamanla evrildi. Başlangıçta Rusya'yı "Avrupa gericiliğinin son büyük yedeği" olarak gören düşünürler, devrimci hareketin gelişmesiyle birlikte onu "Avrupa'daki devrimci eylemin öncüsü" olarak görmeye başladılar.

• Plehanov ve "Emeğin Kurtuluşu": Rus Marksizminin kurucusu olarak kabul edilen Georgi Plehanov, popülizmle olan bağlarını kopararak 1883'te Cenevre'de ilk Rus Marksist örgütü olan "Emeğin Kurtuluşu" grubunu kurdu. Bu grup, Marksist klasikleri Rusçaya çevirerek ve Narodnik teorilere karşı polemikler yürüterek yeni bir entelektüel zemin oluşturdu.

• Narodnizmin Marksist Eleştirisi: Marksistler, Narodniklerin Rusya'nın kapitalizmi atlayabileceği tezine karşı çıktılar. Vladimir Lenin, istatistiksel verileri kullanarak kaleme aldığı Rusya'da Kapitalizmin Gelişmesi adlı eserinde, köylülüğün kendi içinde zengin kulaklar ve topraksız kırsal proleterler olarak farklılaştığını gösterdi. Bu analiz, kapitalizmin dışarıdan bir dayatma değil, Rus toplumunun içsel bir gelişmesi olduğunu kanıtladı.

• İlk İdeolojik Sapmalar: Rus Marksizmi, daha en başından "Legal Marksizm" ve "Ekonomizm" gibi ideolojik akımlarla mücadele etmek zorunda kaldı. Pyotr Struve gibi "Legal Marksistler" kapitalizmin ilerici rolünü mutlaklaştırırken, "Ekonomistler" işçi mücadelesini yalnızca ekonomik taleplerle sınırlamak istiyordu. Lenin ve onun öncülük ettiği Iskra (Kıvılcım) gazetesi, bu eğilimlere karşı amansız bir ideolojik mücadele yürüttü.

3.3 RSDİP'nin Kuruluşu ve Bolşevik-Menşevik Ayrılığı

Marksist fikirlerin yayılması, ulusal ölçekte bir işçi partisinin kurulmasını gündeme getirdi. Lenin'in Petersburg'da kurduğu "İşçi Sınıfının Kurtuluşu İçin Mücadele Birliği" gibi yerel işçi çevreleri, bu sürecin öncüleri oldu.

1898'de Minsk'te yapılan Birinci Kongre ile Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi (RSDİP) resmen kurulmuş olsa da, partinin gerçek anlamda şekillenmesi ve aynı zamanda temel bölünmesini yaşaması 1903'te Brüksel ve Londra'da toplanan İkinci Parti Kongresi'nde gerçekleşti. Kongredeki temel ayrışma, parti örgütlenmesinin nasıl olması gerektiği sorusu üzerinde yaşandı. Bu tartışma, partiyi iki ana fraksiyona böldü:

Fraksiyon

Parti Örgütlenmesine Yaklaşım

Bolşevikler (Lenin)

İşçi sınıfına öncülük edecek, profesyonel devrimcilerden oluşan, sıkı disiplinli ve merkezi bir parti modelini savundular.

Menşevikler (Martov)

Parti sempatizanlarını da kapsayan, daha gevşek örgütlenmiş ve geniş tabanlı bir parti yapısını tercih ettiler.

3.4 Bölüm Sonucu ve Geçiş

RSDİP içinde Bolşevik ve Menşevik fraksiyonlarının ortaya çıkmasıyla, Rus devrimci hareketi artık örgütlü bir Marksist güce sahipti. Ancak bu yeni gücün teorileri ve stratejileri, çok geçmeden 20. yüzyılın ilk büyük devrimci ayaklanmasıyla, yani 1905 Devrimi'yle test edilecekti.

4.0 1905 Devrimi: "Büyük Prova"

4.1 Stratejik Bağlam

1905 Devrimi, Lenin'in ifadesiyle 1917'nin "büyük provası" idi. Bu ülke çapındaki ayaklanma, nihai olarak yenilgiye uğramış olsa da, Rusya'nın siyasi manzarasını kökten değiştirdi. Halkın Çar'a olan geleneksel inancını paramparça etti ve on iki yıl sonra zafere ulaşacak olan devrimci mücadele biçimlerini ve örgütlenmelerini ilk kez sahneye çıkardı.

4.2 Devrimin Katalizörleri ve Patlaması

1905'teki devrimci patlama, bir dizi birikmiş gerilimin ve tetikleyici olayın sonucuydu:

1. Rus-Japon Savaşı (1904-1905): Rusya'nın Uzak Doğu'da emperyalist hedeflerle başlattığı savaş, küçük bir Asya ülkesi olan Japonya karşısında aldığı aşağılayıcı bir yenilgiyle sonuçlandı. Bu yenilgi, Çarlık rejimini halkın gözünde tamamen itibarsızlaştırdı, ekonomik zorlukları derinleştirdi ve devrimci bir durum yarattı. Bolşevikler, bu savaşta "devrimci yenilgicilik" tavrını benimseyerek kendi hükümetlerinin yenilgisini savundular.

2. "Zubatov Sosyalizmi": Çarlık polisinin, işçi hareketini kontrol altında tutmak amacıyla kurdurduğu "polis sendikaları" denemesi, kısa sürede kontrolden çıkarak gerçek grevlere ve taleplere sahne oldu. Bu başarısız girişim, devletin işçi sınıfı üzerindeki kontrolünü kaybettiğinin bir göstergesiydi.

3. Kanlı Pazar (Bloody Sunday): 9 Ocak 1905'te, Rahip Gapon önderliğindeki on binlerce silahsız işçi, Çar'a bir dilekçe sunmak üzere Kışlık Saray'a yürüdü. Çar'ın askerlerinin bu barışçıl kalabalığın üzerine ateş açarak binden fazla insanı katletmesi, "Kanlı Pazar" olarak tarihe geçti. Bu katliam, halkın "iyi kalpli Çar Baba" efsanesini paramparça etti ve Çar II. Nikola’ya "Kasap Nikola" lakabını kazandırdı. Bu olay, imparatorluk genelinde kitlesel grevleri, köylü isyanlarını ve askeri ayaklanmaları tetikleyen psikolojik bir kırılma anı oldu.

4.3 Devrimin Zirvesi ve Sonuçları

Kanlı Pazar'ın ardından devrim dalgası tüm ülkeye yayıldı ve yeni mücadele biçimleri ortaya çıkardı:

• Sovyetlerin Doğuşu: Ekim 1905'teki genel grev sırasında, işçiler grevleri koordine etmek ve kendi yönetim organlarını oluşturmak amacıyla kendiliğinden "Sovyetler" (Konseyler) kurdular. Bu işçi temsilcileri meclisleri, kısa sürede grev komitelerinin ötesine geçerek birer iktidar organı haline geldiler.

• Moskova Ayaklanması: Devrimin doruk noktası, Aralık 1905'te Moskova'da gerçekleşen silahlı ayaklanma oldu. Bolşeviklerin öncülük ettiği bu ayaklanma, Çarlık birlikleri tarafından kanlı bir şekilde bastırıldı.

• Çarlık Rejiminin Tavizleri ve Baskısı: Rejim, devrime ikili bir yanıt verdi. Bir yandan, Devlet Duması'nın (bir tür danışma meclisi) kurulması gibi sınırlı siyasi tavizler verdi. Diğer yandan, Başbakan Stolipin önderliğinde "Stolipin Reaksiyonu" olarak bilinen acımasız bir baskı ve terör dönemi başlattı. Binlerce devrimci idam edildi veya sürgüne gönderildi.

• Devrimin Mirası: Yenilgiye rağmen 1905 Devrimi, devrimci hareket için paha biçilmez dersler bıraktı. Bu "prova":

    ◦ Sanayi proletaryasının devrimdeki öncü rolünü kanıtladı.

    ◦ Sovyet'i, kitlelerin yaratıcılığından doğan yeni ve özgün bir devrimci örgütlenme biçimi olarak ortaya çıkardı.

    ◦ Kitle grevleri ve silahlı mücadele konusunda devrimcilere somut bir deneyim kazandırdı.

4.4 Bölüm Sonucu ve Geçiş

1905 Devrimi yenilgiye uğrasa da Çarlık rejimine ölümcül bir darbe vurdu ve devrimci hareketi nihai hesaplaşma için gerekli araçlar ve deneyimlerle donattı. Bunu, yeni bir devrimci yükselişten önce bir gericilik ve yeniden toparlanma dönemi izleyecekti.

5.0 1917: İktidara Giden Yol

5.1 Stratejik Bağlam

1917 yılı, on yıllardır süren devrimci mücadelenin doruk noktası oldu. Birinci Dünya Savaşı, Rus toplumunu kırılma noktasına getiren son katalizör işlevi gördü. Savaşın yarattığı kaos, Çarlığı devirirken, ülkeyi burjuva Geçici Hükümet ile işçi ve asker Sovyetleri arasında bölünmüş bir "ikili iktidar" durumuna soktu. Lenin'in liderliğindeki Bolşevik Partisi, bu tarihsel krizi proletarya lehine çözmek için stratejik olarak en hazırlıklı güçtü.

5.2 Şubat Devrimi ve İkili İktidarın Kuruluşu

Çarlık monarşisi, savaşın yarattığı muazzam basınç altında çöktü ve yerini benzersiz bir siyasi boşluğa bıraktı:

• Birinci Dünya Savaşı'nın Etkisi: Savaş, Rusya'nın tüm toplumsal karşıtlıklarını son haddine kadar keskinleştirdi ve çelişki formuna büründürdü. Milyonlarca can kaybı, ekonomik çöküş, açlık ve Rasputin skandalıyla simgelenen saraydaki yozlaşma, monarşinin meşruiyetini tamamen ortadan kaldırdı.

• Monarşinin Yıkılışı: Şubat 1917'de Petrograd'daki kadın tekstil işçilerinin başlattığı grev ve gösteriler, kısa sürede kentteki asker garnizonunun da isyana katılmasıyla bir devrime dönüştü. Ordu desteğini kaybeden Çar II. Nikola tahttan çekilmek zorunda kaldı ve 300 yıllık Romanov hanedanlığı sona erdi.

• İkili İktidar: Çarın devrilmesinin ardından ortaya son derece istikrarsız bir yapı çıktı. Resmi otorite, liberal ve ılımlı sosyalistlerden oluşan burjuva nitelikli Geçici Hükümet'in elindeydi. Ancak sokaktaki, fabrikadaki ve kışladaki gerçek güç, işçilerin ve askerlerin kendi seçtikleri temsilcilerden oluşan Petrograd Sovyeti'nin elinde toplanıyordu. Bu iki iktidar odağının bir arada varlığı, ülkeyi sürekli bir kriz içinde tutuyordu.

5.3 Bolşevik Stratejisinin Yeniden Şekillenmesi

Sürgünden dönen Lenin'in müdahalesi, Bolşevik Partisi'nin stratejisinde radikal bir değişime yol açtı:

• Lenin'in Nisan Tezleri: Lenin, Rusya'ya döner dönmez yayımladığı ünlü "Nisan Tezleri" ile partisinin yeni yol haritasını çizdi. Bu tezlerin temel noktaları şunlardı: Emperyalist savaşa derhal son verilmesi, Geçici Hükümet'e hiçbir destek verilmemesi ve "Bütün İktidar Sovyetlere!" sloganı altında gücün tamamen işçi ve asker konseylerine devredilmesi. Bu, bazı Bolşevik liderlerin başlangıçtaki daha temkinli "bekle-gör" politikasından keskin bir kopuş anlamına geliyordu.

• Temmuz Günleri ve Baskı: Temmuz ayında Petrograd'da gerçekleşen ve Bolşeviklerin zamansız bulduğu kitlesel gösteriler, Geçici Hükümet tarafından bastırıldı. Bu olayların ardından Bolşeviklere yönelik bir baskı kampanyası başlatıldı, partinin önde gelenleri tutuklandı ve Lenin Finlandiya'da gizlenmek zorunda kaldı.

• Kornilov Darbesi: Ağustos 1917'de Ordu Başkomutanı General Kornilov'un, devrimi ezmek ve askeri bir diktatörlük kurmak amacıyla Petrograd üzerine yürümesi, siyasi dengeleri tamamen değiştirdi. Geçici Hükümet çaresiz kalırken, Petrograd'ın savunmasını örgütlemede başı çeken Bolşevikler oldu. Darbenin başarısızlığa uğratılmasında oynadıkları kilit rol, Bolşeviklerin halk ve özellikle Sovyetler nezdindeki popülaritesini ve etkisini muazzam derecede artırdı.

5.4 Ekim Devrimi ve İktidarın Alınışı

Kornilov darbesinin püskürtülmesinin ardından Bolşevikler, iktidarı almak için hazırlıklara başladılar:

• Sovyetlerde Bolşevik Çoğunluk: Sonbahara gelindiğinde, Bolşevikler Petrograd ve Moskova gibi kilit şehirlerin Sovyetlerinde çoğunluğu kazanmışlardı. Bu, "Bütün İktidar Sovyetlere!" sloganının artık "Bütün İktidar Bolşevik Partisine!" anlamına geldiği bir siyasi zemin yaratıyordu.

• Ayaklanmanın Örgütlenmesi: İktidarın silahlı bir ayaklanmayla alınması kararı, Bolşevik Partisi Merkez Komitesi'nde alındı. Ayaklanmanın askeri-teknik hazırlıkları, Troçki'nin başkanlığındaki Petrograd Sovyeti Askeri Devrimci Komitesi tarafından yürütüldü.

• İktidarın Devri: 24-25 Ekim gecesi, Askeri Devrimci Komite'ye bağlı birlikler, Petrograd'daki postaneler, tren istasyonları, telefon santralleri gibi stratejik noktaları kansız bir şekilde ele geçirdiler. Ertesi gün Geçici Hükümet'in sığındığı Kışlık Saray'ın alınmasıyla devrim tamamlandı. Lenin, o gece bir kanun kaçağı olarak gizlice Smolniy Enstitüsü'ne geldi. Başına bir peruk, yüzüne bir mendil ve üzerine eski bir kasket geçirerek kılık değiştirmişti; nöbetçiler onu tanımayınca içeri girmesine izin vermediler. Ancak Troçki ve Stalin'in araya girmesiyle, bir gün sonra Halk Komiserleri Konseyi'nin başkanı olarak çıkacağı binaya girebildi.

• Sovyetlerin İkinci Kongresi: İktidarın alınması, o sırada toplanmakta olan Tüm Rusya Sovyetleri İkinci Kongresi tarafından meşrulaştırıldı. Kongre, Lenin'in kaleme aldığı tarihi Barış Kararnamesi ve Toprak Kararnamesi'ni kabul etti ve Lenin'in başkanlığında Halk Komiserleri Konseyi'ni (Sovnarkom) yeni hükümet olarak ilan etti.

5.5 Bölüm Sonucu ve Geçiş

Ekim ayında iktidarın başarıyla alınması, Rus devrimci hareketinin zaferini simgeliyordu. Ancak bu zafer, yeni Sovyet hükümetini derhal içeride karşı-devrim, dışarıda ise emperyalist müdahale gibi devasa zorluklarla yüz yüze bıraktı ve ülkeyi kanlı bir iç savaşa sürükledi.

6.0 Sonuç: Rus Devrimci Hareketinin Mirası

6.1 Hareketin Evrimi

Rus devrimci hareketinin tarihi, 19. yüzyılın ortalarından 1917'ye uzanan uzun ve karmaşık bir evrim sürecidir. Bu süreç, köylülere dayanan idealist ama temelsiz Narodnik popülizminden başladı; teorik ve örgütsel savaşların ortasında, Marksist temellere dayanan disiplinli bir proletarya partisinin doğuşuna tanıklık etti. Nihayetinde bu hareket, 1905 Devrimi'nin "büyük provasında" ve 1917'nin nihai zaferinde pratik sınavını vererek, yalnızca Rusya'nın değil, tüm dünya tarihinin akışını değiştiren bir güce dönüştü.

6.2 Temel Çıkarımlar

Bu tarihsel süreçten damıtılabilecek temel dersler ve hareketin tarihsel önemi şu şekilde özetlenebilir:

1. Proletaryanın Öncü Rolü: Hareketin nihai başarısı, popülistlerin köylülüğe olan inancının aksine, Marksist teorinin sanayi proletaryasını öncü devrimci sınıf olarak tanımlayan tezini tarihsel olarak doğruladı.

2. Sovyet İktidar Biçimi: 1905 ve 1917'de kitlelerin doğrudan ve kendiliğinden eylemiyle ortaya çıkan Sovyet (konsey), tarihin sahnesine parlamenter demokrasiden farklı, yeni bir devlet ve iktidar biçimi çıkardı.

3. Devrimci Partinin Gerekliliği: 1917'nin başarısını 1905'in yenilgisinden ve diğer kendiliğinden halk ayaklanmalarından ayıran belirleyici faktör, Bolşevik Partisi'nin varlığıydı. Merkezi, disiplinli ve sağlam bir teorik temele sahip bir siyasi partinin, devrimci bir durumda kitlelerin enerjisini zafere taşıyacak yegâne araç olduğu kanıtlandı.

Avrupa'da Sosyalist Hareketin Evrimi: Paris Komünü'nden II. Enternasyonal'in Çöküşüne

 MAR

1.0 Giriş: Paris Komünü ve Modern İşçi Hareketinin Doğuşu

19. yüzyılın ikinci yarısı, Avrupa sosyalist hareketinin tarihinde bir dönüm noktasıdır. 1871 Paris Komünü, işçi sınıfının kendi iktidarını kurmaya yönelik ilk tarihsel deneyimi olarak, hem takipçileri hem de karşıtları için silinmez bir iz bırakmıştır. Komün'ün yenilgisi, devrimci stratejiler üzerine derin bir muhasebe dönemini başlatırken, aynı zamanda Avrupa genelinde kapitalizmin endüstriyel gelişiminin hızlanması, işçi sınıfının sayısal ve örgütsel olarak güçlenmesine zemin hazırladı. Bu dönem, Komün'ün derslerinden yola çıkarak kitlesel siyasi partilerin ve sendikaların kurulduğu, sosyalist düşüncenin Marksizm'in artan hegemonyası altında yeniden şekillendiği bir evreye işaret eder. Ulusal düzeyde örgütlenen bu partiler, II. Enternasyonal çatısı altında bir araya gelerek uluslararası bir güç haline geldiler.

Bu tarihsel zemin, Blanqui'nin devrimci komploculuğundan Proudhon'un kooperatifçi çözümlerine, Marksizm'in sınıf mücadelesi teorisinden anarko-sendikalizmin doğrudan eylem anlayışına kadar uzanan çeşitli ideolojik akımların çatışmasına ve sentezine sahne olmuştur. Paris Komünü'nün trajik mirası, bu ideolojik mücadelenin merkezinde yer alarak, devletin doğası, reform ve devrim arasındaki ilişki ve proletarya diktatörlüğü gibi temel kavramların yeniden tanımlanmasını zorunlu kılmıştır. Bu süreç, nihayetinde I. Dünya Savaşı'nın patlak vermesiyle II. Enternasyonal'in trajik çöküşüne ve sosyalist hareketin devrimci ve reformist kanatlar olarak kesin bir şekilde bölünmesine yol açacaktır.

2.0 İdeolojik Kökenler ve İlk Büyük Prova: Paris Komünü

1870'ler Fransası, modern sosyalist hareketin ilk büyük tarihsel deneyimi olan Paris Komünü'ne zemin hazırlayan derin ideolojik ve siyasi çalkantıların merkezindeydi. Henüz homojen bir yapıdan uzak olan Fransız proletaryası, farklı devrimci geleneklerden beslenen ve birbiriyle çelişen akımların etkisi altındaydı. Blanquicilerin komplocu geleneği, Proudhoncuların devleti reddeden kooperatifçi çözümleri ve I. Enternasyonal aracılığıyla yeni yeni zemin kazanan Marksist sosyalizm, Komün'ü oluşturan ideolojik bileşimi şekillendirdi. Bu ideolojik çeşitlilik, Fransa-Prusya Savaşı'nın yol açtığı ulusal kriz ve imparatorluğun çöküşüyle birleştiğinde, tarihin ilk işçi iktidarı denemesinin fitilini ateşledi.

2.1 İşçi Hareketinin İdeolojik Bileşimi

Komün öncesi Fransız işçi hareketi, başlıca üç ideolojik akımın etkisi altındaydı:

• Blanquiciler: Babeufçülükten miras kalan devrimci gelenek ve gizli dernekler deneyiminden esinleniyorlardı. Devlet sorununu merkeze alan Blanqui, toplumsal çürümeye karşı bir süre için "devrimci bir iktidar" kurulmasını, yani bir diktatörlüğü zorunlu görüyordu. Kapitalizmin "vurguncu, faizci" görünümüne tepki duyan Blanqui, kooperatifçiliği ise "proletaryanın düşebileceği en kötü tuzak" olarak nitelendiriyordu.

• Proudhoncular: Üretimden çok mübadele sorunlarıyla ilgilenen Proudhon, faize son verecek bir "Halk Bankası" ve devletçi dernekler yerine özgür "işçi şirketleri" kurulmasını öneriyordu. Kadın-erkek eşitliğine karşı çıkan ve aileyi temel ekonomik birim olarak gören Proudhoncu düşünce, devlete karşı özerkliği ve özgürlüğü yüceltiyordu.

• Marksistler: İşçi sınıfının bağımsız bir siyasi örgüt kurarak devrimci bir sınıf mücadelesi yürütmesini savunan Marksist siyaset, Fransa'da I. Enternasyonal aracılığıyla etkili olmaya başladı. Enternasyonal'in ilk kongrelerinde Proudhonculuk egemenken, Marksist sosyalizm ancak 1868'deki Basel Kongresi'nden itibaren bir ilerleme gösterdi.

2.2 Savaş, Yenilgi ve İmparatorluğun Çöküşü

1870'te Fransa-Prusya Savaşı patlak verdiğinde, Parisli Enternasyonalciler savaşa karşı net bir tutum aldılar. 12 Temmuz'da yayımladıkları bildiride, "Fransız, Alman ve İspanyol işçiler, seslerimiz savaşa karşı bir kınama çığlığı halinde birleşsin!" diyerek hanedan çıkarları uğruna savaşı "canice bir saçmalık" olarak nitelediler.

Ancak savaş, Fransa için tam bir felaketle sonuçlandı. General Mac-Mahon'un ordusu Sedan'da kuşatıldı ve 2 Eylül 1870'te III. Napolyon 106 bin askeriyle birlikte Almanlara teslim oldu. Bu yenilgi, Paris'te imparatorluğun sonunu getirdi. General Trochu başkanlığında, ılımlı sol burjuvalardan oluşan bir "Ulusal Savunma Hükümeti" kuruldu. Savaş artık bir savunma savaşına dönüşmüş, 19 Eylül'den itibaren Paris Alman orduları tarafından kuşatılmıştı. Ancak Marx'ın daha sonra belirttiği gibi, bu hükümetin savaşmakta pek de kararlı olmadığı kısa sürede anlaşıldı.

2.3 18 Mart 1871: Paris Komünü'nün İlanı

Ulusal Savunma Hükümeti'nin Almanlarla imzaladığı teslimiyetçi ateşkes antlaşması (28 Ocak 1871) ve Ulusal Meclis'in monarşist çoğunluğu, Paris halkı ve Ulusal Muhafızlar arasında büyük bir tepkiye yol açtı. Hükümet başkanı Thiers'in, Paris'i silahsızlandırmak amacıyla 18 Mart 1871 sabahı Ulusal Muhafızların toplarını ele geçirme girişimi, devrimin fitilini ateşledi. Montmartre'daki kadınların öncülük ettiği direniş, askerlerin halkın saflarına geçmesiyle büyüdü ve Thiers hükümeti Versailles'a kaçmak zorunda kaldı. İktidar, Ulusal Muhafız Merkez Komitesi'nin eline geçti ve 26 Mart'ta yapılan seçimlerin ardından 28 Mart'ta Paris Komünü resmen ilan edildi. Komün, devrimin üç renkli bayrağının karşısına kızıl bayrakla çıkarak yeni bir dönemi başlatıyordu.

Komün, tarihin ilk işçi devleti deneyimiydi. Marx'ın ifadesiyle, "parlamenter bir örgüt değil, aynı zamanda hem yürütme ve hem de yasama gücüne sahip, etkin bir örgüt"tü. Temel icraatları arasında şunlar yer alıyordu:

• Sürekli ordunun kaldırılması ve yerine halkın silahlandırıldığı Ulusal Muhafızların geçirilmesi.

• Polis ve yargıçların, Komün'e karşı sorumlu ve her an görevden alınabilir memurlar haline getirilmesi.

• Kilise ile devletin ayrılması.

• Adaletin parasız hale getirilmesi, noterlik ve mübaşirlik gibi görevlerin satışına son verilmesi.

• İşçilerin terk edilmiş fabrikaları kooperatifler halinde işletmesi yönünde kararnameler çıkarılması.

Komün hareketinde Louise Michel gibi anarşist kadınlar ön saflarda yer aldı. Kadınlar, kulüplerde, savunma komitelerinde ve "Kadınlar Birliği" gibi örgütlerde aktif rol oynadılar. Komün, savaşta ölen Ulusal Muhafızların evli olmayan eşlerine ve çocuklarına maaş bağlayarak, resmi evlilikle fiili birlikteliği eşdeğer sayan devrimci bir adım attı.

2.4 "Kanlı Hafta" ve Komün'ün Mirası

Komün'ün ömrü sadece 72 gün sürdü. Versailles'daki Thiers hükümeti, Almanların serbest bıraktığı savaş esirleriyle ordusunu yeniden kurarak Paris'e saldırdı. 21 Mayıs'ta başlayan ve tarihe "Kanlı Hafta" olarak geçen bastırma operasyonu, eşi görülmemiş bir katliama dönüştü. Savaşlar ve ardından kurulan askeri mahkemelerin kararlarıyla öldürülen Parisli erkek, kadın ve çocuk sayısının 30 bin dolaylarında olduğu tahmin edilmektedir. Makineli tüfeklerin kullanıldığı toplu infazlar gerçekleştirildi, binlerce Komüncü Yeni Kaledonya gibi sömürgelere sürüldü.

Yenilgiye uğramasına rağmen Komün, uluslararası sosyalist hareket için hem bir ilham kaynağı hem de paha biçilmez bir dersler bütünü oldu. Marx ve Engels için Komün, proletaryanın devlet olarak örgütlenmesinin, yani "proletarya diktatörlüğü"nün ilk somut örneğiydi. Anarşistler içinse, Bakunin'in ifadesiyle, "devletin gözüpek ve belirgin bir yadsınması" ve halkın kendiliğinden eyleminin bir zaferiydi. Komün'ün en büyük hatalarından biri olarak ise, maliye sorumlusu Jourde'un "Fransa'nın servetine dokunmak" istemeyerek Fransa Bankası'nı kamulaştırmaktan kaçınması gösterildi. Bu trajik deneyim, takip eden on yıllarda kurulacak olan kitlesel sosyalist partilerin stratejilerini ve devlet hakkındaki teorik tartışmalarını derinden etkiledi.

3.0 Marksizm'in Yükselişi ve Kitlesel Partilerin Örgütlenmesi

Paris Komünü'nün bastırılmasının ardından gelen gericilik dönemi, Avrupa işçi hareketinin yeniden toparlanması ve kitlesel ölçekte örgütlenmesiyle aşıldı. 19. yüzyılın son çeyreği, Marksist düşüncenin artan etkisi altında, modern sosyal demokrat partilerin doğuşuna ve güçlenmesine tanıklık etti. Almanya'da, Prusya devlet geleneğinin yarattığı keskin sınıf karşıtlıkları zemininde birleşen ve hızla ülkenin en büyük partisi haline gelen Sosyal Demokrat Parti (SPD), bu dönemin model örgütlenmesi oldu. Fransa'da ise Komün'ün mirası, hareketin daha parçalı bir yapı sergilemesine, Marksistler, reformistler ve anarko-sendikalistler arasında sürekli bir rekabet yaşanmasına yol açtı. Bu ulusal partiler, 1889'da II. Enternasyonal'in kurulmasıyla uluslararası bir güç olarak sahneye çıktılar.

3.1 Alman Modeli: Sosyal Demokrat Parti'nin (SPD) Yükselişi

Almanya'da işçi sınıfının siyasal atılganlığı, Marksist fikirlerin güçlü bir parti örgütlenmesiyle birleşmesine olanak tanıdı. Lassallecılar ve Marksistlerin 1875'te Gotha'da birleşerek kurdukları Sosyalist İşçi Partisi, Bismarck'ın 1878-1890 yılları arasında uyguladığı "Sosyalistlere Karşı Yasa"nın baskılarına rağmen büyümeye devam etti. Yasa dışı koşullar altında örgütlenen parti, 1890 seçimlerinde %19,7 oy oranına ulaşarak Almanya'nın en büyük partisi haline geldi. Bu başarı, Engels'in bütün dünya, Bismarck'ı devirenin bizler olduğunu biliyor" sözleriyle selamladığı bir zaferdi. Yasanın kalkmasının ardından 1891'de toplanan Erfurt Kongresi'nde parti, Marksist teoriyi temel alan ve hem devrimci nihai hedefleri hem de pratik reform taleplerini içeren yeni programını kabul etti.

3.2 Fransa'da Parçalanma ve Anarko-Sendikalizm

Fransa'da işçi hareketi, Komün yenilgisinin yaralarını daha yavaş sardı. 1879'daki genel aftan sonra sürgündeki Komün önderlerinin dönmesiyle hareket yeniden canlandı. Jules Guesde'in öncülüğünde, Marx ve Engels'in yardımıyla hazırlanan bir programla 1880'de Fransız İşçi Partisi kuruldu. Ancak parti kısa sürede bölündü; Guesde'in Marksist kanadına karşı, reformist bir çizgiyi savunan "Possibilistler" (Olanakçılar) kendi örgütlerini kurdular.

Fransız işçi hareketinin bir diğer belirleyici özelliği, anarko-sendikalist akımın gücüydü. Siyasal partileri "burjuva yutturmacaları" olarak gören ve devrimin aracını "genel grev" olarak tanımlayan anarko-sendikalistler için mücadele, "doğrudan eylem" yoluyla işçilerin kendileri tarafından yürütülmeliydi. Bu akım, özellikle 1895'te kurulan Genel İşçi Konfederasyonu (CGT) içinde egemen oldu. CGT'nin 1906'daki Amiens Kongresi'nde kabul edilen bildirge, sendikal hareketin siyasi partilerden tam bağımsızlığını ve nihai hedefinin kapitalizmi genel grev yoluyla yıkmak olduğunu ilan etti.

3.3 II. Enternasyonal'in Kuruluşu ve İlk Yılları

Avrupa'daki kitlesel işçi partilerinin yükselişi, yeni bir uluslararası örgütlenmeyi gündeme getirdi. Fransız Devrimi'nin yüzüncü yıldönümü olan 1889'da Paris'te iki ayrı uluslararası kongre toplandı: Biri Marksistlerin, diğeri ise Possibilistlerin düzenlediği. Temsil gücü daha yüksek olan Marksistlerin kongresi, II. Enternasyonal'in kuruluş kongresi olarak kabul edildi. Bu kongrede, ABD'deki 8 saatlik işgünü mücadelesini desteklemek amacıyla 1 Mayıs'ın uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günü olarak kutlanması kararlaştırıldı.

1891'deki Brüksel Kongresi ve 1893'teki Zürih Kongresi ile Enternasyonal yapısını sağlamlaştırdı. 1901'de Paris Kongresi kararıyla Brüksel'de daimî bir Uluslararası Sosyalist Büro kuruldu. Bu "altın çağda" Enternasyonal, uluslararası iş mevzuatı, sekiz saatlik işgünü ve barışın korunması gibi temel hedefler etrafında milyonlarca işçiyi harekete geçiren bir güç haline geldi. Ancak bu birliğin ardında, Enternasyonal'i nihai çöküşüne götürecek olan reformizm, revizyonizm ve milliyetçilik gibi derin teorik ve siyasi gerilimler birikmekteydi.

4.0 II. Enternasyonal'in Altın Çağı ve Çelişkileri: Reform mu, Devrim mi?

19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başı, II. Enternasyonal'in en parlak dönemiydi. Üye partiler seçimlerde güçleniyor, sendikalar kitleselleşiyor ve kapitalizmin görece istikrarlı bir büyüme dönemine girmesiyle işçi ücretlerinde artışlar yaşanıyordu. Bu "altın çağ", sosyalist hareketin stratejisi üzerine en temel tartışmaları da beraberinde getirdi. Kapitalizmin "kaçınılmaz çöküşü" teorisi sorgulanmaya başlanırken, reformlar yoluyla sosyalizme tedrici geçiş fikri güç kazandı. Bu durum, Eduard Bernstein'ın başlattığı "revizyonizm" tartışmasıyla Enternasyonal'i sarstı. Buna karşılık, Karl Kautsky'nin savunduğu "ortodoks" merkez çizgisi ve Rosa Luxemburg gibi devrimci sol kanadın "kitle grevi" tezi, hareket içindeki derin stratejik ayrılıkları ortaya koydu.

4.1 Revizyonizm Tartışması: Eduard Bernstein ve Fabianizm

Enternasyonal içindeki reformist eğilimleri teorik bir temele oturtma çabası, SPD'nin önde gelen teorisyenlerinden Eduard Bernstein'dan geldi. İngiltere'deki sürgün yıllarında, devrim yerine tedrici evrimi savunan Fabian Derneği'nden etkilenen Bernstein, 1890'ların sonunda Marksizmin temel öngörülerini sorgulamaya başladı. Bernstein'a göre, kapitalizmin yaşadığı refah dönemi, Marx'ın öngördüğü "çöküş teorisi"ni geçersiz kılıyordu. Üretimin yoğunlaşması tekellerin değil, küçük ve orta işletmelerin de varlığını sürdürmesine olanak tanıyor, proletaryanın sefaleti artmıyor, aksine yaşam koşulları iyileşiyordu. Bu nedenle sosyalist hareketin görevi, devrimci bir altüst oluş beklemek değil, parlamenter ve sendikal mücadeleler yoluyla kapitalizm içinde demokratik ve sosyal reformları derinleştirmekti. Bernstein için "nihai amaç bir hiç, hareket ise her şeydi".

4.2 Ortodoks Merkez ve Devrimci Sol: Kautsky ve Luxemburg

Bernstein'ın revizyonist tezlerine karşı Marksizmin "ortodoks" savunusu, Alman Sosyal Demokrat Partisi'nin baş teorisyeni Karl Kautsky'den geldi. Ancak Kautsky'nin Marksizm yorumu, toplumsal dönüşümü Darwinci bir doğal-evrimci süreç olarak kavrıyordu. Ona göre, kapitalizmin içsel çelişkileri ("aşırı üretim" ve "eksik tüketim" bunalımları) sistemi zorunlu bir çöküşe götürecekti. Partiye düşen görev ise, devrimi yapmak değil, bu çöküş anı için hazır olmaktı. Bu "beklemeci" ve determinist anlayış, sonradan "Vulger Marksizm" olarak eleştirilecekti.

Bu iki ana akıma karşı devrimci sol kanadın en önemli temsilcisi Rosa Luxemburg'du. Özellikle 1905 Rus Devrimi'nin deneyimlerinden etkilenen Luxemburg, devrimin kendiliğinden ve doğal bir süreç olmadığını, işçi kitlelerinin "kitle grevi" gibi doğrudan eylemleriyle hazırlanması gerektiğini savundu. Kitle grevi, hem ekonomik hem de siyasi talepleri birleştiren, kitlelerin bilincini ve örgütlülüğünü artıran, nihayetinde devrimci bir ayaklanmaya dönüşebilecek bir mücadele aracıydı. Bu görüş, hem Alman sendikalarının grevi sadece ekonomik bir araç olarak gören dar bakışına hem de Kautsky'nin pasif bekleyişine bir meydan okumaydı.

4.3 Sömürgecilik ve Milliyetçilik Sorunları

Enternasyonal içindeki bölünmeler, sömürgecilik (emperyalizm) sorununda da kendini gösterdi. 1904 Amsterdam ve 1907 Stuttgart Kongrelerinde yapılan tartışmalarda iki ana görüş çatıştı. Hollandalı delege Van Kol'un başını çektiği sağ kanat, sömürgeciliğin kapitalizm için bir zorunluluk olduğunu ve sosyalistlerin görevinin "ilerici" bir sömürge politikası izleyerek sömürge halklarının gelişimine katkıda bulunmak olduğunu savunuyordu. Kautsky'nin de desteklediği bu görüşe karşı sol kanat, sömürgeciliğin her türlüsünün sömürü ve baskı anlamına geldiğini ve kayıtsız şartsız reddedilmesi gerektiğini savundu. Kongreler, sömürgeciliği kınayan ancak net bir tutum almaktan kaçınan uzlaşmacı kararlar aldı. Bu belirsizlik, yaklaşan dünya savaşı karşısında milliyetçiliğin enternasyonalizme galip gelmesinin de habercisiydi.

5.0 Savaş ve Devrim: II. Enternasyonal'in Çöküşü

20. yüzyılın başı, kapitalizmin tekelci ve küresel bir sisteme dönüştüğü "emperyalizm çağı"nın başlangıcı oldu. Büyük güçler arasındaki hammadde kaynakları, pazar ve sermaye ihracı rekabeti, dünyayı topyekûn bir paylaşım mücadelesine sürükledi. II. Enternasyonal, Stuttgart (1907) ve Basel (1912) kongrelerinde savaş tehlikesine karşı kararlı bir tutum alarak, savaş çıkması halinde bunu devrim için bir fırsata çevirme kararı almıştı. Ancak Ağustos 1914'te savaş patlak verdiğinde, bu enternasyonalist kararlılık buharlaştı. Enternasyonal'in önde gelen partilerinin büyük çoğunluğu, "anavatan savunması" sloganı altında kendi burjuva hükümetlerinin savaş politikalarını destekleyerek tarihsel bir iflas yaşadı. Bu çöküş, sosyalist hareket içinde küçük ama kararlı bir enternasyonalist azınlığın doğuşuna ve yeni bir devrimci yol arayışına zemin hazırladı.

5.1 Emperyalizm Çağı

20. yüzyılın başında tekelci sanayi sermayesinin tekelci banka sermayesiyle iç içe geçmesi, Marksist literatürde "finans kapital" olarak adlandırılan yeni bir gücü doğurdu. Bu dönemde sermaye ihracı, meta ihracına ağır bastı. 1914'e gelindiğinde İngiltere, Fransa ve Almanya'nın yurt dışına ihraç ettiği sermaye miktarı devasa boyutlara ulaşmıştı. Bu, dünyanın ekonomik olarak paylaşılması anlamına geliyordu. Kaçınılmaz sonuç ise, dünyanın siyasal ve toprak bakımından yeniden paylaşılması uğruna mücadeleydi. 1914'te altı "büyük devlet" (İngiltere, Rusya, Fransa, Almanya, ABD ve Japonya), yerkürenin üçte ikisini doğrudan ya da dolaylı olarak boyundurukları altında tutuyordu. Lenin'in ifadesiyle emperyalizm, "kapitalizmin en yüksek aşaması", yani sosyalist devrimler çağıydı.

5.2 Ağustos 1914: Enternasyonal'in İflası

Saraybosna'da Avusturya veliahtına düzenlenen suikastın ardından savaş patlak verdiğinde, Avrupa'daki sosyal demokrat partilerin ezici çoğunluğu enternasyonalist ilkelerine ihanet etti. Almanya'da SPD, parlamentoda savaş kredilerine onay verdi. Fransa ve Belçika'da sosyalistler "kutsal birlik" hükümetlerinde yer aldılar. Enternasyonal'in Yürütme Bürosu başkanı Belçikalı Emile Vandervelde, kendi ülkesinin savaş kabinesinde bakan oldu. Sadece Rusya'daki Bolşevikler ve Menşeviklerin bir kısmı ile Sırp Sosyalist Partisi gibi küçük gruplar savaşa karşı net bir tutum aldı. İşçi sınıfının uluslararası birliği paramparça olmuş, II. Enternasyonal fiilen çökmüştü.

5.3 Savaş Karşıtı Muhalefet: Zimmerwald ve Kienthal

Savaşın yarattığı şok ve yıkım ortamında, enternasyonalist ilkelere bağlı kalan sosyalistler yeniden bir araya gelme arayışına girdiler. Eylül 1915'te İsviçre'nin Zimmerwald kasabasında ve Nisan 1916'da Kienthal'de savaş karşıtı konferanslar düzenlendi. Bu konferanslar, savaş karşıtı hareketi iki ana kanada böldü:

• Merkezci-Pasifist Kanat: Savaşın sorumluluğunu tüm hükümetlere yükleyerek ilhaksız ve tazminatsız bir barış çağrısı yapan, ancak devrimci bir eylemden kaçınan çoğunluk.

• Devrimci Sol Kanat ("Zimmerwald Solu"): Lenin'in önderliğindeki bu küçük grup, barışın ancak devrimle mümkün olacağını savundu. Lenin'in formüle ettiği "devrimci bozgunculuk" tezi, her ülkedeki sosyalistlerin öncelikli görevinin "kendi" hükümetlerinin yenilgisi için mücadele etmek ve "emperyalist savaşı iç savaşa dönüştürmek" olduğunu ilan ediyordu.

Zimmerwald ve Kienthal konferansları, II. Enternasyonal'in reformist ve şovenist liderliğinden kesin bir kopuşu temsil ediyordu. Bu kopuş, savaşın yarattığı devrimci krizin derinleşmesiyle birlikte, 1919'da kurulacak olan III. (Komünist) Enternasyonal'in temellerini attı.

6.0 Devrimler Çağı ve Yeni Enternasyonal'in Doğuşu

Birinci Dünya Savaşı'nın sonu, Avrupa'yı bir devrimler dalgasıyla sarstı. Rusya'da Ekim 1917'de Bolşeviklerin iktidarı alması, devrimci umutları ateşlerken, savaşın mağlupları Almanya ve Avusturya-Macaristan'da monarşiler yıkıldı ve işçi-asker konseylerine dayalı cumhuriyetler kuruldu. Bu devrimci altüst oluş, II. Enternasyonal'in enkazı üzerinde yeni bir uluslararası örgütlenmenin kurulmasını acil bir görev haline getirdi. Almanya ve Macaristan'daki devrim denemelerinin kanlı bir şekilde bastırılmasına rağmen, Mart 1919'da Moskova'da toplanan III. (Komünist) Enternasyonal, dünya devrimini örgütleme iddiasıyla yola çıktı ve sosyalist hareketteki tarihsel bölünmeyi kalıcı hale getirdi.

6.1 Alman Devrimi (1918-1919)

Savaşın sonlarına doğru Almanya'da yenilginin kesinleşmesi, kitlesel bir hoşnutsuzluk dalgası yarattı. Ekim 1918'de Kiel'deki denizcilerin isyanı, devrimin fitilini ateşledi. Ülkenin dört bir yanında işçi ve asker konseyleri (Arbeiterrat) kuruldu. 9 Kasım 1918'de Berlin'de genel grev ilan edildi, İmparator II. Wilhelm Hollanda'ya kaçtı ve cumhuriyet ilan edildi.

İktidar, SPD ve ondan ayrılan daha soldaki Bağımsız Sosyal Demokrat Parti'nin (USPD) oluşturduğu "Halk Temsilcileri Konseyi"ne geçti. Ancak ülkede fiili bir "ikili iktidar" durumu vardı: Bir yanda parlamenter bir demokrasi kurmayı hedefleyen SPD hükümeti, diğer yanda iktidarın konseylere devredilmesini isteyen devrimci konseyler. SPD yönetimi, eski devlet aygıtını ve ordu komuta kademesini koruyarak devrimi kontrol altına almaya çalıştı.

6.2 Spartakist Ayaklanması ve Devrimin Bastırılması

Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht'in önderliğindeki Spartakistler (daha sonra Alman Komünist Partisi - KPD), SPD'nin reformist çizgisine karşı çıkarak "tüm iktidarın konseylere" devredilmesi için mücadele ettiler. Ocak 1919'da Berlin'de, hükümetin solcu bir emniyet müdürünü görevden alması üzerine kitlesel gösteriler başladı ve bu durum, hazırlıksız bir silahlı ayaklanmaya dönüştü. SPD'li Savunma Bakanı Gustav Noske, "Freikorps" adı verilen karşı-devrimci gönüllü birliklerini kullanarak ayaklanmayı vahşice bastırdı. 15 Ocak'ta Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht yakalanarak dipçik darbeleriyle katledildi. Devrimci hareketin bastırılması, Bavyera'da kurulan kısa ömürlü Münih Konsey Cumhuriyeti'nin de Nisan-Mayıs 1919'da kanlı bir şekilde ezilmesiyle devam etti.

6.3 Macar Konseyler Cumhuriyeti (1919)

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun dağılmasıyla Macaristan'da da devrimci bir kriz yaşandı. Mart 1919'da Sosyal Demokratlar ve Bela Kun'un önderliğindeki Komünistler birleşerek Macar Konseyler Cumhuriyeti'ni ilan ettiler. Bankalar, fabrikalar ve büyük topraklar kamulaştırıldı, Macar Kızıl Ordusu kuruldu. Ancak Avrupa'nın ortasında yalıtılmış kalan bu işçi devleti, İtilaf devletlerinin desteğini alan Çekoslovakya ve özellikle Romanya ordularının saldırısı karşısında direnemedi. 133 gün süren devrim, Ağustos 1919'da Rumen ordusunun Budapeşte'ye girmesiyle sona erdi. Ardından Amiral Horthy liderliğinde kurulan karşı-devrimci rejim, "Beyaz Terör" olarak bilinen ve binlerce insanın hayatına mal olan bir katliam dönemi başlattı.

6.4 III. (Komünist) Enternasyonal'in Kuruluşu

Almanya ve Macaristan'daki yenilgilere rağmen, Bolşevik liderler dünya devriminin yakın olduğuna inanıyorlardı. Bu beklentiyle, Mart 1919'da Moskova'da III. Enternasyonal'in (Komintern) kuruluş kongresi toplandı. Kongre, II. Enternasyonal'in reformizm ve "sosyal-şovenizm"inden tam bir kopuşu ilan etti. Amacı, "proletarya diktatörlüğünün kurulması ve uluslararası bir Sovyet cumhuriyetinin yaratılması için değişik ülkeler proletaryasının ortak eylemini örgütlemek" olarak tanımlandı. Başlangıçta, Alman delegesi Eberlein gibi bazıları, Batı Avrupa'da henüz kitlesel komünist partiler olmadığı için Komintern'in kuruluşunun aceleye getirildiğini savundu. Ancak kongre, devrimci dalgayı bir an önce örgütlü bir güce dönüştürme iradesiyle Komintern'i kurdu. Bolşevik liderler, Komintern'in merkezinin kısa sürede muzaffer bir devrimin yaşanacağı Berlin veya Paris'e taşınacağını umuyorlardı.

Paris Komünü'nün kahramanca yenilgisiyle başlayan yaklaşık elli yıllık dönem, sosyalist hareketin kitlesel bir güce dönüşmesine, ancak I. Dünya Savaşı'nın milliyetçi ateşiyle trajik bir şekilde parçalanmasına tanıklık etmiştir. Bu enkazdan doğan devrimci dalga, Rusya dışında yenilgiye uğrasa da, Komintern'in kuruluşuyla dünya siyasetinde yeni ve geri dönülmez bir kutuplaşma yaratmıştır. Bu tarihsel miras, 20. yüzyılın geri kalanındaki tüm toplumsal mücadelelerin seyrini belirleyecek olan sosyalizm, komünizm ve sosyal demokrasi arasındaki derin ayrılığın temelini oluşturmuştur.

[MAR] YOUTUBE KANALI

LİDER

Karl Marx - Kapital

Kısa Sovyet Film ve Belgeseller [Türkçe]